kongrede aday olmayacaktır. el birliğiyle kurulan partinin fırtına gibi esen başkanı ve türk siyasetinin en kudretli kadını olabilecekken, küçük insanlar ve küçük hesaplarla çevrili bir mini bizans inşa etmiş olması tarihe trajik bir not olacak.
nostalgiaman20 profili
-
meral akşener
-
7 arap göçmenin italyan çocuğu istismar etmesi
meloni'yle erdoğan anlaştı, artık yerli ve milli italyanımızın çocuğu istismar edilmeyecek. kiminki edilecek peki?
-
9 kasım 2023 özgür özel'in darbeye direniş çağrısı
yargıtay'ın skandal kararını isabetli bir şekilde anayasal düzene karşı darbe olarak değerlendiren özgür özel'in direniş çağrısı.
--- spoiler ---
sadece meclis’te değil, tüm halkı, milletvekillerini, parti gruplarını direnmeye çağırıyoruz. tüm anayasacıları, geçmişte anayasa çalışmalarında bulunmuş herkesi açıklama yapmaya çağırıyoruz.
--- spoiler ---
kaynak -
z kuşağı türk gençler nasıl ev ve araba alacak
el cevap: alamayacaklar. çoğu ömürleri boyunca "kiracı" olacak - davranışları ve politik tercihleri de buna göre şekillenecek.
bkz: kiracılar çağı -
ev savunması için en iyi silah
yine gelmiş dokuz kilit altında tutuyorum, fişekleri götüme sokup götümü de banka kasasında saklıyorum insanları.
atış merakınız vardır, fakat savunma merakınız yoktur, anlarım. silaha merakınız vardır, atışa matışa merakınız yoktur onu da anlarım. fakat "ev savunması için en iyi silah" başlığında silahınızı nasıl savunma amaçlı kullanıma uygunsuz bir şekilde sakladığınız anlatırsanız bu zırvalamaktır.
ateşli silahla kendinizi savunmanızı gerektirecek senaryolar öyle "2 3 dakikada silahı hazır hale getirmek" için fırsat tanımaz. saniyelik, hatta saniyeden kısa sürelerde kararlar vermeniz gerekir. o kararı verdiğinizde de kendinizi savunmaya hazır olmalısınız. abi bi dk, fişekler kasada, tüfek annemlerde, ben tüfeği alayım fişekleri süreyim sonra kapışalım diyemezsin. demeye kalksan da, zaten ateşli silah gerektiren bir vaziyet bir defa ortaya çıkmış ise, muhtemelen "tüfek annemlerde" derken çoktan ölmüş olursun.
daima atışa hazır halde tutulan, kolay erişilebilen ve bakımı düzenli yapılan silahtır. (bkz: #82180893) -
24 ekim 2021 iyi parti reklamı
--- spoiler ---
ömer’in yolu diye konuşur, kudüs’lü, develi, çöllü paylaşımlar yaparken biri karşınıza dikilip “kadından imam olmaz!” dediğinde ne yapacaksınız?
--- spoiler ---
https://www.tamgaturk.com/…-kotu-taklidi-17261.html -
en iyi rakı
efendim bir beylerbeyi göbek çılgınlığıdır gidiyor. rakının popüler olmasını çoğu içki firmalarının kampanyalarından ibaret olan "adabı vardır rakının" türü furyalar sağlamıştı. beylerbeyi göbek için koparılan furya da bir tür word-of-mouth pazarlama örneği gibi geliyor bana.
ayıptır söylemesi iki güne bir rakı içerim. bazen 3-4 gün ara verdiğim olur ama ayda on litreden az içmem. içince de çok içerim, bunu "oturur bir büyük deviririm be abiii" tadında söylemiyorum. çok içerim, bu yüzden içtiğim rakının tesirlerini daha iyi yaşarım. bir kadeh mazot içsen biraz miden bulanır o kadar, etkilerini tam anlamıyla görmezsin.
şimdi, buradan hareketle şunu söyleyeyim ki en kötü rakı yeni rakının standart şişesidir. zannediyorum suni şekerden üretilen alkolü epey işlenmiş bir formda anason yağına karıştırdıkları için öyle. mide bulantısı ve ertesi gün korkunç bir baş ağrısı yaratıyor.
beylerbeyi göbek bir tık üstü. tadı, içimi ve ertesi günkü etkileri gerçekten yeni rakının bir tık üstü.
yaş üzüm rakısı olarak sunulanların hepsinin tadına bakmadım ama efe ve tekirdağ gayet iyiler. yaş üzüm rakısı içtiğinde ertesi gün baş ağrısı daha az oluyor. yine laf aramızda kimyaya meraklıyımdır, sebebini araştırıyorum. henüz bulamadıysam da gözlem hep tutarlı. yaş üzüm rakıları arasında da efe gold, tekirdağ altın seri gibi fıçıda dinlendirme icadını uygulayanlar çok iyidir. zira hem iz miktarda karışan kimyasallar çok cılız ama toplamı etkileyen aromalar katıyorlar. hem de içim kolaylaşıyor, anason yağı belki de hafif kimyasal dönüşümler geçiriyordur diye tahmin ediyorum. bu nev-zuhur rakılar arasında da gerçekten düzenli tükettiğim ve tadını, kıvamını, etkilerini yerinde bulduğum efe gold.
tabii bu yorum dahil bütün beğeniler subjektiftir. ancak bazı kıstaslar objektiftir; beylerbeyi zımbırtısı o objektif kıstaslarda epey kötü kaçıyor. cağnım efe gold, cuma akşamı gelse de içsem.
