atm'de para çekerken ağzında sigara, fırında ekmek kuyruğunda beklerken ağzında sigara, minibüse/otobüse binecek durakta beklerken ağzında sigara, kapalı pazar yerinde ağzında sigara, kalabalık sahilde yürürken ağzında sigara, apartmanın içinde ağzında sigara. yav arkadaş wc'de bile ağzında sigara.
atm'den para çekeceğim numaratör kül içinde, minibüse/otobüse bineceksiniz son nefesiniz içeride, kalabalık yerde yürüyorsunuz montlarımız delik deşik, hava almayan yerler duman altı, adım attığımız her yol, her kaldırım sigara izmaritleriyle dolu. ağzınızla yeni açtığız paketin naylonuda, folyosuda yerlerde. sikicem sizin sigara içme özgürlüğünüzü. harbi delirttiniz adamı.
kaleydoskop26 profili
-
sokakta sigara içmek yasaklansın
-
alevilik
hayatımda 40 yaşına merdiven dayamaya az kaldı, babam beni her gördüğünde cumaya gidiyorsun değilmi yada orucunu aksatmıyorsun değilmi diye sürekli ve bıkmadan sorguya çeker. hani bunu niye söyledim. yetişme şeklim böyleydi. 80’lerde ise aleviler öyle bir anlatılırdı ki yemekleri yenmezde, gelin alınmazda, artık o dönemin etnik parçalayıcısı kimse, politikasında gayet başarılı olmuş orospu çocuğu. nabza göre şerbet yok değildi ama. aleviler çok dürüst, aleviler atatürkçü, aleviler anadolu kültürüdür diye yerine göre övülüyordu. nede olsa bir şekilde dengede tutulması gerekirdi.
lisedeyken can dostum ve sıra arkadaşım rahmetli sinan aleviydi. müthiş bilgi ve kültür birikimi vardı. yaz tatilinde beraber kamp yapmıştık. ateş etrafında oturup mısırlarımızı közlerken, o güzel sesiyle alevi türküleri söylerdi. ağlardık can dostumla. onun yokluğu benim için çok büyük bir kayıp bu hayatta. yaşanmamışlıklar var.
yine lisedeyken hemen yan sıramda türkan vardı. o da aleviydi. her teneffüste muhakkak yanıma uğrardı sohbet etmek için. rahmetli sinan kardeşimde bizi yalnız bırakırdı rahat edelim diye. koluma girerdi türkan. okul koridorlarında yürürdük. iki sene boyunca aşka dair tek kelime edemedik. bakışlarımızı kaçırırdık utancımızdan. okul bittiğinde bana bir fotoğrafını verdi beyaz bir zarf içinde. arkasında şöyle bir not vardı: “yargılarla soluduğun havayı sevgilerle yoğurmak istersen ben buradayım,” o resmi hala saklarım.
üniversitedeyken ev arkadaşlarımdan hamit yine aleviydi. ben ramazanda oruç tutarken kesinlikle yanımda bir şey yemez, evde yemek yapınca kokusu beni acıktırır diye dışarıda yemek yerdi. o kadar ince düşünceliydi kendisi.
ve bugün yine çok sevdiğim, can dostum dediğim, her gün görüştüğüm arkadaşım serhat hem alevi hemde ateist.
fazla uzatmayın. çarpılırsınız. insan olun insan ! -
beşiktaş
sabah minibüse bindim. benden bir kaç dakika sonrada baba ve küçük kızıyla beraber bindiler. bir tek arkamda boş yer vardı. baba oturdu. kızını kucağına aldı. ama ufaklık hiç memnun değil. bende oturmak istiyorum diye sürekli mızmızlanıyor. aynı benim oğlan gibi. demek bunların kuşak götünün rahatlığına çok düşkün.
