polly jean54
profili

  • tutunamayanlar'ın 43 tl olması

    kitap okuduğunu iddia eden insanların bu kadar saçma sapan konuşabilmesi çok ilginç yaa gerçekten. buyrun size başlıktan derlediğim sallamasyon ifadeler:

    - "ya yazar ölmüş zaten telif hakkı mı kalmış, yayınevine gidiyo paralar"
    bunu yazan suser ömründe miras hukuku diye bir şey duymamış. yazarların telif gelir hakları öldükten sonra miras olarak 70 sene devam ediyor.

    - "ya zaten iletişim, metis falan çok pahalı, bak iş bankası'na yapı kredi'ye, nası ucuz ucuz oohhh"

    hmm acaba bunun sebebi iş bankası ve yapı kredi'nin banka destekli yayınevi olması, diğerleri gibi kendi yağıyla kavrulmaması, bankaların bir prestij unsuru olarak çok da kârlılık gözetmeden kitap basabilmesi olabilir mi? yahut mesela bakın tübitak'a, ayakta kalma-kendini döndürme derdi olmayınca, bazı maliyetler ortadan kalkınca nasıl 10 liraya kitap satılabiliyor? haa, ama tübitak evrimle ilgili kitapları artık basamıyor di mi? ta taaam, bağımsız yayınevi olmanın önemini şimdi gördünüz! e bağımsız olmanın da bedeli var, o sübvansiyonlardan, desteklerden uzak kalınca onlarla rekabet edecek fiyattan kitap satılamıyor.

    - "ya bi kitap nası bu kadar pahalı olabilir ki ohooo / bilmem hangi kitap şu kadar lira"

    genel konuşuyorum, her kitabın telif maliyeti, (varsa) çeviri maliyeti vs. aynı olabilir mi? sizce çok ünlü bir yazarın telifiyle ilk kitabı basılan yazarın telifi aynı mıdır?

    - "yayınevi denen şeyin ne maliyeti var yeaaa"

    euro'yla alınan kağıt (seka kapatıldı hani, hatırladın mı? euro kaç olduydu en son hmmm?), vergi, çalıştırılan insanlar mesela? çeviriye, kapak tasarımına şuna buna ödenen paralar? ("telifi bittiği gün bu kitap 1 lira olacak" diyen arkadaş iyice uçmuş. sırf kağıdı, çevirisi, matbaa masrafı filan düşünülse gene 1 lira olamaz.) yayınevleri amme hizmet mi yapıyor sanıyorsunuz, yoksa devletten çuvalla sübvansiyon mu alıyorlar? yayınevi çalışanlarına memur gibi maaş mı ödüyor devlet? tabii ki kâr edecekler, yoksa kim niye hayrına kitap bassın? düşün bakalım, sen kendin hayrına kitap basıyor musun, sen bas o zaman, biz okuyalım? hmm, öyle olmuyormuş di mi? başka her konuda "e abi adam da dükkanını döndürecek sonuçta onlar da burdan ekmek yiyor" geyiği yapanlar konu kitap olunca birden "mülkiyet hırsızlıktır" kafasına giriyor, birden bir anarşist, bir sosyalist oluyor ki gülmem tutuyor!

    - "halk korsan okumasın da naaapsın kardeşim, kitaplar çok pahalı!"

    o halk bayaa yalancı yaa, kimse kusura bakmasın. kütüphane denen bir şey var ve onun önünden geçmiyor o halk, burada gelmiş "kitaplar pahalı olduğu için okuyamıyorum" diye ayak yapıyor. benim kitaplığımda yıllarca tek bir klasik olmadı, çünkü hepsini kütüphaneden alıp okumuştum. daha komik bir şey söyleyeyim, bu yaz ayrıntı yayınları'nın kampanyası vardı, sitesinde 2 liradan kitap sattı, 2 lira! kitaplar satmamış, depoda tutmak maliyeti arttırınca "astarı yüzünden pahalıya geliyor, geri dönüşüme göndereceğimize yok pahasına satalım" demişler. cağaloğlu'ndaki deposunda aylarca durdu o kitaplar, internetten aylarca tüketilemedi. birkaç tane aldım ben de, bayaa da iyi kitaplar, dandik bestseller olsa kapış kapış satılırdı. burada "kitiplir çık pıhılı" diye ağlayanların bu mantıkla onları saldırırcasına tüketmesi lazımdı. e hani? niye durdu o kitaplar onca zaman?

    bir de "internetten e-kitap olarak indirin" diyen aklıevveller var, basılı olmayınca "korsan" olmuyor sanıyorlar herhalde?

    bakın, en nihayetinde her şey bir tercih meselesi. kimin parasını nereye harcamayı seçeceği de bir tercih. gerçekten içkiye, sigaraya, dandik hamburgerlere ya da kıyafete ne kadar para verilebildiğini görüyorum, evet veren verir, karışmak haddime değil. ama onu yapan insan, karşıma gelip "kitaplar pahalı diye okuyamıyorum yeea" derse "bsg" derim. belki bir hafta boyunca okuyacağı kitaba 20 lira vermeye kıyamıyor bu insanların çoğu, siz kimi kandırıyorsunuz ya? 4 kişi birleşin, herkes 1 kitap alsın, değiştirerek okuyun, ayda 20 liraya 4 kitap okumuş olursunuz, bunu da mı düşünemiyorsunuz? bırakın allaseniz, işiniz gücünüz şekil.

    daha da sallamasyon vardır da bezdim. yemin ediyorum "kitap okuyorum" diyenin kafası bu kadar çalışıyorsa ülkeyi kapatalım gitsin.

    ekleme: kurmaca mesaj atıp dağıtımcıları da hatırlattı, atlamışım. ekleyelim, fiyatların hiç değilse %30-40'ı dağıtım maliyeti mesela.

    kitap okumak isteyen okur. "kitap okumak"la "kitaba sahip olmak" farklı şeylerdir. ben de isterim istediğim her kitaba "sahip" olayım, ama olmuyorsa ödünç de alır okurum, kütüphaneden de alırım. eminim o kütüphaneden aldığım klasikleri, raflarında sergileyen insanların bir kısmından çok daha fazla "okumuşumdur".

  • eşinin spermlerini enjektörle içine boşaltan kadın

    her kadın ve erkeğin, her insanın çocuk istememe hakkı vardır.

    debe'ye soktuğunuz saçmalıklara bir de bu açıdan bakın:

    "kocan senden çocuk istemiyor bundan daha aşağılayıcı bir şey olabilir mi?"

    yahu bu neden kadını aşağılamak olsun? sizin ne saçma kafalarınız var? adam çocuk istemiyorsa istemiyordur. tam da sizin kafanızdaki insanlar yüzünden "ühüühüh çocuk istemiyo demek ki beni sevmiyor" diye ağlayanlar var, çünkü "beni sevse evlenir, beni sevse çocuk ister" diye saçma denklemler kuruyor, kurulmuş denklemleri kendiniz iki gram sorgulamadan devam ettiriyor, yetmiyor bir de yeni nesillere aktarıyor, sonra "ya nerden çıkıyor bu kadar evlenme ve çocuk meraklısı kadın?" diye bir de utanmadan soruyorsunuz. kadınlı erkekli yapıyorsunuz bu saçmalığı. eee, "benim sevgi kriterim bileklerini kesmek mesela arkadaşlar" desem ne yapacaksınız? "beni sevsen bileklerini keserdin. kesmiyor musun? demek ki beni sevmiyorsun" mu diyeceğiz? "yeaa bileklerini kesmekle çocuk istemek aynı şey mi?" diye saçmalamayın hiç, çünkü bazılarımız için şu an çocuk sahibi olmak bilek kesmekten daha istenmeyen bir şey olabilir. insanların tercihlerine önce bir saygı duymayı öğrenin ve kendi isteklerinizi dayatmayın. bir erkeğin çocuk sahibi olmayı istememesi bir "tercih"tir. ama aynı şekilde bir kadın da çocuk sahibi olmamayı tercih edebilir. çocuk sahibi olmama isteği kişinin kendisiyle ilgilidir, bunu "aayyy kocişin senden çocuk istemiyoo, bundan daha aşağılayıcı bişii olabilir mi ahahah baaaak benimki nasıl da benden istiyooo" şeklinde yansıtan ve aklınca başka bir kadına nispet yapmaya çalışan bir kadının, karşısındakinin tercihlerine saygı duymamak açısından spermleri çalıp içine enjekte eden kadından hiçbir farkı yok! ikisi de tercihlere, kararlara saygısız. iyi yani o zaman kocam benden çocuk sahibi olmayı çok istiyor diye prezervatifi delsin, benden habersiz beni hamile bırakmaya çalışsın, ben de "ihihiih yaaa beni ne kadar çok seviyooo demek ki ondan yaptı" mı diyeyim? bu kafada olan biri onu döven erkeğe de "ihihih yaa beni çok seviyo, ondan kıskanıyo dövüyo" der herhalde. e peki benim birlikte olduğum erkek de çocuk sahibi olmak istemiyorum diye onu aşağıladığımı mı düşünsün? yahu ben başkasıyla da çocuk yapmak istemiyorum, onla da istemiyorum belki? acaba bu karar karşımdakiyle değil benimle ilgili olabilir mi sevgili düşünmekten aciz suser? manyak mısınız ya siz?

    "bir çocuğu önce baba isteyecek ya. annelik zaten testte ikinci çizgiyi gördüğü an yükleniyor kadına."

