ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı

  • herkesin içinde var bir dert
    bulamazsın benim gibi cömert
    en sevdiğim renk lacivert
    dertleşmeyen olsun namert.

    30 yaşında, emekli, 25 yıldır şiir yazıyor.

  • dolaptan soğuk biralarımı aldım, masama oturursan birini sana açacağım.
    başla bakalım anlatmaya...

    https://ribony.com/mrpoem

  • bu ara dertleşmeye çok ihtiyacı olan, garip durumda olan biri varsa bu aralar, yazabilir. dinlerim.

    39 / e /.

  • az evvel üstte ‘40 yaşında yalnız bir adamın...’ diye devam eden entrysini okudum ve dişime sanki bir şey çarptı. genellikle hani böyle olur; bir şeyi yaşarsınız veya o anın içinde olursunuz fakat halen farkında olmazsınız da, bir cümle veya küçük bir söz sarsıntıya uğratır. işte tam olarak öyle bir şey; ‘40 yaş’ bana inanılmaz büyük bir yaş gelirdi, sanki ömrün tamamı gibi. şimdi bakıyorum da yaşım oraya yaklaşmış, direnç seviyesinde. fakat yıkıcı bulduğum bu değil, açık konuşmak gerekirse neyi yıkıcı bulduğumu kendim de bilmiyorum, yalnızca yıkıcı bir şey olduğunu hissediyorum. şurada 5 sene sonra 40’lı yaşlarda olacağım ama geriye dönüp baktığımda sabahı öğleni akşamı olmayan bir gün gibi. hatta karanlık aydınlık farkı dahi yok...

    bütün açıklamam bundan ibaret.

    bunun üzerine bir dhafer youssef’den bir şarkı açıyorum gecenin kuytusunda; henüz yaşamamış ama birazcık olsun yaşamak için kıvranan ruhlara.

    edit: imla

  • bu entry'i sık sık güncellenmiş haliyle yazmaya devam edeceğim. tabi gebermezsem, sakat kalmazsam, hapse falan girmezsem ya da buradan uçurulmazsam.

    ben bu ankara'yı hiç sevemedim he. 30 senedir burada yaşıyorum ama hala kendimi buraya ait hissetmiyorum. kendimi burada gurbetçi gibi hissediyorum. ha istanbul gibi leş bir yerden kat kat daha yaşanılır orası ayrı konu. ancak izmir'in yanında burası cidden çok medeniyetsiz kalıyor ya. üstelik ben aslen egeli bir herifim. ne işim var lan benim burada diye az sormadım kendime. ama gel gör ki babam bile doğma büyüme ankaralı, ben de öyleyim. ama ben sevemedim burayı arkadaş yok. ne tayin olabiliyorum izmir'e, ne de özel sektör adına bir iş bulabiliyorum izmir'de. ha gerçi özel sektörün kendisi zaten çok leş bir şey. özellikle de son 5-6 senedir böyle. eskiden adam yetiştirilirdi özel sektörde, şu an ise bildiğin adam yetiştirmeyi geçtim; en becerikli adamı en ucuz paraya çalıştırma derdindeler. üstelik "nasıl olsa bir sürü işsiz güçsüz adam var, giderse yenisini alırım." mantığıyla hareket ediliyor. ondan sonra da sanayi adına, özel teşebbüs adına gram ilerleme kaydedilemiyor memlekette. neyse ben yıl yıl anlatayım.

    2015 yılı başlarda güzeldi, işi gücü oturtmanın vermiş olduğu bir mutluluk vardı. ancak aylar geçince, çalıştığın kamu kurumunda aslında senin hakkının yenildiğini görünce ve orada bir sürü işe yaramaz ve kepaze 50 yaş üstü insan grubunu görünce asabın bozulmaya başlıyor. o ara yıllık iznim de yoktu ha. daral gelmişti bana iyice. ama bir şekilde idare etmiştik.

    2016 güzeldi ama bak ha, kamudaki kılık kıyafet kuralını tek başıma yıkıp geçmiştim. saçları uzatıp bağlamaya başlamıştım, hatta uzunca bir top sakal da bırakmıştım. kravatmış, gömlekmiş falan hikaye olmuştu. o derece kafama göre takılıyordum. mesai arkadaşlarımdan biri de bayağı yakın arkadaşımdı(ilerleyen yıllarda nikah şahidim bile olmuştu), daha sonra 2016'nın sonlarında bildiğin modellik yapacak fizikte ve mütevazi bir kız arkadaşım bile olmuştu. toplamda 6 ay falan sürmüştü ama, çünkü kafalar uymuyordu. beni normal bir insan yapmaya, yontup kendine uydurmaya çalıştı.

