2016 turizm krizi

  • turizmciyi paramparça etmiştir.

    çok uzun süre bekledim bu başlığa yazmak için. bugün hesabım onaylandı, ilk önce buraya yazayım dedim. sektörden birebir örneklerle dolu, turizmcinin ne hale geldiğini birinci ağızdan anlatan uzun bir entry olacak, peşinen söyleyeyim.

    burada yazdıklarınızı hep okudum. çok güzel açıklamalar olduğu kadar betimlemelerinizde ve olaya yaklaşımınızda bir hata vardı. o da konuyu 'salt oteller üzerinden' ele almanız idi. şu otel yüzde 30 dolu, bu otel 10 müdürünü işten çıkartmış, öbürü bu sezon açılmamış falan... böyle turizm krizi anlatımı eksik olur.

    otel sahibi dediğiniz şahıslar asla sadece bir otel sahibi değildir. inşaat, enerji vb. aklınıza gelebilecek her türlü sektörde oldukları için onlara kolay kolay bir şey olmaz. gelin ben size perişan olan, aç kalan, kepenk kapatan yüzbinlerce turizm esnafından bahsedeyim...

    98 yılından beri antalya kaleiçi'nde turizm ile uğraşıyoruz. bunun yanına son 6 yıldır inşaatı da ekledik. hatta şu an kendi yerimize 8 binalı 50 odalı kendi butik otelimizi yapıyoruz. ben kaleiçi'nde amerikan gemileri geldiğinde dükkana daha fazla müşteri sığmayacak diye kepenk kapatılan dönemleri bilirim. şimdi turist geçmiyor diye kapatılıyor...

    hemen karşımızda kaliteli mallar satan bir butikçi var. aylık kirası 2000 euro... geçen sene sıradan bir sezon gününde bu adam ortalama 500-600 euro iş yapardı. yanına gitsem sohbet edecek 5 dakika bulamazdı, devamlı müşteriyle ilgilenirdi. dükkanda 4 kişi çalışıp, yetişemezlerdi. bu sene aynı adam elektrik faturasını ödeyemedi, dükkanda tek başına duruyor ve dün mal sahibi kirasını ödemediği için kendisine noter kanalıyla ihtar çekti... bu kişinin yan tarafında çantacılık yapan kişi artık dükkanını öğleden sonra 3'te açıp 2 saat takıldıktan sonra kapatıyor. karşısındaki formacı dükkanı kapattı başkasının yanına işçi oldu. onun yanındaki dükkanı karısına bırakıp başkasının yanında işe girdi, yakında dükkanı komple kapatacak...

    bu sene ortalama bir sezon gününde kaleiçine hepi topu 20-30 turist ya girmiştir ya girmemiştir. antalya'da yaşayanlar dikkatli baksın, saat kulesi, dönerciler çarşısı, cumhuriyet meydanı gibi yerlerde tam 'kafa' olarak adlandırılan dükkanlar kapatıp gitmiş. geçen sene (rus uçağı düşmeden önce) o dükkanlardan birine kiracı olmak isteseniz 300-400 bin lira hava parası öderdiniz, şimdi bedavaya kiracı bulamıyorlar. çünkü memlekette turist yok. çünkü böyle güvenlik zaafiyeti olan ülkeye ben bile turist olmazdım.

    antalya'da turizm esnaflığından ayakta kalabilen sadece 2 esnaf türü oldu. bunlardan birisi halıcılar diğeri de kuyumcular. ağır mal sattıkları için 1 tane iş yapsalar 1 ayı kurtarıyorlar. diğerleri battı gitti ama... gitmeyenler de en geç nisan gibi kepengi indirecek. kira alabilen mülk sahibi yok. o yüzden kaleiçi'nde hiç göremeyeceğiniz kadar mülk satılığa çıktı.

