agu
-
psikiyatristolmakisteyendeli
09.05.2017 02:34
agu
size bir hikaye anlatayım.
küçükken ablam demir para biriktiriyordu. vazonun içinde bu zamanın parasıyla yaklaşık 50 lira kadar para buldum. 1 lirasını çaldım. atari oynadım. ertesi gün 2 lira daha çaldım ve yine atari oynadım. sonra 5 lira daha götürdüm. atari oynadım. her gün vazonun içinden demir para araklayıp atari oynuyordum. çünkü ablam ses çıkarmıyordu. 10 liraya kadar indi paralar. o ses çıkarmadıkça gönül rahatlığıyla zevkimi çıkartıyordum. taa ki ablamın '' anneeeeeeeeeeeğğğğğğğğğ'' diye evde çığlık atmasına kadar. dedim ayvayı yedik. salak çaktı köfteyi sonunda.
meğer ablam hiç vazonun içine bakmadan harçlıklarını direkt içine atıyormuş. yaklaşık 2 ay kadar sonra yakalandım ve ablam söylemediğini bırakmadı bana. neye uğradığımı şaşırdım.
bu atatürk konusu da böyle işte. bizler ablam gibi sessiz kaldıkça atatürk'e yapılanlar da kademeli olarak artıyor.
önceleri; (bkz: atatürk'ün önünde kağıt olmadan konuşamaması) gibi hafif şeylerle başladılar. tıpkı benim ilk birli 1 lirayı çalıp nabız yoklamam gibi.
sonra bi kademe daha level atladılar;(bkz: atatürk'ün namaz kılarken fotoğrafının olmaması) ve (bkz: atatürk'ün kurban keserken fotoğrafının olmaması) dediler.
sonra baktılar hakikatten ses soluk çıkmıyor;
(bkz: atatürk'ün soyunun nerden geldiğinin bilinmemesi) dediler.
(bkz: atatürk'ün kazandığı önemli bir savaş olmaması) dediler.
(bkz: atatürk'ün laikliği halka sormadan getirmesi) dediler.
(bkz: toprağın atatürk'ü kabul etmediği iddiası) gibi içi boş şeyler de paylaştılar.
iyice ses çıkmayınca;
(bkz: atatürk'ün alkole harcadığı para) bile dediler.
ve daha da ileri gidip;
(bkz: atatürk baskılı iç çamaşırı rezaleti) dediler.
ve hatta (bkz: misvak dergisinden atatürk'e eşek benzetmesi) deyip şöyle bir karikatür de paylaştılar;
http://imgim.com/image/3118incik2111361.jpg
aynı benim hızımı alamayıp 5-6 lira çalmam gibi yapılan şerefsizliği kademeli olarak yükselttiler ama yine de kaileye alınmayıp susulduğu zaman,
bu sefer de;
(bkz: atatürk'ün manevi kızıyla yattığı iddiası) ile gündeme gelemeye çalıştılar ve daha sonra mustafa kemal eşcinseldir diyerek; (bkz: atatürk ve vedat uşaklıgil ilişkisi) gibi bir konu ile latife hanımdan bu sebeple boşandığı algısı yarattılar.
işin özü; evinizdeki vazo örneği gibi sömürdükçe sömürdüler ve şimdi bizden ses çıkarmamız isteniyor.
vazoyu gördük biz. içinde bir şey kalmadı ama yine de ses çıkarmayın prim yaptırmayın bunlara deniliyor.
yok kardeş yok!
bilakis ablam gibi avazınız çıktığı kadar bağırın ki, bu kahpelikler cezasız kalmasın. kimse böyle şeylere bir daha cüret edemesin.
bakın hasan akar adında bir hoca da en son vaazında ne diyor;
(bkz: atatürk'ün annesi selanik genelevinde çalışıyordu)
yani türkçe meali; atatürk'ün anası o..pudur diyor. çünkü ses çıkaran yok. tepki sıfır.
tıpkı o vazo gibi adam rahatça boşaltıyor içini.
işte sizler ne vazonun peşine düşün. ne de paranın derdine. sizler paranın üzerindeki asaleti koruyun sadece.
ilgili mercilere baş vurun!
