harry tuttle65
profili

  • göğe fışkırtılıp düşen sudan enerji elde etmek

    göğe fışkırtma enerjisi yüzünden sıfıra sıfır bir denklem oluşacaktır. en iyisi çok yağış alan bölgelerde, yeryüzüne inen yağmuru bu şekilde enerjiye çevirmektir.

  • bayram namazına diye gidip dolanıp geri gelmek

    bu aslında büyüklere saygı, efendi olmak olarak yutturulan ama aile baskısının, her zaman küçüklere gösterilen aba altındaki sopanın daniskasıdır.

    türkiye'de kendinden küçüğü birey olarak görmeme vardır. dünkü boktur. ortacı gibi oraya buraya koşuşturur, taksi gibi onu bunu evlerine bırakır, servis mervis yaparsa hayırlı evlat olur. geleneksel bayram namazı, cuma namazı mı; gitmezse sapkın olur; yaban olur; hayırsız evlat olur.

    türkiye'de aile, düşünce hapishanesinin de başlangıcıdır.

  • tiyatronun neden sanat sayıldığı sorunsalı

    öncelikle tiyatronun bir sanat olmasından çok, tiyatrocuların sanatçı olup olmadığı tartışılmış. tiyatrocuların sanatçı olmadığını söylemek, onlara sirk palyaçosundan farksızlar demek, bütün elma çizen ressamların aynı şeyi çizdiğini, bu yüzden aralarında bir fark olmadığını, en nihayetinde bir elma çizmiş olduklarını söylemek gibidir. buna göre art izlenimci van gogh ile post izlenimci paul cezanne aynıdır. sanatta yorum farkı vardır.

    ayrıca tiyatronun yalnızca bir edebi eserin sahnelenmesinden ibaret olduğunu söylemek oldukça saçma. yalnızca tiyatro için yazılan eserler de mevcut. sahnede, dekorda, anlatımda, görsel olan her detayda farklı bir eğilimin sergilenebildiği her sofistike iş bir sanat adayıdır.

  • çehov okumayan doktora kendinizi tedavi ettirmeyin

  • 16 ağustos 2017 medipol başakşehir sevilla fc maçı

    başakşehir 2. qola qadar yaxşı oynasa da, yorğunluğun da baş göstermısiyla oyundan düşmüşdür. ayrıca qapıçı volkan babacan'da da bir performans aşağılığı olduğu açıq-aşkar ortada.

  • evrim doğruysa bugün maymunlar neden insan olmuyor

    (bkz: şu anda evrimdışı gözüküyorsunuz)

  • halkın %59'unun pepsi'yi seçmesi

    125 bin kişiye bu test yapılıyorsa, her testte, her markanın tadımı için 200 ml'lik (0,2 lt.) bardak kullanıldığını düşünelim;

    mesela coca-cola için;

    125 bin x 0,2 lt. =25 bin litre eder.

    pepsi'nin bu iş için, her sefer 2,5 lt. lik coca- cola aldığını varsayalım;

    25 bin lt / 2,5 lt. = 10 bin şişe 2,5'luk coca-cola almışlar demektir.

    migros'ta 2,5 lt.lik coca-cola'nın fiyatı = 3,95 x 10 bin adet şişe= 39 bin 500 tl.lik coca-cola satın almış demektir pepsi. kazanan yine coca-cola.

  • bebeklikten sonra süt içen tek memeli türü olmamız

    (bkz: kedi hariç de lan)

  • türk edebiyatının en büyük şairi

    sağdan soldan şiir aşıran epey ünlü şairlerimiz olduğu için, bir kesimin duygularına değil; hemen herkesin yüreğine seslenen attila ilhan'dır, diyorum.

