medeniyet43
profili

  • güneş yanıyorsa neden etrafı duman kaplamıyor

    cahil birinin sorusudur. lan hiç mi mangal yakmadınız oğlum? asıl yandığı için duman çıkarmıyor zaten. eğer yanıpla yanmamak arasında köz gibi kalsaydı o zaman solar sistemi duman kaplardı. ancak 13 milyar yıl önce hamdolsun alev aldı, sönmüyor. bugün bulutsu dediğimiz gök şeyleri, güneş'in alev almaya çalıştığı o dönemden kalan dumanlardır.

    güneş'in yakıtı bitmeye yakın yine duman çıkarmaya başlayacak. işte o zaman jüpiter'in rüzgarlarıyla yellemek gerekir ki tekrardan alev alsın.

    işte bunlar hep bilim.

  • bir anlık hevesle alınıp hiç kullanılmayan şeyler

    (bkz: katı meyve sıkacağı)
    mutfak çekmecesinde boş yer işgal ediyor. sıkma sonrası çekeceğiniz temizlik zahmeti, içilen 1 bardak portakal suyunun verdiği marjinal faydadan daha fazla. o yüzden cadde başında büfe falan işletmiyorsanız almayınız efendim.

    (bkz: koşu bandı)
    balkonda gerili ipleriniz ve mandalınız varsa, ikinci bir çamaşır askılığına bence gerek yok. don, havlu, çorap ve atlet başta olmak üzere muhtelif türden tekstil ürününün üstüne atıldığı eşyadır.

    (bkz: pilates seti)
    çocuğunuz varsa oyuncak niyetine kullanılabilir. çocuk yoksa gerek yok. ilk gün topun üstünde zıp zıp yapıp ikinci gün ayağa dolandığı için havasını indirecek ve dolaba kaldıracaksınız.

    (bkz: ekmek yapma makinası)
    valla bu eşya için herhangi bir teşbih yapmayacağım. ömrü hayatımda ben böyle gereksiz, böyle saçma sapan bir ürün görmedim. lan pahalı bi de. ilahi kapitalizm. sen nelere kadirsin. zorla aldırdı hanım. yapma dedim, etme dedim. israftır dedim. dinlemedi. neymiş, hamuru ve suyu koyuyormuşsun, her şeyi o kendi ayarlıyormuş. lan sanki günde 10 ekmek tüketen bir aileyiz. toplasan haftada 1 tane bile yemiyoruz. onu da almak istesem fırından alırım. karadenizli dayılar mis gibi odun ateşinde yapıyorlar. 1 lira verip geleceğim. bu kadar basit. ama yok. kendi ekmeğini kendi yapacakmış. neyse. heves etti aldı. içi pişmemiş 2 tane ekmek yaptı. baktı beceremiyor. attı köşeye. 2 yıldır evin içinde oradan oraya hicret ediyor. en son yatak odasında gardropta tabu ile tavla oynarken yakaladım

  • devlet bahçeli'den ysk'ya fantastik çağrı

    gerçekten müthiş bir çağrıdır.

    telefonuma son dakika bildirimi olarak geldi, "bahçeli'den ysk'ya çağrı" diye. herhalde dedim, bu mühürsüz pusula tartışmaları için ysk'ya çağrı yapıyor. işte bir komisyon kurulsun, gerekli araştırmalar yapılsın, rapor hazırlansın, kamuoyuna açıklansın, biz kendimizden eminiz falan.

    değilmiş. çağrısı, evet ve hayır diyen mhp seçmeninin oranının açıklanmasıymış. ve bunu ysk yapacakmış. valla bak doğrudan alıntılıyorum:

    devlet bahçeli: "milliyet gazetesinde köşesi bulunan bir ezik ve çürük 'referandumun kaybedeni mhp. mhp'nin tabanının yüzde 80'i hayır oyu verdi' yazmış. bre ahlaksız! bre kemiksiz! kafa var almıyor sanırsınız bidon! bu ve benzeri gazetecilerin ya zekaları kurumuş ya da iradeleri körleşmiştir. açık çağrımdır: ysk acilen bir çalışma yapmalıdır. imkan varsa evet ya da hayır tercihlerinin hangi partilere ait olduğunu ölçen mekanizma bulunuyorsa kurulan tüm sandıklarda tercihi evet olan mhp'li seçmenlerin sayısı ortaya çıkarılmalıdır."