*
susmayın!
arthur.
https://i.hizliresim.com/kbpnla.jpg
bugün de anketimizi doldurduk çok şükür.
başlık sınırına takıldığım için buraya yazayım: 09.05.2017 tarihinde vodafone yetkili servisi tarafından ölümle tehdit edilmem hadisesi.
elim ayağım titreyerek yazdığımdan dolayı herhangi bi' imla hatası yapar, içinde bulunduğum durumu tam mânâsıyla tarif edemezsen şimdiden kusuruma bakmayın.
vodafone supernet abonelik işlemlerim dolayısıyla 09.05.2017 tarihinde teknik servis tarafından aranmam hadisesinde karşıdakı adını bilmediğim şahsın senli benli, lakayıt konuşmaları neticesinde; tarafına "şu an sadece bir müşteri-teknik servisi ilişkimiz var, bana bu şekilde konuşmamalısınız" demem sornasında telefonun diğer ucundaki şahsın adeta tuşuna basılmış kombi gibi harlaması neticesinde bana "sen benim kim olduğumu biliyor musun, sen kime posta koyuyorsun, dünya kadar işimiz var, seninle yüzyüze görüşelim sıkıyorsa bunları yüzüme söyle " gibi söylemlerdr bulunması ve hâlâ üslubumu bozmayıp "sizinle bu şekilde anlaşamayacağız, vodafone yetkilileriyle görüşüp hakkınızda şikâyetci olacağım dedim ve bana "eğer herhangi bi' yetkili beni ararsa adresin elimde, seni bulur, haritadan silerim" demesi hadisesi. inanın şoklar içindeyim. elim ayağım hâlâ titriyor.
direkt karakola gidip beni aradığı numarayı, arama zamanını, dakikasını verip; suç duyrusunda bulundum. can güvenliğimden şüphe duyuyorum, şu an bu şahıs kapımda olabilir, evime gidemiyorum desem de; öyle bir şey olursa 155'i arayın dedi memur bey. o an için telefonumda herhangi bir ses kaydedici program yoktu. görüşme esnasında seyehat halinde olmamdan dolayı karakoldaki memur bey'e otobüs saatim belli, koltuk numaram belli; dilerseniz etrafımda oturan insanları tespit edip olayın doğruluğunu sorgulayabilirsiniz dedim fakat memur bey bununla ilgilenmeyiz, oradan bir şey çıkmaz dedi. savcılığın görüşme kaydını istemesini beklemeliyiz dedi.
bu ses kaydını ayrıca vodafone'u arayarak ben de istedim. 72 saat içinde size geri dönüş yapılacak dediler. başka bir handikapda tam burada başlıyor: defalarca vodafone çağrı merkezini aradım, yetkililerle görüşmek istiyorum dedim, bu herhangi bi', download hızım yavaş gibi, sıradan bir durum değil, beni yetkilerle görüştürün dememe rağmen adeta oralı olmadılar. bu şahısla vodafone vasıtasıyla iletişim kurdum. böyle bir insan çalışmalarından da öte şu an can güvenliğim yok yapacak hiçbir şeyiniz yok mu dememe rağmen "sizi arayacağız" dan öte somut bir cevap alamadım.
edit 1: vodefone ile ilişkilendiremeyen olayı ceo boyutuna taşıyan arkadaşlar olmuş. bu konuya değindim ama tekrat etmek isterim ki: bu şahıs ile iletişime geçmemein yegâne sorumlusu vodefone'dur. neticede 0850 542 0542 numarasından internet başvurum olmuş ve vodafone bana kendi çalışanı olan bu teknik servisi bahşetmiş.
edit 2: bu olayla ilintili vodefone çağrı merkezini 5 kere aradım. evime gidemiyorum adam ya piskopat ve beni çeker vurursa dedim. bir yetkiliye görüşmek istiyorum dedim. gün içinde kesinlikle bir yetkili tarafından aranacağımı söylediler. fakat bu saat oldu ne arayan var ne ilgilenen.
edit 3: 0850 542 0542 numaralı telefonu aynı şikâyetimle ilintili 4 kere aradım. toplamda yaklaşık 1 saat kadar konuştum. ısrarla bir yetkiliye görüşmek istediğimi (zira bu telefon numarası dışında elimde bir numara ve muhattap yok) ve görüşme kaydımın bir an önce tarafıma iletilmesini istedim. fakat bana 24 saat-72 saat beklemem gerektiği ve bugün içinde mutlaka bir yetkilinin beni arayacağını kendilerinden çok emin bir şekilde söylemelerine rağmen bu saatte kadar hiçbir geri dönüş olmadı. 24 saat-72 saat içinde beni tehdit eden personeliniz ya bana dediklerini gerçekleştirirse diye sorsam da şu an için başka yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediler. yani modemimden sinyal alamıyorum, download hızım düştü şikâyetlerinde bulunan müşterilerin görüştüğü yetkinlikteki personelin bir adım ötesine geçemedim tüm ısrarlarıma rağmen. teşekkürler golabal, kurumsal vodefone.
