kebapçı oldu. baba mesleğiydi ve henüz lisenin ilk yıllarında; benim okula kafam basmıyor, lise bitince babamın yanında çalışırım diyordu. yalnız pederi memet abi, kebabın yoda'sı gibi insan olduğu için hiç de tahmin ettiği gibi ilerlemedi kariyeri. ikinci bahar dizisinin vakkas'ı gibi çocuğu kasaya geçirip, baba gölgesinde parazit olmasına izin vermedi. çok da iyi yaptı.
öss'de barajı aşamayınca pederi önce bunu antep'e gönderdi. bir kaç sene yörenin meşhur ustalarının yanında çalıştırdı. kanka, babam bana kendi tükkanımı açacak diyordu o vakitler. ben de en kötü usta yamağı olur zannediyordum. aksine pederi bunu bulaşık yıkatmaktan başlatmış, komilik yaptırmış. biraz seviye atladığına inandığında muhasebeciyle, toptancıyla tebelleş etmiş.
bu süreçte vakit buldukça görüştük. sürekli babasına sitem etti. geri kafalı olmakla suçladı. halbuki babası kutsal sır yüce prensi gibi işledi çırağını. hayatın öyle kolay olmadığını, mesleğin sadece ocakbaşında bitmediğini, babaya sırt dayayarak hayat geçmeyeceğini öğretti. şu an kendisine ait olan bir ocakbaşı idare ediyor ve nefes alacak vakti yok. yeri geliyor müşteriyi karşılıyor, yeri geliyor bulaşık yıkıyor.
en güzel tarafı ise oğluna gerçekten bir miras bıraktı adam. o haylaz çocuğa şuur kattı. tevazu sahibi oldu. hamdı, yandı, pişti, kebabın üstüne fıstık sarma oldu. bir kaç şube birden açacak kadar maddi imkanı olmasına rağmen cüret edemiyor. müşteriye aynı kaliteyi, personeline aynı imkanları sağlayamayacağından endişeli. helal olsun rafığıma.* kendi adıma en güzeli kısmı ise istanbul'a ne zaman gitsem limitsiz kebaba doyuyor olmam.
shinigami ryuk40 profili
-
lise sıra arkadaşının şu anki mesleği
-
fatih terim fonu
yaz başında haber ilk çıktığından beridir takip ediyorum konuyu. burada ne ponzi ne de benzeri bir piramit sistemi var. dolandırıcılık da sadece banka müdiresi tarafından yapılmıyor. bayağı büyük organizasyon var ve mevzu yüksek faiz vaadiyle sınırlı değil. tefecilik, vergi kaçırma, suç örgütü kurma, darp, gasp, tehdit vs. vs. ne ararsanız var. tam bir rezillikler zinciri.
yalnız bu ekibin elinde nasıl bir medya gücü varsa bütün mevzuyu kadının üzerine attılar ve başlığın konusu terim, olaydan bi habermişcesine aklandı. futbolcular da saftirik mağdurlar olarak lanse edildiler. hala da edilmeye devam ediyorlar. medya tarafında inanılmaz bir manipülasyon çalışması var. ya bilerek salağa yattıklarını halk anlamıyor zannediyorlar ya da öyle ümit ediyorlar. asıl ortalama zekanın rahatlıkla idrak edebileceği bu basit köylü manipülasyonları ama neyse.
ülkede araştırmacı gazetecilik biteli zaten çok olmuştu ama artık mide bulandırır hale geldiler. son günlerde klasik ve dijital medyada dönenlere şöyle bir göz attım. fatih portakal, yarısı yalan yanlış olan ve devam eden yargı süreciyle uyumsuz bir sürü çarpıtma bilgi verip konuyu futbolcular salak, açgözlü, o yüzden tufaya düştülere getirdi. https://youtu.be/owsndiyq6oq?si=rzbtgoxw2aovqnon
sonra, mehmet demirkol ve kaan kural'ın socrates'deki programını izledim. nasıl başardılar bilmiyorum ama en az 15 dakika bu fon hakkında konuştular ve fatih terim adı dahi geçmedi bu diyalogda. kaan kural abd'de yapay zeka ile dolandırıcılığa kadar götürdü konuyu. demirkol, ık mık vergi kaçırma dedi. sonra konu değişti. konunun başlığı bile futbol dünyası ve dolandırıcılık öyle bir korku. https://youtu.be/mtdqcd3q8ri?t=1686
youtube üzerinden yayın yapan; vole, socrates, sports digitale, nutspor zart zurt bildiğiniz tüm kanalları bir kurcalayın. üstüne adı sanı bilinen spor yorumcusu sıfatlı gencinden yaşlısına şöyle bir göz gezdirin. bunlara resmen konuyu gündemde tutacak hiç bir şey paylaşmayın demişler. aklama çalışması bile yapılmıyor, oradan anlayın operasyonun büyüklüğünü.
hele halk tv vs. hepten saçmalık. arkadaş sadece twitter üzerinden okuduklarınızla program yapmaktan hiç utanmıyor musunuz? hayır, bazı kişisel twitter hesapları bile başka bir çok detayı geçen hafta vermişti. sırf gargara yapıldı ve nasıl elden para verildi? gev gev konuşarak konuyu kapattılar. gerçi bunların siyaset konustukları konular bile böyle, ne bekliyorsam artık. konuşulan ise yine dolandırıcı müdirenin masum imparatoru kandırdığı.
bakın en bombası da ismail saymaz. herif, fatih terim'i aklamak için alttan girip üstten çıktı. finans konularıyla uzaktan yakından alakası olmadığını zaten borsa oynamak vb. kullandığı avam tabirlerden anlayabiliyorsunuz da asıl mide bulandıran banka müdiresinin fatih terim'in adını kullanarak diğer futbolcuları kandırdığını iddia etmesi. yani; arda turan, selçuk inan, fernando muslera, ayhan akman, emre belözoğlu, semih kaya ve emre çolak gibi fatih terim'in evlatları sayılan futbolcuların babalarına hiç danışmadan, sırf seçil erzan bu fonun adı fatih terim fonu dediği için katıldığını iddia etti.
bakın bu fona fatih terim katılıyor, kızı buse terim katılıyor, damadı katılıyor, damadının kuzeni emre belözoğlu katılıyor. yetmiyor kendi yönettiği futbolculardan bir sürü insan dahil oluyor ve hepsi "haa adı fatih terim fonu ise buyur al milyon dolarlarımı bacım" diyorlar. iddiası o ki; kimse banka müdürünü aramıyor, fatih terim'e danışmıyor. sonra tüm bu söyledikleriyle çelişecek şekilde araya ufak bir fatih terim neden sorguya çağrılmadı? sorusu sıkıştırarak konuyu gargarayla kapatıyor. tamam iso, sen öyle diyorsan kesin öyle olmuştur.
bir çok kişinin fark ettiği üzere konu bir türlü fatih terim'e gelmiyor. ne hukuk sorguya çekebiliyor, ne bir tane ahlaklı gazeteci soru yöneltebiliyor. kendisi de ölü taklidi yaparak konunun gündemden düşmesini bekliyor. gerçekten pek tuhaf. bu süreçte fatih terim'e neden çıkıp açıklama yapmıyorsunuz? sorusunu yönelten tek kişi, adını her okuduğumda kafamda kısa devre yaptıran lube ayar oldu. kebapçı konusunda bile açıklama yapan adam sus pus. kimse de soru yöneltemiyor. fatih altaylı dahi aylardır bu konuyu yazıyor ama fatih terim'e tek soru yöneltebilmiş değil.
bakın bu düzenekteki mantık şu; müdire zaten mimli ama daha önce benzer bir sistem kurmuş ve neredeyse 10 sene boyunca sürdürmüş. kurulan bu yeni sistem de tabi ki yasal değil. kim bilir, kimlere ne faizlerle para vererek tefecilik yaptılar. çünkü kimse olayın detayını anlatamıyor. bakın anlatmıyor demiyorum, anlatamıyorlar çünkü kadın bu insanları sadece 3 vereceksin 5 alacaksın, hem imparator da bu işin içinde şeklinde ikna etmemiş. sistemi bir şekilde anlatmış olmalı ama bu kriptoya koyacağım, yok çok karlı bir hisse var vs. değil. bu uyanıkları bu kadar kolay ketenpereye getiremezsiniz.
