ikisine de ronaldo koyun... "hangisi gercek ronaldo?" tartismasina apayri bir boyut getirmis olursunuz...
marston and son26 profili
-
erkek tek yumurta ikizlerine isim önerisi
-
lionel messi
karsisindaki benzema vucut calimi yerine gol attigi icin bu gece sampiyonlar ligi defterini kapamak uzeredir...
-
geceye bir game of thrones repliği bırak
(bkz: efsanevi game of thrones replikleri)
(bkz: aramaya inanmak)
ayrica: fuck the kingsguard, fuck the city, fuck the "geceye bilmem ne birak" kalibi... -
evcil olsa evde ilk beslenecek hayvan
cesitli kedigilleri ornek veren yazarlarin tebessum ettirdigi anket...
arkadaslar, turkiye gerceklerinden haberiniz yok herhalde... bahsettiginiz hayvanlar gunde ortalama 7-8 kilo kirmizi et tuketiyor... bugun en dandik kirmizi etin bile kilosu 55 liradan asagi degil... sirf hayvani doyurmak icin ayda 12 bin lirayi gozden cikarmaniz lazim yani...* -
sözlükçülerin en büyük sportif başarıları
1992 yilinin sonbahari... üsküdar amerikan lisesi'nde henuz hazirlik bebesiyiz, okul acilali 2-3 hafta ya olmus ya olmamis... amerikali bir beden hocasi vardi... siniftaki erkeklere geldi sordu "what's your favorite sport?" diye, millet "football" diye atlayinca da basta bi heveslendi amerikan futbolu zannedip... sonra bakti ki biz "soccer"dan bahsediyoruz, o zaman tutusturdu elimize bir top, yallah bahceye... ben cok anlamam ama siz gidin oynayin der gibi...
neyse, basket sahasina ciktik, portatif kaleler de vardi pota altlarinda, guya cift kale mac yapacagiz... ama kimse daha dogru duzgun birbirini tanimiyor, arkadasca bir ortam yok, haliyle baya sinir harbi gibi bir mac olmaya basladi... surekli itirazlar, mizikciliklar, itis-kakis... macin (dersin) sonlarina dogru da baya bir hirgur cikti 5-6 kisi arasinda... oyun da durdu...
kavga esnasinda ben sag arka kosede kendi halimde duruyordum, birden bosta kalan top yuvarlanip onume geldi... zaten 30-35 dakikalik kisitli bir sure varken onu da itis kakisla heba edip dogru duzgun bir mac oynayamamis olmanin siniriyle aldim topu elime ve hincimi toptan alircasina butun gucumle topu havaya diktim... top yukseldi yukseldi, karsi yari sahaya gecti, sonra dususe gecti ve sak diye deliksiz bir sekilde potadan iceri girdi... millet oyle sasirdi ki kavgayip birakip herkes beni alkislamaya basladi...
dusundum de, o kadar alkislandigim baska bir sportif faaliyet olmamisti herhalde... haliyle en buyuk sportif basarim da bu olsa gerek... -
ömer faruk beyaz
korkarim ki kendisi icin daha evvel girdigim su entry'de (bkz: ömer faruk beyaz/#112396792) adini listeledigim bazi oyuncularin yolundan gidecek olan fitbolcu...
kendisinin fenerbahce'de yeterince sans bulamadigi ve bu yuzden gitmesinin dogru oldugu yonunde olusturulan algiyi da artik olabilecek en carpici orneklerle curutelim:
omer faruk 29 agustos 2003 dogumlu... bugun itibariyla 17 yil‚ 4 ay‚ 16 gunluk...
bir de 21. yuzyil'in en buyuk iki futbolcusuna bakalim, o yaslarinda ne yapiyorlarmis?
24 haziran 1987 dogumlu lionel messi, 9 kasim 2004 tarihinde omer faruk'un tam bugunku yasindaydi...
5 subat 1985 dogumlu cristiano ronaldo da 21 haziran 2002 tarihinde ayni yastaydi...
peki messi 9 kasim 2004'te, ronaldo da 21 haziran 2002'de a takim seviyesinde kac profesyonel maca cikmislardi sizce? toplam 2! evet sadece 2! (yaziyla iki)
bunlar da messi'nin 16 ekim 2004'te espanyol'a karsi 8 dakika ve 24 ekim 2004'te osasuna'ya karsi 18 dakika oynamasindan ibaret iki mac... ronaldo ise o yasta henuz sporting'in b takiminda oynuyor, a takimla sadece antrenmanlara cikiyordu...
21. yuzyilin en buyuk iki oyuncusu bile omer faruk yasindayken kendilerini yetistiren kuluplerde a takim seviyesinde topa degmemisler neredeyse... messi iki macta 26 dakika sure alabilmis, ronaldo ise hic maca cikmamis!
omer faruk ise fenerbahce'de su ana kadar 5'i super lig'de 3'u de turkiye kupasinda olmak uzere 8 macta toplam 235 dakika forma sansi bulmus... messi'den 9 kat fazla sure almis yani!
ustelik iki lig, iki de kupa macinda ilk 11'de sahaya surulmus... hatta gecen sezon sondan ucuncu hafta kadikoy'de oynanan ve sivasspor'un 2-1'lik galibiyetiyle biten bir mac var mesela bunlarin arasinda... ilk 11 oynayip 64 dakika sahada kaldigi... fenerbahce o maci kazansa belki de ezeli rakibi galatasaray'in yerine avrupa kupalarina katilmis olacakti bu sezon... yani kulup kendisini kullanmak icin gayet risk bile aldi...
