(bkz: anadolu çomarı)
bildik manzaralara imza atmayı sürdürmüş erkekler. gerekçeye bak "hergün şehit oluyor neden eylem yapmadınız?"
sen yapaydın sayın amına koyduğum
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. niğde'de kadına şiddet eylemine saldıran erkekler
-
2. selçuk yöntem'in bambi cafe'ye açtığı dava
(bkz: bambi cafe)
oğlum niye tostçu diye başlık açıyorsunuz? tostçu deyince insanın gözünün önüne şöyle bir şey geliyor. bu da ajitasyona sebep oluyor. mantıklı düşünmeyi engelliyor. başlığı açanın amacı muhtemelen buydu. "vaaa tostçuya dava mı açmış? paraya doymadın mı silçuk yünteem? vurun laaa!" diyeceğimizi sandın değil mi? bence gayet yerinde bir karar olmuş. işte böyle süründüreceksin bunları. allah'ın bir akıllısı siz misiniz? tüm işletmelere ders olsun. okullarda okutulsun.
bir de tost deyince aklıma direk seks geldi. size de oldu mu? -
3. entry silme
(bkz: entry silmek)
(bkz: aramaya inanmak) -
4. litvanya'dan bir gecelik escort getirten türk ceo
üniversite öğrencilerinin ya da hala öğrencilik hayatı yaşayan adamların anlamakta zorluk çekip, garipsediği olay.
yok o paraya yurtdışına çıksa daha karlı olurmuş da yok adama geçirmişler de ...
ahahaahahaha
lan oğlum belli ki adam paraya para demeyen biri ... 300 - 500 euro'nun hesabını yapıp " şöyle yaparsam daha karlı olur, böyle yaparsam 100 euro daha az harcamış olurum vs... " hesabını mı yapacak .... basmış parayı getirmiş hatunu.
hem 500 euro dediğin nedir lan ... ben cuma - pazar günlerini kapsayan tüm hafta sonu için 5,000 sterlin para basıp ingiltere'den ingiliz escort getiren adam gördüm ki escort'un gidiş dönüş uçak bileti , kalınan 5 yıldızlı otel'in 2 kişilik ve 3 gecelik oda parası artı 3 gün boyunca yeme içme gezme için harcanan paralar bu 5,000 sterlin'e dahil değil.
ve inan bu adamların bu escortlar için harcadıkları paralar , senin en fazla istanbul kartına yaptığın yüklemenin sende yarattığı etkiyi yaratıyor o kadar ...
sandığınızdan çok daha farklı hayatlar var lan şu dünyada ... gözünüzü açın , şaşırmayın. -
5. vizeler kalkınca avrupa'ya vize koyacağız
ab bakanı volkan bozkır'ın öyle böyle olmayan açıklaması.
tam hali:
"vizeler tamamen kalktıktan sonra çalışma müsadeli bir vize haline gelse belki biz avrupa ülkeleri vatandaşlarına vize koymak mecburiyetinde kalacağız. çünkü esas akım türkiye'den avrupa'ya doğru değil, avrupa'dan türkiye'ye doğru olacak."
kaynak
(bkz: akp kurmaylarının fantastik beyanları)
(bkz: ziyaaa)
(bkz: at yalanı sikeyim inananı) -
6. 21 yaşında hala bilgisayar oyunu oynayan ezik
33 yaşındayım ve oyun oynamayı çok severim. steam hesabımda da 55 kadar oyun var. bazı oyunlar gerçekten sanattır. film izlemenin nasıl yaşı yoksa, oyun oynamanın da yaşı yoktur.
-
7. evrime inananların maymun görünce hissettikleri
öncelikle evrim'e inanıp inanmamak gibi bir şey yoktur. (bir de evrim daha teori taam mı diyen angutlar var, mesaj atıp duruyorlar akıl alır gibi değil. evrim kanundur, bu kanunun evrimin teorisi adını taşıyan bir de teorisi mevcuttur o kadar, kütleçekim kanunun, kütleçekim teorisi gibi) kütleçekime inanmıyorum ama bir göt çekimi var demek gibi bir şey.
"maymun görünce" denilmesi yanlış çünkü sen zaten bir maymun türüsün. aynada ne hissediyorsan o yani? ha bonobo mesela ya da adi şempanze gibi türleri görünce ne hissediyorsun diye sorarsan ki doğrusu bu, bilmem bence sevimliler. ya cevap ver biz maymundan mı geliyoruz?
- hayır. sen halihazırda zaten maymunsun. evet. sen bir maymun türüsün. maymunsun .. maymun.. mayyyyyyyyymunnnnnnn.. mayyyyyyyyyyyyy.... neyse anladın sanırım.
+ big bang?
- bilimsel teorilere inanmak gibi bir kavram yoktur. ispatlanırlılığı vardır ya da yoktur. big bang teorisi şu ana kadar bilimsel yöntemlerle ispatlanırlığı olan bir teori. nereden anlıyoruz evrendeki radyasyon dağılımdan. bunu da mikrodalga arkaplan ışımasından. diyoruz ki teorinin matematiksel sunduğu doğruysa dağılım da ona göre olmalı. bir bakıyoruz var.
bunu yaparken mistik unicornlara bakarak değil eldeki bilimsel verilere göre yani big bang patlamasında tek bir kuvvet olduğunu bildiğimiz kütleçekimi, elektromanyetizm, zayıf ve güçlü nükleer enerjinin izlerini takip ederek yapıyoruz.
bak mesela aynı yöntemle evrenin 13.7 milyar olan yaşını tespit edebiliyor, evrenimizin düz evren evren olduğunu anlayabiliyoruz.
+ big bang patlamaysa patlamalar kararsız olur ama?
- aslında bomba'yı düşünürsen böyle hayal etmen normal. dünyadaki fizik kurallarıyla olaya bakınca öyle görünse de bu iş pek öyle değil.
big bang gibi yoğun enerji patlamalarında daha karmaşık yapılar ortaya çıkar.gaz ve toz bulutu kütlenin uzay zaman düzlemini bükmesiyle birleşerek önce çok daha küçük yapıları sonra da bizim güneş sistemimizi oluşturuyor. bu sihirli değnek gibi birden oluşmuyor. limon kimyon zerro arkadaşımızdan
kararlılığa ulaşanlar yıldız oluyor, ulaşamayan olmuyor. hepimiz karbonuz.
+ peki ilk canlı nasıl oluştu? yani cansız bir şey nasıl canlı olabilir?
- ee çamurdan sen oluyorsun ya. ahahah. şaka tabi ki. abiyogenez.
kabaca kimyasalların girdiği tepkime diyebiliriz.
+ peki kimyasallar doğru tepkimeyi nasıl buldu? kimyasalların aklı mı var?
- hiçbir kimyasal girdiği tepkimeyi ve oluşturduğu ürünü bilemez, anlayamaz, seçemez, bu konuda kararlar alamaz, vazgeçemez, tercih edemez, vs. kimyasallar, bulundukları ortam içerisinde, bulundukları koşullar dahilinde, evrenimizdeki fizik ve kimya yasaları dahilinde birleşirler, ayrışırlar, yeniden birleşirler ve bu böyle süregelir ve gider.
dünyamız oluştuğundan ilk yaşam formuna bakarsak arada tam 600 milyon yıl geçmiş.
bak 600 milyon diyorum. dolayısıyla bu süreçte, defalarca farklı, yanlış, hatalı, eksik, fazla, vb. moleküller oluşmuştur. bu diğer oluşumların da kimi günümüze kadar gelmiştir, kimi parçalanıp başka moleküllere dönüşmüştür, kimi başka moleküllerin yapısına katılmıştır ve kimi oluşmaya ve bozunmaya devam etmektedir ve benzeri…
+ canlılık ile cansızlık arasındaki fark nedir?
- kimyasallar bizim de içinde bulunduğumuz canlılık grubunu mümkün kıldığı için bize "doğru" birleşimler olarak geliyor. yani farklı birleşimler, farklı sonuçlar da doğurabilirdi, doğurmuştur ve hala da doğurmaktadır. etrafımızda gördüğümüz cansız katrilyonlarca obje, atomlar ve moleküllerin bize göre “yanlış” dizilimleri sonucu oluşmuştur. bu şekilde söylediğimizde farkı hemen ayırt edebilmeniz lazım: aslında onlar “yanlış” dizilimde değiller. cansızlık içerisindeki bir çeşit dizilim canlılığı oluştururken, bir çeşit dizilim de cansızlığı sürdürmüştür.
vücudumuzda genetik materyalden sonra en önemli canlılık kaynağı, ya da diğer bir deyişle hayat molekülü proteinlerdir.
+ yani bunlardan dinozorlar oldu.
- aslında o da yanlış. ökaryotlar, arkeler ve bakteriler oldu. alg'lerden farklı yaşam formlarının ve dinozorun evrimleşmesi tam 300 milyon yıl sürdü.
kafanda şöyle canlandır. 10 bin yıl önce doğada fino yoktu, şivava hak getire.
sen 10 bin yılda kurt'tan şivava yaptın. `300 milyon yılda doğa'nın neler yapabileceğini hayal et`.
endoplazmik retikulum var ya heh o alg'lerde de var ve sen hala aynı ilkel hücre mekanizmasını kullanıyorsun. muz ile genetik benzerliğin yüzde 53. bu sana tuhaf gelmiyor mu? sanki hepimiz aynı torbadan çıkmış gibiyiz değil mi?
+ bir canlı hop diye nasıl başka canlı oluyor?
- türleşme diyorsun. ama hop diye olmuyor. mesela şu yazımda balinaların evrimini adım adım yazdım. belki ilgini çeker. buraya uzun uzun yazamayacağım ama kısaca balina aslında su aygırısı ile akrabadır. kara memelisinden evrimleşmiştir falan. #54792832
+ peki maymun? ortak atamız kim?
- ortak ata diyebileceğimiz primat sınıfıdır. tek ortak ata yoktur. eğer evrimi bir yol değil bir ağacın dalı gibi düşünürsen daha rahat anlarsın.
anlayacağın dilde anlatalım. süper maymunlar grubu düşün. bu grup iki türe ayrışmış insan mı lan o grubu ve goriller. hah şimdi insan mı lan o grubu da iki türe ayrılmış homo ve pan (şempanzeler). insan ve şempanze farklı tür yani çiftleşemez, geçiş yapamaz. bunlar kendi türleri ile çiftleşir. homo sapiens-homo neandertal gibim.
ben yazmaktan yoruldum. -
8. 10 mart 2016 fenerbahçe braga maçı
-
9. abd'nin meksika sınırına duvar örmesi
meksikalı milliyetcilerin 1000 yıl sonra övünerek anlatacakları olaydır...
''biiiiiizzzzzzz koskoca amarigayaaaaa korkudannnn duvarr çektirrmiş bir ecdadınnn torunlarıyızzzz'' -
10. seyyar satıcının suriyeli çocuğu yere çarpması
şimdi bu video üzerinden izmir'e sallayan denyolar çıkacaktır. hemen cevap vereyim, halk gereken tepkiyi adama vermiştir.
dini, ırkı ne olursa olsun insanın içini burkan vicdanını sızlatan bir görüntüdür. -
11. izmirli kadınlara özel mazgal
izmir'de biz bu mazgallara çiğnem diyoruz.
-
12. muhteşem yüzyıl kösem
ah ahmet ah uyu sen daha. sağ kolum dediğin adamların biri anana, diğeri halana, öteki de karına halleniyor. sen hâlâ kerameti kavuğunda zannet, peh.
-
13. dilipak'tan can dündar ve erdem gül'e tehdit
onun vatandaş dediği kitle akp mitinglerine bedava otobüs ile gitmeyi hizmet sanan,
eminönünde binlerce kişinin içinde rezillik ile yarım ekmek balık yemeyi sosyalleşmek sanan,
belediye tarafından dağıtılan makarna ve kömür olmadan yaşayamayan,
hatta hangisini yiyeceğini bilmediği için çoğu zaman kömürü yiyip "allah ömrümü alıp sana versin reissssss" diyen tiplerdir. -
14. kanzuk
sayın başak purut!! nam-ı diğer kanzuk.
şu sözlükte görüp görebileceğiniz en rahat, en gamsız, en umursamaz adamlardan biriyim.
tema değişikliğiniz zerre umrumda değil. arka fona benim fotoğrafımı bile koysanız, ben yine gece modunda kullanırım.
kayıt olurken üyelik sözleşmenizi okumadım. kimseye sormadan değiştirilmiş, ben yine okumadım.
''mesajınız var yeşili'' için romantik cümleler kuracak yaşı da çoktan geçtim.
götüm gibi olmuş, orası ayrı..
ancak tek birşeyi anlamıyorum!!
beni siktir edin. henüz 100 entry bile giremedim. düşünsenize!! dakikada 2 entry silme kuralına bile isyan edemiyorum, zaten hepsi yarım saatte bitiyor.
belki de sizin girdiğiniz entry kadar, entry okumuşluğum bile yoktur.
o yüzden beni siktir edin ve lütfen siz cevaplayın.
bu sözlüğe neden giriyorsunuz?