"madem ki vakit akşam
madem ne evim barkım
ne de tek bir aşinam
açılsın gizli sofram
gelsin kadehte rakım
dostum neşem ve şarkım
madem ki vakit akşam." -
bitcoin
işin spekülatif tarafını bir kenara bırakalım. (spekülatif taraf: bugün x dolardan aldım, yarın y dolardan satacağım.) üretim tarafına bakalım.
danışmanlığını yaptığım bir firma grubunun 6 hesi var. (hidroelektrik santral) bu heslerde, nasıl diyelim, sonsuz bir enerji kaynağımız var: kapasitenin %98'i kullanılıyor, kalan küçük yüzdelik kısım atıl vaziyette. şöyle bir değerlendirdik: bu kullanılmayan izinli kapasiteyi kullansak, bitcoin üretimine harcasak? ölümüne zengin olsak?
bir fizibilite çalışması yaptım. en iyi bitcoin "mining" aygıtını en ucuza 15.000 dolara (pazarlıkla biraz aşağı oynuyorsa da düz hesap olsun) alabiliyoruz. (hemen bütün üreticiler çinli.) enerji tüketimi devede kulak, 3.2 kwh. birkaç yüz adedini sorunsuz çalıştırabiliyoruz tam gün (teknik aksaklık vs olmadığı sürece tabii.) ortalama bir hesapla (bitcoin üretimindeki olasılık etkenini de hesaba katarak) güncel değerlerden en kötü günde 20 dolar kazanabiliyoruz bir aletten.
100 alet getirsek 1.500.000 usd ediyor. günde 2000 dolar kazanıyor. 750 günde kendini amorti ediyor. (başına koyacağımız elemanın giderlerini vs hesaba katmadım.) 750 gün, 25 ay demek, 2 yıldan biraz fazla.
bugünün teşvikleriyle, doğru fiyata lisans bulup doğru bir yerde, inşaatı ve malzemeyi ucuza getirmeyi başararak (ki başarmak kolay) hes inşa eden bir iş adamı, küçük bir hes ünitesini 1.5 milyon dolardan aza mâl eder, hes de maliyetini 2.5 yılda çıkarır. (teşvikli haliyle, altını çizerim.) üstelik daha sonra elindeki mal para etmeye ve para kazandırmaya devam eder, bitcoin mining cihazları 2 sene sonra eskimiş olacak, hash gücü yetmeyecek vs.
dolayısıyla biz bu yatırımdan vazgeçtik. bir sürü risk var, bu risklerin çoğunun gerçekleşmeyeceğini düşünerek yaptığın hesap sonucunda 2 yıl amorti süresi var. o parayı çok daha kısa sürede geri döndürecek yatırım seçenekleri varken (alım garantili, teşvikli enerji santralleri konumuzla alakalı olduğu için bir örnek) neden buna yatıralım?
böyle düşününce bitcoin üretimi işinden en ciddi kârı, halihazırda işlemci üretme teknolojisine sahip olup bunu bitcoin mining'e özelleştirerek cihaza dönüştürüp satanlar; fiyatları öyle ayarlıyorlar ki gerçekten hangi tedarikçiye gidersen git amorti süresini 2 yıldan aşağı düşüremiyorsun. hayyam'ın "şarap satan adam salak mı, kazandığı parayla alacağı en iyi şey yine şarap" demesi gibi, bitcoin cihazlarını satanlar salak mı, niye satsınlar, kendileri üretirler? riskten kaçıyorlar böylece, temiz getiri sağlıyorlar, onu da öyle ayarlıyorlar ki kendileri ürettikleri senaryoyla karşılaştırınca üretici firma açısından çok çok avantajlı hale geliyor satmak.
spekülatif taraf zaten bombok: alternatif ödeme, devletsiz dünya vs derken bir ufak çöküşte türkiye'deki herkes dövlet bize bohmir demeye başladı. devlet işe el atmak zorunda kaldı, theodex yönetici ve çalışanlarını (bulabildiklerini) gözaltına aldı. devlet, banka, sistem, tüzük, yasa, yönetmelik, hukuk, kolluk vs. bunlar milyonlarca yıllık evrimimizin "faydalı" sonuçları, boşuna mı evrildiler? dört tane zıpçıktı "dövletsiz dünya olacak, bağımsız ödeme sistemi olacak" diye ortaya atılınca bunları gerekli hale getiren hakikatler yok mu oluyor? olmuyor.
mesele basit: kısa yoldan çok para kazanmak isteyenler üretim tarafına da değil, spekülatif al-sat tarafına giriyorlar. girsinler de, bırakınız yapsınlar taraftarıyım ben. ama girdikleri işin saçma ve korunaksız olduğunu bilerek girmeliler, bu işe "gönül verip", bu işi dünyanın geleceği olarak görüp vs giriyorlarsa saçma. çünkü dünyanın geleceği blokchain teknolojisini kullanan bir ödeme aracına dönüşürse, bitcoin fiyatları da değişir: piyasaya uyum sağlar. "para"nın yahut "legal tender"ın değerini belirleyen dinamikler bitcoine de etki eder. o zaman hiçbir faydası olmayan bir nanenin bu kadar pahalı olmasını açıklayamayız. yani dua ediniz dünyanın geleceği bitcoin olmasın, olursa zarar edersiniz.
hülasa, "çakıcam geçicem abi"ciler için değişik ve kazanma ihtimali yüksek bir kumar yöntemi bitcoin. ama yatırıma değer paran varsa, çok cüzi bir danışmanlık faturası karşılığında sana o parayı kısa sürede amorti edecek konvansiyonel yatırım yöntemleri sunabilirim - üstelik falanca paramı kaptı kaçtı yahut filanca borsayı patlattı donuma kadar kaybettim tehlikesi olmadan. -
her yazardan 1 kitap tavsiyesi
yeni okuduğum bir kitap, "who paid the piper? the cia and the cultural cold war" yazar frances stonor saunders. dünün efsane solcusu olup bugün amerikan yanlısı olanların hikayesini anlamak için okunmalı; bu konuda geri kalan literatürün hepsini derlemiş diyebiliriz, the god that failed'in hikayesi.