yetmedi gecen sezon ligin son macinda takimin kaptani ve mustakbel sportif direktoru olan emre oyundan cikarken, ayni zamanda da 23 yillik profesyonel futbolculuk kariyerine nokta koyarken, kaptanlik pazubandini omer faruk'un koluna takti... o yasta bu kadar onore edilen ikinci bir futbolcu da yok turkiye'de... ustune ustluk kendisinin gelisimi icin, yine daha once ornegi gorulmemis bir sekilde bes yillik bir plan yapip onune koymuslar... daha ne yapilmasi gerekiyordu? -
üniversitede en çok sevilen ders
lisansimi bogazici'nde sosyoloji okuyarak yapmistim ama o sure icinde en cok keyif aldigim ders tarih bolumunden secmeli olarak aldigim "history of nationalism in the balkans" dersiydi... i ve ii olarak iki bolume ayirmislar ve iki ayri donemde vermislerdi dersi...
dersin keyifli tarafi balkanlardaki her ulkedeki milliyetcilik hareketlerini incelerken bizzat bu hareketleri baslatan yazarlarin ve dusunurlerin kendi yazdiklari makaleler uzerinden gidilmesiydi... hocamiz vangelis kechriotis de erik-jan zürcher gibi bir ismin yaninda egitim gormus, alaninda dopdolu bir adamdi... dersi secen benim disimda sadece 3-4 ogrenci olmasi da ayri bir avantajdi... boylece dersi cok daha interaktif bir sekilde isleyebiliyorduk... vangelis'in inanilmaz iyi ve sicakkanli bir adam olmasiysa apayri keyif katiyordu derslere... turkcesi de hic fena degildi... arada havadan sudan konusulacagi zaman hemen ingilizceden turkceye donerdi... o muhabbetleri de ayri keyifliydi...
sunu rahatlikla soyleyebilirim, bogazici'nde okudugum sure zarfinda aldigim 46 ders ve gordugum herhalde 30 kusur farkli hoca icinde en keyiflisi bu derslerdi, en iyi hoca da (hem bilgisi hem insani kalitesi olarak) vangelis'ti...
ben bu dersleri aldiktan bir sene sonra mezun oldum... yuksek lisans icinse alakasiz sayilabilecek bir yere, i.u. gazetecilige gittim... arada kutuphaneden yararlanmak icin bogazici'ne birkac kere ugradigim oldu o sure zarfinda, gittigim zamanlar genelde vangelis'in ofisinde olup olmadigina da baktim, eger ordaysa en azindan olympiakos sampiyonlar ligi'nde ne yapacak, euroleague'de ne edecek bi laflariz diye... ne yazik ki bir turlu denk gelemedim...
daha sonra doktora'ya basladim bu kez g.s.u'de, medya ve iletisim calismalari uzerine... yeterliligi verip tez konusunu belirledikten sonra da goruslerini sormak icin kendisine uzunca bir mail atmistim... tez konum 19. yuzyil sonu ve 20. yuzyil baslarinda osmanli'da milli kimliklerin insasi acisindan futbolun ideolojik islevi ve osmanli turk ve azinlik basinlarinda futbol haberleri idi... (sonrasinda kaynaklara erisim ve yunanca ile ermenice tercume sorunundan oturu bunu cumhuyetin ilk yillarina cekip basligi degistirmem gerekti gerci, hala da bitmedi allahin cezasi, neyse) haliyle isin osmanli tarihi ve milliyetcilik kismiyla ilgili ilk fikir alisverisinde bulunmak istedigim kisi de vangelis'ti... ancak cevap gelmedi... bende iki adresi vardi, digerine de yazdim... yine cevap gelmedi...
nerden bilebilirdim ki o donem o lanet hastaliga yakalandigini ve tedaviyle falan ugrasirken benim yazdiklarimi gormedigini... ben genel mesgullugune vermistim... cok da ustune gitmemistim zira o donem oncelikle osmanlica kursu aliyordum, o bitmeden zaten arsiv calismasina falan baslayamayacaktim... bittiginde bir ara bogazici'ne ugrayip yuz yuze konusacagimizi falan dusunmustum saf saf...
aradan yaklasik bir bucuk sene gecti, benim kurs-murs geride kaldi, tam "vangelis'e de bi ugrayayim artik, adam beni tanimakta zorlanacak" falan diye icimden gecirirken bir gun internette soyle berbat bir haberle karsilastim... o an basimdan asagi nasil kaynar sular dokuldu anlatamam...
cok buyuk bir hayat dersi sayilirdi bu: sevdigin, saydigin insanlari ihmal etmeyeceksin... cunku kimin bu dunyada ne kadar kalacagi belli degil maalesef...
konu nereden nerelere geldi... neyse... baktim da onumuzdeki hafta vangelis'in vefatinin besinci sene-i devriyesi olacakmis... zaman cok acimasiz... bu vesileyle en azindan buradan kendisini anmis olayim... topragi bol olsun... -
eskişehirspor
cok degil, daha 7-8 sene evvel alper potuk ve tarık çamdal'ı buyuklere itelemesiyle kasasina 12 milyon euro koymus kuluptu... buyuk paralara futbolcu almadi, oynayan oyunculara acayip acayip maaslar odemedi... ne oldu da bu paralar eridi ve mali sorunlar yuzunden aldigi cezalar nedeniyle bu takim kume dustu diye sormak lazim elbette...
benzer durum gaziantepspor icin de gecerliydi...
iste bu yuzden kuluplerin dernek statusunun degismesi lazim... kuluplerin basina gelen yonetimlerin mali konulardaki mesuliyeti cok daha agir olmali... yoksa boyle kulupleri batirip batirip kacmaya devam ederler... olan yarim asirlik geleneklere ve futbolseverlere olduguyla kalir... -
girişi mükemmel parçalar
binlerce entry girilmis, bir allahin kulu da running wild'dan riding the storm'un adini anmamis... tum zamanlarin en iyi heavy metal introlarindan biri mevzubahis beyler... yapmayin, etmeyin...
https://youtu.be/wtlhufblklm -
29 şubat 2020 watford liverpool maçı
jürgen klopp'un 4 yilda 1* yenilebilecek seviyede bir takim yarattigini kanitlayacak nitelikte bir mac...