    20 euro'ya dükkanına giren pantolonu pazarlara götürüp 2-3 liraya döken adamlar gördüm daha bu hafta. o derece bittiler. fakat hangisiyle konuşsam o süreç içerisinde rus uçağının düşürülmesini savunuyordu, ruslar yine gelir diyordu. şimdi hepsi battı, hala avrupa'nın oyunu diyorlar.

    sanırım bunlara müstahak.

    ve ilk entryim şerefine şu bakınız'ı bırakıp gerçek bir ekşici olmak istiyorum;

    (bkz: su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim)

  • aslında mevzu biraz turizm otelcilik lisesine kaydedilme sürecim ile başlıyor. süper liselerin inanılmaz rağbet gördüğü döneme tekabül eder ki, bazen, çocukluğumdan beri babamın tatil ihtiyaçlarımızın karşılanması konusunda aşırı bonkör davranıyor olması durumunu beni turizm otelcilik lisesine turizmi turist olarak sevdirmek suretiyle hazırlama konusunda uzun vadeli bir operasyonu olarak görürüm.

    türkiye eğitim anlamında, turizm otelcilik liselerine ebeveynlerin aşırı rağbet ettiği bir dönem geçirmiştir. 90'lı yılların sonlarına doğru, okulda ezelden çok başarılı bir performans sergileyemeyen ancak aileleri görece iyi adlandırlabilecek çocukların ebeveynleri ''meslek lisesi ama turizm sonuçta. havalı sayılır'' temel düşüncesiyle çocuklarını turizm otelcilik liselerine kayıt ettirmeye başladılar. yatırımını otellere aktarmış inşaatçıların çocukları ile 5 yıldızlı otellerin mengenli aşçılarının çocukları aynı sıralarda dirsek çürütmeye başladılar. içlerinde benim gibi ailesi sadece turizmin turistlik aşamasında rol almış, matematiği sevmeyen, sosyal olduğu iddia edilen, konuşmayı seven, doktorluk ya da mühendislik ile ilgili olumlu sinyaller sunmayan çocuklar da vardı tabi.

    hülasa diploma notuyla iyi sayılabilecek bir süper lise de çok olası gözükmediği için, sıcak bir eylül sabahı babam tarafından 'şu turizm otelcilik lisesini bi görelim' nidalarıyla tempra sxak marka arabanın arka koltuğuna başımı içeri sokuşturmak suretiyle bindirildim. gittik. uygulama oteli ve okul aynı bina. bir koridorla birbirne bağlanıyor. o uygulama otelinde oda temizleyerek nöbet tutarken suna ile yatakta zıpladığımız için disipline verileceğim günü hayal edemiyorum tabi o zaman. suna'yı sonraları sosyal medyada bulamadım bu arada, aradım. neyse. meslek liseleri için orta son sınıfta sınav yapıyorlardı o zaman. ben tabi yeterli puanı alamadım. lakin diploma notu diye bir bok vardı, benimki de iyiydi. diploma notu iyi olan öğrencilere mülakat için belli bir ücret karşılığı ön kayıt, sonra da bir öğretmen grubunun yaptığı azıcık ingilizce çoğu türkçe bir mülakat ve welcome to miami. hani şu cem yılmaz üstadın hep bahsettiği öncesinde ingilizce hazırlık okunan anadolu otelcilik ve turizm meslek lisesi. mülakatta bir meslek dersi hocası bana lavabo temizler misin diye sordu. gerekirse yalarım diye cevap verdim. içimden ne lavabosu amk, bodrum'da hollandalılarla takılıcaz hayalleriyle yaşıyorum. otelciliğin sevimsiz kabul edilen işleri ilgili aklıma gelen en kötü sahne valiz taşıyan bellboy görüntüleri, onda da müthiş para kazanılıyor efsanesini önceden duyduğum için aşırı rahatım. ha sonra ilk stajımda swissotel'in lobi tuvaletlerini temizledim mi, evet... neyse.