  • edebiyat sanat felsefe konuşulan arkadaş ortamı

    türkiye'de olmayan, özlemini çektiğim bir arkadaş topluluğu. avrupa'da var mı dersen, gördüğüm kadarıyla orada da pek yoktu; belki bu benim sosyal statümün, o seçkin insanlarla buluşmaya yetmemesinden kaynaklanmaktadır ya da bu işi ev ortamında ya da dışarıda bir mekanda ancak yaşlı insanlar gerçekleştiriyordur, bilemiyorum.

    konusunu kendim açmayı da denedim ama insana lanetlenmiş gibi bakıyorlar; millet esnemeye başlıyor. mustafa topaloğlu'nun, tayfun'u azarlaması gibi, "ee sen şimdi muhabbetin içine sıçtın" bakışları atıyorlar bana.

    artık herkesin aklı, fikri ucuz zevklerde; üniversitede münazara kulübü vardı; onlar da şekilci idi ki bu benim midemi bulandırır. sanki felsefe konuşması için öyle olması gerekiyormuş gibi takınılan tavırlar; kemik gözlük, kahverengi giyim tarzı steryotipleri; belirli kavramları sırf şekilcilik olsun diye papağan gibi tekrarlamak. hani nietzsche demiş ya; "kendinden hiç söz etmemek çok soylu bir ikiyüzlülüktür" diye bu da öyle bir şey. karakterindeki bir boşluğu böyle doldurmak çok büyük acizlik. bunu hissetirdiklerini anlayamıyorlardı. karl popper zamanında öğrencilerini köpek gibi azarlıyormuş; bu tipler ise gereksiz bir hümanizm kasıyor ve ileri söylemleri ne anlama geldiği belli olmayan saygılı olmak kavramıyla kesiyorlardı; bana gitmez.

    neyse işte, sik sok muhabbetlerden sıkılmıyor musunuz?! edebiyatçılık, felsefecilik oynamadan bu konulara ilgi gösteremez miyiz?!

  • bilim tarihinin en önemli keşfi

    şüphesiz ki şüphedir.

  • liseden görüştüğü hiç arkadaşı kalmayan insan

    lise, lisans ve lisansüstü okuduğum sınıflardan artı askerlikten görüştüğüm hiçbir kimse yok.

    sorunu kendimde buluyorum. ne olduğunu biraz açıklamaya çalışayım. her zaman içe kapanık, konuştukça açılan bir insandım. gittiğim her sınıfta insanları gözlemlerdim. hayatın gündelik neşesi, heyecanı ve koşuşturmacası olsa da içimden atamadığım derin bir keder vardı hep. o da eğitim dünyasındaki vasatlıktı. bu beni kahrediyordu.

    hayatım boyunca hiçbir özelliğim olmamıştır. sadece çalışkan biri olarak tanınıyorumdur. o da öyle işte. çok parlak bir öğrenci olmadım. ama kafamdaki o dünyaya karşı obsesif bir bağlılığım vardı. eğitimin beni bir yere taşımasını, hatta bana gülebilirsiniz ama bana hayalimdeki, kitapçıklarda yazan, akademik filmlerde yansıtılan o işi vermesini beklerdim. aslında eğitim veya iş dünyasında benim idealize ettiğim bir ortamın olmadığı belliydi ama ben buna yine de safça inanırdım. şimdi konunun geldiği yere dikkat edin.

    lisede hocayla konuşup notunu düzelten birini görünce, lisansta, gevrek gevrek, mezun olunca işsiz kalacağız zaten diyen o arkadaşları dinledikçe; onların batak oynamaya gittiğini görürken; hala kafamdaki o eğitim imajına iman edip çalışmak ve anlamak için motive olamaya kastıkça, lisansüstü derslerin lisansın aynı formatında devam ettiğini anladıkça mahvolurdum.

    böylece ilk panik atağımı, bu düşüncelerle mahvolduğum, hayattan hiç zevk almadığım, kimseyle içimden geldiği gibi dertleşemediğim o günlerden birinde geçirdim.

    baktım ki dünya hiç de benim sandığım gibi değil. üniversite broşürlerinde o görüntüler yalan, insanların birbirine saygılı olduğu, hak edenin yükseldiği iş dünyası yalan; suların kaburgalarımdaki serinliği, iskotada uğuldayan rüzgar, haftalarca dinmeyen motor sesi yalan*, inandığım değerler yalan. günlerim kitap okuyarak ve kendimi dinleyerek geçiyordu.

    derin bir buhrana girdiğim eğitim hayatımın bu ikinci bölümünde tüm inancımı kaybettim. bir insanın çok da parlak olmadığı bir konuda, yani eğitimde, her şeyi bu kadar kafasına takıp böyle bir ıstırap yaşaması, bu eşi benzeri görülmemiş ruhsal sıkıntıyı çekmesi size de ilginç gelmiştir.