    böyle sallamasyon iddialardan bıktım usandım. arkadaşlar kanıtınız nedir? "bende öyle olduuu hihiihih" bir kanıt değil, sori. örnekleminiz, test grubunuz, kontrol grubunuz, ölçüm metodunuz nedir de bu lafı götünüzden uydurma cüretini buluyorsunuz? çünkü "bende böyle oldu" demiyorsun sen, bilmiş bilmiş "bu böyledir" diye fetva veriyorsun, ondan soruyorum. koskoca evren, milyarlarca insan senin kişiliğinden ve senin biricik tecrübenden ibaret mi sanıyorsun? insanlar için "annelik içgüdüsü" denen şey bir mit. kafanıza kafanıza bunları sokuyorlar, siz de kek gibi yiyorsunuz. annelik iddia edildiği gibi çizgi görüldüğü an falan yüklenmiyor; annelik öğrenilen bir süreçtir. kültürden kültüre anneliğin içeriği bile değişir. iddia ettiğiniz gibi "içgüdüsel" olsaydı, bütün kültürlerde ve bütün kuşaklarda aynı şeyi ifade etmesi gerekirdi, çünkü bir "içgüdü" kültürden kültüre ya da kuşaktan kuşağa hop diye değişmez. sizin bugünkü annelik algınızla sizce 1000 sene önceki annelik algısı aynı mı? bırakın bini, ben size söyleyeyim, 100 sene önce bile annelikten beklentiler bugünkünden kat kat azdı. eee, madem annelik dediğiniz kadar evrensel, madem doğurur doğurmaz yükleniyor, o zaman neden mesela bebeğini terk eden anneler var? ya da sokakta yalınayak çocukları dilendiren anneleri görünce neden küfrediyorsunuz? eee, onlar da anne? e annelik içgüdüseldi hani? o zaman onların anneliğini neden beğenmiyorsunuz? hmm, demek ki annelik evrensel, genelgeçer doğruları olan bir şey değilmiş. geçin bu annelik içgüdüsel ayaklarını, emzirmek bile basbayağı öğrenilen ve öğrenmesi zaman alan bir şeydir. o çok laf ettiğiniz annelik blogları var ya, açın bir okuyun onları bence azıcık, bakın bakalım bebeği emzirmeyi, gazını çıkartmayı, altını değiştirebilmeyi nasıl öğreniyor insanlar? hiçbiri genetik olarak yüklenmiş falan değil xx kromozomlu olunca. (zaten "erkekler de bir bebeğe gayet iyi bakabilir" dememizin sebebi bu, bu öğrenilen bir şey ve herkes bir çocuğa bakmayı öğrenebilir.) eğer annelik "içgüdüsel" olsaydı, annelerin bu bilgilere otomatik olarak sahip olması gerekirdi, ama süreç öyle işlemiyor. (aksini iddia edene veya öğrenek isteyen olursa mesaj atsın, bu konuda yapılmış araştırmaları, kitapları mesaj olarak atayım.) dönün biraz annelerin yazdıklarına bakın, anneliğin ne kadar da "öğrenilen" bir şey olduğunu anlarsınız. düşündüğünüz gibi sevgi bile "otomatik" yüklenmiyor, bebekle bağ kurdukça gelişiyor. annenin babadan daha önce bebeğe bağlanmasının sebebi bile bebekle fiziksel/biyolojik olarak bebekle daha önceden temas edebilmesi yahu. götünüzden element uydurmayın yani, yok öyle "çizgi görünce yüklenen annelik" falan. var diyen bir zahmet bana bunun araştırmasını mesaj atsın, göreyim ben de. kafanızdan genelleme uydurmayın! (ekleme: "hiç de öyle çizgi görünce falan yüklenmedi bana o his" diye mesaj atan anneler oldu, "hislerime tercüman olmuşsun" diyen anneler oldu. sırf annelikten abartıldığı kadar da keyif almadığını söyledi diye ekşi sözlük'te "canavar" olmakla itham ettiğiniz kadını hatırladım mesela yine. bunları söyleyen kadınların "istisna" olduğunu mu sanıyorsunuz? ah bir de gizlice söyleyenlerin sayısını, sizin lincinizden korkmasa bunu ulu orta söyleyebilecek olanların sayısını bir bilseniz! insanları yargılamadan dinleseydiniz haberiniz olacaktı... böyle söylemleri bloglarda filan okuyunca şaşıran, ama kendisi anne olunca bire bir bunu söyleyenleri bile gördü bu gözler. bence yatın kalkın dua edin de bugün kınadığınız yarın başınıza gelmesin...)

    "bunu yapan da kadın yani dünyanın ve kainatın en hassas, en kaprisli, en incelikli, en nadide varlığı. sorsan çiçektir. ne tür bir çiçek ağzından şırıngayla sperm çeker yaa."

    kadınlar çiçek falan değildir. kadınlar sadece insandır. insanlar da malumunuz türlü türlüdür. ha sen kaprislinin teki olabilirsin, ama kendinden yola çıkıp beni, sırf kadın olduğum için "kaprisli" diye niteleme hadsizliğinde bulunacak insana da haddini bildirmekten çekinmem. sen kendini sırf kadınsın diye çok nadide de sanıyor olabilirsin, benim hiç öyle bir iddiam yok. ben normal bir insanım, çiçek, nadide falan değilim, her insan gibi iyi yanlarım da var, kötü yanlarım da. benim adıma, kadınlar adına genellemeler saçma hakkında sahip değilsin, sen sadece kendi adına konuş. her türlü kusuru da, erdemi de taşıyan insan bulunur. kadınlar da erkekler de lgbti'ler de çıkarcı, cömert, salak, kaprisli, odun, hassas, müşfik, gaddar vs. olabilirler. milyarları bulan sayıda insan gubunu pipisine kukusuna ya da cinsel yönelimine bakarak genellemek sadece ve sadece aptallıktır.

    gerçekten yazdıkça sinirleniyorum! feminist olduğum için her gün küfür yiyen benim, ama erkeklerin çocuk sahibi olmama hakkını bile savunan, "bunun karşındakini sevmekle sevmemekle alakası ne ulan?" diye soran benim şurada. yemin ederim çok değişik ülke. kadının teki kalkacak, partneri çocuk sahibi olmak istemeyen kadınlara o küçük geri kalmış aklıyla "ıııhhh baaak seninki senden çocuk istemiyoor, hahayttt benimki istiyorr" diye nispet yapacak, belki o entry'yi okuyup bazı kadınların ağlayabileceğini bile düşünmeyecek kadar odun, kütük, tomruk olacak ve sonra sırf kadın olduğu için "hassas, çiçek" falan olacak öyle mi? ya gerçekten ağzımı bozduracaksınız!

    bana kalsa, ben de böyle örümcek kafalı, cinsiyetçi, düşüncesiz, nispet meraklısı tiplerin anne-baba olmasını engellemek isterdim. yetişkin olmuş kişilerin, böyle kalıplarla yetiştirilmiş olsalar bile, azıcık sorgulamalarını, azıcık "benim bu düşüncelerim biraz geri kalmış olabilir mi acaba?" diye aklından geçirebilmelerini isterdim. en azından yeni nesillere bu iğrenç fikirler aktarılamasın isterdim. herkesin tercihlerine saygı duyabilen insanlar yetişsin isterdim. insanlar çocuk sahibi olmayı başkalarına karşı hava atılacak bir unsur olarak göremesinler isterdim. bu tarz " hıyarım var" çıkışına elinde tuzlukla koşanlar olmasın isterdim.

    benim bir kadın olarak, yanlış yapan birini (sperm çalan kadınlar) yereyim derken kendisi de en az o kadar yanlış bir noktada duran bir başka kadını, sırf kadın diye destekleyecek halim yok. ama böyle kadınlara ve erkeklere rağmen de her zaman, sonuna kadar feministim. tam da işte kadınlar da "insan" oldukları için, insan olduklarından dolayı "kötü, düşüncesiz, nispetçi" vs. olabilecekleri için böyleyim.

  • cinsel istismara uğrayanın tacizciyle evlenmesi

    "bu boktan 'küçük yaşta evlendirme' kültürünü nasıl düzeltirim, çocuklarını 18 yaşından önce evlendiren ailelere nasıl göz açtırmam?" diye düşünecek yerde "ama o on yaşında kızı koynuna alıp on birinde anne yapan herifler hapiste çok mağdur ühühühü" diye ağlayan bir devletin hezeyanları...

    tiksiniyorum!

  • tehlikeli erkekler

    "yumruğu yiyene kadar elinden geleni ardına koymadı."

    sevgisiline şiddet uygulamayı bu şekilde meşrulaştırmaya çalışan birinin palavralarını okudunuz. üstelik aynı adam, "niye kadınlar tutkularının esiri oluyüüür" diye ağlıyor. e peki canım sen niye böyle bir kadınla birlikte oldun o zaman? şiddet uygulamayı meşrulaştırmaya çalışacağına ayrılsaydın bu kadından? o şiddet uygulaman için kışkırtıyorsa sen neden kışkırdın? kışkırmasaydın. bu mantıkla, benim sokakta, markette, belediyede, valilikte bilmem nerede maruz kaldığım erkeklerin yarısını öldürmem gerekir?

    ha bir de "kadına birey olarak saygı duyanlar asla tercih edilmiyor." buyurmuş hazret. "asla" derken? bir de elalemin gözlemlerine "yerlerde sürünüyor" filan buyuruyor ahah. o zaman senin çevren de belli ki yerlerde sürünüyormuş; zira senin "asla" gözlemine sahip olduğun dünyan nasıl bir yer bilmiyorum, ama bizim dünyamızda onlardan bol bol var. "asla" diye işkembe-i kübradan sallamadan önce dön bir kendine bak, daha senin millete söylediklerinle kendi yaptıkların tutarsız a çapsız.

    yürüyün gidin, yalanlarınızı başınıza çalın. "ne bok olduğumuzu biliyor"muş, ulan dön aynaya bak! sevgili olduğun insan seni şiddete meylettiriyorsa, o kadar aşağılık biriyse o zaman onla aynı evde filan yaşama, o seviyeye hiçbir zaman inmemek için kapıyı çek çık, başına tabanca mı dayıyorlar sevgili ol onla diye?

    normal hayatta bir boku becerememiş herifler de sözlük'te "beni bile şiddete meyilli yaptılar, ben yani, üfff düşün ki ben nasıl farklı biriyim, ben, beeeennnn" falan diye kendini yücelterek ego tatmini kasmaya yer arıyor yemin ederim.

  • yavru kediye tecavüz edip bıçakla işkence yapmak

    o yavru kedi o halde sokakta yatarken alıp veterinere götüren de bir rus. kim bilir kaç kişi geçti yanından, dönüp bakmadı... bu ülkenin insanında gerçekten kan donduran bir umursamazlık var. kaç kere sabah ciyak ciyak ağlayan yavru kediler topladım yoldan, su birikintisinden, ağaç tepelerinden. bir insan o sesi duyup nasıl umursamadan yanından geçip gidebiliyor, inanın hayret ediyorum! (işe geç kalmaksa biz de kalıyoruz, azar yiyeceksem bunun için yiyeyim!)

    psikologlar ve psikiyatrlar bas bas bağırıyor, hayvanlara bunu yapan herkesin ileride ilk fırsatta insanlara da işkence edeceğini bilmelisiniz. hadi hayvanlara yeterince değer vermiyorsunuz, sırf bu yüzden bile hayvanlara eziyet edenlerin yakalanmasını umursamalısınız!

  • orta sınıf

    demokrasinin dayanağı olarak görülen, beklentilerin üstüne bindiği, ama aynı zamanda hor görülmesi hiç bitmeyen sınıf. ayrıca "küçük burjuvazi"yle de pek çok şekilde karıştırılan sınıf. ("maaşlı küçük memurun neresi küçük burjuvazi?" diye sormak lazım önce onu diyene!)

