polly jean55
profili

  • ayhan sicimoğlu'nun çalışanını tokatlaması

    türkiye'de insan kalitesi öyle düştü ki, şöyle saçma sapan biri için “senin gibi entelektüele yakışmadı aağğbii” diyebiliyorlar. “entelektüel” sıfatı bu kadar ayağa düşmüş. tv'de program yapıp sağa sola gidiyorsanız, enstrüman çalıyorsanız, hiçbir uzmanlığınız olmadan yalan yanlış da olsa ağzınız laf yapıyorsa “entelektüel” oluyorsunuz. vay anasını!

    entelektüel, çağının sorumluluğunu alan insandır” diye 1940'larda kafa patlatan filozoflar mezarında ters döndü be.

    neyse “ama bi de olayın iç yüzünü ayhan abiden dinleyelim sonuçta z kuşağı yani bilmiyorum parasını o da öyle istemeseydi zaten bu kuşaktan her şey beklenir bence orada tam da tokat atıyormuş gibi değil” falan filan…

  • uzun boylu kadın iticiliği

    lise arkadaşlarımdan bir kızla yıllar sonra bir restoranda karşılaşmıştım. o gün ayağımda topuklu ayakkabı vardı (normalde boyum 1.78, topukluyla 1.90 filan oluyor), beni aşağıdan yukarı süzdü süzdü, daha “merhaba” demeden ilk lafı “oooo polly jean, deve gibi olmuşsun ehehe” oldu.

    şu geyiği yakın bir arkadaşım yapsa hiç sallamam, ben de onla birlikte geyiğe devam edebilirim, ama beni 5+ senedir görmeyen, aynı sınıfta bir sene okumak dışında hiçbir samimiyetimin bulunmadığı biri yaparsa ona her manada o kadar “yukarıdan” bakarım ki, gerçekten ezilir.

    denyoca davranmadığı sürece isteyen içinden istediği kadar itici bulabilir, kimse kimseyi çekici bulmak zorunda da değil, ama denyoluğun cidden lüzumu yok.

    topuklu ayakkabı giyen uzun boylu kadınlara da “çok ihtiyacın var sanki ehehe” tarzı dede esprileri biterse çok sevinirim ayrıca. *

  • süleyman soylu

    bir zamanlar efkan ala vardı, astığı astık, kestiği kestik, gezi döneminden hatırlayın. o da soylu gibi agresif, girişken, eli uzun bir tipti, operasyoncuydu, mekan falan basardı, devlet geleneğini yıkmaya en net teşebbüsler bence onun içişleri bakanlığı döneminde başladı akp'de. ama ne oldu? bugün kim hatırlıyor ala'yı?

    soylu'nun da unutulması bir çöpe atılmasına bakar. önemli görevlere getirilmeyen tüm akp maşaları herkesten daha hızlı eskiyorlar. çünkü tayyip tam bir insan öğütücü ve buna partidaşları da dahil. unakıtanlar bilmem kimler, kimse, hiç kimse kalmadı o “ünlü” isimlerinden, sürekli yenilerini bulacak ve o yenilerini hızlıca öğütecek tayyip. eskiden atıyorum bir yıldırım akbulut gibi tipler uzuuuuun yıllar aktif kalırlardı siyasi hayatta, akp'de yükselenler ise çok hızlı uzaklaşıyorlar. bu da elbette tesadüf değil.

  • depremzede evlatlıkla evlenilebilir

    başlarım islam hukukunuza! bu ülkenin bu konuyla ilgili ilişkilerini medeni hukuk düzenler. medeni hukuka göre de evlatlığınla evlenemezsin ve nüfusuna geçirdiğin hiç kimseyi mirasından mahrum edemezsin, kendin istesen bile edemezsin (altsoyu mirasından men etmek diye bir şey yoktur, saklı pay her türlü durur, yeşilçam filmlerine bakmayın.) o yüzden yok islam'a göre mahrem, yok o yüzden kucağına alamazsın, yok bilmem ne diye bik bik ötmeyin. evlat edinmek, çocuğun biyolojik yapım sürecinde yer almak hariç her bakımdan anne babalıkla aynıdır. nokta. sizin boktan islam hukukunuz beni, bizi zerre ilgilendirmiyor.

    depremzede çocukların cemaatler tarafından kaçırıldığını, “sevap” adı altında, “biz onlara kol kanat gerdik, sahip çıktık” yalanları altında nasıl beyni yıkanacağını düşündükçe sinirimden elim ayağım buz kesiyor, siz hâlâ ama islam hukuku ama bik bik bik… çocuk kaçırmanın da islama uygun kılıfını hazırladınız siz kesin!

  • +90'ın türkiye'de ermeni olmak videosu

    türkiye'deki ermenilerle ilgili bir video görünce gerçekten ilk aklınıza gelen ermenistan'daki bir türk'ün sıkıntı çekmesi ihtimali mi? ne oluyor, o zaman buradaki ermenilerin sıkıntı çekmesi okey mi oluyor yani? bu nasıl saçma hesap? ayrıca bu ermeni halkı buranın insanı alo, bi kendinize gelin!

    öbür başlıklarda ötüp duruyordunuz “bu ülkedeki herkes bu ülkenin vatandaşı, herkes eşit” diye, nooldu, kendi insanınızın sıkıntısını niye umursamıyorsunuz ikiyüzlüler? yüzlerce yıldır burada yaşıyor o ermeniler, bu toprakların en eski halklarından biri. ne demek “ülkeniz var git ermenistan'a?” dağdan gelip bağdakini kovmaktır bunun adı. e çok türksün ya madem, sen dön o zaman orta asya'ya, içinden çıktığına inandığın bozkırlarda at sür, burada işin ne? sor bakalım, biz senin gibi önüne geleni oraya buraya kovalayan bir hödükle yaşamak istiyor muyuz? burada yaşayan, yunan değil rum olan (siz hödükler bunun farkını da biliyor musunuz gerçi meçhul!) insanları yunanistan'a, ermenileri hiç görmedikleri ermenistan'a, sefarad, aşkenaz ve karaimleri yine hiç görmedikleri israil'e, kürtleri suriye'ye kovalama hakkını göreceksin kendinde öyle mi? alevilere nereyi beğendin paşam? süryanilere?