:) :) hayır onu sormuyorum. tabii ki siz para kazanmak için giriyorsunuz, bunu zaten fazlasıyla gözümüze soktunuz. yapamadığınız sözlük patronluğu kimliğinizi bir kenara bırakıp, sözlük yazarı olarak cevaplayın lütfen.
bu sözlüğe neden giriyorsunuz?
yazmak için, paylaşmak için, okumak için..
peki okumak için girdiğiniz bu sitede, okumaya devam etmek için ekstradan tuşlara basmak zorunda kalmak ne kadar mantıklı?
beni boşvermeye devam edin. siz cevaplayın.
sözlükteki en sevdiğiniz yazarlar kimler?
guru?
limon kimyon zorro?
immanuel tolstoyevski?
favori yazarlarınızdan buldum, kusura bakmayın. favorilere eklediğiniz bütün entry'lere okumak için tıkladım. sevdiğiniz yazarların hepsi uzun yazıyor. devamını okumak için birkez daha!! tıklamak zorunda kaldım. bundan para mı kazanıyorsunuz?
şimdi dilerseniz patron kimliğinizle cevaplayabilirsiniz.
(bakın size seçme şansı verdim, benden daha özgürsünüz.)
''devamını okumayacak'' adamın o başlıkta işi ne?
uzun yazıları okuyamayan adamın bu sözlükte işi ne?
-twitter mı burası?
sizden tek birşey rica ediyorum ve inanın bu o kadar da zor birşey değil.
sayfa başı entry sayısı gibi düşünün. gece görüşü modu gibi düşünün. her zamanki görünüme dön gibi düşünün.
ben devamını okumak için buradayım. bari bunu bize bırakın.
lütfen!! -
15. uzun yolda yolun az kaldığını gösteren kritik yer
istanbul-izmir
akhisar'daki köfteci ramiz totemi -
16. simendiferlerin efendisi
son günlerde defalarca konuyla ilgili soru geldi "ne düşünüyorsun" diye, defalarca cevapladım. onun için en iyisi artık bir "resmi görüş" bildirmem. bu "referans entry" olarak kalsın istiyorum sözlük içinde, onun için son iki haftanın özetini de içeriyor, bazı kısımları birçok yazar için tekrar olacak,onun için kusura bakmayın. birkaç başlık altında topladım ki, hepsini okumak istemeyen olursa istediği bölüme göz gezdirir (ayrıca insan okuyacak bunu insan).
************
güzel günler
************
tema değişikliğiyle başlayan tartışmalarda ilk görüşlerim bayağı "anlayışlı" idi, her şeye birazcık zorlasam kulp bulabiliyordum, iyi niyetliydim. bulamasam da düzeltilir diyordum. mesela bana göre tema değişikliğinin "kendisi" pek sorun değil. ilk gördüm, bir çığlık attım gözlerim acıdı diye, gözlerim hassastır benim açık arkaplana gelemem. sonra neyse ki "gece modu var mıydı bu sitenin, vardı galiba" dedim, ona aldım ve sorunum çözüldü. ilk gün pek çok eksiği vardı sitenin (başlıca hatırladığım küçük popuplarda hep yine beyaz arkaplan vardı), "düzeltirler" dedim geçtim.
düzelttiler de eksik gördüğüm şeyleri, sonra hatta mobilde açtım siteyi "aa ne güzel olmuş" dedim. eskiden sürekli sağdaki menüyü açıp badi'ye tıklardım, sürekli yaptığım bir şey için iki hareket fazla gelirdi, şimdi üstteki menüde direkt var badi. görünüm de daha iyi eskisine göre.
"devamını okuyayım"a gelince, benim haber sitelerinde hiç sevmediğim bir şeydir, hele basınca üyelik istiyorsa. ekşi sözlük bizden buna basınca bir şey talep etmese bile basarken gerildiğimi hissettim biraz, pavlov'un köpeğiyim çünkü. ama sonra hoşuma giden bir yanını da farkettim: uzun entry olunca artık okumuyorum kolay kolay, eğer güvendiğim biriyse okuyorum. ya da bir yazara "güvenmediğim biriymiş bu" dediğim farkedersem, üçüncü beşinci seferde şans verip öyle okuyorum. neden? çünkü kaliteli içerik az cidden. "devamını okuyayım" sayesinde çok uzun entrylerde 10 sayfa aşağı gidip okunacaksa geri çıkma zorluğu ortadan kalktı. bu açıdan iyi, ama yine de "tartışılsın" dedim. turing'in bir entry'sinde öneri vardı, "10-25-40-sınırsız şeklinde seçeneğimiz olsa en iyisi" diye. makul bence, kullanıcı sevmez pek menülerden bir şeyler seçmeyi, değiştirmeyi; ama en azından o kadar rahatsız olan varsa da değiştirir, "menüsünü koyduk isteyen değiştirsin" diyebilir sözlük de.
bunları diyorum, çünkü bilgisayar kullanıcılarını da, sözlüğün yazarlarını iyi tanıyorum. dünyanın en güzel teması gelse bile, en güzel değişikliği yapılsa bile isyan edileceğinden eminim. ekşi sözlük beta zamanında bence güzel değişiklikler oldu, büyük yazılara ben de bir süre alışamasam da sırf "daha doğru" satır genişliği, başlık takibi için bile büyük yazılar çekilirdi. "başlık takibi" sözlük tarihindeki belki de en iyi iyileştirmeydi, ondan önce nasıl kullanıyormuşuz sözlüğü hayal bile edemiyorum şimdi. neyse, sonra ne oldu biliyorsunuz, isyan edildi, sonra da kabul edildi az çok. siteye yeni gelen biri "bunun dizaynı ne kötü be" demez, diyenlerin de özleminin eski versiyona olduğu seziliyor. ubuntu ve unity'ye geçişi hatırlarsınız belki bazılarınız, onda da bir sürü kullanıcı isyan etti, bir sürü insan linux mint'e geçti. ben unity'yi aslında netbook remix olarak zorunlu olarak kullanıyordum o sırada, onun için desktop unity'ye geçince çok da garipsemedim. şimdi ama ubuntu kullananların birçoğu eminim "aman allahım çok kötü bu arayüz" demiyordur. aksine kullanlarda "yeni windows'a ölüm, ubuntu her açıdan mükemmel" anlayışı var. başka örnek: facebook da defalarca arayüz değişti, her seferinde yakınan insan sürüleri gördüm. şimdi hangimiz facebook'un o "çok daha iyi" eski halini hatırlıyoruz, önümüze "yeni facebook" olarak gelse kullanmak isteyecek miyiz?
eğer geri bildirimleri kaale alacaksa sözlük, bu değişiklikler sorun değildi benim için. seven olur, sevmeyen olur, çoğunluk ne istiyorsa o olsun benim kabulüm olur sonunda. sonuçta alt tarafı bir site, sitenin görünümü, en kötü ihtimalle user script'lerle değiştirilir, veya stylish ile user style eklenir. ekşi sözlük'ü ekşi sözlük yapan şey çünkü içerik, görünüm değil. onun için başlarda pek canım sıkılmadı bu değişikliklere.
**************
sular ısınıyor
**************
bakın ne güzel değil mi, çok makul bir kullanıcı var burada. bir şeyler değişmiş ama hemen sinirlenmemiş, bekleyelim demiş, kötü olmuşsa geri alınır, dinlenilir, düzeltilir demiş. altyapısı olmayan muhafazakarlığa gelemem ben, programlamayla, yapay zekayla ilgili olan görüşlerimi de bilen bilir. "haydi yarın elimizdeki her şeyi değiştirelim!" demem, ama "alternatiflerinizi bilin" derim. araştırın, öğrenin, deneyin, sonunda muhafazakar seçim en iyisi derseniz ne ala derim, ama en iyisi olduğunu bilin, en iyisinin neden o olduğunu bilin, bunu işkembeniz söylemesin mantığınız söylesin derim. kendini tanımayıp, sırf içgüdüleri değişime karşı olan insanları, hele bu içgüdülerine mantıkla kulp bulmaya çalışıyorlarsa hiç sevmem. "ben yeni temayı şu ve şu açıdan sevmedim, çünkü bunun doğrusu, getirileri, götürüleri budur" diyen yazarlara sonuna kadar kulaklarım açık, saygım sonsuz; oları dinledim, hak da verdim birçoğuna. hepimizin farklı kriterleri, farklı istekleri var sonuçta. benim önemsemediğim birçok şeyi başkaları önemseyebiliyor. zaten benim düşünmediğim açılardan düşünenler olmuş, düşünüp de hak vermediğim şeyler söylenler de olmuş, olur bunlar, tartışmanın gereğidir bunlar. ama baktım ki okuduklarımın çoğu ne dediğini bile bilmiyor, iğrenç olmuş demiş bırakmış adam. satır uzunluğu kötü demiş ama iyinin ne tanımı ne standardı var, laf salatası yapmış, niye kötü olduğunu düşündüğü zerre anlaşılmıyor. "demek ki muhafazakarlıktan" dedim. hala da öyle diyorum.
ama işin ilginç tarafı şu: bunu ben diyebilirim. çünkü sözlüğü ben işletmiyorum. beni dinleyen insanlar benim bundan parasal çıkarım olmadığını biliyor, ya da zorbalık yapmak isteyip yanıma kalacağını düşünmüyor. baktım herkes nefret mi etmiş benden, ertesi gün kaparım hesabı unuturum sözlüğü komple.
ama bunu resmi açıklama yapan kanzuk diyemez. bakın, tema değiştiken sonraki ilk açıklamasında ne yaptı? "siz muhafazakarsınız" dedi. bakın ben yukarıda dediklerimi düşünüyorum, ama bunları derken bana gıcık olan insanlar umrumda değil. onlar işimi etkilemiyor, gıcık olurlar geçer.
iş yönetiyorsanız, işinizin "halkla ilişkiler yüzü"yseniz size kızgın olan bir kitleye "bakın siz muhafazakarsınız" diye başlamazsınız. ne yaptığınızı, ne düşündüğünüzü anlatırsınız, bunu hangi objektif kriterlere göre yaptığınızı anlatırsınız, yol planınızı anlatırsınız. "siz busunuz" diye başlamazsınız.
yapılmış olan bu açıklama pragmatik olarak çok yanlış. size kızgın olan bir kitleyi, suçlarsanız o kitlenin kızgınlığının dinmeyeceği aşikar. bu açıklamanın ertesi gün turing bey'le konuşuyoruz, ne diyorsun diye sordu, ben de dedim ki "yahu tema benim çok da zoruma gitmedi, ama kanzuk'un açıklaması bir felaket".
kanzuk'un dediği bana göre az çok doğru bir şey, ben de benzerini yukarıda dedim, ekşi sözlük beta zamanında da benzeri oldu, şimdi çoğunluk geri dönse kullanmak istemez belki de. bu birçok insan için yanlış bir tez, eğer yanlışsa bunu söylemesi hatalı. ama diyelim ki yanlış değil, o zaman da sorun şu, "doğru olan her şey herhangi bir anda, herhangi bir şekilde söylenir" diye bir kaide yok. şişman birisine gidip "sen şişmansın" diyemezsiniz. sizden aptal birine sürekli gidip "sen bence benden apalsın" diyemezsiniz. "bu ama doğru" diye savunma da yapamazsınız, her doğru söylenecek diye bir şey yok. bu söylenen de bana kalırsa doğru bir şey, ama "bu şekilde aktarılmaması" gereken bir şey.
arada falsolu çok daha ifade var açıklamada. "bu tasarım hayata geçerse sözlüğü bırakırım diyenler oldu" imiş. bıraktılar mı peki? bıraktılarsa sözlük kaybetti: birileri sizi tehdit ediyor ve bunu uyguluyor. bırakmadılar mı? o zaman varılan nokta çok stratejik olarak çok kötü: "dediniz dediniz bırakamadınız hala burdasınız naber?". bu sözlüğe olan güveni sarsıyor. zaten bilinen bir şey, sözlük kullanıcının sevmediği bir noktaya çıkıyor. sözlük kullanıcısı sıkıştırılmayı hiç sevmedi.
mesela daha iyi bir açıklama nasıl olurdu? "hatalıyız. olması gerekenden daha acele ortaya sürdüğümüz temada birçok eksiklik çıktı: bu, şu ve şu eksiklikler. bunları hemen düzelttik. bununla birlikte, bazı yazarların hoşuna gitmeyeceğini farkettiğimiz özellikler oldu: bu, şu ve şu özellikler. bunların üzerinde de düşünmeye, tartışmaya açılmasına karar verdik (simendiferlerin efendisi olarak araya not: bunun formu, formatı nasıl olur bilmiyorum. belki buna özel başlık altında tartışma, belki bir şekilde anket, belki başka bir şey. ama insanlar "katıldığını" hissetmeli. tatmin edici bir yol bulmak benim görevim değil burada anlatıcı olarak, bir şekilde bulunmalıydı ama). hepinizin düşüncesi bizim için çok değerli."
bence bu kadar. bu kadar olsa "bakın ne güzel açıklama yapmış adam, sakin olun cidden" derdim. ama diyemedim. çünkü önümde "siz muhafazakarsınız, biz hep değişeceğiz zaten, tepkilerinizi de anlamıyorum yahu herkes beyaz. not alıyoruz ama bişeyler".
neyi not alıyorsunuz? belli değil.
hangi eleştirileri ciddiye aldınız? belli değil.
hangilerini değiştirmeye karar verdiniz? belli değil.
hangisine, ne zaman vereceksiniz? belli değil.
bunlarin listesi entry dışında var mı? yok. "ha tamam, dediğimle ilgilenecekler"
denilebilecek herhangi bir kanca var mı. yok.
e peki neden sinirli yazarlar sakinleşsin? niye bir insan "sen muhafazakarsın,
bunu niye dediğini anlamıyorum, ama bişeyler not aldık" ile sakinleşir, "haa
tamam öyleyse" der?
bunları görünce "eh artık sinirlenmekte haklı yazarlar" dedim -- ki ben de sinirlendim, çünkü bu beceriksizlik. bugün bunu yapan yarın ne yapar belli değil. eğer binlerce kişiye açıklama yapıyorsanız böyle bir açıklama yapmazsınız, defalarca okursunuz, her bir kelimenin etkisini düşünürsünüz. birilerine gönderirsiniz, fikirlerini söylerler. ben bunların hepsinin yapıldığını sanmıyorum, yapılsa hiç kimse yukarıda söylediklerimin en azından bir kısmının altını çizmez miydi? ben böyle bir metinle gelsem, birisi bana "abi bak bu insanlar zaten kızmış sana, girizgahı bir değişik yap istersen" dese "ah doğru ya" derim anında değiştiririm. bu "doğru olduğunu idrak etmenin kolay olduğu, ancak başkası işaret edene kadar neyi idrak edeceğini bilememe" klasmanından bir hata. olur mu olur, herkese olur, bana da olur. işte bu metnin yollanmadan önce tekrar tekrar okunması, birkaç kişiden yorum alındıktan sonra yollanması bunun için var. insani zaafların, anlık körlüklerin, yalapşap işlerin önüne geçmek için. mesela ben bu entry'yi yollarken bile iki arkadaşımdan görüş aldım, bahsettikleri yerleri düzelttim, anlaşılmayan yerleri biraz daha düzgün açıkladım. bana giren çıkan bir şey yok, ona rağmen bu saygıyı gösteriyorum ortaya mükemmel bir yazı çıkmasa da. ben kanzuk'un bu kadar özenli açıklama yaptığını düşünmüyorum.