-
11 mayıs 2019 samudio'nun gördüğü kırmızı kart
hala sanki ortada bir ikili mucadele ve bu esnada yapilan faul varmiscasina savunanlarin oldugu komik kirmizi kart...
luyindama'nin ve emre akbaba'nin gecen haftalardaki pozisyonlari ornek verilmis bir de...
aradaki fark su ki o evvelki pozisyonlarda luyindama'nin da emre'nin de kendilerini rakiplerinden sakinabilecekleri durumlar vardi... buradaysa samudio kendi kontrolundeki topa vurmak icin tekmesini coktan savurmus, o esnada arkasindan gelen birinin olup olmadiginin da farkinda degil...
buna ragmen pozisyon degerlendirilirken sadece emre'nin yasadigi talihsizlik uzerinden degerlendiriliyor... emre'ye tekrar buyuk gecmis olsun ama bu tip bir degerlendirme de dogru degil...
trafikte normal seyrinizde ilerliyorsunuz, bir anda arkanizdan hizla onunuze gecmeye calisan bir arac once koseden size carpip sonra takla atiyor ve aracin icindeki sofor de hayatini kaybediyor diyelim... boyle bir durumda siz katil mi olursunuz? oyle olacaginizi dusunuyorsaniz evet, o zaman bu pozisyonun da kirmizi kart oldugunu dusunerek en azindan kendi icinizde tutarli davraniyorsunuz demektir... yok eger verilen ornek bir cinayet olarak nitelendirilemezse o zaman samudio'nun pozisyonuna da kirmizi kart demek abes... -
ersun yanal
cok iyi calisan lobisi olan, abartilan, adeta bir kurtarici havasi estirilmeye calisilan ezik bir teknik traktorun trolleri tarafindan kotulenen teknik direktor...
bahsettigim teknik traktorun kim oldugunu tahmin etmissinizdir sanirim...
hani su galatasaray'dan bir sezonda 9, bir sonraki sezonda da 10 puan fark yiyen teknik traktor... ersun yanal, onun biraktigi bu takimi alip ayni galatasaray'a karsi nisan ayinda sampiyonluk kazanmisti...
malum teknik traktorun trollerinin ersun yanal'a karsi duyduklari hazimsizligin yegane sebebi budur...
eger ersun yanal o sampiyonlugu kazanmasaydi, ezik hocalarinin asilamaya calistigi loser karakteri camiaya iyice kabul ettirebileceklerdi cunku...
baksaniza zaten, bugun bile "uc puan farkla sampiyonlugu kaciran teknik direktor neden kovuldu?" diyorlar...
ersun yanal'i savunanlarsa "uc hafta kala sampiyon yapan teknik direktor neden kovuldu?" diyor...
aradaki fark geceyle gunduzunki kadar bariz! -
aykut kocaman
ali koç'un, kendisinin geride biraktigi ekibiyle ilgili yaptigi aciklamalar, cok sukur turk futbolunun son 30 yili hakkinda saglam bir hafizaya sahip oldugum icin, beni hic sasirtmamistir...
aykut kocaman, fenerbahce'ye, sakaryaspor'dan, 1988 yazinda geldi... kulupten gidisiyse 1996 yazina denk geldi...
kulupte gecirdigi sekiz sezona bakildiginda o donemde fenerbahce iki sampiyonluk gordu... biri ilk sezonu olan 1988-89 sezonunda, biri de son sezonu olan 1995-96 sezonunda...
ilk sezonunda caylaklik donemindeydi ve takim icerisinde herhangi bir agirligi yoktu... son sezonunda da, yasinin da etkisiyle artik geri planda kalmaya baslamisti... sezon basladiginda takimin ideal forvet ikilisi elvir boliç-dalian atkinson'di, hatta bu ikilinin ilk alternatifi de feyyaz uçar'di... daha sonra feyyaz'in ara transferde ayrilmasi ve atkinson'in da sezonun ikinci yarisinda yasadigi sakatliklar, sezonun son bolumunde aykut'un tekrar forma sansi bulmasina yol acmisti... zaten meshur trabzon macindaki golu de bu esnada gelmisti...
aykut'un takimin onde gelen isimlerinden oldugu 1989-1995 araligindaysa fenerbahce, tarihinin en uzun sampiyon olamama donemini yasadi... bu alti sezonda uc ikincilik, bir dordunculuk, iki de besincilik elde edildi... aykut kocaman ve oğuz çetin'in basini cektigi "sakaryalılar grubu" adinda bir cetelesmenin, takim icerisindeki etkinligi de sagir sultan tarafindan bile duyulmustu... ozellikle 1991 yazinda tanju çolak'in transferi sonrasında oguz ile birlikte tanju'ya karsi cephe aldiklarini gormemek icin kor olmak gerekiyordu... oguz'un pas tercihleri hep aykut'aydi, tanju'nun attigi gollerde de genelde gerson, novak ve ridvan asist yapiyordu...