    2017... hayatımda pek çok şeyin boka sardığı seneydi bu. hatta resmen her şey bununla başladı diyebilirim. öncelikle ben ailemle pek anlaşabilen bir insan olamadım. ben istemememe ve söylememe rağmen beni zırt pırt arayıp dururlardı. ben oldum olası yalnızlığı, sessizliği seven bir adam oldum. bizimkiler ise sürekli vıdı vıdı edip başımın etini yerdi. gerekli gereksiz konuşurlardı. haliyle bana da daral gelirdi. bir de üzerine kız arkadaşımla olan kavgalarım bunaltıyordu beni. güzelliği ve mütevaziliği doğru orantılı bir insandı, ama uyuşamıyorduk. o paso dışarıda bir yerlerde benimle oturmak isterdi, ben ise onunla evde oturmayı isterdim. hayır zaten vaktimiz kısıtlı, baş başa takılmak varken niye gidip mal gibi dışarıda oturalım? hayır öyle sinema, müzik, kültür, sanat, edebiyat hakkında da bir bok konuşamıyordum. sıkılıyordum, bildiğin yarı cahil bir insandı. hatta bu yüzüne de söylemiştim. oğuzhan koç atmıştı bana al dinle diye ya, şaka gibiydi. neyse, bunlar yetmiyormuş gibi iş yerinde de huzurum kaçtı benim sonra. bizim bir daire başkanımız vardı, çok kral adamdı. adam dönemin bakanıyla anlaşamıyor, onun danışmanlarıyla da kapışıyor. derken adamı daire başkanlığından alıyorlar, sonra açığa alıyorlar, sonra ihraç ediyorlar. bildiğin töhmet altında kaldı adam. ha daha sonra savcı hakkında takipsizliği verdi, ama ona rağmen görevine hala iade edilmezdi. sonra derken benim namım tüm kuruma gidiyor tipten dolayı. müsteşara kadar namım yürüdü. o dönemin genel müdürü de ismini vermeyeyim eski bir bakanın kardeşiydi. işini yaptığın sürece adamla anlaşıp gidiyordun. neyse işte, çağırdı beni... "ali birileri seni sanırım şikayet etmiş kılık kıyafetinden dolayı, ben karşı çıktım çocuk işini yapıyor niye uğraşayım ki kılığıyla kıyafetiyle diye, ama bunlar bastırmaya devam etti, hatta müsteşara kadar şikayete gitti. saçı kısaltıp sakalı kesmezsen bunlar sana soruşturma aşacak, bu iş beni aşıyor." diye anlattı durumu. ben gerekeni yaptım. tip olarak bir ara behzat ç. gibi gezmiştim *.derken başımıza yeni bir daire başkanı geliyor. alakasız bir kurumdan geliyor, torpilli yani belli. üstelik işbilmez bir adam. kılık kıyafetle uğraşmayı pek sever, iş güç olmadığında bize sarıp bizi soruşturmaya falan korkuturdu ilk geldiği zamanlar. "böyle her şeyimizle uğraşacaksanız biz gidelim genel müdürlükten." deyince de "ben bir abiniz olarak söylüyorum." falan diye kıvırıyordu ha. tüm bunlardan daral gelmişti artık bana en sonunda, oturup intihar planları yapmıştım. nihayetinde en temiz yolun gazı açmak olduğunu fark ettim. mutfaktaki ocağa gittim. tabi ocağın emniyeti olduğunu sonra fark ettim. birer kalın redhouse sözlük aldım biri mavi diğeri kırmızı ocağın düğmelerinin üzerine koydum o vakit emniyetin kilidi açıldı. öyle mal mal bakıyorum bir yandan etrafa. hiç beklemediğim bir insan ulaştı telefondan. lafladım biraz, durumları anlattım. "ali şu an böyle bir şey yaparsan 112'yi ararım ciddiyim." dedi. ben de dedim "nereye zamanında geldi lan onlar? ara nolacak eheheh." diye, derken bizim arkadaş "ulan hadi öleceksin diyelim, polisler beni de soruşturmaya dahil edecek lan." diye kızdı. o an bi şaşırdım tabi. neyse ya şu an zamanı değil daha bir hazır hissettiğimde bir şeyler yaparım dedim vazgeçtim. aradan 1-2 ay geçince biriyle tanıştım. başka bir şehirdendi. öyle ahım şahım bir güzelliği yoktu ama çok dikkat çekici ve türkiye'de görülmeyecek cinsten bir tipe sahipti. tip olarak loreena mckennitt'e benziyordu. benden de 7 yaş büyüktü. ancak gel gör ki zihniyet olarak bununla da uyuşamamıştım. daha doğrusu başlarda uyuşur gibi olduk sonra uyuşamadık. siyasi görüşlerimiz zıttı. her ne kadar kendisi namusu iki bacak arasında aramasa da imam hatip kökenli olup sülalesindeki yetişme tarzından dolayı mıdır nedir iktidarı savunup tepemin tasını attırıyordu. benim ise soy ve kan bazlı, ama seküler bir milliyetçilik anlayışım mevcuttu. gene de bir şekilde idare ediyorduk.

    2018 oldu işte... ailemle anlaşamamaya, kız arkadaşımla tartışmaya, daire başkanıyla da tartışmaya devam... hatta en son daire başkanı iki tane kıçı kırık firma elemanıyla toplantı yapılacak diye arkadaşla bana sakal traşı olun gidip falan dedi. orada tepemin tası attı "biz lise bebesi miyiz, silah altındaki er miyiz?" diye üzerine yürüdüm bağırıp. ondan sonra bu "size kırıldım" ayağı falan yaptı geri vites yaptı tabi. derken arayı düzelttik, bu da bir daha bizim kılık kıyafetimizle uğraşmadı bu mevzudan sonra. o ara kız arkadaşımdan ayrılmak istedim, hatta evlilik teklifi bile etmiştim, ona rağmen bıkkınlık gelmişti artık. özellikle de seçim sürecinde tepemin tasını attırmıştı. "tamam artık konuşmak istemiyorum seninle, git başımdan, ne halin varsa gör, beni de rahat bırak." diye söyledim. ama 3 gün boyunca ağladı zırladı sızladı durdu, o beni bırakmadı. kendi kendime dedim "beni seviyor herhalde. devam edelim ya, zamanla her şey oturur." diye. ama çok iyimser düşünmüşüm. o ara başka bir mevzuya daha canım sıkkındı. iş yerinden kaçıp askere gitmek istiyordum. ama babam şiddetle karşı çıkıyordu. "ben 30 küsur sene askerlik yapmışım zaten, bir de üzerine sen mi yapacaksın ulan? kaç tane adam öldü benim elimde hastanede! benim oğlum askerlik falan yapmayacak!" falan diye söylenip duruyordu. küfürleştik sinirlenip nihayetinde. sonra bana gitti uzunca bir mektup yazdı. içeriğini burada söylemem doğru olmaz. sonra annem aradı "olm bu herif senin askerlik meseleni takıntı yaptı, şimdiden kalbi tutmaya başladı, sendelemeye başladı. sen 6 ay ya da 1 sene askere gidersen bu adam kalpten gider ölür. yapma etme." falan diye ağladı. pederin yazdığı mektubu bir daha okudum, annemin dediklerini düşündüm, sonra telefon açıp "tamam ulan tamam amk sizin istediğinizi yapacam" dedim. çok sevindiler. belki ikna ederim normal askerliğe hala diye düşünüyordum ama olmadı. benim peder gidiyor bedelli başvurusunu yapıyor, parayı ödüyor, sonra da bana telefon açıp "ben tüm işleri hallettim, hadi şubeye gidip onaylatalım" diyor... haliyle bana da bok yemek düşüyor. gittiğim yerde uzun dönemlerle kavga edeceğim büyük ihtimalle diye düşünüyorum. sonra ilginç bir şekilde benim askerlik antep'in islahiye ilçesindeki "jandarma komando tabur komutanlığı"'na düşüyor. yeşilyurt mahallesinin, amanos dağlarının orada. suriye sınırı ve terör bölgesi... dedim allah allah şenlik var! sonra babam oranın komutanı olan binbaşıya telefon açıyor durum nedir ne değildir diye. vahit binbaşı da anlatıyor "komutanım uzun dönemlerle bedellilerin kavga etmesi imkansız çünkü bulundukları yerler ayrı." diye. sonra gittim askere. bir an evvel bitsin işime gücüme bakacam modundaydım. ancak ne hikmetse döndükten sonra daha da sinirlerim bozuldu. saçma sapan bir ruh haline büründüm. çalıştığım kuruma döndüğümde askerdeyken, dağların oradayken daha mutlu olduğumu fark ettim. 2 ay üzerimde jandarma kamuflajıyla, ayağımda postalla gezdim. eksik kalan bir şeyler var. o 3 hafta yetmedi bana amk. it gibi özlüyorum oraları şu an. seferberlik çıksa sevineceğim amk o derece. tuvalet temizlemek, izmarit toplamak, dikenli otları yolmak beni hiç darlamadı ama dönüşte beni her şey darladı. oradan 2 komutan var hala onlarla irtibattayım. eğitim birliğine değil jöh'lerin birliğine düştüğüm için gerçekten şanslı hissediyorum kendimi. eğitim birliklerindekiler insan değil, jöhler insan ama. muharip lan bu adamlar! ve adamın dibi alayı! işin boktan tarafı oradan döndüğümde insancıl, merhametli tarafımı biraz kaybettim. savaş psikolojisine girdim ne hikmetse. zaten askerden döndüğüm ilk günlerde her gün jiletle tıraş oluyordum sabah 6-7 gibi kalkıp o derece contayı yakmıştım. hatta bir de o kafayla bir adet evlilik yaşadım, balayında da tartışıyorduk kendisiyle. benim de kabahatim vardı bu kavgalarda onun da kabahati vardı. ya da ikimizin de kabahati yoktu ama uyuşamadık bilmiyorum. zaten bu sevgililik ve evlilik sürecinde 2 konuda uyuşabildik. cinsellik ve kedi sevgisi. geri kalan mevzularda kel alaka insanlardık. neyse işte balayı bitiyor. aynı şehirde değiliz henüz, tayin olayı olmadı daha. asıl en şiddetli kavga ve boşanmanın temeli atılmaya başlıyor döndükten birkaç gün sonra. benim biraz sert, argo, belden aşağı bir üslubum vardır. hanımefendi meğersem rahatsız oluyormuş bunlardan. o yüzden de benimle isim olarak evli olduğunu göstermek istemedi. "evli olduğumu belirtirim, fotoğraf da yüklerim, ama senin ismini göstermem, profilin belden aşağı." deyince ben delirdim. etmediğim küfür kalmadı. haliyle aramız bayağı bir bozuldu o an. üzerine derken istanbul'da bizim kurumun büyük toplantısı oluyor. isim ve mevki vermeyeyim ama ülkenin en taşakları bürokratları ve yöneticileri geliyor o toplantıya. toplantıya daha 4-5 gün var ama hazırlık aşaması uzun iş. neyse, ben uçaktan iner inmez o anlaşamadığım daire başkanı olacak herif benim ikm'ye(istanbul kongre merkezi) geçmemi söylüyor. ben de he iyi peki falan deyip geçiştiriyorum ama geçmeyip otel odasına geçiyorum. zaten yaptığım iş web işi, kongre merkezinde olmama gerek yok ki. o kongre merkezi mezar gibi yer, yerin 3 kat altında bizim ofis, pencere yok bir şey yok. böyle gözlerim sulanıyor, kulağım uğulduyordu orada sinirden ve stresten. elimde bir mp5 ya da hk33 falan olsa bildiğin insanlıktan çıkacağım orada gerisini söylememe gerek yok. manzarası olan otel odasında oturduğum yerden halletmek varken işleri ne bok yemeye oraya gideyim manyak mıyım lan ben? yeter ki internetim olsun. neyse işte bu herif arıyor beni telefonla diyaloglar başlıyor:

