112358132118
profili

  • israil

    isbu entry, numarali entry'ye cevaben yazilmistir.

    uzun yillardir orta dogu'da varligini surduren devlettir. devletlerin sinirlarini genisletmesi ya da daha cok topragi elinde tutmaya calismasi onlari zayiflatarak eski topraklarini da kaybetmelerine neden olabilir. ermenistan'in yasadigi da budur. her seye ragmen israil ile ermenistan'in ayni kaderi paylasacagi kanaatinde degilim.

    insanlar yasadiklari derin refah farkliliklarina karsi isyan etme ve savasma gibi durtulere sahip olurlar. israil 10 milyonluk nufusuyla yaklasik 500 milyar dolarlik bir milli gelire sahipken ermenistan 20 milyar dolarlik bir milli gelire sahiptir. görsel

    bu rakamlar tabii ki israil'in ermenistan ile kaderdas olamayacagini gostermez ama olmasinin ermenistan'a nazaran cok cok zor oldugunu gosterir cunku israil bu ekonomik buyuklugunu teknoloji yogun sektorlere borcludur. yani ciddi bir dogal kaynak ya da ucuz iscilige dayali bir ekonomisi de yoktur. kiyaslamayi filistin ile kisi basi dusen milli gelir uzerinden yapinca is daha da garip bir hal aliyor.

    520 milyar dolarlik israil milli gelirine karsilik filistin 20 milyar dolarlik bir milli gelire sahip ve kisi basina dusen milli gelir israil'de 55 bin dolarla filistin'in 15 katindan daha fazladir. tabii ki kisi basi milli gelir direkt olarak refaha ve/veya ulke ekonomisinin dunya ekonomisindeki rolune dair direkt bir sey soylemez. petrol zengini katar'da milli gelir bir ara petrol varili arttiginda 100 bin dolar sinirina dayanmisti ama israil'in teknoloji yogun milli geliri teorik olarak ortalama refahin da yuksek oldugunu dusunduruyor.

    fed faiz artirip dunya ekonomisini sallama surecine basladiginda ozellikle az gelismis ulkelerde yasanan refah kaybi daha yuksek olur cunku dunya ticareti momentum kaybettikce bu ulkeler kendi sermaye gruplarini ihya edebilmek icin enflasyon uretmek zorunda kalirlar ya da refah kaybini toplumlarina dayatirlar.

    burada basta degindigim refah gradyani gittikce artar. hem gecmise gore refahinizin dustugunu gorursunuz hem de mekana gore cunku hemen yani basinizda israil gibi ozellikle kimlik olarak da nefret beslediginiz kimliklerin oldugu bir devlet vardir. bu kosullar altinda oraya saldirmak istemenizde sasilacak bir sey yoktur aslinda.

    insan haklari ve demokrasi gibi degerler bati'dan neset etse de butun insanligin ortak degeridir. dogal kaynak disinda faktorlerle ekonomisi guclu olan ulkelerde bu degerlerin asinmasi butun dunya ekonomisini sarsar ve bundan herkes etkilenecegi icin dunya kamuoyu buna sert reaksiyon verir. fakat her ortamda yasayan insanlar ayni ekonomik agirliga sahip degildir.

    nasil olmali ile nasil sorulari farkli sorulardir. bence temel insan haklari butun insanlar icin gecerli olmalidir. herhangi bir insanin cani bir baskasindan daha degerli ya da degersiz olmamalidir. bunlar nasil olmali sorusuna benim verdigim cevaplardir. peki nasil sorusuna ne cevap verecegiz?

    ortalama bir israil vatandasinin cani bir filistinli'den daha degerli midir?

    realist bir sekilde bakarsak evet daha degerlidir. daha degerli oldugu icin bircok bati ulkesi israil'in yaptiklarina ses cikarmak istememektedir. israil abd iliskileri, israil ekonomisinin dunya'daki agirligi ve diger dis dengeleri israilli'nin canini filistinli'nin canindan daha degerli yapiyor. boyle olmasi inanin benim de hosuma gitmiyor ama realite budur. bana ofkelenmeniz ya da kufretmeniz kontra arguman gelistirip reelpolitik okumasi yaparak bu onermeyi curutmediginiz surece degersizdir.

    tabii bu sadece bir parametredir. bunun disinda devletler arasi dengeleri iceren toprak parcalari, uzerinde yasayanlarin ekonomik aktivitesi dusuk olmasina ve altinda herhangi bir dogal kaynak olmamasina ragmen onemli olabilir. mesela zengezur koridoru buna ornektir. bu koridorun acilmasi iran icin olum fermanindan farksizdir, ya da en azindan iran devleti boyle dusunur. cunku dogal kaynak zengini azerbaycan ve hazar'in dogusundaki turki cumhuriyetlerle turkiye arasinda bir kara ve deniz baglantisi acmak 15-20 milyon azeri nufusun yasadigi iran icin tedirgin edicidir.

    demografik yapiyi degistirmeyi hedefleyen adimlarin 21. yuzyilda yapilamayacagi iddiasini ise yari romantik buluyorum. onceki yuzyila gore oldukca zor olacagi bir gercektir vakia imkansiz degildir. boylesi bir degisim antidemokratik uygulamalara bir ornektir, bunda suphe yok fakat anti demokratik uygulamalarin uygulanabilirligi reelpolitik bir meseledir. devletler arasi dengeler izin verdigi muddetce hicbir devlet bu antidemokratik ben boyle yapmayayim demez.

    israil'in gazze'yi tamamen dumduz edip kara harekatiyla hamas'i yenilgiye ugratip oradaki butun filistinlileri misir'a surgun etmekle olmek arasinda bir tercih yapmayi askeri olarak basarip basaramayacagi ayri bir konu ve daha cok askerlerin ve sosyal propaganda gucunun bir fonksiyonudur.

    israil'in gazze'yi tamamen ortadan kaldiracak bir kara harekatina girisip girismeyecegi ise devletler arasi kamuoyundan gelecek tepkilere, israil'in ekonomik gucune ve israil-abd iliskilerine baglidir. bolge halklarinin israil'e nazaran kalabalik ve fakir olmasi canlarinin daha degersiz olmasi sonucunu getirir ama bu direkt olarak israil'in guvenli bir ortama kavusamayacagini gostermez.

    bati seria icin degil ama bir an gazze icin israil'in gazze'yi tamamen ortadan kaldirdigini dusunun. bolgedeki tek siniri misir ile olur. gorece guclu bir ulke oldugu icin dengeler daha surdurulebilir bir hal alir ama iran ve hamas ikilisi buna ne kadar riza gosterir ya da israil bunu basarabilir mi bu ayri bir soru tabii. benim demek istedigim tek sey soykirim, demografik yapi degisimi, insanlarinin caninin hice sayilmasi gibi antidemokratik uygulamalarin, antidemokratik dogasindan geregi basarisiz olacagini iddia etmenin mantikli olmadigidir.

    birkac basit evet/hayir sorusu sorarak bitireyim.

    gazze'deki insanlarin/sivillerin caninin israil icin bir onemi var mi?

    hayir yok.

    gazze'deki insanlarin/sivillerin caninin hamas/iran icin bir onemi var mi?

    hayir yok.

    gazze'deki insanlarin/sivillerin caninin abd/bati/rusya/cin icin bir onemi var mi?

    hayir yok.

    insanlik dramlarinin reelpolitik icin bir degeri yoktur, keske olsaydi ama yoktur. mamafih insanlik dramlari kullanilarak reelpolitik manevra sanslarinin elde edilebilmesi ihtimalinin reelpolitik icin ciddi bir onemi vardir. mesela bernie sanders abd baskani olursa mevcut abd-israil iliskilerinin yapisini degistirme istegi olsa bile bunu basarabilmesi abd ici aktorleri ikna edebilme becerisine baglidir.

  • kışlasız bedelli istiyoruz

    zavallıları gördükçe çok üzüldüğüm kampanyadır. herkesi gitmek zorunda sanmanıza çok gülüyorum. yurt dışında iş buluyorsun, 1095 gün çalışıyorsun, para veriyorsun ve kışlaya girmiyorsun. hatta şubeye bile gitmiyorsun parayı konsolosluğa ödüyorsun.

    savaş çıksa ne olacakmış? daha savaş çıkmadan gençlerin %80'i ülkeyi terk etmek istiyor bütün anketlerde. sence savaş çıkınca ne olacak?