gelelim ali şen tarafindan, 1996 yazinda, oguz ile birlikte kulupten gonderilmesine...
ali sen, bu kararin gerekcesi olarak, kritik trabzon maci oncesinde soz konusu ikilinin, kendisiyle prim pazarligi yapmaya kalkismasini, ozellikle de aykut'un bu konuda cok israrci ve negatif bir tavir takinmasini gostermisti...
ancak aykut, trabzon maci sonrasinda oyle bir hamle yapmisti ki, ali sen'in bu aciklamalari yillar yili ciddiye bile alinmadi...
aykut, macta galibiyet golunu atmisti ve sampiyonlugun kilidi de 2-1'lik galibiyetle acilmisti... ancak aykut, ali sen ile yaptigi son gorusmenin ardindan, baskanin kendisini gelecek sezon icin kadroda tutmayacagini da adi gibi biliyordu... hazir eli de gucluyken, macin hemen ardindan, sicagi sicagina, futbol kamuoyunun hic alisik olmadigi bir aciklama yapti mikrofonlara... trabzonlu oyuncularin da en az kendileri kadar emek sarfettigini, onlarin da sampiyonlugu en az kendileri kadar hak ettigini, ancak bugun alinan sonuctan sonra onlarin hic de hak etmedikleri bir kotu muameleyle karsi karsiya kalacaklarini bildigini, bu yuzden de attigi gole doyasiya sevinemedigini ifade ediyordu...
sadece soylenenlere bakildiginda dunya futbol literaturune girecek cinsten bir fair-play ornegiydi belki bu... ama ardindaki niyet, sezon sonunda gonderildiginde "ali sen, aykut'u malum aciklamalari icine sindiremedigi icin gonderdi" algisini kamuoyunda yaratmakti... gercekten de bu konuda son derece basarili oldu... bugun bile insanlara sorsaniz, cogunluk "ali sen, aykut'u o aciklamalari icin gonderdi" der... e peki aykut'un yaninda oguz niye gitti, dusunmez...
aykut kocaman fenerbahce'den futbolcu olarak ayrildiktan yaklasik dort sene sonra teknik adamliga basladi... 2005-2006 sezonundaysa, fenerbahce ust uste ucuncu sampiyonluguna giderken, 1 ekim 2005 konyaspor-fenerbahçe maçı ile birlikte fenerbahce'yle arasindaki ilk ciddi gerilimi de yasiyordu... macta fenerbahce 2-0 geriye dusmus, nicolas anelka'nin konya kalecisine eliyle yaptigi faulu hakem özgüç türkalp'in gormemesi neticesinde buldugu golle farki bire indirmis, ardindan da pes pese uc gol daha bularak sahadan 4-2'lik galibiyetle ayrilmisti... macin ardindansa aykut kocaman, acik acik fenerbahce'nin hakemi ayarladigini ima ederek "bu kirli duzen, duzelmek icin bir kurban istiyor, bu macla birlikte futbol kariyerimi sonlandiriyorum" diyordu...
sonrasinda elbette aykut kocaman futbol kariyerini falan sonlandirmadi ama fenerbahce'nin zirve yolundaki uc rakibi birden ertesi gun sahaya "el değmemiş temiz bir lig istiyoruz" pankartlariyla cikti ve sezon boyunca da kamuyounda fenerbahce'nin masabasi oyunlarla zirve yarisina tutundugu, rakiplerininse alinteri ve emekle bu cirkinlige karsi mucadele eden birer sovalye gibi oldugu algisi olusturuldu... bunun sonu da nereye vardi? sezonun denizli'de oynanan son macinda sahaya onlarca defa tecavuz edilmesine ragmen, butun sartlar macin tatil edilmesi ve 3-0 fenerbahce lehine tescil edilmesine isaret ederken, hakem selçuk dereli, en az 30 dakika duraklamis bu maci sadece 16 dakika uzatti ve sonunda da bitirdi... skor 1-1 olunca da fenerbahce lider girdigi son haftada sampiyonlugu kaybetmis oldu... kamuoyunda kimse de, sezon icerisinde olusturuan o algidan oturu, fenerbahce'nin yasadigi magduriyeti dile getirmedi... hatta o 16 dakikalik uzatma da bir lutufmus gibi gosterildi...
daha sonra ne olduysa, aykut kocaman'in o malum konya macindan sonraki tavri unutuldu ve kendisi 2009 yazinda kulube sportif direktor olarak getirildi...
asil kayisin kopmasiysa bu esnada yasandi bence... zira sportif direktorlugu zamaninda yaptiklari, lafi hic egip bukmeye gerek yok, dupeduz ahlaksızlıktır...
takimin kadrosu zaten dar... bununla ilgili problemler de 8'de 8 yapilarak baslanan sezonda sonradan kor topal gidilmesiyle kendisini az cok belli etmis... ikinci yarida yarisin daha da kizisacagi asikar... ustelik avrupa ligi'nde de eleme turlari basliyor... boylesine bir donemde devre arasinda roberto carlos ile yollar ayrilmis... keza colin kazim da gonderilmis... teknik direktor christoph daum transfer istegini defaatle dile getirmis... buna karsilik aykut kadromuz yeterli demekle yetinmis... ustune de sadece gökhan ünal transferi yapilmis...
sonra ne mi oldu peki? o daracik kadro, ozellikle subat ayinda oylesine eksildi ki ic sahadaki lille macina 13 kisiyle cikmak zorunda kaldi... sampiyonluk da son macta tek bir golle kacti...