    +ali, kongre merkezine gelmedin galiba daha.
    -başım ağrıyor pek keyfim yok, buradan hallediyorum zaten işleri.
    +tamam yarın sabah burada ol ama mutlaka.
    -olur.

    mesai arkadaşım vardı bir tane, mesai arkadaşından ötesiydi benim için, ki nikah şahidim yapmıştım kendisini. onunla akşam yemeğini yedik. derken bu benim bela herifle karşılaştık ardından da şu diyalog başladı:

    +ooo maaşallah bakıyorum hiç de hasta gibi değilsin.(otel odasında içmiştim de biraz, nevrim döndü bu cümleyi duyunca)
    -o amına kodumun mezarına girmek istemiyorum lan!
    +ali sen ne diyorsun? nasıl böyle konuşursun? (yanımdaki arkadaşa diyor şimdiki kısmı)şahitsin di mi? soruşturma açıyorum.
    -aç lan aç! attır beni hatta elinden geleni yap!
    +ali bir daha sakın böyle bir şey söyleme! çok fena olur yoksa!
    -(ben gözlüğü çıkarıp cebime koyarım)sen kimsin lan beni korkutacaksın ha? (aramızda bir cm bile mesafe kalmadı, kafayı gömdüm gömeceğim, arkadaş o sırada belimden falan sarılıp tutuyor beni zaptediyor herifin üstüne atlamamam için)
    +(amir tırstı, arayı yumuşatma konuşması yapmaya başladı) ali hiç beklemezdim senden bunu, kırıldım ben, neyse özür dile konu kapansın
    -iyi peki özür dilerim.
    +yarın sabah kongre merkezinde ol.
    -bu web işini genel müdürlükte benden başka yapan adam yok, ben senin yerinde olsam alternatifi olmayan birini bu kadar sık boğaz etmem bu konuda.
    +kimse alternatifsiz değildir yok öyle bir şey.
    -o yüzden mi ben askere giderken bana son güne kadar iş kitledin yukarıdaki bilgi işlemci kadına 15 dakikalık işi yaptıramayıp ha? hayatında bir gün olsun kamuflaj, postal giymişliğin yok. gidiyorsun son güne kadar iş kitliyorsun! ben orada askere giderken sana etmediğim küfür kalmamıştı lan!
    +ne küfür ettin sen bana?
    -sana ne? orası beni ilgilendirir seni değil.
    +ali iş yerinde mutlu değilsen ya kurum değiştir daha iyi bir kadroyla bir yere geçerek nakil veya kpss ile ya da istifa et benim tavsiyem.
    -o işler o kadar kolay değil, torpil istiyor. benden daha iyi biliyorsun.
    +hiç de bile alakası yok dediğimle.
    -çok alakası var, benden çok daha iyi biliyorsun o işleri hiç konuşma.
    +ali bu iki oldu, üçüncüsünde seni elimden kimse alamaz.
    -elinden geleni ardına koyma. benim kaybedecek bir şeyim yok.
    +kaybedecek bir şeyin olmadığını görüyorum zaten.
    -ayrıca öyle elimden alamaz falan deyip beni tahrik etme. kavgada kim kimi alır bilemezsin.
    +ben kavga etmem.
    -attır ulan beni o zaman laf salatası yapacağına, boş boş konuşacağına hadi!
    +siktir git ali!
    -hassiktir lan!

    bu herif sonra soruşturma dilekçesini hazırlatıyor, genel müdüre yolluyor. genel müdür nüfuzu olan birisi. hatta ismini vermeyeyim ünlü bir eski bakanın kardeşi. neyse, genel müdür beni çağırıyor, dinliyor. bir sürü nasihat veriyor. ondan sonra "eşinle boşanma sürecine girmişsin, amirinle aran kötü, ailenle aran nasıl onu bilmiyorum. yani herkes haksız da bir tek sen mi haklısın?" diye. hiçbir şey diyemedim ha orada. sonra özür diletiyor daire başkanından konuyu kapatıyor. bu arada tüm genel müdürlük tartışılacak ve ters düşülecek adam olmadığımı iyice bir öğreniyor. daire başkanını tanımayan adam diğerlerini mi tanır lan? sırf mahallenin, üniversitenin değil kurumun da delisi oluyoruz çok şükür. ha üzüldüğüm tek bir nokta var... mesai arkadaşım olmaktan ötesi olan, benim her şeyimi bilen, hatta nikah şahidim olan adamı da kaybediyorum. herif uzaklaştı lan benden bu mevzudan sonra. hani onunla biz ters düşsek, kavga etsek, birbirimize girsek mesafe koymasını anlarım ama aramızda hiçbir şey geçmedi ona rağmen benden uzaklaştı. sanırım iyice elden gittiğimi düşündü "bu herif contaları yaktı, sırf kendini değil beni de yakacak." diyerekten ondan mesafe koydu benimle arasına. neyse yapacak bir şey yok, sonra web sitesindeki tüm yetkilerimi benden alıyorlar. fotoğrafçılık işini de benden alıyorlar. bildiğin 1 seneden fazla süren bir dönem gizli işsizliğin dibine vurdum. aralık ayında ise boşanma süreci başlıyor. kız bildiğin işi menfaatçiliğe döküyor boşanma sürecinde. o an evlilik kavramından cidden tiksindim. allahtan nafakayla falan uğraşmadım ha o da çalıştığı için. dava uzamasın diye verdik 3-5 kuruş işi bitirdik onun ikamet ettiği yerde. davayı ankara'da açsak seneler sürerdi.