kalktım yerimden. gel bakalım küçük hanım sen buraya otur dedim. babası beyfendi lütfen kalkmayın diyerek beni engellemeye çalıştı. bende şimdi inicem zaten dedim. oysaki daha yarım saat yolum vardı. küçük hanım zaten ay ışığından hızlı bir şekilde çoktan oturmuştu. sırt çantasını kucağına aldı. birde baktım ki çantasının önünde kocaman 1903 karakartal yazıyor. fermuarını açtı. kalem kutusunu çıkardı. oda ne ? oda siyah beyaz. içine gizlediği telefonunu çıkardı. hoop telefon kabı bile siyah beyaz. sonra sessizce kendi kendime ;
seni oğluma alacağım dedim. -
beşiktaş
dün bir okul bahçesinin kenarından geçiyordum. hapishane duvarı gibi demir parmaklıklar arasından bir 5 dakika izleyeyim dedim. benim oğlanı hayal ettim biraz hasretle.tam öğlen vakti. ana baba günü. bir tablo düşünün. anne var, sırt çantalı bir okullu var, birde okulunun kardeşi olduğunu düşündüğüm, anasının dibinden ayrılmayan ufak kardeşi var. klasik bir türk ailesi tablosu işte.
o ufaklığın üzerinde belli ki pazardan alınma, arması solmuş, tepede iki yıldızı kalmış, çubuklu, 9 numara bir forma var. göz göze geldik bir an. istemsizce buna siyah diye bağırdım. baktı bir önce ama anlam veremedi tabi. abisi döndü bir baktı. çoktan davayı çakmış olacak ki kardeşinin kulağına fısıldadı. 9 numaradan cevap gecikmelide olsa geldi beyaz diye. sonra utancından annesinin bacaklarına gömüldü.
siyah dendiğinde beyaz diye cevap veren dillere kurban ulan ! -
hayata dair gülümseten detaylar
hanımla beraber bir pazar günü sahile gittik. bütün cafeler, dondurmacılar, çay kahveleri tıka basa dolu. boş yer bulamazsın. insan seli akıyor resmen.
kepenkleri kapalı bir dükkan önünde 5 tane genç, ellerinde enstrümanlarıyla, hatrı sayılır bir kalabalık önünde, kazım koyuncu tadında karadeniz türküsü söylüyordu.ikisinde gitar var. grupların olmazsa olmazı zaten. bir tanesinin solosu başarılı. birinde kemençe var. madem karadeniz türküleri söylüyorsunuz, kemençesiz olmaz. birinde akordion var. beni en çok keyiflendireni. ve tabi enstrümansız bir arkadaşımız var, oda vokalimiz.
hanımla beraber ön safta bunları dinlerken türkümüz bitti ve alkışla beraber, elektrikli kepenk yavaş yavaş yükselmeye başladı. bir an gençler tedirgin oldu. elindeki kumandayla alkış tutan abimiz, gitar çantasının içine 20 lira atıp gençlere artık dükkanını açmak istediğini söyedi gülerek.
farkettik ki o abimiz uzun süredir orada onları rahatsız etmemek için beklemiş. hemde en önde,oradan geçen birisiymiş gibi.
memlekette güzel insanlar var hala. -
hayata dair gülümseten detaylar
patronumla her ne kadar zıt görüşlere sahip olsakta severim kendisini. çok fazla siyasi konulara bulaşmıyorum zaten. fakat bizim dükkan tam bir siyaset yuvası haline gelmiş durumda. patronu tanımayan yok. her gün ziyaretçi kaynıyor. 100’lük çay markası 2-3 günde tükeniyor. patronun görüşünü ise şöyle ifade edeyim ; muharrem ince sırayla bütün dükkanlara hayırlı işler dileyip, selam verir geçer. sıra bizim dükkana gelince bize hiç bakmaz bile. gerisini düşünün artık.
neyse. gereksiz bilgileri geçiyorum. yine hararetli bir ortam var. tayyip aşağı, davut yukarı, bahçeli sağa, kılıçdaroğlu sola. fokur fukur siyaset demleniyor. bizim buranın önemli bir camiisinin imamı belirdi kapıda.hoca girdi içeri.herkes ayağa kalktı. ben zaten tabure kalmadığı için ayaktayım. minibüste bayanlara yer verme tadında hocaya yer verme savaşı. gravatlar düzeltildi. ceketler iliklendi. az önceki ateşli taraftar toplulugu oldu size ilahi korosu.