***********
ekşi şeyler
***********
sonra ekşi şeyler çıktı ortaya. ben aylardır twitter üzerinde böyle bir hesap görüyordum zaten, ama takip etmiyordum. sanırım kanzuk twitter üzerinden retweet'liyordu diye görüyorum. ama o ana kadar hiç ilgimi çeken içerik görmedim. şimdi kontrol ettim sevgilinin yanında osurmak, florida'dan adam çıkmaz abi gibi başlıkların screenshot'larını ve linklerini tweet'liyormuş, benim ilgimi çok çekecek şeyler değil, popüler kültür öğeleri, komiklikler falan. onun için görür görmez "ben bunu sevmedim, sevmeyeceğim" önyargısı oluşmuş bile olabilir isim ve logo üzerinde. sonra açtım baktım, ssg'nin pena yazısı vardı. okudum, nostaljik bir yazı olduğu için okuttu kendisini. ama görsel düzen felaket. bir yazı var, sonra yazıya screenshot var, sonra bir çizgi var ve bold yazıya dönüyor, sonra italik. "est" kelimesinin altı çizili mesela, niye çizili? link'miş, sözlükteki est başlığına gidiyor. niye? başka link olan şeyler de var, ama niye est? est niye önemli? geceleri yalnızken hala düşünüyorum, est bence önemli değil pek. yazıya döneceksek, yazının genelinde de bir şeyler anlatılıyor ama hangisi entry'nin kendisi, hangisi editoryal kısım, hangi ssg'nin anlatımı ayırt etmek zor. okuduktan sonra başka hiçbir şeyi okuyasım gelmedi sitede. sonra unuttum bir süre.
ama sözlük çalkalanmış. sanırım çıkış noktası, ya da önemli dönüm noktalarından birisi kullanıcı sözleşmesindeki değişikliğin farkedilmesi oldu. "burayı sürekli kontrol etmelisiniz, arada değiştiriyoruz" şeklinde bir sözleşme maddesi varmış. bunun hukuki geçerliliği var mı, yok mu bilmiyorum. umrumda değil, gerekirse bütün kanunlar, bütün yaptırımlar ekşi sözlük tarafında olsun: bu yüzsüz bir madde. daha dün e-mail'lerime bakarken farkettim, bankam sözleşmemi güncellemiş, bana haber veriyor. banka yahu bu banka, dünyanın en akbaba denilen, en nefret edilen kurumları, banka bile "sözleşmeni güncelliyorum, haberin olsun" diye uyarıyor. niye sözlük bunu yapmıyor-yapamıyor?
sözlüğe yıllarca giriş yapmadıysam ne olacak? yapmak zorunda değilim ki. sözleşmeye hukuki olmasına rağmen binbir türlü saçmalık eklenebilir, benim haberim nasıl olacak? olmayacak. bunu iletmenin sorumluluğu ekşi sözlük'te olmalı, bana ekstra yük getirmemeli. üye olduğum 100'lerce site vardır belki, hepsinin sürekli sözleşmesini niye okuyayım?
aynısı ekşi şeyler'de entry kullanılma-kullanılamama mevzusu için de geçerli. başta böyle bir buton yoktu, sonra buton ortaya çıktı. niye başta yoktu? kimsenin aklına gelmedi mi bazı insanların entry'sini kullandırmayacağı? sözlük için "para manyağı sahipleri var" söylentisi çok revaçta son yıllarda, hiç mi aklınıza gelmedi ekşi şeyler'in bunu canlandırıp iyice büyüteceği? ben örneğin hala "kullanılmasın"ı işaretlemedim, "yazdığım neyi acaba kullanacaklar, kullanırlarsa kim okuyacak, hodri meydan" dedim. declarative programming'i mi koyacaksınız vitrine ne yapacaksınız? ama kullandırmak istemeyen de kullandırmamalı. bu opsiyon da bir şekilde giriş yapan kullanıcıya popup olarak haber verilmeli, ya da onu yapacak teknik altyapınız yoksa mesaj olarak da haber verin, ya da ne bileyim olay ışığını yakın. "bir şey yapın ama."
bu yapılan "yaptım olduculuk", hatta daha da kötüsü "yaptım oldu, şimdi çıt çıkarmıyoruz beyler"cilik. istiyorsanız belki zorla da kullanın, ama bir "kullanıyoruz bunu bak, senin hayır deme şansın yok, ama haberin olsun istedik" de mi gönderemiyorsunuz? aynısı sözleşme için de geçerli, "sözleşmeyi değiştirdik, siteyi kullanmak için bunu kabul etmiş sayılıyorsun, haberin olsun" göstermek niye zor?
buna düşünürsem neden bulabiliyorum. "ekşi sözlük kullanıcısı tepkili bir kullanıcı grubu. böyle bir uyarı gelirse ortalığı ayağa kaldırır." e tamam da onun yerine gizli yapıp da sonra ortaya bu şekilde çıkınca daha mı iyi oldu? şimdi daha mi oluyor? kullanıcıyı kandırmayacaksın, cinlik yapmayacaksın; illa yapıcam dersen de o kullanıcının güveni kalmaz, her şeyi sorgulamaya başlar, normalde sorgulamayacağı şeyleri bile. dürüst ama üzerine anlaşılamayan servis, sinsi ve üzerine anlaşılmayacağını saklamaya çalışan servisten bin kat iyidir.
ben ekşi sözlükte 2 yıldır yazmıyorum. yazmayı bıraktım, çünkü baktım o anlaşmayı sağlayamadım. yazdığımdan zevk almadım, tartıştığımdan zevk almadım, kısmen önerilerde bulundum. baktım ekşi sözlük buna müdahale etmiyor ve de etmek zorunda da değil, "eh para kazanmak için var ekşi sözlük, buna kaynak ayırmaz, bunları çok umursamaz" dedim ve gittim. bence kötü değil, ekşi sözlük bundan pek etkilenmedi, ben de sevmediğim yerde durmamış oldum, herkes mutlu. "yazdıklarım da kalsın burada, helal olsun artık" dedim, küsüp de gitmedim, kapıyı açık bıraktım. belki bir şeyler değişirdi ileride.
ama bu olay artık farklı. "don't be evil"lık yapmıyor artık burası, bir şeyleri saklıyor, üzerini örtüyor. bunu proaktif şekilde yapmasa da "aa örtülüymüş bunun üstü, o zaman örtüyü kaldırmayalım böyle iyi" diyor. bunu diyorsa da, merak ediyorum sonra olanlara şaşırıyor mu?
***********************
2 dakika hikaye molası
***********************
arthur dent akşamdan kalma. normal bir insan arthur dent, hiç sıradışı değil. dün geceden anılar geliyor aklına, belediyenin nasıl evini yıkmak istediği hakkında. evet, evini yıkacaklar, otoyol yapacaklarmış.
bu da tam o anda evin dışında niye buldozerler olduğunu açıklıyor. arthur koşuyor, gidiyor, buldozerin önüne yatıyor. çünkü buldozer kötü. çünkü buldozer sinsi. buldozer, arthur uyurken arthur'un evini yıkmak istiyor. haber vermiyor.
arthur diyor ki, belediye bir mektup gönderse ne güzel olurdu, planlarını doğru dürüst söylemedi bana. mesela bir mektup? yıkım görevlisi diyor ki "planlama ofisimizde 9 aydır var bu!" arthur sinirleniyor.
"ne?" diyor. "onu bulmak için yerel planlama ofisine gittim, bodruma inmem gerekti, ışıklar ve merdiven çalışmıyordu, ve de planları kullanılmayan bir tuvalette kilitli bir bir dolapta buldum, tuvaletin kapısında da 'leopara dikkat edin' diyordu!" diyor. leopar kötü bir hayvan. leoparın kuyruğunu tutmayın.
o sırada ford prefect geliyor. ford, normal değil arthur gibi. pek sıradışı. ford arthur'un hemen pub'a gelmesini söylüyor, çünkü çok önemli bir mevzu var. arthur diyor ki, "olmaz, görmüyor musun burada yatmazsam evimi yıkacaklar". ford da ilginç bir insan, yıkım görevlisini arthur yerine orada yatmaya ikna ediyor. arthur'u da kapıp hemen pub'a gidiyor.
arthur içkisini alınca söyleyeceğini söylüyor: "dünya 12 dakika sonra yok olacak!". ortaya çıkıyor ki ford bir uzaylı.
garip bir adam demiştik zaten ford. boynunu etrafına, içinde sub-etha sens-o-matic diye bir şey olan deri bir çanta giyiyor mesela. bir de "otostopçunun galaksi rehberi" diye bir şey var elinde arada. bunu anlatmak zor, içinde bir sürü entry olan kutsal bilgi kaynağı gibi bir şey. hah, ekşi sözlüğe benziyor biraz aslında. ama kanzuk yok.
neyse, hikayeye dönersek, o sırada dünyayı yok edecek uzay gemisi yaklaşıyor. geminin komutanı diyor ki: "ben hiperuzay planlama konseyinden geliyorum, planlarımız var". evet, dünyayı yok edecekler, ekspres hiperuzay yolu yapacaklarmış. neyse ki tüm işlem iki dakikadan az sürecekmiş, dünyalıları pek düşünüyorlar.
"şaşırmayın" da diyor ses. bütün planlar yerel planlama ofisine, yani 4 ışık yılı uzaktaki alpha centauri'de vardı. bunları arada bir kontrol etmek sizin göreviniz. ah, doğru ya, sürekli orayı kontrol edecektik. ve de dünya yokoluyor.
bu, işte arkadaşlar, sözlüğün fikir babası "otostopçunun galaksi rehberi"nin girişi. ilk başta anlatılan kısım. eleştirdiği ilk şey bu. ve de ekşi sözlük, eleştirilen şeyin tam aynısını yapıyor. bir şeyden ilham almanın, o şeyin eleştirdiği bir şeyi yapmaması lazım sanki. neyse, olur o kadar. ah nasıl oldu da unuttum, bu ilk eleştiri değil. bundan önce insanların mutluluğunun küçük ye$il kağıtları değiştirerek mutlu olduğundan bahsediyordu, ama ekşi sözlükle alakası yok herhalde bu kısmın. ekşi sözlük parayı düşünmez çünkü, yazarlarının görüşüne değer verir, değil mi?
*******************
entry'ler siliniyor
*******************
bütün bunlardan sonra birçok ekşi sözlük yazarının tepesi attı. entry'ler silinmeye başlandı. bin, on bin, yüz bin. ben bunları yazarken 800 bin. tüm entry'lerin sayısıyla karşılaştırınca az, kendi içinde çok.
aralarında birkaç tane badim de var, aralarında turing de var. bu sözlük turing'i kaybetti arkadaşlar, bu sözlüğe bu kadar yoğun bilgi içeren entry girmiş kaç yazar var merak ediyorum. yoğunluğu geçiyorum, matematik ile ilgili entry yazan, bunu "pi'nin içinde benim adım varmış"tan biraz daha düzgün yapan kaç yazar var merak ediyorum. yazanı geçiyorum, 15 senede yazmış olan kaç yazar var merak ediyorum. son birkaç yıldır zaten "hah, okuyayım bari" diyeceğim entry yazan bir tek turing vardı, diğer "hah" diyeceğim badilerimin hepsi gittiler. takip edecek çok da badi kalmadı (arada tek tük yazan, sevdiğim çok badim var elbette, ama düzenli değil). badi entry'lerime günlük bakacağıma haftada bir, birkaç haftada bir baksam sorun olmaz bu noktadan sonra.
bu entry'ler silinirken kanzuk'tan bir açıklama daha geldi: bu sefer daha makul, ama yine benzeri hataları yapan bir açıklama. yine girişte "biz yaptık ama niye yaptık sorun"la başlıyor. bu durumdayken, niye yaptığınız kimsenin umrunda değil. bu entry'nin incelemesi otisabi tarafından yazılmış zaten, her dediğine katılıyorum, onları direkt tekrarlamayayım.
ama takıldığım nokta şu: entry'ler çok hızlı siliniyor diye dakikada 2 entry silinecek şekilde ayarlanmış, "hizmet vermek boynumuzun borcu" tadında ifadeler var. dünyayı sadece 2 dakikada yok edecek vogon'lardan bir farkı yok, ortada yapılan bir şey var ama iyi hizmet mi bunun tartışılması lazım.
kabul, ardısıra entry silen script'lere abanırsa insanlar elbet sözlük serverına yük binecek. ama neden "dakikada 2"? bu sorgulandı, sorgulanmasının nedeni de ekşi sözlük'e güvensizlik yatıyor. ekşi sözlük, şu ana kadar güvenilir, işler çevirmeyen, şeffaf bir yapı olsaydı dakikada 2'ye takılmazdı belki bu kadar insan. ama ben de soruyorum, neden dakikada 2?
bu niye sabit bir sayı bir kere? max zorin'in bir entry'sinde, ya da bir tweet'inde vardı sanırım: "sözlüğe az giriş yapılan gece artırılabilir bu". bu düşünüldü mü acaba? bunu kurallarla belirlemenize de gerek yok, sözlüğü yavaşlatmayacak şekilde en çok hangi hızda silinebiliyorsa onda silinsin. gerekirse dakikada 1 entry'ye düşsün, gerekirse 10 entry'ye çıksın. bu niye yapılmıyor? belki dakikada 2 çok mantıklıdır, ben web programcısı değilim, bunu bilmiyor oluşum beni haksız yapmayacak. çünkü dediğim gibi, sözlük kendisine bu güvensizliğini kendi yarattı, bu noktadan sonra "insanlar bana niye güvenmiyor" diye sorma hakkı pek yok. ya o güveni geri kazanacak, ya da insanlar gidecekler.