edit 4: 21:39'da 0850 542 5542 numaralı telefondan vodefone genel müdürlüğünden aradığını beyan eden barış bey ile görüştüm. şahıs hakkında disiplin soruşturması başlattıklarını, benden özür dilediklerini, anlayışıma sığındıklarını beyan ettiler. kendilerine ortada yetkili personeliniz tarafından, tarafıma saçılan bir ölüm tehdidi olduğunu ve bu duruma karşılık vodafone'un nasıl bir reaksiyonu olacağını başta ben; bir çok insanın merakla beklediğini israrla sordum/söyledim. bana disiplin süreçi tamamlamdan bir bilgi aktaramayacağını yarın saat 12'de tekrar arayacağını bildirdi. netice olarak vodafone'un tutumunu ve yaptırımını hâlâ bekliyorum.
gelen bilgiler ve gelişen olaylar neticesinde edit'lemeye devam edeceğim.
kısaca "hanımınızı da ateist yapın, sizinle cehenneme gelsin, yoksa cennette biz ...." demişler. hastalıklı islamcı kafanın tipik tezahürlerinden birisi.
arkadaşlar, yakın bir arkadaşımın sık sık karşılaşıp üzüldüğü zor durumda olduğunu öğrendiği bi amcamız var. bu bir yardım kampanyası değil aslında, sadece emeğiyle var olmaya çalışan amcamızın emeğinin karşılığını vermek.
bir sene boyunca kuruttuğu biberleri üsküdar'daki mihrimah sultan camii'nin merdivenlerinde usulca, ancak kendi duyabileceği bir tonda "buyurun" diyerek satmaya çalışıyor. dilenmeden, el açmadan, ajitasyon yapmadan, kimseyi sıkmadan.
eyüp sami yavaş
belki bölgede bulunan arkadaşlar bu amcamızın biberlerinden almak isteyebilir.
`https://scontent.fada1-10.fna.fbcdn.net/…e=59c21eb6`
edit : trolllükle suçlayan, ihtiyacı yok belki de yiaaa diyenler için
https://www.youtube.com/watch?v=wusbov64uec
kadınların erkekleri manipüle edip, parmaklarında oyuncak yapmak için söyledikleri yalanlarla karşılaştırıldığında hiçbir tehlikesi olmayan taklit.
biz 90'ların çocuklarının en sevdiği şarkıcılardan idi bu abimiz. ülkeye büyük bir kamyon arkası yazısı bırakıp gitti.
(bkz: canısı)
celal polis çıkacak
varlığıııınnnn yakııyooorr
arkadaş bu nasıl memleket. van, antep, adana arkeoloji müzeleri tam 6 yıldır restorasyon sebebiyle kapalı. kültür bakanlığından dedikodular yayılıyormuş, müzedeki eserlerin satıldığı, yerine benzer sahtelerin yapıldığı, ondan böyle uzun sürdüğü konusunda. uşak müzesi'nde görmedik mi sanki sahtelerin yapılıp orjinallerin nasıl satıldığını. yazık yemin ediyorum şu memlekete yazık, her yerinden bişeyler çıkıyor 2.abdülhamid gibi devlet eliyle avrupa'ya amerika'ya satılıyor. utanıyorum artık...
adem az piç değilsin ha nasıl sirita sirita seyrediyor kavgayı
aşırı hasta olduğum bi kış vakti marcel desailly tarafından kovalanmam, kendisine at çarpması ve yanına gidip "iyi misin abi?" diye sorduğumda luis figo'nun ağlayarak "artık futbol oynayamayacak!" demesi. türkçe.
pişmanlıkla ter içinde uyanmıştım.
siz ki, iş maaş yazmaya gelince mangalda kül bırakmayan ekşi ahalisi şu küçüğümüze yardımı çok görmeyin.
iyi karma yar ve yardımcınız olsun.
numarasını ezbere bilip sesini unutmak.
ensar vakfında çocuklara tecavüz edenlere ses etmeyen, 18 yaş altı kızların tecavüzcüleriyle evlenmeleri için kanun hazırlayanların, en safi duygularla ve çocuklara değer verdikleri için o eli öptüğünü inananları da gösteren başlıktır...