    "orta sınıf kalmadı artık!" tespiti nicedir var, ben bunu yineleyecek değilim. sadece şunu hatırlatamakla yetineceğim, topyekün nefret kusulan orta sınıf, toplumların uçlara gitmesini engelleyen bir emniyet subabıdır. "devrimlerin önünde orta sınıf bir engel!" diyenler, aslında güçlü orta sınıfın aynı zamanda faşizm, nazizm, totalitarizm gibi -izm'lere de engel olduğunu unutmaya pek meyilli nedense.

    esas unutulmaması gereken, hiçbir insan grubunun tamamiyle kötü ya da tamamiyle iyi olmadığı. yani korumamız ve sürdürmemiz gereken özellikleri olduğu gibi, elbette daha iyiye yönlendirilmesi gereken özellikleri var her sınıfın. e orta sınıfın kısıtlayıcı ahlakına da belli eleştiriler yönelttiğim(iz) kesin, ama orta sınıfın kendisini toplumun ekonomik elitlerinden ya da en alt kesiminden "daha canavar" görmeye de gerek olmadığı kanaatindeyim.

    bir taraf üst kesime özenip köşeyi dönmenin hayalleriyle yaşar ve etrafındakileri hile hurdayla aldatmanın yeni yollarını icat ederken, en az onlar kadar "kötü" olan, yoksulların acılarına gerçekten kulak falan vermeyip sadece yoksulluk edebiyatını köpürtenler de ortaya çıktı. bu söylem, sabah akşam orta sınıfı yerin dibine sokarken, hırsızlık yapan yoksullara gösterdiği şefkati orta sınıfa hiç göstermedi. bir insanın açlıktan, yokluktan yahut sadece gördüğü horlanmadan dolayı inadına hırsızlık yapmasına, bir tepki olarak bir şeyi çalmasına "onu bu hale getirenler utansın" diyebilirken, orta sınıfın dört başı mamur kültür endüstrisiyle yönlendirilmesine hiç müsamahamız yok. onu o hale getirenler neden utanmasın, bilmem...

    bunun gittiği bir diğer nokta, aslında orta sınıfın giderek eriyerek üç sınıfın artık temelde iki sınıfa (zengin ve fakir diyelim hadi kabaca) ayrılmasının belirginleşmesinin de sonucunda, orta sınıfı "elitlik"le, yurdumuz özelinde "beyaz türklük"le itham etmek oldu. geçenlerde internette çok dolanan bir görsel vardı, şu: http://hizliresim.com/vzgr5v (hani şu "bunlardan kaçını yaptınız, ne kadar beyaz türk bir çocuktunuz" testi.) teste bakıyorum, bir-iki tanesi hariç hepsi mükemmelen orta sınıf maddesi yahu?! çocukluk dediğiniz şey minimum 13-14 seneyi kapsıyor, onca senede bunların bir kez olması nasıl bir zenginlik alameti olabilir? bunları yapmak beyaz türklük, elitlik falan değil, düpedüz orta direklik alameti. yani bunlar çocukluğumuzda yoksa, biz düpedüz yoksulmuşuz, "bizi o yoksulluğa itenler utansın!" denecek kadar hem de! ciddiyim, herhangi bir memurun, sıradan ofis çalışanının çocuklarına sağlayabileceği, sağlayabilmesi gereken şeyler bunlar. eğer bugün "zenginlik alameti" olarak hatırlıyorsak/yorumluyorsak, gerçekten ters giden bir şeyler olmalı!

    ters gitmek demişken, şu "elitlik"ten de biraz daha bahsedeyim. bugün her şeyin karşısına yoksulluk edebiyatımızı koyarak ayakta durabilir hale geldik. kitap okumadın mı, "ben çok zor durumdaydım, okuyamadım"ı bas gitsin. "e ama sen istanbul'da yaşıyormuşsun, istanbul'daki en sıradan devlet okullarında bile iyi kötü kitaplık var, ayrıca ücretsiz şehir kütüphaneleri var." desem (ki var biliyorum, zira ben de devlet okuluna ve şehir kütüphanesine gittim!), ben "elit" olurum. çünkü karşımdaki hemen birçok bahane üretir. bakın bahane diyorum, mazeret değil, zira ikisi farklı şeyler. bazı insanların gerçekten zorluklarla dolu hayatları olmuştur, ama kimi herhangi bir şekilde eleştirmeye kalksanız sanki anası babası ölmüş ve sokaklarda kalmış ya da yatalak anacığına bakarken okuldan sonra da çalışarak yıllarını geçirmiş gibi davranıyor. hepimiz mi bu kadaaaar büyük zorluklarla büyüdük, bırakın allaseniz! en ufak zorluklara bahane üretmek ve gayet orta direk olduğu halde, sırf (s)empatiden faydalanmak için fakir edebiyatına sarılmak, en başta hayatı gerçekten zorluklar içinde geçenlere hakarettir, hakiki yoksulların bizde empati uyandıran durumundan faydalanmaktır.

    yoksul olmayan herkesi bir anda zengin saymanın ne kadar acayip olduğu fikrini de geçenlerde yeniden alevlenen umut sarıkaya vs ersin karabulut başlığını okurken tekrar düşündüm. o kadar saçma ki, "umut bizdendir, ersin beyaz türk'tür" muhabbetine kadar varmış iş. bahsettiğim orta direk algısının yok oluşu tam da bu işte. çocukluğunda istediği pek çok şeye ulaşamadığını yıllardır çizerek anlatan, hatta balon gibi üç kuruşluk basit bir şeyi elinden kaçırdığı için annesinden tokat yediğini (zira onlar için bile lüks olabilir bu) ve bu yüzden hep çizimlerinin köşesine balon çizdiğini söyleyen, klasik öğretmen çocuğu tipler artık "beyaz türk" algılanır olmuş. sırf ondan daha yoksulu var diye "zengin" sınıfına sokulanlar bir ülkenin orta bile değil, alt orta sınıfı, düşünsenize! komik değil bu, çok acıklı. herkese "elit" bilmem ne diye saldıranların, herkese "cahil" diyen bir tarihçiye fanatik biçimde tutkun olmaları da ayrı bir tezat, ayrı bir acıklılık. standartları yüksek olan, daha iyiyi amaçlayan ve bu uğurda uğraşan (konu edebiyat da olabilir, müzik de...) herkese "elitizm yabıyonuğzz" diye bağırmak (hem de şüphesiz elitizmin siyasal düzlemde neye denk düştüğüne dair çok da bir fikri olmadan, ezbere, sırf içinde "elit" kelmesi var diye) durumumuzu daha kötü yapıyor.

    belki bu bilinçsizce hamaset dolu algının bir sebebi de, o orta sınıf çocuklarından bir kısmının ellerindeki imkanları, potansiyeli sonuna kadar zorlayarak bir yerlere gelebilmiş olmaları. (anadolu liseleri, iyi devlet üniversiteleri, o eğitimle bulunan yurtdışı bursları vs.) evet, toplumun daha alt sınıfları için hayat her zaman daha zor oldu, bu muhakkak, tutup da "fırsat eşitliği var" filan diyemeyeceğim. ama bu çarpıklığı düzeltmenin yolunun elinden gelenin en iyisini yapmaya uğraşan ve bu sayede bir yerlere gelebilmiş orta sınıf çocuklarını boklamak olduğu fikrine nereden kapıldık? mesele "emek"se, emek sadece tamirci çırağının gösterdiği bir şey miydi? ha ama boğaziçi'nde okurken ailesine yük olmamak için ingilizce dersi veren mesela "emekçi" olmuyordu, değil mi? haydi biraz onlara sövelim, çünkü sınıf bilincine sahip değiller ve sınıf bilincine sahip olmamaları için bunca uyarana maruz kalmaları hiç önemli değil! o da okusaydı öğrenseydi canım, biz nasıl yaptık!

    biz nasıl yaptık sahiden? insanın özgür iradesini çoğu zaman küçümsediğimiz kanaatindeyim. çevresel koşullar ve yetiştirilme tarzının her zaman insan üstünde çok önemli olduğunu söyleyen biri olarak, yine de son tahlilde özgür iradeye vurgu yaparım, çünkü insan hayatı bounca seçimler yapan bir canlıdır. örneğin üç kardeşi okumayı sevmezken inatla derslerine tutunan bir çocuk, onlardan çok da farklı koşullarda büyümemiştir aslında, evet belki bazı şans faktörleri (daha destekleyici bir ilkokul öğretmeni, çalışkan bir arkadaş vs.) etkili olmuş olabilir, fakat hayat tesadüfler kadar bizim seçimlerimize de bağlıdır. başında duran olmadığı halde, sokağa oyuna çıkmadan önce ödevlerini özenerek yapan çocuklar da vardır ve bunu "ilgili anne baba faktörü"yle açıklayamazsınız, ancak "içinden geliyor" diyebilirsiniz. (ilgili ebeveynlerin okul başarısını arttırıcı etkisi ayrı bir konu, burada farazi biçimde bütün kardeşlerin koşulları eşitken neden içlerinden birinin farklı davrandığı sorusu üstünden düşünüyorum.) kendini kurtarmanın yolunun eğitimden geçtiğini bir şekilde kavramış ve bu yolu tutmuş olabilir bir çocuk, bir genç. ya da basitçe sadece okumayı seviyordur bile diyebiliriz. düşünün, çok cimri bir ebeveynle büyüyen bazı çocuklar onun gibi cimri olma kalıbını benimserken, bazıları da buna tepki olarak cömert olmayı, paylaşmayı, hatta işi öteye götürüp savurgan bile olmayı seçebilirler. her şeyi yetiştirilmeye bağlarsanız bunu açıklayamazsınız. çünkü işler bir yerde bireyde düğümlenir: o ne seçecek? o kendini nasıl inşa edecek? kendi varlığını nasıl tanımlayacak? (hoşgeldin varoluşçuluk!)

    biraz daldan dala atladım, ama sanırım esas derdimi ifade edebildim az çok. bu "elitlik", "zenginlik" iddialarının gerçekte orta sınıfla pek bir alakası yok; bizim "orta sınıf" algımız epeyce kaymış. orta sınıfın yerini alan, her an kışkırtılmaya hazır mob (bunu sakın ha direkt alt sınıf olarak algılamayın! mob'u tek kelimeyle türkçede karşılamak zor, o yüzden biz "iktidarla, üst sınıfla direkt ya da dolaylı işbirliği yapmaya ve şiddete meyilli, yoz ayaktakımı" diyelim), orta sınıftan çok daha tehlikeli ve giderek büyüyor. bunu söyleyenlere "elit bebe, elitizm yapıyor" filan demek de ancak tehlikeyi büyütür. devrimler ve evrimler şüphesiz her toplumda -ama yavaş, ama hızlı- olacak, gazoz gibi çalkalanan bir toplumdan da muhakkak eninde sonunda bazı iyi şeyler de çıkacak. ama orta sınıfın daralmasının bu devrim ve evrimleri genelde ne yöne sürüklediğine tarih üstünden bir bakın isterseniz...

  • güzelliğiyle sosyal medyayı sallayan öğretmen

    "güzel kadınlar her şeyi çok kolay elde ediyo yeaa, güzel kadınsan tamam abi bu ülkede" diye sözlükte bilumum başlık altında ağlayan erkekler, videodaki kadın güzel bir kadın olduğu için "dershanelerde sürünme, gel evimin baş köşesine otur" minvalli iç geçiriyor, bir diğeri "ofiste iş yapmadan takılsa gene maaş ödenir" diye tespit yapıyor. e ama hakikaten, eğer bu durum gerçekten "kolaylık" sağlıyorsa bunu sağlayan sizlersiniz? sizin dışınızda, görünmez bir el falan düzenlemiyor canlarım bunu?

    zaten boşuna dememişler, kişi kendinden bilir işi. o yüzden gördüğünüz bütün güzel kadınlara "kesin güzelliğiyle geldi bi yerlere" gözüyle bakıyorsunuz, çünkü size bıraksalar "getirirsiniz".