-
utanmadan otomatik vitesli araç kullanan erkek
zannediyorum ülkemizde aşağı sınıflar, "girift bilgi" ile ilişkilerini araba üzerinden kuruyorlar. ömrünce hiçbir girift bilgiye ilgi göstermemiş, biraz farklı bir sözcük kullansan afallayan tipler, arabadan çok iyi anlarlar. bir bakmak lazım aslında, diğer ülkelerde de böyle mi? futbol konuşmuyorsa, konuştuğu arabadır. arabanın her aksamını bilir, hiç binmediği arabaların özelliklerini sayar.
etrafında epey girift, hatta çetrefilli bir dünyanın döndüğünün biraz farkında. tepesinden uçak uçuyor, cep telefonuna görüntü geliyor, devlet denen kurum her gün milyonlarca operasyonu aynı anda yapıyor ve bir şekilde ona dokunuyor; bunların nasıl karmaşık işler olduğunu elbette seziyor. ama anlamak gibi bir kaygısı yok. anlamadığı, karmaşık bir hayatla çevrili olmak gerçeğiyle de, kendince erkekliğin rüknüne soktuğu bazı motiflerin karmaşasını çözerek baş ediyor.
ülke nasıl yönetiliyor bilmez. ne kadar vergi veriyor, bilmez. dünya nasıl işliyor, ne bileyim kuşlar nasıl uçuyor, neden madde var bunları sormaz bile. hiçbir ilgi alanı yoktur, gündelik bir hayat yaşar. yalnızca araba ve futbol konusunda bir dağarcık oluşturur. onun üzerine konuşuur, durur.
erkekliği de bunun üzerinden tanımlar. yahut kadınlığı. halbuki erkekliğini vitese endekslemesinin erkekliğini ne kadar zayıf kıldığının farkında değildir. plastikten bir sap, kendi organik sapının işlevini belirleyecektir, ona bu yetkiyi vermiştir, anlamaz.
tabii başlığı açan arkadaş belli ki troll. ilgi çekmek için yazıyor, geyik yapıyor. yazanların çoğu da "arabam şu model" demek için yazmışlar. yine de yalan değil mi? avam sınıfların yaşantısını şöyle bir gözle, arabadan başka konuştukları hiçbir şey 50 iq üzerini gerektirmez. arabayı da "yapmak" epey iq ister ama, var olanı anlamak herhalde ortalama bir zeka gerektiriyordur en fazla. zihninin çalışma, işe yarama ihtiyacını, arabayla atar.
arabanın böyle bir işlev kazanması tuhaf. gerçekten birkaç sene farklı ülkelerde yaşamak, onların avamını gözlemlemek isterdim aynı işlevi üstlenmiş mi diye.
evet, yalan değil mi? otomatik vites kullanan erkek değildir derler, "manitası" bikini giyen erkek değildir, ve ilahiri ve ila. bu düşüncedeki tipleri şöyle kıyaslıyorum veriştirdikleri muhayyel tiplemeyle: "manita"sını yurt dışına, diyelim 2000 motor otomatik vitesli, konforlu arabasıyla kara yoluyla geze geze tatile götüren, yol bilgisayarı arıza verince götürüp yetkili servise bırakan, kredi kartı şifresini girmek dışında uğraşmayan, bikini giyen karısını hiçbir zevkten, ilgiden, tatminden eksik bırakmayan adam "errrkek" değil, manuel vites kullanan erkek. müthiş.
karanlıkta değil, aydınlıkta beni görse yolun karşısına geçecek tip, mesela, otomatik vites kullanıyorum diye erkek değil diyor bana. trolü boşver, var böyle insanlar hayatımızda.
insan gibi yaşayan, modern hayatın konforundan istifade edip, nezih bir hayat sürmeye gayret eden "beyaz türk"ler, aynı zamanda biraz bıçkın ve kavgacı olmalılar. bu avam tiplerle her denk geldiklerinde manen yahut fiziken aşağılamalılar, ters bakınca dövmeliler ki, boktan erkeklik algıları yüzünden stres altına girmeyelim. zira hepimiz biliyoruz, bu anlayış zaman zaman sinir bozucu bir hal alıyor, uğradığın muamele mecburen elini beline attırıyor.
her ne ise, erkeklik de çok mesele değil de, gerçekten üzerine düşünmeye değer bir konu: başka hiçbir karmaşıklığa ilgi göstermeyen avamın, araba söz konusu olunca bu kadar meraklı olması. sebebine dair hiçbir fikrim yok, ama böyle başlıklar güzel veriler sağlıyor. -
lisedeyken okuldan kaçınca yapılanlar
yatılı okudum. (bkz: fen lisesi) sadece okuldan değil, yatakhaneden kaçıyorduk. matrix'in etkisinin sürdüğü dönemler. lakabım (bkz: keymaker) zira okulun ve yatakhanenin her kapısının anahtarı var.