medyada yaratılan algı; futbolcu cahildir, çabuk kandırılır. bunlar da kandırılmış. bok kandırılır. lan bu adamların çevresinde legal iş yaparak at gibi para kaldıran onlarca iş adamı var. nijerya'nın köyüden gelen, gerizekalı denilen emenike dahi emlak zengini oldu fenerbahçeli müteahitler sayesinde. en yaşlısı 20 yaşında zaten milyonlarla oynuyordu. bugün ulaşamayacakları siyasetçi veya ünlü yok. aralarında yaşı en küçük olan 32 yaşındaki emre çolak. bunları çiftlik bank kuruyoruz diyerek bütün birikmiş nakitlerini dökmeye ikna edemezsiniz.
hani sosyal medyada bu haberlerin altına sürekli elimde köprü var, arda'ya duyurulur yazanlar var ya. o arda hepinizi göt cebinden çıkarıp çakmak cebine koyar da ruhunuz duymaz. adamın hastane basıp, gazeteci dövüp tek bir gün nezarethane görmüşlüğü yok. hocasından biliyor işi. neden arda'nın muhabbeti sızdı da diğerleri yok biliyor musunuz? çünkü öne onu atmışlar. sakalı ağardı, en naif olanı oydu, en çok parayı o kaptırdı şeklinde mağdur yaratılıyor. kendisi de zaten bana faiz değil dediler, alnımın teri, çoluk çocuk nafakası diyerek iktidara sinyalini yapmış. yer mi lan bayrampaşalı.
belli ki burada bir tefecilik sistemi kurulmuş. bankacı büyük kredi isteyip alamayan müşterileri bulup kol gibi faizi döşerken, futbolcular da finansörlüğünü yapmış. onlara garantörlük eden de terim. belki bu nokta farklı şekilde aksettirilmiş olabilir ama futbolcuların bu kadar ketum olduğu konu bu kadar basit değil. muhtemelen arada bir yerde birisi büyük patladı veya içlerinden bir kaçı kasaya el attı, sonrası çorap söküğü. zeytinburnu tedrisatından geçmiş, üç ülkede futbol oynamış, 16 yaşından beridir milyonlarla oynayan emre belözoğlu'nun, al abi 4 milyon dolar diyerek sadece bir bankacının ağzıyla para yatıracağına nasıl inanabiliyorsunuz. hele ki adı fatih terim fonu olacak ve emre, fatih babasına danışmadan buyur bacım edecek. asıl köprüyü size satarlar olm.
ayhan akman'ın hali hazırda tefecilikle uğraştığı, bu kadının önceden kurduğu fonun da benzer bir organizasyon olduğu gibi sürüyle iddia var ama dava bitsin onları öyle tartışalım. kim bilir daha neler çıkacak altından.
bu arada şu başlıkta fanatik oldukları için gev gev edenlerin dahi argümanları yok. boş fanatizm yapmaktan öte gidemiyorlar. bir tanesi bile yok ya imparator öyle şey yapmaz diyemiyor. belki de tek faydası o oldu. vaktiyle meslektaşlarını, takım arkadaşlarını, devletin polisini, hatta kendi yöneticisini darp ettikten sonra hep bir şekilde sıyırabilmiş bir adamı savunduklarını idrak etmeye başladılar. gerçi bunların için her yol mübah da en azından aklı başında, vicdanlı taraftarlar çürümüşlüğün kokusunu aldılar.
(bkz: ehven-i şer) -
3. dünya savaşı çıktığında en güvenli ülke
sık sık moğolistan ve tuva gibi ülkelerin yazıldığını görüyorum. bu bölgeler post apokaliptik senaryolar için uygun. atıyorum en fantastiğinden zombiler peydah olsa steplerde heder olurlar. rakımı yüksek ve bol bol kır olduğu için küresel ısınma sonucu sıcaktan kavrulma veya su basma riski düşük. atom bombası sonrası için de uygun bölgeler.
gel gelelim savaş çok farklı bir durum. ikinci dünya savaşı daha başlamamışken ruslar ve çinliler arasında moğol toprakları bölüşüldü. bugün iç moğolistan adı verilen bölge çin'de, günümüz bağımsız moğolistan'ı ise sovyetlerin elinde kaldı. sonrasında çin'de japon istilası ve ikinci dünya savaşı sürecinde zaten az olan nüfusun ağzına sıçıldı. önce sscb budist rahipleri sıradan geçirdi. sonra japonlar iç moğolistan ve kore'den topladıkları askerleri moğol steplerinde sscb ile savaştırdılar. o esnada yine rastgele bir sürü insan öldürüldü.
anlayacağınız, rusya ve çin arasında tampon olan hiç bir bölge olası bir dünya savaşında güvende olamaz. -
bitiremediği yemeği eve götüren varoş müşteri
şu yaşıma değin dünyanın bir çok ülkesinde her kategoriden restorana gittim. henüz bu durumu varoşluk olarak tanımlayan kimse görmedim. sokağa tabure atmış mekanda yediğim 5 dolarlık takodan tutun da michelin yıldızlı mekan da porsiyonuna 250 dolar ödediğim steakten kalan iki lokmayı bile ben ağzımı açmadan paketleyip verdiler. bunun bir tartışma konusu olduğuna dahi şahit olmadım. keza kişinin ücretini ödediği bir ürünü evine götürmesinin tartışılacak tarafı yok.
bazı ülkelerde müdavimi olduğunuz mekanlarda açtırıp bitiremediğiniz şişeleri de adınızla etikletleyerek saklarlar. sadece şarap ile sınırlı değildir. ucuz yollu tekilanızı dahi kenara koyarlar. tekrar geldiğinizde söylersiniz temiz temiz getirirler önünüze. bunun için ekstra bir ücret almazlar. bir keresinde arkadaşın iki sene boyu açtırıp bitirmediği şişelerle partilemiştik. beş kişi ufak tefek çıtır çerez dışında para vermediğimiz için utancımızdan garsonlara ekstra bahşiş bırakmıştık.
evimin altında müdavimlikten ötürü bütün personeliyle enseye şaplak olduğum bir bar var. mahallenin panter emel'i olduğumu bildikleri için sağolsunlar müşterilerin masalarına kalan ne varsa paketler bana verirler. bu mekanın, içeriğinde karides, yengeç, balık vb. bilumum deniz ürünü olan, benim kedi orgazmı adı verdiğim çok popüler bir ürünü var. porsiyonu da aç doyuran boyutta. henüz tok gelip bunu atıştırmalık olarak bitirebileni görmüş değilim. o nedenle bırakın kendi sipariş ettiğim tabağı, yan masada yarım kalmış tabak varsa garsonlardan onları da pakete eklemelerini rica ederim. sağolsunlar o an mekanda ne kadar arta kalan deniz ürünü varsa paketler getirirler.
kendi tabağımdan kalanları kedimle paylaşır, diğer paketleri de sokak kedilerine dağıtırım. tek kötü tarafı, mahallenin kedilerini karides müptezeli etmiş olmam. kuru mama koyan teyzelerden zılgıt yiyorum. sen bunları şımartıyorsun sonra normal mama yemiyor diyorlar. o yüzden operasyonu çok erken veya çok geç saatlere bırakıyorum. yemek vermediğim zamanlar dışında da sokakta görünce götüme en az beş tane kedi takılıyor. iyice fareli köyün kavalcısına döndüm. bir yandan güzel ama dışarıdan bakınca hep korktuğum avcı yeleği giyen ve her cebinde ayrı mamayla gezen deli teyzelere dönüştüm. -
yüzüklerin efendisi'ni sinemada seyretmek
çocukluğumda alt komşumuz ihsan abi büyük bir yayın evinde yönetici olarak çalışırdı. dağıtıma çıkan her kitabın en az bir kopyası kendisine verilirdi. o yüzden adamın evi kitap deposu gibiydi. azaltmak için mahallede kitap okumayı seven gençlere balya balya kitap dağıtırdı. fantastik kurgu sevdiğimi bildiği için eline bu türde kitaplar geçerse benim için saklardı. orta okulda elime yüzüklerin efendisi iki kule kitabı geçmişti. sağ olsun ihsan abi tamamlamıştı seriyi. o kadar çok kitap gelirdi ki bazen günlerce kategorilere ayırmasına yardım ederdim. lisedeyken fazla kitapları alır sahaflara satar üç beş sigara parası çıkarırdım.