    bir başka hödük “bu ülkeyi benim atalarım kurdu, gram hakkınız yok” demiş. heyyy gidi ülkesinin tarihini çok iyi bilen tüptürk'e bak sen, agop dilaçar olmasa acaba bugün türkçe ne halde olurdu, entry'nde selam çaktığın atatürk acaba ona niye “dilaçar” soyadını verdi, hiç düşündün mü? pardon düşünmek demişim, bilmiyorsun ki düşünesin. birinci dünya savaşı'nda osmanlı cephelerinde ve kurtuluş savaşı'nda can veren ermenileri, yahudileri, rumları sana okulda anlatmayarak onların hakkına girdiler zaten, bir de sen yap bir tur daha haksızlık. ama sonra git bak bakalım şehit kayıtlarına, cephelerde her milletten insan var mıymış, yok muymuş? gram adalet duygusu taşıyan insan şu lafları etmeye utanır, ama sizdeki yüz değil ki, manda derisi. haksızlık edince utanacak insaniyet sizde nerede?

    güzel insanları kovalaya kovalaya bizi kendileri gibi medeniyetsizlerle yaşamak zorunda bırakan 6-7 eylül saldırganı kafalı (muhtemelen onların torunları olan) mahlukların anlamak zorunda olduğu bir gerçek var: bu topraklar, bu topraklarda yaşayan, yaşamak isteyen, ona bir şey katanlarındır. devleti, toplumu eleştirmek de herkesin anasının ak sütü gibi hakkıdır. bir eleştiride, yüzlerce yıldır burada yaşayan hem de kuruluşundan itibaren bu ülkenin vatandaşı olmuş bu insanları hem vatandaşı olmadıkları hem de belki ömürlerinde bir kez bile görmedikleri bir yere “git” diye kovmaya da kimsenin hakkı yoktur! keşke esas siz kendiliğinizden gitseniz de biz burada kardeş kardeş, mutlu mesut yaşasak, çünkü belli ki bu insanlara bu çirkin davranışları uygulayan da siz ve sizinle aynı zihniyete sahip olan mahluklar.

  • yaşlı evlerinde bulunan şeyler

    dürülü bükülü halı. genelde yıkatılıp öyle bekletilir ki misafir geleceği zaman hemen tertemiz serilsin günlük halının üzerine. ve bir aydır, bu yaşlı evlerinin demirbaşı aklıma geldikçe gözlerim sulanıyor.

    bir ay kadar önce sevgilimin babaannesinin kız kardeşi vefat etti, neredeyse 90 yaşındaydı. taziyeye gittik. evini ilk kez görüyorum. oturacak yer var diye bir odaya girdik. odada tam böyle dürülü bükülü halılar. yanında da bir dikiş makinesi. anneanneminkinden. bütün yaşlı kadın evleri mi birbirine benzer? anneannemi hâlâ boğazıma yumru oturmadan düşünemiyorum ben, bir de böyle cenaze evi olunca, haydi ben bir kötü olayım, gözlerim bir dolsun… hıçkıra hıçkıra ağlayacağım, hayır ağlayamıyorum da, “yahu sen ne alaka?” derler, kadını ömrümde beş kere görmemişim, nezaketen oradayım. sevgilim “hay allah, hiç düşünemedim kötü olacağını, getirmemeliydim seni” derken, bir vesile kenara kaçtık, azıcık ağladım, kendime geldim.

    ama bir aydır o dikiş makinesinin yanındaki dürülü bükülü halıların görüntüsü gözümün önünden gitmiyor. bir halıya bakıp ağlayacağımı hiç düşünmezdim…

  • 2002 yılında taksim'de çekilmiş video

    her fırsatta, ama gerçekten her fırsatta istiklal'e çıktığım yıllardan bir videoyu görünce içim bir tuhaf olmadı desem yalan olur. istiklal'de megavizyon ve raks'ın (evet raks!) olduğu yıllar daha bunlar. yine istiklal üzerindeki garanti, o zamanlar garanti sanat galerisi'ydi (hey yavrum hey, bedava sergi gezilen yıllar!), vakko'nun (şimdi mango olan) efsanevi binası henüz mevcuttu. atlas pasajı'nın girişinde solda sefahathane vardı, uzun bacaklı iskemlelere oturup pasajın serinliğinde bira içerdik. galatasaray'ın karşısındaki gümüşçü taxim albümünü çalardı bitevi. lisenin yanından inince, sağdaki binanın ikinci katındaki kafka'ya ne çok otururduk. cadde üstündeki yerlere oturmak, oralarda içmek, oralarda yemek yemek çok uncool'du, istiklal'e “gezmeye” gelen, oranın ruhunu bilmeyenlere ya da yaşlılara özgü görülürdü bu, hep daha aralardaki yerlere otururduk, mitanni gibi katharsis gibi, vakit ayırırdık ara sokaklardaki yeni yerleri keşfetmeye, önemserdik. pahalı, lüks mekanlar pek açılmamıştı daha, ama pahalı, lüks butik mağazalar vardı, zincir mağazalarsa parmakla sayılırdı henüz. daha ghetto, yeni melek (konser mekanı olan), jolly joker falan bilmiyorduk, vardı onlara biraz daha. birkaç seneye “ayyy taksim ne yaaa, orası çok tehlikeli değil mi?” diyenler yağmur gibi yağacaktı, daha önce beyoğlu'na ayak basmamış “cadde çocukları” bile istiklal'e gelecekti, birbiri ardına biraz alıştığımız beyoğlu ruhundan farklı bir ruhu yansıtan “ciks” (o zaman öyle deniyordu sanki?) mekanlar açılacaktı, ki biz o yıllarda istiklal'in bu kadar popüler olmasından pek hoşlanmamıştık, çünkü cafe vazgal'dan falan çok farklıydı onların havası. olay sadece “paha” değildi, leb-i derya hiç ucuz olmamıştı ama midpoint'ler gibi kişiliksiz, ruhsuz değildi. bilirdik işte, bir bakışta anlardık neresi bizim gibi “eski istiklal”cilerin, neresi yeni gelmeye başlayan, popülerlik avındaki, birkaç sene sonra yeni popüler olan semte yönelip buraya bir daha pek gelmeyecek tiplere hitap ediyor…