    2019'a geldik... aslında yılbaşına fena girmemiştim. psikoloğa gitmeye başladım, spor salonuna yazıldım. kavga ettiğim daire başkanıyla da muhattap olmuyorum kafam rahat. psikoloğum zihnimi çok yorduğumu, bunu dengelemek için kendimi fiziken de yormam gerektiğinden bahsetti. millet gider kadın kız kovalayacağım diye, yakışıklı olacağım, sağlıklı olacağım diye yazılır. ben ise akli melekelerimi yitirmemek için yazıldım iyi mi? iyi de oldu ha. sonra 65 yaşındaki oda arkadaşımın telkiniyle yarı otomatik/pompalı bir av tüfeği aldım. bildiğin m4a1, m16 şeklinde bir silah. ama güzel ha. 65 yaşındaki abim 12 eylül döneminde, sıkıyönetim zamanında komando asteğmendi. tnt, c4 falan bile yapmayı öğretmişler zamanında. ha bana onları değil ama silah kullanmayı öğretti sağolsun. o konuda çok emeği var üzerimde. neyse işte, aradan biraz zaman geçti. ama ailemle hala anlaşamıyorum yok, bir sebeplerden kavga ediyorum sürekli. genelde geçmişteki olan bitenlere sinirleniyorum. hayatıma zamanında gereğinden fazla müdahele etmelerine, çok konuşmalarına ve çok soru sormalarına sinirleniyorum. bir de eğitim konusunda çok üstüme gelirlerdi ortaokuldan beri. onun da kini var üzerimde. sonra bir gün öfke patlaması yaşadım, etrafı kırdım dökdüm. epey bir çemkirdim "sizin gereksiz takıntılarınız, evhamlarınız, eğitim konusundaki baskınız hiçbir boka yaramadı. üniversitede sizin beni yolladığınız yerden değil de kendi kafama göre yazacağım yerden mezun olsaydım şu an devletten 1500-2000 arası daha fazla para alıyor olacaktım. ya bana akşam 6'dan sonra ve haftasonları çalışacağım şekilde bir yer ayarlarsınız mesleğimle ilgili, ya da beni unutun. üçüncü seçenek ne sizin için ne de benim için hiç iyi olmaz." diye. 8 ay görüşmedik pek. bir yandan kafam rahattı ama bir yandan da içim huzursuzdu. hatta bu durumları yazmıştım geçen sene ekim'de. sonra bana böyle bir mesaj gelmişti:
    https://eksiup.com/p/35423746agv2

    delirdim tabi bu mesajı okuduğumda "kim bu amk korkağı!" diye. kafamda bir şüpheli var. ama şimdi buradan söylemem uygun olmaz. atış talimine, vücut geliştirmeye devam. yapacak bir şey yok. aileyle de görüşmemeye devam. 1-2 kişi hayatımda olacak gibi oldu ama olmadı. ya şehirler arası mevzusundan dolayı ya da benim sinirli bir insan olmam/ karşı tarafın afra tafrası olması vs. bir sürü sebepten tek tabanca takıldım. aralık gibi bir izmir'e gittim geldim. ama orada da arka komşunun hıyar bir misafiri vardı, tat alamamıştım yazlığın orada. yalnız mordoğan çok ilginç yer ha. aralık ayında bile sivrisinek var arkadaş şaka gibi. ama gene de hatta hayatta en mutlu olduğum, belki de tek mutlu olduğum yerdir orası. adeta saklı cennetim.

    yıl oldu 2020. sabaha kadar içerek girmiştim ha papaz bar'da. ama gene var bir huzursuzluk üzerimde. ben istemememe rağmen annem evime gelip evi temizlemeye falan kalkıyordu, işgüzarlıklar yapıyordu. gene bir kavga dövüş oldu. sonra üzüldük tabi ikimiz de. her ne kadar "oğlum bizim elimizde değil ki sana bir şeyler bulabilmek? o muhitten çevremiz yok bizim." falan diyorlardı. ben de delirip "lan ne bok yemeye o zaman bu kadar müdahele ettiniz bana amına koyim." diye gene çemkirdim. derken annem babam benim için bir şeyler kovalamaya karar verdiler. hatta ben de iş bakayım dedim tekrar. hatta diyaloglar şu şekildeydi genelde:

    +ali bey biz hede hödö yarak kürek firmasından arıyoruz. iş başvurusunda bulunmuşsunuz. müsaitseniz yarın görüşmeye çağıralım sizi.
    -olur, yalnız ben devleti bırakmayı düşünmüyorum. akşam 6'dan sonra ve haftasonları çalışmak istiyorum. maddiyat açısından da bir beklenti içerisinde değilim. önceliğim kendimi yetiştirip tecrübe kazanmak. unuttuklarımı hatırlayıp onların üzerine bir şeyler eklemek.
    +yalnız biz haftasonu çalışmıyoruz, akşam 6'dan sonra da çalışmıyoruz(ya da ben bunu bir üst yöneticiyle konuşayım falan deyip olumsuz dönüş yapıyorlar)

    pezevenkler kendilerine yetiştirecek adam değil en ucuza çalıştıracak kalifiye köle arıyorlar iplerini tutacak. götleri yemiyor tabi benim gibi dış kapının mandalı bir herifi çalıştırmaya. derken güzel bir gelişme oldu, bizim genel müdürlükte 2 tane yeni daire kurulmuştu. bunlardan bir tanesinin daire başkanı beni çağırıp "bizim dairede çalışsana." diyor. ben de olur diyorum. iyi adam lan. benim evvelki vukuatımı bilmesine rağmen sağolsun beni çağırdı iş yapmak için. derken benim daire başkanı değişiyor. o kanlı bıçaklı olduğum herifle bir işim kalmıyor. bu herifle karşılaşmamak için odamdan çıkmadım, yemekhanede hep inziva yerlerde yemek yedim, hatta bizim katın değil yemekhanelerin olduğu katın tuvaletini kullandım. derken üzerime bir hafiflik geldi. mal mal sırıtarak bizim katın koridorlarında gezmeye başladım. kavgalı olduğum o herifle de suratımıza baktığımızda selam bile vermeden geçip gidiyorduk.