    "imkan varsa" diyor bi de. te allahım! yav gırh yıldır siyasetin içindesin. dünya kadar seçime girdin. oy kullandın. böyle bir mekanizmanın olabileceğine nasıl ihtimal veriyorsun? ysk'nın işi gücü yok, hangi mhp'li seçmen evet demiş hangisi hayır demiş bunu tespit edecek öyle mi?

    ne oldu yorgun kurt! çok mu üstüne geliyorlar? bezdirdiler mi seni?

    haber linki

  • roma'yı yozgat'tan ayıran en büyük özelliği

    pisa kulesi'nin roma'da olduğunu sanan sığırlar tarafından yapılan kıyaslama.

  • binali yıldırım

    başbakanlık makamına bir türlü alışamamış olan başbakan. bu makama o kadar uzak ki, kendisini bazen muhalefet lideri, bazen de hala ulaştırma bakanı sanıyor. delil mi istiyorsunuz? buyrun, az önceki konuşmasından bir bölüm:

    "fetö, tsk'ya zehirli bir yılan gibi sızarken susanların, bakıyorum dilleri çözülmüş, bülbül gibi konuşuyorlar. bu örgüt, emniyet teşkilatına, yargıya sızarken, soruları çalarken susanların akılları belli ki şimdi başlarına gelmiş."

    biri gelip bu sözleri size gösterse ve sahibini sorsa, herhalde kılıçdaroğlu söylemiştir dersiniz. ama söyleyen kendisi. burda "fetöcüler sızarken susanlar" ve "sorular çalınırken göz yumanlar" derken gerçekten kimi kastediyor? sizin gibi benim de aklıma birileri geliyor ama. neyse.

    akabinde şunları söyledi: "fetö'yle sadece 2 başbakan mücadele etmiştir. biri necmettin erbakan, diğeri ise kurucu liderimiz sayın recep tayyip erdoğan'dır"

    bence danışmanları kulağına eğilip "sayın yıldırım, siz de başbakansınız" demesi lazım.

    acaba yaşananlar normal de ben mi yanlış görüyorum? hakikaten bu söylemler rasyonel mi? bu yaşadıklarımız, bu süreç normal mi?

    bence ülke olarak kitlesel bir terapiye ihtiyacımız var.

    link

  • rusların en iyi olduğu konu

    çay kültürüdür.

    birkaç aydır rus klasiklerine verdim kendimi. istisnasız tüm roman karakterleri çay manyağı. sürekli semaver kuruyorlar. en zor anlarda bile çay içmekten vazgeçmiyorlar.

    örneğin, dostoyevski'nin ünlü yapıtı suç ve ceza romanının başkahramanı olan raskolnikov. 2 kadını öldürmüş baltayla. polisler ve sorguçlar delil arıyorlar, üstünde psikolojik baskı kurup sorguya çekiyorlar onu. sürekli sıtma nöbetleri geçiriyor. annesiyle kızkardeşi petersburg'a gelmiş, kafasında deli sorular, günlerdir boğazından aşağı bir lokma geçmemiş; bu kadar dert tasa var ama o kıç kadar odasına geçince "nastasya çay var mı" diye soruyor. sonra razumihin'in yanına uğruyor. onun da sefaletten götüne giyeceği don yok. tüm eşyaları rehinde. "dur sana bi çay koyim" diyor. lan çayın sırası mı?

    acaba çay hala rusların vazgeçilmezi mi diye düşünürken tv'de rus yapımı maşa ile koca ayı isimli çizgi filmine denk geldim geçenlerde. bizim trt'de de gösteriliyor sabahları. oradaki koca ayı karakteri semaveri yanından ayırmıyor. aha böyle :)

    diyeceğim şu ki; sosyal medyada yapılan onca çay geyiğine rağmen çay konusunda türkler, kesinlikle rusların eline su dökemez. adamlar içki masasında bile çayı ayrıca içiyorlarmış.

    bizim tanzimat sonrası ve cumhuriyet dönemi eserlerini de çokça okudum ama hiçbirinde "bir çay koy da kendimize gelelim azizim" diye bir şeye denk gelmedim.

