tanımlama çok önemli. bunun için önce "saygısızlık" kavramının sizin için ne ifade ettiğini net bir şekilde açıklamanız gerekiyor.
bu "saygısızlık" sözcüğü, içine ne koyarsan koy bir türlü dolmayan bir torba gibi. bu yüzden açıklama yapmak şart! kişiler atatürk hakkında ne yaparsa ya da ne söylerse saygısızlık oluyor, ne yaparsa ya da ne söylerse saygısızlık olmuyor, bunu belirlemek gerekir önce. bu tür nesnel sınırları çizilmemiş, öznel alanın en tepe noktasına sabitlenmiş ölçütlerin bize katacağı tek şey, bizi bu kavramı kullanan kişinin veya organize gücün insafına terk etmek olur ki, bunun da adaletsizlik, zulüm ve kötülük dışında bir getirisi olmaz.
tıpkı "dinime saygı duyacaksınız" ifadesindeki gibi, kullanan kişiye ucu bucağı belli olmayan bir çayırda koşturma serbestisi tanıyan, maruz kalan kişiye ise göt kadar bir alan bırakan dengesizliği ortadan kaldırmanın tek makul yolu budur. mesela dinde de, "dine yapılan saygısızlığın" nesnel ve kalıcı sınırları çizilmediği için, söyleme maruz bırakılan kişinin her hareket ve söylemi dine saygısızlığın bir ifadesi oluveriyor.
peygambere ve eşine küfür etmek, namaz kılanın ensesine şaplak atmak, kuran yırtmak, cami kundaklamak vb de bu çuvalın içinde yer alıyor; oruç tutmamak, açık kıyafet giymek, sevgili ile öpüşmek, evrim teorisini savunmak, karma plajda yüzmek de... bu yüzden işte "dinime saygısızlık" adı altında ramazan ayında su içen hamile kadına saldırı yapılıyor, el ele tutuşan çocuklar linç ediliyor, bira içen insana ağza alınmayacak hakaretler ediliyor.
bu nedenle, sizin de "atatürk'e yapılan saygısızlığın" nesnel ve akılcı tanımını yapmak, somut ve nesnel sınırlarını çizmek gibi bir sorumluluğunuz var. atatürk'e "ayyaş, cüce, sünnetsiz" gibi seviyesiz, çapsız yakıştırmalar yapan birini ile, sempozyumda atatürk'ün politikaları hakkında seviyeli ve eleştirel bir konuşma yapan profesörü ya da eleştirel bir kitap yazan yazarı aynı çuvala koymanın sağlıklı olmadığını anlamanız gerekiyor en başta. örneğin: "atatürk'ün 1921 anayasasını 1924 anayasası ile tasfiye etmesi, tarihsel bir hataydı, fiyaskoydu. anti demokratik ve toplum barışını zedeleyen bir uygulamaydı." diyen kişiye de, atatürk'ün ailesi ve özel yaşamı hakkında ağza alınmayacak ifadeler kullanan kişiye de "saygısızlık yapma lan" diye hönkürmenin kendisi en başta sıkıntılı.
bir seçenek daha var: "atatürk'ün her şeyini övmek, sevmek, sahiplenmek ve özümsemek zorundasınız." dersiniz. bunun da ismi, hiç lafı eğip bükmeye gerek yok, faşizmdir. "hayır, biz bunu demiyoruz," diyorsanız da, siz anlatın biz de bilelim, nerde başlar nerde biter bunun hududu.
rdvn046526 profili
-
atatürk'e saygı duyma zorunluluğu
-
garo paylan
"türkiye'de yaşayıp ermenileri savunamazsın lan!"
bu cümleyi şu başlıkta sayısız kere gördüm. bu cümle tam bir osuruk gibi. maruz kalanın değil, çıkaranın yüz karası oluyor.
hakikaten çok güzel ele vermişsiniz zihniyetinizi! "türkiye'de yani türklerin çoğunluk olduğu ve yasalarla türklüğün hakim kılındığı bir yerde, türklerin hoşuna gitmeyen bir şeyi nasıl söylersin!"
aklınız almıyor değil mi lan! azken de, güçsüzken de, zayıfken de, elinde sözcükler dışında bir şey yokken de bir şeylere itiraz edilebileceğine dair en ufak bir fikriniz yok, değil mi? alışkın olduğunuz tek şey itaat, boyun eğme, kula kulluk! yapabildiğiniz en iyi şey devleti, çoğunluğu, yasal şiddetti, ana akım kültür ve siyaseti arkanıza alıp; zayıfı, kimsesizi, güçsüzü ve sayıca az olanı ezmek, aşağılamak, hor görmek, hayatı ona zindan etmek! aklınız ve mantığınız almıyor değil mi lan zaten cesaret, onur, adalet, vicdan, insan hakları gibi kavramları savunmak için her türlü riski ve saldırıyı göze almayı ve alanları!
siz busunuz işte, eksiği fazlası değil:
"bir fikir savunacaksan, git bu fikrin güçlü olduğu, arkasına kitleleri, devleti ve kolluk gücünü aldığı, o fikrin egemen olduğu yerlerde savun o fikri. fikir belirtme hakkı, sadece sayıca daha kalabalık ve daha güçlü olanın hakkıdır, bu yüzden kürtsen kuzey ırak'a, komünistsen küba'ya, islamcıysan arabistan'a, ermeni savunuyorsan ermenistan'a, rum savunuyorsan yunanistan'a git."