neyse, bir gün şirketten ihsan abiye yüzüklerin efendisi - yüzük kardeşliği filminin prömeriyerine bilet vermişler. o da bana hediye etti. gösterim gününe değin vakit geçmek bilmedi. üç gece üç farklı film çektim kafamda. ben ne bileyim prömiyer nedir. o zamanlar okuldan sonra teknik serviste çalışıyorum. işten erken çıkıp hafif kirli eski kazağım ve kot pantolonumla dümdüz gittim. girişte güvenlik elimdeki bileti ekstra bir inceledi kılık kıyafetimden ötürü. bayağı da kıl oldum ama her hangi bir sorun çıkarsa filmi izleyemem diye ses edemedim. içeri bir girdim herkes düğüne gelmiş gibi şıkır şıkır.
köyden indim şehire karakteri gibi bistro masalardaki ikramlardan avuçla yedim. görgüsüzce dandik içeceklerin hepsinden birer tane götürdüm. kan şekerim yükseldi, keyfim yerine geldi, salondaki yerim de çok güzel derken yanımda hakkı bulut'un oturduğunu fark etmem ile bütün konsantrasyonum bozuldu. adamın türkücü olduğu dışında pek bir bilgim yok. türkücünün böyle bir filmi izlemesi de enteresan bir durum değil ama nedense takıldım konuya. bu yüzden bir sürü sahneye odaklanamadım. aç karna ucuz salamlı kanepe ve beş liralık şarabın etkisi de büyük ama hakkı bulut ayarlarımı fena bozdu.
genel gösterime girdiğinde arkadaşlarla en az üç kere daha gittik ama bu film aklıma nedense hakkı bulut ile kazındı. filmin ortasında ayağa kalkıp frodo ve hobbitler hakkında bir türkü yakacakmış hissinden bir türlü kurtulamadım.
başımıza ne geldiyse geldi bu yüzükten, urukhailer geliyor yaracak bizi büzükten... -
en iyi bira mezesi
hem bira mezesinin, hem de birayı içtiğiniz mekanların amacı size olabildiğince çok bira içirmektir. dolayısı ile bu mezeler sizi bol bol susatacak bol tuzlu gıdalardan oluşurlar. ülkemizdeki her barda önümüze çerez tabağı, ikram olarak aşırı tuzlu patlamış mısır vs. çullamalarının sebebi budur.
kurutulmuş etlerin favori olmasının sebebi de aynıdır. mideye aşırı yağ ve sıvı içeren gıdalar gönderirseniz tıkanırsınız. kurutulmuş etler ise genelde tuzla kurutulduğu için hem susuz hem de bol tuzlu olurlar. bu da sizi daha fazla susatır, ayrıca midenizi yormadan daha çok içmenizi sağlar. götünüzü kaldırmadan saatler boyu muhabbete ve biraya devam edebilirsiniz.
kuru et derken bu sadece dana olmayabilir. balık, çeşitli av kuşları, hatta at eti dahi olabilir ki benim favorimdir. kurutulmuş at eti, çemensiz pastırma gibidir lakin daha hafiftir. sindirimi kolay ve gerçekten ayrı bir lezzeti vardır. kızartma türü ürünler tercih edilecekse kralı domuz kaburgasıdır. av sosisi, ne bileyim bin türlü farklı ürün var ama bunun yeri bambaşka. -
1 tl'ye tavuk döner yiyip ayran içmiş efsane nesil
o 1 liralık tavuk döner değil de yanında bedava sunulan ayran fena ishal ederdi. çünkü son kullanma tarihi geçmiş veya bayat yoğurttan yapılırdı. o yüzden ayran istemez, sen bize belediye gazozu ver diyen çok olurdu. halk, istanbul'un göbeğinde çeşme suyunu o ayrandan daha güvenilir bulurdu.
bir de tavuk döner ilk çıktığı senelerde tavuk fiyatları kırmızı ete oranla o kadar düşüktü ki kimse içine horoz ibiği, ne bileyim dinozor daşşağı ve sair koymayı akıl etmediği için inanılmaz leziz olanlarına denk gelirdiniz. beş katı pahalı et dönerin kalitesi ise şüpheliydi. tavuk dönerin çıkış sebebi de kırmızı et fiyatlarının yükselişiydi. -
tavuk yemiyorum tarikatı
insanların et üretimine dair çok garip şüpheleri olduğunu anladım buradan. bazıları haklı bazıları ise tamamen safsata.
- öncelikle köy tavuğunun geç pişmesi, daha sert olması gibi öne sürülen argümanlar bariz şekilde hayvanın cinsi ve yaşıyla ilgilidir. markette aldığınız piliçler ise ortalama 48 günde yetişir. neredeyse hiç hareket edemedikleri ve bir buçuk aylık oldukları için daha yumuşak olurlar ki diyetleri de sert olmasını engellemek için tasarlanmıştır. bugün marketteki piliçlerin büyük kısmı broiler veya bizim etlik piliç dediğimiz iri göğüslü cinstendir. detaylar için wikipedia: https://en.wikipedia.org/wiki/broiler
- ikinci olarak köy tavuğu sürekli hareket eder. kas ve kemik gelişimi için yeterli vakite ve hareket alanına sahiptir. tabi ki tavuğun cinsi de etin tadını etkiler. market pilicinin et dokusunun değiştiği bir gerçek. güncel olarak da sıkça tartışılan bir konu. sağlık açısından sorun teşkil etmemesine rağmen dokusunun değişmesi kimi insanlara rahatsızlık verebilir ki başlıkta tartışılan konu da bu aslında. atıyorum çiğnemesi daha zor ve dokusu sakızımsı gibi tepkiler var.
- konu kısmen seçilim kısmen de laboratuvar araştırmalarıyla alakalı. örneğin göğüsün daha büyük olduğu cinslerde bacak kalınlığı önemli etken olmuş uzun süre. yıllardır bu işle uğraşan üreticiler en iri ve uygun cinsleri melezleyerek bugün yediğimiz tavuklara ulaştılar. bu deneme yanılma sürecinde çeşitli kalp ve kas rahatsızlıklarıyla doğan nice yeni tür yaratıldı. tabi ki günümüze göreceli olarak en sağlıklıları gelebildi.
- işin laboratuvar kısmında ise tüketicinin aklına getirmek istemediği işler döndüğü doğrudur. örneğin çin gibi ülkelerde farklı kalsiyum kaynakları ve kalsiyum düzeylerinin büyümeye ne kadar etki ettiği araştırılıyor. deniz kabuklularından alınan kalsiyumla tavuklar üzerinde çeşitli araştırmalar yapılıyor. birisi baget geliştirmeye uğraşırken bir başkası et lezzetine odaklanıyor. bu kadar büyük bir endüstri için normal şeyler bunlar. kaldı ki fitobesin desteği ile yetiştirilen tavuklarda ufak da olsa gelişme sağlandığına dair araştırmalar var. şuradan araştırmaya ulaşabilirsiniz: https://www.sciencedirect.com/…ii/s0032579119406093
- yalnız her türlü et üretim tesisinde çeşitli ilaçlar ve gıda takviyeleri kullanılır. yani kafanızda tavuklara hormon basıyorlar o yüzden sağlıksız gibi bir düşünce varsa diğer hiç bir eti tüketmemeniz lazım. en basitinden koyunlara hamilelik sürecinde verilen küspeye katılanları baz alabilirsiniz. kendi halindeki köylüye varana kadar herkes gıda desteği olan sentezlenmiş ürünler kullanıyor. en olmadı küspeye katılan buğdayın yüzde yüz doğal olmadığı bir gerçek. tohumundan tutun da ilaçmalasına kadar her zerresinde insan müdahalesi var.