"sözlük altyapısıyla ilgili bu kadar detayı her merak edenle paylaşamaz ki" diye bir savunması olabilir bunun. paylaşamaz, ama sözlüğün geldiği bu noktada da insanlar tatmin olmuyor. bu çatışmayı çözmek için iki yol var: 1) ya paylaşır bir şekilde, paylaşacak insan gücünü edinir, başka bir şey yapar, bir şekilde çaba gösterir, kullanıcılar mutlu olur 2) ya paylaşmaz, uğraşmaz, kaale almaz, çaba göstermez; o zaman kullanıcılar da çeker gider. türk kullanıcısı dünyanın geri kalanındaki kullanıcılarla aynı beklentilere sahip olmak zorunda değil. bundan defalarca bahsedildi zaten, "ama facebook yapmıyor" bir kıstas değil, "şeffaf olamayız o kadar" da tatmin edici değil. kullanıcılar yıllardır bunu bekliyor, çünkü ekşi sözlük o güveni oluşturamadı. oluşturana kadar da insanlar cevap bekleyecekler.
başka bir konu da "her şeyi not alıyoruz. evet alıyoruz. hep değişeceğiz. alıyoruz" tarzındaki açıklamalar. bu şeffaflık değil, bir yazar olarak buna bakınca insanın içinde "bu sadece başından savma taktiği" diye ziller çalıyor. gelen size bir sürü soru var, istek var, 3-5 günde bir kanzuk entry girip bunlardan birkaç tanesine "planlarımızda bunlar var" diyor. e gerisi? bakılıp reddedilen fikirler hangisi? bakılıp "sonra düşünürüz" denilenler hangisi? birisi bir istek yazıyorsa bu okunuyor mu, ne oluyor, kim bakıyor, hiçbiri belli değil. istek yapmanın yeri de neresi bilmiyorum, "not alıyoruz" denen şeyler entry'lerden okunanlar mı?
bu eksiklerinden biri işte sözlüğün: sözlük küçükken belki ihtiyaç olmuyordu, artık ciddi bir "bu site nedir, nasıl kullanılır, kuralları nedir, iletişim yöntemleri nedir, teknik destek nereden alınır, öneriler nereye yapılır, şikayet nasıl yapılır" diye bir açıklama sayfasına ihtiyacı var.
hayır, en alttaki "sss" linki örnek değil buna. basınca bir başlığa yönlendiriyor, birkaç yüz entry var. arada resmi sorular-cevaplar, resmi olmayanlar, bkz'lar falan vesaire. ben merak ettiğim bir şeyi bu çöplük içinde aramak istemiyorum. arayacaksam resmi bir sayfa olacak, oradan bakacağım.
iletişim konusu da böyle. isteği nereden yapıyoruz? entry yazmamız yetiyor mu? twitter'dan mı bir yere yazıyoruz? "bakın şu hesap var buna yazmanız lazım" kabul edeceğim bir cevap değil, o hesabın varlığı yetmiyor, sitenin kendisinde nerede yazıyor bu?
sitenin altındaki "iletişim"e basınca 3 paragraf, 4 madde yazı çıkıyor, dikkat edilecek hususlar diye. ben hususa dikkat etmek istemiyorum, söylemek istediğimi söylemek istiyorum. küçücük bir bug ileteceksem, öneride bulunacaksam paragraflarca husus okumak istemiyorum, bunların husussuz, temiz mesaj kutuları olması lazım. bunlar olmayınca neyi, nereden not alıyorsunuz yahu, "not aldık" demeniz kimi hangi konuda ikna edecek?
ben o iletişim formunu doldurdum mu hatırlamıyorum, ama "kaç kere denedin, ona hemen yanıt veriyoruz, ah bak senin hatan"ı da kabul etmiyorum. ne olduğu belli olmayan formu doldurmak istemiyorum, e-mail adresi vermek istemiyorum. orada mesaj alabilen hesabım var, niye e-mail vereyim üzerine?
[[ek: bundan sonra ssg açıklama entry'si yazmış, "şu açıdan sınırlanması lazım" diye. okumadım. nedeninin söylenmesinin yetmeyeceğini söyledim, tekrar altını çizeyim. sorun tek bir sorunun cevabının olmaması değil. sorun, bu cevap gelene kadar bir hafta geçmesi. sorun, bütün bu sürecin yazarların "bu kadar yazar kendini uçurmasa bu cevap gelecek miydi" diye merak ettirmesi. balık tutmayı artık bilmesi gereken adama balık uzatamazsınız, balık önemli değil, bunun kalıcı olarak bitmesi önemli.
biraz baktım yorumlara sorunu gelire, sözlükçülerin para kazanamamasına indirgeyenler var. yapmayın yahu, ben fakirlikten ölüyorum ama sözlükten kazanacağım para yerine gidip mcdonalds'ta çalışsam bile daha garanti ve daha çok param olur. para umrumda değil, insanlarla bilgimi paylaşacağım, öğreneceğim ortam umrumda. hiç gerçekçi olmamasını geçiyorum, olur da sözlükçülere para dağıtılırsa bir şekilde bu varolan sorunları çözmeyecek]]
****************
değişen debe'ler
****************
bir süredir debe yayınlanınca en geç bir saat içinde okuyorum. sonra gün içinde bakıyorum ki, bazı entry'ler duruyor ama debe'den çıkmış. başlarda "yanlış hatırlamışımdır, debe'de görmemişimdir de kendim beğenmişimdir" dedim. bir kere oldu, iki kere oldu, artık bir yerden sonra debe listesini yayınlandıktan sonra saklamaya başladım.
ve de belki bir hafta inceledikten sonra debe'de değişim yakaladım. bu "entry sahibi entry'yi silmiş" tarzında değil, entry çıkarılıp entry ekleme tarzında; veya entry debe'den çıkarılmasına rağmen entry'nin silinmemiş olması tarzında (yani "götümüze girebilir" tarzı bir entry değil demek). turing'e rica ettim, başlığını açtı, sanırım o entry de debe oldu. ama bu kadar ilgi çekmesine rağmen sonra resmi açıklama gelmedi bildiğim kadarıyla. o debe niye değişti? bir kere debe ne? neye göre belirleniyor zaten? fav mı etkiliyor? beğen tuşu mu etkiliyor? yukarıda bahsettiğim gibi, bunların açıklamaları nerede? "ama twitter da like'ın ne anlama geldiğini söylemiyor, isteyen okudum demek için kullanıyor, isteyen beğendim demek için" demeyin, ben anlamını sormuyorum, orada işleyen mekanik süreci soruyorum. her gün yayınlanan bir liste var ne olduğu belli değil. bir de arada bir değişiyor. sözlük yazarlarının az çok önem verdiği bir liste bu, bu soruların cevabı nerede? bu soruları not alacak mısınız? doğru yere mi yazdım şimdi mesela?
bu sonra bir kere daha oldu, ilkinden ses seda çıkmayınca ses etmedim ben de. sonra bütün bu olaylardan sonra ayi teddybearogullari bir sözlüğü bırakma entry'si yazdı ve debe'ye girdi. ancak o da ne, ertesi gün o entry yok debe'de, ama silinmemiş de. kendi de silmemiş, entry'de silinecek bir içerik, hakaret yoktu. evet sorum bu yine: niye? bunu turing yine sözlüğe taşıdı, ancak yine ses seda yok.
bunun üzerine kanzuk'a twitter üzerinden de tek bir thread altında soruldu, hatta son iki bölümde bahsettiğim bazı şeyleri ben de sordum. şu ana kadar cevap yok. "not aldık" demiyor. mahkeme duvarı.
"cevap veremem ki herkese, not alıyoruz ama", daha yukarıda anlattığım gibi kabulüm değil artık. "not alıyoruz dedik ya yahu!!"nun kendi başına bir anlamı yok.
düşünün, devlet sizden "belge getirin" diyor, devlet dairesine gidiyorsunuz, belgelerinizi nereye bırakacağınız belli değil. bir gişe buluyorsunuz, belgelerinizi bırakıyorsunuz, gişedeki memur almıyor. "alacak mısınız" diyorsunuz, yüzünde ifade yok. sonra bırakıp gidiyorsunuz, içiniz rahat değil. doğru yere mi bıraktınız? gişeye mi bırakacaktık, onun için bir ofis mi vardı? memura verdik ama aldı mı onu? sonra bunun üzerine şikayet ediyorsunuz, size "yahu getirin dedik getirdiniz daha ne istiyorsunuz!! biz belgeleri kabul ediyoruz dedik" diyemez. ediyorsunuz da detayı nerede? geri dönüş nerede? "5 tane belge aldık arkadaşlar" geri dönüş değildir, o belgeler kimin, nereden geldi, nereye bırakıldı bunları söylemiyorsanız bu geri dönüş falan değil.
bunun sonrası da 8 mart'taki yazar alımında, sonra yapılan "biz sizi dinliyoruz, bak dinledik, bakın çok iyi oldu" tarzı açıklamaya geliyor. tamam, bu kendi başına iyi de, geri kalan bir sürü cevapsız soruya, şüpheli olaya ne oldu? 10 tane kötü şeyden sonra 1 tane iyi yapınca eskileri unutabiliyor muyuz? kim koydu bu kuralı? bu "aa sözlük yazarları dinliyor, iyi oldu bu" denilecek bir şey değil, insana ailesinin bilerek kazanmasına izin veren çocuğu getiriyor. sözde kazandı da, gerçekten kazanmadı ki. sadece kaybetmenin üstünü örtüyorsunuz.
*********************
sözlük neydi, ne oldu
*********************
sözlük benim lise yıllarımda büyük bir şeydi. "ben yazarım" deyince etrafınızdaki insanlar "aaaa" derdi. o zamanlar da sitenin ne olduğu, nasıl yazar olduğu, nasıl kullanıldığı net değildi, ama daha küçüktü, çok batmıyordu. bir arkadaşım mesela "beni farketsinler" diye sürekli sitede duruyordu. sonra benden birkaç yıl önce yazar oldu, ben de kıskandım (habis kıskanma değil, "keşke bende de olsa" kıskanması).
bundan birkaç yıl sonra yazar oldum, ama yazarken korktum. geçen gün hooker with a penis'in bir entry'sinde vardı sanırım, "silerler diye korkarak yazardık" diyordu, gerçekten öyleydi. ben bkz verirken sadece entry numarasını yazıp bırakmışım ilk yazdığım entry'lerin birinde, sonra silindi. bu içime oturdu, bir süre yazmak istemedim. o zaman yaşım küçükçe zaten, kimseye pek anlatacak bir şeyim yok. şu anda anlatacak bir şeyiniz yoksa bfik yapa yapa entry doldurabiliyorsunuz, onu yapamıyorduk biz.
ve de cidden çok şey öğrendim sözlükten. hem bilgi öğrendim, hem insan psikolojisini öğrendim. tartışmayı öğrendim. dün vulpius'un bir entry'sinde şunu gördüm: "zira o yazı aynı anda onu okuyan başka kişilerde de bir yer edinerek ortak bir hafızanın eseri olur. bir yazının arandığı yerde bulunamaması, o ortak hafızayı baltalar."*
buna katılıyorum ben, sözlükte yazmayı bırakınca entry'lerimi silmek istemedim. bazılarını birçok insan okudu, bazıları cidden bazı okurların hafızasında yer etmiştir. bazıları da sadece o bağlamda anlam kazanıyor, o bağlamdan eksilince de bağlamı yok ediyor. "ben gidiyorum, geri kalanlar da umrumda değil" demek istemedim, entry'lerim kaldı.
yazmayı bırakınca, yazmasam da okur olarak oldukça aktiftim. okudum, favladım, entry paylaştım, hala çok şey öğrendim. geçenlerde yine turing'le konuşurken farkına vardım, "belki de hayal ettiğimiz nesil yoktur *, yeni nesil de çok farklı" dedi. turing az çok benim akranım, benim sözlükte tanıştığım birçok insan da öyle, ya da benden daha yaşlılar. ancak geriden bir nesil geliyor ve bu nesil farklı. bu nesil içinde "bilgi entrysi" giren çok az yeni yazar var, ve de öyle gözüküyor ki bunlar ne kadar beklesek de sözlüğün eski hallerini geri getirmeyecek. sözlüğü belki başka bir yer haline getirirler, belki kendi içinde güzel olur, ama benim ve benim etrafımdaki kimsenin olmasını istediği yer değil. godot çoktan öldü.