bir cümle ile ancak bu kadar fırsatçı, bu kadar güçten yana, bu kadar zulmetmekten yana olduğunuzu belli ederdiniz. heriflerin, hakim gücün karşısına çıkıp bir şeylere itiraz etmeye dair en ufak bir hafızası, anısı, düşüncesi yok. aklı almıyor resmen. nasıl olur lan bu kadar az taraftar toplayan bir fikri canın pahasına savunursun, nasıl, nasıl, nasıl!!!
sakin olun lan, insanlık onuru böyle bir şey. bir fikri savunmak için illa o fikrin revaçta olduğu bir ülkeye göç etmeye gerek yok. hatta insanlar buna ''konformizm'' deyip mahkum ediyor. insanlar hayatına anlam katmak, ilkeleri için duruş ve cesaret göstermek için illa sizin gibi gücü arkasına almayı şart koşmuyor. -
kürtler neden pkk'sız bir parti kurmuyor sorunsalı
doğru soru şu olacak: " türkler *neden kürt kelimesinin geçtiği her yapı ve kurumu terör ile açıklıyor?"
örneğin barzani ve kdp... tamamen pkk karşıtı bir yapı, askeri ve ideolojik olarak çatışma halindeler. ama egemen söylem bu yapıya da (tamamen ırak kürdistan'ında faaliyet yürütüyor olmalarına rağmen) vatan haini, terörist, bölücü falan diyor. sorun, kürtlerin pkk olmaksızın bir hareket kuramamaları değil, kürt halkının gasp edilmiş haklarını dile getiren her oluşum ve yapıyı "terör" çuvalına koyan akılda.
bu akıl, daha önce clara zetkin'i ve rosa luxemburg'u bile pkk üyesi diye dava dosyasına koymuş bir akıl. neden? çünkü bakmışlar ki zetkin'in dünya görüşü ile pkk çizgisi arasında benzerlik var, hop, almışlar dava dosyasına "pkk üyesi" diye. ya da musa anter... kendisi, 1943 yılında (yani daha öcalan doğmadan yıllar önce), kürtçe ıslık çaldığı için yargılandığında pkk falan yoktu. ama devlet aklı onu da terör ve bölücülük suçu ile yargıladı. daha sayısız örnek var ve bu kafa var olduğu sürece, kürtler'in politik talepleri için harcadığı her nefes, size pkk talimati gibi gelecek.
biraz sağduyu ve mantık olsa, ömer faruk gergerlioğlu gibi islami çizgide yetişmiş, yakın zamanda akp vekil aday adayı olmuş, mazlum der'e başkanlık yapmış, pkk ideolojisi ile uzaktan yakından alakası olmayan ıspartalı bir doktorun, ( ki pkk ile paralel olan taban kendisinden çok haz etmez) silahlı ve kod isimli pkk militanı muamelesi görmesinin nedenini de anlardınız. ama inanilmaz bir konfor da sağlıyor tabi "terör" kavramı. hayat size güzel anasını satayım. bir şeyden hazzetmediniz mi, yapıştır "terör" kelimesini gitsin. mis! okumak, incelemek, sorgulamak, düşünmek falan hamallık zaten. -
ömer faruk gergerlioğlu'nun pkk cevabı
'' yine değşik bir cevap vermemiş'' diye sitem edilmiş ama hayatımda sizin kadar değişimden nefret eden bir topluluk da görmedim. bir tek devletçi ve milliyetçi güdülerinizi okşayacak değişimler talep ediyorsunuz, gözümden kaçtı sanmayın. uyanık sığırlar sizi. hadi bir an oldu ya, gergerlioğlu ekşi sözlük ahalisinin ısrarına dayanamadı ve başladı aynı telden konuşmaya:
''pekaka cani, kalleş, hain, bölücü, acımasız, suçlu, cart, curt bir terör örgütüdür.'' falan dedi. soru şu; bunun sizdeki karşılığı ne olacak? bu sefer ''hahaha amk kancığı, zoru görünce nasıl da çark etti. yüce milletimiz ve devletimiz işte böyle kıvırtır sizi, zaaa koyduk mu,'' sözleri dışında ne çıkacak ağzınızdan, çok merak ediyorum. hadi bunun, tahir elçi'nin düşürüldüğü alçak tezgahın aynısı olmadığını varsayalım şimdillik. sende ne değişecek, de hele? mesela tüm ırkçı, devletçi, nefret içeren, ilkel ve barbar söylemleriniz için kendisinden özür mü dileyeceksiniz? her bir hücresine, damga puluna, yazıcısına, zımnasına ve fotokopi cihazına canınızı, malınızı, evladınızı seve seve feda ettiğiniz devlete gidip ''tamamdır, hadi şu sorunu insan gibi çözmek için adım at, bak adamlar örgüte terör örgütü de dedi. boku çıkmışçasına merkezileşmiş yönetim yetkilerini biraz tabana doğru dağıt, anadilde eğitim ve öğretimin önündeki engelleri kaldır, bu savaş, (dur, hadi sizi kırmayayım buna da çatışma diyeyim) bu çatışmada yaşanan sayısız faili meçhul cinayeti, suikasti, katliamı vs araştıracak araştırma komisyonu kur, maksimum sivil katılımın sağlandığı yöntemlerle oturup bu kanser olmuş sorunu kökünden çözmek için sivil, çağdaş ve demokratik bir anayasa yap'' falan mı diyeceksiniz, hayırdır! o da "bu bizi nereye vardıracak" diye sorarken bunu kastediyor işte. bu sözleri söylemesinin; sizin hayvani güdülerinizi, milli gururunuzu ve gerici, türkçü fantezilerinizi okşama dışında bir tesiri olmayacak sizde, bu açık. e bunu da ''as bayrakları as'' diye ota boka bakıp zorlama anlamlar çıkararak yapıyorsunuz zaten yıllardır. dünyanın her yerinde politika şöyle yürütülür; "sen şunu yap/söyle, kazanımımız bu olacak." ama yok, burunlarla beraber akıl da havalarda. emir veriyor paşam, hadi şunu da söyle bakalım.