  • yolda tek başına yürüyen kadına korna çalmak

    erkeklerin ciddi bir kısmının böyle şeyleri hiç bilmeyecek kadar bunlardan azade olmaları ne kadar güzel bir şey, di mi? darısı herkesin başına diyeceğim ama, nerdeee...

    erkeklerin ciddi bir kısmı sabah sabah, işine/okuluna gitmek için durakta vasıta beklerken taciz edilebildiğini de bilmiyor mesela. sanıyorlar ki sadece gecenin geç bir vakti, barlarla dolu muhitte, çok frapan giyinir ve çok makyaj yaparsan taciz ediliyorsun yalnızca. kot gömlek, gündüz düz yolda giderken taciz olmaz sanıyorlar. "üstünde ne varmış? gece geç saat miymiş?" sorularının sebeplerinden biri de bu aslında. tacizin, rahatsız edilmenin, huzursuz edilmenin, tedirgin edilmenin kadınlar için ne kadar günlük, ne kadar "sıradan", ne kadar "olağan" olduğunu bilmiyorlar. sürekli huzursuzlukla dürtülen kadınlar, bu birikmeyle ara ara patlarlarsa "yaa ben mi yaptım, ben kimseye bişi yapmadım" deyip sıyrılıverebilmek istiyorlar. kimse de demiyor ki, "peki o kadının suçu ne ki sürekli böyle rahatsız edilerek, huzursuz edilerek yaşamak zorunda?" kimse düşünmüyor ki, kadınlar da insan ve yaşadıklarından etkileniyorlar. evet biliyoruz, siz de ailenizden, patronunuzdan, müdürünüzden, hocanızdan çekiyorsunuz. e bunları kadınlar da çekmiyor mu? misliyle çekiyor (misal baba baskısı), üstüne sizin en azından erkekler olarak denk gelme ihtimalinizin kat kat daha az olduğu hoca-patron-müdür cinsel tacizlerine maruz kalıyorlar. (mesela lgbti'lerden bahsedecek olursak, onlar "normal" kadınlardan da çok çekiyorlar!)

    yolda dürtülmeden, sesle (korna da olabilir laf da) taciz edilmeden, gözle yenecek gibi bakılmadan eve girebilen kadın var mıdır istanbul'da, hep merak ederim, zira ben daha ne duydum ne gördüm. üstelik seni yiyecek gibi bakan erkekleri, sana yavşak yavşak sırıtarak korna çalanları şikayet edemezsin. "suç" değildir çünkü. senin sürekli huzursuz yaşaman kimsenin umrunda değildir, senin sürekli tedirgin edilmenin hiçbir karşılığı yoktur hukukta. "alış" derler düpedüz. biri kıçını mı avuçladı yolda? geçmiş olsun, kanıtı-şahidi olmayan "suç"ları hukuk nezdinde asla kanıtlayamayacağın için ellene ellene yaşamaya alış. her gün onlarca kez sesle, sözle, bakışla, hatta fiziksel tacizle yaşamanın ve bu tacizler kanıtlanamayacağı için bu şerefsizlerin hiçbirine hiçbir zaman ceza aldıramayacağının bilinciyle yaşamak ne demek, bu çaresizliğin verdiği öfke nasıl bir şey, bunu bilen bir erkek var mı?

    "kadınlar asık suratlı sokakta, kolay öfkeleniyorlar" deyip işin içinden çıkmak çok kolay. sürekli başka erkeklerce dürtülerek, ıslıklanarak, laf atılarak, ellenerek yaşayıp (bu kadarı her kadının muhakkak yaşadığı kötülükler, bakın daha kötülerine girmedim bile), bu esnada gene bütün herkese karşı sonnn derece güleryüzlü, anlayışlı, sabırlı kalabilmek zorunda olduğumuzu düşünenlerin akıl sağlığından şüphem var benim; zira ya tüm kadınların robot olduğunu ya da hepsinin insanüstü güçleri olduğunu zannediyorsunuz. hoş, düşünüyorum da, sizin okulda, işte, sokakta, trafikte çektiğiniz tüm sıkıntıları bahsettiğim cinsel tacizler yüzünden misliyle çeken bir "çalışan modern kadın", gerçekten sabır ve anlayış yüzünden sizden epeyce üstün. onlara yapılanlar siz erkeklere yapılsaydı, siz birbirinizi kıtır kıtır doğrardınız.

  • birileri ilber ortaylı'ya dur desin

    odatv'de çıkan bir yazıda doğru noktalar bulabilmem bana da çok acayip gözüktü, ama sahiden doğru noktalar var.

    "ben öyle bir laf demedim" diyeceksin, karşına ses kayıtlarını koyacaklar, sonra utanmadan hâlâ senle söyleşi yapana saldıracaksın? yok yaa? kusura bakmayın ilber ortaylı fan'ları, ama adamın dediğini yazmaktan başka bir şey yapmamış ceren çıplak. buyrun ses kayıtları http://www.cumhuriyet.com.tr/…ini_yayinliyoruz.html

    söylediğiniz sözlerin manşete çıkmasından korkuyorsanız o sözleri söylemeyeceksiniz. hem "yobazlara saldırayım iyi ekmek geliyor burdan" diyeceksin hem kitaplarını timaş'tan çıkaracak onlara para kazandıracaksın hem de "lan hükümet ağzıma sıçar dur şimdi başıma iş almayayım" deyip geri vites yapacaksın ve bunca tutarsızlık içinde hiiiç tepki çekmemeyi isteyeceksin? oldu, başka?

    haksızsınız, tutarsızsınız ilber bey.

    ekleme: "hoca'ya saldırıyollaa yaa ne var söylemedim diye yalan söylediyse?" diyenlere kozmos akıl fikir versin. ben gazeteci olacağım, söyleşi yaptığım kişi bana yalancı diyecek, ben ses kayıtlarını ortaya koymayıp yalancı diye bilinmeyi göze alacağım öyle mi? karşısındaki yalan söylerse ceren çıplak da ses kayıtlarını ortaya kıymakta gayet haklıdır, çünkü bir gazeteci için olmamış lafları yazdığı iddiası çok ciddidir. bir daha kim ona söyleşi verir ünü öyle yayılırsa? kısaca akp'li stayla "bizden olan yanlış yapsa da üstünü örtelim"cilik yapmayın. "severim sayarım ama yanlış yapmış" diyenleri tenzih ederim. ayrıca egemenlerle, iktidarla arasını her zaman iyi tuttuğu, rüzgara göre konum aldığı eleştirileri de gayet hakkaniyetli. eleştiriyi yazan kişi ve yayımlanan yerden hayır gelmez o doğru, ama bu eleştiriler de doğru, yiğidi öldürün hakkını verin.

  • zengin yapınca flört fakir yapınca taciz

    önce, konuyu geçiyorum: tez yazdığını iddia eden bir insan, elinde hiçbir kontrollü veri olmadan böyle sallayabiliyorsa, bir kere onun bilimselliği kafadan gidik. yok, böyle bir veri varsa, bize de sunsun, biz de okuyalım. kişisel çevrenizde yaptığınız üç beş gözlem, en fazla "şahsi gözlem"dir, hiçbir bağlayıcılığı bulunmaz. bu arkadaş gibi olmayıp da gerçekten verilerle uğraşan herkesin bilebileceği gibi, kontrollü deney ve gözlem gruplarında bile farklı farklı özellikleri haiz kişileri seçmezseniz ilk yiyeceğiniz eleştiri grubunuzla ilgili olur. dolayısıyla, sizin kişisel çevreniz, az ya da çok kapalı bir gruptur. bunun üstünden çıkarsama yapılamaz. yapan bu gibi arkadaşlar metodoloji namına hiçbir şey öğrenmemiştir, dahası, kendi çevrelerinden çıkarsama yapıp genel bir durummuş gibi anlatmamaları gerektiği konusunda belli bir etik çerçeveye dahi ulaşamamış demektir. ayrıntılı bilgi için (bkz: genellemek/@polly jean)

    şimdi akademik kısmı kenara bırakıp içimden geldiği gibi yazayım. sizin çevreniz boktansa bunda bizim suçumuz nedir? herhalde (umarım!) feministlerin "her kadın çiçektir, her kadın mükemmeldir, öğğ pis erkekler" sığlığında olmadığının farkındasınız? kadınlar da kötü, yüzeysel, çıkarcı vs. olabilirler, tıpkı erkekler/geyler/queerler vs. gibi. ve fakat, sizin çevrenizin kadınların genelini temsil ettiğine dair bu özgüven nereden geliyor? temsil grubunuzun özellikleri nedir ki biz bu örneklemin temsil gücüne inanalım?

    devam edeyim. arkadaş toplumsal cinsiyet çalışmış madem, bunun kadınların eşitliğine yönelik biçimde çalıştığı ne malum pardon? toplumsal cinsiyet gayet eril bir perspektiften de çalışılabilir, dahası "toplumsal cinsiyet kalıpları topluluğun salahiyeti için aynen korunmalı, devam ettirilmelidir, toplum düzeni için en faydalısı budur" da denilebilir? bir konuda tek bir bakış açısı olmaz ki... dahası, o konuyu çalışmak illa ona karşı gelindiği anlamına gelmez ki? (yok yok, bu arkadaşın formasyonu ciddi eksik, o kesin.) "ben kadın düşmanı değilim" demekle oluyorsa o iş, mahkemede de herkes "ben katil değilim, ben hırsız değilim" diyor zaten? buz gibi faşist olup, "vatanını sevmek faşistlik mi?" diyen mallar da var sonra? "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" denmiş, hiç duydun mu?