ıhlamur soylendi. yüzlerde tebessüm. herkes sanki kanaat notu bekler gibi hocanın gözlerine bakıyor. bende erol taş gibi köşede bir yerde süzüyorum bunları.
hoca anlatıyor, söylediği herşeyi herkes güleryüzüyle onaylıyor kafasını öne sallayarak. derken hoca bir hikaye anlatmaya başladı. pür dikkat dinliyoruz. bir gün bizim hoca camiye girerken, ihtiyar bir adamın genç bir delikanlıya sol ayağıyla değil sağ ayağıyla camiye girmesini söylerken kulak misafiri olmuş. herkes yaşlı amcanın uyarısının doğru olduğunu, bizim hocanın göreceği ve duyacağı şekilde tasdiklemeye başladı ki hoca darbeyi bizim ilahi korosuna yapıştırdı : ulan gevurlar uzaya çıkıyor, siz daha burada sağ ayak sol ayak muhabbetini yapın ! -
beşiktaş
maçın bitiş düdüğüyle beraber telefonum çaldı. kesin peder arıyordur diyerekten bir hışımla aldım elime telefonu ama baktım ki rehberde kayıtlı olmayan bir numara arıyor. pek öyle yabancı birileri aramaz beni. o yüzden hanımda bir gözünü kısmış yüzüme bakıyor. kimbilir aklından neler geçiriyordu o an. açtım telefonu. bir erkek sesi. hanımın gözler normale döndü gitti mutfağa. buyrun dedim. “kardeşim” diye bir ses. ulan ses hiç yabancı gelmiyor. gözümün önünden sahneler geçiyor. saniyede bir milyon şey düşünüyorum. kimdir acep derken “ben erol” diyor.
erol benim çocukluk arkadaşım. 80’lerin o adım atarak adam toplamalı, iki taş arası kalelerin olduğu, üç korner bir penaltılı kuşağında büyüdük beraber. hep aynı takımda olurduk. çünkü bir tek ikimiz beşiktaşlıydık arkadaş grubunda. mahalle maçlarından sonra paramız bir gazoza yeterdi. aynı şişeden beraber içerdik.
birgün, beraber yarım kollu beyaz fanilalarımızı çıkarıp forma yapmaya karar verdik. keçeli kalemlerle forma numaraları yaptık. ben 4 numara, erol ise 8 numara. önümüze ise beko yazıp birde armaya benzetmeye çalıştığımız bir şekil çizmiştik. çıktık dışarı. havamız tavan yapmış. süt beyazı çoraplarımız diz kapaklarımıza kadar çekilmiş, bandaja sarılmış topumuzla beraber mahalle parkına gidiyoruz. o sene 90-91 sezonu. 25 yıl öncesi. ve şampiyon oluyoruz.
erolum? diyorum. “ben rıza sen gökhandın” diyor. hanım mutfaktan elinde tepsiyle geliyor o ara ve beni ilk kez ağlarken görüyor. 1 saat kadar konuşuyoruz ve en kısa sürede buluşmak üzere birbirimize söz veriyoruz.
beşiktaşlılık işte böye bir şey sanırım. 25 yıl sonrası, şampiyonluk düdüğünün hemen ardından çalan bir telefonla, hiç unutulmadığını bilmekti. güce güç katmak, formada ter olmak ve siyah beyaz için ölmekti.
2015 - 2016 süper lig şampiyonu beşiktaş ! -
beşiktaş
umuyorum ki içinizde, maç öncesi sözlüğe giripte , başlığı takip edenleriniz vardır. en azından otobüsle arenaya giderken cep telefonlarınızı kurcalıyorsunuz ya. bir nebze belki görürsünüz. olcay, özellikle sen okuyorsan anlat ve tercüme et diğerlerine. şenol hoca zaten seni her koşulda oynatıyor. sende dinle beni.