çok garip.
son günlerde aniden, hiçbir sebep görünmezken atatürk'e yapılan hakaretlerin sosyal medyaya servis edilmesi durumu.
bu aşırı dinci hırtların tamamının atatürk'ü sevmediğini ve her fırsatta bunu dile getirdiklerini biliyoruz ama gene de bir anda böyle kayıtların internette yayılıyor olması insanın aklına "neden acaba ?" diye bir soru da getirmiyor değil.
bakınız : 28 şubat öncesi aczmendilerin sokağa dökülmesi.
bartez,turam,döşam,dözali,lizarazu,blan,zidan,corkayef,pires,dugari,hanri
sağdan soldan şiir aşıran epey ünlü şairlerimiz olduğu için, bir kesimin duygularına değil; hemen herkesin yüreğine seslenen attila ilhan'dır, diyorum.
sırf türkiye'de 8 milyondan fazla ateist-deist-agnostik olması bir yana bir gün kafama bir şey düşer de din arayışlarına koyulursam dünyadaki bütün dinleri şöyle bir önüme koyunca en çok ve en nitelikli mensubu olan hristiyanlık, evrensel değerleri diğerlerinden daha fazla içeren sihizm, şintoizm gibi uzak doğu dinleri ve de zenginler kulübü musevilik varken bütün geri kalmış insanların inandığı ve ekseriyetle akıl dışı pratikleri olan arap dinini niye seçeyim ben lan?
türkiye'deki müslümanlık tamamen sosyal yaşamdan kaynaklanıyor. insanlar o kadar berbat bir kültürde doğup büyüyorlar ki toplumda bir nebze olsun düzen sağlayan tek güç din. muhafazakar iktidarlar gelince hukuk sisteminin bozulmasının ana sebebi de budur; mevzubahis iktidarlar, bir insanın haksızlıkla karşılaşması halinde karşısındakine dur diyebileceği tek dayanağı din olsun istiyorlar. bunu da hukuk sistemini işlevsiz hale getirerek yapıyorlar. dirlik ve düzenliğin din ile aynı anlama geldiği düşüncesi insanların aklına öyle bir yerleşiyor ki din sosyal yaşamlarının selameti açısından hayati bir öneme bürünüyor. bazen bu o kadar ileriye gidiyor ki dindar hükümetler yolsuzluk yapınca onları yasalarla değil allah'tan korkmamakta suçluyoruz. halbuki avrupa ülkelerinin hukuk sistemi ile birlikte onlardaki hukuk düzenini de türkiye'de uygulamaya koyabilseydik hukuk teoride kalmayacak böylelikle de insanların ne dine ne cemaatlere ihtiyacı olacaktı. mevcut düzende yaşayan milyonlarca insan pasif haklarını din kurallarıyla, aktif haklarını ise cemaatler ve tarikatlar vasıtasıyla aramaya çalışıyor. bu uhreviyattan uzak din anlayışı tamamen hayatta kalmak ve bir nebze olsun düzgün yaşayabilmek ile alakalı.
sözlerimi ünlü türk düşünürü şerif faysal yıldırım'ın bir sözü ile tamamlamak istiyorum;
" anadolu'da içkiye hoş bakılmamasının sebebi dinen yasak olması değil, anadolulunun içince ya elalemin kızına sarkması ya da götünü sktirmesidir"
ülkenin tüm değerlerini ters yüz ettikleri gibi bunu da ters yüz ettiler. eskiden eurovision diye bir şey vardı eskiden. bu bile o günlerin safiyeniliğine, duruluğuna bir gönderme gib duruyor şimdi.
mesela futbolla da ilgilenmiyorum artık. ilgilenenleri de anlamıyorum. hatta sinemayla, taksim'le, beyoğlu'yla...
ne çok şeyi yitirdik gittik...
"hillary gelirse kürtlere silah verir" diye trump'u osmaniyeli ülkücü sanan tipleri dumura uğratmıştır.
bu silahlar islamcı cihatçılara, alevi/hristiyan katillerine, tunus, afgandan gelip suriye'de ka akıtan bilmem ne bela devşirme yezitlere sıkılacaksa bunda rahatsız olunacak bir durum yok bence.
gazeteci dövmenin 3 maçla cezalandırıldığı güzel ülkemde orta parmağını gösterdiği için 3-4 maç ceza alması gerektiği konuşulan futbolcu.
sonra da bize tinerci diyorsunuz...
attıkları adım reklam. inanan varsa salaktır net.
edit: olay gerçek diyenler var amk ben zaten olaya yalan demedim reklam dedim. gerçek ama sahte ok.