oturmuş klavyenin başına sipariş veriyor dingil; ''bunu da söyle, şunu da söyle, şunu da bu şekilde söyle, bunu söyleme, bu benim hoşuma gitmedi, sevmedim, olmadı, sinirlendim, elim ayağım titriyor'' falan... sen kimsin la atın oğlu! yarın kalk git çok taptığın bir devlet kurumuna, çok insani bir talebini dile getir bakalım. senin bu yaşamdaki yerin ve kıymetin hakkında asla unutamayacağın bir sunum yapsınlar sana, bizi uğraştırma. -
mhp milliyetçiliği
ne muhalefet var ama!
"alpaslan türkeş'in partisi olacak bir de"
"60'lardaki mhp gitti yerine ne gelmiş"
"pabucumun milliyetçisi"
"milliyetçiliğin m'si yok" falan yazılmış hep.
bir muhalefet düşünün, milliyetçi olan bir partiyi yeterince milliyetçi olmadığı için, 60larda komando kampları kurup savcı, gazeteci, aydın, öğrenci öldüren, alevi mahallelerine kitlesel katliam yapan bir yapıdan uzaklaştığı (!) için eleştiriyor. daha önce de yazmıştım, muhalefet demek sol, demokrat, adil demek değildir diye. demokratik muhalefeti, hükümet pozisyonunda bulunmayan yapıya indirgemenin tarihsel bir yanılgı olduğunu, franco gibi yapıların da muhalefet pozisyonunda bulunduğunu, demokratik muhalefetin müttemmim cüzünün insan haklarını savunmak ve dolayısıyla devleti sınırlamak olduğunu, en stratejik hedefinin merkezi iktidar yapılarının tüm yetkilerinin tabana dağıtılmasını yani çoğulcu ve sivil katılımı sağlamak olduğunu da yazmıştık.
burada görüyoruz ki, türkiye'de muhalefette bulunanların merkezi iktidara stratejik çağrısı siyasi erkin daha çok devletçi, daha aşırı milliyetçi, daha ırkçı olması dışında bir şey değil. pozisyonu muhalefet ama komando kamplarına, kitlesel kıyımlara, paramiliter yapılara duyduğu hasret ile yanıp tutuşuyor. iktidarın hala orada durabilmesinin en büyük nedeni insanlara ölümü (mevcut muhalefeti) gösterip sıtmaya razı etmesi. ortamlarda insan hakları, adalet, eşitlik falan dersiniz, kim bilecek. bunların sözlükteki kanaat önderleri altay horda diye biri işte, "ne işimiz var lan lgbt, kayyım, sol, alevi, kürt ile falan" diye veryansın ediyordu geçenlerde. gidip vatan partisine katılıp salın şu gazınızı artık rica ediyorum. -
chp'nin halkla bütünleşememesindeki temel sebep
diğer partilerin sebepleri ile aynıdır. halkla bütünleşmekten kastın ne? hangi halk? izmir halkı ile bütünleşmiş ama konya halkı ile bütünleşmemiş. akp de konya halkı ile bütünleşmiş, izmir halkıyla bütünleşmemiş. hdp mesela diyarbakır halkı ile bütünleşmiş ama erzurum halkı ile değil. akp ile chp arasındaki fark, konyaların sayısının izmir veya diyarbakır'dan daha fazla olması. sizin halkla bütünleşmekten anladığınız şey ''halkın huyuna suyuna gitmek'' ise, bunun ismi popülizmdir. chp bundan geri durmuyor zaten. genel başkanı kara çarşaflıya rozet takar, maraş katliamı yıl dönümünde alpaslan türkeş ailesini ziyaret eder, çarşıda bozkurt işareti yapar, namaza gider vs.
yok, halkla bütünleşmekten kasıt sınıfsal ise (sosyo-ekonomik) o zaman altın klozete sıçan adam ile götünü taş ile silen adam nasıl bütünleşmiş oluyor.
artık çok sığ, çok saçma yerden mevzuya yaklaşılıyor. bunun çözümü nedir? diye sorarsanız;
(bkz: ademi merkeziyetçilik)
izmirli, trabzonlu şeriatçının, konyalı da, cihangirli gayin kahrını çekmez. ha ona da vatan, millet, sakarya diyorsanız ağlamayın. oturup sineye çekin. yapacak bir şey yok. -
hrant dink
''tüm sıfatlarından önce insan''
basitçe gireceğim; bu cümle suça ortaklıktır. liberal ortayolculuğun faşizmi tahkim etmesinin sayısız yollarından biridir. faşizmin kendisinden daha tehlikelidir.
arkadaşım; hrant dink, insan olduğu için mi öldürüldü? 'yoksa 'tüm sıfatlarından önce'' dediğin sıfatlarından dolayı mı öldürüldü? neydi sıfatları de hele! ermeni, gazeteci, muhalif, aydın, hristiyan, aktivist, araştırmacı... katledilme nedenleri bunlarken, siz ne hakla ''insandı'' deyip konuyu adli bir vakaya indirgiyorsunuz. onu öldüren ogün samast da bal gibi insandı işte. sizin üçüncü sınıf romantik edebiyat fantezilerinizi tatmin etmek için oturup daha da arındıralım sıfatlarından. ''hrant dink bir varlıktı'' diyelim. kurbanı, faille eşitlediğinizin farkında değilsiniz. kullandığınız kavram ve söylem sizin hakikatinizdir. tıpkı ''terörün dini, dili, ırkı olmaz, terör terördür'' söylemindeki uyanıklık ve üçkağıtçılık gibi, şimdi de ''kurbanın sıfatı olmaz, o insandır'' çıktı başımıza.