yatakhaneden gece kaçmaya karar verdik. daha önce de kaçmışız ama civarda volta atıp dönmüşüz, bir nanesi yok. ama bu defa mangal yapıp bira içmeye karar verdik. gündüzden alışverişimizi yaptık. bir cumartesi akşamı. hormonları tavan, her türlü sıradışı hareketi ertesi gün kızlara anlatıp hava basacak vaziyette beş erkeğiz.
gece iyice çöktü. herkesin uyuduğundan emin olduk. indik aşağı, yemekhaneye. açtım kapıyı. içeriden dökme demir mangalı çalacağız. efendim bu mangaldan 200 küsur kişiye bir kerede mangal çıkıyor, öyle uzun. 2-3 metre rahat var uzunluğu ve hakikaten dökme demir, epey hantal bir şey. bir ucundan ben tuttum, ki şu günlerde 90 kilo olsam da o zamanlar 50 kilo bir adamım, ipinceyim. öteki ucundan bir arkadaş tuttu.
300 metre kadar bir yol var, yokuş yukarı. yatakhanenin arka kapısından çıkacak, okul olan binanın arkasına kadar koşacağız. aradaki yol yatakhaneden kabak çekirdeği gibi görünüyor. bu 300 metre çok önemli, hemen kat etmemiz lazım, üstelik yokuş var. asıldık iki yanından, belki benden ağır olan o mangalın ağırlığının yarısını yüklendim bana mısın demiyorum. yokuş yukarı çıkarken elimizden mi kaydı, bir şey oldu, ayağımıza düştü mangal. ayağımızın kırılması lazım normalde, kırılmıyor.
düşe kalka götürdük mangalı. okul binasının arkasına geçtik, yüksek duvarlar var dışarıdan görünmüyor, okul da yatakhaneyle aramıza giriyor, oranın görüşünü engelliyor. yaktık mangalı, ama koca mangalın en köşesinde azıcık bir alanı kullanıyoruz. o kadar neşeliyiz ki anlatamam. bazen polis devriyesi görüyoruz, sesimizi kesiyoruz. polis geçip gidince, kahkahalarımız çınlatıyor ortalığı. 2 şişe birayı o kadar keyifle içtiğim hala vaki değildir. fotoğraf falan da çekiyoruz yeni çıkmış kameralı cep telefonlarımızla. bunlara sahip olmak yeterince karizmayken, bir de gece kaçıp mangal yapıp içki içerken fotoğraf çekmişiz. karizmaya bakar mısın?
ertesi gün havamız 1500. biraz zaman geçiyor. benim belletmen hocayla aram iyi. adam ülkücü, sigara da içiyor. birbirimizden sigara alıyoruz vs. bir daha mangal yapalım dedik. canımız çekti. bu defa çocuklar dedi ki sen konuş belletmenle, izin versin. zaten son sınıfız, öss de yaklaşmış, kimse bize dokunmuyor. konuştum hocayla. "oğlum gidin okul binasının arkasında yapın, kimse görmesin, canı çeker çocukların, uğraştırmayın beni" dedi sadece. bizim kaçtığımız yeri işaret etti yani.
güzelce alışveriş yaptık. akşam oldu, hiç kaçmadan, ayağımıza 100 kiloluk mangal düşürmeden gittik zulaya. kurduk mangalı, açtık içkileri. kimsede heyecan, gülücük yok. kimse eğlenmiyor. izin aldık ya... "ekşın" yok. hava yok. asi gençlik yok. yedik içtik mal gibi geri döndük.
meğer işin tadı kaçarak yapmaktaymış. bir hafta sonra izin almadan yaptık aynı operasyonu, acayip keyifli. bu vesileyle yasak olanın ne kadar tatlı olduğunu deneyimlemiş olduk.
bu da böyle bir anımdır. -
yazarların cahillik ölçütleri
yoktur. yıllar evvel atsız'dan okumuştum: "dünyada herkes bir şeyin cahilidir. yeter ki kendi işinin cahili olmasın." cehaleti hiç ayıp görmedim. okudukça, öğrendikçe cehaletimin büyüklüğünü gördüm zira, belki bundandır.
ama ahlaksızlık cehaletle ilgili değil. mesela ben bilmediğim bir konuda fikrim sorulunca bilmiyorum diyorum. bilmiyorum diyebilen insanlarla oturuyorum. bilmiyorum diyebilme erdemi, cehaletle alakasız. adı üstünde erdem, ahlakla alakalı.
birkaç yıl önce babama demiştim. bir bahiste, "keşke insanımız okusa" demişti. ben de, "ümmi dedemiz ahlaksızlık yapmaması gerektiğini okulda öğrenmedi. mesele insanımızın okumaması değil, ahlaksız olması" demiştim. hem görmüş geçirmiş bir adam, hem de eski bir eğitimci olarak hak vermişti.
cahil ve ahlaklı insanlar tanıdım. bildiğim şeylerin çoğunu bilmiyordu, yine de mesela insanların hayatına karışma hadsizliği göstermiyordu, bilmediği konularda ahkam kesmiyordu vs. fakat malumat biriktirmiş, ama ahlaksız çok insan da tanıdım. o kadar "görmüşlüğü" varken yine adam olamamıştı.