bizim burada belediyede temizlik işlerinde çalışan bir abimiz var. mesaisi bitince alır eline boya takımını, ek işini yapar. bir kaç kuruş kazanmak için gecesini gündüzüne katan adamlardan yani kendisi. her akşam 10 dakika kadar bizim dükkan önünde oturur. sohbetimizi yaparız. varsa kısmeti 3-5 kuruşa ayakkabı boyar. bu sefer oğlunu getirmiş yanında. ilk kez görüyorum. öyle tatlı bir şey ki. şaşı gözlerini burnunun ucuna kadar düşmüş gözlüğünün üstünden gördüm. babası gözlüğünün saplarına ip bağlamış düşürmesin diye. belli ki biraz hiperaktifliği var. sonra ben bunu konuşturayım dedim. adını sordum, kaça gittiğini sordum. fakat o dünya tatlısı çocuk engelliymiş. konuşurken gözleri kayıyor, kafası oynuyor sağa sola. dükkana girdim hemen, çekmeceden şeker aldım. iki elimi yumruk yapıp, hadi bil bakalım hangisinde diye ufak bir oyun oynadık. yanlış eli gösterince emin misin diye gülüşerek bir tepki verdim. bu sefer diğer elimi gösterdi. açtım avucumu. küçücük bir şeker ama dünyalar onun oldu. hangi takımlısın bakiyim sen dedim. cevap çok netti : beşiktaş !
gel seninle bir anlaşma yapalım dedim. eğer beşiktaş galatasaray'ı yarın (bugün) yenerse sana forma alacağım. başını öne salladı onaylayıp. sonra çak dedim. ellerimizi çarpıştırdık. ben girdim dükkana tekrar.sonra oğlumu aradım. biraz konuştuk. kafamı dağıtmaya çalıştım.olduğu kadar dağıldı işte.
olcay. okuyorsan burayı eğer, almışsındır umarım mesajı.
hayat -
hayata dair gülümseten detaylar
patron bana iş vermiş, araba sende, bir hafta süre, efendi efendi sür arabayı, manisa demirciye gideceksin, el dokuma halı toplayıp geleceksin.
yol uzun. hanım koca bir tepsi yolluk börek hazırlamış, 182 parça saklama kabına sığdırmış tam takır. müzik her telden hazır. sagopa, orhan baba, duman. çıktım yola sabah ezanıylan. köy yollarından, dağ tepelerinden, göllerden, derelerden, antik şehirlerden her yerden geçiyorum. otostop çekenleri topluyor, çocukları okula götürüyorum, kahvehanelerde gazoz içiyorum. elde makine kadraja bir şeyler sığdırıyoruz ara sıra.
manisa’ya gelmeme az bir süre kala bir köye girdim. ihtiyar bir amca el etti. gel amca dedim, oturdu öne. nerelisin, ne iş yaparsın muhabbeti yaparken 5 dakika sonra yol üzerinde bir baba ve oğul yürüyordu. yanımda oturan amca bana aynen şöyle söyledi ;
-şu giden adam benim hasmım ama onu da al sen. yürümesin bu sıcakta.
arabayı durdurdum ve içeri buyur ettim. önce bir şaşkınlık yaşadılar amcayı görünce. sonra küçük bir sohbetle yola devam ettik.öğrendim ki mahkemeleri varmış aralarında. duruşmaya gidiyorlarmış.
ne zaman küskünlüğe yada kavgaya dair bir şeyler dönerse etrafımda, o yaşlı amca aklıma gelir. ne olursa olsun, bir taraf barışçıl ise, orada mutlaka umut ve güzellik vardır. -
hayata dair iç burkan detaylar
lisedeyken, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, okul hatıralarında her daim adı geçen, kankam diye seslendiğim, öğretmenden bile beraber tokat yediğimiz, sıra arkadaşım, can yoldaşım, dost bildiğim, sinan isminde bir arkadaşım vardı. liseden mezun olduğumuz yıl trafik kazasında kaybettik kendisini. çok acı bir ölüm yaşadık. cenaze evinde annesinin ve babasının bana, kendi oğullarıymışım gibi sarılışını asla unutamam.
sinan bir ara hırka almıştı kendisine. üst kısmı açık gri, alt kısmı ise koyu gri olan, bu iki gri geçişin arasında ise üç tane beyaz çizgi vardı. çakma adidas hırkalı diye dalga geçerdim hep.