    çay, rus kültürünün kadim bir unsuru. biz ise çayı çok sevsek de galiba daha sonradan haşır neşir olmuşuz.

    edit: arkadaşlardan gelen mesajlar üzerine bir iki ek bilgi.

    1) neuron arkadaşın hatırlattığı üzere osmanlı'dan beri bizde çay değil kahve kültürü hakimmiş. ayrıca 3-4 nesil öncesine kadar bizde çay lüksmüş.

    2) ssgnin yegeni arkadaşımıza göre çizgi filmde yapılan vurgu çay değil "semaver"miş. semaver zaten rusların simgesiymiş. ayrıca semaver, rusça bir kelimeymiş.

    sama=kendi
    var(it')=kaynamak

    samavar'dan semaver olarak bizim dilimize de geçmiş.

    3) manzikert nickli yazar, türklerin çay kültürünün ruslardan daha eski olduğunu belirtiyor:

    "rusya(muskovi beyliği) 1400'lere kadar küçük kabile gibi. türk hükümdarların boyunduruğu altında yaşıyorlar. çay da çin kültürüne ait bir içecek. malum türkler milattan önceki çok kadim zamanlardan beri çinlilerle bir arada. haliyle çay bizim kültürümüzde daha eski bir içecek. çay nemli bölgelerde ekiliyor, rusya'da çay yetişen bir yer bile olduğunu sanmıyorum.

    mesajı yazdıktan sonra baktım. 1638'de gelmiş çay rusya'ya"

    4) ceburaska nickli arkadaşımız ukrayna'dan bildirdi:

    "evet çay hala rusların vazgeçilmezi. ben ukrayna'da yaşıyorum, ilk geldiğim zamanlar çok şaşırmıştım. adamların her koşulda çay içmelerine. en ağır içki masasında bile çay vardı. sabah, öğlen, akşam. ama her zaman yanında tatlı bi şeyler. o yüzdendir ki kırsalda bir sürü eksik dişli tip dolanır ortada. hepsi çay ve tatlı düşkünlüğü sonucu."

    medeniyet -> ceburaska: bizim gibi mi içiyorlar? yani demek istediğim hani biz iki demlik yapıyoruz ya, birinde dem diğerinde sıcak su. onlar da öyle mi içiyorlar?

    "hayır bizim gibi değil. demlik çaydanlık altlı üstlü degil. porselen çaydanlıkta demliyorlar. ayrı bir çaydanlıkta su kaynıyor. sonra demlikte demliyorlar ama demlik tek başına duruyor. buharda demlenmiyor. çayı türk çayı gibi değil. bardakta da demlenir, iki dakikada. seylan cayi gibi çaylar."

  • yabancı bir kadını dokunarak uyandırmak

    taciz kapsamına girip girmediğini merak ettiğim durumdur.

    olay bugün başıma geldi. şirinevler'den metrobüse bindim. metrobüs avcılar'a gelince şoför bağırdı "son durak, aracı boşaltalım" diye. kapıya yönelirken baktım, 28-30 yaşlarında bir kadın başını cama yaslamış uyuyor. gözünde güneş gözlüğü, kulağında kulaklık var. yolcular yavaş yavaş tahliye olurken herhalde uyanır diye düşündüm ama baktım yok, uyanmıyor. tam kapıdan çıkacakken geri döndüm. "hanımefendi! hanımefendi son durak!" diye seslendim. kulaklığından müzik sesi geliyor. duyması mümkün değil. bi taraftan da şoför bağırıyor "hadi abicim son durak" diye. bizi birlikte sandı muhtemelen. baktım olacağı yok. işaret parmağımla kadının çıplak omzuna iki kere dokundum. dokunur dokunmaz uyandı. gözlüklerini çıkardı. diyalog şu şekilde devam etti.