"terörün dini, dili, ırkı olmaz, terör terördür." söylemi nasıl ki maruz kalınan eylemi tüm politik gerekçelerinden, siyasi taleplerinden, beslendiği toplumsal düzenden, ideolojik motivasyonlarından ve tarihsel süreç içindeki gelişiminden soyutlayıp tamamen apolitik, patolojik ve adli bir vakaya indirgeyip depolitize ediyorsa, hrant dink gibi katledilen ötekiler için sarfedilen bu tür edebi ve güya vicdani cümleler de aynı işlevi görüyor.
"o bir insandı, babaydı, kocaydı." diyerek onu tüm politik, toplumsal ve ideolojik donatılarından, azınlığın bir üyesi olarak ana akım ideoloji ve siyaset karşısındaki konumundan arındırıp bir asırlık devlet politikalarını ve bu politikaların yarattığı kitle faşizmini, örgütlediği kişi ve kurumları da örtbas etmiş oluyorsunuz. evet zaten devlet de o insan olduğu için, evli ve çocuklu olduğu için onu öldürdü. hiç politik, siyasi, tarihsel, ideolojik arka planı yoktu. devlet bürokrasisi, istihbaratı, jandarması, medyası, tetikçisi, siyasetçisi, türkücüsü falan zaten hep insan, baba, koca falan olduğu için örgütlenip katlettiler, suçu örtbas ettiler, katilleri övdüler, terfi ettirdiler.
hrant dink'e ve anısına sahip çıkmanın en anlamlı yolu, onun yaşamı pahasına taşıdığı sıfatlarına sahip çıkmaktır, o sıfatları vurgulamaktır, belirginleştirmektir. gidin instagram'a sıçın şiir sokakta saçmalıklarınızı. -
nagehan alçı'nın öğretmenler rahata alıştı demesi
ulan artık rahat vatandaş görünce kızıyorlar *
insan bir der "keşke tüm vatandaşlarımız rahata alışsa" falan ama yok, rahat olduğunu düşündükleri birini görseler bile kızıyorlar.
cem yılmaz'ın "müslüman mı lan şu" repliğinin yeni versiyonu "rahat mı lan şu" -
ilişkilerden edinilen tecrübe
modern tıbbın yürüyebilmesinin olmazsa olmaz şartı hasta değildir, hasta olduğunun farkında olan ve tedaviye gönüllü olan hastadır. tüm dünya kanser olsa dahi, tedaviyi talep eden bir hasta yoksa, tıp da yoktur.
benim de insan ilişkilerinde edindiğim tecrübe buna paralel. kabullenememiş ve hırslı insanlardan uzak durulması gerektiğini zor da olsa öğrendim. açayım.
kabullenememiş insan; kendisi ile ilgili herhangi olumsuz bir şeye ikna olmamış, kabullenememiş insandır. içsel veya dışsal da olabilir bu olumsuzluklar. cahil olduğunu kabullenememiştir, aptal olduğunu ya da fakir olduğunu, kimsesiz olduğunu, ciddiye alınmadığını, değer görmediğini, iflas ettiğini veya ''onun öldüğünü''... uzar gider bu. insanın bireysel yaşamda atılım ve değişimler zannedildiği gibi itiraz ile değil kabullenme ile başlıyor. tıpkı tedavi gibi düşünün. doktora direnerek sağlıkta ancak geriye gidersiniz. önce kabullenmek gerekir hastalığı.
kabullenme, duruma koşulsuz bağlılık ve itaat değildir. gerçekçi ve anlaşılabilir çözümler üretebilme yolundaki ilk adımdır aslında. ve kabullenememiş insandaki hırs, bana hep korkutucu boyutta gelmiştir. gözlerine, sözlerine, seslerine yansır o ''bir an önce'' hedefe ulaşma arzusu. korkutucu ve yıkıcı bir acelecilik yansıyor yaşamlarına. bu uğurda çiğnemeyecekleri, ayaklar altına almayacakları ,pazarlamayacakları bir değer yok gibi görünür.
bu ''her yolun mübahlığı'', hedefe ulaşma arzusu ve nefretten besleniyor. neye veya kime nefret? belirsiz. tamamen dizginsiz ve serseri bir nefret ve bu nefretin rahimdaşı bir öfke. sorsan, biran sakin dursa ''oha! içimde nefret var, hem de belirli bir hedefi yok!'' diye ürperecek. fakat o kadar hırslı ve kabullenememiş ki, buna vakti bile yok. hayatında ilk defa gördüğü biri de olabilir bu nefretin nesnesi, yolda geçen herhangi biri de, bir eşya veya bir çocuk da. ama hayatını esir almıştır artık bu nefret hali.