sezon sonundaysa aykut, daum'un yerine teknik direktorluge getirildi ve o "yeterli" dedigi kadroya mamadou niang, miroslav stoch, joseph yobo, caner erkin ve issiar dia'yi transfer etti...
dahasi, cicegi burnunda fenerbahce teknik direktoru, bakin sadece 10 hafta once nasil bir demec vermisti:
--- spoiler ---
özellikle şunu da söylemek gerekiyor: belki bu sözlerin açıklaması olabilir. şunu da ifade edebilirim. benim sayın daum'un yerine gelmek gibi bir düşüncem asla ve asla yok. çok net bir şekilde söylüyorum. bu hem kendimi inkar etmek, hem fenerbahçe spor kulübü'nü inkar etmek olur. böyle bir tasarrufum asla olmadı ve asla olmayacak. bunu çok net bir şekilde söylüyorum. ancak sezon sonunda hem pozisyonumla ilgili olarak hem de genel durumla ilgili olarak bir değerlendirme yapma hakkına sahibim
--- spoiler ---
inanmayanlar icin link burda... kaynak da baya baya fenerbahce resmi sitesi ustelik...
sadece bu demecin 10 hafta sonrasinda dediklerinin tam tersi yonde hareket edip daum'un yerine teknik direktor olmasi ve dort ay evvel "yeterli" dedigi kadroya ilk 11'in yarisini degistirecek kadar transfer yapmasi bile aykut kocaman'in ne oldugunu ozetler niteliktedir!
ancak bunu da cogu goz gormek istemedi...
fenerbahce'de berbat baslayan ilk sezonunda kafayi alex'e takmisti... fakat devre arasina dogru lider trabzonspor'un sekiz puan gerisinde kalinmasi neticesinde, muhtemelen azizsilinin de etkisiyle, kendisi alex odakli eski duzene donmus ve alex'in de kariyer rekoru kiran performansi sayesinde sampiyonluk gelmistir...
lakin sonradan bu sampiyonluga malum 3 temmuz camuru sicradi... aykut da basta kendisini kurtarabilmek icin hiz siniri asilmis ama radar bir takima tutulmus! gibi sacma sapan bir aciklama yapti lakin sonradan ne hikmetse yine "3 temmuz operasyonuna karsi dik durus" sergiledigi algisini yaratmayi basardi!
bundan sonrasiysa alex gidene kadar alex ile ugrasmaya devam etti yine... 12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı'nda alex'i 75 dakika kulubeye hapsetmesiyse "alex sayesinde bir sampiyonluk daha gelecegine galatasaray kadikoy'de kupa kaldirsin" diyecek kadar kisisel husumetleri yuzunden gozu donebilecek biri oldugunu gosteriryordu aslinda... ertesi sezona girildikten kisa bir sure sonra da muradina erdi ve alex'i kulupten uzaklastirdi, hem de aziz babasini da gayet guzel kafalayarak, alex'i sadece gondermekle kalmadi, elinden geldigince de itibarsizlastirmaya calisti...
aykut kocaman'in ne denli kotu bir teknik direktor olduguyla ilgili daha once burada defalarca yazdim... isteyen eski entrylerime de bakabilir (bkz: aykut kocaman/@marston and son)
bunlari daha fazla tekrarlamaktansa son olarak kendisinin medyayi nasil kullandigina da az cok deginip, bugun ali koc'un yaptigi aciklamalar dogrultusunda perde arkasinda neler cevirmis olabilecegini biraz daha iyi anlamaya calismakta fayda var...
oncelikle turk spor medyasinin yapisindan biraz bahsetmek lazim... (bunu da bizzat icine girip o yapiyi gormus ve fazlasiyla overqualified oldugu icin bu yapida barinamamis biri olarak soyluyorum, haricten gazel okumuyorum - ukalalik yaptigim da sanilmasin, isteyen bugune dek yazdigim entryleri inceleyip cv'mi uc asagi bes yukari gorebilir)... turk spor medyasi, uzun yillar boyunca hic ama hicbir vasfi olmayan, genellikle ortaokul-lise mezunu asalaklarin elinde kalmis... 1990'larin sonuna kadar neredeyse bu captaki adamlar 17-18 yasinda, basinin baska hicbir kosesinde bir baltaya sap olamayacaklari goruldugu icin, "sen de falanca takimin antrenmanlarina git, muhabir olarak ise basla o zaman" diye bastan savilircasina spor muhabirligine yonlendirilmis, yillarca salla basini al maasini seklinde calisinca da yavas yavas bulundugu yerde yukselmis ve yaklasik 25-30 yillik bir surec sonunda da spor servisi mudurlugu ve kose yazarligi gibi yerlere gelmisler, bunun ardindan da hak ettiklerinin ustunde kazanmaya ve hak ettiklerinin cok otesinde sohrete sahip olmaya baslamislardir...
bu adamlarin yonetici oldugu bir medyada haliyle en son onem verilecek sey de liyakattir... zira bu adamlar, altinda calisacak kisileri cok iyi seviyede yabanci dil bilen, cok iyi okullarda okumus, futbol dunyasinda olup biten her seyi cok iyi takip eden, futbol haricinde de ciddi anlamda genel kulture sahip kisilerden secseler, kisa sure icerisinde kendi yeterlilikleri sorgulanir hale gelecektir... o yuzden bu tipler, spor basininda yukselmenin kosulu olarak, kendi sahip olduklari tek vasfi on plana cikarma yoluna gitmislerdir... nedir o? eski olmak, kidemli olmak! hicbir yabanci dili bilmeyen, cahil cuhela tipleri alip muhabirlikten yetistirmeye baslamak, bu yoneticiler icin en saglikli yoldur zira bu yeni yetistirilen isimler, kendileri daha eski, daha kidemli olduklari icin onlarin ayagini kaydiramaz...