  • kültürlü erkek bulamamak

    anakronik alıntıların debe listesine girebildiği başlıktır.

    wikipedia'ya göre ferrari 1939 yılında kurulmuş bir otomobil üreticisidir.

    wikipedia'ya göre dostoyevski 1821-1881 yılları arasında yaşamış bir yazardır.

    wikipedia'ya göre karamazov kardeşler dostoyevski'nin son eseri olup, ölümünden 1 yıl önce tamamladığı bir eserdir ve russian messenger adlı dönemin popüler dergisinde seri halinde yayınlanmıştır.

    dostoyevski karamazov kardeşler adlı eserinde tam olarak ne demiştir bilmiyorum çünkü kitabı okumadım ve okuyacağımı da pek sanmıyorum. belki daha sonra çıkan baskılarda ferrari kısmı eklenmiş olabilir emin değilim.

    mamafih, 1879-1880 yılları arasında yazılmış bir eserin bırak ferrari'yi herhangi bir otomobili dahi sosyal statü nesnesi olarak örneklendirebileceği kanaatinde değilim. bunun iki nedeni var.

    dizel çevrimi ve ilk dizel motoru geliştiren rudolf diesel'in bunu 1897 yılında yapabilmesi zaten dizel otomobili imkansız kılıyor.

    otto çevrimi ve ilk benzinli motoru geliştiren nicolaus otto ise bunu ilk olarak 1876 yılında başarıyor.

    yani ilk benzinli motorda buji 1876 yılında ateşlendi dersek, bunun ilk otomobille birleşmesi, otomobillerin yaygınlaşması ve sosyal statü simgesi haline gelmesi takdir edersiniz ki yaklaşık 3 yıl içinde olabilecek bir şey değil. hadi mümkün oldu diyelim, ferrari firmasının kurulmasına daha 59 yıl var.

    bu girinin 179 kişi tarafından favlanarak debe listesinde kendine yer bulması ise bana dihidrojenmonoksit adlı kimyasal bileşiğin son derece zararlı olmasını ve küresel çapta boğulma vakalarının %99'undan sorumlu olmasını içeren röportajdaki insanların tepkilerini hatırlattı.

    edit: bana orada ironi yapıldığını belirten yazarlar oldu. yazarı tanımıyorum dolayısıyla ironi mi yapmak istedi inanarak mı yazdı bilemem. mamafih yaşadığım toplumu tanıdığımı düşünüyorum.

    filhakika, favlayanların ne kadarının bu ironiden haberdar olduğu konusunda çok pozitif yaklaşamıyorum. bana kalırsa, ironi diyenler bu toplumun cehaletini çok hafife alıyorlar.

  • 28 aralık 2020 türkiye'nin tek tip maaşa geçmesi

    kaynak transferi denilen olaylardan biri olduğu için tepki çekmesi son derece normal olan durumdur.

    insanların pek azı dürtüsel olarak kendini geliştirmeye odaklıdır. bu nedenle toplum yöneticileri tarafından bir havuç sopa gösterilmesi gerekir ki kendilerini ortaya koyarak birtakım çalışmalar yaparak toplum ihtiyaçlarına yönelik gelişimler yapabilsinler. bu olguya ters çalışan bir diğer unsur ise biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar olarak savunulan unsurdur.

    işin özü bir ülkede emekçi ücret ve maaş gelirlerinin potansiyeli yüksek olan kişileri motive edecek kadar yüksek, sosyal gerilim yaratmayacak kadar da düşük olması gerekir. bu ikisi arasında kopan bir denge farklı gerilimleri besleyerek o toplumun hayatta kalma şansını baltalayacaktır.

    konuyu dramatize etmeye de gerek yok. mesela, nitelikli bir beyaz yaka için bir spor ayakkabıya ödenecek olan bir 500 lira neden asgari ücrete zam olarak verildiğinde sorun oluyor benzeri söylemler biraz duygusal kalıyor. doğru 500 lira hiçbir şeydir ama 10 milyon asgari ücretliye her ay verilecek fazladan 500 lira, 5 milyar lira demektir. asgari ücretli çalışan tasarruf yapabilecek durumda olmadığına göre bu 500 lira durmaksızın harcanacaktır.

    ödemeler dengesi krizinin eşiğinde olan bir ülke için de bu miktarın teorik olarak birileri tarafından karşılanması gerekir ki, piyasa dengesini bulsun. ilk aşamada bu durum birilerinin talepten kısmasını gerektirir. net bir şekilde birileri daha az para harcamalıdır. bu az para harcama durumu eğer tasarruflara yansırsa, bu birtakım toplum kesimlerinde güç birikmesine neden olur. bu nedenle bu tasarruf eğer gerçekleşecekse, iktidarın oluşturduğu hakim sermaye birikim modelindeki sermayedarlarda gerçekleşmelidir ki iktidarın devamlılığı sağlanabilsin.

    bu durumda da takdir edersiniz ki bu asgari ücret zammını karşılaması gereken birileri diğer emekçiler olacaktır. hakim sermaye birikim modelinin merkezinde olan mahşerin beş atlısı sermayenin niteliğini her geçen gün aşağıya çekmektedir. aslında modelin parametreleri sabittir. bu niteliğin aşağıya çekilme nedeni merkez kapitalist ülkelerdeki ilerlemelerdir.

    onlar daha hızlı ilerledikçe ülkedeki toplam talep fonksiyonu hem nüfus nedeniyle hem de tüketimin sosyal boyutu nedeniyle artmak zorunda kaldıkça bunun ödemeler dengesi üzerinde yaratacağı baskılar aşikardır. dolayısıyla sistemden döviz çekecek değil, sisteme döviz girdisi sağlayacak bir model inşa edilmediği sürece mevcut politikalar bunlar olacaktır.

    bu model restorasyonu ise doğası gereği bir iktidar değişimi gerektirir. bu ya siyasal iktidarın kendini değiştirmesi ile mümkün olur, ya da iktidarın değiştirilmesiyle mümkün olur. gelinen noktadaki ihalelere bakılınca ilki için ne yeterli kaynak var, ne de gereken aksiyon var. bana kalırsa bunda 12 eylül darbesinin de çok ciddi payı var.

    basma kalıp sözlerle, 12 eylül darbesinden sonra emekçilerin örgütlülüğünün bitirildiği söylenir. bu aslında son derece doğrudur. o dönem burjuvazi emekçilerin taleplerine toplumsal zeminde daha fazla karşı koymakta zorlanmış ve gereken 24 ocak kararlarının uygulanacak zemin bulabilmesi ve ekonominin dışa açılması için de devletin sert gücünün uygulanması gerekmiştir.

    bu bilindik hikayedir fakat bence ilginç olan şey 12 eylül sonrası planlanan toplumsal düzenin birbirine az temas edecek toplumlar sınıflar şeklinde kurgulanmasıdır. doksanlarda kendine oldukça da başarılı bir şekilde yer bulmuştur bu sistem. başarıdan kastım ise şudur.

    spor, sanat ya da kültür alanında geçmişte ulaştığımız birçok başarının tarihsel olarak doksanlar olmak üzere 2000'lerin başında olduğunu görürüz. tabii bu biraz ileri ve geri de gidecektir. yani bence 1985-2005 arası 20 yıllık dönemde türkiye birçok spor, sanat ve kültürel başarı anlamında cumhuriyet tarihinin zirvesine ulaşmıştır.

    galatasaray ve milli takımın avrupa başarıları mesela, jupp derwall'in getirdiği ana sistem üzerine inşa edilmiştir. mustafa denizli ve fatih terim'in başarıları derwall sisteminin üzerinde yükseldi. çünkü uefa kadrosundaki birçok isim galatasaray altyapısından yetişmişti ve bu altyapı sisteminin kurulmasında birçok spor yorumcusu da derwall'in ciddi payı olduğunu kabul eder. zaten 6 yıl boyunca batı almanya ulusal takımının teknik direktörü olarak çalışabilmesi de sıradan biri olmadığını kanıtlar niteliktedir.