- süt üretimi için kullanılanlar daha fantastik. yalnız her ürüne paranoya ile yaklaşmak akılcı değil. çayıra çimene saldığınız ineğin sütünü kaynatarak içmek de bugün her bünyenin yapabileceği bir iş değil. üstelik bir sürü risk barındırıyor. pastörizasyonun önemini pandemi geçmişimizde bulabilirsiniz.
et üretimi konusunda totalde şöyle bir argüman var. endüstriyel et üretimi takribi 70-80 senedir hızını hiç kesmeden gelişen ve büyüyen bir sektör. bu geçen süreçte insan hayatı bir çok gelişmeyle birlikte kısalmadı aksine uzadı. tabi ki sektör geçmişinde bir sürü hata ve felakete yol açabilecek vakalar yaşandı. örneğin mcdonald's gibi zincirler çeşitli zehirlenmeler sonucu hamburgerlerinde kullanılan etleri kesim sonrası amonyak ile yıkamak gibi çılgın hamleler yaptılar.
günümüzde akıllı telefonu olan herkes bir yayın organına dönüştüğü için büyük firmalar artık herkesin sesini kısamıyorlar. dava açarak kaç tanesini sindirebilirler ki zaten. o nedenle bu firmalar politika değiştirmek zorunda kaldılar. mcdonald's amonyaklı etin yerine yerel üreticiden kraft burger için organik et almaya çalışıyor. gelecekte buna veganlar için yapay etler de eklenecek ki en büyük et karşıtlarının tamamiyle laboratuvarda sentezlenmiş bir eti tüketip tüketmeyecekleri şimdiden tartışma konusu.
anlayacağınız hayvana hormon basılıyor kafasıyla yaşayarak ancak kendinizi yorarsınız. burada her endüstriyel ürüne karşı çıkan kafalardan iki tip görüyorum. bir kesim diş macununun zeka gerilettiğine veya tüpün kıçındaki renkli şeritlerin içeriğinde ne kadar kimyasal olduğunu belirttiğini zannediyor. kimya nedir? kimyasal nedir? hiç haberi yok. bu kafayla tavuk eti yorumluyor. diğer kafa ise ilk örnekteki kadar aptal değil. en azından neyin nerede üretildiğini biliyor ama onlar da ıvır zıvır organik gıda belgesellerinin fazla etkisinde kalıyor. işin ekonomi, globalizasyon, dünya nüfusu, arz/talep gibi konuları göz ardı ediyor. onların da köye taşınıp organik tarım ve hayvancılık yaparak yaşama fantezisi dışında çıkar yolu yok. -
bilgisayar tamircisine güvenememek
ülkede hangi teknik servise güveniliyor ki bilgisayar servisine güvenilsin.
henüz lisede öğrenciyken büyük bir markanın teknik servisinde çıraklık yapmıştım. müşterilerin bilinçsizliği ayrı, servis çalışanlarının dalyaraklığı ayrı bir meseleydi. bu bozuldu diyerek sadece monitörü kapıp gelen müşteri de gördüm. iki dakikalık işi olan bilgisayarı ertesi gün teslim et ki kazıklandığını hissetmesin diyen patronla da çalıştım. o yaşta tiksinmiştim servis işlerinden. tek faydası gerçek anlamda elektroniğe dair bir şeyler öğrenmem oldu.
eğer az biraz bu işlerden anlıyorsanız, bu yeteneğinizi de kimseye anlatmamanız lazım. zira o noktadan sonra eş dost konu komşu sizi ücretsiz bir servis elemanı olarak görmeye başlıyor. beş sene önce tamir ettiğiniz bilgisayarı, en son sen bakmıştın şimdi çalışmıyor diyerek arayan oluyor. gençliğim birilerinin bilgisayarını tamir etmekle geçti. hatta size karşılaştığım abuk mevzulardan kısa bir potpori yapayım da ağzınız açık kalsın.
- sene 2002, komşumun bilgisayarı bozulmuş. altı üstü windows yüklenecek. cd takmak için cd romu açmaya yeltenince komşu üzerime doğru koşarak sakın yapma! dedi. lan dedim içinde porno cd mi var nedir? neden bu kadar heyecanlandın dedim. içinde koruyucu cd var dedi. meğer benden önce çağırdığı servis elemanı 50 dolara anakartın driver diskini satıp bunu sakın çıkarma, bunun koruyucu özelliği var demiş. diski çıkarmak için zor ikna ettim.
- sene 2004, profesyonel firmaya para vermemek için benim gibi öğrencilerden teknik destek alan bir kaç şirkete servise gidiyordum. hepsine haftada bir uğrayıp bakım yapıyorum. içlerinden birisi gece yarısı arıyor beni. evladım acil ofise gelmen lazım mikrofon çalışmıyor, yurt dışında müşteriyle görüşmem lazım dedi. abi mikrofonu doğru sokete taktığından emin misin? gece gece ebesinin fizanından geleceğim. yeae olm ben salak mıyım dedi. taksiyle gittim. tahmin edebileceğiniz gibi altı üstü iki tane deliği birbirine karıştırmış. kol gibi taksi ücretini ekledim hesabına ama hiç bir zaman ödenmedi.
- sene 1999, depremden bir hafta önceydi. bir adam kucağında monitörle kan ter içinde servise geldi ve iki ay önce bunu sizden aldım şimdi çalışmıyor dedi. 21 inch crt monitör o zaman büyük lüks. televizyon gibi sırtlamış gelmiş. abi kasa nerede diyorum. sizde yok mu? diyor. abi o regülatör değil, asıl donanım orada dedim. küfür ederek gitti onu da aldı geldi. içini bir açtım. satıştaki donanımla arasında dağlar var. meğer bunlar servise güvenilmez diye birisini çağırmışlar. herif hem parayı hem bütün donanımı almış gitmiş. gerçi serviste de çalınacaktı ama en azından ekstra para vermezdi.
- sene 2005, mahalleden bir tanıdık dizüstü bilgisayarını getirdi bıraktı. bir bakar mısın klavye düzgün çalışmıyor dedi. üzerine bir şey dökülmüş. klavyesini değiştirip geri verdim. parçanın parası haricinde bir şey de almadım. bir kaç gün sonra sen bunun içinden parça çalmışsın diyerek çıkıştı bana. bunu bir tornavida ile mahalle kahvehanesine götürüp herkesin gözü önünde monitörüne kadar söktüm. çünkü buna akıl veren gerizekalılar orada ikamet ediyor. çocuk sadece parça parasına iş yaptı deyince inanmayıp parça çalmıştır diye gazlıyorlar. en ufak parçasına kadar söktükten sonra aletin faturasında yazılan özelliklerine göre tek tek gerizekalıya anlatır gibi gösterdim parçalarını. haa o zaman kusuruma bakma ben yanlış anlamışım dedi. al şimdi götüne sok bunları diyerek toplamadan bıraktım.
- sene 2000, serviste bir eleman gelen bilgisayarlardan sürekli parça araklıyor. gidip patrona söylüyorum. biliyorum ne yaptıklarını, müşteri şikayet etmiyorsa siktir et, zaten üç kuruşa çalışıyorlar. bırak buradan çıkarsınlar harçlıklarını dedi. o gün bıraktım işi. tanıdığım müşterilere de bilgilendirme yaptım. bu şerefsiz namussuz patronumun afrika'da elmasım var çıkaramıyorum mailine inanıp afrika'ya gitmesi ve orada rehin alınıp hayvan gibi fidye ile serbest kalması üzerine bir hikayesi var. instant karmanın tillahını gördü pezevenk ama onu başka bir başlığa saklıyorum. -
tatilya'ya gitmiş efsane nesil
bu neslin efsaneliği tartışılır lakin şanslı olduğu muhakkaktır.
açılışından çok kısa bir süre sonra hafta içi günleri boş geçmesin diyerek okullara özel kampanyalar yapmaya başlamışlardı. işte ben de 1996 senesinde ilk kez okul seferiyle gittim bu harikalar diyarına. ortadaki alanda ayna grubunun konseri vardı. hayvan gibi playback olmasına rağmen o yıllarda çok popüler olan bir grubu canlı olarak izlemek biz veletleri mest etmişti.
hatta ben coşayazarak ayna'nın keline sarılıp avcumu öptükten sonra keline bir tane yapıştırmıştım. rahmetlinin yerinde olsam çocuk mocuk demez elimdeki gitarı götüne sokardım ama kendisi pek naif bir insan olacak ki sadece gülümseyerek geçiştirdi.
yalnız buranın korku tüneli adlı atraksiyonu çok başarısızdı. ne korkunç bir olay vardı ne de scare jump yaptıracak bir sürpriz. iki osuruktan iskelet bir cadı ve bolca sis duman. filmlerde gördüklerimizin yanında çok sönüktü. masal anlatan ağaç dedikleri de kaşı gözü oynayan mekanik bir oyuncaktı. en azından ağzında senkron olsaydı oradan yırtardı. bir de kolonu üst kısmına koydukları için ses yukarıdan geliyordu.
sonrasında bir kaç kere harçlık biriktirerek gitmiştik. paramız anca giriş ve bir kaç alete binme hakkına yettiği için doya doya eğlenememiştik. doğum gününde de sadece giriş ücretsizdi. öyle her alete sınırsız binme gibi bir imkan verilmiyordu. fiyatlarda buna keza kol gibi pahalıydı. yiyecek içeceği de susuz sabunsuz geçiriyorlardı. buna günlük harcayacağınız parayla fame city'de bir hafta kral olurdunuz diyeyim varın gerisini siz düşünün. -
wuhan virüsü
durum hakkında olabildiğince spekülasyonları eleyerek ufak bir bilgi havuzu oluşturdum. bunları da olabildiğince delilleriyle aktaracağım.