dani alves'i bırakıp yerine sergi roberto'yu monte etmeye çalışmanın nasıl bir zekâ ürünü olduğunu gösteren maç olmuştur.
fethullahcilarin ataturke saldirip kendini aklama cabalarina katilmis katiksiz orospu cocugu.
nazi ittifakçısı denilen kişi, 26 milyon sovyet yurttaşının öldüğü bir savaşta nazi almanyası'nın beşiğine girip wermacht'ı teslim almıştır... kızıl ordu doğu avrupa'dan büyük bir bedel öderken, "uygar batı" ne yapıyordu?
bir kısmı nazilerle açık işbirliğindeydi: fransa, belçika, hollanda...
bir kısmı afrika'daki sömürgelerini korumanın derdindeydi: ingiltere...
bir kısmı ise "ha bugün ha yarın" diyerek söz verdiği ikinci cephe açmayı savaşın son yılına kadar erteledi: abd.
savaşın öncesine gideceksek, sscb'nin fransa ve ingiltere'ye savaşın öncesinde ittifak önerdiği ve bunun reddedildiği, o dönem bu iki ülkenin "nasılsa hitler önce sscb'yi ezecek. yesinler birbirlerini" düşüncesinde olduğunu hatırlamaktan pek sakınırlar. kaldı ki, ingilizlerin mussolini'nin etiyopya'yı işgaline, fransa'nın da ispanya'daki cumhuriyetçilerin hitler-franco ittifakı tarafından ezilmesine nasıl aracılık ettiği de herkesin malumu olsa gerek.
işte stalin'in hitlerle işbirlikçisi olduğu ve daha çok insan öldürdüğünü yumurtlayan kaynaklar da bu ülkeler.
edit: "o dönem fransa, belçika ve hollanda nazi işgali altındaydı" diyerek (hadi ya cidden mi, hiç bilmiyordum bak) bu ülkelerin nazi işbirlikçiliği yaptığını gizlemeye çalışan aklıevveller, bu üç ülkenin egemen sınıfı nazilere direnmemiş ve açıkça işbirliği yapmıştır. bunu anlamak işinize mi gelmiyor yoksa cidden kaz kafalı mısınız?
new york'a arabayla 5 saatim. yesiller sarisinlandirsin. pardon sarisinlar yesillendirsin.
edit: 32 yasinda amerika'da yasayan yazar sozlukten kiz ariyor denmis. arar arkadasim. 32 yasinda amerika'da yalniz bir erkek olmadan, 32 yasinda amerika'da yalniz bir erkek olmak hakkinda ahkam kesmeyin. 32 yasinda amerika'da yalniz bir erkegim. amerikan kizlari da mal degil, 1.90 bembeyaz amerikan delikanlilari dururken kimse ailesine dunyanin en calkantili ulkelerinden birinin vatandasiyla tanistirmak dahi istemiyor. cok zengin/cok yakisikli/cok unlu vs degilseniz, bildiginiz normal, oldurmaya/tutunmaya calisan insansaniz tabi bu.
ha yatar kalkarlar, sikinti yok. ama is iliski olayina geldiginde, biraz da kulturun de etkisiyle onlarin evlilik anlayisina uyum saglamaktansa soyle aydinindan bir turk kizini import etmek bazen insana daha mantikli gelebiliyor.
biliyorum, biliyorum. bana da gelmeden once cok sacma geliyordu. iste. oyle olmuyor ama. kokoreci de ozlemem diyordum, kuzu gotu mu ozliycem diyordum, ozleniyormus.
şöyle bir açıklamada bulunmuş:
"şimdilik şu kadarını söyleyeyim: grev kırıcılığı yapmaktan vazgeçin. açlık grevine kendi irademizle, kendi belirlediğimiz zamanda başladık. ne zaman biteceğine biz karar vereceğiz ve emin olun birilerinden fikir almak istesek bu kişiler asla 'açlık grevini bırakın' çağrısı yapanlar olmayacak.
basın aracılığıyla 'açlık grevini bırakın' çağrısı yapanların ortak noktası, bir kez bile direnişin havasını solumamış, elimizi tutmamış, gözümüzün içine bakmamış olmalarıdır. bu itibarla kendilerini hiç samimi bulmadığımı da belirtmeliyim.
dünya sizin etrafınızda dönmüyor. dünyanın merkezinde siz ve sizin mükemmel fikirleriniz yok. açlık grevi size bir soru soruyor. bu adaletsizlik karşısında ne yaptınız, ne yapacaksınız? bırakın adaletin peşinde koşanları yollarından döndürmeye çalışmayı, kendi muhasebenizi yapın."
amına bile koyarlar nereye yemez.