    “şimdi istiklal'e çıkmaya yüreğim elvermiyor” falan diye bitireceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz ama. istiklal hâlâ benim gözümün bebeği. “istiklal bitti abi yeaaa”, hadi len ordan, 150 yılın cadde-i kebir'i sen bitti deyince bitmiyor. beyoğlu bitmez, dönüşür. nasıl zamanında buralar popi oldu diye gelenler gittiyse, ona ait olmayan yine gider, biz kalırız. tıpkı kalan urban gibi, mustafa amca gibi, mandabatmaz gibi, lades gibi… ha gönül isterdi ki eski yerler de daha çok kalsaydı, yalan yok, eskisi kadar güzel mekan bulmakta çok zorlanıyorum, tıpkı eskisi kadar kitapçı, sergi salonu, nazincir dükkan bulmakta zorlanmam gibi. ama bu ne beyoğlu'nun suçu, ne turistlerin günahı, hayır, en başta şehrin so-called “sahipleri”nin günahı, sahip çıkamayan, hesap soramayan, tek vuruşta çamın devrilmesini bekleyen, sebat edip devamını getiremeyen… buradan elini ayağını kesip ortamlarda “yhaaa kitapçılar kapanıyor çok üzülüyorum :(( yhaaa lebon kapanıyor :((“ diye duyarlı ve hassas kişiliklerini gösteren post'lar atıp sonra yaşatılması gereken güzel esnaflardan alışveriş yapmayanların sahte ağlamalarına fazlasıyla şahit oldum ben bunca yıl içinde, karnım tok. “ay beşiktaş daha güzel artık, oraya gidelim!”, “abi olay artık kadıköy'de”, tamam siz gidin, ama sonra dönüp vay kitapçılar kapandı, vay istiklal'de sadece turist kaldı diye ağlayamazsınız, kendiliğinden olmayacak bu işler herhalde değil mi?

    eski halini köpek gibi, köppekleer gibi özlüyorum ama hiç ümitsiz değilim ben. nasıl 90'larda yeniden doğduysa, yarın öbür gün yeniden doğar yine. sürekli orada olan, orada yaşayan biri olarak ben farkı çok iyi görüyorum hatta, birkaç sene öncesine göre epey toparlandı bile. hayat böyle bir şey sonuçta, kimileri ilk süsünü püsünü kaybettiğinde seni terk edecek tiplerdendir, kimileri seni her halinle sever ve onlara tutunarak zamanla iyileşirsin sen de. taksim de “iyileşecek”, başka birçok şeyle birlikte yine bulacak ritmini, inanıyorum ben, çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürmez, iyisi de kötüsü de… yenisi, eskisi gibi olmayacak ama elbet, başka bir şey olacak, şimdilik bilmediğim(iz). gönül isterdi ki bu kadar hızlı değişmesin, gönül isterdi ki ayağımızın altından zemin çekiliyor gibi hissetmeyelim, gönül isterdi ki dokuyu hırpalamadan usul usul zamanla değişseydi taksim, ama öyle olamadı ne yazık ki. bundan sonrası için ise gereken ahlanıp vahlanıp “öldü orası, bitti, gömdük, helvasını yedik” bakışı değil herhalde, bunun kime ne faydası olacak? orada görmek istediğin insan senin gibilerse sen git, misafirlerini orada ağırla, alışverişini oradan yap. benim düsturum bu, ben böyle yapıyorum ve böyle yaşıyorum, zannımca bu, gamlı baykuşluk yapıp hiçbir eylemde bulunmamaktan daha sahici ve yararlı.

    velhasıl, ne taksim'den umudumu keserim ama ne de onun o eski halini çok ama çok özlediğimi inkâr ederim. o yüzden, yalan yok, video beni cidden zaman tüneline soktu çıkardı, hatta çıkarmadı, burnumun direğini sızlata sızlata şimdi artık bir daha asla dönemeyeceğim bir zamandaki asla bulamayacağım halini hayalimde yeniden arşınlattı bana.

  • geceye hukuki bir bilgi bırak

    çok söylenen ama anlamı az bilinen bir söz olarak “müddei iddiasını ispatla mükelleftir” ya da daha günümüz diliyle “iddia sahibi, iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür”. başlık altında bu kural bin kere yazılmış, ama kimse de “müddei kim peki?” diye açıklamamış. maalesef kulaktan dolma şekilde “beni suçlayacaksan elinde belgen olcak karrdeşiiim” şeklinde düşünüyor, müddeiyi daima “sizi şikayet eden şahıs” olarak hayal ediyorsunuz ama bu hem oldukça yanlış hem de çarpıtmalı bir durum. o iş tam öyle olmuyor, zira iddia sahibi her zaman düşündüğünüz gibi sizi şikayet eden “şahıs” değil, ceza davalarında o ispat bulmakla mükellef olan “müddei” aslında kapı gibi savcılıktır.

    neden anlamı az bilinen dedim? işte bu yüzden. çünkü bunu ezbere söyleyen çoğu kişi, müddeiyi sadece “iddia sahibi şahıs” olarak algılar. oysa hırsızlık, hakaret, cinsel taciz, istismar gibi bir suç isnadının olduğu yerde, görülen dava bir ceza davasıdır. dolayısıyla savcılık iddia makamı olarak davayı açandır ve mahkemenin bir parçasıdır. fakat bu prensibi derinliğine vakıf olmadan savuran kişiler, ispat yükü şahsen şikayetçiye aitmiş gibi telaffuz ederler bu cümleyi. öyle ki, sanki hırsızlık, taciz, hakaret vs.den şikayetçi olduğunuzda iddianızı kanıtlamakla yükümlü olan sadece sizmişsiniz gibi “hani kanıtın, hani belgen?” diye size sorarlar, yani iddia makamı sanki şikayetçi olan kişinin şahsıymış gibi çarpıtma yaparlar.

    oysa tüm ceza davaları bir kamu davasıdır ve doğal olarak iddia makamı şahsen siz değilsinizdir, savcıdır. bahsi geçen ceza davasının konusu ister şikayete bağlı suç (örneğin cinsel taciz) ister savcının resen soruşturma başlatacağı bir suç (örneğin kasten öldürme) olsun, iddianameyi savcı hazırlar (bakın yine “iddia”) ve kovuşturmaya yer görüldüğü takdirde davayı da o açar, dava sürecinde de iddia makamı olarak yer alır. haliyle, lehte/aleyhte kanıt bulmakla mükellef olan iddia sahibi, bizzat savcılıktır.