öncelikle çin'de gerçekten bir hijyen ve standart sorunu mevcut. giden gören herkesin bildiği üzere bu bahsi geçen hayvan pazarlarında hijyenin h'si dahi yok. bu hayvanlar nereden geliyor? nasıl geliyor? hangi kontrollerden geçiyor? bu soruların hiç birinin yanıtı yok. tahmin edebileceğiniz üzere yılanı dereden topladıkları gibi kafeste getirip pazarda satıyorlar. buraya çeşit çeşit video koyarak midenizi kaldırmayayım.
ikinci konu ise bu gıdaların nasıl pişirildiği. videolardan gördüğünüz üzere iç organları temizlenmemiş hatta hala canlıyken katır kutur her türlü mahlukatı tüketiyorlar. konunun etiğine ahlağına veya kültürüne hiç değinmiyorum. bu durumun sağlıksız olduğu muhakkak. sadece bunu bilgi olarak cebimize koyalım.
üçüncüsü ve en önemlisi ise çinlilerin büyük bir kısmının kişisel temizlikten bir haber olması. şaka gibi ama iyi insanın içinde kötü şey durmaz düsturuyla yaşıyor ve lama gibi sürekli sağa sola sümkürüp tükürüyorlar. çin'deki bu kir pasak konusuna dair şunu yazmıştım. içeriğinde bütün detaylarını bulabilirsiniz. bu pis adetlerin en fecaati ise tükürük. direkt hastalık bulaştırma yöntemi.
(bkz: #97736615)
kötü koşullardaki gıdaların saçma şekillerde sunulması ve halkın pasaklılığı birleştiğinde hiç bir komplo teorisine yer bırakmaksızın böyle bir virüsün insanlara bulaşabileceğini tahmin edebilirsiniz. konuyu ciddi tartışan bilim insanları da hep aynı iki konuya vurgu yapıyorlar. elimizde olan en net sebep bu şu an.
sebebini çözdüysek diğer spekülasyonlara geçelim.
- çin'in bilgi dezenformasyonu.
bu konuda çin, geçmişten biraz ders almış ve hastalığa dair bilgileri diğer ülkelerle paylaşmış olsa dahi kendi halkını ve dünyayı yanılttığı bariz. en azından rakamları ve yapılan insanlık dışı uygulamaları gizlediğini çok farklı kaynaklardan doğrulayabiliyoruz.
hong kong üniversitesinden bir profesöre göre gerçek rakamlar 30 kat daha fazlası olabilirmiş. haber kaynağı time. https://youtu.be/lzekzqphlzm
bir diğer birinci el bilgi ise orta asya'nın en büyük bağımsız haber ajansı özgürlük'de servis edildi. pekin'de çalışan kazak bir doktor ile yaptıkları telefon görüşmesini yayınladılar. videosu şurada: https://youtu.be/gyxorx88c5u?t=227
bu videoda doktorun dediğine göre ocak başından beri durum biliniyor ve buna göre devletin önleme çabaları olmuş. şu an şehir hastaneleri kaos içerisinde, her gün yüzlerce hastaya bakıyoruz. maske ve diğer korunma gereçleri yetersiz, doktorlara bazen sizde maske var bizde yok. siz yaşayacaksınız, bizi ölüme terk edeceksiniz şeklinde saldırılar yaşanıyor. pekin'de ise her yerde günlük kontrol yapılıyor. belirtileri gösterenler veya şüpheli olanları direkt tutukluyorlar.
yalnız burada belirttiği çok daha enteresan bir olay var. dediğine göre uzun zamandır kitle kontrol maksatlı üzerinde çalıştıkları yapay zeka sistemi de şu an virüslü tespit etmek için kullanılıyormuş. pekin'de çalışan tren, otobüs gibi toplu taşıma araçlarında hasta olabilir etiketi olan yolcuların bilgileri anlık olarak güvenlik güçlerine aktarılıp tutuklama yapılıyormuş.
bunlara ek olarak moğolistan, kazakistan, vietnam ve kırgızistan kara sınırlarını çin'e kapattı. uçuşlar iptal edildi ve dolaylı yoldan giren yolculara kadar herkes karantinaya alınmaya başlandı. örneğin kazakistan'da 3-4 gün önce dolaylı yoldan wuhan üzerinden gelen ve hastalık belirtileri gösteren bir çinliyi uçakta yakalayıp karantina altına aldılar.
düzeltme-, bu son uçak haberi doğru değilmiş. ben haberi göbeğinden açıp metini okumadığım için olayı götümden anlamışım. bu bir tatbikatmış. uçuşlar çok daha öncesinde iptal edildiği için şu an aktif vaka yokmuş.
bu ve benzeri katı önlemlerin alınması bu salgının ne kadar ciddiye alındığının bir göstergesi. sars dönemi dahi bu kadar çok sınır kapatma ve hasta avına çıkılmamıştı. rus kaynaklarına göre de virüsün bulaştığı kişi sayısı ve mortality oranları düşük gösteriliyor. hepsine artı olarak çin'in kendi verdiği rakamlar arasında da tutarsızlıklar var. örneğin düne göre %50 artışla birden ölü sayısı 81 oldu. şehirlere dair verdikleri bilgiler de gerçeklerle örtüşmüyor.
ara edit - dün gece 81 olan ölü sayısı şu an 106 oldu. rakamlar saçma şekilde yükseliyor. kaynak bbc. https://youtu.be/gfxlb1pvf-m
dün wuhan belediye başkanı çıkıp sokakları gezdi, dolu marketleri gösterdi fakat bir çok farklı yabancı öğrenci tıbbi malzeme ve gıda konusunda sıkıntı çektiğini belirten videolar yüklüyor. bu arada yabancıların bırakın çin'i, yaşadıkları şehirlerden dahi çıkmasına izin verilmiyor. https://youtu.be/fq6icrs2fee
bunlara mukabil bir de 11 milyonluk şehirde yüzlerce hastane varken enfekte olan kişi sayısı altı üstü bir kaç bin kişi ise neden üç farklı alanda birden acil durum hastaneleri kuruluyor? şehrin her bölgesinde neden sahra hastaneleri yapılandırılıyor? ayrıca benzer durum sars vakasında da yaşandı. konuyu gizledikleri yetmedi, verdikleri rakamların da yalan olduğu çok geçmeden anlaşıldı. bugün çin yönetimine güvenmek için ne gibi bir sebebiniz var? toplama kampına eğitim merkezi diyen adamlar değil mi bunlar?
bunların dışında yayılan bir sürü video ve bu videolar üzerinden yapılan gereksiz çıkarımlar/spekülasyonlar var.
sözlükte de yayılan videoların büyük kısmı alakasız. bazılarında alakasız şehirlerdeki olaylar var. bazılarında havai fişek kalıntılarını kan olarak aktaranlar var. hatta sars salgını döneminden kalma kaç yıllık videolar dahi var yalnız aklı çıkan hastane çalışanları kısmı yüzde yüz gerçek.