profesyonel bir yönetim altında belki derdik, ama görünen o ki bu yönetimle de her şey daha kötüye gidecek. ben sözlüğün para kazanmasına karşı değilim. ben sözlüğün ekşi şeyler'den daha fazla para kazanmasına karşı değilim. ama ben sözlüğün bir karakterinin olmamasına karşıyım. sözlüğün kaybettiği güveni geri kazanmaya yeltenmemesine karşıyım. yeltenir diye bekliyorum tema değişikliğinden beri, yeltenmiyor. her açıklama birbirinden kötü, birbirinden anlayışsız.
sonuç olarak ben de entry'lerimi silme kararı aldım. bu "beni haketmiyorsunuz" demek değil, sadece kolektif hareketin parçası. bu "inanılmaz şeyler yazdım, burada durmayı haketmiyor" demek de değil, o kadar da önem vermiyorum yazdıklarıma. bu bana göre "direniş" değil, direnecek bir şey kalmadı. artık bir şey beklemiyorum sözlükten, git ya da gitme, there is no diren.
bu entry'yi yolladıktan sonra, bu entry dışındaki tüm entry'leri sileceğim. fav'larımı da üşenmezsem geri çekeceğim, sözlükteki bilgi birikimine, "fav ağı" olarak olsa da bir katkım kalsın istemiyorum. bundan sonra ekşi sözlük'le de bağım kalsın istemiyrum. twitter hesabımdan profil linkini dahi siliyorum, twitter'dan da entry paylaşmayacağım bundan sonra. çünkü sözlüğün bu anlayışla herhangi bir aktivitemle doğrudan veya dolaylı olarak hit almasını istemiyorum, sözlük hakkında konuşulmasını istemiyorum, çünkü haketmiyor. mesajlarımı birkaç gün içinde kapatacağım, ulaşmak isteyen nereden ulaşacağını bulabiliyor.
[[bir ekleme daha: "neden hesabını silmiyorsun, aynı şeye gelmiyor mu?" pratikte geliyor, bu entry silme eylemleri başlamasa, ben de aynı şekilde sinirlensem bu şekilde yapardım. bunu yapan çoğu yazarın aksine, "badilerimi okurum", "arada bakarım" da demiyorum, en azından düzenli girmeyeceğim siteye. ama yine de istediğimde "arada bakarım" diyen yazarın da istediği şekilde bunu gerçekleştirmesini savunmak, ve gerçekleştirebilmesinin kolay (veya zor ve şeffaf) olmasının, ve de anlattığım diğer her şeyin altını çizmek için bu şekilde gerçekleştiriyorum. birisi "ekşi sözlük'ten nefret ediyorum, ama kısaltılmış linke basıp da açmış olurum, kör olmak istemiyorum beyaz temayla, sırf onun için sözlüğe giriş yapabilmek istiyorum" diyebilmek istiyorsa diyebilmeli]]
sağlıcakla kalın.
s.e. -
17. bir mekanın kalitesiz olduğunu gösteren detaylar
televizyon ekranlarında powerturk'ün açık bırakılıp arka fonda dımtısdımtıs yabancı müzik çalması.
-
18. 10 mart 2016 hanıma döşeyeceğim kablo
çaylaklık günlerimi aklıma getiren başlıktır. bir veya bir buçuk yıl beklemiştim.
vay anasını be. -
19. ekşi sözlük
ya arkadaş kafayı yiyeceğim. bugün debe'de stevemcqueen’in talepleriyle dolu entry’sini okudum. yok efendim “özür dilesin. tüm görevlerinden istifa etsin. sözlüğün tüm geliri yazarlar arasında pay edilsin” falan filan. bu nasıl kezbanlık anlamıyorum. stevmcqueen de hoş adamdır, severim de ama nedir abi bu ya, kaç yaşında adamsın. uzlaşmak bu mu?
beri yandan otisabi ayrı kezbanlık yapıyor “şunu yaptın mı? yok. cevabın var mı? yok. öteyi beriyi ettin mi? yok. onu bunu verdin mi? yok. bir yıldönümümüzü önce sen hatırladın mı? yok. ben senin anneni her anneler gününde aradım. sen benimkini aradın mı? yok.” n’apıyorsun abi ya? bir sevgili tripleşmesine girmiş tüm akil tayfa, o ona küsüyor, o ona trip atıyor. otisabi’nin burada yaptığı tam 99 ekşi sözlük çocuklaşması. muhatabını suçlamalarla, sarkastik ithamlarla oyuna çekecek, muhatabı cevap verecek, sonra o ona cevap verecek. karşılıklı laf sokuşacaklar. “ooo o nasıl ayar verdi, ooo bu nasıl ayar verdi. sen ayar vermedin, ben ayar verdim.” ne gerek var efendim bunlara. hobi olarak yine yap da şurada iki dakika ciddi konuşuyoruz. ki otisabi’yi de severim, çıksa şurada akılcı bir şekilde sorun tespit etse, sorun üzerinden çözüm fikri sunsa mis gibi rasyonel bir çözüm üretme zemini oluşacak.
kanzuk zaten iktidar partisi gibi davranıyor, stevemcqueen çıkmış hdp’cilik oynuyor, otisabi tam bir muharrem ince. en çok şukuladığım yazar olan immanuel tolstoyevski mansur yavaş gibi zaten, kendini savunuyor sonra da kendine yönelik yapılan eleştirileri bertaraf etmek için azıcık nalına vuruyor. ssg olmuş abdullah gül, kalpleri ısıtan munis tavrıyla övüyor da övüyor. ya kardeşim, kaç yaşında adamlarsınız, elle tutulur, azıcık kırıntı mahiyetinde bir rasyonellik bile yok yaklaşımlarınızda ya. bütün refleksleriniz duygusallıktan öte gidemiyor. rica ediyorum, uzlaşmak bu değil. uzlaşmak sadece talep öne sürmek değil. suçlamak değil. tripleşmek değil. kendini savunmak değil. uzlaşmakta sen, ben yok, sorunlar var, somut meseleler var.
sen boşanıyor musun da “benden özür dileyeceksin. pılını pırtını toplayacaksın. kedi de bende kalacak” filan diye ağlıyorsun. yapmayın abi bunu. bir kriz anını resmen “vurun abalıya” durumuna çevirdiniz. kanzuk’u kişisel ihtilafımdan dolayı sevmiyorum ama siz de işin bokunu çıkardınız.
adam olaylardan beri çıkıp, adım atacağına dair bir sinyal vermişken, bu meseleleri çözmeye dair bir vaat vermişken, bunu medeni bir tartışma ve uzlaşma zeminine çekebilecekken, tam tipik türk siyasetinin uzlaşmadan uzak, rasyonellikten uzak, tamamen tek taraflı kazanıma odaklanmış çirkin kavga zeminine çektiniz olayı. istem inönü yerine stevemcqueen’i gönderseydik lozan’a sıçmıştık yani. “ingiltere, mingiltere özür dilesin. türkiye’den çekilsin. yunanı da yanına alsın. on iki adaları bıraksın. londra da bizim olsun. bundan sonra dünya üzerinde bir karara varılacaksa önce türkiye’ye sorulsun.” vallahi bravo yani abi.
bakın. yapacağımız şey basit. suçlamalardan, saçma sapan duygusal isteklerden, saçma sapan kezban tripleşmelerinden uzak durarak önce sorunları tespit ediyoruz. böylece bu tartışma zeminini nedensel bir çatıya oturtuyoruz. bu tespitlerle altlığımızı oluşturduktan sonra, bu sorunları nasıl çözebileceğimizi tartışıyoruz. ardından da bununla ilgili, anlaştığımız konuları, ya da anlaşmayla alakalı bir durum söz konusu değilse, fikir birliğine vardığımız çözüm yollarını devreye sokuyoruz. dolmabahçe görüşmesine çevirmiyoruz işi.
nedir o zaman sorunlar?
1) kullanıcı sözleşmesinin tutarsız ve kullanıcı aleyhinde olması
sözleşmenin kullanıcı aleyhinde olması, hukuki açıdan bir sorun teşkil edebilecek olmasına rağmen, ileri vadede kullanıcının markaya olan inancını zedeleyecek ve ekşi sözlük’ü internetin tozlu sayfalarına gömebilecektir. her ne kadar butik bir işletme olsa da, ekşi sözlük kullanıcı tarafından doldurulan bir yer olduğu için, kullanıcı memnuniyeti en üst seviyede olmak zorundadır. bu yüzden kullanıcı sözleşmesi yenilenmelidir, hukuk dışı ve kullanıcı aleyhinde olmamalıdır.
bu konuyla alakalı kanzuk başlığında, şahsi fikrime göre sözleşmede tutarsız ve hukuk dışı olan konuları belirttim. (bkz: #59021394) bu konuyla alakalı hukukçu arkadaşlar ve bir halkla ilişkiler uzmanının oturup çalışması gerekir.
2) içeriği üreten yazarların hiçbir surette gelir elde edememesi
içeriğin yakıtı motivasyondur. en önde gelen motivasyon ise paradır. paraya dönüşmeyen hiçbir içerik süreklilik arz edemez. unutmayalım ki dostoyevski’ye en iyi işlerini yazdıran da paradır. bu yüzden içeriğin kalitesini artırmak ancak ve ancak güzel bir gelir modeliyle sağlanabilir.
bu konuyla alakalı fikirlerimi, neler yapılabileceğini, nasıl yan ürünler oluşturulup, reklam birim ücretlerini artırarak yazarların da gelir modeline dahil edilebileceğini ekşi sözlük başlığında yazdım. (bkz: #59049037)
bu yazıda debe’nin bir tescilli ürün olması hasebiyle, daha değerli olması gerektiğini, debe’ye alternatif olarak sadece istatistiki değeri olan en çok şukulananlar, en çok fav’lananlar listesinin de olması gerektiğini, debe’nin farklı bir algoritmayla “yarramiyo” bakınızlarından kurtulup, rafine, kaliteli bir ürün haline getirilerek daha pahalıya satılabileceğini ve bu sayede debe’ye giren yazarlara telif ücreti verilebileceğini söyledim.
yani kanzuk’un hoşuna gidecek tabirle range rover satıyorsun. hem full dinamik paketi var, hem daha alt paketi var. böylece “20 bin fazla vereyim ama full olsun” diyeni de “gerek yok 20 fazla vermeye, o özelliği işime yaramayacak” diyeni de çekebiliyorsun. hem görece kalitesiz, hem daha üst ürünü müşterilerine sunuyorsun ve bu içeriği dolduranların da emeğinin karşılığını veriyorsun.
yazar arkadaşlarımızdan paul muaddib çok güzel bir formül hazırlamış. bana mesaj vasıtasıyla gönderdi. şu linkteki excel tablosunda gelir dağılımıyla alakalı türetmiş olduğu formülü görebilirsiniz: https://drive.google.com/…vgvqckk/view?pref=2&pli=1
paul muaddib’in formülünü beğendim. tabi bir finans uzmanı bunu optimize etmelidir ama mantık olarak hoşuma gitti. buradaki tek farklı düşüncem, bu formülün gelir için değil debe listesine girecek entry’lerin seçimi için uygulanması. yani referansı yüksek olanın oyuyla, referansı düşük olanın oyu bir olmamalı. sonuçta bu bir genel seçim değil, estetik kaygısı olan da bir derleme eser ortaya çıkarıyorsun debe ile.
3) ekşi şeyler
2’inci maddede yazdıklarımın çoğu burası için de geçerli. yine debe gibi, farklı görselde bir featured content oluşturursun ve buraya giren eserlerin sahibi belli bir pay alır.
4) tema değişikliği
yeni tema ile ilgili kullanıcı geri dönüşü çok olumsuz oldu. bu olumsuzluk ve devamındaki olumsuzlukların çığ gibi büyümesi toplu kullanıcı terkine sebep oldu.
5 numaralı sorundaki çözüm önerisi ile bu işe başlanmış olsaydı çok daha olumlu tepkiler alınabilirdi. en azından şu anda sözlüğün bir yerine bir ay boyunca orada kalacak bir anket kutucuğu konulup kullanıcılara yeni anketi nasıl bulduklarını ve anketin sonucuna göre düzenlemelere gidilebileceğini söyleyebilirsin. “sevdim. sevmedim. sevdim ama iyileştirilebilir. sevmedim ama iyi hale gelebilir” diye dört şıktan kendine bir ay sonunda güzel bir istatistiki değer çıkarabilirsin. ankete oy vermeyi de mükerrer olmayacak şekilde oyunu değiştirebilir hale getirirsin.