    şimdi, bu noktada tabii ki siz birey olarak bir kanıtınız varsa, davayı kazanma ihtimalinizi artırmak için mahkemeye sunacaksınızdır. sonuçta davayı spor olsun diye değil, kazanmak için açıyorsunuz. ama bunları sunmak sizin asli göreviniz değil, her türlü kanıtı toplama işi yine öncelikli olarak savcının işidir. örnek verelim: bilhassa yüz yüze işlenen (yani telefonla, maille, mesajla vs. değil) cinsel taciz ve cinsel istismar (ikisi farklı suçlardır) suçlarında şikayet sahibinin elinde kanıt olması zordur. ancak eğer suç, güvenlik kamerası kaydı vs. bulunan bir ortamda gerçekleştiyse, yapılması beklenen savcının bu görüntüleri ilgili yerden (örneğin iett) talep etmesi, duruma göre de kovuşturmayı başlatmasıdır. (zaten siz gidip “melebaa, biz bi güvenlik kamerası görüntüsü alacaktık da” diyemezsiniz, yani şahsen diyebilirsiniz de hukuken hükmü yoktur.) “5271 sayılı ceza muhakemesi kanunu'nun 160. maddesinin ikinci fıkrasına göre; soruşturma aşamasında cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılama yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”

    bu yüzden, açılmış bir ceza davanızla ilgili “iddian varsa hadi ispatla” diyen birini görürseniz “o benim işim değil, savcıya konuş kardeşim” diyebilirsiniz. alın size bilgi.

    *aklıma gelmişken ekleyeyim, iş davalarında da ispat yükü dava edilende, yani işverendedir. keza sözleşmeden doğan bir borç ilişkisinde de, kişi eğer borcunu vaktinde ifa edemediyse kusursuzluğunu ispat etmek zorundadır, yani ispat yükü yine yer değiştirir. ve hayır, bu durumlar masumiyet karinesini ihlal etmez. ne oldu, ezbere bildiğiniz cümleler aslında pek de düşündüğünüz anlamlara gelmiyormuş değil mi?

    - - -

    haaa, geldik zurnanın zırt dediği yere. şimdi doğal olarak, daha göz önünde oldukları için genellikle hakimlere yükleniyoruz adalet eksikliği konusunda ve bence savcıların eksikliği gözden kaçıyor. oysa birçok haklı talepte bile, talebi yeterince incelemediği için özensizliğiyle ya da “amaaan başımıza iş çıkarma” anlayışıyla veya daha kötüsü, kendi hayata bakışı, ideolojisi, siyasi tutumu yüzünden gelen talepleri “kovuşturmaya yer yoktur” deyip yüzgeri eden, bu şekilde de şahısların adalet arayışının önünü tıkayan yahut resen soruşturma başlatması gerektiği halde parmağını kıpırdatmayan savcılar ülkenin her köşebaşını tutmuş durumda. keza bir şekilde dava açılsa bile, bu kez de iddia makamı olarak yeterli özeni göstermeyen (veya kasıtlı olarak özensiz davranan) savcılar yüzünden yine adaletin tecelli etmesi engelleniyor. tam da bu yüzden, bence savcının iddia makamı olarak adaletin gerçekleşmesindeki rolünün altını tekrar tekrar çizmek gerek, yani hakimler kadar savcıları da eleştirmek gerek.

  • 4 yaşında çocuğa rakı içiren seküler aile

    siz gerçekten delirmişsiniz.

    bu islamcı baskısı sizi o kadar korkutmuş ki artık “bu videodaki çocuğa rakı içirilmesini ben de onaylamıyorum ama” diyecek kadar saçmalamışsınız. korkarım siz bu kafayla çocuk yanlışlıkla çamaşır suyuna parmağını sokup yalasa “hığaaaa çocuğa çamaşır suyu içiriyollaaaaa” da dersiniz. *

    arkadaşlar sakin, videodaki çocuğa rakı falan içirtilmiyor. duyan da “al yavrum, doldur bi pavyon dublesi, hahayt, at ağzına ordan bi lakerda” denmiş sanacak. çocuklar merak ettiği birçok şeyi tadar, yerde keçi boku görse “damla çikolata mı acaba?” diye ağzına atacak yaşta bu çocuk, burada da rakıya dilini değdirmiş, içmemiş bile. eğitimli sekülerlerin de bu püritenliğe varan ve manyaklık derecesinde endişeli helikopter ebeveynliği hiç çekilmiyor inanın bir damla alkolden bilişsel ve fiziksel gelişimi duracak değil hiçbir çocuğun. (sigara dumanına maruz kalması bundan daha kötü mesela gelişimsel açıdan.) teknik olarak portakalda falan bile var o kadar alkol, abartmayın yani. vay efendim buna gülünür müymüş? yav yemin ediyorum siz de git gide şu neşesiz yobazlara benzediniz. herhalde çocukken hiç birayı keyifli keyifli içen yetişkinler görüp “aaa tatlı bişi” diye atlayıp bardağa daldırdığınız serçe parmağı yalayıp “üğeeee iğrenç” diye yüz buruşturmadınız ki, bunları “hığaaaa olamazzzz içirmişlerrrr” seviyesinde algılıyorsunuz. yav böyle şeyler olur, evet gülünür de, zira komiktir. “hahahah hatırlıyo musun, küçükken parmağını yalamıştın da suratın buruşmuştu” denir, makara yapılır. zira kedinin sirke tatması diye bi deyim vardır, bilmiyorum hayatınızda hiç duydunuz mu, işte bu odur. ama sizin yaptığınız “rakı içirmişler, ben de sekülerim ama bunu tasvip etmiyorum” durumu ise “kedi götünü görmüş yara sanmış”a denk düşer.

    bu siyasal islamcılar sizi sıkıştıracak diye korka korka, “aman açık kapı bırakmayalım” diye kaça kaça hiçbir yere varamazsınız, benden söylemesi. (videoyu açmaya erinip “rakı içirilmiş” lafına kanarak yazıyorsanız da yuh size, üç saniyenizi alırdı bakmak.) siyasal islamcı dediğin şey mantıklı bir yaşam formu değildir, taviz verdikçe de tepenize çıkarlar. yapılması gereken tek şey, “bunun nesi 'içirmek' salak herif, yapacağın manipülasyona tüküreyim” deyip geçmektir.

  • gaziantep'te işkenceye uğrayan bebek

    bu anne, eğer herif çocuğu döverken görüp de gözü dönüp babayı öldürseydi arkasından “çocuk kesin sevgilisinden, kesin ortada yasak ilişki var, adamla bir olup plan yaptılar babayı öldürdüler, herife suç atmadıkları ne malum, ne bilelim bebeği plan gereği kendilerinin dövmediğini?” diye buraya döşeyeceklerdi.