(bkz: boston dynamics muhittin)
nice alimlerden zalim, nice zalimlerden alim doğar. diyerek eleştireceğim kanun.
içinden pokemon tasosu çıkan cipsler
jandarmanın içişlerine bağlanmasının yan etkilerinden biri.
askeri disiplinden uzaklaşınca olur böyle şeyler. bir nevi hürgenerallik sendromu
700.000 tl kredi çekecek keriz bulamamalari ile alakalı olan durum.
an itibariyle kapımın önünde 2008 model bir tane var.
9 senedir eşek gibi kullanıyoruz. allah nazardan saklasın bir sefer öf demedi. bir sefer tık demedi. sıkıntı çıkarmadı. aza kanaat etti. bir depo mazot ile 1500 km yaptığımı bilirim.
evet fiyakalı bir araba değil. evet 120 km saatin üstüne çıkınca " abi, biz biraz yavaşlasak mı?" diye soruyor. evet tok kapısı yok ama ekonomik. ideal bir memur arabası.
ruhu yok diyorsunuz ama bence yanılıyorsunuz. evet belki sosyetik değil, ama o tam bir "menemen yaparım, yanına da çay demleriz" arabası. tokgözlü ve kanaatkar.
lütfen suçlamalarınızı da alıp yanımızdan ayrılın.
biz onunla mutluyuz.
2014 bedelli askerlik yasasından yararlanmış biri olarak bekleyen arkadaşlara rahat olun diyorum. 2014 bedelli askerlik yasası çıkana kadar tecil işlemlerimi bile yaptırmadım. çevremde herkes yanlış yapıyorsun, bu yasa bir daha çıkmaz diyordu ancak ben bakaya durumundayken yurt dışına da çıktım, otellerde de kaldım. her seferinde 1 hafta içinde askerlik şubesine gitmem gerektiğini belirten kağıdı imzaladım geçtim. bedelli yasası çıkınca tüm cezalar silindi gitti zaten. bedelli için çektiğim krediyi de 6-7 ay önce kapattım, kafa rahat şu an. iyi ki beklemişim diyorum.
bedelli askerlik yasası eninde sonunda tekrar çıkacak, bu net görünüyor. gidecek durumunuz yoksa hiç strese falan sokmayın kendinizi, hayatınıza devam edin.
edit: özelden çok sayıda ''çalışmıyor muydun, iş yerine herhangi bir kağıt gelmedi mi?'' sorusu geldi. çalışıyordum, kağıt olayı hiç olmadı.
edit2: bu arada askerlik candır, durumu olan herkes gitsin yapsın abi. kimseyi askerlikten soğutmak gibi niyetim yok, durumu olmayanlara sesleniyorum burada. gördüm şikayet etmeye niyetlenenler var, etmeyin. :)
marketin içinde 25 ve ya 50 kuruş'a satılacaksa market önünde 10 tanesini 1 tl'ye satarak köşeyi dönmeyi planladığım uygulamadır.
hatta kendime suriyeliler tutar bütün marketlerin önünde tezgahı açarım. poşet mafyası olurum, pis işlere bulaşırım.
"ama özge onlar yüzyıllarca köle olarak kullanıldı taammı!"
bu ülkede dindar kesimin şiddete aşırı meyilli olduğu bir gerçek.
bu kadar göz önünde olan bir konuda kim nasıl itiraz edebilir anlamakta zorlanıyorum.
kendilerine yöneltilen böyle bir eleştiriyi bile aşırı agresiflikle karşılayınca durum iyice komik oluyor. muhafazakar vatandaşlarımızın özeleştiri yapıp bir çözüm yolu bulması lazım.
(bkz: minder tava)
carl sagan bu savı zaten yıllar evvel ortaya atmıştı. nasıl solucanlar, insan ile iletişime geçemeyecek kadar ilkel ise, gelişmiş bir başka canlı karşısında insan da aynı acziyet içinde olabilir.
zaten kardaşev ölçeğine göre 3. seviye bir uygarlık bizi kaza ilahi keşfederse yaşanacak durum da aşağı yukarı budur.