peki boyle yetisen muhabirler nasil habere ulasabilir? hicbir yabanci dili olmayan bir muhabir, bir yabanci hocayla muhatap olabilir mi ornegin? alin size turk medyasindaki yabanci hoca dusmanligi ve yerli hoca fetisizminin en temel sebebi...
yabanci hocalarla muhatap olma sansi olmayan muhabir, bunun aksine yerli hocalara bir cep telefonu uzakligindadir... yerli hocalar da zaten kendilerini deli gibi savunan bu asalaklara, cikar iliskisinden dolayi cok samimi yaklasirlar... "aman sayin hocam, aman canim hocam, soyle buyuksunuz hocam, boyle muhtesemsiniz hocam" seklinde yapilan yalakalik girizgahlarinin ardindan da yalanan bu teknik direktorler, muhabirlere, ihtiyac duyduklari dedikodu malzemesinin bircogunu verirler... muhabir, haberi icin malzeme elde eder, teknik direktor de yalanma ve gazete sutunlarinda korunma ihtiyacini karsilamis olur ve bu simbiyoz iliski de yillardir bozulmadan bu sekilde devam eder...
aykut kocaman da bu duzenin cok iyi farkina varmis bir isimdi ve gorev yaptigi sure icerisinde ahmet ercanlar ve emre bol basta olmak uzere bircok muhabiri gayet guzel beslemisti...
alex'in gonderilmesine yakin ahmet ercanlarin "alex'in faydali kosu mesafeleri", "alex'in sprint mesafeleri" gibi bilgileri gecip haber yapmasini falan bir hatirlayin hele...
aykut kocaman bu asalaklari sonraki donemlerde de hep beslemeye devam etti... onlar da her sartta aykut hocalarini savunmak, onun yararina kamuoyunda algi olusturmak icin ellerinden geleni yaptilar... bu sayede fenerbahce'nin ligde elde ettigi ikincilikler aslinda basariymis gibi gorulmeye baslandi... sezon boyunca liderin yanina yaklasamayan takim, son haftalarda coktan ununu eleyip elegini asmis takimlarla oynayip bunlara karsi bol gol atip kazaninca da "hocaya savunmaci diyordunuz ama bu takim sampiyonlugu sadece uc puan farkla kacirdi, en cok gol atan takim oldu" diye agiz birligi etmiscesine ayni seyleri soylediler... hicbiri soz konusu donemde tek ciddi macin akhisar'a karsi kaybedilen kupa finali oldugunu, galatasaray sampiyon olamasaydi onun yerini, bu durumda tt arena'dan puan cikartacak olan basaksehir veya besiktas'in alacagini soylemedi mesela...
mevcut sezonda da, aykut kocaman artik fenerbahce'nin basinda olmamasina ragmen, bu kalemsorler bu algilara devam ettiler...
ote yandan takim, kulup tarihinin en kotu lig baslangici performansini ortaya koyunca da kalemler iyice sivriltildi, hepsi aykut geri gelsin diye gazel okumaya basladi... tum bunlar olurken bugun ali koc'un aciklamalarindan goruyoruz ki bu yapilanma sadece medya ile de sinirli degilmis... aykut kocaman'in eski ekibinden olan ve goreve devam eden antrenorler de ciddi ciddi kulup icinde sabotaj yapmakla mesgullermis...
bu adamlarin, agababalarindan direktif almadan boylesine bir sabotaja kalkisacaklarini dusenecek kadar da naif olmayalim tabii... hele bir de aykut kocaman'in gecmiste ozetledigim davranislarini goz onune alirsak... zaten ali koc'un konusmasi sonrasinda a spor'da konusmayi yorumlamaya calisan emre bol'un "ya ne varmis antrenman bilgilerinin disari gitmesinde, doktorlar bile hasta raporlarini yeri geldiginde baska doktorlara gostermiyor mu fikir almak icin, ehe ehe" seklinde zirvalamasi bile aykut onderligindeki bu cetenin varliginin delili niteligindeydi...
ezcumle;
aykut kocaman fenerbahce spor kulubunun kapisindan iceri girmis en buyuk hainlerden biridir... kulubun su an icinde bulundugu kotu durumun da bas musebbiblerindendir...
hala daha kendisini savunanlarin bir an once o derin gaflet uykularindan uyanmalarini diliyorum...
ozellikle bugun aciklanan rezaletlerden sonra da taraftarin oncelikli gorevi, ne olursa olsun bu zatin ve yancilarinin bir daha bu kulubun onunden bile gecmemesi icin uyanik olmalaridir... yapilacak protestolar, alinacak pozisyonlar oncesinde hep bu husus akillara getirilmelidir... -
7 temmuz 2018 rusya hırvatistan maçı
kimse yazmamis hayret... iki eski dostu da kenarda gormemize neden olan mac... hirvatistan'in kaleci antrenoru marijan mrmic ve rusya'nin kaleci antrenoru gintaras stauce... ikisi de 1994-95 sezonunda ligimizdeydi... mrmic besiktas'in, stauce de galatasaray'in kalesini koruyordu...