    turizm otelcilik lisesine kayıt olduktan sonraki ilk tıraşım okulların açılmasına yakın oldu. dükkandan içeri girdiğimde şuayip abi her zamanki gibi kestiği saçları, matkapla delme yaparken tozu elektrikli süpürge ile çeken tesisatçı edasıyla, hem kesip aynı anda üflemek suretiyle bir delikanlının ensesini topa çevirmekteydi. top ense. naturel enseden hiç hoşlanmazdı şuayip. illa top ense yapmak isterdi. üfleyerek saç kesme esnasında da aşırı tükürük savururdu... aslında tıraşa gitmeye devam etmek için bir sebep yoktu ortada. ama ahde vefa işte. o gün ''şuayip abi ben turizm otelcilik lisesine başlıycam'' dedim. şuayip abinin yüzüne kan geldi. nefes alıp verişi hızlandı. onun için benim turizm otelcilik lisesine başlamam eşittir antalya tatili demekti ve tam olarak şu tepkiyi verdi:

    - vaaay, artık abini antalya'ya tatile gönderirsin...!

    o günün ardından tam 15 sene geçti. benim saçlarım döküldü. şuayip abi'nin iki çocuğu oldu. kulak kılları için ince makineler geliştirildi. uzun saç modası bitti. babam motorsiklet kullanmaya başladı. kaddafi öldü. bir sürü şey. ama şuayip abinin antalya söylemi hiç bitmedi.

    mesela:

    + iyi valla şuayip abi noolsun işte, dersaneye gidiyoruz.
    - ali mutlaka antalya yaz oğlum. bak, kesin yani

    + nerdesin olum kaç zamandır yoksun. antalyada mıydın?
    - yok abi yazlıktaydım, annemleri görmeye gittim.
    + heee, antalyadan mı geçtin?

    + valla gemiye porto riko'dan biniyorum da miami'ye de uğruyoruz. amerikan firması şuayip abi.
    - antalya bağlantılıdır kesin.

    + evet yaa, birleştirmişler bayramı. 10 gün tatil var.
    - napıcan gidicen mi antalya'ya.

    + yeni bir yere başladım şuayip abi. evet arabayla gidip geliyorum.
    - antalya?
    + yok abi istanbul.
    - ha antalya'ya arada gidiyosun.

    + valla abi marmaris tarafına bir bak. ben çok beğeniyorum o tarafı.
    - yok be ali, antalya'ya gideriz herelde yaa. sen de orda olursan görüşürüz.

    15 yıl boyunca antalya ile bu zamana kadar ufacık bir teşviki mesaim olmamasına rağmen her seferinde antalya ile sınadı beni şuayip abi. imtihan dünyası dedim. cenabı hak da beni bunla imtihan ediyo dedim. bozmadım şuayip'i. öyle böyle geçiştirdim. zaten kafada saç da kalmayınca mach3 ile sakal tıraşı olur gibi, heisenberg reis'i de her seferinde selamlayarak, duşta kendim tıraş olmaya başlayınca az uğrar oldum şuayip'e. ama irtibatı da tam olarak kesmedim hiç. sonra şehirlere bombalar yağmaya başladı. turizm sektörüne kıran girdi. boran vurdu. turizm zatürre oldu. turizm sol yanından kurşun yedi. turizm baharı bekleyen bir kumruya dönüştü. sezon açıldı ama güneşli günler görülemedi.

    bir turizmci olarak kendimi, ''titanic'in batacağını anladığı halde performansına devam eden orkestranın şefi'' gibi hissettiğim dönemdi ve kafamı duş alırken mach3lemeye aşırı üşeniyordum. şuayip'e gittim. şuayip'e süzüldüm, şuayip'e yükseldim.

    krizin boyutu öyle büyük ki, şuayip'in antalyası çıkmış aklımdan. başka diyarlardayım. girdim içeri. sıra var mı? yok. şuayip'in bir klasiği var. koltuğa oturmadan evvel bir ön sohbet girişi, detaysız. koltuğa oturduktan sonra antalya. yaşlı bir amcayı top enseye çevirdi. bitti. oturdum.