    "ne oluyor!?"
    "son durak hanımefendi!"
    "tamam da dokunmanıza gerek yok."
    "seslendim iki kez ama kulaklıkt.."
    "tamam uzatmayın!"

    kıpkırmızı oldum öfkeden. hışımla kalktı kapıya yöneldi. çocuk gibi kendimi anlatabilmek için peşinden yürüdüm. kulaklıktan biri hala kulağında ve farkında olmadığı için yüksek sesle söylenerek yürüdü. ben de arkasından gidiyorum. o ara 2 tane adam bize doğru yöneldi. benim kadını rahatsız ettiğimi sandılar, "ne oldu bir sorun mu var" diye kadına sordular ama kadın malın teki olduğu için onları da duymadı. hani dönüp de oradaki adamlara "beni taciz ediyor bu şahıs" dese bildiğin linç edileceğim. sonra da biri videoya alacak. adımız tacizci, tecavüzcüye çıkacak. en çok korktuğun şey. kafayı yedim sinirimden yemin ederim.

    sanki çok meraklıyım senin kıllı omzuna dokunmaya. bırakacaksın aslında böylelerini. hiç karışmayacaksın. gidecek yer altındaki metrobüs garajına. telefon da çekmiyor. ohh sabaha kadar bekle orda. boş metrobüsün tadını çıkarırsın. mal!

    bundan sonra bu şehirde kimseye iyilik yapmayacağım arkadaş. yemin ederim sinirimden yerimde duramıyorum.

  • defne samyeli'nin annesi

    yılların emekçi gazetecisi.

    mit tırları haberini yaptı diye vatan hainliğiyle suçlandı. yargılandı, 5 yıl 10 ay hapis cezası aldı. yetmedi, adliye önünde sukiaste uğradı.

    yıllardır sorumluluk bilinciyle hem gazetecilik yap, hem de defne samyeli'ye anne ol.

    helal sana koca yürekli insan!

  • teletubbies'teki +18 sahne

    alt tarafı uzayan kırmızı bir şeyin göte girmesi sonrasında teletabişlerin keyiflenmesidir.

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    1835 yılında misyoner kocasıyla birlikte bursa'ya yerleşen mrs. schneider'in bursalıların adetleriyle amerikalıların adetleri arasında tespit ettiği farkılıklar.

    "amerika'da komşusunun evine ziyarete giden bir adam, ayakkabılarını çıkartmaz, şapkasını çıkartır. burada ise tersi, insanlar ayakkabılarını çıkartıp, kafalarındaki başlıkları çıkartmıyorlar"

    "amerika'da bir çiftçi koyunlarını otlatmaya çıkarttığı zaman, koyunlar önde gider, adam arkadan çobanlık eder. burada ise çoban önde gidiyor, koyunlar, onu takip ediyor"

    "amerika'da hanımlar, bazen yanaklarını boyarlar. burada kadınlar, yanaklarını değil, parmaklarını boyuyor"

    "amerika'da kadınlar bebeklerini emzirirken, bebeklerini kucaklarına alıp emzirirler. burada ise kadınlar, beşiğin üzerine eğilip, çocuğu kucağına almadan beşikten emziyor bebeğini"

    "amerika'da örgü örerken, biz yukarıdan (yakadan) aşağıya öreriz ördüğümüzü. burada aşağıdan yukarıya doğru örüyorlar. ayrıca biz amerika'da ipi parmağımızda sararız, bunlar boyunlarına takıp örüyorlar"

    "amerika'da kadınlar arkadaşlarıyla bir öğleden sonrayı birlikte geçirmek isterlerse, dışarda ya da birinin evindeki davette buluşup, zaman geçirirler. burada ise kadınlar, yanlarına yiyeceklerini alıp ya bir hamamda ya da bir akarsu kıyısında buluşup, oraya yiyecekleriyle yayılıyorlar. buna da "keyfetmek" diyorlar".