bugün sinanın babası dükkanın önünden geçti. 20 yıl sonra ilk kez gördüm. tanımadı beni. ağzı hareket halindeydi. sanırım dua ediyordu içinden. ve üzeride sol kolunun bir kısmı delinmiş olan rahmetli sinan’ın hırkası. kahroldum. babasının hala acı çektiğini düşündükçe ve kendi oğlum aklıma geldikçe iyice kahroldum. -
vodafone arena
açılış maçını ayarladım beyler. siyah formasıyla yabancılar, beyaz formasıyla yerliler. buyrun kadrolar ;
siyah takım :
1- oscar cordoba
2- antonio zago
3- stefan kuntz
4- marcus münch
5- guti hernandez
6- daniel pancu
7- fani madida
8- osvaldo nartallo
9- daniel amokachi
10- les ferdinand
11- pascal nouma
teknik direktör gordon milne
beyaz takım :
1- rüştü reçber
2-recep çetin
3-gökhan keskin
4- nihat kahveci
5- rıza çalımbay
6- mehmet özdilek
7- feyyaz uçar
8- ali gültiken
9- metin tekin
10- ilhan mansız
11- ahmet dursun
teknik direktör : samet aybaba
yok barcelonaymış yok real madridmiş. al abicim sana krallar gibi maç. bu adamlar ne zaman bir araya gelir böyle ? bastır birde hatıra tişörtü ve forması. biletlerini bile çerçeve yapıp asarsın yeminlen.
edit:mesaj atan arkadaşlar var. hacılar 50'ye 50 kadro yapacak halimiz yok değilmi ? en güzeli, kulüp resmi sayfada bir oylama yapar. oylarla belirleriz kadroları.
edit2: skender uyardı. sergen yalçınsız olurmu hiç.atladık onu valla.
edit3: no sd uyardı. başkanın ali gültiken ile arası iyi değilmiş.
edit4: bu adam adam olmaz diyor ki teknik direktör rasim kara olmalı. -
hayata dair iç burkan detaylar
17 ağustos günü depremin üzerinden dakikalar geçmiş, annem,babam,ablam ve ben çıplak ayakla, olayın şokuyla dışarıdaki koşuşturmacanın içinde bulduk kendimizi.
ananem ve dedem bir evde. dedem felçli. koşturarak oraya gittik önce. etrafta yangın var, yıkılan binalar, çığlıklar. herkes kendi canının derdinde. baktık ki onların bina sağlam ayakta duruyor. komşuları sağ olsun dedemi ve ananemi çıkarmışlar binadan.
orada ablamı bırakıp bu sefer teyzeme koştuk. 9 ve 4 yaşlarında iki çocuğu var. binaya doğru yaklaştıkça gördük ki 5 katlı bina 2 kata düşmüş. annem bu sefer kardeşinin enkaz altıda kalmış olabilme ihtimali üzerine çığlıklar atarak ve üstünü parçalayarak bizden önce koşmaya başladı. sonra teyzemin kucağında çocuklarla bize doğru koştuğunu görünce bu sefer sevinç çığlıkları atıyordu annem.
sırada dükkan vardı. annemi teyzemin orada bırakıp babamla dükkana doğru yol aldık. yaklaştığımızda binanın ayakta olmasına sevinirken, kolonlardan birinin patlamış olması nedeniyle camekanlardan bir bölümde patlamış. içeri girdik ve korktuğumuz olmuştu. dükkanın bir kısmı yağmalanmıştı. cam bölmeye naylon çektik ve orayı öylece bıraktık.
aradan aylar geçti. başka bir dükkan kiraladık. ve bir gün bir adam geldi.iş yeri sahibiyle görüşmek istediğini belirtti. babam buyur etti. adam ;
“deprem olduktan sonra ben kızım kendimizi dışarıda bulduk. eşimi kaybettik enkazda. iş yerinizin camı kırıktı ve birkaç kıyafet almak zorunda kaldık. onların borcunu ödemeye geldim” dedi.
dükkanda herkes şaşkın, adamı dinliyoruz. tam adam elini cüzdanına atacakken babam engel oldu. ben dedi, bütün alınan veya çalınan eşyaların hepsini herkese helal ettim dedi.
ve o abimiz dün babamı aramış. kızım evleniyor davetlisiniz diye.
hayat böyle birşey işte. ölümler ve yaşamlar, acılar ve mutluluklar. ha bir de evlatlar. -
kedi
bu sabah işe giderken gördüm bu zibidileri. dükkan sahibi laptopu açık bırakmış. ısınan laptop üzerine dördü birden çullanmış kış kıyamet ortasında. helal valla.