    - ali nerelerdesin olum, sesin soluğun çıkmıyo?
    + valla abi krizle uğraşıyoruz be...
    - ee niye olum antalya dolu, geçen a haber'de izledim..

    dedi ve bende film koptu. 15 sene sabrettim. şuayip'e antalya şehrinin manevi anahtarını vericekler herelde dedim, eğlenmeye çalıştım. antalya'nın onursal belediye başkanı mı lan bu yoksa dedim makaraya vurdum. ama artık yeter. ay yine mi keder ama artık yeter gibi.

    siniri krizi geçirmişim, sonrasını hatırlamıyorum. kriz esnasında havluyu mavluyu fırlatıp kafam köpüklü bir şekilde koltuktan kalkmışım. şuayip'i zorla koltuğa oturtup bana nazire edercesine uzattığı ipeksi saçlarını moser makinanın taraksız haliyle sıfıra vurmuşum. sonra kulak kıllarını ispirtoyla yakmaya çalışırken ispirto sağa sola sıçrayınca şuayip'in gömlek alev almış. yanıyorum diye bağırınca kafasını lavaboya eğip yıkamaya çalışmışım. ortalık karışmış yani.

    gözümü karakolda açtım. kendime geldiğimde şuayip komisere mevzuyu anlatıyordu:

    - ya elimizde büyüdü bu çocuk. turizm okuycam dedi gitmek istemiyodu zorla antalya'ya gönderdik...

    öldürücem kendimi, yakıcam antalya'yı.

  • iki gun once bodrum merkezde bazi ihtiyaclarimj gidermek icin toplam bir saat gecirdim. yasadiklarim:
    - dondurmacidan bir top dondurma alinmiyor. en az iki top almak zorundasiniz. (cocuklara istisna yapmislar sefkatli picler)
    - cocuk gunes gozlugu istedi, bir tane adama sordum fiyatini, 20tl olur sana ablammm dedi, kafami kaldirdim, 15 tl yaziyor. suratimi burursturup uzaklastim.
    -adamin teki bize yardimci olmalisiniz diyerek sahte canta satmaya calisti.
    -su 1 tl, yanina ingilizce aciklama yapmislar 50 cent yaziyor. hala daha akillanmamislar. sen o cakalligi yapcak zekadasin ama turist tl nin degerini bilecek zekada degil. di mi sayin amina koduuum.
    - arkadasimla olaylari kendi aramizda elestirip ne salaklar dedik, bir esnaf sensin salak dedi, ben de sinirlenip basiniza geleni hakediyorsunuz diyince sokaktaki uc bes tane insandan alkis kiyamet koptu.
    buraya ne yaziliyordu klasik? su, itfaye.

  • cok mantikli bir krizdir. 5 gun once aksam 11 gibi sabiha gokcene indim. havaalanindan cikmak bir saat surdu cunku iceride kipirdamayan bir trafik vardi. megersem sebebi havaalaninin cikis kapisinin onunde kucuk capli bir eylem olmasiymis. cikarken gordum ki cikis kapisinin tepesine fetullah gulenin muhtemelen kendi boyuyla bire bir buyuklukte bir maketi boynundan asilmis. 20-30 tane isidci tipli adam da yanlarinda rabia isareti yapan birkac kadinla yolu tek seride indirmisler.

    ve isin ilginci havaalanindaki o kadar polis birakin bunlara ses cikarmayi, yanlarinda tedbir amacli bile durmuyor.

    daha girisi boyle olan bir ulkeye turist getirebilir misiniz?

  • eskiden ingilizlerin, almanların, rusların cirit attığı ve esnafın türklerin yüzüne bakmadığı fethiye'den bildiriyorum. her yer bomboş. eğer zamanınız varsa bu sene kesinlikle tatile çıkın. çünkü sahiller, yollar, oteller vs. sadece size ait oluyor. tabii bir noktadan sonra sıkıyor insanı. ama amacınız kafa dinlemek ve sakinleşmezse bulunmaz bir fırsat var. bundan sonra nasıl olur bilmiyorum ama böyle devam ederse ev fiyatları da düşer ve her şehirlinin hayali olan "ege'ye yerleşme" planını gerçekleştirme ihtimali artar.

    bu krizin belki de en güzel yönü turizm sektörünün yenilenip daha kaliteli bir hizmet vermek için yenilenebileceği. umarım bu fırsatı kaçırmazlar. çünkü bir çok tatil beldesinde en güzel bölgeler hep hanzoların eşinde ve yapabildikleri tek şey; pavyon gibi rengarenk süsledikleri üçüncü sınıf cafelerde turist kazıklamaya çalışmaktır. cafeleri şu şekilde de anlatırsam daha kalıcı olur: lisede sevgilinizle yiyişmek için gittiğiniz merdiven altı cafeler var ya, işte onların aynısı tatil beldelerine de yapıyor adamlar.