    e ben işine bakıyorum ayinen misali, benim bildiğim bu konuda hassas olan insanlar, kendi uğramadığı taciz üzerine laf etme hakkını kendinde görmez. (aynı şekilde bir beyaz bir siyahiye neyin ırkçı harekete, ırkçı aşağılamaya girdiği konusunda ahkam kesemez, kesmemeli, çünkü kendisi doğuştan beri zaten ayrıcalıklı konumda olduğu için o tarz yaralayıcı birçok hareketi, sözü fark edemez bile. whiteness studies denen bu araştırma alanı, milliyetçilikten toplumsal cinsiyet araştırmalarına birçok alanda yeni bir vizyon getirdi araştırmalara, biraz güncel çalışmalar mı okusanız acaba?) benim tacizle ilgili birinci elden senden çok daha fazla deneyimim olmasına rağmen, ben başka bir kadının (bazen benim anlayışıma uymayan) taciz tanımı karşısında "o taciz değildir" diye kafadan kestirip atma hakkını bulamıyorum kendimde, sen nasıl oluyor da "şu taciz yea bu değil yeaa" diyebiliyorsun bu kadar rahat? bıktık, yıldık erkeklerin şu yüz bulamayınca "zengin olsak vercektin ama deell mii" yobazlığından! acaba sizin bu tavırlarınız zengin ve görgüsüz heriflere daha kolay taciz etme cesareti veriyor olabilir mi? al bunu oku, bakalım zihninde bir ışık belirecek mi? (bkz: kadınlara göre taciz/@polly jean) hayır neyin taciz olup olmadığını tacize uğramayan birilerinin sözünü öne alacaksak, o işin sonu, tacizci erkeğin "bence memesini sıkmak taciz değil" demesine kadar varır mantıken. tacizi yapan taraf elbette her şeye "taciz diil bu yeaa" diyecek, allah aşkına, tacizci heriflerin kalkıp "evet bu taciz, ben bunu bile bile yaptım" demesini mi bekliyorsunuz? tabii ki "taciz değil bu" diyecek, ya ne olacaktı? azıcık akıl, azıcık mantık yahu... aa mantık dedim ama, pardon. çıkarsama, mantık, metod... canınız cinsiyetçi genellemeler saçmak istediğinde hep unuttuğunuz şeyler bunlar. yanına da koy "ben kadın dostuyum, ben aslında bu konuya çalıştım" ibarelerini, mis. bu konuda kanıtımız ne? sadece senin sözlerin. velev ki doğru, o zaman durum daha vahim. bunca şeye rağmen böyle kalabildiysen o senin adına bir kayıp, bu halde biri bu konuları çalıştım diye maazallah yarın öbür gün bu konuda başkalarına eğitim filan verecekse, bu da toplum için bir kayıp.

    son olarak, le ilgili alınmış ve verilmiş hiçbir bilgi, karşı tarafın onayı olmadan, iş dışında kullanılamaz. hepiniz burada bar bar bağrınıyorsunuz telefon numaralarınız operatörleriniz tarafından şirketlere satılıyor, reklam mesajları geliyor diye, farkı ne? benim iznim olmadan benim bilgilerimi kullanamaz bir kurye. çünkü ona sadece ve sadece iş sebebiyle verildi o bilgiler. bu çok basit bir etik kuralı ulan, bunun neyini anlamıyorsunuz? işin içinde profesyonel bir mesele var, onun adına iş etiği deniyor. normal hayatta birinin sizi eklemesiyle iş ilişkisi içerisinde birinin onayınız olmadan sizi eklemesinin farkı bu. seni tanımadan twitter'da, facebook'ta, bilmeme nerede ekleyen kişi senin telefon numaranı ve/veya ev adresini bilmiyor ve ulaşması da daha zor, ama iş amaçlı verilen bilgiler sayesinde iş bağı olan biri çat diye bulup kullanabilir, ulan bunun nesini anlamıyorsunuz daha yahu?! ikisinin tehdit seviyesi aynı değil, yüz gram zekası olan insan anlar bunu! yolcunun adını ve telefon numarasını koltuk numarasına bakıp biletten bulan, facebook'tan ekleyen şoföre de o yüzden kızıyoruz, kuryeye de... (bakın bu olay özelinde hiçbir laf etmedim. olay feyk bile olsa, mesele çeşitli erkeklerin ve kadınların verdiği tepkiler, tacizi meşrulaştıran, hafifleten tavrı... bu olay olmaz başkası olur, nasılsa hepsinde aynı haltı yiyorsunuz.)

    kısaca, sen bu işten hiçbir halt anlamamışsın arkadaşım.

  • amber heard

    amber heard için ayrı ayrı entry'lerinde "para avcısı", "fahişe", "psikopat fahişe" diyen, kendisi hakkında "onunki evlenmek değil, para karşılığı kendini satmak" diye atıp tutan errrrrkek suser'ler onlayn mı? mesela (bkz: rickon stark), mesela (bkz: akagami shanks), mesela
    (bkz: skeptico) (hani o çaylak edilince pek üzüldüğünüz, "aşırı bilgi birikimli" olduğunu sandığınız kadın düşmanı)

    hatalarınız: 1- bir kadını "fahişelik" ithamıyla küçük düşürebileceğinizi sanmak. bu bir meslektir. beğenin ya da beğenmeyin. birini "fahişe, orospu" diyerek aşağılamaya kalktığınızda sadece kendi zavallılığınızı göstermiş olursunuz. seks karşılığı para ödemeye hazır insanlar olmasaydı fahişelik mesleği de olmazdı. 2- bu kelimeleri küfür gibi kullanmak zaten zavallıca, ama kendinizce yanlış bulduğunuz bir hareketi yapan bir kadını küfürlerle, ithamlarla vurmaya çalışmak daha da zavallıca. isterseniz başka kelimelerle küfredin, her halükarda, dayak yediği darp raporuyla, bunun travmasını yaşadığı psikolojik raporlarla sabit bir kadına utanmadan "gold digger" muamelesi yaptınız. bipolar ne, travma dediğin şey insanı sadece ağlatan bir şey mi, altı milyar insanın hepsinde travma aynı şekilde mi sonuçlanır? zerre bilginiz yok, ama sanki ayrı ayrı psikoloji ve psikiyatri uzmanlıklarınız varmış gibi "yeaa orda güldü, burda bilmem ne resmi var, demek ki numara yapıyoo" diye böğürmeyi kendinize hak gördünüz. siz kimsiniz ki kadına teşhis koyuyorsunuz? (psikolog/psikiyatrist bile olsanız danışanla görüşmeden böyle uzaktan teşhis koyma hakkınız yoktur üstelik!) siz istiyosunuz ki travma denen şey sadece sizin istediğiniz, sizin aklınızda canlandığı gibi olsun. mesela girsin eve kapansın, aylarca ağlasın. konunun uzmanları görüşüp kadına raporu vermiş, ama olsun, onlar kim ki?! "bence numara yapıyo yeaa" diyen sizden daha mı çok biliyorlar, değil mi? (türkiye'de herkesin her konuda uzman olması meselesine delirmem vol. 365856375) değil. bir bok bilmiyorsunuz. o yüzden de böyle patlıyorsunuz işte. 3- gold digger dediğiniz, sanki çok ihtiyacı varmış gibi bu işten para kazanmaya çalıştığını düşündüğünüz (kadın da açlıktan ölüyordu sanki depp'le evlenmeden önce, kafanız nerde acaba?) kadın dava sonrası tüm parayı bağışladı. burada kadına "kendini para karşılığı satıyor, krizi fırsata çeviriyor" derken iyiydi, ama şimdi gelip "ben yanılmışım" diye entry girmezsiniz değil mi? anca "bu işte bir x yoksa ben de adam değilim" minvalli entry'ler kasmayı bilirsiniz. evet, "adam değilsiniz", zira insan da değilsiniz, dayak yemiş bir kadın üstünden adamlık edebiyatı kasan odunlarsınız. bitemedi gitti şu "adamlık" muhabbetiniz de zaten. arada bir insan olmayı mı deneseniz acaba, değişiklik olur sizin için. 4- konu amber heard de değil aslında, o burada binlerce kadından biri. konu sizin her zaman, her halükarda erkeğin tarafını tutan yaklaşımınız. amber heard geçmişte başka birine şiddet mi uygulamış? o da çeksin cezasını derim. para cezası mı, hapis mi, artık ne gerekiyorsa... ama mesela onun geçmişte bunu başka birine yapmış olması johnny depp'i masum kılar mı? hayır. bu örnekte amber heard üstelik kendi parasını kazanan, belli bir ünü ve çevresi olan bir kadın olarak, dünyadaki kalan şiddet gören kadınlara kıyasla "şanslı" bile sayılır. bu imkanlara ulaşamayacak binlerce kadın var ve onlar da şiddet gördüğünde tam buradaki odunların gerçek hayat versiyonlarıyla karşılaşacaklar. o yüzden mesela bence böyle tepkiler veren herkesin tek tek zorunlu toplumsal cinsiyet eğitimine (feminizm demedim dikkat ederseniz) tâbi tutulması şart. (daha iyi bir toplum için anaokulundan itibaren verilmesi lazım aslında o eğitimin de, türkiye'de nerdeeee tabii.)

    siz empati yoksunu zavallılar olduğunuz için, başınıza gelmeden anlamazsınız. o yüzden umarım bir gün hepiniz evrile çevrile dayak yersiniz ve bunu davada konu haline getirdiğinizde ve haklı olarak bunun karşılığında bir ceza biçilmesini istediğinizde darp raporlarınıza rağmen, maruz bırakılmaya çalışıldığınız psikolojik travma ve aşağılamaya rağmen birileri sizi "krizi fırsata çevirmeye çalışmakla" suçlar. bundan sonraki hayatınızda olur da bir errrrkek olarak bir başka errrkek size hakaret falan ederse sakın ha manevi tazminat davası filan da açmayın, çükü sizin yaklaşımınıza göre o da krizi fırsata çevirmeye girebilir. son bir aklıevvele de lafımı etmeden gitmeyeyim, "johnny depp'e pahalı patladı, dövmeden mahkemeye verse boşanmak için para ödemezdi" demiş. işte böylelerinin aslında evrimde yok olması gerekirdi ama maalesef yok olmamışlar. inanılmaz bir zeka gerçekten! bir insanın bir başka insanı dövmemesi gerektiğini idrak edememiş, bir de üstüne müthiş bir zeka belirtgeci olarak "dövmese bu kadar para ödemesi gerekmediğini" söylemiş. bakın gerçekten muhteşem bir zeka, sinirim geçti, sadece gülüyorum şu an.

    netice olarak amber heard parayı aldı, şiddete uğrayan birçok kadına yardımı olsun diye o parayı bağışladı ve dünya çapında kendisine laf eden erkekler yalancılıkları, palavracılıkları, kadın düşmanlıkları, şeref ve insaniyet yokluklarıyla ortada o çok düşkün oldukları organları gibi kalakaldılar. layığınız da buydu. tam da bu kadar güzel biçimde rezil olmayı ve ettiğiniz lafları yemeyi hak ediyordunuz çünkü.