    "amerika'da öğretmenler öğrencilerini cezalandırmak isterlerse sopayla arkasına (poposuna) vurur. burada ise hocalar, çocukların ayaklarına sopayla vuruyorlar"

    "amerika'da insanlar bir konuşmayı beğendiklerini, birini takdir ettikleri zaman ellerini çırpar, alkış tutarlar. burada o hareket, sadece hizmetkarları çağırmak için yapılıyor"

    "amerika'da kadın güzelliği demek, zarifliği, özellikle de ince belli olması demek. burada ise kadınlara dair güzellik kriteri: "semizlik, etine dolgunluk". "bursa'nın en güzel kadını" diye bana gösterilenler, genelde aynı zamanda şehrin en tombik kadını oluyor"

    "amerika'da insanlar kiliseye gittiklerinde, sessizce oturup, rahibi dinlerler. buradaki hristiyanlar kilisede ayakta duruyor ve kendi aralarında, komşularıyla muhabbet edip duruyorlar"

    "amerika'da erkekler, saçlarını uzatıp sakallarını kazıtırlar, burada ise erkekler, kafayı kazıtıp, sakalları uzatıyor"

    "amerika'da 'hayır' manasına gelen işaret, kafayı sağa soğa sallamaktır, burada ise başı yukarı doğru kaldırmak "hayır" manasına geliyor"

    "amerika'da yevmiye ile çalışan ücretli işçiler iş aradıklarında genelde ilgili insanları bulup, kapısına gider, hizmet teklif ederler. burada ise pazara gidip orada bekliyorlar, işverenler gidip pazardan işçiyi seçiyor"

    kaynak: schneider, eliza cheney abbott, 1809-1856. letters from broosa, asia minor, by mrs. e. c. a. schneider, with an essay on the prospects of the heathen and our duties to them, by rev. b. schneider, and an ıntroduction by rev. e. heiner. published by rev. samuel gutelius. chambersburg, pa. : printed at the publication office of the ger. ref. church, 1846.

    alıntı

  • memeyi avuçta hissetme yöntemi

    gerçekte meme olmadığı halde avuçta memenin varlığını hissettiren ve sapıklıkla alakası olmayan tamamen bilimsel bir deneydir. bu bir halüsinatif doğal simülasyondur. herhangi bir teçhizata gerek yoktur. insan enerjisi yeterlidir.

    1) öncelikle birazdan yapacağımız acayip hareketleri kimsenin görmemesi için yalnız kalacağımız bir yere geçiyoruz. iki elle de yapabilirsiniz, tek elle de.

    2) rahat bir yere oturuyoruz. arkamıza yaslanıyoruz. sonra iki elimizi avuç içi gökyüzüne bakacak şekilde omuz hizasına yükseltip dilenci gibi açıyouz. parmaklar bitişik olmamalı, aralarında birer cm boşluk kalmalı.

    3) kolları sabit tutup elleri bilekten saat yönü ve tersine ampül çevirir gibi çok hızlı bir şekilde hareket ettiriyoruz.(deli işareti) olabildiğince hızlı yapıyoruz. bunu 12 saniye boyunca kesintisiz devam ettiriyoruz.

    4) kanın tene baskı yapması sonucu 12 saniye sonra avuç içinde bir uyuşukluk ve pürüzsüz bir yumuşaklık hissedeceksiniz.

    işte bu memedir.

    veya nasyonal sosyalist bir aryansanız, bu yumuşaklığı 4000 yıl önceki büyükbabanızın sol taşağı olarak da düşünebilirsiniz. artık hayal gücünüze kalmış.

    deneyiniz. eğer hissedemezseniz tutuşunuz yanlıştır veya yeterince hızlı yapmıyorsunuz.