  • ülkenin cumhurbaşkanı sırf bu krizden kurtulmak için kalkmış özür dilemiş, turizmciler isyan etmiş (ki hala ediyorlar) ilk turist kafilesi çiçeklerle karşılanmış, otel sahipleri "ya neden yunanistan'a gidiyorsunuz" diye sitem etmiş, bir başkası "yurtdışı çıkış harçları artsın ki en azından yerli turist bize kalsın" diye sikimsonik öneri getirmiş blablabla.

    ama adamın biri diyor ki "ben çeşme'ye gittim, her yerde insan vardı. o yüzden kriz yok" mantık direkt düz mantık. ha bir de melih gökçek gibi gezi zekalı demiş sdfghjaskd. ah ne zoruma gitti, ne zoruma gitti gezi zekalı denilmesi.

    hayır ikamet ettiğim yer izmir olmasa, hafta sonları gezmesem, gezen arkadaşlarım olmasa, turizmci arkadaşlarım olmasa, gözüm kulağım olmasa, gördüklerime inanmasam, duyduklarıma inanmasam bu adama inanırım da işte gezi zekalı olduğum için inanmıyorum.

    bu adam yarın kalkıp "tavuklar yürür, insanlar da yürür. o zaman tavuk insandır" der. bak böyle adamlar der. zira adamın önüne ne koyarsan koy inanmaz. i-nan-maz. "bir delille 40 alimi yendim de 40 delille bir cahili yenemedim" olayı.

    lan adam özür diledi turist gelsin diye özür özür. o süper dünya lideriniz özür diledi lan. hadi ben gezi zekalı olduğum için anlamıyorum bazı şeyler ama dostum sen bir geri zekalı olduğun için hiçbir şeyi anlamıyorsun. olm gezi parkı çok acıttı mı lan? şşş, hacı. çok mu acıttı lan? a pardon hamburgeciyi batıramadık o yüzden başarısız olduk asdfghjkasd.

    yav he he. kriz yok he. https://www.youtube.com/watch?v=stbs2ljsswq

  • kazıkçı işletmelerin artık köşe yazılarına kadar faş edilmesine sebep olan krizdir.

    ancak unutulmasın, 90'lı yıllarda başlayan ve geçtiğimiz yıllara dek süren, "şu restaurantta şunu yedik, bunu içtik, tatlıyı indirdik, servisine bayıldık, işletmecisinin önüne yattık.." temalı yazı dizileriyle sayfa sayfa goygoy yapan magazinciler de unutulmamalı.

    (bkz: şenay düdek)
    (bkz: kenan erçetingöz)
    (bkz: aykut ışıklar)

    turistik tesislerdeki kalitesizliği ört bas eden, kişisel himmeti uğruna standart irtifasını görmezden gelen, ziyaret ettikleri bütün işletmeleri vasatlıklarına rağmen yere göğe sığdıramayan görgüsüz kalemşörlerimizi anmamız şart.

    her birinin mevcut varoşlaşmada, büyüyen çomarlaşmada, ürettikleri vandal tüketim kültürü nedeniyle sorumluluğu çok fazladır. zira bu kalemşörler zenginlerden ziyade, lüks hayatlar sürenlere özenen ama süremeyecek olan orta ve düşük gelirli kitlelere yönelik köpürtmeli gazetecilik yapıyorlardı. zamanında bu işlerden de hepsi çok iyi paralar kazandı..

    kısacası türkiye, her aşamada ektiğini biçiyor.