hede -
beşiktaş
akşam işten çıktım. hanımla beraber biraz gezip alışveriş yaptıktan sonra eve gitmek için minibüse bindik. minibüsün en arkasında iki kişilik boş yer vardı. hanım cam kenarına bende yanına oturdum. benim diğer yanımda ise 50'li yaşlarda bir abimiz oturuyor.
eve gelmemize az bir süre kala minibüs yokuş çıkmaya başlarken, ön taraftaki hanım teyzelerin altındaki poşetlerden bilardo topu gibi bir mandalina yuvarlandı bize doğru. yandaki abimiz ani bir refleksle mandalinayı yakaladı ve mandalinayı havaya kaldırarak ön tarafa doğru seslendi : "mandalinanın sahibi kimdur?" bize doğru bir kaç kişi baktı ama kimseden bir tepki gelmeyince bir daha ama bu sefer biraz sert seslendi "ha bu mandalinanın sahibi kimdur?!"
o an anladım ki abimiz agresif bir karadenizli. baktı ki kimseden cevap yok mandalinayı soymaya başladı söylenerek "sizin ben haminiza goyayim. adam gibi bi kaleci alamadunuz hala. beni alun bari kaleci olarak" dedi. birer parça bana ve hanıma uzattı. gülmekten yiyemedik.
buradan yönetime sesleniyorum. bizim burada hareket halindeki minibüste yuvarlanan mandalinayı yakalayan emektar ve hasta beşiktaşlı bir amcamız var. transfer yapamazsanız eğer yeşillendirin. donanımhaber ölücüleri çok afedersiniz poh yemiş. daha iyi fırsatmı olur. -
beşiktaş
her maç sonu olduğu gibi, dün akşam da konyaspor'u 4-0 yendiğimiz maçtan sonra pederimi aradım. "balkondayım keyif sigarası içiyorum. her gol için bir tane yakıcam amk. sıra mario gomez'e geldi. bi güzel bi güzel sorma" dedi. bir adamın ağzına küfür bu kadarmı güzel yakışır lan. bastım kahkahayı. kendisi şenol güneş ile beraber akçaabat sebat'ta top oynamış, fakat kader şenol hocaya milli takımla dünya üçüncülüğü gibi ya da beşiktaşın başına geçirecek güzellikte gülmüş, benim pederime ise sadece şöyle ufaktan bir göz kırpmış.
futbol'dan gelen adamla sohbetin tadı bir başka oluyor tabi. "oğlum, bir maçta 4 golün hepsi birden güzel olurmu lan" dedi. harbiden düşündüm de hepsi birbirinden güzeldi. organizasyonlarıyla, bitiriciliğiyle. "birde keşke olcay'ın rövaşatası gol olsaydı, yıllarca konuşurduk" dedi. adam öyle goller hayal ediyor ki gelecek nesile güzel şeyler anlatabilelim istiyor resmen. "allahtan güzel futbol oynuyoruz da bu gağsarayın kötü futbolu bize sebebiyet vermiyor. ola ki şampiyon olursak bunlar "biz kötüydük bu sezon" deseler de kimsenin umrunda olmaz çok şükür" diyerek üçüncü sigarasına geçtiğini haber etti.
sıradan günlerde arayıp sorsam her zaman aynı muhabbet var pederde. 64 yaşında ve hep bir ayağı çukurda konuşur. bizim vaktimiz doldu artık, mezarıma şundan isterim, beni şuraya gömersiniz bilmem ne bilmem ne. ama dün akşam "41 kere maşallah" diyerekten allah'ın izniyle bu sezon şampiyonluğu göreceğiz ve beraber rakı içeceğiz dedi. benim içki içmediğimi biliyor ama onun bu isteğini kırarsam gün yüzü görmeyeyim. içeceğim ulan.içmeyenin amk dedim. kahkahalar attık beraber erol taş gibi. "hadi görüşürüz kaptan. seni kerim frei sigarasıyla baş başa bırakayım" dedim. kapattım telefonu.