5) ekşi sözlük’ün iletişim sorunu
iletişim, halkla ilişkiler ciddiye alınması gereken bir iştir. özellikle yöneticilerin çok fazla göz önünde olmaması, onun yerine bu işi yapan bir ekibin olması hem görüntüyü daha profesyonel kılar, hem de kullanıcı ile daimi bir iletişim içinde olunması kullanıcıdaki sadakati artırır.
ssg’nin de zamanında yaptığı gibi, kanzuk iplikçi kadının götü gibi sürekli konuşmamalıdır. çok ciddi bir halka ilişkiler sorununuz var beyler. şunu da unutmayın, bütün dünyaya da genelleyebiliriz ama bizde daha had safhada olan bir yönelim var: gizemli adama duyulan hayranlık.
var mısın yok musun’daki hamdi bey olsun, arkadaşım hoş geldin’deki yönetmen olsun, fuatavni olsun, gizemli kişiye karşı duyduğumuz bir hayranlık var. sen vırt gel ağızlı olmasan da, arada bir konuşsan, çok nadir, ay tutulması nadirliğinde ve girdiğin konular zuckerberg’inki gibi işinle alakalı değil de geneli ilgilendirecek konular olsa çok daha fazla saygı görürsün. sen niye hem başbakan, hem başbakan yardımcısı, hem içişleri bakanı hem de hükümet sözcüsü olmak istiyorsun ki? özeniyor olabilirsin de, o bile bu kadarını istemedi.
bul iyi bir halkla ilişkiler uzmanı. iletişimi o yönetsin. sen belli ki anlamıyorsun bu işten ve zarar görüyorsun. belki de iyi niyetlisin ama bunu anlatamıyorsun. sen girme o topa.
bak mesela şu son sürecin bu kadar büyümesinin en büyük sebebi iletişimi hatalı kurman.
golden circle diye muhteşem bir iletişim tekniği var.
rahmetli steve jobs’un iphone’u böylesine bir marka yapmasının arkasında yatan en büyük unsurların başında gelir bu teknik.
nedir golden circle?
https://thundafund.files.wordpress.com/…-circle.png
golden circle içten dışa çıkan, daha güzel ifadeyle detaydan genele çıkan bir iletişim stratejisidir. ürünü satmak için önce kişide motivasyon yaratmak gerektiği savıyla yola çıkar.
üç soru vardır bu stratejide.
neden, nasıl ve ne?
bu stratejiye göre önce neden ile başlarsın. bu ürünü neden yaptığını anlatırsın. sorunları dile getirirsin, altlığını oluşturursun ve insanları önce anlattığın konuların gerçekten sorun olduğuna ikna edersin.
ardından nasıl kısmına geçersin ve bu sorunları çözmek için nasıl bir yol izlediğini anlatırsın.
ve finale geldiğinde anlatmana değecek çok fazla bir şey kalmamıştır. ne sorusunun cevabı zaten bellidir. tüm bu sorunları ortadan kaldıracak senin ürünün.
steve jobs çıkar “insanlar yol bulamıyordu, adres bulamıyordu, konuşurken mail atamıyordu. bu şöyle soruna yol açıyordu, böyle soruna yol açıyordu” diye seni ikna eder. “bak yol bulmak için şöyle bir şey yapılabılır” der yolunu gösterir ve “ahanda yol bulmak için işte biz bu iphone’u yaptık” der ve sen onu alırsın. iphone’dan daha iyi telefonlar “amanda şöyle süper bir telefon yaptık, bak şöyle özelliği var” diye lafa başlar ve gerisi gelmez. çünkü ne yaptığının değil, neden yaptığının bir önemi vardır.
sen şimdi daha ilk gün kalkıp “ya bütün dünya kullanıyor bu temayı arkadaş, böyle bir şey olabilir mi? çağa ayak uydurmakta herkes zorlanıyor” zaten diyerek yaptığının üstüne tüy diktin. bu çok yanlış bir iletişim yöntemi.
sen kalkıp neden beyaz yaptığınla alakalı kendini de ikna edecek bir altlık oluştursaydın, atıyorum “arkadaşlar yaptığımız araştırmalarda beyaz dışındaki renklerle kurulan sitelerin gözü bozduğunu öğrendik. al bak araştırma” diye link bile verseydin mesela ya da eski tasarımda nelerin çok yanlış, kullanıcıyı rahatsız eden özellikler olduğunu söyleseydin, sonra bunun için ne yaptığını anlatsaydın ve en sonunda “tüm bunları göz önünde bulundurarak yaptığımız çalışmalar sonucunda bu yeni temaya geçtik” deseydin çok daha az tepki alırdın.
sana tepki geldiğinde tüm tepkileri kabul edip, bunları özümseyip, bunlardan yola çıkarak bir cevap verseydin krizi yönetebilirdin. tekrar söylüyorum, bu krizi bu şekilde sen yönetmek zorunda değilsin, yanına al bir uzman halkla ilişkilerci, tüm bu iletişim stratejini o belirlesin.
el netice; (şahsi fikirlerdir) proje bazlı bir finans uzmanı bul, gelir ve debe modeli belirle.
daimi halkla ilişkilerci bul, yeni bir iletişim stratejisi belirle. hatta mümkünse şu komikli şeylerden kurtul. halen giriş yapmaya çabala filan yazıyor ya, komik misiniz nesiniz.
yeni sözleşmeyi halkla ilişkilerciyi de işin içine katarak hazırla.
bu kadar yani. bu konularda da insanların fikrini almaktan çekinme abi. kanzuk’u sevmiyorum ama bu konuda fikri olarak ortaya atabileceğim bir şey varsa, geri de durmam. ekşi sözlük’ü seviyorum çünkü ve buradan dolaylı maddi ve manevi kazanımlarım oldu. tüm bunların dışında özel bir işletme olsa da bu platformun kamunun yararına olduğunu düşünüyorum. o yüzden kamu yararı gözeterek, burayı herkes için iyileştirmek adına elimden geleni yaparım.
aklı çalışan, kodaman sözlük ağabeyleri de kezban gibi tripleşmeyi bitirse, linç primitifliğinden kurtulsa, şuraya fikir atsa da, şu iş karşılıklı uzlaşmalı, katılımcı bir akılla çözülse. -
20. volkan demirel
bugün çıkardığı topu muslera 4 gol yediği herhangi bir maçta çıkarmış olsa hakkında 120 tane entry girilirdi.
-
21. wesley sneijder'in amsterdam'daki evi
hanıma gösterdim bu ev temizlenmez dedi istemedi.
not:ruhumuz fakir. -
22. vodafone arena
açılış maçını ayarladım beyler. siyah formasıyla yabancılar, beyaz formasıyla yerliler. buyrun kadrolar ;
siyah takım :
1- oscar cordoba
2- antonio zago
3- stefan kuntz
4- marcus münch
5- guti hernandez
6- daniel pancu
7- fani madida
8- osvaldo nartallo
9- daniel amokachi
10- les ferdinand
11- pascal nouma
teknik direktör gordon milne
beyaz takım :
1- rüştü reçber
2-recep çetin
3-gökhan keskin
4- nihat kahveci
5- rıza çalımbay
6- mehmet özdilek
7- feyyaz uçar
8- ali gültiken
9- metin tekin
10- ilhan mansız
11- ahmet dursun
teknik direktör : samet aybaba
yok barcelonaymış yok real madridmiş. al abicim sana krallar gibi maç. bu adamlar ne zaman bir araya gelir böyle ? bastır birde hatıra tişörtü ve forması. biletlerini bile çerçeve yapıp asarsın yeminlen.
edit:mesaj atan arkadaşlar var. hacılar 50'ye 50 kadro yapacak halimiz yok değilmi ? en güzeli, kulüp resmi sayfada bir oylama yapar. oylarla belirleriz kadroları.
edit2: skender uyardı. sergen yalçınsız olurmu hiç.atladık onu valla.
edit3: no sd uyardı. başkanın ali gültiken ile arası iyi değilmiş.
edit4: bu adam adam olmaz diyor ki teknik direktör rasim kara olmalı. -
23. 10 mart 2016 otobüsteki mavi ojeli kız
-
24. bütün entry'lerini silen yazarlar listesi
1654 entry ile benekli
2002 ocağının 16. günü başlamış çaylaklığım. kuvvetle muhtemel iki gün sonra yazar olmuşum. 4. nesil. 14 yıl. hayatımın üçte birinden uzun. şaka gibi.
tema benim açımdan çok büyük bir problem değil, en büyük problemim, benim için çok şey ifade eden, eski ek$isozluk logosunun o sol üst köşede olmaması. çünkü o logo bir grafikten çok daha fazlasıydı. reklamları adblocker kullandığım için görmüyorum, tema ile ilgili sıkıntım, devamını okuyayım rezilliği. o konuda bile beni sözlüğü bıraktıracak kadar büyük problem yaşamıyorum.
problemlerimi ise, özellikle sözleşme konusunda peder zickler’in #59049037 ve #59025652 no’lu entry’leri, yönetimin yaklaşımı konusunda otisabi’nin http://aralaragiriyorum.tumblr.com/…nzuk-açıklaması blog’u, belki de en önemlisi sözlüğün geldiği nokta konusunda aran suildur’un #59088302 no’lu entry’si belki de benim anlatabileceğimden bile çok daha iyi özetliyor.
(bu arada entry’lerin referans numaraları da kalkmış… negzel)
fakat, bunca senelik ilişkiden sonra, konuşmamak doğru değil. iyi bir closure’ı hakediyor. söylemek istediğim çok şey var, ama tekrara düşmemek ve düzgün söyleyebilmek önemli. 2004 yılında ortalamalaşan sözlük başlığına yazdığım (şimdi de sildiğim) aşağıdaki entry, aslına bakılırsa olacakların habercisi gibiymiş:
------------------
"ortalamalasmanin nesi kotu?" diyen arkadaslara her ne kadar "bundan bundan bundan" diyemesem de, ortalamalastigi grubun (ki bu grubun da ne kadar turkiye ortalamasini yansittig tartisilir, hadi internet kullanma sansi olanlarin ortalamasi diyelim.) sozluge yaklasimi korkutucudur.
donup baktigimda, korkunc bir gercekle karsilasiyorum. sozluge yeni katilan insanlar, sayi bakimindan cok olduklarindan midir, yoksa, basindan beri "sozlugu ozgurce yarrak yazilabilen yer" olarak gorduklerinden midir, (ki sozlugun ozgurce yarrak yazilabilen bir yer olmasi onemlidir ama yarragi nasil ve neden yazdiginiz daha onemlidir) basindan beri soylenen "yazarken özenin!" sozu onlara hicbir sey ifade etmemektedir. bu sozlukte, insanlar gercekten ozenirdi vaktinde. insanlar gercekten "yazar" olmaktan gurur duyardi, gercekten yazarlardi. cunku. simdi donup baktigimda, en azindan kisisel deneyimim, ben artik yazmak istemiyorum. daha da kotusu istesem de yazamiyorum.
unutlmamasi gereken bir nokta var. sozluk, "kutsal bilgi kaynagi" oldugu kadar, kollektif bir bilinci de temsil etmekte. hic kimse, "benim bir baska entry'den etkilenip de yazdigim bir entry yoktur" diyemez sanirim. sozluk, eglenme, bir seyleri merak etme kadar, ayni zamanda dusunme, ogreme hatta tartisma ortamiydi. ama giderek bu ozelligini yitiriyor. amdan gotten baslik acmak, yalarim entry'leri girmek birilerini cok eglendiriyor olabilir. ama ben gunun basliklarina baktigimda, artik altina hakkinda kafamda bir tanim veya verebilecegim bir ornek bulamiyorum. sanirim benim durumumda olan bir cok insan vardir, cunku artik kisilerin kafasindan cikmis, ozenilmis entry'ler bu sozlukte bulamiyorum.
bu ben uzuyor, cunku burada tanidigim ve sevdigim, tanismasam da birgun tanistigimda sevecegime, ya da konusmaktan zevk alabilecegime inandigim insanlar vardi. ortalamalasmak bir ifade bicimi, dogru tanim ortalamalasmak mi, yozlasmak mi, ozensizlesmek mi hangi tanimi secersen secin. ama yakinda sozlugun ismi #zurna olursa sasirmayin.
------------------
keşke burada kalsaydı, keşke artık hergün sözlüğe girdiğimde beni iğrendiren, kızdıran başlıklarla, entry’lerle karşılaşmak, foruma dönen bir ortamı görmek, formatın mahvolduğunu görmek zorunda kalmasaydım. entry’lerimin bunun bir parçası olmasını istemiyorum. işte bundan siliyorum.
sözlükle bir gönül bağım olduğu kadar, hukuki bir sözleşme bağım da var. bu sözleşme, benim kabul ettiğim sözleşme, yenilenen, kendine yontan, acemice kanunlara aykırı hazırlanmış, daha da kötüsü, artniyetle hazırlanmış olan sözleşme değil. ben bu sözleşmeyi kabul etmiyorum. işte bundan siliyorum.
sözleşmeler, kötü günler, anlaşmazlıklar içindir. ssg sözlük yönetimindeyken, sözlüğün yönetim biçimini faşizm olarak kabul etmiştik. fakat sevgili ssg ile sayın kanzuk arasında benim açımdan büyük bir fark var. (ikisiyle de şahsi herhangi bir tanışıklığım yoktur.) herhangi bir problem yaşadığımda, (ki hiç yaşamadım) ssg ile bu sorunu bir şekilde çözebileceğime güveniyordum. bu güven benim yazmam için en büyük sebepti. kanzuk’a güvenmiyorum. işte bundan siliyorum.
en son olarak, burada yazılanların paraya dönüştürülmesine karşı değilim, aksine bunun olması taraftarıyım. fakat bu o kadar nobranca, o kadar acemice yapılıyor ki inanamıyorum. türkiye’nin son 17 yılının tüm trendlerini, tüm konularını neredeyse içeren, yazar, çaylak, ve okuyucularım eğilimlerini bu kadar detaylı içerisinde barındıran bir ortamda, reklam gelirleri ile, bu reklam gelirleri için de herkesin her şeyi langur lungur yazdığı, her köşenin bu reklam gelirini arttıracak şekilde kullanılmaya çalışıldığı bir yer haline getirmek, acemilik ve iş bilmezliğin yanı sıra aç gözlülüğün de sonucu olsa gerek.
bana bu, iskenderiye fenerinin taşlarını bir kalede kullanmayı, rodos heykelini para basmak için eritmeyi, kaz dağları’nın, artvin’in eşsiz faunasını maden için kazımayı hatırlatıyor. dünyada eşi olmayan bir ormana, her ağaçtan, her kuştan oluşan bir ormana, yakacak odun yapıp satmak için baltalarla girmeyi hatırlatıryor. entry’lerinin bu tür bir para kazanma ya da ekşi şeyler denilen ortamda kullanılmasında yazarların bana göre sözlük’ün para kazanmasından daha çok derdi; özenle yazdıkları entry’lerinin kendi elleriyle yetiştirdikleri fidanların bu nobranca kullanımı yatıyor. insan, mimar sinan acaba selimiye önünde ve içerisinde, hanutçuların, işportacıların bir kara kalabalıkla burayı ziyarete, ibadete, esinlenmeye gelenlere mal satmaya, kollarından çekiştirmeye çalışırken görseydi ne hissederdi, onu düşünüyor.
halbuki, sözlüğün istediği artık, altı avm olan, otopark olan, iki üç günde yapılmış, sıvası eksik, minaresi yağ bidonlarından olan camiler. hatta eski güzel camilerdeki hatları, çinileri, el dokuması kilimleri yerlerinden söküp, ışıl ışıl avmlerde sergilemek istiyorlar. bilginin kutsiyeti kayboldu.
işte bundan siliyorum.
