nice tnetennba39
profili

  • ekşi itiraf

    ne zaman, apartmanın yakınlarında bulunsam muhakkak bir araba gelip adres soruyor. o an, başka bir şeyle uğraştığım için adres sorusu karşısında beynimin vefat ettiğini hissedebiliyorum. hayır, bir şeyle uğraşmasam da aniden sorulan bu möhim soruyu katiyen doğru cevaplayamıyorum. artık, apartmanın oraya bir arabanın yaklaştığını gördüğüm vakit yolumu değiştiriyorum.

    sordukları soru da "burası ahmet apartmanı mı, şurası iki no'lu apartman mı, orası mortingen şitrayze sitesi mi" şeklinde. 30 yılı aşkın zamandır ailemin ve ondan biraz daha az sürede de benim yaşadığım bir yer için cevaplanması güç olmayan sorular... geçen kurye yanaşıp "bakar mısınız, burası iki no'lu apartman mı" diye sordu. "no ne demek lan?!!! allağım, ben kaç no'lu apartmanda oturuyorum:((" diye hızlıca düşünmeye başlayıp içimden, oturduğum yerin adresini hızlıca söylemeye başladım. "allah'ım nerde bunun numarası" diye kızarmaya başlarken "ibit" çıkıverdi ağzımdan. suratımın yarısını kaplayan maskedeki bakışlarım sukorpiyon'a benzemişti, az kaldı patlayacaktım.

    adam, teşekkür edip motorundan indi. peşimden gelmeye başladı. "aha" dedim o an, "ben, iki no'lu apartmanda oturmuyorum ki" benimle birlikte adam da "e burası iki değil ki???" dedi. belli, uzun zamandır mahallede dolanıyor. benim, götten fıslayan "ibit"im, yüzünde güller açtırmıştı. apartmanın önündeki no'yu görünce kesin, içinden bana küfürler etti. özürler dileyip kaçmak istedim... yanıma anahtar almayı unutmuşum... apartman kapısının önünde bekledim öyle... kaçamadım... bakıştık. "ehirri ehirri, ben heyçan yaptım galiba" dedim.

    gerçi bir kez, oturduğum apartmanın adını dahi yanlış söylediğimi fark edip yan apartmana kaçmıştım. adamlar, olayı çözene dek yan apartmanın içinde bekledim. iyi ki maskem var, zira orada burada "bi tane sıfatını zktiim var, millete yanlış adres verip duruyor" diye anılmak istemem.

  • ekşi sözlük 1. kadın ayaklanması

    ülkemizde yaşayan kadınların neden tek çatı altında birleşmeyi beceremediği, sözde muhalif geçinen erkeklerin "kadın hakkı" dendiğinde neden ters bir şey söylüyormuşuz gibi tepki verdiği, bir kısım erkeklerin de olayı kezbanlık, feminazilik ve nafaka şeytan üçgeni dışında neden yorumlayamadığı (şaşırmadım) konuları hakkında konuşmak isterim.

    1) ülkemizde yaşayan kadınlar tek bir çatı altında birleşemiyor:

    başlığı açan kişinin entirilerine baktığımızda, hem kadınları hem erkekleri aşağıladığını görüyoruz. kadınların, nasıl davranması gerektiği konusunda neler demiş sevgili lethe:

    "lan'lı-lun'lu, abi'li, küfürlü konuşmasıdır.
    sakız çiğnemesidir.
    yolda kahkahalarla gülüp, bağıra bağıra konuşmasıdır.
    erkeksi tavırlar içine girmesidir.
    bedenini uç noktada sergileyerek, bedenle kadın olunduğunu sanmasıdır.
    'erkekler benim peşimde koşsun' çabalarıdır."

    a) entirilerimin yarısı lanlı lunlu konuşmalardan ve küfürlerden ibaret. küfür etmek veya argo konuşmak beni daha az kadın yapmıyor. kimseden, nasıl konuşmam gerektiği konusunda izin almayacağım.

    b) sevgili dostumuz, sokakta nasıl kahkaha atacağımıza, desibel rekorlarımıza kadar karışmakta beis görmemiş. kendi kafasından "ideal bir kadın" yaratıp onun dışında kalanlara da ideale ulaşmaları için neler yapmaları gerektiğini söylemiş. sokakta kahkaha atma konusunda, haşmetmeab'ın ulvi görüşlerine başvurmamız gerekiyormuş. "gerçek kadın", "ideal kadın" gibi kavramlar insan üretimidir, haliyle kadınların da farklı farklı kişilik, giyim tarzı ve davranışlara sahip olabileceğini düşünmen için henüz çok geç değil. ya da geç...

    c) bir kadın, bedenini istediği şekilde kullanabilir: eskortluk veya bedeniyle yapabileceği farklı iş kollarında çalışabilir. bedeni üzerinde hak sahibidir. kadın metalaşması ise apayrı bir kavramdır. bir insanın, bedenini nasıl açıp nasıl kapatması gerektiğini söyleyemezsiniz.

    aynı yazar, başka bir entirisinde ise erkeklerin mizahtan anlamadıklarını, onlarla iki oturup konuşulamayacağını sıkmış. yav kardeş, kusura bakma da seninle mi oturup konuşacağız? misal ben; seninle oturup ne konuşabilirim? sen, bana ne verebilirsin? hem kadını, hem erkeği gömüyorsun, kafanda yarattığın ideal tipe de ucundan kıyısından yaklaşabilmiş değilsin.