hastalıksa hastalık. seviyoruz amk napak yani. -
beşiktaş
benim hatun, nikah masasında pençelerime basana kadar cimbomluydu. imzayı attıktan sonra kartaliçe oldu mecburen. ortamlarda karakartal oley diyor ama cimbomluluğunu seziyorum yani inceden. çaktırmamak için "cincon ne yaptı bu hafta ? yine 4 yedimi kikikiki" derken bile seziyorum.
dün ki derbiyi rahmetli süleyman seba gibi izleyemedim. hatunda biliyor heyecanlı olduğumu. maç sonuna kadar habersizdik. maç bitişine yakın galip geldiğimizi gördüm telefondan. ortalığı dağıtmadan aklıma fikir geldi. ben numara yapayım buna diyerek üzgün tavır takındım ki beşiktaş yenilmiş sansın. bu gördü beni "oy benim kocamı üzmüşlermi, tolga zengin yine hatalı gollermi yemiş, kıyamam ben kocama, kim atmış gol ? - şınayder. ben onu döverim şimdi" diyerek aklı sıra beni teselli ediyor ama gözlerindeki ışıltıyı görmemek mümkün değil.
neyse. maç özeti öncesi konuşmalara denk gelmemek için bilgisayardan takip ederken, özet girdiği an açtım televizyonu. bıraktı kitabını başladık beraber izlemeye. kaçan gollerin ardından benim hatunun gözler fal taşı gibi açılırken patates kafa şınayder gol atınca bir an yine gözleri parladı. sonra gomez birde üstüne töre yazınca "kanserdenmi yediniz golleri yine ? yazık olmuş size ama top yuvarlak işte kikikiki" derken özet bitti tabi. bu böyle şapşal şapşal yüzüme bakarken mutfağa kola koymaya gittim. mutfaktan seslendim ;
- yalnız iyi koyduk ha !
"yalnız iyi koyduk ha"nın asıl hikayesi için : #55120621 -
beşiktaş
bugün evden çıkarken dolabın kapağını sürüp açtım ve yavaş yavaş beliren siyah,beyaz,kırmızı renkleriyle, her maç öncesi yaptığım totem için hanımdan forma seçmesini istedim. bana direkt ankaralı turgut der gibi kanadalı atiba dedi. epeyce gülüştükten sonra çektim geçen sezonun siyah formasını üzerime. sonra sizin aklınıza gelen benimde aklıma geldi. la kızım sokakta 100 kişiye sorsan belki 1 tanesi bilir negronun kanadalı olduğunu. sen nereden biliyorsun ? eski cinconlulardan olabilirim ama takip ediyoruz evelallah dedi. hadi len ordan atınç nukan kim diyerekten zor yerden sordum soruyu. 5 milyon avroya leypzik'e gitti. ney zik ? leyp leyp. allah'ına gurban diyerekten şans öpücüğünü alıp çıktım.
minibüse bindim. hanım ablamız kucağına aldı 4-5 yaşlarındaki oğlunu. başka yer yoktu oturdum. elimde dana gibi telefonla debe listesini okurken ufaklığın dikkatini çekti tabi. bir süre sonra minibüs, camlar buğulu bir şekilde hamama dönmüş, sıcaktan patlama noktasına geldim ki hırkamın fermuarını açtım. ufaklığın gözleri bir parladı formayı görünce. yüzünde bir tebessüm. gözlerimin içine bakarak, annesinin kucağında güç bela kollarını kaldırarak kartal pençesi yaptı. ulan yazarken bile tüylerim diken diken oldu. ben şok üstüne şok yaşıyorum sabah sabah. sağ elimle yumruk yaptıktan sonra çak bakalım dedim. ellerimizi vurduk. o an dünyanın belki de en mutlu iki insanıydık yeminlen. kim gol atar bu akşam dedim. annesine baktı önce utangaç bir şekilde, sonra bana baktı. atiba dedi. tamam arkadaş, mütüş sol ayağıynan olcay demesede, ne bileyim gomez demeli, quaresma demeli ya da gökhan demeli bir çocuk. koalifikasyonlar bellidir. bilindik golcüleri söyler genelde çocuklar. hanımdan sonra aynı saat içinde birde ufaklıktan atiba cevabı gelince insan bir tuhaf oluyor.