örneğin sohbet arasında ''falan kişi kaza yapmış'' dersin, ''onun parası çoktur bir şey olmaz,'' deyiverir misal. oysa kazan yapan kişinin veya ona bu haberi ileten sizin gündeminizde değil zaten para. bunun gibi, yaşamın her anını esir almış bir nefret halinden söz ediyorum. mesela sözlükte de var; ''doktorların sorunundan'' söz ettiğinde hemen ''bok gibi maaş alıyorlar yea'' diye giriş yapan tipler. oysa dile getirilen doktor sorunları arasında maaş yoktur zaten o an. mesela şiddet vardır, insanlık dışı koşullarda çalıştırılma vardır, mobbing vardır, halk sağlığının neoliberal politikalara kurban edilmesi vardır vs vs ama bu tip, direkt maaşlarına odaklanır. çünkü neden? çünkü ''kabullenememe''. doktor olamayışını kabullenememe, bunu kabullendiyse bu sefer diğerinin doktor oluşunu kabullenememe, bunu kabullenmişse bu sefer doktorun o maaşı hak ettiğini kabullenememe... yani illa bir kabullenememe durumu var. basit ve güncel bir örnektir.
kapitalizmin insan doğasını iğdiş edip binlerce yıllık kolektivizmin yerine liberal rekabetçiliği ikame etmesinin sonuçları sadece ekonomik değildir. işte bu hırs yaratılan yeni insan tipolojisinin en stratejik parçasıdır artık. kapitalizm önce değer ve kavramları tekeline alır, sonra üretim araçlarını. işte ''azim''in yerine hırsı, işbirliğinin yerine rekabeti, ihtiyacın yerine lüksü, vicdanın yerine katı usçuluğu koyarak büyür düzen. bunun için tüm imkanlarını seferber eder kapitalizm.
''asla kabullenme, önüne çıkan engelleri yık, arkana bakma, sen yalnızsın, düşersen yenilirsin, hırslı ol, hırs, hırs hırs'' yani başka deyişle homo homini lupusa göre yaşa der.
kapitalizm ilginç bir şey başardı; bir yandan ürünleri sınırsız sayıda üretirken, öte yandan bu ürünlerin sayılı olduğunu, bunlara ulaşmak için "engel ve sınır tanımamamız gerektiğini" dikte eder. bunu yapar çünkü, sınırsız sayıda ürün olduğu bilinci, bir "herkese yeter"lik hissi uyandırır. bu da zaten kapitalizmin aşınması demek.
"ürün ve imkan sayılı ve azdır,insanoğlu ise çok. o ürünü veya hizmeti elde edememe nedenin, senden önce bu hizmete ve ürüne ulaşmış diğer insanlardır. çünkü bu bir yarış."
filmlerinde, müsabaka sporlarının sloganlarında, şirketlerde, bilboardlarda, okullarda, cafcaflı salonlarda yapılan motivasyon konuşmalarında... her yerde öğretilen budur. gittikçe yıkıcı olan, pervasızlaşan, ahlaki değer ve ilkeleri umursamayan, maneviyatı ve ilkeleri gittikçe itibarsızlaştıran, başka insanlara "aşama, mevki, engel, gaspçı, ürün" diye bakan ama ısrarla insan olarak bakmayan bunu da rasyonalite makyajı ile satmaya çalışan ucube bir tip çıkıyor ortaya.
söz uzamasın, ki uzadı da. durumunu kabullenememiş ve hırs yapmış insandan uzak durun derim.
not: siz kör olmayasınız diye paragraflar arasına boşluk koydum. -
barış atay'ın nihal atsız'a dil uzatması
ulan nasıl bir cehalet, nasıl bir denyoluk, nasıl bir davarlık, nasıl alaturka bir ezber akıyor entrylerde! okurken ciddi ciddi başkasının yerine utanıyor insan. herif atsız'dan tiksinenlere ''atatürk ve cumhuriyet düşmanı'' demiş.
bu taptığınız ruh hastası atsız, yine o çok taptığınız cumhuriyet tarafından sayısız kere soruşturmaya tabi tutuldu, mesleklerinden ihraç edildi, tutuklandı, sürgün edildi, yayınları kapatıldı. bu herif meslek icra edemez duruma gelip, yine taptığınız o cumhuriyet tarafından yapılan bir darbe ile idam sehpasına götürülen demokrat parti başa gelince mesleğine dönüyor ve kurucular meclisi isimli yazısında aynen şu açıklamayı yapıyor;
--- spoiler ---
14 mayıs 1950’de gerçek bir cumhuriyet kurulmuş ve meşru bir hükümeti iş başına gelmişse de bu hükümet, devlet idaresini gayrı-meşru bir hükümetten devraldığı için büyük güçlükler içindedir. bu güçlükler yeni hükümetin beceriksizliğinden yahut işlerin çapraşıklığından değil, meşru hükümetin gayrı meşru hükümete halef olmasından ve o gayrı meşru hükümeti meşru bir hükümetmiş gibi saymasından doğuyor.
--- spoiler ---
al kaynak oku sığır. kendi yazısı.
yine aynı herif sizin yere göğe sığdıramadığınız dönemin milli eğitim bakanı hasan ali yücel'i ''komunist faaliyetlere çanak tutuyor'' diye ihbar ediyor defalarca. yine bu herif, sizin bokunu çıkarırcasına sahiplendiğiniz ve milli şef diye götünüzü yırttığınız ismet inönü tarafından nutkunda rezil edilmiş, hedef gösterilmiş ve bu yüzden defalarca yargılanmış biri.
anasını satayım ''bilmem nerenin türkçü gençliği'' sayfasından gidip facebook postu okuyorsunuz; ilkel kabile duygularınız kabarıyor, hayata dair elle tutulur tek bir haltı olmayan hayatsızlar olarak yüzyılların o itaatkar, reaya, cahil ve gün görmemiş ezikleri olarak hayatınızın sonuna kadar bu sikimsonik capslerle yaşama tutunmaya, politik mastürbasyon yapmaya, tutarsa da belki de kendiniz gibi malları ikna etmeye çalışıyorsunız. hayatınız dravdan kabadayılık, uyduruk iddialar, ahkam kesme, bik bik ötme, linç etme üzerine kurulu.
biri çıkıp size dese ki, "1923-1950 arası rejim dikta rejimdir." anasından girer, ırkından cikar, türlü çeşit hayvani işkencelerle linç etmeye kalkarsınız.
e bunu atsız demiş, okumaya üşenen sığırlar için üstte verdiğim linkteki metinden copy-paste yapıyorum;
--- spoiler ---
ondan önceki 1923- 1950 çağı gayrı meşru ve müstebit bir diktatörlük zamanıdır. diktatörlüğü yapan halk partisi, bilhassa onun ileri gelenleridir.