    her neyse, 12 eylülün kurgulamak istediği sistemde birbirine pek temas etmeyen farklı toplumsal kesimler olacaktı. bu kesimler hiyerarşik olarak tepede milli güvenlik kurulunun, kabaca askerin ya da güvenlik bürokrasisinin, olduğu bir sistem üzerinden de partileri kontrol edecekti. bu farklı toplumsal kesimlerden bugün seküler dediğiniz kesim ülkenin dışa dönük yüzü olarak lanse edilecek ve kendi dünyalarında yaşamaları sağlanacaktı, diğer kesimlerle beraber.

    bu sistem bir süre sürdürülebildi zaten sürdürülebildiği için ekonominin dışa açılma döneminde birtakım kısmi toplumsal başarıları yakalayabildik. hukuki ya da insani açıdan ele alındığında, baş örtülü kadınların üniversite okuma hakkının ellerinden alınması, ya da üniversite sınavlarında meslek liselerine uygulanan katsayı sistemi kesinlikle bir zulümdür ama toplumsal açıdan da bir toplumsal mühendislik uygulamasıdır.

    toplumun niş alanlarını sembolize eden üniversite mezuniyeti ve bununla bulunabilecek iş imkanlarının, ödemeler dengesi üzerinde daha az baskı yaratmasını sağlamak amacıyla belli bir toplum kesimine, yani baş örtülüler ve meslek liseliler mesela, kapatılmasıdır. devlet yönetiminde bu bir toplumsal mühendislik projesi olmakla beraber, hususi bir garez ile de bağdaştırılması saçmadır çünkü devletler her iktidar dönemlerinde zaten bir toplumsal mühendislik projesi ile topluma şekil vermek isterler.

    ekonomi dışa açıldığında herkese aynı sosyal serbesti tanınırsa, ödemeler dengesi krizinin sonu gelmez. bu kural bugün de geçerlidir. o gün planlanan şey, toplumun ucuz işgücü olarak kullanılan bir kesimi üzerinden elde edilebilen gelir kadar talep fonksiyonu serbestisi tanınan kesimin ülkenin hem dışa dönük yüzü olması, hem de toplumsal ilerlemenin bunlar eliyle gerçekleşebilmesinin sağlanmasıydı.

    o günkü plan bu ilerleme sağlandıkça kaynak aktarım mekanizmaları eliyle tüm toplumun refahını yükseltme projesiydi. gerek dış ekonomik koşullar, gerekse de toplumun tepki reaksiyonu nedeniyle bir süre uygulama zemini bulabilen bu sistem 3 kasım 2002 seçimleri ertesinde tamamen çöktü ama çöküşün yansımaları biraz daha zaman alacaktı.

    toplumun farklı kesimlerini birbirinden uzaklaştırırsak, biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar temalı gerginlikleri yaşamadan bir sistem kurabiliriz anlayışı nedeniyle o dönemden beri asgari ücretle nitelikli emekçilerin ücret gelirleri arasındaki makas çok ciddi bir sorun yaşanmadan açılabildi. sistem 3 kasım seçimleriyle çöktükten sonra ise bu durumun sürdürülemez hale geleceği belliydi.

    çünkü sonuçta birbirine kapatmak istediğiniz toplum kesimleri giderek artan köyden kente göç nedeniyle çok dar bir alanda dip dibe yaşıyorlardı. buna ek olarak ülkenin dışa daha doğrusu batı'ya dönük yüzü olarak lanse edilen toplum kesimleri de sürekli medyada ön planda olunca bu toplumsal kesimlerin, en azından birinin diğerinden haberdar olabilmesi sağlandı bu durum da bir türlü dışa açılma sürecinin reformlarını kervanı yolda düzmeden yapabilmeyi sağlayamayan bürokrasi nedeniyle çıkan ekonomik krizlerle birleşince akp iktidara geldi.

    bu süreç artık son demlerini yaşadı ve bitti. doğru artık birbirinden daha çok kutuplaşmış bir toplum kesimleri var ama bu kutuplaşmanın olabilmesi aynı zamanda farklı toplum kesimlerinin birbirinden haberdar olabilmelerini de sağladı. hepimiz kendi fanusumuzda yaşasak da diğer kesimleri de biliyoruz artık. buna ek olarak sermaye niteliğinin uğradığı erozyon nedeniyle artık verimi düşen ekonomide zenginlik sadece belli bir toplum kesiminde de temerküz etmiş değil.

    dolayısıyla iktisadi saiklerle beslenebilecek bir kutuplaşma ortamı da pek işe yaramıyor. zaten işe yarasa gece gündüz cehape zihniyeti diyen adamın da oyları düşmezdi. bu noktada mevcut iktidar için elde kalan son çare asgari ücretli kesime kaynak transferi yapmaktı ve bunu da yapıyorlar. bundan sonraki yıllarda da, iktidar devam ettiği sürece, asgari ücrete ciddi artışlar yapmak zorunda kalacaklar. ekonomi küçüldükçe de bu tarz kaynak transferleri ciddi tepki çekecektir.

    aslında bu süreç senelerce gelir vergisi dilimlerine enflasyonun çok altında zam yapıldığında başlamıştı. bir yandan asgari ücrete kaynak aktarım süreçleri, diğer yandan mahşerin beş atlısı odaklı sermaye birikim modelinin beslenebilmesi için nitelikli emekçilerin talep fonksiyonunun daraltılması ve kaynağın aktarılması süreci çoktan başlamıştı ama millet bunu para bolluğunun yaşandığı dönemde fark edemedi. borçlanarak da olsa ciddi bir tüketim gücüne sahip olan türk lirasının olduğu 2013 öncesi dönemde bunu vurgulayan bir iki cılız ses dışında kimse yoktu.

    krizin iyice derinleştiği günümüzde ise haliyle ciddi düzeyde tepki çekiyor ama eşyanın tabiatı gereği bu strateji de bir yerde çökmeye mahkum. çünkü kendilerinden kaynak aktarılabilecek bir nitelikli emekçi kesimi kalmadı. kaçabilen ülkeyi terk etti, kaçamayan tüketimini iyice kıstı ve aldığı ücret zaten kuşa döndü. 2014'ten beri sgk açıklamasa da şu an muhtemelen tahmini olarak çalışanların yarısının asgari ücret aldığı düşünülüyor. yani artık kaynak transferi ancak ve ancak sermayedarlardan yapılabilir ki böyle bir şey denendiği anda türkiye finansal piyasalarını kontrol edemez hale gelirsiniz.

  • ekşi itiraf

    daha icat edilmemiş kelimeler var sanki. sanki o kelimelerin icat edilmesiyle keşfedilecek duygular saklı kaldığı yerden çıkacak. daha çok kelimeye ihtiyacım var. eskiden altında ezildiğim kelimeler olurdu, artık bilmediğim kelimelerin düştüğü yeri merak ediyorum. yaşamak hiç bu kadar sıradanlaşmamıştı. yeni kelimeler lazım hepimize.

  • ekşi itiraf

    depresyon bir hastalık değil, bir yaşam tarzıdır.

  • arabayla her kadının elde edilebilmesi

    kriz ortamlarında ne yazık ki volatilite çok yükseldiği ve ayrıca kadın piyasasının da tıpkı tahvil piyasası gibi sığ olmasının bir sonucu olarak araba/kadın kurundaki volatilite reel sektörü çok olumsuz etkiliyor.

    buna düşük olan finansal okuryazarlığı da ekleyecek olursak bu koşullar altında maalesef bu iddia çürütülebilir.

    mesela ekim ayında aldığım sıfır bmw 320d aracımda aracın sağ koltuğunda sarışın abla çıkartan düğmeyi bir türlü bulamadım. bu konuda borusan’ı aradığımda ise bana önerdikleri çözüm ne yazık ki anatomik olarak mümkün değildi, zaten mümkün olsa da tercih etmezdim.

    özünde değer olarak aynı olmasına rağmen sıfır 320d yerine ikinci el bir porsche panamera ise piyasada çok daha yüksek kadın kuruna sahip bir modeldi. ben bu durumu panamera piyasasının 320d piyasasına nazaran sığ olmasına ve ayrıca kadın piyasasında finansal okur yazarlığın çok düşük olmasına bağlıyorum.

    bu nedenle, gold digger meslek yüksek okullarında eğitim kalitesini arttıracak reformların derhal hayata geçirilerek finansal okuryazarlığın ivedilikle yükseltilmesini ve piyasadaki dengesizliği ortadan kaldırmak için araçların irsaliyelerinin kaput üzerine yerleştirilmesi yönünde arge çalışmaları yapılmasını destekliyorum. ayrıca mağdur olan bir yatırımcı olarak da düşmeyen ablalara teessüflerimi sunuyorum.

    evet, kabul edin güzel saçmaladım.