inmem gereken yere geldiğimde kaçırılmış bol beşiktaşlı sohbetin hüznüyle son anda adını sordum ufaklığın annesine :
- kartal ! -
beşiktaş
bana hediye alınmasından pek hoşlanmadığım gibi başkasına hediye almayı da pek sevmem. ama sevgili eşimin ve oğlumun hediyeleri hayatımın bir parçası olduğundan bundan kaçış yok maalesef.
hayatımın en ilginç hediyesini oğlumdan aldım. yıl 2015 ama bana 2009 yılı beşiktaş ajandası almış. hediye
sayfalarına bir şeyler yazmış. yazılar
hadi gelin beraber okuyalım. önce birinci kısım. bölüm 1
tercümesi : beşiktaş takımına ezik derler. ben inanmam. en iyi takım o. fenerbahçe galatasaray bana göre ezik. bizim takım beşiktaş.
sırada ikinci kısım var. bölüm 2
tercümesi : bjk güçlü. gs fb ezik. hava atmayın lan. yoksa statta gollerim sizi.
devam ediyoruz. bölüm 3
tercümesi : 1903'te kuruldu beşiktaş. atatürk'te o takımdan. saldırdı çocuklar. istediği gibi beşiktaş takımını.
ve final. bölüm 4
tercümesi : kara kartal uç, gagala, çiz fb'nin gs,nin kürkünü. golleri bas kaleye ve kazan. ez onları.
belli ki arkadaş çevresi ona beşiktaş'ın ezik olduğunu ifade etmiş o aralar. o da "ben inanmam" diyor. bizim takım güçlü diyor. hava atanları "gollemekle" tehdit ediyor aynı zamanda. görüyoruz ki tam bir atatürk sevdalısı. atatürk'ün istediği gibi saldırmış beşiktaş. ve finalda "gagala, çiz" diyor kara kartala. golleri kaleye basalım istiyor. sevgili oğlum te 600 km öteden bana hayat ışığı olmaya devam ediyor.
çocuk olmak çok güzel dimi ekşi ? -
beşiktaş
dün yazdım : #55719896
aradım tonton ailton'umu okul çıkışında. okul nasıl geçti, öğretmen ödev verdimi, ne yedin, ne içtin, orada hava nasıl teranelerinden sonra girdim konuya ;
+ babuşum hayırdır sen maçları pek takip etmezdin ?
- dayımla iddiaya girdik. ben dedim beşiktaş yener, o dedi ruslar.
+ eee
- hani sen forma koleksiyonu yapıyorsun ya babacım? kazansaydık sana forma yollayacaktım. o yüzden sabah aradım seni. merak ettim yani.
bu sefer ben sessiz kaldım ve kapattım telefonu. dişlerimin arasına kurşun kalem alıp sıktım iyice ağlamamak için. 5 dakika sonra aradım. hat kesildi dedim. sonra ki konuşmalar aramızda.
sen nasıl bir adamsın be babacım ? ben senin yaşındayken en fazla red kit'in atı düldül'e binmeyi hayal ederken, sen te uzaklardan beni mutlu etmek için neler düşünüyorsun. biraz daha büyüdüğünde getireceğim seni mabede. beraber izleyeceğiz beşiktaşımızı. söz ! -
beşiktaş
sabahın yedisinde telefon çalıyor. evet, sizin aklınızdan geçen benimde aklımdan geçti bir an. acaba birisinin başına bir şeymi geldi diye. bir baktım ki benim oğlan arıyor te 600 km öteden ;
+ babuşum ?
- ya annem dün erkenden yatırdı beni. interneti de yasakladı. ne oldu bizim maç ?
+ eyvah
- ne oldu baba ?
"ya oğlum daha 8 yaşındasın. ne bu böyle erkenden kansere bulaşıyorsun ? niye bana çekiyorsun daha bu yaştan !" diyecektim ki o an onu üzmemek adına ne diyeceğimi de bilemedim.
+ super mario çok güzel gol attı babam. 1-1 bitti maç ama yine ikinciyiz. istediğimizi aldık merak etme. hadi sen yat.
- (sessizlik) telefon kapanır.
cevap vermeden kapadı telefonu. artık hangi duygular içinde neler yaptıysa o an. akşam okuldan çıktığında öğreneceğim.