    25 kasım'da, dışarıdan biri olarak kadın cinayetlerini durduracağız platformu'nun basın açıklamasına katılmak istedim. yemin ediyorum, o yirmi kişinin arasına girebilmek için on dakika düşünüp bekledim. çünkü, kendileri dışında kimseyi istemiyor gibi bir izlenim veriyorlardı. en sonunda, utana sıkıla aralarına girdim (arkada durdum) ve kimya setiyle oynayan golden retriever'dan farksız şekilde söyledikleri şeyleri dinledim. bir saat sonra, başka yürüyüşe katıldım. ulan (üzgünüm lethe, ulan dedim) madem bir saat sonra ortak yürüyüş var, neden illa önde olacağız deyu yirmi kişi toplaşıp dağılıyorsunuz? sizin platformdan çok polis var etrafta. neden, ortak görünmesi gereken şeyde bile ayrışıp duruyoruz?

    tnetennba bin yezidi el hafif olarak, onlarca derneğin etkinliğine girip çıktım, konferanslara katıldım. biri, "izmir'i mora boyayayım", öteki "eşcinselleri almayalım", beriki "transları istemeyruk", kalanı "erkekleri istemeyruk" diyor. e siz, üç kişi toplaşıp dağılın madem. şiddete tepki için orayı burayı boyamak da tam bir götü rahata alışkın adam işi. orayı burayı boyasan ne olacak kardeşim? 2019 yılının kasım'ına kadar 383 kadın öldürülmüş. siktiğimin şehrini renklere bulayarak mı cinayetleri durduracaksınız? durdurabileceksek eğer, kömürlükten fırçamı alıp geleyim.

    2) kadın hakkı denince köpüren erkekler:

    "kadın hakkı demeyek insan hakkı diyek" diyen adamlar; kadına şiddet yokmuş, kadınlar polise gittiğinde "canım ya al sana koruma" deyu kırmızı halılarla karşılanıyormuş, namus kavramı hiç yokmuş, devletin başındakiler kadına tek bir görev biçmiyormuş gibi kafa sikip duruyorlar. kadın değil insan hakkı konusunda ısrar edip sözde muhalif geçinen adamların da istanbul sözleşmesi'ndeki "domestic violence"ı, "aile içi şiddet"e çeviren, kadınlarla ilgili her şeyi "aile"ye döndüren akp'lilerden farkı yok. istediğiniz kadar kadına şiddeti görmeyin, kadına şiddeti reddedin, akp döneminde şiddet iyice arttı, zira buna uygun politikalar güdülüyor. tek davada sonuçlanabilecek her şey yayılıyor. bakın, ceren damar, şule çet, emine bulut olaylarına.

    arkadaş, kimse size bu saatten sonra, kadına şiddet olgusu nedir anlatmayacak. elinizde internet var, biz nasıl okuyorsak, siz de okuyacaksınız. bir şeyleri reddetmeniz, o şeyin olmadığı anlamına gelmiyor. millet, makale yayınlıyor, konuyla ilgili tezler yazıyor, dernekler kuruyor, bu adamlar, "kadına şiddet yoğ bence, ergeglere bahalım" deyip olanca cahillikleriyle işin içinden çıkıyor yav inanılmaz.

    3) başlıklara yazmayın kardeşim siz de:

    kadın düşmanlığı içeren neredeyse hiçbir başlığa yazmıyorum. "1.70 boylu kültürlü, zeki kadın, amırcıklı" başlıklarına cevap mahiyetinde "ayyyy o benim tağam mı!!!" yazacak kadar ispat gayesine düşmedim; fakat yanıldığınız nokta, kimse yazmasa bile o başlığa attıran beş yüz erkek çıkıyor muhakkak. senin görüşün bir ise, karşında yüzlerce aksi fikir var. "don't feed the troll" deyip kaçamayacağınız bir çoğunluktan bahsediyorum.

    4) istediğiniz şey, sansüre giriyor:

    denilen şey doğru, yalnız bunun da iki tarafı var:

    a) nefret söylemi: bir grup tarafından sürekli aşağılanmaya maruz bırakılan kadınların nefret söyleminin öznesi haline gelmesi durumunu yadsıyamayız. kadına şiddetin; taciz ve saldırının söylemlerle inşa edildiğini asla reddedemem. örneğin, nafaka konusunda sürekli-inatla yanlış bilgiler verip tüm kadınlara asalak muamelesi yapmak, şeyma subaşı'nın durumunu genellemek, kadına ön yargıyı doğuruyor.

    b) düşünce özgürlüğü: misal, "kadınlar paraya tapar" demek düşünce özgürlüğü kapsamında mı değerlendirmeli? yoksa yüz erkeğin aynı şeyden bahsetmesi, nefret söylemine mi girer? doğru olmayan şeyleri, birbirlerinden destek alarak doğruymuş addeden bir grup var. yaz desen nefret söylemi, yazma desen sansüre giriyor. ya da giriyor mu?

    sonuç olarak, sözlükte rennie çiğneye çiğneye okumak zorunda kaldığım, engellesem bile her yerden pırtlayan iğrenç başlıklar mevcut. oturduğum-hiçbir şey yapmadığım esnada bile, ne kadar paraya tapan, amı kokuşmuş, evde kalmış, kültürsüz ve geri zekalı bir insan olduğum genellemesine maruz bırakılıyorum. normal hayatımda, bu cümleleri karşımda kuramayacak insanların hakaretlerini, özel mesajlarını okuyup duruyorum. engellemek yetmiyor. çözüm, benim mesaj alımımı kapatmak olmamalı. millet, diline sahip çıkamazken ben neden kendimi kapatacakmışım? neyse, lethe sen de haksızsın dostum, git önce kendini düzelt.