-
kaybolmuş şampiyonlar ligi takımları
uzun sure ara verenler ve katilma sayilarina bakacak olursak:
rosenborg: 11 kez katilmis, en son 2007-2008 sezonunda
sparta prag: 7 kez katilmis, en son 2005-2006 sezonunda
fenerbahçe: 6 kez katilmis, en son 2008-2009 sezonunda
deportivo: 5 kez katilmis, en son 2004-2005 sezonunda
lazio: 5 kez katilmis, en son 2007-2008 sezonunda
göteborg: 4 kez katilmis, en son 1997-1998 sezonunda
feyenoord: 4 kez katilmis, en son 2002-2003 sezonunda
aek: 4 kez katilmis, en son 2006-2007 sezonunda
not: 2008-2009 sezonunu fenerbahce ligde dorduncu sirada bitirmis, sezon sonunda da aziz aga cikip "onumuzdeki yil, sampiyonlar ligi'nde olmadigimiz son sezon olacak, ondan sonra her yil sampiyonlar ligi'nde oynayacagiz" gibisinden bir seyler soylemisti... tahmin edilebilecegi gibi fenerbahce o gun bugundur sampiyonlar ligi'nde yok...
not2: fenerbahceliyim...
not3: azizbahceden hic haz etmiyorum... -
2017 ekonomik krizi
"1950'lerden 2001'e kadar her 10 yılda paramız %1000 değer kaybına uğruyordu. " diyen gerizekalilari ortaya doken baslik...
sozlukte ilk defa bir baska uyeye "gerizekali" diyorum sanirim ama herkesin de bir tahammul siniri var!
bak arkadasim, madem 1950'lerden 2001'e kadar demissin tam da sana o donemi kapsayan bir hikaye anlatayim...
babaannem ile dedem 1946'da evleniyor... biri muzik, digeri resim ogretmeni... kisa bir sure sonra eskisehir'e tayin oluyorlar ve burada bir orta dereceli okulda calismaya basliyorlar... 1948 ya da 1949 gibi dedem bankadan cok dusuk faizli kredi alarak ev sahibi oluyor... o donemki cogu ev gibi iki katli, bahceli bir ev...
aradan birkac sene daha geciyor, 1950'lerin ikinci yarisi, bu kez ford consule marka araba aliyorlar... cevrede araba sahibi olan aile sayisi hayli az...
1960 senesine gelindiginde de (dedem 40, babaannem 39 yasinda) bandirma'nin karsi kiyisindan bir arsa alip denize sifir (gercekten de sifir, balkondan baktiginizda kum gozukmez, direkt denize bakarsiniz) yazlik yaptiriyor...
1970'lerin basinda bu kez kari-koca istanbul'a, maarif koleji'ne tayin oluyorlar... eskisehir'deki evi satip kadikoy'un gobeginde (caferaga spor salonu'nun tam yaninda) bir daire aliyorlar...
1976'da ise emekli oluyorlar... emekli ikramiyeleri ile yaptiklari: iki katli yazliga bir kat daha cikmak ve ayrica yazligin yakininda 15 donum tarla almak...
bak arkadasim bak, duz lisede, duz ogretmen okulunda okumus ve siradan memurluk yapmis bir ciftin, yaklasik 30 yil calisarak kazandiklarina bak...
ote yandan diger dedem de teknik lise'de teknik resim ogretmeniydi... anneannem ise ev hanimiydi... onlar da 1960'larin basinda istanbul'a gelmis ve kisa sure sonra goztepe'de daire sahibi olmuslardi, bagdat caddesine yuruyerek bes dakika mesafede... 1970'lerde onlar da araba almisti... tek maasla yetindiklerinden yazliklari olmamisti sadece...
gelelim sonraki kusaga...
annem iktisadi ticari ilimler akademisi mezunuydu (hani su birilerinin diplomasini bulamadigi akademi)... peder de istanbul universitesi matematik... annem onceleri bankaci olarak calisti, 1985'te ise kendi isini kurup pvc dosya uretmeye basladi (ama iki kisinin calistigi bir kobiydi, annem disindaki calisan da dayimdi zaten ki malzemeyi alip dosyayi imal etme isini bile kendileri yapiyordu)... peder ise bilgisayar programcisiydi...
ikisi 1980'de evlendiler, biz 1990'larin ortasina kadar acibadem'de kirada oturduk... ama ayni esnada bodrum yalikavak yakinindan denize 200 metre mesafede iki katli yazlik aldik... renault 12 ve sahin gibi arabalarimiz oldu... beni üsküdar amerikan lisesi'nde okuttular... 1997'de de cengelkoy nato yolu'nda uc katli mustakil bir eve tasindik... annemi 2007'de kaybettik, peder evi satip baskasiyla evlendi falan oralar ayri hikaye... ama yine anormal okullarda okumamis, anormal meslekler edinmemis bir cift var ortada ve onlar da iki adet mustakil ev sahibi olmus ve cocuklarini ozel okulda okutmus...
simdi gelelim bana ve esime... ben uskudar amerikan lisesi'ni bitirdikten sonra bogazici sosyoloji'den mezun oldum... ustune istanbul iletisim fakultesi'nde gazetecilik yuksek lisansi yaptim... ama medyada bir turlu tam zamanli bir is bulamadim... fourfourtwo'ya bir donem yazarlik-cevirmenlik yaptim, lig radyo'da program yaptim, halen tam saha'ya yazi yaziyorum, o kadar... ve bunlardan neredeyse hic para kazanmadim... hatta gecen yaza dogru kupa avrupası adi altinda koca kitabim cikti avrupa sampiyonasi tarihi hakkinda, ondan bile bir lira telif almadim... su anda galatasaray universitesi iletisim fakultesi'nde doktora calismam devam ediyor, bir yandan da ozel sektorde 1.5 porsiyon asgari ucrete tamah ettigim oylesine bir iste calisiyorum...