    bugüne kadar bunu bilen sadece 1 kişi vardı. artık kamuya mal oldu. nobel ödülünü köşedeki bim'e bırakın. ordan alırım ben. teşekkürler.

    meme, bu kainatın en mucizevi ve en estetik varlığıdır. tanrı'nın yaratma sanatının zirvelerinden biridir benim için ve hatta bizatihi tanrı'ya inanma sebebidir. 50.000 ışık yılı çapındaki galaksilere gerek yok.

    meme.. 2 tane hem de. yan yana. bembeyaz ve taptaze süt. hayat akıyor. yeni doğan ve hiçbirşeyin farkında olmayan küçücük bir bebek sadece onu farkediyor. hayatı oradan bedenine çekiyor. kodlanmış bedenine. müthiş bir şey bu.

    tamam bir ahmet altan değilim. iki memeye vatan satma gibi bi düşüncem yok. ama zaten meme benim için seksüel bir nesne değil, estetiğin ve sanatın en müthiş öznesidir. tanrı, yaratmakla kalmamış, kutsal kitaplarında da bu mucizeden bahsetmiştir.

    edit: imla.

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    üç kağıtçılığın sadece insana özgü bir şey olmadığı, bazı hayvanlarda da görülebileceği gerçeği.

    --- alıntı ---

    ben bugün drongo kuşunun nasıl usta bir sahtekar olduğunu öğrendim ve gerçekten ağzım açık kaldı.

    şöyle ki; bu acaip kuş önce diğer kuşlar veya mirketler gibi çeşitli hayvanlara gözcülük yaparak tehlikeleri haber veriyor, onların güvenini kazanıyor ve toprak altından çıkanlardan payını alıyor. bu yeterince ilginç değilmiş gibi bir de arada bir yanlış alarm verip onları kaçırıyor ve ganimetlerin hepsini kendi alıyor. bir de utanmadan "tamam tehlike geçti" işareti verip onları yerlerine geri çağırıyor.

    fakat zekası bununla da sınırlı değil. hiç bir numara işe yaramazsa, o zaman da hayvanların kendi seslerini taklit ederek tehlike uyarısı verebiliyor ve buna inanmayan da çıkmıyor tabi.

    numaraları eskidikçe sürekli taktik değiştiriyormuş bu vatandaş.

    --- alıntı ---

    ilgili video

    ben bugün bi'şey öğrendim

  • evde yalnız uyurken salondaki lambanın açılması

    dün gece başıma gelen hadise.

    rasyonel bir insan olduğum için soğukkanlılıkla ihtimalleri düşünmeye başladım.

    - herhangi bir misafir beklemiyor olsam da ailemden biri gelmiş olabilirdi.
    - ışığı açık unutmuş olmama rağmen yeni açılmış gibi algılayabilirdim.
    - acemi bir hırsız girmiş olabilirdi.

    elime parfüm şişesini alıp hafifçe salona doğru yürüdüm. floresan titreyip duruyordu. baktım pencerenin önünde pelerinli 5-6 yaşlarında bi kız çocuğu. saçları hafiften yüzüne düşmüş. yüzü bembeyaz. kapkara gözlerini bana dikmiş. elinde gözleri oyulmuş bir oyuncak bebek var.

    korkudan titreyerek yaklaştım. karşısında çömeldim. usulca yaklaşarak "merhaba küçük kız, nasıl geldin buraya, annen nerde" diyecektim ki bi anda cesaret geldi, omuzlarından tutup kafayı gömdüm. burnunu tutup yerden doğrularak kalktı, üzerine doğru bi hışımla uçan tekmeyi salladım. ağzını yüzünü dağıttım. koydum kapının önüne.

    ne lan öyle asırlardır aynı yöntemle milleti korkutmalar. burdan ruhlar alemine sesleniyorum. tamam, iletişim kurmaya çalışıyorsunuz, bi derdiniz var belli ama biraz güncelleyin oğlum kendinizi. yeni yöntemler bulun. öyle tuvalet penceresinden bakmalar, koridor ışığını kapatınca oturma odasına kadar kovalamalar, üst katta misket oynamacalar, geceleri pencereden belirmeler, ahtapot gibi yatağın altından kolu uzatıp açıkta kalan ayağa dokunmalar, gecenin en sessiz anında kulağa isim fısıldamalar, gecenin üçünde kırmızı görmüş boğa gibi ayağı halıya sürtmeler.

    evet bunları yaptınız. ama modası geçti. yeni yöntemler bulmanız gerek.