  • ekşi itiraf

    vapurda, otobüste, kısaca insan içinde son ses instagram story'si veya video izleyen insanlardan çok rahatsız oluyorum. o yüzden, pasif agresif bir yöntem geliştirdim. kibarca uyarınca anlayacaklarını sanmıyorum ki anlamıyorlar. mesela vapurdayım, dayının biri önümde son ses video izliyor. video'da geçen her şeye, arka koltuktan cevap veriyorum:

    - (video) merhabaa takipçilerim, sizi çok özlediiiim.
    ben: valla ben de özledim.
    - (video) şu an amerika'nın bilmem ne eyaletindeyim!!
    ben: biz de vapurda oturuyoruz.

    başarı oranım yüzde otuz. pek bi boka yaramıyor anlayacağınız, ama bazen desteklendiğim oluyor. kimileri gülüyor, kimileri dayıya cıkcıklıyor. aksi bir durumda çevreye sığınırım. destek önemli.

  • ekşi itiraf

    son bir aydır sürekli oraya buraya koşturuyorum. kafayı, bir derneğe/oluşuma/topluluğa girmekle bozdum. nerede konferans varsa katılıyor, saatlerce götümün üstüne oturup birilerini dinliyorum. bana göre değilse, düşüncelerime uymazsa da kuru pasta yiyip çıkıyorum. gerçi baro; börek, sandviç, muffin ve meyve suyu vermişti. suyu içmedim, zira pınar'la anlaşmışlar. hem belediyeye, hem baroya yakıştıramadım. ha naptım, diğerlerini ayı gibi yedim. hele muffin'leri adeta yuttum. bak işte, işin içine ne zaman yemek girse, olayın özünden sapıp yemek konuşmaya başlıyorum.

    baro bitiyor, dezavantajlı bölgelerde yapılan etkinliklere katılıyorum. oradan, üniversite kulüplerine, sanat sepet derneklerine ve başka şeylere dalıyorum. istiyorum ki bi işin ucundan tutayım. fikrimi söylemesem bile, en azından destek olayım. benim açımdan işin faydacı tarafını elbette yadsıyamam; bir yandan da düşünceme yakın olan birilerine yanlama amacını taşıyorum. yanlamak deyince insanın aklına torpil geliyor; hayır, torpilden ziyade, o insanların yaptığı şeyleri bir gün yapabilme isteğim var diyebilirim.

    çile dergahındaki dervişe döndüm valla. en son, işi daşşağa vurmaya başladım. "ohh" diyom, şerefsiz seni. bugün de doydun, kuru pasta yiyip kola içtin. allahsız köpek. işin şakası bi yana, girip durduğum farklı farklı ortamların her birinde kıl olacak bir şey illaki buldum. çünkü, ben de kılın önde gideni, bayrak sallayanıyım. en ufacık şeyden bile soğuyup kıl kaptığım için öz eleştirinin hasını yapmam gerekti:

    1) bir tek senin mi düşündüğün şeyler doğru, gadasını aldığım? (bu da bizi ikinci maddeye götürür)
    2) eşitlikten, bilmem neden bahsedip sana uymayan başka fikirler duyduğunda neden behlül gibi kaçıyorsun?
    3) senin düşündüğün şeyin doğru olduğunu kim belirliyor? götü boklu sen mi?
    4) dördüncü madde yok, senin ben taağzına sıçayım.

    gittiğim her şeyde bir bok buluyorum. mesela dün, adında eşitlik geçen bir oluşumun toplantısına gittim. henüz yeniler ve birkaç akademisyen tarafından destekleniyorlar. katılımcıların çoğu üniversite birinci, ikinci sınıf öğrencisi. beni, oluşumdan soğutan bir durum oldu. bilmem ne üniversitesinden konuk akademisyen getirmişler. oluşumun başındaki diğer akademisyen, öğrencileri tek tek görevlendirerek, konuk akademisyene hizmet ettirdi. bir öğrenci, adamın suyunu, diğeri kuru pastasını getirdi. ya kardeşim, sen ne yapıyorsun? sen ne biçim akademisyensin, ulan eşitlik nerde? ona suyu getir, ona kuru pasta, birine de fotoğraf çek deyip durdu. belki fotoğrafın içinde bulunmak istemiyorum, ne bu emrivaki?

    "eşitlik" diye öğrencilere hizmetçi muamelesi yaptılar. sizin ben yapacağınız işi skeyim. beni sinir eden en ufak şeyi dahi söylediğim için her ortamdan dışlanıyorum. dışlanmanın kötü tarafı (iyi tarafı var mı?) bir müddet sonra "neyse, çenemi kapatayım, bi boka yorum yapmasam ölmem herhalde" diye düşünüp götün götün ortamı terk etmeniz. belki ben, kendi kafama göre oluşum bulacağım diye diye saçma sapan bir yola girdim. öyle ekstrem bi şey de aradığım yok ha. yani, kapıyı açınca orgy'e denk gelmek, dominatrix'lerin bana tasma takıp gezdireceği bir ortam arama niyetinde değilim. aradığım temel şeyler; saygı, hoşgörü, eşitlik, tutarlılık. örneğin, sen erkeksin, gaysin, bilmem necisin, bizim yerde işin yoğ diye düşünülen bir yere asla giremem.