    ilginç bir şekilde ailemle de bu sene barıştık. ilk sebep babaannemin vefatı oldu(ikincisi de covid-19 salgını). 1 mart sabahı babam arıyor "oğlum babaannen vefat etti" diye. aslında bekliyorduk da bunu. ancak gene de insan bir tuhaf oluyor. gerçi ilk duyduğum an bir tepki göstermedim. 1 saat içinde çantamı hazırladım. otobüs biletimi aldım. 2 saat vardı otobüsün kalkmasına. gittim papaz bar'a 2 tane 70'lik bira çaktım. sonra etin suyunu sıkıp otobüse bindim. akşam oldu, hava da kararmıştı. bornova'ya vardım. ama bornova'ya vardığımda bir tuhaf oldum. eve gitmek istemedim. küçükpark civarında pırpır diye ufak bir bar var. geçtim oraya. bir yandan telefonda 3 kişiyle konuşuyordum bu vefatla ilgili bir yandan da içiyordum. aradan 4-5 saat geçti. içtiğim 70'lik biralarla tekila shot'ları sayamıyordum. anca gevşemiştim çünkü. eve vardım. kapının ziline bastım. ablam açtı. o bana baktı, ben ona baktım. derken gözlerim doldu benim, baya ağlamaya başladım. babam uyuyordu ama annem falan da indi aşağı ben geldiğimde. ablam, ithal enişte bey, halam, ben oturup konuşuyorduk işte babaanneye dair. sonra bir baktım benim 1.5 yaşındaki ufak yeğeni babaannemin odasına yatırmışlar yer yatağı yapıp orada uyuyordu. görünce bir kötü oldum. bildiğin korku oyunu gibi lan. silent hill gibi ha. nene odasında uyuyormuş gibi geliyor sana ama açıyorsun kapıyı onun torununun çocuğu uyuyor orada. tuhaf değil mi sizce de? sabah oluyor, cenazeye gidiyoruz. benim artık anama babama öfkem kalmamış. anneannem öldüğünde pek üzülememiştim, ağır alzheimer'di, yatalaktı ve beni hatırlamıyordu. bildiğin bitkisel hayattaydı. ona dair tek üzüntüm cenazesine gidememek olmuştu. teyzemin bok yemesi, yangından mal kaçırır gibi gömmüşlerdi kadını. ha sonra mezarına ziyarete gittim ilk fırsatta o ayrı da... babaannemin ölmesi bana koymuştu ha. zehir gibi çalışıyordu kafası. hatta ben buna takılıyordum "babaanne maaşallahın var, sen bizi gömersin." diye sinirlenip kızıyordu "sus tövbe de eşşek!" diye... iyi ki aralık ayında manisa'ya manisa kebabı yemeye gitmiştik. gülcemal diye bir yer var orada. bayağı güzeldir. bilen bilir.

    babaannemin ölmesi annemle, babamla barışmama vesile oldu. bazı şeyleri kafaya çok takmamak gerektiğini fark ettim. hatta covid salgınında daha da fark ettim. neyse o kısma sonra gelirim. cenaze namazını kılmaya geldim. babam oradaydı. elini öptüm pederin, o da bana sarıldı falan. üzgündük ikimiz de. oradaki insanlar baş sağlığı falan dilediler. gözlerim dolacak gibi olduğunda uzağa kaçıyordum. kafamda da sürekli bach'ın minuet in g minor parçası çalıyor. daha da tribe giriyordum. neyse işte, hayatımda ilk kez tabut taşıyıp mezara toprak attım. bombok bir duyguydu lan. insanı bir yandan olgunlaştıran bir şey aslında, ama insan bu şekilde olgunlaşmasa keşke. acı ama gerçek. babaannemin öldüğünü gömme işi bitip eve geri gelip oradaki kıymalı pide, börek ne varsa ayran eşliğinde hapır hupur giriştiğimiz an fark ettim. o an hayatın normale döndüğü an oldu benim için. hatta akşam da bir arkadaşla görüştük, içtik, zırtlan gibi yürüyüşü vardı herifin. hala gülüyorum aklıma geldikçe. sonra acıktık bir güzel yemek yedik alavara'da. makarnası muazzamdır oranın. vedalaşırken d alsancak metro istasyonlarından birimiz halkapınar, diğerimiz hilal tarafına giden metroların platformuna geçtik. ben karşı taraftan sırıtarak bağırıyordum herife "lan şu tipe, sıfata bak lan. şu yürüyüşe bak arkadaş. geçirmiş kafasına kapşonu eller cepte, ayaklarda konvers, fıtı fıtı yürüyor herif ha." diye. sonra karşılıklı nahları çekip vedalaştık. *

    sonra covid 19 patladı. evden çalışma muhabbeti başladı. sokaklarda in cin top oynamaya başladığında çok mutlu olmuştum. bildiğin mükemmel bir huzur çökmüştü mahalleye. adeta bu kaos bana huzur getirmişti. kapalı havada, boş sokaklarda dolanmak o kadar güzeldi ki. hatta bir sürü plan yapmıştım. kafamdaki 2 projeye başlarım, kitaplarımı okurum, film izlerim, sporumu da evde yaparım diye... ama öyle olmuyor o iş. bildiğin sığır gibi yaşadım 2.5 ay lan. öyle böyle değil. ama sokağa çıkma yasağının olmadığı dönemler güzel oluyordu. anıtpark'a gidiyordum. bomboş oluyordu etraf. oradaki amfinin en tepesine oturuyordum. biramı açıyordum. fedon'dan aşığınım'ı açıp anıtkabir'e baka baka içiyordum saatlerce. çok güzel bir histi. ilk 1.5 ay eve kapanmak güzeldi de mayıs'tan itibaren artık daral gelmeye başlamıştı bana. hatta asosyallikten kafayı kırıp sürekli kafayı kasketli bıyıklı emmilerle, sakallı ponpon bereli hacı dedelerle falan bozmuptum ve bunlara dair bayağı leş muhabbetlere başlamıştım. arkadaşlarıma falan illallah gelmişti bu muhabbetlerden. kafayı öyle bir yemiştim ki uyumaya çalışırken kafamı bir sağa bir sola çeviriyordum "emmiiii, emmiiiiiiiiiiiiii" diye kahkahalar atarak. bayağı absürt bir akım başlatmıştık arkadaşlarla aramızda öyle böyle değil. derken 1 haziran oldu ve normalleşme süreci başladı, ama ben hala biraz tedirgindim. pek kimseyle görüşmemeye devam ediyordum. . hatta istanbul'dan konuştuğum bir kız vardı. hatta bildiğin kız arkadaşımdı ha. ben çağırmamama rağmen basıp gelmişti yanıma. daha doğrusu geleyim mi demişti. ben de gel demiştim. gelme desem ayıp olacaktı. görüştük yüz yüze. ama pek tipim değildi. hayatında da kimse olmamıştı. niyeti benimle bir şeyler yaşamaktı ama kasıldı mı ne olduysa yapamadık o işi. ben de üstüne gitmedim. ama zaten pek de beğenmemiştim kızı. pazartesi dönecek şekilde al bileti demiştim, beni dinlemeyip çarşambaya ertelemişti. o mevzu da darlamıştı beni. neyse sonra döndü bu. kafam rahatladı ha o an. hatta tip olarak ona pek ısınamadığımı da o istanbul'a gittiğimde ifade etmiştim.