    ama benim gibi duygusal, melankolik, içe kapanık insanların böyle tahmin edemeyebileceğiniz obsesyonları olabiliyor.

    her neyse bu yüzden, kötü anıları anımsattığı için, iş arayıp bulamadığım zamanları düşündürdüğünden, soluğu hastanede aldığım panikatakları anımsattığından dolayı geçmişimden kimseyle görüşmem. askerlik arkadaşlarımı bile işler nasıl der diye aramam, ararsa cevaplamam.

    sorabilirsiniz şimdi durum nasıl diye... şimdi her şey iyi gibi görünüyor. ama bir dünyam ve hayalim yok artık. bilhassa bu ülkede hiç kimsenin ileri bir adım atmak için uğraşmadığını anladım. yeni bir söz söylemek derdinde değil kimse.

    modernitenin, teolojinin saçmalıklarına inanan, bana köpek havlamadı gibi gelen, sürekli sesler çıkaran, etkiye tepki veren ilkel organizmalar var etrafımda; böyle hissediyorum. bir şeyler alıp kredi taksiti ödeyen birine dönüştüm. hayatta hiçbir değerimin olmadığını kabul ettim. ben ağzından sokup götünden çıkaran bir mekanizmayım sadece. tüketeceğim zaman adam yerine koyarlar. onun dışında ne kimsenin ne de geleceğin benden bir beklentisi yok.

  • happy italy'den pizza diye gelen cisim

    (bkz: surprise motherfucker)

  • istanbul'un en değerli arsasında ölülerin yatması

    (bkz: ölü yatırım)

  • evreni tanıyamadan ölecek olmak

    elbet yeryüzü de evrenin bir parçası, unsuru. fakat yüzde kaçı ediyor? tamam gözlerimizle, teleskoplarımızla göğü seyretmiyor muyuz; ediyoruz ama evrenin yüzde kaçını görüyoruz?

    insanoğlu'ndaki bilinç konu evreni tanımak olunca eli kolu bağlı oluyor; evreni anlayacak fiziksel kapasiteye, güce sahip değiliz çünkü. hızla uzay yolculuğuna çıksak bile, zaman mefhumu bizi tüketiyor. entropi karşısında oldukça dayanıksızız.

    velhasıl, koskocaaa bir evreni anlayamadan, şu gezegende ne varmış; burada ne oluyormuş; dünya benzeri gezegen var mıymı; varsa nasıl bir yermiş; bir yaşam formu daha olabilir miymiş; hangi gök cisimlerinde hangi maddeler varmış; bu gök cisimleri veya maddeler nasıl yerleşmiş vs. hiçbir boku da anlayamadan göçeceğiz bu diyardan.

    hadi kediler düşünmüyor; yüzyıllardır patisini yalayıp, avını aramakla ve çiftleşip durmakla meşgul ama bizim bilincimiz, ötesini merak edecek kıvama gelmiş bir durumda (her nasılsa) ve biz bu arzumuzdan her halükarda mahrum kalacağız.

    bu evrende insan diye bir canlı olabiliyorsa, mutlaka bir oryantasyon imkanı bulabilmeliydi.

  • 90'larda şanslı çocukların sahip olabildiği şeyler

    (bkz: akülü araba)

    gerçi akülü araba diyorum ama halının kenar deseninde tuzlukla, karabiberliği araba gibi yarıştırırdık kardeşimle. işin ilginç yanı rekabet de olurdu. sen geçtin ben yendim diye kavga bile ederdik. ilginç.

  • işlerini yaparken kimseden yardım istemeyen insan

    kimseye su getir bile demeyen insandır. kendi işini kendi halletmeye o kadar alışmıştır ki, birinden yardım istemeyi, hele hele birinden onun yerine o işi halletmesini istemeyi çoktan unutmuştur.

    dahası zamanla birinin dur yardım edeyim demesi ona rahatsızlık verebilir. minnet duyma, borçlu kalma, zahmet verme gibi olacağından, yani böyle düşünüp sıkıldığından, kimseden bir yardım istemez.

    dünyada yükünü kendi omuzlamıştır. mesela halı sahada ayağı burkulur da kimsenin oyunu bozulmasın diyerek, sessiz sedasız kendi gider hastaneye. arabası yoksa bile beni bırakın demez.

    insanlarla sosyal ilişkisi olan ama onlara gerçekten dokunmayan bir insandır bu. sanki, insanlarla haşır neşir olsa, yakınlık kursa, işlerin kötüye gideceğini, kalbinin kırılacağını, onları severse bu yüzden acılar çekeceğini filan düşünür ve insanlara bulaşmamak gerektiğine kanaat getirdiği için, belirli bir ilişki dairesinden çıkmayarak yaşamını sürdürür.