    ilk hafta, dezavantajlı bir bölgeye gittim. x birliğinin temsilcisi, sanki ben herkesten sorumluyum gibi bana "ahmet'le aynı sınıftaymışıng, ayşe'yle aynı sınıftaymışıng, onlar niye gelmedi????!!!!" diye sert bir ses tonuyla hesap sordu. sertifika vereceklermiş, onlar niye gelmemişmiş, ya abam, ya abim, herkes kendinden mesul, bana ne?! sizin dandik sertifikanız mı önemli, o bölge insanına bi şeyler anlatma isteğiniz mi? demek, bir kağıt parçası daha önemliymiş.

    toplumsal cinsiyet ile ilgili akademik ortamlara, sanatsal ıvır zıvırlara, her türlü seviyeden şeylere girip çıktım herhalde. akademik olanlar beş para etmez, sanat sepetler birbirine anlatıp boşalıyor, sonra çay sigara içip dağılıyor. diğerleri de sikindirik sertifika peşinde. insanlardan ve kendimden tiksinmeden, her gördüğüm şeye katılmaya devam edeceğim. kuru pasta severim, tuzlusu iyidir.

  • insanın enerjisini emen insanlar

    bu türün başını, iletişim kurma özürlüsü, dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanan ve pireyi deve yapan insanlar çekiyor. dün başıma gelen olayda, saydığım üç özelliğin birleşimi bir organizmayla karşılaştım. yav arkadaş, dört duvar arasında bunalıp orada burada dolanmak, yorulunca da oturup bir kahve, birkaç dal da sigara içmek istiyorsun, onda da denk geldiğin insanlara bak.

    yaklaşık bir senedir sık sık gittiğim bir kahveci var. kafede, tek başıma oturup kitap okumak dışında hiçbir şey yapmıyorum. dün, kafe bomboştu şansıma, gittim sünepe gibi köşeye çömdüm. çizgi romanımı açıp okumaya başladım. derken, sekiz kişilik bir grup gelip yan masaya oturdu. sekiz kişilik grupta yabancı bir adam, bir de onun eşi türk kadın var. kadın, adama menüdeki tatlıları, kahveleri anlatmaya çalışıyor. göt göte olduğumuz için (masaları birleştirdiler) her şeyi duyuyorum ister istemez. neyse, bunlar sipariş verdiler, siparişleri geldi. kadın, masadakilere bakıp "offf yaa, biz sıcak istemiştik, bu soğuk geldi pffff :sssss" demeye başladı. masadakilerden biri, "önemli değil, hava sıcak zaten, ben içerim. siz başka bir şey sipariş edin." dedi. kadın ne yaptı dersiniz? ırkçılık kartına oynamaya başladı.

    "geçen, bilmem ne mekanına gittiğimizde de aynı şeyi yaptılar. masadaki herkesin siparişi tam geldi. bir tek benim eşime bakan olmadı. bilemeyeceğim artık." dedi. well, that escalated quickly. cümleyi bitirir bitirmez, masadakiler "canım, duymamışlardır, yanlış anlamışsındır." deseler de kadın, hususi olarak yabancı eşinin hedef alındığı konusuna kafayı takmıştı bile. "ben, sıcak sipariş etmiştim, değiştirebilir misiniz?" deyu insan evladı gibi rica etmek yerine, masadaki arkadaşlarını ve ailesini gerdi. ha beni de gerdi ama, ben kimim? dış kapının dış mandalı. kadının dediğini duyar duymaz aha tam şuna döndüm.

    halbuki, gerçekte olan şey neydi? garson kız, orada birkaç gündür mü ne çalışıyor. uğultudan dolayı siparişi yanlış aldı. bakın, ne kadar basit. ne bileyim ya, sen git o kadar akıcı ingilizce konuş, kocanın dediğini ailene, ailenin dediğini kocana aktar; ama bir "siparişim yanlış gelmiş" diyeme, hıncını masadakilerden çıkar, öfle pöfle, olayı ırkçılığa bağla.

    allah affetsin, üç günlük enerjimi emdi kadın.

  • ekşi itiraf

    bizim evde, peynir seçimi büyük dert, adeta bir devlet meselesi. tatsız tutsuz bir peynir aldıysan, sıçtın. "peyniri tatmadan mı aldın?" diye, adamın üstüne üstüne gelip psikolojik şiddet uyguluyorlar. altı üstü bir peynir ulan, karşındaki adamı kırmaya değer mi, desem de orada burada yemek zorunda kaldığım peynirler aklıma geldiği vakit aileme hak veriyorum. dandik peynir yemek beni sinirlendiriyor. "ulan, bi peynir yiyecektik, onun da içine sıçtınız." deyu düşünüyorum.

    biri bana, "git peynir al" dediği zaman, elim ayağım titremeye başlıyor. "ya, aldığım peyniri beğenmezlerse?"

    "ohoooo, tnetennba, bu ne biçim peynir ya, tatmadan mı aldın?"

    olm, insanı strese sokmayın lan. bi peynir alacağız hepi topu. insanın üzerine bu kadar gelinmez ki. bir de bu peynircilerde cıstak cıstak müzik çalıyor ya peynirciye mi geldik, diskoteğe mi belli değil. yav, allah'ın peynircisinde neden son ses demet akalın çalıyor? içeride çalışanlar neden mutlu, neden herkes dans ediyor? peynirde indirim var diye oynamak zorunda mısınız? zeytinde de indirim varmış, e 250 gram da ondan alayım. biberli olsun. alın işte... cıstak müzik, size alakasız alışverişler yaptırıyor. en nihayetinde gidip en dandik peynirle, en dandik zeytini alıyorsunuz.

    edebimle adabımla gittiğim peynircilerden, kimsenin yemediği peynir ve zeytinleri alıp bir de matah bir bok yapmış gibi dans ede ede çıkıyorum.