insanların cehalet diye eleştirdiği birçok şey, ahlaksızlık. ve buna "cehalet" adını takmamız, aslında bunu masumlaştırıyor. "cahil, o yüzden yapıyor" diyoruz. halbuki bunun cehaletle alakası yok. adam düpedüz ahlaksız. daha çok okur, daha çok "öğrenir"se, bu dağarcığını en fazla daha isabetli, verimli ahlaksızlık yapmak için kullanacak. bu kadar basit.
o yüzden cehalet emareleri aramadım insanlarda hiç. fakat erdem emareleri aradım ki, en önemlisi, cehaletini itiraf eden "bilmiyorum" diyebilme hasletiydi. -
mesleği söylemeden anlatmak
bir gün sağlam bir müslümanım, bir gün sağlık uzmanıyım, öteki gün ekonomi finans raporlarını inceleyip gavurca analize dönüştürüyorum. gözlerim üç numara, klavye hızım düşünce hızımla yarışır. klasörlerim x_son, x_son_final, x_v2_son_final2, x_busefervallason gibi dosya adlarıyla dolu.
-
ev savunması için en iyi silah
av tüfeği ya da toplu tabancadır.
evvela av tüfeği:
edinmek kolay. sağlık testi ve 20 küsur liralık (aklımda kalan rakam, biraz artmıştır) yivsiz tüfek ruhsatı ile alabiliyorsunuz. hastaneye ve emniyete gideceksiniz, o kadar. ayrıca tüfekler ekseriyetle tabancalardan ucuzdur, özellikle yerli olanlar. av ve performans amaçlı almadığınız için ucuzu işinizi görür.
lever action, pompalı gibi özelliklere gerek yok. lever actionlar muadillerinden daha ağır oluyorlar. size hafif, 7+1 hazneli, dolu ağırlığı 4 kg üstüne çıkmayan bir tüfek lazım. alıp fişek süreceksiniz, 4 ya da 5 adet fişek sürün. atışa hazır hale getirin. duvara asın. ayda bir fişekleri çıkartın, birkaç saat bekletin, tekrar sürün.
evde çocuk varsa tavsiye edilmez. bir şekilde aşırı görünür ve ulaşılır halde olması da kötü.
toplu tabanca:
neden şarjörlü değil de toplu? derdiniz evinizi savunmak. olası bir saldırıda hemen ve aksiliksiz bir şekilde karşılık vermek.
şarjörlü tabancaları uzun süre dolu tutarsanız şarjör (yayı) bozulabilir. metal yorgunluğu gibi düşünün. her ay şarjörü boşaltıp yeniden doldurmanız lazım. başıma geldiğinden biliyorum, kesinlikle unutacaksınız. umarım hiç ihtiyacınız olmaz, ama ihtiyaç hasıl olursa da şarjör bozulduğundan tutukluk yaparsa, fişeği yatağa sürmezse sıkıntı yaşarsınız.
toplu tabancaların böyle sorunları yoktur. doldurun ve yıllarca dursun. elinize aldığınızda ilkel mekanizma ilk günkü gibi çalışacaktır başka bir sorunu yoksa. esasen kullanım maksatları farklı olduğunda toplu tabanca tercih edilmez, doldurmak zordur, yedek şarjör yoktur, vs. ama sizin için tek işlev ev savunması ve 6 adet mermi işinizi görecektir. (evinizi swat ekibinin basmasını beklemiyorsanız) hele ki magnum gibi yüksek barut hakkı olan mermiler kullanan bir tabancaysa durdurma gücü de daha yüksektir. araba durduran magnum çeşitleri vardır. tek bir mermi saldırganın değdiği organını kopararak etkisiz hale gelmesine neden olur, tehdidi bertaraf etme işlevi çok iyidir.
ruhsat işlemlerinizi yapın (hastane raporu ve bulundurma için 1500 lira civarı para), gidin yerli malı bir toplu tabanca alın. pek tavsiye edilmez yerli malı ama ucuz olacaktır. biraz ağırdır ama tüfekten daha yüksek manevra kabiliyetiniz olacak. eğer hafif olsun istiyorsanız en kısa namlu boyunu tercih edin. kapalı ve dar alan savunması için aldığınızdan bir sorun teşkil etmeyecektir. tabancanızı aldıktan sonra bir kere doldurun, evde en çok zaman geçirdiğiniz odada kolay erişebileceğiniz bir çekmece ya da bölmeye koyun. çocukların erişiminden uzak tutmak daha kolaydır. -
ailesinin yedi yıldır saçını kesmediği mehmet ali
sevgili babannemi hatırlatmış çocuktur.
ben annemle babam evlendikten 10 sene sonra doğmuşum. en büyük oğullarının bir evladı, mümkünse oğlu olsun diye dedem ve babannem adak adamışlar.
bir gün, ziyarete gittiğim, dedemle babannemin mütevazı tanrılar olarak yaşadıkları köyde hastalandım. şehir çocuğuyuz tabii, soğuk vurdu. babannem yanıma oturdu gözleri yaşlı. oğlum dedi, benim yüzümden hep. nasıl senin yüzünden diye sordum.