    şimdi kalkmış, şüphelendiği konuda kendi annesinden telefon isteyip gizlice kamera kuran kadına küfrediyorsunuz. ulan kocası olan pislik haberleşme hakkına bile el koymuş kadının. siz bazı kadınların evlenilince aileleriyle bile görüştürülmediğini, kendini tamamen desteksiz dayanaksız hissetsin, yalnız ve çaresiz kalsın diye böyle hayattan bir telefona bile erişemeyecek kadar izole edilmelerini anlayamazsınız tabii, allah bilir “canım o da o adamla neden evlendi, niye ondan çocuk yaptı?” diyecek kadar şuursuzsunuzdur hatta.

    öyle bir durumda kadın durumu anladığını çaktırsa adam belki önce onu, sonra da bebeği öldürecekti. bebeğinizi böyle bir caninin merhametine emanet ederek gözü açık gitmek ister miydiniz?

    işte şimdi bugün, ortada kanıt olmasa kadına en adice iftiraları sallayacak olan aynı güruh, “o herife saldırmak yerine telefonla kayıt yapan o anneyi de sikeyim” diye entry döşüyor. bir kadını cezalandırmak için “sikmeyi” öneren sizler çok “normal”, çok “sağlıklı”sınız da o adam ruh hastası? inanın gözümde birbirinizden çok farkınız yok, midemi bulandırıyorsunuz.

    kanıtsız inanmıyorsunuz, ama kanıt alınca da gene kadına kızıyorsunuz. ikiyüzlülüğünüze tüküreyim. keşke hepiniz hık diye kalpten gidiverseniz de dünyadan binlerce gereksiz birden ayıklansa.

    umarım bebeğin en azından fiziksel olarak kalıcı bir hasarı olmaz ve gerçekten birileri el uzatıp bu bebeğe de anneye de psikolojik destek verir. ikisinin de çok ihtiyacı olacak zira.

    ekleme: nitekim hiç şaşırtmadı, kadının boşanmaya çalıştığı, uzaklaştırma kararı aldırdığı, ama aile zoruyla bu caninin evine geri gönderildiği ortaya çıktı. bu kadın kendini veya evladını korumak için bu adamı öldürseydi sonu hemcinsleriyle aynı olacaktı; onlarca iftira ve nefret söylemiyle karşılaşacak, bir de hapis cezası alacaktı. şimdi de öldürmediği için anneliği sorgulanıyor. gel de çıldırma!

    kadınları bu cendereye sokan, tek bir kelimeyle, bir “espri”yle olsun bu duvara minicik bile olsa bir tuğla koyan herkes gözümde suçlu, bu duvarı yıkmak için elini taşın altına koymayan herkes suça ortak.

  • bebeğinin yanında karısına bıçakla saldıran koca

    “cinnet getirmiş, kadın umursamaz davranışlarıyla sinirlendirmiş” vs. diyenlere tek soru, nasıl oluyor da böyle tipler sadece güçlerinin yeteceği kişilere cinnet getiriyorlar?

    patronunuz da sizi delirtir, kaç kişi patronuna karşı cinnet geçirdi?

    askerde kaç kişi komutanı ona küfrettiğinde cinnet geçirebiliyor?

    yani, geçeceksiniz bu bahaneleri... cinnet öyle anca gücünün yeteceğine karşı geçirilmez. bu düpedüz “öfkemi kontrol etme ihtiyacı bile duymuyorum” hali.

  • dünya kadınlar günü

    az şöyle geriden bakalım.

    1- bugünü "emekçi" tekeline almaya çalışan, inatla kadınlara ne yapacağını söyleyen ve buna rağmen kendini "lümpen, sağcı" erkeklerden çok çok farklı sanan "solcu" erkekler. lütfen şöyle az kenara. hele size itiraz edince bana marksizm, clara zetkin filan anlatmanız aşırı komik. size sizden daha iyisini anlatabilirim çünkü. "emekçi demiyorsa bilgi eksikliğindendir" argümanınızı alıp çöpe atabilirsiniz, mersi. her kadının günü. hoşlanmadığım(ız), siyasi görüşünü beğenmediğim(iz), dibine kadar sağcı kadınların da günü bugün ve onların da günü kutlu olacak elbet.

    2- "bugün çiçek böcek günü değil yeaa", "bugün kutlama günü değil yeaa" evet sadece bundan ibaret olmamalı, ama biraz da bu olabilir, yeter ki özü kaybolmasın. yani tutup çiçeksepeti'nden orkide göndermeye bence de gerek yok, ne münasebet? ama ucuz ve bayatın bayatı piyasa eleştirileriniz hakikaten sıktı. nasıl da sıkılmıyorsunuz sakız gibi çiğnemekten bunları. en komiği, normalde gayet kapitalist adamlar bile başımıza solcu kesiliyor bu gün olunca! ay canım ya, diğer günlerde işçi hakları konuşulurken hiç görememiştik seni, sen o gün sağcıydın da olay 8 mart olunca mı solcu kesildin? bu resmen "kadınlara laf çakabilmek için gerekirse her koyunun postuna girerim"cilik.

    3- keşke "we want bread, but we want roses too" diyen kadınların ne demeye çalıştığını anlayabilseydiniz! keşke bread and roses filmini hakkını vererek algılayabilseydiniz (ay çeken de çok solcu abimiz ken loach'tu, izlemediniz mi, yoksa izleyip de anlayamadınız mı? vah vah!) size yaranmak için illa acıların kadını olmamız lazım. hadiniz ordan. hayatın tadını çıkarmaya herkes kadar hakkımız var. kurumsal firmalarda toplu çiçek alımı yapılıp dağıtılmasından bahsetmiyorum, ama gerçekten içten gelerek alınan bir dal çiçekten irrite olmak bayaa bayaa sevgi ve şefkat yoksunluğu. normal bir günde de bazen sırf bir arkadaşımızın yüzünü güldürmek için bir sümbül alıp elinize hiç mi gitmediniz siz? eğer ikisi arasındaki farkı ayırt edemiyorsanız, o sizin muhakeme yeteneğinizin eksikliğiyle ilgili.