  • ekşi itiraf

    tablette annemin instagram'ı bağlı. anamın iznini aldım, orta yaşlı akrabaların story'lerini açıp gülüyor, keşfet kısmına düşen "hindistan cevizi serpiştirilmiş çikolatalı karamelli mercimek köftesi" tariflerine bakıp kusmamak için kendime meydan okuyorum. böyle böyle ufak bir eğlencem oldu hayatta. tabii, en sevdiğim şey, abimin paylaştığı story'lere annemin hesabından, annemmişçesine cevap vermek. mesela abim, ikimizin fotoğrafını paylaşıyor, ben de annemin hesabından, "ah benim canım kızım, iyi ki doğurmuşum seni. ne güzelsin. kara kuru öteki sen siktir git." yazıyorum.

  • ekşi itiraf

    insanlar abuk subuk şeyler söyledikleri zaman, onlara aşırı uçlarda cevaplar vermeyi çok seviyorum. yemnediyorum ping sorunu oluyor, o gözlerden, o hareketlerden anlıyorsunuz. bu duruma anam babam alıştılar tabii, en fazla iki saniye durup "öff tnetennbaaa" deyyorlar da yabancı insan tepkisini izlemek apayrı bir eğlence.

    örneğin, kedim sarmanla ilişkimiz yavuşaklık düzeyinde. bi şeyi mi kırdı, kırsın, n'olacak, ondan önemli mi, değersiz bir eşya diye düşünüyorum. anasının gulü, kır aşgım, diyorum. başkası bu hareketimi duyunca, yahut görünce bana "ayy sen çocuk sahibi olsan, çocuğunu çok şımartan annelere benzersin" diyor. ben de ona/onlara, zaten yumurtalıklarımda bir sorun olduğunu ve büyük ihtimalle çocuk sahibi olamayacağımı, yine de düşünceleri için teşekkür ettiğimi söylüyorum. ping sorunu anında geliyor. "şağa lan şağa" diyene dek armut gibi kalıyorlar, bayılıyorum.

    bu bayramda da evlenip evlenmeyeceğimi soracak insanlara, evlilik düşünmediğimi, hali hazırda biriyle birlikte yaşadığımı söyleyeceğim. hahahsjdjd hırt hırt konuşanlara, onların dilinden cevap vermek elzemdir.

  • ekşi itiraf

    uzun zamandır takip ettiğim bir eskort hesabı vardı. kadının twitter'ı dallas gibiydi mübarek. o leşliği, o varoşluğu, o kavgaları uzaktan uzaktan izleyip eğleniyordum. biri, kadına yüzük alıp "aşkım kraliçem, seni seviyorum" derken diğeri onun borçlarını, kirasını neyin ödüyordu. kadın, masanın üzerine silah koyanlarla takılıyordu. adamlar, ona hediye aldığında görgüsüzce hediyenin fotoğrafını paylaşıp fotoğrafın altına da "partnerimmm bnaa ne almşş yhaa" yazıyordu. düzenli squat eylenmiş götçeğizi, mükemmel fiziğinin tamamlayıcısıydı. alanında maço erkekleri, onu sahiplenenleri takmaz, hepsine "partner" derdi. di... di...

    birkaç arkadaşıma, gizli gizli eskort hesabı takip ettiğimi söyledim. başta anlamadılar. amacımı sordular, sonra link at dediler. gel zaman git zaman, kadın-erkek demeden hepimiz aynı hesaba gönül verdik. sabah uyandığım vakit vatsabıma "oooo, seninki (artık benimkiydi) göd vidyosu paylaşmış, izledin mi?" mesajları düşmüş oluyordu. beni hor gören herkes, aynı kadının köpeğiydi artık.

    hiç abartmıyorum, altı aya yakın takip ettim bu kadını. adres çubuğuna yazıp tıklatmadığım tek gün bile yoktu. bir ara kendimi iyice kaptırmışım, annesi hastalandığında üzüldüm, "bbşlrm, bir sre ykmmm, ttle gtçm grşrz" dediğinde kahroldum, mesaiye başladığında da sevindim.

    en son "yaza kadar eskortluğu bırakıyorum" yazmıştı. ulan ben bi üzül, ben bi üzül. arkadaşlarım da ekran görüntüsü atmış, "seninki eskortluğu bırakıyormuş, kimi takip edecez şimdi" deyu. hayattaki derdimizi skeyim valla. neyse, geçen yine bi bakayım dedim, hesap mesap yok. hazırlıksız yakalandım. nasssıııı yaaaa, olamaz dedim, yine tıkladım. yok, gitmiş. zalım, yaz derken, temmuz memmuz olur sanıyordum ben.

    bugün arkadaşım aradı, "neydi senin bu eskortun linki?" deyu sordu, ağlamaklı oldum. hesabını kapatmış dedim.

    umarım mutlusundur. umarım hayallerini gerçekleştirirsin.

    (yav o kadar mafyayla takıldı, umarım vurmamışlardır. ondan da korkmuyor değilim. )

  • ekşi itiraf

    evde otur otur iyice asosyal olduk, madem öyle biriyle tanışalım dedik. kadın, erkek fark etmez; amacım duygusal bi şey yaşamak değil. zaten duygusal ilişki yaşayabilecek uzvumu yıllar önce kaybettim. kafamız uyarsa sohbet ederiz, bu kadar. neyse, ben onu bulmadım, o beni buldu.

    illet bir huyum var; değiştiremiyorum. karşımdaki insanın herhangi bir huyunu sevmediysem, "bakalım o sevmediğim hareketi yine ne zaman yapacak" deyip beklemeye başlıyorum. cs_italy'de bonbayı kuruyorum. dediği başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor, ben o harekete kuruluyorum bir kere... takıntılı, tanrıtanımaz bir göt deliğiyim.

    bu sefer kurulduğum şeyse, cümle aralarına "sözlükte ünlü biri olduğunu" serpiştirmesi. başta "ben yanlış duymuşumdur, dalga geçmeyeyim hemen" dedim, yok; inanmış. ünlülük mevzusunu açıp durdukça, ateşi harlamaya başladım ben de, ne yabayım.