çok da mühim değil yazdıklarım, belki de sözlüğün eski yazarları arasında en kötülerinden biriyimdir. dolayısyla o benzetimde bulunduğum başucu eserleri’nin benim olduğu düşünülmesin. aksine, iyi bir okuyucu olarak okunacak bir şey bulamamak, bir yazar olarak yazamamaktan daha acı benim için.
peki neden hesabımı kapatmıyorum? bir umut veya bir düzelme beklemiyorum. ancak, bu yazdıklarımı yazmak, burda burasının yazmaya değer olduğu günlerde ben de vardım demek, ve şu anda yazmaya değer değil; ben bir yazar olarak bu dayatmaları, bu iş modelini, bu özensizliği, bu kalitesizliği, bu nobranlığı kabul etmiyorum demek, bu duruşu göstermek önemli olduğu için kapatmıyorum.
son olarak, 14 yıl içerisinde, bana yeni şeyler öğreten, bana yeni şeyler hissettiren, bugün olduğum insan olmama neden olan bütün eski ve yeni yazarlara teşekkür ediyorum. -
25. mehmet okur
tüm türk sporcularının kendine örnek alması gereken adam. adam gibi adam. bazı yanaşmalar gibi para için her şeyi yapmamıştır. her zaman çalışma ahlakı üst düzey olmuştur. atatürk'ün bahsettiği zeki, çevik, ahlaklı sporcudur. nba finali oynayan, nba'de şampiyonluğu bulunan, nba'de all star olan tek türk'tür. kariyeri bir sakatlık sonrası bitince de abd'de kalmış, öyle herkesi kabul etmeyen utah şehrine düzgün kişiliğiyle kendine kabul ettirmiş, utah jazz'in elçisi olmuştur. iyi bir aile babasıdır, bunu instagram hesabındangörebilirsiniz. iyi ki varsın be abi,düzgün karakterinin değerini bilmeyenler utansın.
-
26. erkeklere yakışmayan şeyler
kendisini prenses sanan türk kızları için deli divane olup bu yolda kafayı kırmaları. yakışmıyor.
-
27. ekşi sözlük'teki suriyeli sığınmacı düşmanları
yine bir sığınmacı çocuk mağduriyetinden sonra hümanizmi kabaranlara dert olmuşlardır.
sığınmacıları, sadece çocuklar zarar gördüğü zaman hatırlayan, ondan önce ne yaptıklarını veya gelecekte ne yapacaklarını hiç umursamayan iki yüzlülere kıyasla en azından daha dürüsttürler.
ayrıca düşmanlıkları suriyelilere değil, savaştan kaçma bahanesiyle geldikleri ülkelerde suç işleyen, çocuklarını dilendiren, insanları taciz eden pislikleredir.
küçük çocuklara dilencilik yaptıranlar da tavşan gibi sikişip sürümden kazanırız diye durmadan üreyen ebeveynleridir.
son olarak türkiye'de savaş çıkar da bir ülkeye mülteci olarak sığındıktan sonra o ülkedeki kadınları taciz eder, tecavüz eder veya suç işlersem değil kötü muameleye maruz kalmak, anamı bile belleseler haktır. savaştan kaçtım diye gittiğim yerde orospu çocukluğu yapmaya hak kazanmıyorum.
zihniyet olarak orta doğu barzosundan bir tık ötede olduğumuz için bunu kendinize hak görebilirsiniz tabi.
anlama özürlüler için tekrar; ayrıca düşmanlıkları suriyelilere değil, savaştan kaçma bahanesiyle geldikleri ülkelerde suç işleyen, çocuklarını dilendiren, insanları taciz eden pislikleredir.
suçun bireyselliği hakkında nutuk mu atmalıyım jetonun düşmesi için? -
28. 10 mart 2016 lokomotiv kuban fenerbahçe maçı
lokomotiv kuban: 52 - fenerbahçe: 55 (maç sonucu)
(bkz: her gün vuruyom kuru kuru kuban'a) -
29. serhat hacıpaşalıoğlu'nun eurovision klibi
bi kişi de aga san marino ve serhat ne alaka demiyor.
-
30. evlenilecek erkekte aranan özellikler
-
31. simon kjaer
türk kızlarının yüzde doksanından güzel olan avrupa'nın en iyi defans oyuncusu.
-
32. suriyeli sığınmacılar
daha ,"sığınmacı/mülteci" kavramı ile burada eleştirilen "ortadoğulu sığınmacı" kavramları arasındaki farkı anlamadan bu parazitleri savunanlara;
evet biz de bir ortadoğu ülkesinde yaşıyoruz, bizi de diktatörlüğe yakın bir yönetimle yönetiliyoruz, 10-15 sene içinde bir iç savaş çıkmayacağından emin olamıyoruz, bizim de kurulu hayatlarımızı bırakıp yabancı ülkelere sığınmamız gerekebilir...
bunları düşünerek suriyeli sığınmacıların her şeyine tolerans göstermemiz mi gerekiyor?
hayır, çünkü ben yukarıda yazdıklarımın başıma gelebileceğini düşünerek;
dördüncü çocuğumun üstüne beşinciyi de yola koymuyorum, gideceğim yerde parazit gibi yaşamak zorunda kalmayayım diye kendimi geliştirmeye çalışıyorum. beğenmesem de kendi içimden küfür de etsem, doğu olsun batı olsun kültürlerini, uyum sağlayabilmem için gerekenleri öğreniyorum. batıya gidersem içinde yetiştiğim doğu kültürü nedeniyle dışlanmadan, doğuya gidersem batılı davranışlarım nedeni ile idam edilmeden nasıl yaşayabileceğimi hesaplıyorum.
bu ülkeye daha önce de farklı kültürlerden insanlar geldi, fakat hiç biri suriyeli sığınmacılar kadar uyum sağlamaya çalışmakta direnmedi, dolayısı ile onlar kadar tepki de görmediler.
yani burada sorun "sığınmacı/mülteci" kavramı değil, bu sığınmacıların kültürü davranışları. bunu ayrımcılık ya da zeka seviyeniz çok düşükse faşistlik olarak nitelendirebilirsiniz, haklılığı haksızlığı tartışılır. ama "bizim de başımıza gelebilir" argümanı ile ajitasyon yapıp, bu heriflerin bütün hayvanlıkları için tolerans beklemek düpedüz orospu çocukluğudur. -
33. kadınların yarı çıplak giyinmelerinin nedeni
hahah süper lan.. hepimiz biliyoruz aslında ama bu soruyu sormak bile küfür cevaplarını patlatıyor.
sebebi vitrindir. kadınlar, erkeklerin gözünde değerli olan şeyin kariyerleri, bilgileri, görgüleri, esprileri, zekaları, ne bileyim yemek yapma becerileri vs gibi şeyler olmadığını içten içe biliyorlar.
sergileyebilecekleri vitrine koyabilecekleri ve karşı cinsin ilgisini çekebilecekleri - düzeltiyorum - ilgisini çekmek istedikleri erkeklerin ilgisini çekebilecekleri yöntemin yarı çıplak giyinmek oldugunu biliyorlar.
1. problem ilgisini çekmek istemedikleri erkeklerin de ilgisini çekiyor olmaları. eger en tepedeki 10%luk dilime girecek erkeklerin ilgisini çekecek, kalan 90%a görünmeyecek bir yöntemi olsaydı bu işin, emin olun kadınların tamamı bunu yapıyor olacaktı.
2. problem herkesin arzuladığı erkeklerin ilgisini asla çekemeyecek kadar tipsiz, yaşlı vs kadınların da nefretini çekiyor (slut shaming) olmaları. zira "karşı dükkan kalite mal satıyor, benim mallar dandik, o zengin olurken ben sürünüyorum" hissiyatı yaratıyor güzel kadınların güzelliklerini sergilemeleri.
erkekler niye güzel arabalar alıyor, güzel saatler takıyor, güzel evlerde oturuyor, kariyer, statü, sosyal değer vs için kasıyor, ama atıyorum cilt bakım ürünlerine ilgi göstermiyorsa, kadınlar da tam olarak aynı sebepten dolayı doğanın kendilerine verdiği avantajları sergiliyorlar.
birbirinizi dövmenin manası yok. doğa bu. istediğin kadar kız et, ama kimse senin bitirdiğin harvard'la, memelerinle ilgilendiği kadar ilgilenmiyor emin ol. en okumuş en bilgili görgülü vs adam bile meme görünce aklını yitiriyor. neden? doğamız bu. -
34. schengen uyumlu türk pasaportu
beni mi beklediniz yahu pasaportları değiştirmek için acebağ?
daha 2 hafta önce dünyanın parasını verdim ve 10 yıllık olarak yeniledim.
gerçi ab ile vizelerin kalkması hepten ütopik bir durum, ben de durduk yere niye kaygılanıyorsam sanki. * -
35. vaktinde kalkan pegasus uçağı
ali sabancı'nın yeni projesi. uçağınızın zamanında kalkmasını istiyorsanız ekstra ücret ödeyeceksiniz. basit.
-
36. topla saçlarını rapunzel deyyus merdiven kullansın
-
37. ziraat bankası üsküdar bağlarbaşı şube çalışanları
8 mart 2016 da iş göremezlik raporu ödememi almak üzere üsküdar bağlarbaşı ziraat bankası şubesine gittiğimde davranışlarına inanamadığım çalışanlardır.
saat 16:30 da sıra numarası alarak beklemeye başladım.saat 17:00 sıralarında şubenin kapısının açık ortamın havadar olmasına rağmen içeride ağır, genelde evsiz arkadaşlarımızdan gelen idrar kokusu duyulmaya başlandı.etrafıma çaktırmadan baktığımda yaklaşık 20 kişi kadardık ve içlerinde meczup yada evsiz olduğunu düşündürecek görünüşte biri yoktu.sıra numaram yaklaştığı için ayağa kalktım ,bankoda 2 memur arkadaş çalışıyordu.onlara yaklaştığımda sağda oturan genç memur bey e doğru 65-70 yaşlarında bir hanımın yürüdüğünü gördüm.hanım yürüdükçe ağır idrar kokusu etrafa yayılıyordu.kılık kıyafeti gayet düzgün olmasına rağmen koku çok ağırdı.evsiz olmadığı da belli idi.
yerime oturdum.hanımın arkası dönük gişedeki memur çocuğa 1000 tl ye yakın para uzattığını gördüm.genç çocuk parayı kocaman içten bir gülümseme ile aldı.yapılmasını istediği işlemi sordu.aramızda iki metre uzaklık olmasına rağmen kokunun ağırlığı nefes almamızı engellerken çocuğun yüzünde en ufak bir değişiklik yoktu.para yatırma işlemi bitti.hanım muntazam türkçesi ile sorularını sıralamaya başladı, genç memur yaklaşık 10 dakika boyunca tek tek içten gülümseyerek bıkmadan hanımın tüm sorularını yanıtladı.
hanımefendi makbuzunu çantasına koyup ayrılırken yüzünde önem verildiğini onaylayan mutluluğu görebiliyordum.
sıra bana geldi.işlem numaram yan bankodaki hanım memurda yandı.memure demin yaşlı hanımın işlemini yapan arkadaşına dönerek
-para mı yatırdı para mı çekti ? diye sordu genç çocuk ;
-sabah çekmişti ,şimdi yatırdı . diye cevap verdi.
şaşkınlık içinde nasıl olduğunu sordum, öğrendim ki bu hanım teyzem her sabah gelip bir önce akşam çektiği parayı yatırıp akşam çekermiş.ve bu muhteşem insanlar her gün, günde iki kere ,sanki teyzem yeni gelmiş gibi onu karşılayıp işlemini yapıp ,tek tek sorularını cevaplarmış.değil bankaya almamak, vakit kaybettiklerini düşünmek ,insanın yüzünde bir gr bıkkınlık olmaz mı ?
benim işlemim sürerken, güvenlik görevlisi sonradan günlük ritüeli olduğunu fark ettiğim şekilde oda parfümünü sıkarak etrafta geziniyordu.
o güler yüzlü memur çocuk parfüm ona doğru yaklaşırken ,
şu zıkkımı sıkma çok kötü kokuyor diye sitem etti.gözlerim dolu dolu aferin size aferin size diye diye şubeden ayrıldım.
bu başlık buraya oldu mu bilemem ama bu hikayenin yeri (bkz: hayata dair gülümseten detaylar)başlığı bilirim.lakin yolunuz düşerse gidin bu çocuklarla tanışın arada kaynamasın istedim. -
38. sevgilisini bir başka erkekle öpüştüren erkek
sevgilisi de erkekse işin içinde bir ibnelik vardır.