  • berat albayrak'tan 2.5 milyon istihdam müjdesi

    hepsini asgari ücretle işe alsak toplam maliyet aylık 7.5, senelik 90 milyar lira yapar. kaldı ki, bu maliyet bile sgk açığını kapatmaya yetmediği için bu sene bütçeden ibrahim kahveci’ye göre sgk’ya 180 milyar lira aktarılacak.

    mevcut istihdam sayısına düz oranlasak toplam istihdamda onda birlik bir artış ek 15-20 milyar lira daha finansman gereksinimi demektir. dolayısıyla bunun için kabaca senelik 100 milyar lira finansmana ihtiyaç var. tmcb’ye zorla tahvil satıp finansmanı bulmaya kalksak, merhaba doksanlar, yep’in üzerine yeni açıkla beraber 180 milyar liralık bütçe açığı demektir.

    dolaşımdaki emisyon en son doğru hatırlıyorsam, 150-180 milyar lirası bir seviyedeydi. altyapısı kurulmadan yapılmış bunca ek emisyon sonucunda ise paranın devir hızı kabaca %50 artar. bu durumda da, ortada dolaşan para dış ticaret açığını azdırarak dolar talebini uçurur. uçan dolar talebi üzerine kur patlar ve verimli çalışan şirketlerin de bilançosunu mahveder.

    öyle yapmadık da, net hata noksan ile karşıladık diyelim. yani yurt dışındaki paralarını sisteme sokan türkler sayesinde bu finansmanı karşıladık. bu durumda en azından cari açık finansmanı karşılanacağı için maliyet enflasyonu kur baskılanarak, tabii yerleşiklerden dolar akışı sürdükçe, durdurulabilir ama bu durum da, sabit emisyonda daha hızlı artan paranın devir hızı nedeniyle talep enflasyonu yaratır. çalışanların kahir ekseriyeti asgari ücretli olacağı için özellikle gıda enflasyonu durdurulamaz bir hale gelir.

    tanzim satışlara hiç bulaşmadan bile bunun belediyelerin hazine tarafından fonlama maliyetini artıracağını söyleyebiliriz. neyse, seçimden sonra biter zaten bu mevzu onu geçtim.

    bunun dışında aklıma gelen bir diğer fonlama yöntemi ise, dolaylı vergilerde %100’lük bir artış olabilir ama özellikle de akaryakıt üzerinde. çünkü geçen yıl yanlış hatırlamıyorsam 70 milyar liralık bir akaryakıt geliri oldu.

    akaryakıttaki vergilerde %100’lük bir artış, akaryakıtın satış fiyatında yaklaşık %45-50’lik bir artış demektir. bu da senelik enflasyonda yaklaşık %10-15’lik bir artırıcı etki demektir. olayın özünde niteliksiz 2.5 milyon kişiye iş bulmak için mevcut çalışanlardan ve şirketlerden enflasyon adı altında vergi alarak onlardan aldığınızı işsizlere vermiş olursunuz.

    tabii temel varsayım bunca akaryakıt zammına rağmen tüketimin aynı kalacağı üzerine kurulu ama kimsenin dile getirmediği kdv ve ötv gelirlerinin geçen ay yıllık bazda %20’lik bir daralmaya maruz kaldığı gerçeği de ortadadır. dolayısıyla mevcut durumda, 2.5 milyon kişilik istihdamı finanse edip de makroekonomik göstergelerin içine edilmeyecek olan tek yöntem ülkenin dış finansmanı bir şekilde bulabilmeyi başarabilmesine bağlıdır.

    özet: kısa vadede dolarla borçlanma dışında işsizliğin bir çözümü yoktur, uzun vadede ise dış finansman değil dış sermaye birikimi sağlayacak bir özel sektörü oluşturacak mali reformlar olmadan işsizliği bırak düşürmeyi, sabit tutmamız bile imkansızdır.

  • parayı faize yatırmak veya ev alıp kiraya vermek

    ilginç bir karşılaştırmadır.

    parayı faize yatırmakta sıkıntı yok, faizden gelen parayı yemekte de sıkıntı yok tabii ki söz konusu para türk lirası olmadığı sürece.

    uzun vadede türk lirası güvenilmez olsa da, eğer aylık faizini yemeyip biriktirecekseniz ciddi bir sıkıntı yaşamazsınız fakat faizi yerim ana para durur diyorsanız, uyarayım durmaz!

    200 bin lira örneklendirilmiş oradan gidelim. 200 bin liranın aylık getirisi stopaj sonrası aşağı yukarı 3 bin lira eder. siz bu parayla geçinecek standartları kabullenerek yaşamaya başladınız.

    öncelikle hükümet faizleri zorla baskılamaya çalışıyor. mevduat faizleri muhtemelen düşmeye devam edecek, yani beklenti o ki siz şu an 3 bin lira faiz getirisi aldığınız anaparanızdan bu yaz aylarında belki de 2500 lira bile alamaz hale geleceksiniz. bu hükümetin faizleri düşürme hususunda başarılı olduğu senaryo için geçerli tabii.

    1994’teki krizde olduğu gibi zorla faiz düşüreyim derken dolar kurunu patlatırsa mevduat faizleri belki de senelik %30-35 bandına kadar yükselecek ama kurun 8-9 liralara kadar fırlamasından sonra yaşanacak enflasyondaki yükselişle sizin faiz getiriniz aylık 5 bin lira olsa bile o parayla bugünkü standartlarınızı tutturamayabilirsiniz. bu da hükümetin faizleri düşürmede başarısız olduğu senaryoda yaşanacaklardı.

    işin özü aslında türk lirasıyla yatırım yapmadaki büyük riskte yatıyor. türk lirası ile bakkaldan ekmek alın, market alışverişi yapın ama tasarruf yapmayın çünkü riski yüksek. sen senelik %20 faiz alıyorum diye sevinirken dolar kuru bir ayda %30 yükseldiğinde sinirden duvarı yumruklayabilirsin.

    diğer alternatif amerikan dolarına çevirip onun faizini yemektir. türk lirası kadar yüksek bir faiz alınmaz bu doğru amma velakin şu an ortalamada dolar mevduata senelik %4 civarı bir faiz veren az sayıda ülkeden birisiyiz. üstüne üstlük türkiye’de milli gelir tl bazında büyüse dahi dolar bazında ya küçülecek ya da yerinde sayacak. bu da aylık dolar getirisinin değerini korumasında etkili olur.

    şu anki kurdan 200 bin lira 38 bin dolar eder, bu da aylık 100-110 dolar arası bir getiri sağlar. tl bazında şu an 550 lira eder ama yeni bir kur atağı yaşandığında bu para 1000 lira bile edebilir çünkü türk lirası enflasyonist bir para birimidir ve güvenilmezdir. türkiye’de yaşadığınızı kabul edersek dolar bazında ana paranızın korunması ciddi bir güvencedir. yok yurt dışı yerleşikseniz, dünya’da kimseye verilmeyen bir dolar faizi aldığınız için paranızın değer artışı gene de çok yüksektir.

    diğer seçeneğe bakalım, ev alıp kiraya verirseniz fiziki olarak ev varlığını koruduğundan dolayı kirayla dolar faizinde olduğu gibi istediğinizi yapabilirsiniz. ayrıca kira gelirinizin de normal şartlarda her sene güncel enflasyon oranında yükseleceğini düşünebiliriz. dolayısıyla kirayı istediğiniz gibi harcayabilirsiniz.

    200 bin liralık evden aşağı yukarı 850-900 lira kira geliri elde edebilirsiniz. bunun da senelik kabaca %10-15’ini kira geliri vergisi olarak öderseniz cebinize aylık ortalama 750-800 lira civarı bir para kalır. dolara karşı miktar fazla dahi olda temelde iki riski vardır.

    1) kiranızı düzgün bir şekilde ödeyecek kiracı ve evin içine etmeyecek kiracı bulmak kolay değildir.