    + yeaaaa işte, debe'ye girerdik eskiden. o listede 20 entirim olurdu...
    - hıı hadi ya. ben seni tanımıyorum, hiç de görmedim, üzgünüm. (harladım)
    + sen o zamanlar sözlükte yazmıyordun tabii, bilmezsin debe mebe.
    - yazmam gerekmiyor, çocukluğumdan beri okuyorum. seni de hiç görmedim kardeş.
    + nasıl görmezsin yaaa? beni?
    - debe listesi, listeye girmek için abuk subuk şeyler yazan geri zekalılarla dolduğu için okumayı bırakmıştım, ondandır belki. (vallahi anlamadı)

    benzer muhabbeti tekrar tekrar yaptıkça, ben de her seferinde dalga geçmeye başladım. bir insan, siktiri boktan bir mecrada; bu ekşi olur, twitter olur, instagram olur 'ünlü' olabilmekle nasıl övünür anlamıyorum. ünlü de değil ha, öyle inanmış. her şeye de bahanesi var. buyurun, sen ünlü değilsin, öyle sanmışsın dediğim zaman söylediği diğer abuk subuk şeyler:

    - sözlüğe sürüyle insan geldi, beni tanımamaları normal
    - debe varken ünlüydüm
    - beni "sözlükteki fenomenimiiiz" diye tanıştırıyorlar buluşmalarda (baba kıralsın)
    - "senin yazdıklarını çok beğeniyorum, saatlerdir profilindeyim" deyip mesıc atanlar oldu

    en sonunda "seni de çakma ünlülüğünü de skeyim koca oğlan" deyip yol verdim kendisine. toplasan 2 hafta konuşmamışızdır. eşek kadar insanların yaptığı muhabbete bak, vallahi delireceğim. debe'yi geri getirin, adam yoksunluk krizi geçiriyor. iki entiri yazsın da listeye girsin.

  • ekşi itiraf

    üniversitenin ilk yıllarında takıldığım bir grup vardı. yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. e tabii çömeziz ya, 58 kişi, uhuyla yapıştırılmış halde geziyoruz. öğle arası geliyor, "ne yapalım?", ders bitiyor, "nereye gidelim?" biri de çıkıp demiyor ki "ben evime gidiyorum, ne haliniz varsa görün." birbirimizden sıkılsak da söyleyemiyoruz, çünkü abuk subuk şehirlerden gelmişiz, yalnız kalırsak zırtlanlar kapar neme lazım...

    bir gün yine ders bitmiş, yine o malum soru geldi, "ne yapıyoruz?". hadi, x kafeye gidelim, çay kahve içer otururuz. yahu bırakın da bi eve gidelim. anamı babamı sizin kadar görmedim hayatımda. neyse, gittik oturduk bir yere. meğer, akşam canlı müzik varmış, aman yarabbi.

    yanımdaki çocuk, bana doğru eğilip bir şey dedi. müziğin gürültüsünden, ne dediğini anlayamadım. tekrarlamasını istedim. tekrarladı, yine anlamadım. yine tekrar etti, ulan yine anlamadım. hadi ilk kez anlamayınca checkpoint hakkın oluyor da, ben üçüncüye gelmişim. dediğine cevap vermemin zamanı gelmiş. dördüncü kez "ne diyon anlamadım" da diyemezsin. bunlar, yazılı olmayan kurallardır. şimdiii, "hayır" desem, "neden?" deyu tekrar sorabilir, sıçarım. en iyisi, karşımdakini desteklemek. "evet, bence de" dedim, ne yapayım.

    şaşırdı, "allah allah" dedi. gülmeye, dalga geçmeye başladı. "nasıl yaaa, nasıl, ne demek bence de?" diye ağzını yaya yaya gülüyor, bağırıp çağırıyor, ellerini masaya vuruyor. acaba soru mu sordu? ne dedin lan sen?

    - yarın ders kaçta başlıyor?
    + evet, bence de (puh)

    - müzik nasıl?
    + evet, bence de (uymadı)

    - sıkıldın mı?
    + evet, bence de (fifti fifti)

    - sen de beni seviyor musun?
    + evet, bence de (evlendik)

    hatta adam gülmek şöyle dursun, gaza geldi. truvanın çorum versiyonundaki sülüman gibi destek istemeye başladı. masadakilere dönüp "ya bakın bakın tnetennba ne dedi, hahaha" deyu bi hamle yaptı. anladım, amacı beni insan içinde rezil etmekti. durumu kontrol altına alma amacıyla parmağımla omzuna dokandım ibbinnanın.