    o arada pek sevdiğim bir abimle aramıza mesafe girdi. hatta pek çoğunuz bilir bu abimizi. türkiye'de erotik komedi bağlamında adeta devrim yapmıştır kendisi. 3 senedir ben bu abimizin videolarını indirdim, ekran görüntülerini kestim biçtim. yeri geldi ilkel bir şekilde fotoşop bilmeden fotoşoplar yaptım. yeri geldi damgalı videoların damgasızlarını buldum. yeri geldi sırf anahtar kelimelerle videolar aradım buldum. sonra aramızda bir diyalog geçti, tartışma olmadı ama, aramıza mesafe girdi. buradan anlatmam uygun olmaz. yakın çevrem biliyor zaten mevzuyu. aradan azıcık zaman geçince hiç beklemediğim bir şey oldu. benim ankara'da özel hayatım hep bombok olmuştur. beğendiğim insanlar hep alakasız şehirlerden çıkardı. ankara'da karşılaştıklarımı ise ben beğenmiyordum. tip olarak beğendiklerim ise genelde mütevazi olmuyorlardı, şımarık ve götü kalkık oluyordu. temmuzun sonlarına doğru ilginç bir şekilde birisiyle tanıştım. internetten tanıştık ama aynı mahallede, hatta resmen aynı sokakta oturuyormuşuz. bildiğin film gibiydi ha. güzel bir şeyler olacak sandım ama fazla uzun sürmedi. anlaşamadığımız noktalar oldu. benim çok içtiğimi söylüyordu, haklıydı da. karantinadan kalma bir alışkanlık olmuştu bende. sabahtan akşama kadar paso içip sonra da yemek yiyip sızıyordum. haklıydı yani kızmakta. tatile gidene kadar içme söz ver demişti. tamam dedim söz verdim. kpss'ye hazırlanıyordu kendisi, stresliydi. aklı bende kalmasın diye izmir'e gittim tatile. hatta evden çalışma muhabbetinden ötürü izmir'de hala kalabilirdim. ama sınavı biter bitmez aradı beni "özledim seni gel" diye. tatili çok uzatmadım ben de geldim. ancak ne hikmetse o ilk haftalarda konuştuğum kadın yoktu karşımda. benimle yalnız kalmak istemiyordu. kilo almıştı biraz sonradan, ama kilosu çok da belli olmuyordu ha, ama kompleks yapmıştı kendine. ha ben izmir'deyken de bir aşı muhabbetini bahane edip gene söz verdirmişti şu tarihe kadar içme diye. zoraki vermiştim sözü ama artık kabak tadı vermişti bu durum. ama olsun. ancak şöyle bir durum var. ben ankara'ya sırf bunun için dönüyorum, ama hanımefendi bana karşı ilk günlerdeki kadar sıcak ve yakın değildi kilo aldım beni beğenmezsin bahanesiyle, üzerine bunun arkadaşının anası covid çıkınca, 60 yaşındaki anne babasından ötürü bu da kendini karantinaya almıştı. zaten bu iki konuda anlaşamıyorduk. alkol ve aile bağları. ben aileme düşkün bir insan olmadım pek ama bu pek bir düşkündü ailesine. o kadar dedim işin bitince gel izmir'e diye. yok annem babam izin vermez diyordu. ulan o sırada şehir dışında olmasına rağmen anası babası hala onları bahane ediyordu. ailesine fazla bağlıydı, bu durum beni kıl ediyordu. neyse işte. hem benim eve gelmeyip hem de üzerine bu kendini 15 gün eve kapatınca şu içinde bol bağırış çağırış içeren diyalog oluştu:

    +ben ankara'ya bunun için mi döndüm? yani hem seninle adam akıllı takılmayacağız. hem de seni hiç göremeyeceğim 15 gün he? bu süreçte benim alkolüme karışma bir zahmet artık. kes.
    -kes mi? olur ali. ne halin varsa gör. ben kendim için değil senin için istiyorum bunu.
    +ulan zaten azalttım ben bunu, izmir'de bile içerken ölçülü içtim ve bokunu çıkarmadım. sen hala üstüme geliyorsun bu konuda.
    -söz verdin ama ali şu tarihe kadar içmeyeceğim dedin.
    +sözü mü kalmış lan! şartlar, dengeler değişti. hadi 15 gün kendini eve kapat. geldiğimde ne halt etmeye benden uzaklaştın lan!
    -sürekli "izmirli ince belli hanımlar" muhabbeti yapa yapa sinirime dokundun durdun, kaç kere yapma dedim dinlemedin, kendimi beğenemiyorum sayende.
    +lan ben onu itliğine serseriliğine şerefsizliğine söylüyordum. sen kendini beğenme diye değil ki. bence bu halinle de hoşsun gayet.
    -öyle değil işte, ağrıma gidiyor bu benim.
    +o zaman ağrıma gidiyor, onuruma dokunuyor diye en başından söyleyecektin açık açık.
    -neyse ali, yapacak bir şey yok, konuşmak istemiyorum ben artık, siliyorum da her yerden numaranı.
    +ben de siliyorum o zaman, ne halin varsa gör.

    çok sikko ve saçma bir şekilde bitti. ama bir insana ota boka zorla söz verdirip bunu adeta koz olarak kullanırsan bu ilişkinin boku çıkar. herkesin bir sabır noktası vardır. ha gerçi başka handikaplar da vardı. ailesine düşkün olan bir insanla anlaşmakta zorlanırım. çünkü ben aileme düşkün bir adam değilim. kimse gidip beni suçlayamaz bu konuda. hatta evvelden bunu yazdığımda "yok ailen sana şu kötülüğü mü yaptı? bu kötülüğü mü yaptı?" gibisinden uç örnekler veren bir mesaj atıp tepemin tasını attıran dangalaklar çıkmıştı.ülkecek zaten böyle böyle ölümü görüp sıtmaya razı ola ola bu hallere geldik. halbuki birileri ölüme koşarak gitse o sıtma olmayacak. geri kalanlar daha huzurlu olacak.