--- spoiler ---
onun da anasına küfür etsene, ona da "atam sallandıraydı bu kılıç artığı iti iyiydi" desene. yok! niye? çünkü senin sikik milliyetçi duygularını okşadı, o başka, he mi toynaklı!
biri dese ki hasan ali yücel vatan hainidir! ne cehaleti kalır, ne ruh hastalığı, ne çomarlığı, ne anası ne bacısı. e bunu da atsız demiş. nasıl! uzaktan bakınca kadir mısıroğlu cümleleri gibi görünüyor değil mi? ama yook, soktuğumun sarkık bıyıklının teki almış bu ergen yavşakları karşısına,hem atatürk'ü hem atsız'ı övmüş de övmüş, övmüş de övmüş. bu amipler de almış bu bilgiyi, 30 yaşına gelmiş hala kullanıyor, üstüne bir de böyle herkese açık platformlarda satıyor. klavyeyi pençelemeden önce azıcık iki google araması yapın. bir şempanze okur yazar olsa şuraya daha mantıklı şeyler yazardı. gidin ananas kemirin, bacağımı soktuğum hastalıklı ortadoğu köylüleri. sizin neyinize lan tarih, ideoloji, fikir falan konuşmak. üstteki metni kadir mısıroğlu mahlası ile paylaşsam beşiktekinden girer mezardakinden çıkarsınız lan ne okuduğunuzu bilmeden.
dil uzatmak demiş bir de homo deyyus. elalem dine, tanrıya, kiliseye, peygamberlere dil uzattı da senin önüne klavye koydu, birkaç şey öğrenesin diye. sen de git ruh hastası bir öğretmenin muritligini yap, koduğumun karbonhidrat deposu. -
insanı yoran şeyler
an geliyor bir olay veya bir problem yaşanıyor ve etrafındaki herkes ama herkes akıl tutulması yaşıyor. koca koca insanlar korku, öfke, heyecan veya panik halinde. sanki sinirlerine zarar veren zehirli bir gaz solumuşlar gibi. yapıcı olma, problem çözme veya ortalığı sakinleştirme gibi mefhumlar ile kalan son bağlarını koparmış, "battı balık yan gider" kafası ile herkesin çıldırdığı anlardan söz ediyorum.
işte bu anlarda tüm yükü senin tek başına gönülsüzce süreç içinde üstlenmen, ilişkilerin seni buna zorla sürüklemesi. herhalde bunun kadar yorucu başka bir şey daha yoktur. hele ki sana yol göstermesi, güven vermesi, öncülük etmesi gereken yaşta insanlar bu çılgınlığın ve boşvermişliğin aktörüyse. herkes senden adil olmanı, onu anlamanı, ona yaramanı istiyor. yatalak hastalar gibi! sağlıklı kaldığını gördükleri tek kişiden grup halinde talepler...
5 yaşından itibaren birlikte yaşadığım arkadaşlar da yitirdim, kardeş acısı da yaşadım, belanın her türlüsüne de tanık oldum, günde 14 saat katır yükü işlerde de çalıştım, aylarca birkaç kuruş ile idare etmek zorunda da kaldım, bedensel anlamda öküzü devirecek acılar da yaşadım ama hiçbiri bunun kadar yormadı. çoğu sağlam bir uyku ile halloldu ama bu...
bazi anlar cidden mantıklı düşünen, tenezzül etmeyen, sağduyulu davranan, erteleyen insana su ve ekmekten daha çok ihtiyaç duyduğum oldu. üzerinden aylar geçse yorgunluğu geçmiyor bu işin. -
yeniden dünyaya gelinse seçilecek ülke
"vizyonunuza kafam girsin" diyeceğim de bu kadar dar bir vizyona anca sinek götü sığar. ulan o kadar yazmışsınız, bir kişi de dememiş ki "peki hacı ne zaman?"
siz bu kafayla kahru perişan olmaya mahkumsunuz bre gafiller!
ben tanrı olsam, bana tarih belirtmeden "bu sefer almanya'da doğmak istiyorum tanrım" diye dilekte bulunan kişiyi, direkt 1930-50 arası almanya'sında komünist yahudi bir ailenin engelli çocuğu olarak doğurturdum. hatta avrupa'dan ülke sayan herkesi 1910-1950 arası avrupa'da doğurturdum.
misal biri tarih aralığı belirtmeden "amerika" mı demiş, alır onu 1860lar amerika'da iç savaşın ortasına veya büyük buhran zamanı amerika'ya yollardım.
bak yukarda japonya demiş birileri. mesela onları direkt 1925 yılında hiroşima'da doğurturdum ki 9 ağustos 1945 günü 20 yaşındayken hayatının travmasını yaşasın.