  • mühendislerin az kazanıyoruz ağlaklığı

    "biz çok güzel paralar kazandık" diyenlerin çoğu 30 yaşın üstünde ve şunu unutuyor ki, onlar kuyunun başını tutabildiler. yıl yıldan zor geliyor. her sene yeni mezun sayısı daha da artıyor, rekabet daha da kızışıyor. "sen iyi mühendis olursan iyi para kazanırsın yeaa" diyorlar da, görüyorum, staj yapabilmek için bile kıran kırana savaş veriyor artık çocuklar. bakınız staj diyorum. iyi staj yapamazsan mezun olunca iş bulamazsın, iş bulmazsan hiçbir zaman tecrübe kazanamazsın. "biz çok güzel paralar kazandık" diyenler bunun farkında değiller, dünya onların başladığı dünya değil. sanıyorlar ki, bugün yeni mezun olmakla 2005 senesinde yeni mezun olmak aynı şey!

    bu aslında sadece mühendislik değil, her sektör için geçerli. bir zamanların lise mezunları bile çılgın paralar kazandılar. sanki çok mu matahlardı? hayır. okumuş insan yoktu, para kazanmak, yükselmek daha kolaydı ondan. ha, bugün tabela üniversitesinden mezun mühendis (ya da her neyse, fark etmez) ağladığında "ya zaten seninki eğitim değildi ki" diye ben de içimden geçirmiyor muyum, geçiriyorum. peki bu, o çocuğun suçu mu tamamen? açmışlar dandik üniversiteyi, girmesin mi? illa ki birileri de ona gidecek maalesef. mesleki yönlendirme yok, pıtrak gibi üniversite açıldı her yere, nüfus zaten kalabalık... 17 yaşında tüm hayatını belirleyecek bir üniversite tercihi yapmasını, 19-20 yaşlarında ise geleceğini etkileyecek stajı, eğitimleri, sertifika programlarını büyük titizlikle planlamasını bekliyoruz gençlerden. evet, bazısı gerçekten o kadar olgundur, ama "diğerleri de öyle olsaydı bana ne" derken, aslında yönlendirilse çok verimli olabilecek insanları da kaybettiğimiz bir gerçek.

    dahası, insanca yaşayabilecek kadar maaş kazanmak herkesin hakkıdır. çünkü bu bir ihtiyaçtır. asgari ücret dediğimiz şey de aslında bu yüzden zorunludur. mesleğiniz ne olursa olsun barınmaya, yiyeceğe, giyeceğe belli bir standartta erişebilmeye ihtiyacınız vardır hayatta kalabilmek için. dolayısıyla sadece mühendisler değil, bu ülkede insanların geneli az kazanıyor. ağlamaya da gayet hakları var (tabii gönül ister ki ağlamaktan fazlası yapılsın). bazen dönüp "ulan iyi ki şimdi bir yeni mezun değilim" diyorum. yaş ilerledikçe insanlar dünyanın da aynı kalmadığını fark etseler iyi olacak. imkanlar artıyor gibi gözükse de, rekabet çok daha kızışmış durumda zira.

  • bütün padişahların tipsiz olması

    açılın belgelerle geliyorum!

    1- minyatürü, tabloyu bırak bir kenara. bırak bırak. "dönemin güzellik anlayışına uygun çizmiş" diye zırvalayanlar çıkıyor çünkü sonra ortaya. e salak, kendi ağzınla söylüyorsun, dönemin mönemin, bir ressam her zaman sultanı, kraliçeyi olduğundan daha güzel çizer! (holbein namlı ressamlar silsilesini bildin mi? okumuyorsun hadi, aç tudorsı izle bari!) hiç olmadı cildini daha pembe, gözünü daha iri, omuzlarını daha geniş yapar falan. çünkü işin ucunda kellenden bile olmak var! ama sana kalsa "dinimin gizillik ınlıyışı, pıdışıhımı lıf siylitmim!"

    2- şimdi git, "hanedan ve kamera" diye bir kitap var, bulabilirsen ondan al gel. (baskısı tükendi, artık koleksiyonerde mi bulursun, nadirkitap.com mu eşelersin bilemem, bende var nasılsa.) hah, işte o kitapta osmanlı hanedanı üyelerinin çekilmiş bütün fotoğrafları var. hepsinin, yani sadece padişahın değil, padişahların çocuklarının da, kız kardeşlerinin de... bak resimdi minyatürdü demiyorum, fotoğraf diyorum. ha bugün alıştığın gibi şoplu, vscocam filtreli değil tabii, normal fotoğraf. incele onları, iyi incele. çekinme. bak bakalım bu fotoğraflarda totalde göreceğin şey ne olcak? hiçbir dönemde böyle bir güzellik anlayışı yok, kandırma kendini.

    3- burada umursadığım şey güzellik, çirkinlik de değil aslında. arkadaş bu nasıl bir baskın gen ola ki, gerçekten bunca nesildir beyaz beyaz ve dahi sarışın-kızıl ağırlıklı insanların bulunduğu coğrafyalardan öbek öbek cariye getirirsin de hâlâ böylesine esmer kalırsın? yani baskın geni hepimiz biliyoruz eyvallah da, "okoldo sözö nö öğrötöyölör lööön" diye böğürenler de inşallah her cariyeden doğan çocukta, baştaki mevcut genlerin yeni gen havuzu içinde ancak azalan oranda kaldığını biliyorlardır? ilk şehzade full orta asya geniyle bile doğmuş olsa, her padişah başka coğrafyaların kadınlarıyla sevişe üreye baskın gen mi kalır? ama bir bakıyoruz, bir tek sarı selim var, al işte, ona da lakap olmuş "sarı"lık. niye? çünkü değişik.

    4- "başka hanedanlar da çirkieeennn" bak bu mesela tipik aptal insan argümanı. evladım burada başka hanedanları mı konuşuyoruz? sizi aslında hiç mi hiç umursamayan bir hanedanı savunmak için saçmalama kapasiteniz gerçekten göz yaşartıcı. tıpkı "bak bu yaptığın yanlış" diyene "ama örtmenim o da yaptııııığğğ" diyen ispikçi ve mal ilkokul bebesi gibi davranıyorsunuz yemin ederim. the ultimate question: diğer hanedanların da çirkin olması, senin taptığın sevgili biricik osmanlı hanedanı'nın evlerinden yerlerinden koparıp günahına girdiği onca cariyeye rağmen basbayağı çirkin olduğu gerçeğini değiştirir mi? cevap: hayır!

    5- "adamlar üç kıtayı yönetmiş, siz çirkinliğini konuşuyosunuz yeaaaa" bunu diyen mal değnekleri de ömürlerinde onda birini yapamayacakları akademik başarılara sahip merkel hakkında "ya merkel de ne çirkin karı amk" diye konuşan adamlar değilse ben de hiçbir şey bilmiyorum. sorsanız herkes toplumdaki tüm bireyleri sadece akademik başarılarıyla, iyi kalpliliğiyle, ruh güzelliğiyle falan değerlendiriyor, di mi? hahahah, ya güldürmeyin insanı! ayrıca dikkatinizi çekerim, üç kıtayı yönetirken üç kıtadaki güzel kızları çalıp getiren esir tüccarlarına para ödeyen, üç gün istanbul yağmalatan bir henadanın bunca çabaya rağen fiziksel olarak bu kadar çirkin kalabilmesi üstün bir başarı olduğu için bunu gayet de konuşabiliriz bence, np. "onlar da çirkiieeennn" dediğiniz diğer hanedanlardaki kralların resmi nikahlı 1 eşi olabilirken (haydi birkaç da kortezan, odalisque/odalık diyelim, ki onlardan olan çocukları genelde tahtta hak iddia etmezdi, edemezdi) ve ancak o resmi eşten olan çocuklar tahta geçebilirken, kısaca gen çeşitlenmesi çok daha sınırlı düzeydeyken siz onların çirkinliğini konuşabiliyorsunuz da, biz osmanlı'nın bu gen çeşitliliğine rağmen iddialı boyutta çirkin kalabilmesini mi konuşamayacağız? ah siz hep bana rabbenacılar... sizin yaptığınız size yapılınca hiç hoşunuza gitmiyor di mi?

    6- başlığı açana yönelik "senin tipini görelim"ciler. bu mallar da mesela asla müzik yapıtlarını, resimleri, heykelleri eleştirmezler. çünkü kendileri daha iyisini yapamıyorsa söz söylemezler azizim, filhakika...dfjgdlfjgldf ya siz ne saçmalıyorsunuz allah aşkına? birinin bir şeyi eleştirmesi için ondan daha iyi olması gerekmez ki? dünya sizin mal mantığınızla yaşasaydı ne edebiyat eleştirmeni ne sanat eleştirmeni olurdu şu hayatta. çok şükür ki dünyada sizin seviyenizin çok üstünde insanlar da var da, böyle aptalca argümanlarla gelmiyorlar.

    7- al bir salak daha geldi, "tarih anlayışın çehrelerden, cinsel hayattan ibaret, boşuna okumuşsun o kadar tarihi" diyor dhfkdhk ya yemin ederim bu kadar akılsız olmak da ayrı bir beceri. bakın sevgili şapşikler, başlık o çehreler hakkında zaten. başlığı okuyun, idrak edin. bu başlıkta çehreler dışında konuşmak, ezik ezik "ama üç kıtayı yönettiler" demek salaklıktır. üç kıtayı yönetmediler diyen mi var? yoo. konu bu mu başlıktaki? hayır. konu ne? çirkinlik. dolayısıyla entry'm de bunun hakkında. ilkokulda "okuduğumuzu anladık mı? cevap verelim." kısımları olurdu ünite sonlarında. keşke onları yapsaymışsınız hepiniz. bu konuyla alakasız, korelasyonsuz laflarla gelenler, sınavda sorulan soruyu idrak edemeyip o sorudan alakasız beş sayfa cevap doldurup sonra "hocam ben niye sınavdan on aldım?" diyen tiplerle aynı insanlar yemin ederim.

    böyle salak argümanlarla konuşulduğu için, bu hanedan putlaştırıldığı için, inadına osmanlı'nın çirkinliğinden bahsedesim geliyor da, yoruldum. başka aptallıklar gördükçe editlerim.

    ayrıca başlığı açan kardeş, sana iki çift lafım var: şerefsizim aklıma geldiydi!

    ekleme: adını sabah hatırlayamamıştım, şimdi hatırladım, bahsettiğim kitapta gördüğüm tek güzel çocuk dürrüşehvar sultan'dı. internette kitaptaki fotoğrafına da rastladım hatta, aha bakın şu: https://tr.pinterest.com/pin/561683384752991524/ yalnız onun da büyüyünce soyudaki dev kemerli burun geni aktive olmuş: http://pamukipligi.tumblr.com/…ihtennotlar-paylaşıp

    ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, çirkinlikten bahsetmek ayıp değildir, çünkü çirkin olmak ayıp değildir. "konuşa konuşa çirkinliği mi konuşuyorsunuz?" demek abesle iştigal o yüzden, evet çirkinlik de konuşulabilir. bunu bir tabuya dönüştürmenin alemi yok. yıllar evvel bu konuyla alakalı bir şeyler de yazmış idim zaten. (bkz: eli yüzü düzgün/@polly jean) benim fikrime gelirsek, ben insanları şahsen zor çirkin bulurum, daha doğrusu şöyle diyeyim, birilerini çirkin buluyorsam bu sadece fiziksel sebeplerinden ötürü değildir. şu entry'yi okuyup azıcık izanı olanlar anlar zaten niyesini, nasılını. (bkz: çirkin olmak/@polly jean)

  • recep tayyip erdoğan

    yetmez ama evetçiler, ex-cemaatçiler, akp kurmayları, herkes "kandırıldık" deyip duruyor ve hepimiz onlarla dalga geçiyoruz ya hani... çok merak ediyorum, "ya ama tayyip kucaklayıcı davranıyor, kriz önlüyor" filan diyenler ne zaman "kandırıldık!" çığlıkları atmaya başlayacak?