"ben adak adamıştım oğlum" dedi. "allah oğluma bir oğul verirse, müjdeciye beşi bir yerde veririm. bir tosun keser, obada aç koymam doyururum. köyün meydanına çıkar köpek gibi ulurum. kapı kapı gezer dilenirim demiştim. müjden gelince müjdeciye bir toklu, bir de beşi bir yerde verdim. deden bir tosun kesti, obada aç koymadık doyurduk. köyün meydanına çıktım köpek gibi uludum. ama oğlum ar ettim kapı kapı dilenemedim. ben öyle ar edip gurur yapınca allah da böyle zayıf kıldı seni. nefsimi yenip kapı kapı dilenseydim hasta da olmazdın."
tesadüfen ve sıradan bir hastalık geçirmemden bile hem kendine suçluluk, hem de ilahi bir hikmet çıkaran o kadının torunu olarak, nasıl böyle fizikalist oldum, şayan-ı hayret. -
hobbitleri gandalf'ın yaratmış olması
linkten linke zıpladığım bir gece reddit'te karşıma çıkmış iddia: https://www.reddit.com/…andalf_created_the_hobbits/
olabilir mi? mümkün.
efendim tolkien'in legendarium'unu (yani yarattığı yapay mitolojiyi, ayrıca bkz: karşılaştırmalı mitoloji tolkien ne yaptı) okuyanlar bilirler, gandalf öyle alelade bir büyücü değildir. silmarillion'da derinlemesine işlenen ainur'un, yani aşağı yukarı hıristiyan mitolojisindeki meleklere denk gelen güçlerin bir mensubudur.
kimdir ainur?
tek tanrı eru, illuvatar (allfather, her şeyin babası) önce ainur'u yaratmıştır. (tekili ainu) bu ainur, eru'nun düşüncelerinin ve melekelerinin şekillenmiş halidir. (sami mitolojisindeki meleklerden esinlenmiş ve arapça melek sözcüğü ile meleke sözcüğünün akrabalığı bu yüzden) ainur'u yaratan eru, onların bir şarkı söylemelerini ister ve tuhaf bir şey olur: şarkı söylendikçe işledikleri temalar gözlerinin önünde bir dünya formuna dönüşmektedir.
fakat melkor, ainur'un en kudretlisi, bu yaratılışı kıskanır ve müziği bozar. üç defa yaptığı bozgunculuk müziği boğacak gibi olur ve tekrar bastırılır. müzik biter ve karşılarındaki dünya kaybolur; şarkı söylendikçe onun tesirinde şekillenen dünya görüntü şeklinde karşılarına gelmiştir ama eru'dan başkasının yaratma kudreti olmadığından bir illüzyon gibi silinmiştir. nihayetinde eru, "ea!" der, yani "ol!" ve dünya olur. ainur'un gönüllüleri, bu yeni yaratılışa yollanır ve müzikteki hayallerine göre şekil vermeye başlarlar. elbette melkor da bunları bozmaya çalışır.
bizzat yaratılışta rol almış olan ainur, bu nedenle bu "ea"nın, yani varlığın maddesi ve ruhuna nüfuz eden, "hadis olmayan" yani sonradan yaratılmış olmayan varlıklardır. her biri eru'nun kendilerine gösterdiği kadarıyla ilahi sırrın mudrikidirler. (tefsir yazarı gibi hissettim kendimi) dünyaya şekil verir, havaya, suya, toprağa ve yıldızlara hükmederler.
ainur kendi içinde ikiye ayrılır: valar (tekili vala) ve maiar (tekili maia). valar, hele ki en yüceleri aratar, yarı-tanrı gibidirler, aşağı yukarı pagan tanrıların işlev ve kişiliklerine sahiptirler. maiar ise onların yardımcı ruhlarıdır, daha düşük seviyedeki kavram ve yetenekler onlarla ilişkilendirilir.
peki gandalf burada nereye denk düşüyor? gandalf bir maia'dır.
buraya yazması lüzumsuz onca olaydan sonra, tolkien mitolojisi valar'ın "orta dünya"ya beş maia gönderme kararı aldığını söyler. doğrudan müdahale ettiklerinde çok güçlü olduklarından dünyanın damına koymaktadırlar çünkü, kıtalar sular altında falan kalmaktadır. melkor'un (morgoth, bauglir) sabık hizmetkarı sauron da bir maia'dır, efendisi alaşağı edilince bir süre sinsilik etmiş, sonra boşlukta orta dünya'ya malum diktatör gibi çökmüştür. (balroglar da birer maia'dır, melkor'un tarafını seçen maiar'dan) onunla ve melkor'un müzikten başlayarak dünyaya bıraktığı kötülükle mücadele etmek için 5 maia seçilir. görevleri orta dünyalılara, elflere ama özellikle insanlara danışmanlık ederek iyiliği öğütlemektir. bu yüzden güçlerinin çoğundan, belki hafızalarından da feragat ederler: bedene bürünecekler, dolayısıyla yaralanacak, acıkacak, hırslanacak, korkacak ve hatta ölecektirler.
bu beş maia'ya istari denir, büyücüler. orta dünya'ya gelmeye en heveslisi curunir'dir, saruman diye bildiğimiz abi, maiar'ın en beceriklilerinden, vala aule'nin, el sanatçılığı ustasının yamağı. diğerini radagast diye tanıyoruz, aiwendil, vala yavanna'nın, bitkilerin annesinin yamağı. diğer ikisine mavi büyücüler deniyor ve tolkien akıbetlerini açık etmiyor. en önemlisi olduğu anlaşılan ise, olorin. vala nienna'nın, merhamet, yas, sabır ve bilgeliğin tanrıçasının yamağı. olorin özellikle curunir'den çekindiği için gitmek istemez, ama valar'ın en büyüğü manwe onu özellikle seçer. iyi ki de seçmiştir. olorin'in orta dünya'nın büyük bir kısmındaki adı, gandalf.
yani ne anlıyoruz? gandalf bir elf değil, insan değil; tanrısal bir varlık. dünyanın yaratılışında valar kadar olmasa da rol almış, eru'nun huzurunda şarkı söylemiş bir "melek". üçüncü çağda mecburi hizmetle orta dünya'ya gönderilmiş bir tür müfettiş yahut peygamber. ve beş istari arasında görevine tam anlamıyla sadık kalıp başarılı olmuş tek büyücü. hafızasını, güçlerini, tanrısal bedenini kaybetmeyi göze almış fedakar bir ruh.