(bkz: kardaşev kademeleri)
bir gün venedikten münih'e gece treniyle gidicem, işte tren geldi yerleştik falan o da ne kompartmanın kapısından böyle afet gibi 2 tane kız girdi tabi ben de hemen bir kalp çarpıntısı, heyecan derken nasıl olduysa sakinleşmeyi başardım ve klasik muhabbetle nerelisin nereye gidiyorsun falan derken kızların ispanyol olduklarını münihten sonra almanyanın doğu kısmına doğru ilerleyeceklerini öğrendim bir hüzün çöktü tabi ben oradan stuttgart tarafına batıya yönelicektim. çantalarını yerleştirmelerine yardım falan ettim, klasik yurdum yardımseverliklerini sergiledikten sonra aramız iyi oldu ve baya muhabbetten sonra işte uyudular falan kız bildiğin omzumda uyuyordu ne güzel falan ben de hiç rahatsız etmiyorum tabi. sonra bir ara benim de böyle bir içim geçer gibi olmuştu ki gecenin bir yarısı şak diye kompartmanın kapısı açıldı ve el fenerini yüzümüze tutarak kalın bir sesle "passport" diyen bir polis abimiz ortama giriş yaptı. kızlar uyandı güzelce ispanyol pasaportlarını gösterdiler yemin ediyorum içini açıp bakmadı bile dışından ülkenin adını okudu teşekkür edip geri verdi. sonra benden istedi ve ben çantamdan islami yeşil renginde üstünde ay yıldızlı pasaportumu çıkardığımda zaten italyaya messinadan kaçak vapurla giriş yapmış oradan almanyaya ilerleyen sığınmacı hissiyatını orada yaşadım, şerefsiz sanki beni bavulun içinde kaçak yakalamış gibi bakıyor bana. işte bu aldı her sayfasına ayrı bakıyor böyle inceliyor resmen orada seyahatnamemi çıkardı tüm pullara giriş çıkışlara göz atıyor derken en tabi olarak vizenin olmadığını gördü ve tüyleri diken diken eden sesle vize yok bunda dedi. sonra ben işte titreyen sesimle vizeye gerek yok falan kem küm ederken bu koridora çıkıp birine seslendi ama ne sesleniş 5-10 vagon öteden bir koşuşturma sesi geliyor hani alman filmlerinde olur ya ispiyoncu mahalledeki yahudiyi gestapoya bildirir heh işte o tarz bir an yaşanıyor ve o sırada görüyorum ispanyol kızlar kendi aralarında bakışarak benden bir uzaklaşma hali içerisinde. ben ise durumu soğukkanlılıkla göğsümde yumuşatmaya çalışıyorum. öbür polis geldiğinde kendi aralarında konuşmalar geçiyor böyle ama kutsal damacanada skilacciyle kayzer arasında geçen tarzda hararetli bir şekilde konuşuyorlar ben ise aradan sadece türkei kelimelerini seçebiliyorum. derken bunlar vizenin gerekmediği konusunda anlaştılar heralde ki eleman bana pasaportu geri uzatıp iyi yolculuklar diledi dilemesine ama benim binbir türlü uğraşla kurduğum uluslararası ilişkilerin içine sıçıp gittiler. olay sonrası ispanyol kız ayakları bana dönük şekilde uyumaya devam ederken ben ise camdan dışarı bakıp yağmuru izleyip kaderimi sorgulamaya doğru devam ediyordum.
fen edebiyat'ı toptan kapat abi.
şu anki biyolog, fizikçi, kimyager, edebiyatçı, sanat tarihçisi vb. sayısı bize 250 yıl yeter. zaten hepsi işsizlikten formasyon alıp öğretmenlik peşinde koşuyor. e öğretmenliği bunlar yapacaksa eğitim fakültelerinin işlevi ne amk?
cephanemiz bitene kadar ben yükseleceğini sanmıyordum. hala da aynı düşünüyorum.
iki seferdir açılan 1,5 milyar dolarlık döviz ihalelerine gelen talep 7-8 milyar dolar olunca ne olacaktı yani? düşmesini mi bekliyordunuz?
asıl soru bu ihalelere gelen talebin neden yüksek olduğu. bu talebin neden yüksek olduğunu anlarsanız görüşünüz netleşir. tabi doğrudan fetöye bağlayıp rahat da edebilirsiniz. yalakalık yapmak için "yok yok aslında düşecek, sizin paranızı almak için yapıyorlar" da diyebilirsiniz.
yani kendinizi rahatlatmak için istediğinizi yapabilirsiniz. gerçek nasıl olsa orada tüm heybetiyle duracak.