    dalga geçtiğiniz insanlardan bir farkınız olduğunu düşünmüyorum, zira darbenin tiyatro olduğunu katiyyen düşünmemekle birlikte, bundan tayyip'in istifade etmeyeceği anlamının da çıkmadığı kanaatindeyim. kriz çıkarmak istemeyen insan, uzun vadede gayet kriz yaratacak üniversite kapatma, askeri okulları kökten kapatma, toptan bursları kesme, darbenin ikinci günü "gezi parkını kışla yapacağız" deme, kurunun yanında yaşları da yakıp topluca öfke uyandırma gibi hareketlerde bulunmaz. köşke birilerini davet etmek "herkesi kucaklamak" değildir yani, iştir kişinin aynası. dolayısıyla ben tayyip'in kimseyi kucakladığını falan düşünmüyorum. "fetöcü atıyorum" diye arada sendikalı yahut barış bildirisi imzacısı solcu hocaları da atacak, sonra "kriz önlemeye çalışıyor" peh peh. en basiti, beğenin beğenmeyin, 6 milyon oy almış bir parti var, hdp. altı milyon oy, henüz çoluğu çocuğu oy kullanmayanlarıyla birlikte en az 12 milyon insan demek. ülke nüfusunun yedide biri. onlar o kucaklamanın neresindeler tam olarak? tüm partiler darbe karşıtı olduklarını zaten açıkladılar, yani gösterebilecekleri iyi niyeti gösterdiler, ama ben akp yanından gelen hiçbir toplumsal mutabakat çabası göremiyorum ortada.

    kısaca tayyip bence her zamanki gibi takiyyede, sadece görüntüde bir takım işler yapıyor. ben de bu çok zeki geçinen, bu herkesle dalga geçen über sözlükçülerimiz nasıl oluyor da bu zokayı bu kadar kolay yutuyorlar, işte onu anlamıyorum. adam her zamanki adam. can çıkar huy çıkmaz misali, üç günde kimse değiş(e)mez. daha düne kadar "gelişerek değiştim" laflarıyla dalga geçiyordunuz, gömlek değiştirme geyikleri yapıyordunuz, n'ooldu onlar? "şimdi onu eleştirme vakti değil, birlik olma vakti" diye diye adamın ekmeğine yağ sürenler, gözümde yetmez ama evetçilerden daha komik durumdalar, çünkü o günden bugüne bu adamın çoook falsosunu gördük; bugün artık aynı boku yemenin hiçbir mazereti olamaz, hele eleştirdiklerimizle aynı boku yemenin hiç hiç olamaz.

    imza: geçmişin "hayır"cısı, daimi darbe karşıtı, görünüşte değil gerçek demokrasi isteyen bir insan evladı.

  • canan karatay'ın meslekten men edilmesi

    ben gerçekten bıktım lan. sadece bu konuda değil, her konuda birbirinize ne kadar benziyorsunuz!

    adam akp'lilere "büyük resim" goygoyu yüzünden "çomar" der, ama kendisi "ilaç lobilerinin tekerine çomah sogduu, ondan bu!" diye büyük resmi gördüğünü belirten ultra süper komplo teorileri saçar ortalığa. bak bakalım komplo teorilerini çözdüğünü düşünen kafanla o beğenmediklerine ne kadar benziyorsun?

    tayyip'e kızar "biz biliriz biiiizzzzz" diyor, hiçbir konuda uzmanların sözüne değer vermiyor diye, ama kardiyolog biri diyetisyenliğe ve hatta çocuk sağlığına, jinekolojiye girince "abla senin bebek gelişimiyle ilgili uzmanlığın yok ki, ne konuşuyosun şeker yüklemesi hakkında?" demez. bu konudaki uzmanların haklı itirazlarını da yine komplo teorilerine bağlar. bak bakalım iş davranış tarzına gelince nefret ettiğin tayyip'e ne kadar da benziyorsun?

    "türkiye'de insan sağlığı ucuz" diye kızar, ama böyle saçma şeyler söylediği için sorumluluk hissedip bu kadına uyarı mahiyetinde konuşan hekimleri "ilaç firmalarının taşeronu" olmakla suçlar. koy şuraya "israil ajanı" lafını, sırıtıyor mu?

    bak valla konu canan karatay falan değil arkadaşım, sizin huyunuz bu. her konuda böylesiniz. hangi tarafta olduğunuz fark etmiyor, hangi konuda olursa olsun tapar gibi taraf tutuyorsunuz. oysa dünyada bilimsel metod bellidir, canan karatay'ın belli iddiaları varsa gitsin araştırmalarını yapsın, her yıl onlarca tıp konferansı düzenleniyor dünya çapında, meslektaşlarıyla istişare etsin, kanıtlasın iddialarını, sadece türkiye değil tüm dünya istifade eder hem o zaman bundan. ama yoook, kim uğraşacak fikrini kanıtlamakla, itirazlara cevap vermekle, çık televizyona, götür paraları, sonra "gadın doğru diyor yaa heb ilaç lobisi heb yahudi ilaç şirketleri doğru söyleyeni dohuz köyden kovuyollaaa"...

    bir adım geride dur da kendine dışarıdan bak, bakalım o aşağıladıklarına ne kadar benzediğini görebilecek misin?

  • 9 mayıs 2016 domino's pizza rezaleti

    adım başı tacize uğrayan kadınlardan o kadar uzakta, o kadar cam fanusta yaşıyorsunuz ki, "görüntü yok, nasıl inanayım" bile diyebiliyorsunuz.

    evet, hiç tanımadığımız insanları suçlamak hobimizdir genel olarak. ben mesela her gün en az hayatımda hiç görmediğim üç insaı tacizle suçlarım, maksat pislik değil mi, ooh. nıhahahah falan diye de gülüyorum hatta o anda. kedimin de kafasını seviyorum bir yandan, biliyorsunuz kötülerin kedileri olur, hain planlar kurarken nıhahah diye güler ve kedi severler.

    kafanızdaki kadın böyle anlaşılan. kadınlarla hiç temasa geçmediğiniz o kadar belli ki, size ana-bacı yapsak bile anlayacağınızdan şüpheliyim. gene de çık o fanustan sayın gerizekalı, sor bakalım sevgiline, annene, varsa kız kardeşine, hayatında hiç mi tacize uğramamış? tabii senin gibi bir hıyara olur da güvenebilirse, uğradığı tacizleri anlatınca video kaydı istersin sen, göstermezse de inanma... ha bir de sor bakalım grup seks övmüş mü?

  • halk otobüsünde cinsel organını çıkaran tacizci

    "vay niye sessiz sessiz videoya almış!" diyenlere şunu söyleyeyim, en akıllıca şeyi yapmış. siz galiba ortalık yerde bağırıp yardım istediğinizde size yardım ediliyor zannediyorsunuz? ben tramvayda dipte otururken yanımda çantasını paravan yaparak mastürbasyon yapan adama çığlık çığlığa bağırdığımda "huff ne bağırıp ses yapıyorsun yaa" diyen bakışlarla karşılaştığım günden beri biliyorum bunu. ben yaka paça adamı tramvaydan indirmeye çalışırken kimse sesini çıkarmadı, çünkü korktular ve muhtemelen bana da inanmadılar. sorarsanız birçok kadın size aynı şeyleri anlatır, hiç kimse zannettiğiniz gibi değil.

    ha bir de, burada "ben olsam şöyle döverdim, böyle kadına yardım ederdim" diye anlatıyorsunuz ama ben gerçek hayatta sesimi çıkardığım onlarca olayda kimsenin yardım ettiğini hatırlamıyorum, ki bu mastürbasyon olayı artık benim için en uç noktaydı. ben bağırırken, "çantanla niye önünü kapatıyorsun, madem bir bok yiyorsun indir o çantanı da fermuarının açık olduğunu herkes görsün" dediğimde isteseler uzanıp çekebilirlerdi o çantayı ve dediğimin doğruluğunu görürlerdi, ama onun yerine herkesi kafasını çevirmeyi tercih etti. bense adamı tramvaydan indirebildiğime şükretmek zorunda kaldım.

    işte bu olaydan sonra, şahsen başıma gelen benzer durumlarda telefonla çat diye görüntü almayı ve iner inmez saati, tramvay-otobüs numarasını not etmeyi tercih eder oldum. (hiç olmazsa taciz davası açtığınızda kanıt oluyor.) burada "ay video çekmiş sessiz kalmış" diye saydıranları da bir sonraki zor durumdaki insana yardım etmeye davet ediyorum. lafa geince hepiniz çok sıkısınız da, icraatte hiçbirinizi göremiyoruz.

    bu pisliğin de en azından yakalanmasına çok sevindim. gerçi yeterli cezayı alamayacak, onu da biliyorum. "taciz diil bu ya, teşhir sadece" diye buraya entry yazanların aynısı hakim, aynısı savcı olarak da var maalesef. yoksa bu buz gibi cinsel taciz, basbayağı şiddetin bir türü.

  • tecavüze uğrayan çocuğun öldürülesiye dövülmesi

    arkadaş bir insan çelişkili ifade veren, çocuğu sık sık aradığı telefon kayıtlarından da belli olan birini niçin tutuksuz yargılar? üstelik çocuğun babası "rapor var" diyor, ki zaten böyle bir durumda ilk iş adli tıp'a yönlendirmişlerdir. şimdi bu adam niçin elini kolunu sallayarak gezer, tam da böyle çocuğa ve ailesine baskı yapsın, dövsün sövsün diye mi?

    sonra biz "hukuk sistemi komple boktan" deyince "ya yok olaylar münferit, savcılar işini iyi yapsa olur aslında" falan filan diye sıkıyorsunuz. yok arkadaşım yok, hele hele çocuğa karşı suçlarda bunun istisnası olmamalı, tutuksuz yargılanma şansı tanınmamalı. bir çocuğun zaten başına gelenleri korku ve utanç yüzünden, kendisini suçlu sanması yüzünden anlatması çok zorken bir de kendisi ve ailesi bu şüpheyle yaşamamalı. bir tek çocuk için bile göze alınabilecek bir risk değil bu!

    o savcının da, o hakimin de belasını bulması lazım aslında, ama hukuk sistemimiz baştan kokmuş durumdayken nasıl?