    "kusura bakma ahmet, duyamadım seni. sağ kulağım az duyuyor. benimle eğlenmen bitti mi artık?" dedim. sağ kulağım az maz duymuyor. bu bi üzüldü, gerilmiş kaşları aşağı düştü. vay efendim çog özür dilerim, bilmiyordum, bilmem ne, zırıl zırıl ağlamaya başladı. birkaç hafta sonra, "ben okumaycam" deyip okulu bıraktı. o zamandan beri de görmedim. kardeş, iki kulağım da sağlam, yalnızca dinlemiyordum. belki okursun. *

  • ekşi itiraf

    babam, rafineri emeklisi. evimizde kullandığımız her şey rafineriye ait. havlu, ajanda, takvim, duvar saati, kalem vb... haliyle, çocukluğumu, ergenliğimi doya doya yaşayamamamın sebebi o rafineridir!!! arkadaş; ergensin, fücudunu incelemek istiyosun. duştan çıkıp gelişmekte olan yerlerine bakacaksın. ama o da ne, bir saniye bile seksi olamıyorsun, çünkü baş ve vücut havlunda tüpraş yazıyor.

    günlük tutacaksın, elinin altında olan tek şey, tüpraş defteri. o defterin ilk sayfalarında, tüpraşın ne zaman kurulduğu, devletimize katkıları anlatılırken sen "tnetennba kalp anakin skywalker" ya da "tnetennba kalp castin" veya "günlüğümü okumayın" yazıyorsun. batman rafinerisinin altına, günlüğünü okumaman gerektiğini yazsan ne kazanırsın? senin mikro dünyandaki problemleri kim sker tnetennba? rafineri, binlerce kişiye istihdam sağlarken senin derdin, günlüğünün okunması mı? yazık.

    chris evans'ın baklavalı malum posterini asıyosun, yanda tüpraş amblemli duvar saati parlıyor. odaklanamıyorsun.

    diyorsun ki, baba, ben senin çalıştığın yeri görmek istiyorum. bana işini anlat, ne yaptığını bileyim. adam seni, aliağa'lara kadar götürüp kantara oturtuyor ve "kızım kaç kilo çekiyor ahı ahı" deyu badi şeymink yapıyor.

    beni bitirdiniz be.

  • ekşi itiraf

    yazın, çok kısa süre bir reklam ajansında çalıştım. ajansta bir tip vardı ve herkesin iki lafından biri onu örnek almam, onun 'ajansı' olumlu yönde nasıl değiştirdiği, tam daşşakları yalanası bir insan olduğu ve süper orijinalliği üzerineydi. başlarda, tamam ulan, ne güzel işte, bundan bi şeyler kaparım dedim. o nereye giderse gittim, sorular sordum, yaptığı şeyleri izledim, notlar aldım. e baktım bu hiçbir şey yapmıyor ki. etraftakiler mal. koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler, o hesap. herkesi bi güzel keklemiş.

    ara ara, eskiden çalıştığım yerlerin hesaplarını kontrol eder, ne yapıyorlar, ne durumdalar diye bakarım. yalnızca meraktan. aha yazın çalıştığım ajansı da kontrol ettim. baktım, bir blog yazısı paylaşmışlar. ha, kendi içimizde görev dağılımı yapar, sitenin hit'i artsın deyu blog yazıları yazardık. yazılar, asla ve kat'a çalıntı olmamalıydı. oturup kendin yazacak, patrona gönderecek, ondan onay aldığın zaman paylaşacaktın. bana dedikleri şey, "sen de onun gibi yaz bak, ne güzel yazıyor" idi.

    dün, öylesine gezerken bi baktım, elemanın yazdığı her şey çalıntı. nasıl olsa kimse kontrol etmiyor, yıllardır aynı yerde çalışıyorum, mükemmel elemanım ahı ahı diyerek boyna emek hırsızlığı yapmış. en az iki yazısı, kaynak gösterilmeden paylaşılmış. bir de utanmadan hepsinin altına adını soyadını yazmış. adam sikme, haksızlık, intihal vb şeylere asla tahammülüm yok. o anda, intikamcı kişiliğim ortaya çıktı. gittim feyk gmail hesabı aldım, sitelere tek tek mail attım. "merhaba ben ayşe, reklamcılık öğrencisiyim. projemle ilgili slayt hazırlarken x sitesinin sizden yazı alıp kaynak göstermediğini fark ettim." dedim. tam bir işsizim ve pişman değilim.

    ahfjskfkdls kısasa kısas. nebçim bilenmişim. nabam.

  • ekşi itiraf

    bundan yıllar yıllar önce, o zamanki erkek arkadaşımla buluşma kararı almıştık. süslendim, püslendim, ay aşkitomla buluşacağım deyu heyecanlandım. onun da benim gibi heyecanlandığını tahmin ediyorum. beni, otobüs duraklarının oradan aldı ve birlikte yürümeye başladık. ben de şu, ağzını su aygırı gibi açıp "ahı ahı" diye bağırarak gülen insanlardan biriyimdir. neyse, göt terleten sıcakta yürürken, bir espri patlattı. ben de kafamı geriye atıp ağzımı camış camış açarak gülmeye başladım. ağzımı tam kapatıyordum ki karşıdan bana doğru gelen bir sinek gördüm. sinek, ağzımın içine girdi. huuaaağğğ tüh sesleri eşliğinde elime doğru tükürdüm. sinek, vefat etmişti. üzgünüm sinek.