borcumuz var. ve borcumuzu ödemek için yeterli dolar yok. borcumuzu ödemek için birilerinden borç almak zorundayız. ve borç alabileceğimiz kişilerle kavga ettik. elbette bize hayır demeyecekler ama maliyetleri de ona göre belirleyecekler. bu da bize ek borç demek. iyi yönetilemezse düyun-ı umumiye'ye kadar yolu var.
abicim nasıl ipler beşiktaş'ın elinden çıkmıştır onu anlamıyorum. bursa (d), kasımpaşa, g.antep (d), osmanlı ile oynayacak beşiktaş, hepsini kazanırsa şampiyon olacak (-ki kazanma ihtimali yüksek). hepsini kazanınca, şampiyon oluyorsa, nasıl ipler başakşehir'in elinde oluyor, insan gerçekten hayret ediyor. biri de demiş ki, beşiktaş, tökezlerse düşer, arkadaş tökezledi işte, fena tökezledi ama düştü mü peki?? beşiktaş 4 maçında mutlaka puan kaybeder diyenler (-ki kaybedebilir, futboldur bu) başakşehir'in bütün maçlarını kazanacağından nasıl emin oluyor. nereden baksan tutarsızlık..
2008-2009 sezonunda sivasspor'la çekiştiği sezona çok benzer bir sezon yaşamakta.
30.hafta'da yine fenerbahçe'yle evimizde oynamış ve kaybetmişiz. bitime 4 hafta kala sivasspor 1 puan farkla lidermiş. bunun gerisi gelecekle ilgili spoiler olabilir belki*. ertesi hafta sivasspor evinde kaybetmiş ve 31. hafta liderliği almışız 2 puan farkla. sonraki iki hafta iki takım da galip gelmiş, beşiktaş evinde çok zor bir maçta galatasaray'ı yenip son haftaya 2 puan farkla lider girmiş. son maçta deplasmanda denizli'yi yenmişiz, sivasspor da galatasaray'a kaybetmiş. ve 5 puan farkla şampiyon olmuşuz.
ilginçtir, iş son haftadaki deplasman maçına kalsa bile o sene bu kadar panik olmamıştı taraftar. üstelik son derece mütevazı bir kadromuz vardı. o sene şampiyon olduysak, bu sene daha rahatını oluruz şu ölü toprağını atarsak.
fakat şunu eklemeden geçemeyeceğim; beşiktaş taraftarı için bazı şampiyonluklar daha değerlidir. mesela 2003 şampiyonluğu, 2009 şampiyonluğundan çok daha değerlidir. bu şampiyonluğumuzun kalbimizde yer eden tek tarafı bize üçüncü yıldızı getirmesi olacak. onun dışında çok dramatik bir sezon olduğunu söyleyebiliriz. ukrayna'daki kiev maçı, fransa'daki lyon maçı, fenerbahçe maçındaki olaylar ancak 40 yılda bir olabilecek şeylerdi ve hepsi bi' senede oldu. kupayı aldıktan sonra hiçbir taraftarın arkasına bakmak istemeyeceğine eminim.
candır.
birkaç sene evvel berbat ötesi bir işte çalışıyordum. patron tam bir ruh hastasıydı. bugün a dediğine yarın b, sonraki gün c, bir süre sonra ise tekrar a derdi. çalışanları bir ara gaza gelip işten çıkarmıştı, sadece sekreterle ben kalmıştım. hem iş yükümüz hem de kişi başına düşen patron kaprisi oranımız ziyadesiyle katlanmıştı.
o sırada erkek arkadaşımla birlikte yaşamaya yeni başlamıştık. her gün sinir stres içinde dönüyordum işten, ama acayip parasız bir dönemdi, istifa da edemiyordum. erkek arkadaşım evden çalışıyordu, o sıra pek iş gelmediği için iki taraflı bir sıkıntıdaydık. o dönem her sabah erkenden kalkıp bana kahvaltı hazırlıyor, öpe koklaya işe uğurluyor, işten geliş saatimde ise yemek hazırlayıp şarap açıp karşılıyordu. maddi anlamda kendimizi toparlamamıza yetecek birkaç ayı o kahvaltılar, yemekler sayesinde atlattım diyebilirim.
bir insanın başka bir insana değer verdiğini göstermesinin en zarif yolu ona yemek yapmasıdır bence. şimdiye kadar şu topluma en ufak katkı sağlamamış ataerkil kültüre övgüleri bir kenara bırakın da düşünün. karşınızdakinin mutluluğunu görmeye değmez mi?