  • hamza yerlikaya'nın cb baş danışmanı olması

    türkiye'de makamlar, kişilerin yetenekleri ölçüsünde millete hizmet etmeleri için değil, ödüllendirilmeleri için verildiğinden garipsemediğim durum.

  • starbucks

    sırf uluslararası şirketler hakkındaki kapitalizm eleştirisi nedeniyle önyargılarla gittiğim ancak kısa sürede bağımlısı olduğum mekan.

    hafta sonu kadıköy'de eşimle birlikte kurstan çıktıktan sonra, avrupa'nın en büyük şubesi olduğunu öğrendiğim kadıköy starbucks'a gidiyoruz. kahveyle pek aram olmadığı için limonlu pafra alıyorum 7 tl. eşim de orta boy latte alıyor. toplamda 15 tl veriyoruz. çıkıyoruz üst kata. yayıyoruz kendimizi. takıyoruz telefonumuzu prize. açıyoruz wi-fi'yi. sağımızda boğaz manzarası. sokaktan insanlar akıyor. bir yandan kitap okuyoruz, bir yandan sohbet. dersimizi tekrar ediyoruz. internete takılıyoruz. müzik dinliyoruz. hatta film izliyoruz. acıkınca çantamızı koltukta bırakıp dönercide yemek yiyip geri geliyoruz. kahve alıp tekrar çıkıyoruz. bazen mayışıyoruz, gözlerimiz kapanıyor. oturduğumuz yerde iyice yayılıp 5-10 dk kestiriyoruz. evimiz gibi.

    2 yudum çay içtikten sonra kafana dikilip "tazeleyim abe ehehe" diyen patates kafalı yalaka garson yok. kimse gelip bir şey sormuyor. kimse sana karışmıyor. ara sıra bi personel gelip sağda solda kalmış çöpleri topluyor. o toplamasa bile boş olan yere geçen müşteri kendisi toplayıp bi köşeye koyuyor. hani restorana girer gibi etrafına bakınıp "bi görevli gelsin, burayı toplasın" bakışı atmıyor. müşterisi belli zaten. o da rahatlık moduna giriyor.

    ikea'da da aynı rahatlık söz konusu. gidin koltuklara oturun, hatta uyuyun. kimse size karışmaz. türk mobilyacılar ne yapıyor peki? estetikten yoksun hayvan gibi yanan floresanların altına koltuk takımlarını rastgele atıyorlar. üstüne de bir kağıt: "lütfen oturmayınız."

    oldu.

    mc donalds'a karşı da sırf kapitalizm eleştirisi nedeniyle önyargım vardı. 28 yaşındayım. geçen yıla kadar 1 kez gitmişliğim yoktu. evlendikten sonra eşimle birlikte gitmeye başladık. 15 tl'ye 2 menü alıp doyuyoruz. oysa ben daha pahalı olduğunu ve daha çok zengin veletlerin tercih ettiğini sanardım. dalga geçebilirsiniz.

    "boşver fast food'u, boşver mc donalds'ı kapitalizmi. milleti soyuyorlar. kayseri mutfağı'na gidip mantı yiyelim" deyip iki tabak mantıya 30 tl vermişliğim var.

    gerçekten kim düdüklüyor belli.

    ben starbucks'da verdiğim 15 tl'nin karşılığını çok fazlasıyla alıyorum. otel gibi kullanıyorum amk daha ne yapayım. meseleye sadece ürün fiyatı olarak bakmamak gerek. kaldı ki o da çok pahalı değil.

    türk firmalarının öğrenmesi gereken çok şey var.