    4- sonra "ay sakın kutlama yapmayalım"mış. neden af buyur? valla her 8 mart'ta bir sene daha kadın olarak şu ülkede hayatta kalabildim diye bile gayet kutlayabilir insan. bıktık asık suratlı solculuk anlayışınızdan. siz gidin onu kendi bıyıklılarınızla yapın. bize de kafanıza göre liboş dersiniz olur biter. sağcısı bana "radikal", taş kafalı solcusu "liboş", dindarı "aile yıkan nifak", anadolucusu "dış mihrak", bilmem kim "pkk'li törörö" falan diyor zaten. kim umursar ki sizin ne dediğinizi? eğer doğru söylüyor olsaydınız, aynı anda hem radikal feminist hem liberal feminist olmam gerekirdi sdkfhskfhsk sırf bu bile hepinizin aynı saçmalıkta buluştuğunuzun göstergesi. yürüyüşüme de giderim, sistalarımla iki kadeh bir şey de içerim, bu günü kutlarım da. siz cenaze törenindeki levazımatçı gibi takılmak isterseniz sizin bileceğiniz iş. ben size zorla burçak tarlası söyletmiyorum, siz de bir zahmet sesinizi kısıp bana ne yapacağımı söylemeyin.

    ben her yıl olduğu gibi pankartımı alıp 8 mart gece yürüyüşüne gideceğim, "kadın olarak" gece gece sokaklara döküldüğümüzü göstereceğim. pankartımı yeni şafak her yıl olduğu gibi ertesi gün "ahlak düşmanları" tadında haberleştirecek, aşırı solcu beylerimiz "clara zetkin'lerin torunlarına yakışmıyor bu şekilde 8 mart kutlamak" diye başka türlü bir ahlak bekçiliği yapacak feysbuk gruplarında, postlarında. e valla hepinizin köküne kibrit suyu, sizden korksak feminist olmazdık.

    genellikçe daha genç yaşta, bazen de sınırlı desteğe ulaşabildiği ortamından dolayı, ister istemez kendini baskı altında hisseden, sağcı veya solcu etiketlere maruz kaldığında ses çıkarmaktan ürkebilen kız kardeşlerimi görüyorum. insanın kendini yalnız hissederken ses çıkarması gayet zordur. ucuz kahramanlık yapıp kır zincirlerini bebeğimler işe yaramaz öyle anlarda. bunu çok iyi biliyorum. ama kendinizi bu erkeklere laf anlatmak zorunda hissetmeyin ne olur. kutlayasınız varsa kutlayın, arkadaşlarınıza çiçek alasınız varsa alın. 60 yaşındaki, tüm hayatını feministçe geçirmiş annem iş yerine giderken içinden kadın iş arkadaşlarına bir dal karanfil götürmek geçtiyse, bu dallamalar "ama piyasa ama 8 mart ama zetkin hede höde" diyecekler diye bundan imtina mı etmeliydi? ay daha neler! gülüp geçin böyle şeylere. "yav he he" deyin hatta, laf bile anlatmaya tenezzül etmeyin, bugün neşenizi bozamasınlar. (keşke bütün erkekler de korkmadan dostlarına bir dal çiçek götürebilseler "gey sanmasınlar bizi şimdi?" demeden) eğlenesiniz geldiyse eğlenin, bu levazımatçı suratlıların ağzına laf veririz filan diye korkmayın, biri bir insana saldırmak isterse o lafı zaten bulur, üretir. hiç onlara karşı çıkmakla uğraşmayın, siz bildiğinizi okusanız yeter, böyle böyle görerek zaten öğrenecekler. (zaten nefesinize yazık!)

    8 mart dünya kadınlar günümüz kutlu olsun.

  • kadın yazarların kuaföre ödediği ücret

    ayda toplam 3 saatimi ve 200-250 liramı kuaföre bırakıyorum.

    saçımı kendim kestiğim de oldu, ağdamı kendim yaptığım da, saçlarımı mora-kızıla-turuncuya boyadığım da... ama şu an kesimdi, ağdaydı, manikürdü pedikürdü kuaförde yaptırmayı tercih ediyorum. bakın ne: tercih. çünkü daha pratik oluyor, daha kısa sürede yapılıyor, saçım kesilirken manikürüm pedikürüm de aradan çıkıyor vs. para benim, zaman benim, beden benim. bunu tercih ettiğim için babamın piremsesi veya kocamın beslemesi değilim. zira basitçe yetişkin bir insan evladı olarak paramı kendim kazanıyorum, ödememi de kendim yapıyorum. kuaföre giden kadınlara "pelinsu" muhabbeti yapacak kadar, hemcinslerinin üstüne basıp kendini övecek kadar şuursuzca kendini öne atan, rekabetçi ataerkiyi içselleştirmiş kadınlar bu basiiiit, minicik ihtimali atlamış. normal, kafası çalışsa zaten ataerkil olmaz, "ben çok ekonomiğim, nasıl da muhteşemim" diye kendini pazarlamazdı.

    gelelim diğer uca, kuaföre gitmeyenlere "harun abi" diyen diğer ataerkil hemcinsime. o da kendini "bak çok bakımlıyım, kadın gibi kadınım" diye pazarlama derdinde, o da rekabetçi. halbuki çirkinliği başlatanın diliyle konuşmaya gerek yok. birincisi, kişi evde bakımını kendisi yaparak da çok bakımlı olabilir. yıllarca evde yaptım yukarıda bahsettiğim gibi, birçok kadın böyle yapıyor olabilir. örneğin başka şeyler için kuaföre gitsem de hâlâ kaşlarımı kendim alırım, başkasına tarif etmek daha zor gözüküyor zira, zaten beş tel kaşım var. ikincisi ve daha önemlisi, kimse bakımlı olmak zorunda değil. ben bakımlı olmayı çok seviyorum diye kimse sevmek zorunda değil. "kadın" olmanın tanımı kesinlike oje, ağda, fönle ilgili değil. ben kolumu, bacağımı pürüzsüz seversem kılımı aldırırım, o sevmez veya gerek görmez aldırmaz. bitti. ben onu kılları yüzünden eleştiremem, onun bedeni, onun kararı. neymiş, kuaförde vakit geçiren kadınlara "acıyormuş", kardeş zaman onun zamanı, senin bu kibirli "ay herkesten süperim" tavrına kimler acısın yahu?

    ya da ben mesela neredeyse hiç fön çektirmiyorum, doğal saç bana daha hoş geliyor. ama o seviyor, o yaptırıyor, para onun parası, saç onun saçı, ben kim olup da karışacağım? yani gerçekten bu kadar basit şeyleri nasıl düşünemiyorsunuz bazen hiç anlayamıyorum. hemcinslerinizi ezerek kendinizi parlatmaya çalıştığınızda ne kadar ucuz ve zavallı gözüktüğünüzü keşke fark edebilseydiniz.

    herkesin kendi bedeni, kendi tasarrufu, kendi tercihi. kimsenin harcadığı para sizin cebinizden çıkmıyor, kimsenin harcadığı zaman "harcamasa" sizin gününüze katılmayacak, neyin derdindesiniz siz, size ne?