şurada arka arkaya görebileceğiniz videoların güncel olduğu da doğrulandı:
https://youtu.be/ansr1qstzkg?t=62
yalnız burada karantina altındaki insanların paniği, efendime söyleyeyim doktorların çıldırması gibi konular direkt olarak milyonların virüsü kapmış olmasından değil. insanlar panikle hastanelere yığılıyorlar ve böyle vakalar ortaya çıkıyor. bu yine de kendinden şüphesi olmayan insanların hastanelere akmayacağı gerçeğini değiştirmez. anlayacağınız ikircikli bir kaos durumu mevzu bahis.
hepsi bir kenara türkiye'nin konuya yine radyasyonlu çay içen bakan gibi yaklaşması inanılır gibi değil. onca ülke zart diye kapılarını kapatıp çinli turistleri geri postalarken bizim hala kapadokya'da çinlilerin göt gezdirmesine göz yumuyor olmamız ya bizi kurtaracak ya da virüsün en çok yayıldığı ikinci ülke olmamızı sağlayacak. bu rahatlığın başka sonucu olmaz.
not: ara ara edit girerim ben buraya. -
4 sinema bileti mısır ve kolanın 235 tl olması
istiyorlar ki halk isyan etsin, korelilerin ve bunlara müsade eden yetkililerin götüne o mısırları tek tek soksun. bunlar mazoşist, başka mantıklı bir izahını bulamıyorum.
dün türkiye'deki arkadaşlarımın yeni yıllarını tebrik ederken laf arasında ne yapacaklarını sordum. maddi durumu iyi olan dahi dışarıda bir şeyler yapmaktan çekinir halde. arkadaşlar arasında bir evde toplaşmaca veya evde çekirdek mandalina modunda insanlar. dışarısının pahalılığı bir yana, ülkenin geldiği durumdan ötürü parasıyla rezil olmaktan korkuyor insanlar. ben şu durumu vahim bulurken insanların sinemaya dahi gidemiyor olduğunu idrak etmek canımı çok sıktı.
ne günlere kaldık. ülkenin beyaz yakalısı dahi sinemaya gitmeye imtina eder hale gelmiş. sinema ulan sinema! bazı ülkelerde o paradan daha ucuza golfe kayağa gidiyor insanlar. çekirdek aile sinemaya gideyim dese bir haftalık mutfak parasını bırakıyor oraya. evde faturadan korktuğu için doğalgazı elektriği kullanamıyor. yılbaşında bir şişe rakı içmeye imtina ediyor maliyetinden ötürü. asgari ücretle çalışan zaten kılını kıpırdatamıyor. onların ki zaten yaşamak değil bildiğin ultimate survivor. -
kayseri'de 800 metreden teke vuran avcı
(bkz: türcülük)
sanırım açılan her sansasyonel av/avcılık başlığına yazdım. üşenmeyeyim yine yazayım. arkadaşlar burada yaptığınız boş goygoyun adı türcülüktür. yani tekeye ağlarken kuru fasulye yanında dana kavurmayı götürüyorsanız dombili olmanızın yanı sıra hem iki yüzlü hem de türcüsünüz demektir.
burada soru şu; her hangi bir hayvanın canı bir diğerinden değerli midir? yani bu değerlendirme nasıl yapılıyor? teke sendikalı da koyun harranlı mı?
olay çok basit. empati kurabildiğimiz, estetik görünen, gelişkin kabul ettiğimiz hayvanların ölümünü görmeye dayanamıyoruz. özellikle memelilere karşı böyle bir tavrımız var. tüketmeye alıştırıldıklarımız ve suretini beğenmediklerimizin ise koy götüne rahvan gitsin. örneğin şurada kaç tane elektrikle balık avlamak üzerine başlık gördünüz? kaç kişiyi ıstakoz yediği için eleştirdiniz? bir benzeri kuşlar için de geçerli. şahsen sülün, ördek vs. avlayan kimse için başlık açıldığını görmedim.
en ilgisiz olduğumuz ise balıklar. çünkü balıklar ses çıkarmaz. göz yaşı dökmez. sessiz sessiz saatler süren bir boğulma süreci yaşarlar. kimse de vay orospu çocuğu balıkçı, nasıl da kıydı gariban hamsilere demez. çünkü balık onun empati kurabildiği bir hayvan değildir. memesinden süt vererek yavrusunu beslemez. pofuduk yünlü yumağı yoktur. kucağına alıp sevemezsin. sevsen de karşılık vermez. sesi soluğu da çıkmadığı için unlayıp atarsın kızgın yağa.
masum hayvan konusuna hiç girmiyorum. yukarıda birisi yazmış zaten. teke masum da gariban koyun canavarca hisle adam öldürmekten idama mı mahkum. asıl komik olan silahı bırak yay ve okla avlan diyen tipler. evladım bırak tekeyi mekeyi. ok ile ayı avlayan adamlar var. öyle ufak tefek değil bayağı leonardo di caprio'yu parçalayan cinsten grizzly avlıyor herifler. insan evladı bugünlerine çiçek böcekle gelmedi. homo sapiensi fazla hafife alıyorsunuz. zekasını kullanarak yeri geldi bufalo sürülerini tek ok atmadan uçuruma sürerek avladı. en büyük avantajı da zekası zaten.
bir çok kişinin değindiği üzere akşam sofranıza gelen etler ağaçta yetişmiyor. bu açıdan baktığınızda düştüğünüz ikilem size de garip gelmiyor mu? kaldı ki av eti lezzetli ve lükstür. öyle marketten aldığınız ete benzemez. birbirine dağ kekiğiyle beslenmiş kuzu eti öven adamlar yabani teke eti yeseler ertesi gün kaçak avcılığa başlarlar. vurduğu hayvanı bırakan avcı görmüş değilim. hele türkiye'de bir tomar para verip özel izinle üç gün peşinde gezdikten sonra vurduğun hayvanı niye bıraksın adam. zaten türkiye'de taze av eti satan dükkan yok. en fazla kurutulmuş et bulursunuz ki o da muadili kurutulmuş dana etinin beş katına satılıyor.
avcılık denildiği vakit aklınıza sadece karikatür gibi safaride fil vuran zengin iş adamları mı geliyor bilmiyorum ama bu insanlar doğayı da hayvanı da sizden iyi biliyorlar. siz önce türcülük yapmaktan vazgeçin. endüstriyel gıda sektörüne tepkinizi gösterin. illa derdiniz avcılık ise memlekette trolle avlanan sürüyle balıkçı var. önce onlardan başlayın. senede bir kaç tane avlanmasına izin verilen tekeye geyiğe gelene kadar onlarca deniz kaplumbağası telef oluyor bilinçsiz balıkçılıktan. -
ilk yudumda aşık olunan içecekler
aloe veradan üretilen kore malı bitki suyu. haliyle içinde bir miktar şeker var ama içimi çok güzel. hele sıcak saunadan çıktıysanız sudan biradan çok daha güzel ferahlatıyor. aloe vera da nasıl bir bitki ise saç bakımından yara tedavisine kadar her alanda işe yarıyor. kore'de sarımsaktan sonra her ürünün içine girebilmiş tek bitki olabilir.
-
kanser hastasına yardım kampanyası
her hayat kutsaldır ve bu başlığın gündem de tutulması elzemdir.
ayrıca terbiyesizliğin lüzumu yok troll mroll dinlemem siber dilenci diyen ağzınıza sıçarım. -
21 şubat 2019 zenit fenerbahçe maçı
maçı izlediğim rus kanalında yorumcu olarak zenit'in eski futbolcusu andrey arşavin var ve adam ilk yarı boyunca fenerbahçe hakkında çok enteresan bilgiler verdi. ersun yanal'ın gelişi ve geçmişteki şampiyonluğu, bu sene yaşanan hayal kırıklığı, ali koç'un serveti, yedek klübesinin yetersizliği derken noluyor lan dedirtti. şu an slimani'nin kalitesinin iyi olduğunu fakat fenerbahçe ile kimya yakalayamadığına değiniyor. buna mukabil sene sonunda zenit'in skrtel'i almak istediğinden bahsettiler. bu bilgiden ötürü olsa gerek sabahtan beri skrtel güzellemesi yapıyorlar. dzyuba'dan top çalıyor hemen tecrübesine ve kalitesine vurgu yapıyor.
ilk maçı da aynı kanaldan izlemiştim. yorumcu yine ali koç'dan girip rusya'daki süpermarketler zinciri ramstore'dan bahsetmiş, jailson'ın eski takımındaki gelişim sürecine kadar bizim bilmediğimiz bir sürü bilgi paylaşmıştı. rus spor yorumcularının mesleklerini ciddiye aldığını biliyordum fakat bu kadarı bana bile fazla geldi. zannedersin maçı stalin izliyor da bunlar komünist parti sözcüleri olarak iki kulaktan istihbarat bilgisi veriyorlar. -
ışid pususunda öldürülen abd'lilerin çatışma kaydı
amme hizmeti olarak olayın özetini geçiyorum.