    kimse gidip bana ailecilik muhabbeti etmesin. bana mı sordular amına koyim beni yaparlarken? eğer anne baba olacaksanız gerçekten sakin insanlar olmanız lazım. bağırış çağırışla büyüyen bir insandan gidip de normal, sağlıklı, sakin bir birey olmasını bekleyemezsiniz. ilerde o evlat sizden uzaklaştığında gidip de ağlama hakkınız da olamaz "evladım hayırsız çıktı." falan diye. sen ne kadar matah bir anaydın, babaydın ki evladından hayır bekleyeceksin amına kodumun çocuğu? ne ekersen onu bitersin şu hayatta. hayırsız evlat yoktur sadece, hayırsız ana baba da vardır bu hayatta. alın o aile kutsallığı muhabbetinizi götünüze sokun. zaten ben bir şeye daha çok uyuz oluyorum. bir sürü herif var, sırf sikinin derdinden dolayı evleniyor böyle bildiğin. sevmeden, bir şey hissetmeden. "dur ulan gerçekten sevdiğim bir kadın olursa onunla evleneyim." demiyor. ondan sonra da gidiyor gözü dışarda oluyor. karısını başka kadınlarla aldatıyor. nikahlı karısını çatır çatır sikeceğine elin orospularına para yediriyor piç kurusu. ya da kadınlara gelelim. bir kadın şayet size "ben çocuk istiyorum, evlenmek istiyorum."diyorsa daha ilişkinin başlarında o kadından da uzak durun. çocuğu doğurduktan sonra o kadın gram siklemiyor sizi. sizinle doğru düzgün sevişmek de istemiyor. her şeyi çocuğu oluyor. ondan sonra ne oluyor? adam aldatıyor bunu. sonra kabahatli adam oluyor.

    böyle böyle bir sürü saçma sapan insan üredi. bildiğin ürüyorlar lan. yıl olmuş 2020, ekonomi yarrağı yemiş. doğanın kaynakları boku yemiş. yurt dışına yerleşme muhabbetlerinin ve avrupa'da aşırı sağın gittikçe arttığı bir ortamda, koca dünyanın bir tane ne idüğü belirsiz virüs yüzünden yarrağı yediği bir ortamda millet hala deli gibi çiftleşme ve üreme derdinde. aklım almıyor. bu insanları cidden kısırlaştırmak lazım. üremesinler. cehaletleri, düzlükleri, sorgulamayışları ülkenin ve dünyanın kaderini mahvettiler. ulan ben babamın bana sağladığı imkanları ilerde çocuğum olursa sağlayamayacağım için çocuğun ç'sini düşünmüyorum ama millet maaşallah hala çoğalıyor ve yarak kürek evlatlar yetiştiriyor. hele o z kuşağı yok mu? ben bunlar kadar boş beleş bir kuşak görmedim. ulan biz 10 yaş büyüğümüzü abi/abla bellerdik, saygıda kusur etmezdik, onların nasihatlerini dinlerdik. onları örnek alırdık. ama bu 2000 ve sonrasında doğan zibidilere bakıyorsun bildiğin seni yaşıtı gibi görüp laubali laubali konuşuyor amına kodumun piç kuruları. hani çok zeki kültürlü olur seninle üst perdeden konuşur onu anlarım ama öyle bir şey de yok. bildiğin boş beleş zibidiler lan. bak gene sinirlendim ha!

    aileme dair övünebileceğim 2 şey var. 3 kuşağa kadar üniversite okumuş olmalarından ötürü müdür bilmiyorum ama cehalet diye bir şey kesinlikle söz konusu değil bizde ve ilginç bir şekilde özel hayatıma hiç karışmamış olmaları. ama geri kalan mevzular konusunda çok sıktılar ve darladılar beni. haliyle aramızda mesafe var artık. çok sık aramıyoruz birbirimizi. ama böylesi daha iyi. olmayınca olmuyor. ben ablam kadar idareci olamadım. bir de ben sanırım ufak çocuk olunca daha bir üstüme geldiler benim. sayelerinde türkiye ortalamasına göre genel kültürü hiç de fena olmayan ama insanlardan tiksinmiş ve kendine ne kadar hayrı olduğu belli olmayan bir evlat yetiştimiş oldular. fevkalade muazzam!

    ama şu an hayatımdan memnunum. biraz daha yaşama tutundum. spora tekrar başladım. sabah-öğlen arası pek kimse yokken gidiyorum maskemi takıp. alkolü azalttım. hatta kafamda 2 tane yazılım projesi var. ama önce kodlara adamakıllı gömülüp unuttuklarımı hatırlayıp sonra üzerine ekleme ve geliştirme yapmam gerekecek. projelerden bir tanesi şu an işlemez. hatta aile ve sosyal politikalar bakanına bu projeyi tanıtmaya kalksam hapse girerim o derece. biraz daha ülkenin modernleşmesini beklemem gerekecek. diğer proje ise oyun projesi. yukarıda sevdiğim bir abimiz diye bahsettiğim kişiye bir pacman edition yapmayı düşünüyorum unity'i öğrenip. film senaryosu da var kafamda bir adet, onu da tamamlamayı düşünüyorum. şimdi çok detay vermeyeyim, ama gerek kendi hayatımdan gerek arkadaşların hayatından kesitleri hayal gücümle birleştirmek istiyorum. ortaya da bayağı absürt şeyler çıkacak. bir miktar leş muhabbet de barındıracak. radyo-televizyoncu, sinemacı arkadaşlarla konuştum senaryoyu. hepsi de "onur ünlü yapar lan böyle bir filmin yönetmenliğini. ilgisini çeker onun bence." dedi. bilen bilir onur ünlü'yü. beş şehir(film), polis(film), celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi, itirazım var, sen aydınlatırsın geceyi... güzel filmlerdi bunlar, hepinize tavsiye ederim. bir tane direkt yönetmenlik yapan bir arkadaş da zeki demirkubuz'un yeraltı filminden alametler taşıdığını ifade etti kafamdaki senaryonun. bunları gerçekleştirmeden de bu dünyadan göçmeye niyetim yok. ama üşeniyorum, feci üşeniyorum. kafayı biraz daha toparlayıp motive olmam lazım.

    onun dışında bir arkadaş var ara ara stüdyo yapıyoruz. genelde black veya death metal çalıyoruz. o gitarın, ben klavyenin başına geçiyorum. sonra da döktürüyoruz bir güzel. dimmu borgir, arcturus, emperor... bunları bilen bilir. bir de bitirmem gereken bir sürü kitap var. yakın zamanda ekşi sözlük hariç tüm sosyal medya hesaplarımı dondurup inzivaya çekilmeyi düşünüyorum. ha bir de radyocu muzo'yu, muzo'yla yastık sohbetleri'ni bir kısmınız bilir. covid-19 salgını zamanında muzo youtube kanalı açmıştı. neredeyse her videosunu izledim youtube'da. daha sonra radyo tatlıses'te tekrar başladı yastık sohbetlerine. 23:00-01:00 arası. telefon bağlantısı da oluyor. bildiğin her gün arayıp adamla konuşuyorum, içimi döküyorum böyle. bana çok iyi geliyor lan o adamın gevrek gevrek gülmesi, öyle böyle değil! ilkokul bebesiydim ablam sayesinde muzo'yu dinlemiştim, şimdi kazık kadar adam oldum tekrar muzo'yu dinliyorum. tabi 90'larda daha rahattık, rtük karışmıyordu edilen küfürlere o kadar. neyse işte, 21. yüzyıla giremeyenlerdendim ben. 20. yüzyılın sonunda sıkışıp kalanlardanım ben. bizimkiler falan da izliyorum zaten ara ara. 90'lar bambaşkaydı be.