  • tripadvisor en iyi oteller listesinde esamesi bile okunmayan turizmcilerin itfaiyeyi gereksiz yere meşgul etmelerinden öte değildir. su vermeye bile değmez bu sektör. açayım:

    sikik britanya otelleri, yunanistan'daki sıradan görünüşlü bir otel bile tripadvisor listelerinde ilk on sıraya girebiliyor da, cennet gibi koylarda, turkuaz renginde denize karşı konumlanmış milyonluk "otellerimiz" bu listelerde yer alamıyorsa, sorunu biraz kendinde arayacaksın. tripadvisor listesinde üst sıralarda yer alan otellerin istisnasız bütün yorumlarında personele övgü yağıyor. bakın adam kamboçya'ya gitmiş, otelin personelini övüyor. hindistan'a elli tane aşı vurulup gitmiş, ama adam öyle memnun kalmış ki, otel akına uğramış, listeye girmiş. altını çizerek yineleyeyim, en temel memnuniyet, personelin nezaketi ve işinin ehli olmasından kaynaklı. tabiat, konum, yemek sonra geliyor. insanoğlu güleryüz istiyor arkadaş. gittiği yerde fark edilmek, insanca muamele görmek istiyor. bakın bütün dinlerde selamlaşmak teşvik edilir. sebebi ne biliyor musunuz? insanoğlu görmezden gelindiği an mutsuz oluyor. aldığım bi eğitimde, psikoloji profesörü anlatmıştı. varlığının farkına varılmasını istiyor insan. bi ortama girdiğinizde güleryüzle selam verdiğinizde ve aksine selamsız hırçın bir tavırla geldiğinizde ortamın aurasını tahayyül edin. ortam ne denli değişiyor di mi?

    peki bizim çomarlar ne yapıyor? ya turisti taciz ediyor ya da hiç yüzüne bakmıyor. arası yok aga. şu muameleyi kediye yapsan, o kedi bi daha yüzüne bakmaz, seni gördüğünde kaçar. insan neden gelsin? tabiat güzel, eyvallah, ama içini bok götürüyor. nbc'nin kış uykusu filminde estetikle ilgili bir diyalog vardı. zeytini sofraya koymanın bile adabını sorgulayan eskilerle, şimdiki estetik yoksunluğunu tartışıyorlardı ve estetiğin maddiyatla ilgisi olmadığına bağlıyorlardı. türkiye'deki ahlaksızlığın, estetik yoksunluğunun, toplumsal sevgi ve saygının giderek yok olmasını da bu bağlamda değerlendirmek lazım. vay efendim turizmci ağır ekonomik yük altındaymış, zor sektörmüş falan filan. bunları geçiniz. insanoğlunu köleleştiren bu sistemin en büyük gaz alma metodu turizm. ve bu sektörün tek olayı, kölelerin yıllık tatillerinde yaşadıkları köle hayatını bir iki haftalığına unutup mutlu olmaları, seratonin salgılamaları. sen bırak geleni mutlu etmeyi, mutlu geleni de bezdirip evine gönderiyorsan, s.v.i.h.s.

  • bir otelin müdürü türklere neden pahali olduğunu facebooktan linkteki resimle anlatmış.
    http://i.hizliresim.com/aeamjb.png

  • kos'tan bildiriyorum.

    caminin altına kafe açmışlar çünkü kullanılmıyor. alkollü içki satmayacak kadar duyarlı davranmışlar. kahvaltıda gözlerim deli gibi bacon arıyor; çünkü türkiye'de haram olduğu için olsa gerek, lüzumsuz pahalı, almıyorum. adamlar domuz eti içeren bir ürüne yeltenirsem her seferinde kibarca uyardılar. türk olduğumuz için seviliyoruz, yakın görüyorlar. ama eskisi gibi değil, değişen birşeyler var. ilk defa türkiye vatandaşı olduğumu söylediğimde karsindaki insanın yüzünde bir farklılık gördüm bu sene.

    türkiye kendi insanını ve tüm insanları hor gören, değersiz addeden bir yönetime sahip. belki araplar hariç. turizmimiz de farklı olamazdı. kötüye gidiyoruz ve felaket geliyor. hepimiz de gelsin istiyoruz, çünkü hepimiz bir kaos olmadan bir şeyleri değiştiremeyeceğimizi düşünüyoruz.

    o yüzden svihs.