  • hayatın en güzel yıllarını vasat geçirmek

    daha da kötüsü aslında bunun farkında olmak; ama içine doğduğun hayatın uyuşturucu durgunluğuna kapılıp savrulmaktır.

    önce iyi bir eğitim almadığını bilirsin içten içe; ama tutulduğun yarışın anlamsızlığının farkında olmama rağmen düzene boyun eğip vasat bir insan olursun.

    insanlar bir yerlerde hayatını yaşarken, boş insanların boş muhabbetlerini dinlemek zorunda kalırsın; dinlemezsen yalnız kalırsın ve asosyallikle suçlanırsın; dinlersen de bombok kafalı biri olursun.

    bu düzen üzerine bir pislik gibi yapışır. silmeye çalıştıkça daha çok bulaşır; öyle kalakalırsın. ilişkiler yüzeysel ve vasattır. öyle dandik bir çevren vardır ki, iyi bir şeyler yapmaya çalışmak demek, delirme noktasına gelinceye kadar ödün vermek demektir. sorgulayan bireyler, hem aşağılanır, hem yalnız bırakılır, hem de ümitsizlik içinde boğulmasına göz yumulur.

    garip, kasvetli ve kötümser bir yorum gibi görünebilir ama değildir; çünkü bu toplumsal zehrin kendini nasıl da felç ettiğini bazen çok geç anlarsın; bazen de hiç anlayamazsın. umutsuzluk bir yandadır; ortağım doblo'yu x'e sattım; beylikdüzünden y saatte geldim; bilmemneyi gördün mü survivor'da elendi iyi oldu diğer taraftadır.

    ilginç bir boktur bu anlatmak zor.

  • boğazına ip bağlanan kediyi denize atmak

    milan kundera'nın varolmanın dayanılmaz hafifliği romanında yazdıkları bu acımasızlığa yeter cevaptır;

    "gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı, onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: hayvanlara. ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır."

  • türkiye'deki sevgisizliğin ve nefretin nedeni

    aslına bakılırsa, yüz yüze konuşulduğunda bu belli olmuyor. belki internet olmasaydı, anonimlik olmasaydı asla belli olmayacaktı.

    birisi youtube'a müziğini koyuyor altında bir sürü küfür. şimdi epic fail bir icra olsa tiye alırsın ama sıradan bir iş işte. beğenmeyebilirsin, hatta berbat bulabilirsin. ama bunu kişiselleştirip ağız dolusu nefret kusmak da nedir?! periscope'a giriyorsun; yayıncı bizdense yine aynı kin, nefret. gerçi bunun karşıtı olan vıcık vıcık yağlama da kötü. işte insani bir duruş sergileyemiyoruz; normal değiliz nickler ardında, monitör başındayken. her bulunduğumuz yerde, ilk fırsatta düşük profil sergiliyoruz.

    sokaklar, trafik, iş ortamı da böyle aslında. kişilerin; buraya dikkat çekmek istiyorum; bizi bağlamayan; kendi hayatlarına dair iş ve uğraşları nedense bizi de geriyor ve herkes birbirinin arkasından ölümüne konuşuyor. yüz yüze iken yine bir şey yok. bir kere insanlar niye başka hayatlara bu kadar müdahil; niye bu kadar kafaya takıyor ve niye çekemiyor; bunları anlamak da mümkün değil.

    türkiye'de insanlar mutsuz ve sevgisiz; sokakta öpüşenlere, mutlu olup gülenlere bu yüzden bozuluyorlar. bir değil de iki şey sorduğu için, müşterisine küfür ediyor esnaf, adamcağız kapıdan çıktıktan sonra. nasıl canım sıkılıyor anlatamam. birader ağzın mı eskidi; iki soruya cevap verdin diye?! dediğim gibi cevabı tam kestirilemeyen, acayip bir eğlencesizlik, monotonluk, sinir stres bu.