    bu arada kapitalizmi de bunca yıl götümden anladığımı, eşimin beni insan içine çıkarması sayesinde anlamış oldum. taksim'de taşak kokan dumanaltı mekanlarda kapitalizm öğrenilmiyor gençler. serbest piyasa ekonomisi o kadar da ööö bir şey değil.

    edit: caps

  • num lock tuşundaki mantık hatası

    ilk tasarımcının gözünden kaçan ve elektrik israfına neden olan hatadır.

    bilindiği üzere elektronik cihazlarda bir tuşun ışığının yanması, o tuşun gördüğü fonksiyonun aktif hale gelmesi anlamına geliyor. klimada kar tanesi tuşu yanarken klimanın serinletmesi, kamerada kayıt yaparken rec ışığının yanması vs.

    num lock tuşu aktifken (ışığı yanıyorken) klavyenin sağında bulunan rakamlar kullanılabilir hale geliyor. oysa "sayıları kilitle" anlamına gelen bu tuş aktif hale geldiğinde tam tersi durumun gerçekleşmesi gerekiyordu. yani sayıların kilitlenmesi gerekiyordu.

    num lock, genellikle sayı tuşlarını yön tuşu olarak kullanmak isteyenler için kullanılıyor. yani geçici durumlar için kullanılıyor. bu yüzden bu ışık hep açık kalıyor. sayıların aktif olması genel, kilitlenmesi ise istisnai bir durum.

    klavyeyi ben tasarlasaydım, num lock ışığını istisnai tercih için aktif hale getirirdim.

    1 televizyonun stand by ışığının 1 yılda 30 kg karbondioksit yaydığı ve milyonlarca bilgisayar üzerine her gün milyonlarcasının daha eklendiği bilgisini de vermek isterim.

    1 minik ışıkla doğanın kurtarılamayacağını biliyorum. sadece hassasiyet diyorum ve sizi derdimle baş başa bırakıyorum.

  • kapitalizmin ortadan kalkması gerek

    koç holding yönetim kurulu üyesi ali koç tarafından g20 zirvesi öncesinde antalya'da dile getirilen cümle.

    sendikacıların patron olduğu güzel ve yalnız ülkemde artık patronlar sendikacı gibi konuşmaya başladı.

    link

    edit: haberi açıp okumaya üşenenler için özet

  • yazarların bugün harcadığı para miktarı

    1,25 poaça
    1,00 su
    öğlen yemeği(devletten)
    akşam yemeğine kaynanaya giderken 30 tl baklava (600-tl limitli kredi kredi kartından)

    cüzdan nakit bakiye: 0
    hesap bakiye: 8,00-tl (10 ve katı olmadığı için atm vermiyor.)

    maaşa daha 6 gün var. ne poh yiyecem bilmiyom.

    gümrük memuruyum. çevremdekilere mesleğimi söyleyince bıyık altından gülüyorlar. ben sizin bildiğiniz memurlardan değilim diyince de gülüyorlar. kaynanam da hep gülüyor bana.

    neyse allah kerim.

  • kızlardaki psikoloji okuma merakı

    sokaktan 50 tane erkek çevirdiğinde 43'ünün psikopat ve sapık olması sebebiyledir. ihtiyaçtandır. arz talep meselesidir.

  • yaran inci sözlük entry'leri

    elemanın biri başlık açmış "hep eşekler eziyet çekecek değil ya" diye. şöyle bir görsel hazırlamış. http://c11.incisozluk.com.tr/…03/8/186578_odfe7.jpg

    çimlere uysun diye kafanın etrafını yeşile boyamış bir de yazıyı paintte elle yazmış. kendisine böyle caps mi yapılır diye tepki gösterilip, yazıyı nerden ekleyeceği söylenince o da "bulamıyorum" demiş.

    cevaben önce şu gönderiliyor: http://i.imgur.com/npyem35.png

    başlık açan "olmuyor etrafı beyaz oluyor" deyince gelen 2'inci cevap.

    http://i.imgur.com/xlg1rf8.png