"belki gondola biner sonra da pisa kulesi'ni ziyaret ederim," diye italya diyeni direkt benito mussolini'nin en güçlü olduğu zamanda italya'da doğurturdum.
bunlar hep tarih bilmemekten oluyor işte. yoksa 2005 suriye'si>1945 almanya'sı. tarih önemli yani. -
esir azerbaycan askerinin boğazının kesilmesi
başlık, tam beklediğim gibi ceset tüccarları ile dolup taşmış. bu eylemin ne kadar insanlık dışı olduğunu dile getirip, devamında bu eyleme karşın daha fazla insanlıktan çıkmayı tek reçete gören kan ve ceset tüccarlarından söz ediyorum.
çünkü varoluş gayeleri, zeminleri bu. ceset ile beslenir, insan kanı ile nefes alırlar. ermeni ruh hastası askerlerin savaşta yediği bu boku, buradaki ruh hastaları daha yeni ruh hastalıklarına gerekçe yapmak istiyor. gerekçeleri de pek insani! vicdan diyor, insanlık diyor, merhamet diyor, savaş onuru diyor ve hemen devamında ermeni -ve ne alakaysa- kürtlerin kanının dökülmesi, atom bombası atılması, çoluk çocuk katledilmesi, hatta 1915'in tekrarının yaşanmasını istiyor, talep ediyor.
"ey insanlik, vicdanınız varsa bu zulme sessiz kalmayın ve gelin ermenilere soykırım yapalım, kadın çocuk demeden soylarını kurutalım" diye derinden, tiz ve gırtlaktan bir çağrı yapmayı da ihmal etmiyor vicdanlı ceset tüccarları.
sizin derdiniz cidden savaştaki vahşet mi? hadi bu zaten baştan komik bir soru. düzeltelim; sizin derdiniz failin kimliğinden tamamen azade olarak, "türk askeri"ne yapılan vahşet mi gerçekten? eğer öyleyse dünyadan habersiz emir erlerini, boğaziçi köprüsünde aynı bu azeri askerin başına geldiği gibi, kesen ve ödül alanları ne yapacaksınız? üstelik kameralar önünde, hepimizin tanıklığı ile yapıldı bu."kızım 6 aylık" diyen albaya "o kızını sikerim" diyenleri el birliği ile alkışlamanızın üzerinden kaç zaman geçti? bakın askere zorunlu askerlik uygulaması ile giden 20 yaşındaki askerler ile 6 aylık bebekten söz ediyorum.
daha da ileri bir tarihe sarayım da hafızanız tazelensin! gerçekten askere yapılan vahşet çok mu üzdü sizi? mesela el bab'da önce boynuna tasma takılıp kafesler içinde dört ayak üstünde gezdirilen daha sonra benzin dökülüp yakılarak "annecim" diye çığlık atışları kameraya kaydedilen askerler için ne düşündünüz? o dönem ufak bir beka sorunu olarak görülmüştü bu olay ve bu iki asker olayı hiç yaşanmamış gibi davrandı tüm ülke. askerlerin ailesi oğlunun cesetlerini ısrarla istedigi için arada gündem olabildi hemi de sizin vatan haini dediğiniz sol medya sayesinde sesleri duyulabildi. kime yutturuyorsunuz lan siz savaş, vahşet, vicdan, insanlık falan dingiller!
madem konu türk askeri, sivillerin yaşam hakkı falan diyerek sizin hiç aşina olmadığınız konulara girmeden, bir örnek daha vereyim;
öz kardeşinin tabutunun başında ağlayarak iktidarı eleştiren yarbaya yapılanlar vahşet değil miydi? tv'den o yarbayın belki 4 katı maaş alan spikerin biri çıkıp "tüm askerlerimize daha doğrusu vatanını canından ve kardeşinden çok seven askerlerimize buradan selam olsun" diye o yarbayı hedefe koyduğunda, ihraç edildiğinde, kardeşinin ölümüne üzülme fırsatı verilmediğinde ve yetkililer "maaş alıyorsan öleceksin" dediğinde bunlar vahşet olmuyor muydu? hadi evrensel insanlık değerleri falan bırakalım hep sizin istediğiniz gibi türklük ve askerlik üzerinden gidelim lan. ırak'ta şii türkmenleri, daiş çeteleri (öfkeli gençler) kıtır kıtır keserken ruhunuz duymuyordu, umrunuzda değildi lan. onlara yapılanlar çok mu savaş kuralları çerçevesindeydi? bu saydığım olayların hiçbirinde "failin kimliğinin hiçbir önemi yoktu. uygulanan sansürlerin ve görmezden gelmelerin bununla alakası yoktu." diyebiliyor musunuz?
siz kimi kandırıyorsunuz evladım? siz; ölen insanın yaşam hakkını, insanca yaşama hakkını, insanlık onuruna yaraşır bir şekilde yaşama ve ölme hakkını mı savunuyorsunuz burada? siz cidden, bizi, burada cenevre savaş hukukuna savunduğunuza mi inandıracaksınız? sizin için maktulün değil, katilin kimliğinin önemli olduğunu bilmiyor muyuz sanıyorsunuz lan dümbükler! daha birkaç gün önce "rusya 60 askerimizi öldürdü gık çıkaramadık" dendi tv'den. o zaman niye vicdan, merhamet demediniz lan! failin rus olmasının etkisi yok diyebiliyor musunuz bu olayda? şu ermeni ruh hastası faşist askerlerin yediği bokun aynısını rus askeri yapsa azerilere, "burada başlığını açabilirdik, videosunu izlerdik, nefretimizi doya doya kusardık ve kesinlikle sansür ile uğraşmazdık" diyebiliyor musunuz?