    bu arada bu entry'nin son güncel halini sonuna kadar okuyan bir insanla karşılaşmıştım geçen ay... bir dönem tiyatro yapan ve sinema altyapısı kuvvetli bir insanla. ama bunlardan çok daha muazzam bir özelliği var. ölümü yendi. bildiğin ölümü yendi. ne zaman yüzüne, gözlerine baksam bildiğin "ben ölümü yendim." gururunu görüyorum kendisi söylemese de. yüzündeki ve diksiyonundaki deformasyon tiyatro kariyerine zarar veriyor, hatta hayatındaki kişinin onun terk bile etmesine sebep oluyor. ankara'da görüşmüştük. daha sonra beni eskişehir'e çağırdı. tereddütteydim "gitsem mi gitmesem mi?" diye. bir yandan da eskişehir'i özlemiştim yalan yok. dayanamadım basıp gittim. 1 haftaya yakın kaldım. ben ondan soğumadım, ama o benden soğudu. gerek benim emmi-dede muhabbetlerini bokunu çıkarana kadar yapmamdan ötürü olsun, gerek onun boş yapmak tabirini kullanmasından rahatsız olmamdan ötürü olsun, gerek onun renkli bir kişilik olup benim sürekli siyahlar içinde gezmemden rahatsız olmasından olsun, gerek müzik zevklerimizin uymaması olsun... özetle sinema dışında ortak bir zevkimiz yoktu, ama ortada kavga dövüş olmadı. ben ona teşekkür ettim, ona bana teşekkür etti. koptuk, büyük ihtimalle de bir daha konuşmayacağız. umarım 2-3 sene sonra o gereken ameliyatı olur, hem yüzü hem de diksiyonu düzelir ve kendisini tiyatroda, hatta sinemada görürüm. bunu sonuna kadar hak ediyor. ayrıca farkında değil belki ama bana muazzam bir iyilik yaptı. doğrudan olmasa da dolaylı olarak sayesinde eskişehir arkeoloji müzesi'ni, yılmaz büyükerşen balmumu heykeller müzesi'ni gezdim. odunpazarı evleri'ni gördüm, gerçi bizim beypazarı evleri'nden ve hamamönü civarından bir farkı yok ama olsun. bıkana kadar balaban kebabıyla çibörekten nasibimi aldım. kalabak su'dan doya doya içtim. türkiye ermenilerinden bir arkadaşla nihayet 5 sene sonra görüşüp rakının dibine vurdum. meyhanede karşıyaka taraftarı birinden peçeteyle "bostanlı'dan selamlar 35/5" diye mesaj aldım ve o alkollü kafayla bağıra bağıra kaf kaf kaf sin sin sin kafsin kafsin kaf sloganı attım o mesaj yollayan masaya dönüp, hatta bazı masalardan alkış sesleri geldi bu tezahürata. o an aşırı keyiflenmiştim ha! es-es'te karşıyaka rüzgarı estirmek çok güzel bir histi!

    ulan amma yazmışım ha. gene dolmuşum bak. milletin amacı dertleşmek falan değil, boş muhabbet ve amsalaklık olmuş bu başlıkta onlara da ayrıca küfrü basıyorum. bu yazdıklarımı şu ana kadar okumayı başaranlara da e-mail adresimi vereyim, siz beni dinlediniz o kadar ben de sizi dinleyeceğim. hakkınız sizin de içinizi dökmeniz. hem belki içinizden benim kafaları yaşayanlar çıkacak, belki hep beraber silahlanacağız! evde bir yarı otomatik-pompalı bir de tek kırma av tüfeği var. daha da silah almayı düşünüyorum. 8'e kadar sınırı var diye biliyorum ruhsatlı olarak. yarın öbür gün bu memlekette iç savaş çıkarsa bize kurşun atanlara biz gül mü atacağız ha? şimdi seçim tarihi vermeyeyim ama sokaklarda, istanbul'un göbeğinde havaya silah sıkarak seçim kutlaması yapan o medeniyetsiz orospu çocukları yarın öbür gün iç savaş çıksa evlerimizi basarlar. malımıza, canımıza, hatta namusumuza kasteder o piç kuruları. ben ölüm senaryomu hazırladım. yarın öbür gün bu söylediğim ihtimal belirirse bu şerefsizlerden götürebildiğim kadarını götürüp ruhumu tengri'ye öyle teslim edeceğim! ha umarım bu kötü senaryo gerçekleşmez, bu ülkede bir şeyler medeni bir şekilde değişir. aksi takdirde burnumuz boktan kurtulmamaya devam eder.

    neyse çok uzattım ben mail adresini atayım:
    interloper747@gmail.com

    mevcut ruh halimi de yansıtayım şu şarkıyla:
    https://www.youtube.com/watch?v=ytbuzbteshw

    tertemiz delirttiler ulan beni!

  • şöyle beraber oturup sohbet edebilecek, birlikte sigara tüttürecek, maç sohbeti yapacak bir arkadaşımız olmadı.
    etrafımdaki herkes elit, sosyete, kendini beğenmiş piç kuruları. hiçbirini sevmiyorum.
    insanın gerçek arkadaşı, can dostu olacak bu dünyada.
    bizim yok. olanlara da özeniyorum.
    can dostu olanlar kıymetini bilsin.

  • derdini gamını dinlerim senin.

  • insanlar...

    insanlar artık kıymet vermiyor eskiden kıymetli olan şeylere. nezaket, zerafet, saygı, özsaygı ve eskiden kıymet verdiğimiz pek çok şeyi artık tavan aralarında buluyoruz.

    eski fotoğraflar gibi şimdi hepsi; koca koca albümlerin arasında, siyah beyaz yahut renkleri solmuş.

    insanlar artık eskisi kadar anlayışlı da değiller, değiliz. ben de değilim sanırım. karşımızdaki insanları sanki daha az dinliyoruz artık.

    oysa insandı aslolan hani?

    şiirin iyisinden, müziğin icra edileninden anlayanlarımızın sayısı da azalıyor, dost meclislerinde sözün güzelini söyleyenlerimizin sayısı da.

    şiirler artık yalnızca uyaklar ve renklerle şehirlere edilen küfürler için dökülüyor kağıtlara, şarkılarsa yalnızca çalınıyor sanki.

    emek, gün geçtikçe değersizleşiyor.

    biliyorum; "onca şeyin arasında dert mi bunlar" diyenleriniz de olacak içinizde, - çok ama çok özür diliyorum ve başka türlü anlatamayacağım için anlayışınızı rica ediyorum-"derdini sikeyim" diye küfür edenleriniz de.

    olsun.

    bunlar da dert. hem de değer vermediğimiz ama büyük olan dertler.

  • canım çok sıkılıyor varsa derdiniz anlatın dinlerim, kendimce tavsiye de verebilirim cinsiyet fark etmez çekinmeyin.