4 ekim 2017'de 8 abd ve 30 nijer askeri sahte bir istihbarat ile operasyona gidiyorlar. geçtikleri rotaya pusu kuruluyor ve 50+ civarında oldukları düşünülen teröristler tarafından 5 nijer 4 de abd askeri öldürülüyor. teröristler ağır makineli tüfekler ve rpg kullanıyorlar. genişçe bir alanda çapraz ateşte kalan ekibin büyük kısmı kaçmayı başarıyor. videoda ise kaçmayı başaramayan ekibin yardım beklerken başına gelenleri izliyoruz.
ölen nijerli askerler ilk ateşte hayatlarını kaybetmişler. videodaki üç asker ise atış menzilinden araçla çıkmaya çalışırken bir türlü kurtulamıyorlar. videoda kesintiler olduğu için bazı kısımları bilmiyoruz fakat sürücü koltuğuna geçen askerin yoğun ateş altında aracı süremediğini ve diğer kapıdan kaçmaya çalıştığını görüyoruz. sonrası ise malum. önce ön taraftaki asker gövdesinden aldığı yarayla düşüyor. sonra kaçan iki askeri vuruyorlar. bu arada iki abd askeri de ağır yaralanıyor.
ölen dördüncü asker ise abd'de büyük tartışmalara yol açıyor. siyahi askerin ailesi trump ile tartışıyor. raporda çatışmada öldüğü söylenen askerin ışid tarafından canlı ele geçirildiği, işkenceye maruz kaldıktan sonra infaz edildiği iddia ediliyor. abd ordusu askerin bedenini iki gün sonra ele geçiriyor ve bileklerinde bağlı tutulduğuna dair izler olduğu öne sürülüyor. bu süreçte halkın bir kesimi bizim ne işimiz var nijer'de? sorusunu yöneltiyor.
bu bilgiler ışında özetlersek;
olayın sahte veya montaj olmadığı kolayca anlaşılabilir ve ölen beş nijer askeri kimsenin sikinde değildir.
araçla kaçamıyorlar çünkü saldırganlar kaçış güzergahını da hesaplayarak aracın durduğu ağaçlık bölgeden de ateş altına alıyorlar. videoda gördüğünüz üzere bir kaç kez deniyorlar fakat yoğun ateş altında aracı sürmek mümkün olmuyor.
askerler için gövde ve miğfer kamerası neredeyse bütün modern ordularda standartlaşmış bir üründür. kimse onu kişisel youtube blogu için kullanmaz. gövde kamerası operasyonlardan sonra analiz etmek için kayıt tutar. miğferdekini de türlü askeri temalı filmde görmüşsünüzdür. genelde komuta merkezinden canlı operasyon takibi yapmak için kullanılır.
son tahlilde orta doğu cahilinin yıllardır batıya karşı olan bu tavrı değişmedikçe kara cehalet koz olarak kullanılmaya devam edilecektir. yahu herifçioğlu kin kusmak için bunlar hiroşima'ya bomba attılara kadar getirmiş olayı. ulan bu kafa yapısıyla siz bu yaşa nasıl gelebiliyorsunuz? her konuyu istisnasız nasıl böyle ele alabiliyorsunuz? belli başlı konuları bilmeden, dönemi ve şartları etüt etmeden, objektif olmadan yaptığınız yorum için çok güzel bir deyimimiz var; osur osur ipe diz.
bu mantıkla bakarsak aynı şeyi bütün imparatorluklar için söyleyebiliriz. atıyorum osmanlı'nın ne işi vardı doğa roma imparatorluğunun başkentinde? veya fatih sultan mehmet, delikanlı olsa o dönem için gelişmiş bir teknoloji olan şahi toplarını kullanmazdı gibi zırvalayabiliriz. roma, moğollar, osmanlı vs. tarih boyunca elinde gücü olan her medeniyet bunu lehine kullanmıştır. ilk ok atmayı akıl eden tayfadan tutun da atom bombasına kadar hep böyle olmuştur.
konuyu uzatmak istemiyorum ama verilen örneğin başka bir saçmalığı da karşı tarafı hep ezilen olarak kabul eden ağlak orta doğulu zihniyetidir. sanki japonlar sütten çıkmış ak kaşıktı o vakitler. çin'i kara sınırlarına hapsetmiş, nazi almanya'sı ile ortak olmuş, kore'yi köle etmiş, bir günde 200.000 üzerinde insanı kılıçtan geçirmiş, pearl harbor sonrası imkan bulsalar abd'i susuz sabunsuz sikecek bir milletti. abd şükretsin ki atom bombasını önce japonlar keşfetmedi.
hiroşima ve nagazaki'de ölen masum insanın elbet suçu yok fakat büyük savaşların en büyük zaiyatını her daim siviller vermiştir. bu yüzden savaş kötüdür ve emperyalizm her zaman başkalarını sömürmek üzerine kuruludur diyoruz. size verilen milliyetçi ve militarist gaz başkalarına verilmiyor mu zannediyorsunuz. güç yarın papua yeni gine'nin eline geçse onların da yapacağı aşağı yukarı bu olacaktır. kısacası siz, cehalletten kurtulup akıllı davranarak güçlenmedikçe daha çok sallarsınız batıya. gerçi bu halinizle ölene kadar kahve muhabbeti yapmaya devam edeceğiniz aşikar olduğu için size tek diyeceğim; hadi hayırlı traşlar. -
cep telefonu rehberinde kayıtlı fantastik isimler
(bkz: tony blair)
ziyaaa, sallama ziyaa, ulan sen de amma atıyorsun tepkisi almamak için şunu anlatmaktan hep çekiniyorum ama artık dayanamayacağım. bir iş sebebiyle gerçekten tony blair ile tanıştım ve adam kendi numarasını verdi. bir çoğunuzun bilmediği üzere eski ingiltere başbakanı tony blair uzunca bir süre kazakistan devlet başkanı nursultan nazarbayev'e danışmanlık yaptı. bunların yanı sıra ülke için lobi faaliyetleri ve ülke tanıtımı için bir çok projeye ön ayak oldu.
bu görevinde en aktif olduğu dönem ise bana denk geldi. wikipedia diplomatı olarak ural-altay dil grubuna mensup "turkic wikipedia" içerikleriyle ilgili bir projede çalışıyordum. kazakistan devletinin desteğiyle wikimedia üzerinden ortak bir organizasyon düzenlemekle uğraşırken bu işlerin başına tony blair atandı. kendisinin wikipedia kurucusu jimmy wales ile bağlantıları varmış. wales de aslında pek bir sike yaramadı ama konumuz o değil. neyse işte tony blair ile bir toplantı düzenlendi. gerekli briefler verildi vs. derken asistanıyla bazı işleri çözdük. toplantı sonunda kendisi gayet ilgili, babacan bir tavırla gelip telefon numarasını verdi ve konuyla ilgili sorun olursa bizzat kendisine bildirmemizi istedi.
bütün hikayesi bu. adamı aramaya gerek kalmadan zaten bütün işi asistanlarıyla çözdüğümüz için o numara gerçekten çalışıyor mu? çalışıyorsa kendisi mi açar hiç bilemedim. sadece merakımdan whatsapp vs. kullanıyor mu acaba diyerek bir kaç uygulamadan ekleyerek baktım. maksat, bu hikayeyi anlatınca birileri "siktir lan" derse ıspat olması için whatsapp profil fotosunu göstermekti. o da artık ne kadar ıspat olursa. ve fakat hiç biri çalışmadı. hayır, sanki çalışsa ara sıra "tony naber yarrağım?" yazıp gözünden yaş gelen smiley ekleyecekmiş, koyu bir muhabbete dalacakmışız gibi tribe girmiştim. -
malezya'da işkence gören türk gençleri
ara sıra youtube'da dünyayı gezen türk gençleri takip ederim. yirmi küsür farklı kanal izledim içlerinde gördüğüm en şımarık, cahil ve terbiyesiz ekip bunlardı. çok daha öncesinde rusya veya orta asya'da küsküyü görürler diyordum. yine malezya'ya kadar iyi gitmişler. hayatlarında ilk kez başlarına böyle bir durum geldiği için tabi ki korkmuş ve etkilenmişlerdir ama olayı abartıyorlar. hele üç beş gün nezarethanede kaldıkları için destan yazıp, üzerine "sikerim dünya turunu" şeklinde olayı bıraktıklarını anlattıkları kısım çok komik. bütün o hippi tavırlar, ağzını yaya yaya backpackerlık övmeler, delikanlılık mavraları kelepçe görene kadarmış.