    2) apartman ve evin temel demirbaşlarının sıkıntı yaratmamasından emin olmak gerekir yoksa bu getiri azalır.

    ama tabii standart bir ev tanımı aslında yoktur. mesela üniversitelere yakın bir bölgede ev sahipleri nasılsa öğrenci her yerde yaşar diyerek eve masraf yapmaz ve ayrıca öğrenciler 2-3 kişi kaldığından dolayı da evin kira çarpanını yükseltirler.

    ya da aşırı lüks bölgelerdeki sitelerde, diplomatların ve expatların sık yaşadığı yerlerde genellikle lüks möbleli kiralanan site içi lokasyonlarda da kira çarpanının 150’ye kadar düştüğü görülebilir. bu yüzden dolar ya da tl olsun mevduatın aksine ev örneğinde spesifik lokasyon denklemi değiştirecektir. bu yüzden yukarıdaki hesap ortalama bir ev için yapılmıştır.

    dolayısıyla evin riskleri daha doğrusu belirsizlikleri vardır. bu yüzden az da olsa dolara nazaran aylık getirisi bir kur şoku yaşanmadıkça biraz yüksektir. türk lirasının ise evden çok daha fazla ve sıkıntılı belirsizlikleri vardır. bu nedenle faiz getirisi eve nazaran çok çok yüksektir ama bu faiz getirisi her ay harcanırsa 10 sene sonra 200 bin lira = 30 bin lira bile olabilir.

    ama bütün kirayı ya da bütün dolar faizini de 10 sene boyunca yeseniz 10 sene sonra 1 ev = 1 ev olarak ya da 38 bin dolar = 38 bin dolar olarak kalacaktır, ya da sizi kırmayayım 36-37 de olabilir.

    aslında dolar’da da enflasyon vardır ama bu enflasyon türkiye gibi yerinde sayan bir ülke için pek hissedilmeyebilir çünkü milli geliri dolar bazında büyüyemeyen bir ülkede aynı dolar sizi aynı standartlarda yaşatabilir. bunu anlamak için aslında 38 bin dolar ile 10 sene önce neler yapılabileceğine bakmanız kafidir.

    kısacası ister ev alın, ister tl ister dolar mevduat yapın ama yapılacak en salakça hareket paranızı tl mevduata yatırıp her ay faiz getirisini yemek olacaktır. o paranın o kadar hızlı değer kaybettiğini görürsünüz ki kendinizi kafanızı duvarlara vururken bulmanız çok uzun sürmez. zaten faiz getirisinin kendisi bile hızla değer kaybettiğinde o parayla geçinilemeyeceğini de anlamak çok zaman almaz.

  • 2019 ekonomik krizi

    an itibarıyla başlayan krizdir.

    yılın en başında olduğumuz bu günde, aslında birçok ekonomist diğer herkes gibi 2019 geneline dair bir bilinmezlik olduğunu söylüyor. bunda ise en büyük pay özellikle yerel seçimlerden sonra ne yapacağını öngöremediğimiz hükümete aittir. bu bilmecenin görmekte en çok zorlanacağımız iki anahtar kelimesi ise imf ve yapısal reformlardır.

    imf konusuna daha önce değindim ama gene de kısaca bir kez daha üzerinde durayım.

    şimdi 2019 yılına dair elimizde birtakım gerçekler var. bunların aslında en önemlisi 2019 yılı boyunca yapılacak olan 170 milyar dolarlık dış borç ödemesidir. eğer ekonomi bu yıl da cari açık verecekse bulunması gereken finansman yaklaşık 200 milyar dolara çıkar. birçok ekonomist geçen yılın ilk yarısında 50 milyar öngörüp 220 milyar dolar demişti ama bulunamayacağı artık aşikar.

    bunların dışında ise elimizde birtakım gerçekler var.

    1) uluslararası piyasalarda imf'den daha düşük faizle borç verecek bir kurum/kuruluş yok.

    2) uluslararası piyasalarda türkiye'ye tek kalemde 200 milyar dolara yakın borç verecek bir kurum/kuruluş da yok, buna imf de dahil.

    peki neden çoğu ekonomistte bir imf beklentisi var?

    ekonomistlerin hepsi amerikan ajanı/aç gözlü neoliberal şerefsizler olduğu için değil elbette. temel neden, türkiye'nin uzun yıllardır sürdürdüğü yurt dışından finansman bulup içerideki mega ölçekli yatırımlarla desteklediği büyüme modelinin çökmesidir.

    öyle ya da böyle, bir model değişikliğine gitmek zorundayız ama gel gelelim bunu gerçekleştirirken geçiş sürecinde makroekonomik dengeleri sarsmadan gerçekleştirebilmek için de kaynağa ihtiyaç var. yukarıdaki iki gerçekten hareketle bunu imf olmadan yapmamız mümkün görünmüyor.

    ben imf'nin de bize ihtiyacımız olan finansmanı sağlayamayacağını tahmin ediyorum ama en azından toplamı 50 milyar dolara yakın çıkacak birkaç standby anlaşması ile piyasalara ek bir güven unsuru verilebilir. güven ne yazık ki özellikle 2017 yılından itibaren hızla kaybettiğimiz bir değer oldu. birkaç örnek vermek gerekirse,

    1) tcmb'nin glp kanalıyla piyasaları fonlamak ve faiz artırmamak için taklalar atması ve absürt finansal uygulamalara girişmesi

    2) tcmb'nin bağımsızlığının siyasi otoritenin açıklamalarıyla her geçen gün sorgulanır hale gelmesi

    3) cumhurbaşkanının 2018 mayıs ayında londra'da fon yöneticilerine anlattığı ekonomi teorisinin yatırımcılarda yarattığı şok etkisi

    4) hükümetin bizzat kendisinin açıkladığı yeni ekonomik programdaki tasarruf kalemlerini ciddiye almaması

    5) tahvil ihalelerinde kamu bankaları üzerinden yapılan usulsüzlükler. şu an çoğu kişi farkında değil ama sonraki borçlanma ihalelerinde yabancılardan gelecek herhangi bir talep kalmadı. faizleri düşük tutmak istiyorsa hükümetin çok uzun bir süre ihaleye çıkmaması lazım. 1994'teki krizde olduğu gibi kendimizi 3 aylık vadede %50'lik tahvil satmaya kalkarken bulmayız umarım.

    daha fazla devam etmek istemiyorum ama imf ile bir standby anlaşması yapılırsa bunların hiçbirini yapmayacağımıza dair piyasalara bir nevi garanti vermiş olacağız. bu nedenle, imf bize bütün borcumuzu kapatacak kadar kredi vermese dahi şu günlerde 350 civarında seyreden cds primimizin 2018 yılı başındaki 100-150 seviyelerine inmesini sağlayarak imf dışı borçlanmalarda ödeyeceğimiz faizin düşmesini sağlayacaktır.

    bu gerçekler ışığında imf'siz bir çözümün faizler açısından daha maliyetli ve güvenilmez olacağı ise kesin gibidir.

    imf kısmını geçerek bu entry'nin asıl konusu olmasını istediğim yapısal reformlara gelecek olursak açıkçası imf seçeneğine nazaran çok daha umutsuz olduğumu belirtmeliyim. ekonomide artık yürümeyen borçlanmaya dayalı büyüme modelinin de sonu ne yazık ki hali hazırda stagflasyona, önümüzdeki çeyrekten itibaren de slumpflasyona çıkacaktır.

    yapısal reformlar aslında türkiye ölçeğinde öyle çok bilinmezliklerle dolu bir alan değildir. zaten memlekete karşı ümitvar olmamızın, en azından benim olmamın, nedeni ekonomik sorunların çözülememe nedenlerinin ekonomik değil sosyal ve siyasal olmasıdır. bu kriz bu yönden bir fırsat bile olabilir çünkü fed para saçarken büyüyen ekonomiyi durdurup çıkıp bir anda artık katma değer üreterek büyüyeceğiz demeye kalkarsanız, recep tayyip erdoğan dahi olsanız seçim kazanamazsınız. ama başarılı bir siyasetçi iseniz, bir ihtimal suçu başkalarına atıp arka planda ekonomik doğruları yapmayı tercih edebilirsiniz.