    ("ağda ne yeaa, lazer epilasyon var"cılara da lazerin hepimiz için çare olmadığını hatırlatarak nispet yaptıkları için teessüflerimi iletiyorum. *)

  • çocukken ansiklopedi okumak

    annemin beni başkalarına anlatırken tarif etmek için kullandığı şeydi bu "küçükken çok usluydu bu, oturur bütün gün kitap okurdu, ansiklopedi okurdu" diye... 8 ciltlik bir coğrafya ansiklopedisi takımı vardı hele (ki coğrafya dediysek sadece dağ tepe deniz göl değil tabii, beşeri coğrafya da vardı) orada farklı ülkelerin fiziki özellikleri kadar kültürleriyle, yaşamlarıyla tanıtılması aklımı almıştı esas. farklı kültürlere, farklı coğrafyalara olan merakımdan mı gezenti oldum, yoksa gezentiliğimin temelini o gün atılan tohumlar mı oluşturdu bilinmez. tek kesin olan, kitaplarla, defterle, ansiklopedilerle, dijital değil bire bir haşır neşir olmanın çocuklara iyi geldiğini birinci elden çok iyi bilmem...

  • kürdistan reklamı

    üstümüze türk milliyetçiliğinin kopyası gibi kürt milliyetçiliği boca eden video. "tek bayrak, tek kültür, tek millet" olayına yekten karşı olmak gerekirken şu videoya bak yahu!

    "insan kendisine yapılan eziyeti başkasına yapar mı?" diyeceğim ama, biliyorum, yapar. hasmın seni zamanla kendine benzetir. onun diliyle konuşmaya alışırsın. yapman gereken bunu kırmakken, bir bakmışsın laciverti olmuşsun. ülke kurmalarına laf edemem, zira halkların kendi kaderini tayin hakkına inanırım. ama ülke kumak için milliyetçilik yolunu kullanmalarını, hem de bu kadar kötü bir milliyetçiliği savunamam, çünkü kendi ülkesini "tek bayrak tek millet" söylemiyle kuracak hiçbir oluşuma kendi adıma sempati duymam mümkün değil.

  • 25 mayıs 2017 koru hastanesi basın açıklaması

    hastane bütün süreci o kadar kötü götürdü ki, gerçekten suçsuz olsalar bile (ki öyle olduklarını düşünmüyorum, konu sağlıksa en küçük ihmal yeterince suçtur bence) artık kimseyi inandıramazlar. çünkü insanların güvenini parçaladılar. entry sildirmek, yazar kovdurmak onlara sadece daha fazla kötü ün kazandırdı!

    ya arkadaş bir sürü olay oluyor, azıcık örnek alsanıza! yapacağınız tek şey "biz de en az aile kadar üzgünüz, hemen inceleme başlattık, bir hatamız varsa telafi etmeye hazırız" demekti. bu kadar acılı durumdaki bir aileye "bizi karalıyorlar" denir mi? hiç mi aranızda hasta psikolojisi bilen yok? "haksız" bile olsalar (ki hiç sanmıyorum) o acılı haldeyken acısını anlayıp ona göre davranacaksın. senin işin bu, sadece doğum yaptırmak, ilaç vermek değil, bu da işinin bir parçası yahu.

    hekimlerin anlayamadığı şey insanların birer "nesne" gibi görülüp sadece tıbbi muameleye maruz tutulamayacağı çünkü psikolojik birer varlık oldukları; hastane yöneticilerinin anlayamadıkları şeyse işlerinin sadece hastanenin fiziki varlığı ve personelini değil hasta ilişkilerini de yönetebilmeleri gerektiği.

    burdan sildirseler ne olacak yani, bu yaptıkları hareketle internetin her bir alanına yaydılar, doğum için hastaneleri araştıran herkesin karşısına bu olayla çıkacaklar ve tabii ki artık güven uyandırmadıkları için birçok kişi onlardan hizmet almayacak. kaş yapayım derken göz çıkarmak sözü sanki bu hastane için söylenmiş.

  • küfreden kadın

    "hanımlar, küfrettiğinizde kendinizden soğutuyorsunuz bilin tamam mı" diyen erkek ne kadar zavallı gözüktüğünün farkında mı acaba ahahahhaha

    gerizekalı, sen kimsin ki küfreden kadınlar onlardan soğumamanı istesin, umursasın? bak bu soruyu kendine günde üç kere sor: ben kimim ki benim/benim gibilerin onlardan soğudukları bilgisini vermem onlar için bir şey ifade ediyor olsun? bakın tam bu tarz salaklar sanıyorlar ki, bütün kadınlar, onun gibi ataerkil, geçmiş yüzyıldan kalma bir süzmesalak gelsin, kendisini beğensin, evlenme teklif etsin diye aportta bekliyor da, aklınca tehdit ediyor "çok itici oluyorsunuz, bak seni beğenmem ha, seçmem ha, ona göre" diye. tekrar sorayım, arkadaş sen kimsin ki senin küfreden kadınlardan soğuduğun bilgisi bir değer taşısın? kendini ne zannediyorsun, bulunmaz hint kumaşı mı?

    ya bir de gülüyorum, çünkü bu zavallıların çoğu genelde gerçek hayatta kadınların yüzüne "beni seç beniiii" diye yalvaran bakışlar atıp debelenen tipler. gülüyorum çünkü o kadını güzel ve seksi bulmuşsa, burda esip gürlediğinin aksine, o kadına "aaabii çok doğal hatunsun ya, ımmm, çok farklısın yanee" ayakları çeken tipler. gülüyorum çünkü keşke burda iddia ettikleri kadar prensipli olsalar ve o kadınlardan gerçekten soğusalar da, ortalıktan elenseler.

    ha bir de "aaaa çok ayıp ama" diyen beyinsizler var, onlara da "yürü git kendini imha et, senin son kullanma tarihin geçmiş!" diyesim geliyor. içi ölmüş dedenin. dedeee dedeee ne işin var sözlük'te, kalk git yat yerine!

  • darıca hospital park rezaleti

    çapsız ülkenin etik yoksunu hastanesi. bir kere her şeyi geçtim, hehangi bir küfür olmadığı halde facebook gönderilerinin altına yapılan yorumları silmeleri bile etik yoksunu bir tavır. seni sorgulayan sorgular, "niçin düzgün bilgi vermiyorsunuz madem gerçekler farklı?" diye eleştirene cevap vermek, cevap veremiyorsan da tahammül etmek zorundasın. işin hizmet sunmak. para kazandığın insanlara çöp gibi davranamazsın!

    bir sözüm de kadın evli olunca ve kocası entry girince olayı "iğrenç" bulup, pizzacı/kargocu aynısını yaptığında burada şikayet eden kadınlara "ne var yeaa, tanışmak istemiş, fakir diye beğenmedin di mi kezban" diyen ikiyüzlü sümüklere. umarım etik nedir, bilhassa iş etiği nedir ve neden herkese lazımdır anlayabilmişsinizdir nihayet!