kardeşim, bugün kendi ülkende elin sikinde geziyorsun ama bilmiyorsun ki içinde bulunduğumuz ohal yüzünden polisin istediği yabancıyı terör şüphesiyle göz altına alıp uzunca süre tutma hakkı var. bizzat gözümle şahit oldum. içlerinde kaç kişinin gerçekten terörist olduğu belirsiz otuz kişiyi on metre kare bir odada yarı çıplak aç bilaç tutuluyorlardı. bakın bu insanlar sadece şüphe yüzünden göz altına alınmışlardı. bir aydır orada bulunan insanlar vardı. daha bunlar bir kaç sorgudan geçirilecek, bazılarına iddianame hazırlanacak, mahkemeler sürecek derken suçsuzun ayıklanıp ülkesine deport edilmesi yarım yıl alacak. yine de polise, abi yazıktır neden böyle yapıyorsunuz diyemedim. birincisi ülke bu kadar azap çektikten sonra en ufak saldırı şüphesi varsa ve bir kaç kişi bu şüpheyle göz altına alındıysa pembe götlü cihangir solculuğu yapamazdım. ikincisi aklı başında bir turist telefonunda en ufak şüpheye mahal verecek veriyle türkiye gibi son yıllarda terör saldırılarıyla adı çıkmış bir ülkeye gelmez. geliyorsa da başına gelecekleri göze almış demektir.
bizim gençler ise malezya gibi her gezi tozu blogunda hakkında uyarılar bulunan bir ülkede laylaylom geziyorlar. gezsinler tabi ama diğer videolara bakınca zaten anlıyorsunuz bunların kaşındıklarını. yahu dil desen doğru düzgün yok. gittiğiniz ülke hakkında bilginiz yok. insanlara saygınız zaten hiç yok. yetmiyor üstüne her yerde goygoy peşindesiniz. videolarına beş dakika göz gezdirirseniz anlayacaksınız. iran'da birisi yolda görüp evinde misafir ediyor, orada bile bir minnet, bir gram tevazu yok. bağır çağır konuşmalar, şımarık şımarık tavırlar. gerçekten bu halleriyle yine iyi gezdiler. abd'de birisinin özel mülkünde böyle tutuklansalar başlarına gelebilecekleri tahmin bile edemiyorum.
bunların bir değişik modeli peydah olmuştu bir kaç sene önce. yanılmıyorsam endonezya olsa gerek. budistler için çok önemli ve kutsal kabul edilen bir tapınağın önündeki buddha heykeliyle aptal aptal hareketler yaparak fotoğraf çekilirken polis tarafından dayak yemişlerdi. polis, sen kimin kutsalıyla taşak geçiyorsun diyerek bellerine bellerine vermişlerdi odunu. bu arkadaşların durumunda ise ne dayak ne başka bir güç kullanımı var. işlenilen suçun cezası neyse uygulamışlar. zaten bu youtube işiyle birlikte gezi tozu işlerinin boku çıktı. tamam ortada bir win-win durumu var. videolardan gelen para yeni geziler için imkan doğuruyor ama bizim insanımız yine işin para kısmına odaklanmış durumda. geçenlerde bir öğrenci kanalına denk geldim. çocuk, çin üzerinden kore'ye giderken on dakika sorguya almışlar. o da çıkmış beni türk ve müslüman olduğum için terörist diyerek zorla alı koydular goygoyuyla tıklama kasıyordu. lan oğlum anlayın artık bizim pasaportun bir ingiliz bir amerikan pasaportu olmadığını. kaldı ki o pasaportları bile itinayla sahibinin götüne sokuyorlar bazı ülkelerde.
arkadaş siz şuursuz olursanız dayakta yersiniz nezarette görürsünüz. sözüm ona dili ve bölgeyi bilen birisi olarak ben bile asya'nın muhtelif bölgelerinde iki kez tutuklanıp günlerce tutuklu kaldım. bunların haricinde 2009 yılında çin'de doğu türkistan olayları yüzünden ülkede mahsur kaldım. bayağı sokaklarda insanlar birbirlerini öldürdü. cesetleri hafriyat kamyonlarıyla topladılar. kaldığım bölgede sokağa çıkma yasağı olduğu için dışarı burnumun ucunu bile çıkaramadım. iki hafta boyunca bir binada yarı aç tanımadığım insanlardan yardım alarak yaşadım. yasaklar bitince ülkeden çıkarken çırıl çıplak soyularak arandım. telefonumdan bilgisayarıma her şeyimi araştırdılar. bu mevzuları sözlükte başlığı altında bile anlatma ihtiyacı duymadım. çünkü gittiğim yeri ve başıma gelebilecekleri biliyordum. nezarette iki gün yattım diye ne toptan bir ülkeyi suçladım nede konsolosluk, vekil arayıp yardım dilendim. kaldı ki ben gayet yasal yollarla giriş yapmış, ülkeye uçakla gitmiş, parası neyse verip ev/otel kiralayarak gezmiştim. siz neyinize güvenerek rastgele götünüzü koyduğunuz yerde uyumaya kalkıyorsunuz anlamıyorum. -
roboski katliamı
olaya hiç girmeyeceğim. çok efsane duyarlar gördüğüm için alkışlamaya geldim. hele birisi var ki ayakta alkışladım. çeşitli kürtçe isimler yazdıktan sonra "kolay mı 10 boğazı doyurmak, şöyle böyle yapmak, başka yol mu var kaçakçılık yapacak" tadında merasim şiiri yazmış. üstüne pembe götlüler, doğalgazlı evde sıcak çay eşliğinde oturuyorsunuz klişesini yapıştırmış. günün önlem ve anlamına dair tam bir molotof kokteyli olmuş kardeşim. şapka çıkardım.
az buçuk algoritmayı çözdüm sayende. mesela şimdi ben, "madem götün açık, başın kabak" ne bok yemeye on çocuk yapıyorsun? desem foşik oluyorum. ben ısınamadığım doğalgaz ve elektrik kombosuna aylık 500+ lira öderken sen zırnık ödemediğin elektrikle evi ahırı cayır cayır harlıyorsun desem at hırsızı orta asyalı oluyorum. buraya kadar anladım.
anlamadığım, ben vergisini ödediğim çayımı içince ırkçı oluyorum da sen nasıl kaçak çayını hem içip hem satınca halkların demokratik power rangers'ı oluyorsun? niye kaçakçılık yapıyorsun diyorum. çünküm istihdam yok diyorsun. e amk gelen yatırımı yakıyor, mühendisi doktoru öğretmeni kaçırıyorsun. yetmiyor teröriste destek veriyor yataklık ediyorsun. sonra neyin istihdamından bahsediyorsun? diye sorsam. konuşma pembe götlü diyorsun. tamam o zaman kara götlü.
ikimizde istanbul'un iki ayrı semtinden yazmıyor olsak sen haklısın diyeceğim. şu an fransız balkonlu, doğalgazlı dairesinden değil de mağarasındaki ateş başından yazıyor sanki amırcığın tohumu. üzerinden lolo yaptığı adamlar kadar olup orada kalamamış adamsın burda koçaklama yazıyorsun. bitmedi mağduriyetiniz.
edit: lolo yapmak nedir diye mesaj geldi asduıasdujkf. lan yaşlanıyoruz resmen. geçen 99 doğumlu bir genç jetonun geç düşmesi deyimini anlamamıştı da kendimi yaşlı hissetmiştim. bununla birlikte iki oldu. halk dilinde lölö yapmak olarak da kullanılır. asıl hikayesi şudur: (bkz: #16646874) müzikli temaşası için: https://youtu.be/payw0oo-ihy?t=13