şimdi, girişte değindiğim teori, hobbitlerin gandalf tarafından yaratılmış olabileceğini, ya da en azından gandalf'ın hobbitlerin yaratılışında rol oynamış olduğunu söylüyor. evvela, hobbitlerin kökeni nedir? hobbitler muhtemelen insanların bir alt türü gibi bir şey, tolkien açık etmiyor. fakat özellikle rohanlılarla linguistik bağları var. genetik kusurlu bireylerin sürekli kendi içinde çiftleşmesi gibi bir şey; insanlardan hobbitler türemiş, biraz farklılaşmışlar.
ve gandalf, bütün bilgeler ve büyücüler arasında hobbitleri önemseyen, onlarla haşır neşir olan, onları sürekli mevzulara dahil eden tek adamdır. hobbit'te bilbo'yu hırsız olarak seçen, frodo'ya mentorluk yapan, merry ve pippin'i yüzük kardeşliğine dahil eden... ve her defasında hobbit ilgisi ve seçimleri gayet isabetli olduğunu kanıtlamıştır. bu sayede saruman'ı da, sauron'u da atlatmıştır.
gandalf, kendi ağzından şöyle der:
“some believe it is only great power that can hold evil in check, but that is not what ı have found. ıt is the small everyday deeds of ordinary folk that keep the darkness at bay. small acts of kindness and love. why bilbo baggins? perhaps because ı am afraid, and he gives me courage.”
türkçesi çok güzel çevrilmiştir kesin ama şimdi bulamadım, şöyle çevireyim:
"bazıları yalnızca müthiş bir gücün kötülüğü dengeleyebileceğine inanır, ama benim vardığım netice bu değil. kötülüğü uzak tutan, sıradan insanların günlük küçük iyilik gösterileri. iyilik ve sevgi dolu küçük eylemler. neden bilbo baggins? belki de korktuğum içindir, ve o bana cesaret aşılıyor."
buradan bakınca gece gece hakkında -kimseyi alakadar etmeyecek- satırlarca ansiklopedik bilgi girmeye değecek kadar muteber bir teori gibi duruyor. -
ilginç etimolojik bağlantılar
efendim gün geçmiyor ki bir başka saçmalık ilginç yahut ufku iki katına çıkarıyor (bkz: #72859829) diye sunulmasın. kendi küçük dünyamda bir don kişot olup (bkz: #72733107) buna savaş açtım.
(bkz: #72892003)insan sözcüğünün etimolojisinin isyan falan ile alakası yoktur. insan arapça çoğuldur. tekili "ins"tir. in mi cin mi derken aslında ins mi cin mi diyoruz, fakat türkçe'ye bu çoğul sözcük tekil anlamıyla, "person" karşılığı oturmuş. insanın dişisi de çoğul "nisa"dır, arapça'da kadınlar insanlardan ayrı bir sınıf oluştururlar.
arapça'nın akraba dillerinde benzer fonetiğe sahip olduğundan dip kökü arapça'dan başka bir lisanda aranabilecek insan ve nisa sözcüklerinin tek etimolojik akrabası üns kökünden ünsiyettir. ünsiyet yabancı olmamak, alışmak, ehil olmak gibi anlama gelir. yumuşak, evcil anlamları da var.
insan, bir nevi "evcil olanlar" anlamına gelir arapçada. -
huzur veren sesler
"çıt çıt çıt". annem ocağı yakarken elektrikli çakmaktan çıkıyor bu ses. sabah uyandığımda duşa girerken duyuyorum. çıkınca kahvaltının ve çayın hazır olacağını bilmek kadar büyük bir bahtiyarlık var mı bu dünyada?
-
helin palandöken
kız babası olmak istiyorum. bir sürü sebebi var bunun, mesela erkek çocuk biraz dan dun olur. ben dan dun bir çocuktum mesela. erkek çocuğu şımartmak zevk vermez. ama kız öyle mi? cimcime olur, şımartırsan daha da tatlılaşır, koca kız olduğunda bile sevimli kalabilir. oğlan öyle mi? ergen olur, tahtaya tırnak sürtüyormuş gibi sesiyle orobo ostoyom bon yo diye bağırır falan. neyse, kız babası olmak istiyorum. bugün tam da bu paragraftaki düşünceler kafamda dönüp duruyordu.