  • the red pill

    peheeey ne yazılmış, ne çizilmiş arkadaş. halbuki açıklama gayet basit. red pill dediğiniz hadise nadide bir pseudoscience örneğidir, hepsi bu. boşuna hiiiç kendinizi yırtmayın. hiçbirinizin zerre bilimsel bilgisi falan yok. sizin burada "makale" adıyla paylaştığınız şeylere bakmak bile bunu anlamaya yeter. yayımlandığı yer karaecderaa.bilog filan ama adı "makale" kdjfhgdfkjhgdfjkgfd oooğğğffff http://www.blackdragonblog.com/…ower-of-beta-males/

    makale öyle bir şey değil canısı ya. "blog yazı"ları yerine gerçekten makaleler okumaya ne dersiniz? şimdiye kadar bu red pill'ci kafadan kimle mesajlaşsam şu kitabı okuyup okumadığını sorarım ve daha birinden bile "evet" yanıtı alamadım mesela. oysa bu konuda temel eserlerden biri ve hem de türkçeye de çevrileli yıllar oluyor. http://www.pandora.com.tr/…cinsellik-ve-zeka/117147 darwin'in evrim kuramını "sosyal darwinizm"e çevirenlerden yıldık zaten, adamı mezarında ters döndürenler burdan ay'a yol oluyor o ayrı da, darwin'in kuramı bile darwin devrindeki gibi kalmadı. kuramı çarpıtmaktan ve söylemediği şeyleri söylüyormuş gibi iddia edenlerden uzak durduğu kadar, kuramın kendisindeki eksikleri tamamlamaya da çabalayan gerçek bilim insanlarının yazdıklarını okumaya ihtiyaç var.

    ama bu tarz gerçek bilgiler blog'larda bulunmuyor, blog yazıları gibi bir kahve içimi süresinde okunmuyor, anlamak için de az biraz kafa patlatmak gerekiyor, üstelik size böyle "karma/şuku" katacak basit ve saçma "özlü söz"lerle de dolu değiller, söylemek istediğiniz yalanlarınıza "evrimsel psikoloji" gibi pseudoscience sosu dökmeye yarasın diye "yaşam koçları" tarafından yazılmış zırvalardan oluşmuyorlar, e niye okuyasınız değil mi? ben sizin verdiğiniz isimlere yok pick up artist'miş yok hayır esas bu olayın başındaki adammış diye ayırmadan komple baktım. hiçbir isimde de psikoloji alanında master/doktoraymış, antropoloji, primatoloji alanlarında uzmanlıkmış vs. göremedim. tutturmuşlar bir "evrimsel psikolojiyi çohiyi biliyo bu adamlar yaa" zırvası, hani, nereden belgeli bu iddia? şu kendine çocuk psikologu diyen instagram ünlülerine para dökenlerden farkınız nedir? siz bu heriflerin hangi sözüne, niye bu kadar inanıyorsunuz anlayamıyorum, kıymeti kendinden menkul bir takım adamların kitaplarına para, blog'larına tıklar yoluyla reklam geliri kazandırıyorsunuz, ötesi yok. gidip gerçek bilim insanlarının kitaplarını okusanız? ı-ıh olmaz, zor geliyor tabii. ben daha tee ne zaman bu red pill'cilerden birine (hangisi hatırlamıyorum, ama hepsi birbirine benzer şeyler söylüyor nasılsa) "evrim, evrimsel psikoloji deyip duruyorsun da, şempanzelerin yanı sıra bir de bonobolar var ve bonobolar burda 'bu evrimsel psikolojinin bir gereğidir' diye iddia ettiğiniz şeylerin çok dışında davranış kalıplarına sahipler, sadece şempanzeler üstünden evrimsel psikoloji anlatamazsın, bonoboları bu iddialarının neresine koyuyorsun?" tarzı sorular yönelttiğimde bonobolar üstüne olan araştırmaları duymadığını ifade etmişti. (iyi gene en azından duymadığını, okumadığını kabul etmiş, bu da bir seviye.)

    açıkçası şu sözlük'te zırvaladığını düşündüğüm kim varsa şu başlığın altında "red pill hayatınızı düzeltiiiiir" diye çığıranlardan çıktı. o açıdan benim için mükemmel işlev gördü bugün bu başlık, bu kadar sektirmeyen başlık görmedim! birinden şüphe etsem bu başlığın altına ne yazmış diye bakar, kendi kafamda ona göre notlarım, o derece... başkası için böyle olmayabilir tabii, ama benim için gerçekten harika işlevsellikte, bravo.

    ha siz bu fikrin doğru olduğuna inanıyorsanız inanın. sonuçta inanç özgürlüğü var. sizi de bir nevi bu dinin müridi gibi kabul ederim, hayatta da sizi fikrinizden döndürmeye çalışmam, neye isterseniz ona inanın bana ne... ama nasıl islam'ın bana saçma gelen yanları hakkında konuşuyor ve "bu çok mantıksız/saçma" diyorsam, red pill dini için de benzer eleştiriler yapabilirim. siz de buna bir şey diyemezsiniz. (o yüzden zahmet edip siz de boşuna beni red pill dinine convert etmeye yönelik mesajlar atmayın, çok istiyorsanız aha yukarda link, alın biraz da öyle kitaplar okuyun, istemiyorsanız da okumayın. neyse zaten bir "alfa erkek" bana mesaj atmakla filan uğraşmaz, mesaj atarsanız alfalığınız düşüyor uyarayım dfkjghdkfj)

  • dövmeli kadınlar

    doğar doğmaz annesinin sütünün karıştırıldığı kök boyalarla dövmelenen kız bebeklerin bazıları bugün 80 yaşında nineler. fildişi kulesine kapanmış halktan kopuk bir elit olarak ben bu geleneğin hâlâ bu topraklarda yaşadığını biliyorum ama "yolludur, selbestir, rahattır, iyi sevişir" diye genelleme def-i hacetinde bulunan yurdum kazmaları tabii ki bunu bilmez.

    ha rahat, "selbes", yollu olmakta hiçbir sorun yok, kızdığım şey o değil, siz salaksınızdır anlamazsınız ondan söylüyorum, ben sizin genelleme huyunuza kızıyorum.