yoksa asker ölmüş, yanmış, sakat kalmış, parçalanmış çok mu umrunuzda? komünist, ermeni, kürt veya alevi biri polise ve askere yüksek sesle bağırdığında bile kuduran; ölüm,tecavüz ve işkence dahil her türlü vahşet çağrısını yapan sizlerin rusya askerleri topluca katlettiği halde sessizliğe gömülmesine ne tür bir açıklama getiriyorsunuz mesela? o çok militarist, o çok savaşçı, o cok yiğit atarlarınızın, raconlarınızın, fail rusya olunca nasıl da birden "kış soğuk geçecek hehekiki" ciyaklamasına döüştüğünü farketmedi mi kimse sanıyorsunuz lan? ermeniler söz konusu olunca savaş ve vahşet çağrılarının ardında unuttuğunuz bütün diplomatik teammülleri, rusya söz konusu olunca hatırlamanızın ismini "devletler pragmatist olmalı ağbi, çıkarlar önemli" koyduğunuzu kimse görmüyor mu sanıyorsunuz?
sizin varoluş gayeniz bu. yeter ki biri şuraya ceset, kan haberleri atsın. yeter ki gücünüzün yeteceğine inandığınız birileri fail olsun, yeter ki canına okuyup hayatı zindan edebileceğiniz kişileri hedefe koysun bu cesetler. içinizdeki hayvanlığı eyleme dökmek için can atıyorsunuz. -
agit ipek'in cenazesinin ptt ile gönderilmesi
ben yazmayacaktım başlığa. çünkü bunun gibi bir haber ile muhattap olmak, konuşabildiğim bir dilden tercümana gerek olmaksızın okuyabilmek bile alçak hissetmeme sebebi oluyor. bu eylemi savunmayı geçtim, okuyabilmek bile...
ben buradan sevinen yığına laf anlatmayacağım. böyle iyi hissediyorlar, böyle mutlular, böyle rahatlar onlar da. "biz böyle yamyam, biz böyle alçak, biz böyle hayvan olarak iyiyiz ve mutluyuz" diyorlar. kitlesel bir hayvanlık talebine itiraz etmek yersiz. uzak kalmak, izole olmak mantıklı.
o yüzden okuyan arkadaşlar arasında hala insan kalabilmiş olanların yüzü suyu hürmetine birkaç kelam edip bırakacağım.
insanlığınızı koruyun arkadaşım. bakın insanlığı bir kere kaybettiniz mi, bu başlıktaki sayısız örnekte olduğu gibi, sonu gelmiyor. dipsiz bir kuyu bu insandışılık.
toplama kamplarından kurtulan yahudiler "oradaki en büyük mücadelemiz insan kalma mücadelesiydi. çünkü bize de hayvanlık dayatılıyordu ve bize cazip de geliyordu bu. işte bu cezbedici hayvanlıktan kurtulmak, artık sizin tek gayeniz oluyor." demişlerdi.
kötülüğün sıradanlaşması talebini, kitlesel bir çürüme talebini görmezden gelmeyin, bilin ve unutmayın asla! bazen sizin yıllar ve sayısız emekler harcayarak anlatmak istediğiniz her şeyi, onlar bir cümle ile anlatabiliyor. onlar konuştukça biz haklı çıkıyoruz. bu zaman insanlığımızı koruma zamanı. -
4 mart 2020 selahattin demirtaş açıklamaları
#103013125
''ben en başından demiştim bu adam (selahattin demirtaş) akp projesi diye. bana gülmüşlerdi. şimdi anlıyor musunuz?''
demiş suser. evet anlıyoruz şimdi. ama seni değil, sana gülenleri anlıyoruz. saçmalama yarışı yapılsa bu cümle direkt finale oynar. -
sokak köpeklerinin uyutulması gerekliliği
bence iki video izleyip "ay çok datluu, hemen berkesucanbörü'ye bir tane köpek alalığm" diye gazla köpek alıp; bakımı, temizliği, veterineri, masrafı vs uğraşmayıp sokağa atan yaratıklar uyutulmalı.
normalde yeryüzünde en sevdiğim birkaç şeyin listesini yapsam, ilk 3'e köpek girer ama şimdiye kadar almayı aklımın ucundan geçirmedim. çünkü bakamayıp sokağa atma ihtimalim var. apartmanda besleyemeyeceğimi biliyorum. birgün müstakil bir evim olursa alırım ancak. etrafta köpek gibi evcil olan at, koyun, keçi değil de kedi, köpek dolaşıyorsa, bunun birinci dereceden sorumlusu insandır.
herkes burada "avrupa'da sokakta köpek göremezsiniz" diye ahkam kesiyor. avrupa'da senin gibi görgüsüz özenti tipler de bulamazsın. öyle gaza gelip köpek alayım, sonra sokağa atayım diyen kaç kişi bulursun avrupa'da merak ediyorum. -
karımı koruyamıyorsunuz dükkanınızı kapatacağım
bu yüzden hep diyoruz;
ülkede ideolojik, siyasi ve dini bir sorun yok! ülkede karakter, zeka ve zihniyet sorunu var. -
amerikanların %77'sinin haritada iran'ı bulamaması
türkiye'de yap insanların yüzde 40'ı türkiye'yi bulamaz. arttırıyorum, isimlendirilmiş haritada bile türkiye'yi bulamazlar.
-
ekonomik durumunu 3 kelime ile anlat
iki kelimeye anlaşalım!
-
sigara içmeyenlerin ezik tipler olması
dört dal sigara bu başlığı açtırdıysa eroin veya alkol içse neler olurdu düşünmek bile istemiyorum.
edit: başlık sahibi kaçmış. ilk entry bu değil sonra gelip de " bu nece bir giriş entrysidir gurban" demeyin.
şey yazmıştı arkadaş, dört dal sigara içtim ezikliğim geçti falan işte.