ama işte helin'in haberini görüyorum mesela. nasıl olayım diyorum, nasıl. senin yanağını sıkarken canını yaksan içini kan ağlatacak çocuğuna, elin herifi gelir vay sen nasıl benim olmazsın, vay yanında erkek var diye kurşun sıkar. çünkü "kız mıdır kadın mıdır bilemem", "bir kadın olarak sus", "kızlı erkekli" vs diyen siyasilerden gaz alan, ailesinden kadını istediği gibi horlayabileceğini söyleyen terbiye almış bir güruh var ortada. bu güruh, çocuğuna ne kadar steril, kötülüklerden tecrit edilmiş bir yaşam kurmaya çalışırsan kur, burada ve kalabalık. kaçışın yok. üniversiteyi kazandı diye mesela araba hediye etsen, iki tane hödük trafikte sıkıştırır. okuyup, sözgelimi avukat olsun diye okula göndersen, servis şoförü tecavüz edebilir. arkadaşlarıyla eğlenmeye gitse, -evlerden ırak- gaz sızıntısı olup zehirlense, milyonlarca insan gencecik yaşamların yitmesine değil, kızlı erkekli bir arada olmalarını konuşur, seviştiklerini ima eder, yarı çıplak bulundular diye dedikodusunu yapar.
nasıl kız babası olacaksın? kızını nasıl bu orman kanunlarının geçerli olduğu ülkede yetiştireceksin, onu bu ülkeye "getirmeyi" bir baba olarak kendine nasıl yedireceksin?
helin bana bunları düşündürdü. daha doğmamış kızımın karanlık geleceğini düşünüp efkarlandım. çünkü helin ilk değil, son da olmayacak, biliyoruz. bir salgın, kirli yeşil bir kötülük ülkeyi avucuna alıyor ve meydan buldular. hep vardılar; ama devir onların devri, artık daha cesurlar, daha görünürler, çoğalıyorlar, güçleniyorlar.
kaybediyoruz. -
99 milyon yıllık evrimleşmemiş karınca fosili
nostalgiaman fisebilillah evrim seminerlerine devam edelim. (bkz: #64585276)
efendim denmiş ki, "neden neredeyse bütün canlılarda göz benzer özelliklere sahip? mesela, bir sivrisineğin gözü de benzer yapıda, bir kedinin de, bir insanın da. herbir türde müstakil meydana gelen mutasyonlar nasıl oluyor da belli organları bir sürü farklı türde benzer şekillerde bir araya getirebiliyor?"
yine mümkün mertebe terim vs kullanmadan açıklayalım.
soruyu soran yazarın devamında doğru kestirdiği gibi, öncelikle "ortak ata" diye bir mesele var. yani ışığı algılayacak ilk mekanizmayı geliştiren atanın genetik mirası, doğrudan ve dolaylı, müteselsil olarak diğer canlıları etkiler.
ikincisi, convergent evolution denen, mütekarib tekamül yahut yakınsak evrim diyebileceğimiz bir olgu var. bu nedir? uçmak için en verimli yöntem vücudun iki tarafında kanat olması ve bunların aşağı yukarı hareket yaparak hava hareketi ve farklı basınç alanları oluşturması ise, "uçma baskısı" olan bir tür, bu şekilde bir mekanizma geliştirir. böcek de böyle uçar aşağı yukarı, kuş da. hatta gerçek anlamda uçmayan ama süzülme dediğimiz hareketi yapan kertenkele de, memeli olan yarasa da. bunu belirleyen ne? fizik kanunları. neden iki tarafta kanat? en verimlisi o, dört tane olduğunda verimli değil. neden kanat? uçabilmek için gerekli basınç farkını o yaratıyor. bu türler arasında bir ata-döl ilişkisine bağlı olmaksızın benzer evrimsel çıktıların var olduğunu müşahede ederiz.
göz de böyle. ışık dediğimiz radyasyonun belli bir bölgesini algılayan reseptöre göz diyebiliriz en genel ve ilkel anlamıyla. ışığın ne olduğu belli. bunu algılayacak reseptörün temel çalışma prensipleri aşağı yukarı aynı olacaktır.
ha, soruda şöyle bir hata da var, dikkat ettiysen en son geliyorum ona. göz bütün canlılarda birbirinden çok farklı. sineğin gözü ile memelinin gözü, tek hücrelinin ışığı algılayan reseptörü... inanılmaz çeşitlilik var. çünkü belki birkaç ilgili gen ve protein ortaksa da (bu yüzden genellikle gözün farklı ve bağımsız evrimsel süreçlerde değil, tek bir ortak atanın kalıtsal materyalinin farklı alt soylarda farklı yollar izleyerek geliştiğine inanılır) milyonlarca yıl sonra bambaşka mekanizmalar çıkmış. mesela bazı gözler bizim görünür ışık dediğimiz spektrumun ötesini de görmeye özelleşmiş.
göz niye baştadır? yönelmenin sevk ve idaresinin olduğu yere yakın olması evrimsel avantaj sağlar da ondan. götümüzde göz olsa, sıkıntılar yaşardık. en ilkel canlı, tek hücreli, ışığı götüyle algılasa ve sonra u dönüşü yapıp oraya yönelmeye çalışsa, sorun yaşardı. gerçi tek hücrelinin gözü neredeyse, yönelmenin gerçekleştiği taraf o olacaktı, gözü nerdeyse götü tam aksinde kabul edilecekti.
bir de mesela niye bazı canlılarda başın iki tarafına daha yakın gözler, diğerlerinde daha birbirine yaklaşık? genelde av konumundaki hayvanlarda göz iki taraftadır, neredeyse 360 derece bir görüş açısı sağlar ama derinlik pek yoktur. avcı hayvanlar ise ava odaklanabilmeli ve derinliği görmelidir, o yüzden gözleri birbirine daha yakındır.
neyse başlıkla çok alakasız olmasın bu entry, öncekinin devamı olsa da. evrimleşmiştir o, evrimleşmese duramazdın.