  • ekşi itiraf

    bir dönem tefecilik yaptım.

    hahah nasıl bir girizgah oldu bu? elbette tefecilik yapmadım, ama yazınca heyecanlı görünüyor. hayır, ben, tnetennba el yezidi bin hafif, arkadaşlarımın ve aile fertlerimin kredi kartlarını ve nakitlerini, tamamen onların isteği dahilinde saklıyorum. hepsine el koyuyorum.

    etrafım, parasının kontrolünü yapamayan iradesiz köpeklerle çevrili olduğundan, yansalar üzerlerine işemeyeceğim seviyede inadımı ve katılığımı, onların üzerinde uyguluyorum. adamlara, kendi paraları ve kartları üzerinden tahakküm kuruyorum. sahibe helen'den bir tık uzağım...

    her şey, parasını çarçur edip ay sonunda açlıktan ağzı kokan ev arkadaşımın "tnetennba, sen para idare etmesini iyi biliyorsun, hem de pisliğin tekisin. sana 300 lira vericem, x tarihine kadar, yalvarsam bile o paradan bana zırnık koklatma." demesiyle başladı. yav dedim, kuzen, elbette. bana da eğlence çıkar, eşşşeği havuçla koşturdukları gibi koştururum seni dedim.

    vay babam bu hayatımın eğlencesiymiş. nasıl düşünememişim... nasıl bilememişim... şerefsizler uyuşturucu yoksunluğuna giriyor sanki. "paramı veğğr, paramı veğğr, nolur, verme, sakın verme!!!!! seni kandırmama izin verme!!!" diye diye sapıtıyorlar. vay efendim sigara alacakmış da geberiyormuş, parası bitmiş, lütfenmiş...

    abim geliyor, "kredi kartımı sakla" diyor, iki gün sonra "nereye sakladın lan kartımı:(((((" diye boğazıma sarılıyor (şaka), yine de vermiyorum. göz bile kırpmıyorum. allam keşke böyle bir iş olsa da komisyon alsam, milyoner olurdum şerefsizim.

    paranız, itinayla saklanır, sikseler verilmez. (c) 2019

  • ekşi itiraf

    çocukluğumdan beri öz ailemi sokakta görünce tanıyamamak, önlerinden direkt geçmek gibi bazı geri zekalılıklarım mevcut. hadi çocukken salaksındır, kafatasın yumuşaktır (evet) anayını babayını karıştırıp elin yabancısının elini tutabilirsin, bence bunu pek çok insan yapmıştır da. hayır, ben 27 yaşına geldim, hala aynı problemi yaşıyorum.

    sokakta yürürken, karşıdan biri el sallıyor, ben de arkamda biri var ona el kol yapıyor sanıyorum. meğer o kişi abimmiş. "ya sen geri zekalı mısın, beni görmüyor musun, ne alık alık bakıyosun suratıma" diyor bana. biri durakta omzuma dokunuyor, "ay napıyosun be" diyorum, meğer o kişi de babammış. "kızım napıyosun", "aaa buba sen miydingg"

    küçükken annem diye başka kadınlara sarılırdım. üstelik, annemle alakası olmayan kadınlardı. mesela gidip örtülü birine koşup "anneeee" diyordum. annem örtülü değil. bence salaklığın da bi sınırı olmalı.

    bugün babamı tanımadım.
    bugün babasını tanımayan...

  • 11 ekim 2017 tüpraş patlaması

    babam 27 sene tüpraş'ta çalışıp emekli oldu. ben küçüktüm, bir kez tüpraş'ta patlama olmuştu, babam da müdahale ekibindendi ve rafineriden çıkması yasaktı. televizyondan canlı canlı izlemiştim ağlayarak. ne zaman tüpraş patlaması haberlerini görsem, hala aynı anları yaşıyorum sanki. maalesef hayati tehlikesi olan bir meslek bu, çok üzüldüm.

  • onemliuyarilar'a yardım ediyoruz 2

    allah allah, bana çok garip gelen bi yardım duyurusu bu. bakıyorum bakıyorum, tedavi için mi toplanıyor para, hayır, meğer tv ünitesi alınacakmış. bir de net rakam girilmiş, beş bin bilmem kaç lira. kendi adına başlık açıp tedavi için değil, ev döşemeye para istiyor. cidden idrak edemiyorum. kardeşim sen kadıköy'de oturmuyor musun bir saniye... kadıköy'de evini satsan milyon eder, evini kiraya versen iki bin lira en aşağı. burada yok tv ünitesi yok bilmem ne için para toplamak nedir? yani bir aciliyeti bir zorunluluğu mu var? de ki, kanser hastası annem için ormana fidan dikmek istiyorum, lösev'e bağış yapmak istiyorum, hiç olmadı annemin adına barınağa mama yardımı de.

    tv ünitesi ne? allah allah. ben mi kaçırdım bi şeyleri acaba? "anneeeeen hasta olduu muuuu nereedeeen bileceksiiin" diyecekler olur belki, ahaha açıklamamı yapayım, benim annem de ameliyat oldu iki hafta önce. kendisine ben bakıyorum. tv ünitemiz 35 senelik, niye onun için başlık açayım aq.

    tam olarak hangi aşamada yardım sonlanacak, tüm ev mi yenilenecek? hayır, iki koltuk alınmış, o alınmış bu alınmış, buna rağmen: yetmedi 5bin lira daha lazım demek biraz şey bence.

    ah dostlarım, ah canlarım, siz bu kerizlikle, hayatta daha çok sikilir, ekşi'de daha çok ağlarsınız, kolay gelsin.

  • aysun kayacı

    ileri görüşlü önderimiz. tabii o zamanlar insan sevgisi, herkes eşittir, oleyy diye geziyordum. dediklerini duyduğumda çok sinirlenip üzülmüştüm, sen kimsin de kendini insanlardan üstün görüyorsun diye. yanılmışım. her seçimde aklıma geliyorsun aysun'cuğum, emre ile beraber olmanı dilerdim küçükken. umarım türkiye'den uzakta mutlusundur.

    i warned you bitches