esim ise notre dame de sion mezunu... montpellier ii universitesi'nden deug sahibi, ardindan istanbul biyoloji'den mezun, sonra itu'de molekuler biyoloji ve genetik'te yuksek lisans yapti, birkac hafta sonra da bir aksilik olmazsa ayni bolumde doktorasini tamamlamis olacak... bir yandan da bir ilac firmasinda calisiyor... en azindan onun maasi benimkinden iyi... 2.5 porsiyon asgari ucret kadar...
icerenkoy'de kic kadar bir dairede kirada oturuyoruz... bir arabamiz var, annemden kalan paranin bir kismiyla alindi, yazligimiz da var cok sukur de, o da annemden kaldi... kendi kazandigimiz para zaten aylik masraflarimizi cikarmaya anca yetiyor, kenara bir sey koyamiyoruz, haliyle oyle yeni ev falan almayi birakin, hayalini dahi kuramiyoruz...
4.5 yasinda bir oglumuz var, onu gun geldiginde bizim okudugumuz ozel okullarda okutma ihtimalimiz bir hayli dusuk, ha, eger olur da oyle bir sey basarirsak o zaman omrumuzun sonuna kadar istanbul'da ev sahibi falan olamayiz o da ayri... bir sekilde denk getirirsek de bunun kadikoy'un gobeginde veya bagdat caddesi'nin dibinde daire sahibi olmak veya biraz daha uzak bir noktada olsa da uc katli mustakil ev almak gibi bir sey olmayacagi da cok acik...
e napacaz o zaman? en kisa surede yurt disinda bir yerlere kapagi atmanin yoluna bakmaya calisacagiz... bu memleketten bir bok olacagi yok cunku... bir onceki kusaktan daha fazla okumusuz, iki onceki kusaktan cok cok daha fazla okumusuz, yine bunlardan daha fazla mesai yapip daha cok yoruldugumuz, yiprandigimiz islerde calisiyoruz fakat elimize gecen daha az!
bu mu ulan iyiye giden ulke!?
bu mu ulan duzelen ekonomi!?
bu mu ulan yeni turkiye!?
hani eskiden her 10 yilda paramiz yuzde 1000 deger kaybediyordu ulan!?
ne kadar kolay degil mi nominal degerler uzerinden tespit kasmak!
ben dedemin yasadigi kadar rahat calisma kosullarinda ve refah icinde yasamak istiyorum ama onun cabaladiginin 10 kati cabalamama ragmen o seviyeye gelemiyorum!
iste memleketi 60 senede getirdiginiz hal!
edit: ayni gerizekali 2001 yilindaki karkas et fiyati ile asgari ucreti ve bugunkuleri kiyaslayip iyiye gittigimiz sonucuna varmis ve bir de olmayan akli sira bana laf atmis "boboonnosonon olom gocono goro olko yoromloyonloro golson" diye...
asgari ucret 122 lira iken tam altin 42 liraydi... yaklasik uc tam altin aliniyordu 122 liralik asgari ucretle... bugun asgari ucret, agi dahil 1400 lirayken bir tam altin 940 lira olmus... yani yaklasik bir tam bir yarim altin aliniyor bugunku asgari ucretle... eee, noldu beyinsiz kardesim, altin bazinda 2001'e gore yuzde 50 fakirlesmis miyiz? -
clint eastwood'un soyadının doğu tahta olması
(bkz: doğu ormanı)
-
7 kasım 1973 göztepe juventus maçı
enteresan bir trolleme iceren baslik...
goztepe avrupa kupalarinda bir kez yari final oynadi, o da 1968-69 sezonunda fuar sehirleri kupasi'ndaydi... yari final youlunda da sirasiyla marsilya, argeş piteşti, ofk belgrad ve hamburg'u eledi...
goztepe'nin kupa galipleri kupasi'nda en cok ilerledigi sezonsa 1969-70 sezonuydu ve burada ceyrek final oynamislardi... eledikleri takimlar union luxembourg ve cardiff city idi...
kisacasi goztepe ne kupa galipleri kupasi'nda yari final oynadi, ne de juventus'la bir resmi macta karsilasti...
dahasi, dino zoff'un juventus kariyeri 1973'te degil, bir sene oncesinde baslamisti... -
ırak ve şam islam devleti
hala "gercek islam bu degil" sloganiyla yaptiklarini islam'dan izole etmeyen calisanlarin goruldugu baslik...
hayir su "gercek islam bu degil" anlayisindakilerin sunu da dusunmesi lazim: dostoyevski'yi ne kadar iyi rusca bilirsen o kadar iyi anlamaz misin? balzac'i ne kadar iyi fransizca bilirsen o kadar iyi anlamaz misin? kazancakis'i ne kadar iyi yunanca bilirsen o kadar iyi anlamaz misin?
e o halde kuran'i da ne kadar iyi arapca bilirsen o kadar iyi anlaman gerekmez mi?
peki bu isid ve turevleri hep anadili arapca olan tiplerden olusmuyor mu?
hani hep su refleks var ya "aaa oyle deme, arapca'da o su anlama da geliyor, bu manaya da cekilebiliyor, yani kuran'da tam onu demek istememis olabilir, falan filan..." yahu, anadili arapca olan adamdan daha mi iyi bileceksiniz hangi manaya geldigini?
gercek islam, araplarin yasadigi islam'dir arkadaslar... kimse kendini kandirmasin... isid de bu gercekligin en yalin, yontulmamis halidir... -
josef de souza dias
brezilyali hüseyin çimşir...