-
39. resmine baktım fiziken yahudiye benziyordu
bunu söyleyen adam da polonyalı musevilere benziyor, olaya gel :))
-
40. fenerbahçe
futbol, basketbol, voleybol. kadın, erkek. lig, kupa, avrupa. major branşların/turnuvaların hepsinde başa güreşiyor şu günlerde. taraftarları olarak hangi maçı izleyeceğimizi şaşırmış durumdayız. şikayetçi değiliz tabi ki.
-
41. robin van persie
10 mart 2016 fenerbahçe braga maçında attığı nizami gol, hakemin hatalı ofsayt kararı nedeniyle iptal edilen, defalarca kaleyi yoklayan ve tehlike yaratan, mehmet topalın golünde ters tarafa koşu yaparak topalın önündeki stoperi diğer tarafa çeken ve onun önünün açılmasını sağlayan, gol atsa da atmasa da sahada ismi ve cismi yeten büyük golcüdür.
edit:
mehmet topalın attığı golde van persie'nin katkısı (siyahi futbolcuya dikkat)
bu da haksız yere ofsayt gerekçesiyle iptal edilen golü -
42. oyuncunun mimikleri için izlenmesi gereken filmler
(bkz: inglorious bastards)
özellikle christoph waltz'ın canlandırdığı hans landa. -
43. erken boşaldı diye alt limitten ceza vermek
başlığın tam hali; "engelli çocuğa cinsel istismarda bulunan sanığın “erken boşalma nedeniyle eylemine devam edemediğini” belirterek fiili ‘basit cinsel istismar’ suçu olarak değerlendirdi ve şahsa daha az hapis cezası verdi."
ruh halimin tam hali; "böyle düzenin ve adaletin taaa!"
bu nasıl bir kafadır? nasıl bir mantıktır? nasıl bir insanlıktır?
erken boşaldı diye, fiili suç unsuru olmuyor ise şayet, sizler nasıl dünyaya geldiniz?
hiç bir baba sizi düşünerek, isteyerek yapmış olamaz, eminim erken gelim sonucu.
ben artık yorum dahil yapamıyorum bu insanlara.
erken boşaldı diye indirim, saygın tutum sergiledi diye indirimi..
neredeyse yaptığı fiili orospu çocukluğu için bile, indirim verilecekmiş.
sizin inancınız batsın..
kaynak burada -
44. cinsel istismar suçuna erken boşalma indirimi
"diyarbakır'da yüzde 50 zihinsel engelli erkek çocuğa cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan taksici s.k.'yı, 'basit cinsel istismar' suçundan 8 yıl hapis cezasına çarptıran mahkeme, duruşmalardaki olumlu tutumu nedeniyle cezayı 6 yıl 8 aya indirdi.
mahkeme gerekçeli kararında, sanığın erken boşalma nedeniyle eylemine devam edemediğini, olayı 'basit cinsel istismar' olarak değerlendirmesine işaret etti."
utanç verici ve mide bulandırıcı bir gerekçe. gerçekten, dosta güven veren adalet sistemimiz var! link
edit: bazı yazar arkadaşlar tarafından galyana getirmekle suçlanmışım, gerçekten komik. cinsel istismar yaşanmış mı? habere göre konuşuyoruz, "ters ilişki yoluyla cinsel istismar", olay günü doktor raporuyla tespit edildiği belirtilmiş savcı tarafından. başlığı bu şekilde açmamın sebebine gelirsek, gerekçeli kararda "erken boşalma nedeniyle suça devam edememe" gibi iğrenç bir gerekçesi olmasındandır, sayın a....larım. -
45. akp zamanında yaşanan müthiş ahlaki çöküntü
(bkz: niğde'de kadına şiddet eylemine saldıran erkekler)
yukarıdaki başlığa bak güzel kardeşim anlarsın...
öyle bir çomar sürüsü yarattılar ki ne desek tarifte imkansız kalıyor.
dolar neredeyse 3 tl. bak bakalım bir tane ayaklanan var mı?
her gün 3-5 şehit geliyor. bu adamlar yahu neden hala şehit geliyor, hani 90'lara dönmeyecektik diye sormuyorlar. onun yerine herkesten şehitler için eylem yapılmasını istiyorlar. sorgulamıyorlar. sebep-sonuç ilişkisi kopmuş, almış başını gitmiş.
bak facebook'a.. resmileşti dikkat diye gerçekle alakalı olmayan pek çok şey paylaşılıyor. adamlar girse resmi gazeteye görecekler. ama yok. peki bunu kim paylaşıyor. öğretmen takımı.
ülkede sürekli tecavüze uğrayan kadınları aklama timi olarak dolaşıyoruz. düşün. mağdur aklanmaya çalışılır mı? işte biz mağdur aklıyoruz.
sürekli cami açılıyor, yapılıyor. imam hatip liseleri mezun öğrenci sayısında rekor kırıyor. 5.000 türkçe öğretmenine karşı 10.000 din dersi öğretmeni atanıyor. sonuç? her gün 5 kişiden biri töre, yöre olmadı gözünün üstünde kaşın var diye öldürülüyor.
fox tv'de hastanelerin yıkılan ve kötü durumdaki haliyle ilgili çekim yapılıyor. gösteriliyor. arkasından haber sunucusuna twit atılıyor ve soruluyor "niye hep bunları gösteriyorsunuz?".. hastanenin durumuyla ilgilenmiyorlar, tek kaçıncaları oy verdikleri parti kötü duruma düşmesin.
hani diyoruz ya takım tutmak gibi diye. yok bu öyle değil. çünkü futbolseverler bilir ki takım kötüyse, kaleci kötüyse bu söylenir. vurmuyor it topa diye küfredilir.
bunlar böyle değil bunlar din tutar gibi parti tutuyor. koşulsuz tam bir inanç.
hırsızlığa ok deyip, fahişeliği ahlaksızlık olarak görüyorlar.
en kötüsü cehaletlerinin farkında olmamaları, giderme ihtiyacı hissetmemeleri. hatta ve hatta bununla övünmeleri.
anayasayı bize sorsunlar diyorlar. dedim bir tanesine say şimdiki anayasanın ilk üç maddesini, gerek yok dedi. hukuk dedim, onu da bilmeme gerek yok dedi. peki fikrinin kaynağı ne? biliyorum dedi ama kaynağı yok.
cehaletle övünmek.
böyle bir toplum ahlak çökmesine mahkumdur. -
46. ssg
şaka gibi ama gitti ve kırk yıllık entry silmek başlığı dururken entry silme diye bir başlık açtı. vaktiyle başkası yapsa sözlükten uçuş biletini verirlerdi.
-
47. turgut vidinli
fi tarihinde kendileriyle "güzel" bir anımız vardır. bir arkadaşım var, iyi çocuk. öyle arkadaşın arkadaşı misali ama anlaşıyoruz adamla.
neyse bununla görüşelim dedik, buluştuk. yolumuz da buraya düştü. işte klasik yemek yedik vesaire vesaire. hesap geldi, bir 35'lik, iki levrek meze falan 370 tl. bu da turgut vidinli klasiği heralde. kafalar iyi ama o kadar da değil. bariz bir abartma hali var. geri gönderdik, tık hesap 80 tl düştü. bakıyorum, yok arkadaş yine şişmiş. yemediğimiz mezeler, duble olmadığı halde duble olanlar... garson da başımda bekliyor, bir bakışı var sanki anasını sikmişim.
tekrar gönderdim, düşmedi bu sefer. 5 tane garson masanın başına toplandı. işte klasik baskı kurma taktikleri. bakıyorum öldürecekmiş gibi izliyorlar bizi, muhabbet artık "ödeyeceksin lan biz onu almasınız biliriz" kıvamına geldi. hanginiz şef dedim. bir tanesini gösterdiler. diğerlerine tamam siz siktirin gidin şimdi dedim. yemin ediyorum normalde böyle olmakla alakam yok ama böyle çomar çomar hareketle resmen gaspa uğraşan adamlara deli oluyorum.
garsonlar şefe baktılar şef kafa salladı, diğerleri gittiler. hep böyle olur ya işte, köpek daha büyük köpeklik görünce pısar. şef sen bize bir ufak rakı daha getir, bu itleri de masadan uzak tut sonra hesaplaşacağız dedim. gak guk etti ama gitti yine de. rakı geldi, içiyoruz.
benim bir olayım yok. güvendiğim bir götüm de yok. ama karşımdaki arkadaşımın var. o da diyor ki olm nabıyon lan. kudurmuşum sinirden sikerler ya öldürecekler mi görmüyor musun lavukları diyorum. napacağız dedi, dedim baban. amk benim babama mı güveniyorsun dedi. dedim valla öyle. çünkü buradan sonra ya ortaya bir taşşak koyacağız ya da işler iyice boka saracak. arkadaşımın babası ağır abi biraz, hani şu iki üç araba olmadan gezmeyenlerden. ama çocuk da aramak istemiyor haliyle. neyse baktı garsonlar hala sikecekmiş gibi bakıyorlar, aradı.
"ne dedi?"
"o müsait değilmiş ama elemanları gönderecekmiş." peki. bekliyoruz. 1 saat geçti, garsonlar artık iyice kurtlanmaya başladılar. geçerken masaya bilerek çarpmalar, kahve getirmemeler vs..
artık iyice göte geleceğiz diye düşünmeye başlamışken kapıdan 6 tane takım elbiseli izbandut girdi. bir tanesi kapıda kaldı. bir tanesi o bahçe gibi olan kısmın kapısına geçti. bir tanesi bizim masanın üç beş adım gerisine geçti.
üç tanesi de bizim masaya geldi. "yakşamlar murat bey sizi buradan almamız söylendi" arkadaşımın adı murat bu arada.
kalktık. yürürken şef garson koştura koştura geldi. "abi hesap?" dedi. amk evladının yüzünde bir ifade var, sanki kedi yavrusu. deminki lanlar lunlar olmuş sana abi. şefe döndüm "getir bakal..." diyecektim izbandutlardan biri avcunun içini göğsüme koydu. "biz hallederiz" dedi. iyi dedim. çıktık.
sordum, 2 tane 35'lik rakı, 2 levrek ve çeşit çeşit mezeye gelen hesap 135 tl. adamlar tekel fiyatından falan vermişler rakıyı resmen ahahah. -
48. beşiktaş
mevcut puan durumu fb 56 bjk 54 (bir maçımız eksik)
12 mart 2016 rize -bjk
15 mart 2016 trabzon-bjk (ertelenen maç)
19 mart 2016 bjk-antalya
aynı dönemde rakibimizin maçları ise şöyle ;
13 mart 2016 fb-kayseri
20 mart 2016 gs-fb
kadıköyde fb'ye yenildik diye fb'yi neredeyse şampiyon ilan edecekler ama önümüzdeki üç maçta 9 puan alsak fb deplasmandaki gs maçına 4 puan geride çıkacak , (kayseriyi öyle yada böyle kadıköyde yenerler) bakın o zaman ligtvsi ntvsporu hürriyeti milliyeti hiç birisi psikolojik üstünlük/stres/gerilim falan diyecek mi?
kweukesiz rize, darmadağın olmuş trabzon ve kendi sahamızda antalya'yı yenmemiz sürpriz mi?
tvlerde adının önünde spor gazetecisi, yorumcusu yazan adamlar çıkıp fb avantajlı diyorlar birisi de demiyor ki bjk de fb de bütün maçlarını kazansa bjk şampiyon oluyor fb'nin şampiyon olması için bjk'nin kaybetmesi lazım bu nasıl avantaj ?
takımın gerildiği aşikar ( gomez ve oğuzhanın eskişehir maç sonu demeçleri) halbuki gerilmeye gerek yok avantaj hala bizde -
49. enes kanter
adamligiyla, kalitesiyle, ozguveniyle ve yakisikliligiyla dikkat ceken uber wonderkid, basketbolu biraktiginda michael jordon, larry bird ve sam casell gibi efsanelerle birlikte anilacak.
-
50. hayata dair iç burkan detaylar
lisedeyken, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, okul hatıralarında her daim adı geçen, kankam diye seslendiğim, öğretmenden bile beraber tokat yediğimiz, sıra arkadaşım, can yoldaşım, dost bildiğim, sinan isminde bir arkadaşım vardı. liseden mezun olduğumuz yıl trafik kazasında kaybettik kendisini. çok acı bir ölüm yaşadık. cenaze evinde annesinin ve babasının bana, kendi oğullarıymışım gibi sarılışını asla unutamam.
sinan bir ara hırka almıştı kendisine. üst kısmı açık gri, alt kısmı ise koyu gri olan, bu iki gri geçişin arasında ise üç tane beyaz çizgi vardı. çakma adidas hırkalı diye dalga geçerdim hep.
bugün sinanın babası dükkanın önünden geçti. 20 yıl sonra ilk kez gördüm. tanımadı beni. ağzı hareket halindeydi. sanırım dua ediyordu içinden. ve üzeride sol kolunun bir kısmı delinmiş olan rahmetli sinan’ın hırkası. kahroldum. babasının hala acı çektiğini düşündükçe ve kendi oğlum aklıma geldikçe iyice kahroldum.