    yapısal reformlar, hem bütçe tercihleri üzerinden hem de harcama kalemlerinin gireceği ekonomik yapı üzerinden verimlilik artışı sağlayacak olan reformlardır. bunların sayesinde, para döngüsünün hızlandığı ekonomik yapı daha az yabancı sermayeye ihtiyaç duyar, hatta yeteri kadar verimliyse belki büyüyerek size cari fazla bile verdirebilir.

    mesela, diyanet işleri başkanlığının bütçesinin yarıya indirilip devletin yarısını tasarruf etmesi ve diğer yarısını ise bilim sanayi ve teknoloji bakanlığına aktarma kararı alması bütçe tercihleri üzerinden geliştirilmiş bir reform olur. tercih iktidardan iktidara değişebileceğinden ötürü bu kalıcı bir yenilik değildir. öte yandan, eğitim sisteminde fizik, matematik, kimya gibi derslerin saat sayısının artırılıp, zorunlu din derslerinin saat sayısının düşürüldüğü yeni bir müfredat gelecek on yılda ekonomik yapıda verimlilik artışı sağlamayı başarabilir.

    bunun haricinde, yerel yönetimlerin genel bütçeden alacağı payda getirilecek bir sınırlandırma ve/veya bu yönetimlerin borçlanmasının önüne çekilecek yasayla belirlenmiş yeni kurallarla daha disiplinli bir harcama döngüsüne girilebilir. yatırım, özellikle devletin yatırım tercihlerinin döviz kazandırıcı alanlara yapılmasını sağlayacak kurumsal değişiklikler bir başka yapısal reform unsurudur. 2009'da biten son standby anlaşmasından sonra ali babacan tarafından gündeme getirilen ama daha sonra sümen altı edilen mali kural, aslında genel mali çerçeve düzeyinde bir yapısal reformdur.

    yapısal reformlar, türkiye toplumunda ister istemez tarihsel sürecin başından beri modernist-muhafazakar olarak ikiye ayrılmış toplumun ekonomik ağırlığını modernist kesime, en azından ilk etapta, kanalize edecektir. eğer siyasete ekonomik paylaşım stratejisi olarak bakarsanız da şu an bu reformların neden yapılmadığını çok net şekilde görebilirsiniz. kendisi muhafazakar kanadın önderliğini yaptığı iddiasında olan bir hükümetten söz konusu reformları gerçekleştirmesini beklemek için, toplumsal iç barış tarzı bir mucizeye ihtiyacımız vardı.

    sıradan vatandaş olarak mevcut krizin bu fırsatı sağlamasını dilemekten başka bir şey ne yazık ki elimizden gelmiyor. açıklanan kasım ayı dış ticaret rakamları ile beraber, 3 aydır fazla veren cari dengenin kasım ayında da cari fazla vereceğini öngörmek sanırım artık çok zor değil. mevcut büyüme modelimizden ötürü de bu cari fazlanın bedelini artan işsizlik ve yükselen bütçe açığı olarak görüyoruz.

    işte bu entry'nin başında belirttiğim asıl belirsizlik tam olarak burada başlıyor. hükümet bu yapısal reformları yaparak, ülke içi kaynak bölüşüm dengesinde bir değişime yol açacak mı, yoksa mevcut makroekonomik göstergeleri toparlayacak adımları attıktan sonra eski büyüme modelini yavaş da olsa tekrar yaşatmayı deneyecek mi?

    seçime kadar bu sorunun cevabı çok net. 31 mart seçimlerine kadar hiçbir şekilde herhangi bir yapısal reform ya da gündemin ekonomi tarafından belirlendiği bir seçim atmosferi istenmeyecektir. bu nedenle kutuplaştırmayı artırıcı söylemler artarak devam edecek, ve geleneksel muhafazakar-modernist zıtlaşmasını vurgulayıcı söylemlerle gündem meşgul edilecektir. magazinel olmuş olan metin akpınar olayı bundan başka bir şey değildir. o olmasa iktidar başka birini göz altına alır, yine gündemi buraya taşırdı. seçimden sonra da sessiz sedasız bu davalar düşürülür ve gündemden düşmesi sağlanır.

    öte yandan seçimden sonra inat edilse bile çok büyük ihtimalle imf ile anlaşma yoluna gidilmesi temmuz ayını bile bulmayacaktır. unutulmamalıdır ki imf sizin ülkenizin yapısal reformlara ağırlık vermesini, eğitim sistemini buna göre tasarlamanızı sağlayacak kurum değildir. ülke kendi ekonomik model tercihini kendisi gerçekleştirecektir.

    imf sadece, hem verdiği borcun ödenebilmesini hem de diğer alacaklıların kendi borçlarını tahsil edebilmesini sağlayacak mali disiplin ortamını ve birinci dereceden finansal yapılarla ilgili düzenlemeleri şart koşarak kredi dilimlerini serbest bırakır. bugün benim, mevcut büyüme modelinin, borçlanmaya dayalı büyüme modeli, çöktüğünü söylememin temel nedeni mevcut modelle devam halinde (bir imf anlaşması yapılması durumunda ve makroekonomik göstergelerin iyileşmesi durumunda dahi), 1923'ten bugüne ortalama büyüme hızımızın oldukça altında kalacak şekilde büyümek zorunda kalacak olmamızdır.

    beklenmedik bir şekilde fed yeni qe politikası dahi başlatsa, kaybolan güven unsuru nedeniyle türkiye mevcut büyüme modeliyle gene finansman bulmakta zorlanır. zaten birçok ekonomistin de orta gelir tuzağı olarak tanımladığı şey budur.

    bugün türkiye'yi orta gelir tuzağından çıkarmasını bekleyeceğimiz çoğu insan şu an ya avrupa ya abd'de çalışmakta ve/veya cv'leri buradaki şirketlerin insan kaynakları departmanları tarafından değerlendirilme aşamasındadır. mevcut politikalarda ısrarın sonucunda gidilecek yer, devrim sonrası iran'ın yaşadığı nitelikli çalışan kaybından başka bir yer olmasa da, bundan çok da farklı olmayacaktır.

    tam da bu nedenlerle, türkiye büyüme modelini değiştirmek zorundadır. bunu yaparken de, padişah genç osman'ın idam edilmesiyle başlayan modernist-muhafazakar çatışmasını bitirecek iç barış ortamını sağlayarak devletin kendi evlatlarını barıştırmaktan başka bir şansı yoktur. çünkü sınırları askerle koruyabilirsiniz, halkı sosyal yardımlarla doyurabilirsiniz, çoğunluğun baskısını azınlığın üzerinde kurup bunun adına da demokrasi diyebilirsiniz ama ekonominin birtakım gerçeklerinden kaçamazsınız.

    ya ekonomik büyüme modelini artık cari fazla verirken istihdam üretebilecek verimliliğe çıkaracak yapısal reformlarla değiştireceğiz, bunu yapmak için de yıllarca süren ve bütün enerjimizi tüketen muhafazakar-modernist çatışmasına iç toplumsal barış sağlayarak artık bir son vereceğiz, ya da...

    artık cümlenin devamını size bırakıyorum ama pkk falan hikaye, bu ülke bir gün yıkılırsa bunun en temel nedeni özel tüketim vergisi olacaktır, terör vs değil.

  • türkiye bilime mi yönelmeli sanata mı

    bu konudaki en net yorum abd’nin ikinci başkanı john adams’a aittir.

    --- spoiler ---

    ı must study politics and war that my sons may have liberty to study mathematics and philosophy. my sons ought to study mathematics and philosophy, geography, natural history, naval architecture, navigation, commerce, and agriculture, in order to give their children a right to study painting, poetry, music, architecture, statuary, tapestry, and porcelain.
    --- spoiler ---

    çocuklarım matematik ve felsefe çalışacak özgürlüğü bulsun diye ben savaş ve politika çalışmak zorundayım. çocuklarım ise torunlarıma resim, şiir ve sair sanat dallarıyla ilgilenme hakkını tanıyabilmek için kendileri matematik felsefe mimari ve sair alanlarda çalışmalılar.

  • türk erkeğine araba aldıran en büyük motivasyon

    şahsım adına konuşacak olursam, türk kızı falan değildir. otomobil bir tutkudur, heyecandır ve ayrıca kişinin duruma göre günde en az 1-2 saatini geçirdiği bir ortamdır.

    5 yaşındayken sürekli oyuncak arabalarım oldu
    12-17 yaş arasını neredeyse sürekli need for speed serileriyle geçirdim.