  • tazedirekt

    ya kurban olayım şuraya kuru kayısı, kuru incir falan satmaktan ibaret sitelerin linklerini koyup bizi heveslendirmeyin, tazedirekt'in muadili bu mu allah aşkına?

    bakın ben size, şu site üstünden yola çıkıp, beslenme sorunumuzu anlatayım; şöyle mükemmel ülkeyiz, böyle tarım deposuyuz, aman da büyük gücüz diyenlere, kolay biçimde sağlıklı beslenmekten bile ne kadar aciz olduğumuzu göstereyim:

    meyve, sebze, süt, yoğurt --> bakın bunlar en kolay bozulan, raf ömrü en kısa, ama bir yandan da bize en çok lazım olan ürünler. kolay bozulduğu için çoğu yer bunların işine girmiyor. zaten tarım başlı başına zor bir iş, ailede kendi yiyecek diye saksıda domates yetiştirene bile sorun, "çok zor" der size. mesela burada yoncadan'ın yoğurdu satılıyordu. o yoğurdun raf ömrü bir hafta-on gün falan. market yoğurdunu at buzdolabına, 1 ay kalsın bozulmuyor, bu yoğurdun son kullanma tarihi geçtiği gibi küflenmeye başlıyor. hadi şimdi biri de gelsin beni inandırsın iki yoğurdun aynı olduğuna! içine o kadar koruyucu basılmış yoğurt yemek istemiyorum. "kendin yap!" demeyin yahu, kendim ekmek ya da yoğurt yapmakla da uğraşmak istemiyorum. isteğim çok basit: içine koruyucu katılmamış sütten yoğurt yapsın birileri, ben de bunu satın alayım. arkadaşlar hicap duyuyorum bunu söylemekten, ama birileri bir şeyi üretsin ve ben de satın alayım demek ayıp/yanlış/sorunlu değil. her yediğim, giydiğim, kullandığım şeyi niye kendim yapayım yahu, manyak mıyım ben? her şeyin uzmanı olamam ki hayatta, bırakalım yoğurt da başka birinin işi/uzmanlığı olsun yahu!

    süt-yoğurdu semt pazarı da çözmüyor, ama hadi diyelim meyve sebze için semt pazarlarına gideceğiz, âlâ. 1- çalışan insan olduğum için hafta içi semt pazarına gitme şansım yok. herkes ev hanımı- ev beyi değil. 2- benim oturduğum semtte pazar kurulmuyor. en yakın semt pazarı, 3 semt ötemde, kesinlikle yürüyerek gitme-onca poşetle dönme imkanınız yok. e ne yapacağım? otobüsle her hafta semt pazarına gidip 15 poşetle dönme çilesini yaşamak ister misiniz? taksi desen, taksiciye de mesafe kısa geliyor, küfrediyor, hem de ciddi bir meblağ tutar her hafta, her hafta... arabayla gidersem bir de ona park yeri arıyorum. bak daha gitmenin sıkıntısı bu, daha varmadık bile. hadi vardım. taze, ucuz ürün yok mu semt pazarında? var tabii, olmaz mı. ama iyisini bulmak için sabahtan gitmem lazım. çalışan bir insanın hafta sonu sabahını semt pazarına gitmekle harcamak yerine uyumayı isteme şansım yok mu? insaf yahu! (bakın semt pazarındaki ürünün tohumu, suni gübresi, zirai ilacı olayına hiç girmedim bile fark ederseniz.) hadi bunu da kabul ettim diyelim. semt pazarına gittin, seçtin, aldın, geri göndün, nerden baksan en az 2 saat demek. az mı? bunu biri benim yerime yapsa, ben onun emeğinin parasını ödesem olmuyor mu? isteyen gene gitsin yani semt pazarına da, ben kendim gitmek yerine bu hizmeti parayla satın almayı seçemez miyim? mesela deterjan, tuvalet kağıdı, çöp torbası gibi şeyleri de migros sanal market'ten alıyorum, çünkü zaman kaybetmek istemiyorum; aynı şekilde migros'ta bulunmayan düzgünlükte meyve sebzeyi, manda yoğurdunu, güzel zeytinyağını da alabileceğim bir yer olmalıydı, bu da tazedirekt'ti ve bana vakit harcatmadan kapıma getiriyordu. bunun adı hizmet talebi. işte ben bu hizmeti satın alıyordum, sadece domatesi salatalığı değil.

    gelelim başka şeylere, mesela peynirler için mandıralar var denmiş. elbette var. ki ben de, babam da yıllardır eminönü'ndeki tek bir mandıradan alıyoruz peynirleri. (ben gidemezsem babam gidince alıyor, ben sonra ondan alıyorum, hallediyoruz bir şekil.) zaten tazedirekt'ten alışveriş yaparken de almaya devam ediyordum. ama mesela tazedirekt'ten sebzemi meyvemi alırken, mandırada bulamayacağım ithal peynirleri de sepete atıveriyordum. bu sayede ithal peynirler için ayrıca macro ya da metro'ya gitmenize gerek kalmıyor. olay yine ne, pratiklik. ben zamanımı bu tarz şeylere harcamayı tercih etmiyorum, çünkü ne sipariş edeceğim belliyse, niye illa markete gidip alayım, isterim getirirler. olay tamamen tercih meselesi yani.

    pratiklik demişkeeeeeen... mesela kullandığım zeytinyağı markasının internetten satışı var, ben onu ayrıca alabilirim. tercih ettiğim makarna, hububat, salça vs. paketli ürünleri de internetten ayrı ayrı sipariş edebilirim. ama bakın ne dedik, ayrı ayrı. herbiri için kargo ücreti ödeyeceğim. herbiri için kargo bekleyeceğim. (yurtiçi kargo ile sinirlerim oynayacak mesela hepsi için ayrı ayrı. yazık lan bana!) çalışan bir insan olduğum için kargo da ben çalışırken gelecek evime, kapıma not bırakacak, ben bir de kargo iade olmadan kargo şubesine yetişmeye çalışacağım! yani aslında elime ulaşmayan, gidip kendim alacağım bir koli için para bayılacağım, ne tatlı di mi? bitti mi, bitmedi. kiloluk zeytinyağı şişeler, toplamda birkaç kiloluk hububat-şeker-salça bilmem ne içeren son derece ağır kolileri kendim taşıyacağım evime. kargo aracından indirilip kapıma çıkarılması gibi de olmayacak bu, çünkü evimin etrafındaki tüm kargo şubeleri, yokuşun dibinde, ben o kolilerle yaklaşık 500 basamaklık bir yokuş çıkmalıyım, çünkü iyi beslenmek istiyorum, düzgün şeyler yemek istiyorum, bunun için normalden fazla para ayırmaya da razı olmuşum, ama rahat rahat evime ulaşmasını isteyemiyorum, ıyy pis burjuva, benim ne hakkım var yaa bir hizmetin parasını verip evime ulaşmasını istemeye? püü, allah kahretsin beni!

    işte böyle bir hizmet kalmadı tazedirekt'in kapanmasıyla, bu yüzden çok üzgünüz. diğer hiçbir satış kanalı kendi araçlarıyla evimize göndermiyor ürünlerini. yemek istediğim her şeyi ayrı ayrı sipariş etmek, hepsiyle tek tek uğraşmak, bunun için de kargo şirketleriyle boğuşmak, semt pazarında vakit kaybetmek zorundayım. istediğim şey ne? düzgün yiyeceklere kolayca ulaşabilmek, hepsini topluca sipariş verebilmek, market market- pazar pazar gezmek zorunda kalmamak, akşam evde olduğum saatte düzgünce kapıma getirilmesi... internet devrinde bu kadar basit organize edilebilecek bir şeyi istediğim(iz) için de salağız, evet, bravo arkadaşlar.

  • italya'daki domateslerin daha lezzetli olması

    italya'daki marketlere bayılırdım. bildiğiniz süpermarketlerden bahsediyorum. "allaaam bunlar nasıl güzel kokuyor böyle" diye pörtleyen gözlerimle o domatesleri elime alıp kokladığımı hatırlıyorum, gören deli demiştir herhalde. "burada yemek yapmak zevk yahu, her şey taze, her şey mis gibi hazırlanıp veriliyor eline, insan burada daha bir zevkle yemek yapıyor," demiştim. görüyorum ki yalnız değilmişim. hatta "ben markette öyle güzel domates satıldığını görmedim" de demiştim vaktiyle. şimdi birileri ayar verme derdiyle "ooo arka bahçemdeki domatesi görün siz", "hıh çanakkale domatesi yememişlerin matah sandığı domates", "heaaa lezzetli olsun diye verimi düşük domates mi ekçeklerdi, tabii ki lezzeti verime kurban edicez halla halla" diye saçmalıyorlar.

    e be evladım, zaten burada övülen, italya'da alelade bir yerde bile mis gibi domates bulabilme ihtimalin! yoksa bence de benim babaannemin domatesleri mükemmel; babam da balkonunda cherry domates yetiştiriyor ve onlar da şeker gibi; ben de kendi bütçemden daha fazla para ayırıp cherry, organik ve pembe domateslerden alıp yiyorum nispeten düzgün şeyler yiyeyim diye, ama burada vurgu yapılan şey, özellikle yetiştirmene, bilmem kaç bin kilometre yol gitmene, pahalı organik ürünlere para dökmene gerek kalmadan, makul fiyata insanca beslenebilmen! bunu da alamıyorsa o kalın kafalarınız ben ne diyeyim ki?

    ben niye italya'da kerevizin mis gibi soyulup satıldığını (köküne kabuğuna boşa para ödemeyin diye) görünce "gavurun" ticaret ahlakı karşısında yine mest oluyorum da, burada çürük çarığı dolduran adama denk geliyorum? italyan köylüsü çok mu matah insan? hayır. ama işte bir etik anlayışı oturtulmuş, devletin regülasyonlarıyla, sübvansiyonlarıyla tarım düzenlenmiş; vatandaşının asgari bir beslenme düzeyini yakalamasını isteyen bir yapı var. basbayağı, o insanlar buna "layık olduklarını" düşünüyorlar ve devletleri de doğal olarak bu fikri yansıtıyor; burada ise toplum olarak buna "layık olmadığımızı" düşünüyoruz içten içe ve bizim devlet yapımız da bunun yansıması olan düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. biz işi bireysel yöntemlerle çözmeye çalışıyoruz (arka bahçene ekmek, balkonunda yetiştirmek, daha kaliteli ürün için ederinin çok üstünde fiyat ödemeye razı olmak vs.). ha evet, bunları da yapalım tabii ama, ya bu imkanlara sahip olmayanlar? herkesin arka bahçesi mi var? herkes özel bir çiftlikten alınan domatesin kilosuna 8 lira ödeyebilir mi? "başkasından banane yeaa" mı diyeceğiz?

    benim sorduğum çok basit bir şey: elin devleti (italya, fransa ve rusya bildiğim bazı örnekler) vatandaşının makul fiyata düzgün yiyecek bulmasını önemsiyor da, benim devletim neden umursamıyor? elin devleti çiftçisini koruyor da, benim devletim nede korumuyor? fransa'da mahalle bostanlarında ilkokul bebeleri tarım yapıyor ve çiftçiye saygı duymasını öğreniyor da, istanbul'da 600 yıllık yedikule bostanları'na niye moloz dökülüyor? kuzguncuk bostanı acaba daha ne kadar ayakta kalabilecek? ben bu politikaların değişmesi için geçici bireysel çözümler dışında ne yapabilirim?

    gerçi bakın geçen gün bizzat çiftçilik yapan bir insan sorunlarını anlatmışken, bu insana bile "ya nolacağıdı" diyen mallar varken, bu entry'ye de "yazar burada evropalarda yaşadığını göstermeye çalışmış" diyecek mallar çıkacağına eminim. gösterilene değil, parmağa bakmayı marifet sayıyorsunuz.