    öss’de sırf otomobil merakı yüzünden makina mühendisliğini tercih ettim. mezun olduktan sonra otomotivde çalıştım. 23 yaşında ilk arabamı aldığımda her bir alt sisteminin çalışma prensibini biliyordum.

    debriyaja, frene veya gaza basarken gelişen olaylar
    direksiyon çevrilince ackermann fonksiyonu
    süspansiyon sistemi
    oversteer/understeer farkı virajlara girişte olacaklar
    turbocharger sistemi, soğutma sistemi
    içten yanmalı motor çevrimleri
    araç aerodinamiği
    hızlanma tepkileri

    daha uzar bu devam etmeyeceğim ama kendimi en mutlu hissettiğim yer sürücü koltuğundan başka bir şey değil ve arabayı kullanırken verilen her komutta arka planda nelerin yaşandığını biliyor olmanın verdiği huzurdan ibarettir.

    türkiye’de eksik olan şey bazen bu ilgi ve tutku oluyor ve genelde vergi oranlarının da çanak tutması sonucunda otomobil bir statü göstergesi haline geldi. bu yönüyle maliyeti hayli yüksek bir tutku oldu ama hayatta sevilen işi tutkuyla yapmak ve bunu hobi haline getirmek büyük bir şanstır ve herkese nasip olmaz kıymetini bilmek lazım.

    imza: instagramda lüks otomobil değil turbocharger hikayeleri paylaşan makina yüksek mühendisi*

  • akademisyenlere zorunlu hizmet

    hürriyet’in haberine göre yök’ün yeni planı.

    odtü, itü ve boğaziçi gibi üniversitelerde doktorasını tamamlamış akademisyenlere doktorasını aldıkları üniversitelerde kadro için taşra üniversitelerinde en az iki yıl mecburi hizmet şartı getirilmiş, böylece taşra üniversitelerinde eğitim kalitesinin yükseleceği savunuluyor.

    atlanan nokta ise, bu gibi üniversitelerde öğretim üyesi olabilmek için ya yurt dışında doktora yapma şartı, ya da post doc yapma şartı bulunması. aksi takdirde ilgili üniversiteler zaten sizi hoca olarak almıyor. zaten yurtdışında doktorasını yapan kişi türkiye’ye dönmek istemezken bir de mecburi hizmet şartı getirerek beyin göçü adeta teşvik ediliyor. stanford’da doktora yapmış adamın dicle üniversitesi’nde ders verecek kadar vatan aşığı olmadığının umarım farkındadırlar, aksi takdirde taşra üniversitelerindeki eğitim kalitesini yükselteyim derken araştırma üniversitelerindeki kaliteyi düşürecekler.

    edit: yök’ten konuyla ilgili yalanlama gelmiş ve gayet isabetli olmuş.

  • 2016 ekonomik krizi

    otomobil talebinin talep esnekliğine bağlı olarak gerçekten devlet bu işten nasıl vergi artışı sağlayacak anlayamadığım zamlarla gümbür gümbür gelen krizdir. euro zaten başını alıp gitmiş üzerine bir de vergi artışı yapıyorsun, sıfır otomobil almak hemen hemen imkansız bir hale geldi son zamla birlikte.

    arkadaş bmw 320d 250000 lira oldu. avrupa'da orta sınıfın bile pek rağbet etmediği bir model bu. bugüne kadar fed para bastı, senin ülkenin gdp'sinin %70'i tüketimdi sen de tüketimi teşvik eden politikaları savunarak ötv ile bütçeyi denk tuttun anladık ama deniz bitti naci. bunu anlamak bu kadar zor değil. sektörü düşünmüyorsun onu anladık artık ama vergi gelirini de düşünmüyorsun sen be adem. sen istediğin kadar kıçını yırt naci, bankalar rahat rahat kredi vermeyecek artık.

    o faizler yarım puan arttı bu daha başlangıç. murat o faizleri sike sike daha çok artıracak yellen faizleri yellemeye başladıktan sonra o zaman göreceğim ben ikinizi, uzunu nasıl tutarsınız artık orasını bilemiyorum. naci, laftan anlamayan naci, mübarek insan naci senin sikko devlet bütçen harcamadan aldığın vergiye göbekten bağlı, bu kadar vergiyi kökledin bir bok yedin, sonra faizler de artacak akıl küpü naci.

    anladık talep inelastik ötv kalemlerinde ama naci siz işleri iyice boka sardırdınız artık. hem faizleri artırıp, hem tüketim vergilerini artırıyorsunuz. daha doğrusu ikisini de artırmak zorunda kalacaksınız uzun istese de istemede de, uzunu nasıl ikna edeceğiniz murat'la senin problemin naci.

    dünyanın en inelastik talebi de olsa, sonunda birileri alamayacak hale gelecek sevgili naci. 2017'nin sonunda murat piyasayı ortalamada en az %15'le fonlayacak ki bu iyimser bence, sen de vergiyi kökledin. amına koduğumun ekonomisinde hem faiz, hem de tüketim vergisi artırarak toplam tüketimi nasıl artıracaksın acaba pek muhterem ekonomi dehası naci?

    tüketim milli geliri domine eden başat parametre, bugün %11 olan makyajlı işsizlik oranın gelecek sene ne olacak naci bana bir anlat hele.

    hem faizi, hem tüketim vergisini artıracaksın üstelik bunu bir bok üretemeyen, tüketimin gayrı safi milli hasılanın %70'ini oluşturduğu bir ekonomide yapacaksın sonra da insanlardan harcamalarını bekleyeceksin. bu sistemin yarattığı dengesizlikleri bir kenara bıraktım naci, buna hangi talep inelastisitesi dayanır mal müdürü naci?

    bu saatten sonra olacağı söyleyeyim sana naci. bütçe açıklarını kapatmanıza yetmeyecek bu vergiler özellikle faiz artışları harcamaları düşürecek, sen vergiyi artırsan da beklediğin vergi gelirini yakalayamayacaksın. uzun feryat figan bağırıyor faizleri düşür diye. ben en çok murat politika faizini %12-13'lere dayadığında uzunun karşısında senin ne hale geleceğini merak ediyorum naci, suat'tan beter olacaksın gibi bir his var içimde.

    bak mehmet'e nasıl çıktı işin içinden dün bugün attığı twitlerle. adam salak değil tabii naci senin gibi, babalar gibi büyük britanya pasaportu taşıyor. kafasını bozarsanız alayınıza siktiri çekecek. nihat desen iyi kötü tekstil şirketi var o da götü kurtarır. sende ikisi de yok, yarraklara yan bastın naci.

    bence boku murat'a at, faizleri yükseltti millet harcamıyor diye, o da sana atsın zamlar enflasyon yarattı, yellen da faizi kökleyip duruyor ne yapayım diyerek. uzun da ikinizi üst üste koyup bir temiz siksin, siz de kurtulun biz de.

    lan 15 sene önce kemal bir politika getirdi, 15 senedir çevirip çevirip aynı filmi oynattınız ama o deniz de bitti be naci, ihale de murat'la ikinize kaldı yanarım yanarım da ona yanarım. hadi geçmiş olsun.

  • honda civic

    öncelikle turbocharger hakkında detaylı bilgi almak isteyenler için (bkz: #58368029).

    tanım: honda tarafından üretilmiş bir model.

    bunları geçtikten sonra, gelelim turbo-atmosferik davasına. radyal kompresörler ve turbochargerlar üzerine yurtdışında master yapmış, türkiye'de birkaç sene ağır görev dizel güç grubu soğutma sistemleri tasarlamış bir mühendis olarak benim yapacağım karşılaştırma daha çok turbo ve atmosferik motorlar üzerine olacak. önceden uyarayım ansiklopedik bir entry olacak.

    basitçe anlatmak gerekirse gazları yüksek sıcaklıkta genleştirerek sağlayacağınız enerji, düşük sıcaklıkta sıkıştırmak için harcayacağınız enerjiden fazladır. bütün motor ve gaz türbinleri bu basit termodinamik olgu üzerine geliştirilmiştir. fakat içten yanmalı motorlarda gaz türbinlerinden farklı olarak, hacimsel sıkıştırma oranı hacimsel genleşme oranına eşit olmak zorundadır (bunun aksini sağlayan bir motor geliştirildiğini bir yerlerde okudum geçenlerde).

    başka bir deyişle krank mili alt ve üst ölü noktalar arasında sabit bir rota izler. ama öte yandan gazı yaktığınızda aynı hacimsel genleşme oranından sonra bile gazın hala kullanılabilecek kinetik enerjisi vardır. o zaman bu enerjisi olan gazı atmosfere salmak yerine motordan daha çok güç almanızı sağlayacak hale getirerek kullanmak mümkün olabilir.

    işte turbocharger bu basit gerçek üzerine kullanılmaktadır. yani hala kinetik enerjisi olan egzoz gazını bir türbinden geçirip o türbini de tıpkı jet motorlarında olduğu gibi motorun emiş tarafındaki kompresöre bağlayarak silindirlere giren emiş havasının basıncını atmosfer basıncının üzerine çıkarmak mümkün olur. başka bir deyişle egzoz gazındaki kullanılamadan atmosfere atılan kinetik enerji, motor emişindeki yanmamış havaya aktarılarak motor verimi yükseltilir.

    turbochargerlar, dizel motorlarda benzinli motorlara nazaran daha fazla güç artışı sağlar. bunun nedeni dizel motorlardaki sıkıştırma oranının daha yüksek olmasıdır.

    örnek1: sıkıştırma oranı 15:1 olan bir dizel motorda, sıkıştırma işleminin tamamen izentropik olduğunu varsayarsak, basınç üst ölü noktada 44 bara yükselir. eğer basınç oranı 2 olan bir turbocharger varsa, ki standart otomobillerde aşağı yukarı 1.4-2 arası değişir, basınç 88 bara yükselir ki bu da verimi benzinli motora göre çok daha fazla artırır. sıkıştırma oranı 10:1 olan benzinli bir motorda aynı basınç değeri yakalansa bile 25 bar olan basınç 50 bara yükselebilir. bu da verimi yükseltir elbet ama dizeldeki kadar değil tabii ki.

    gelelim turbocharger sisteminin sorunlarına ve bu sorunları çözmek için geliştirilen tekniklere,

    1) turbocharger kompresörünün verimi kompresöre giren havanın hızına, dolayısıyla debisine bağlıdır. tahmin edilebileceği gibi havanın hızı da motor devrine bağlıdır. motor devri düşükken havanın debisi dolayısıyla hızı düşer, düşük hızlı hava kompresör bıçaklarına düşük bir hücum açısıyla girer ve kompresör stall'a girer. hülasası, turbo boşluğu dediğiniz bok meydana gelir. bunu engellemek için kompresör ağzına preswirl edecek bıçaklar veya değişken geometrili kompresör bıçakları eklenir. motor devrine göre bıçakların açısıyla oynayarak turbonun etkinliği artırılabilir. takdir edersiniz ki bu kadar ayrıntılı bir sistem de maliyeti artırır.

    2) düşük motor devrindeki hızı düşünerek, daha küçük çapı olan ve düşük devirlerde de efektif olacak bir turbocharger tasarlayabilirsiniz ama bu sefer de yüksek devirlerde mach sayısı 1'e dayanacak ve akış boğulacaktır. ayrıntılı bilgi için (bkz: #60026573)

    bunu da engellemek için çift turbo, twin scroll turbo gibi daha önce detaylıca anlattığım* teknikler geliştirilmiştir ama takdir edersiniz ki bunlar da maliyeti artırıcı etki yapmaktadır.

    turbocharger üzerine kısa bir özetten sonra gelelim atmosferik motorla karşılaştırmasına saygıdeğer sözlük yazarları.

    öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu zamanda atmosferik motorlu otomobil satmak için deli olmak lazım. bunun nedeni, standart türk tüketici gibi sadece yakıt masrafı için değil aynı zamanda kafayı emisyonla yemiş olan avrupa ülkeleri. turbocharger takarak bir motorun verimini yükseltebilirsiniz ama aynı zamanda eğer isterseniz downsizing yaparak emisyonu da düşürebilirsiniz ki, birçok üretici için esas amaç bu aslında.

    gelelim atmosferik motorun avantajlarına,

    1) sistem daha basittir. tipik kullanıcı için bunun anlamı motorun daha az sorun çıkarması demek olsa da, üretici için esas faydası motoru ucuza üretmek ve tasarlayabilmektir.

    2) daha önce anlattığım gibi turbocharger düşük hızda compressor stall, yüksek hızda ise choked flow sorunu yaşatmaktadır. bunun önüne geçmek için farklı farklı birçok sistem geliştirilse de ve ciddi anlamda başarı sağlansa da, bir atmosferik motor kadar devir esnekliği sunmaz. mesela akış turbo kompresöründe boğulduktan sonra gaza bassanız bile motor devri yükselmeyecektir. atmosferik motorun ise devir çevirme becerisi daha fazladır. orada deviri limitleyen parametre sadece ve sadece enjektörden püskürtülen yakıtın basıncıdır. zira devir arttıkça yanma reaksiyonu için gereken süre kısalmaktadır ve bu süre sadece yakıt basıncını artırarak kısaltılabilir.

    özetleyecek olursam, atmosferik motorun sürüş zevki daha iyidir ama sadece yeteri kadar gücü olan bir motor varsa. 100-150 beygirlik bir motoru günümüzde ağırlığı 1.5 tona ulaşan otomobillerde kullanarak elde edeceğiniz bir sürüş zevki yok arkadaşlar. ayrıca turbocharger maliyet artırıcı etki yapsa da, emisyon kısıtlamaları nedeniyle birçok üretici zaten atmosferik motorları tamamen terk etmiştir. olur şöyle 4-5 litre hacimli 250-300 beygirlik bir motor, tadını çıkarırsın atmosferik motorun çünkü eşek gibi devir çevirecektir, devri 10000'e dayarsın.

    ekonomiyi düşünüyorsanız atmosferik motordan uzak durun, lpg bile taktırsanız turbolu bir lpg kadar verimli olmayacaktır. ayrıca yıllardır yapılan arge sonucunda turbochargerlı motorlarda da, geçmişteki kadar çok sıkıntı yaşanmamaktadır ve maksimum tork devirleri günbegün düşerken, üst devir limitleri de yükselmektedir.

    ayrıca yorumlarda oldukça yanlış bir bilgi olarak verilen lpg'nin en verimli olduğu iddiası vardır. verim başka bir şeydir, para başka bir şeydir. dizel motordan daha verimli bir içten yanmalı motor yoktur. lpg mazottan daha ucuz olduğu için daha az yakıt masrafınız olabilir ama bu dizelin daha verimli olduğu gerçeğini değiştirmez.

    bu nedenle dizel motorun karbondioksit emisyonu da daha düşüktür. ama blok içinde benzinli motora göre daha yüksek sıcaklıklara ulaşıldığı için no2 emisyonları dizel motorun cazibesini düşürmektedir. yoksa mantıklı düşünecek olursanız, termal verimi daha yüksek olan bir çevrimden daha yüksek co2 emisyonu çıkması eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

  • orta doğu teknik üniversitesi

    boğaziçinde lisans, yurtdışında ve türkiye'de yüksek lisans* yapmış, ve odtü'de doktora yapan bir mühendis olarak diyorum ki siktir git evladım.

    zaten ülkede işe yarar 3-5 kurum kalmış trollü ayrı, hükümeti ayrı uğraşıyor daha önce siktir git demiştim değil mi kardeş, şimdi tekrar diyorum bak şuradan

  • recep tayyip erdoğan

    cehaleti bir norm haline getirerek halkı birbirine düşman etmiş politikacı.

    özal'la başlayan köşe dönmeci anlayışı bugün her kesime yaymış ve ülkesinden mutsuz milyonlar yaratmış, eğitimi her fırsatta aşağılayarak, cehalete övgü ile oylarını konsolide etme, cehaletin sürekliliğini ise kalitesizleştirdiği eğitim sistemi ve siyasal islam ile sağlama amacına girişmiş ve şu an demogogdan diktatöre geçiş aşamasını başkanlık sistemiyle sonuçlandırmaya çalışan bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket.

  • uzun ilişkiden 10 gün sonra başkasını bulmak

    yanlış bilinen eylem. ilişkiden sonra bulmamıştır o başkasını, ilişkiden önce bulmuştur. nereden bildiğimi hiç sormayın.