dersaadet vapurlari kadrolu isportacisi32
profili

  • metroya ve minibüse yürüme mesafesinde

    demin mecidiyeköy'deki bir daire için bu şekilde verilmiş bir ilana bakıyordum; dikimevi* istasyonuna daha yakındı.

  • sevilen kıza bakire misin diye sorma süreci

    bu tartışmayı sürdürmek, ortada tartışılabilecek bir konu olduğuna dair bir kabul yaratıyor. hymen'in önemli olduğunu düşünenler vs. düşünmeyenler şeklindeki kamplaşma, çoğunluğu kadın olmayan bir kitlenin kadın bedeni üzerinde tasarruf hakkı olabileceği gibi bir yanılgıya kapılmalarına yol açıyor.

    cinsel birliktelik yaşamamış olmayı, üstün bir özellik olarak görmüyorum ve yüceltenlere de saygı duymuyorum. sadece kadının evliliği beklemesi gerektiğini düşünen, erkeğin her türlü hovardalık hakkına sahip olduğunu savunanlarla aynı ortamı paylaşmaktan imtina ediyorum.

    el değmemiş olmayı, bir mısır piramidinin daha önce girilmemiş mezar odasından veya amazon ormanları'ndan bahsederken anlamlı buluyorum. bir insanın geçmişini, onu rahatsız edecek şekilde sorgulamak, ondan önce kendimi aşağılamak.

    "bakire olmayan"ı yeniden kullanılabilir bir insan artığı olarak gören, ona her şeyi yapabileceğini düşünen insanlar var aramızda. karakter bütünlüğünü korumayı başaramayan insanlar için üzülmüyorum. onların kurbanı olan, söylediği yalanlara geçici bir süre de olsa inanan kadınlara üzülüyorum.

    kimse böyle korkunç bir soruyu hak etmiyor.

  • vedalaşmak

    ayrılığa dair en önemli bilgi, ayrıldığımız kişiyi bir daha göremeyecek olmamız. bu bilgiyi şiddetle inkar etmemiz, ayrıldığımız kişiyi, birlikte olduğumuz zamandan bile daha büyük bir arzuyla sevmemize neden oluyor.

    giden insanla vedalaşmak, dakikalarla sınırlı bir acıyken, onun zihnimizde varolan haliyle vedalaşmak daha farklı ve uzun süreli bir travma. ayrılık anının üzerini örtüp, gerçekleşmemiş gibi kişinin hatırasını yaşatmak, zihnin o insanın artık hayatında olmadığı gerçeğiyle yüzleşmesine engel oluyor.

    insan, "birlikte buraya giderdik" diye, aynı yerlere gitmeye devam eder. "şu filmi çok severdi" diye, aynı filmi defalarca tekrar izler. giden kişinin yerine, zihninde onun kopyasını yaratır ve onunla yaşamaya devam eder. böyle yaşamaya devam ettiği sürece, gerçek bir vedalaşmanın külfetinden kurtulduğunu düşünüp mutlu olur.

    bir gün uyanır. yaşama yeteneğini kaybettiğini ve yaşayan şeylere karşı duyarsızlaştığını farkeder. vedalaşmayı tamamlamadan hayatını sürdüremeyeceğini anlar. başarılmış bir vedalaşmanın ardından, insana kalan duygunun saudade olduğunu düşünüyorum.

  • masal

    babamın anlattığı masallara dair en güzel hatıralarım, saçlarının henüz ağarmadığı, daha genç olduğu hali.

    zaman geçiyor ve buna karşı koymak için yapabileceğim hiçbir şey yok. bütün hayatıma damga vuracak yegane çaresizlik, sevdiğim insanların etrafımda yaşlanmalarını seyretmek olacak. günün birinde, bedensel varlıklarından geriye hiçbir şey kalmayacağını ve buna tanık olmak zorunda kalacağımı, gözlerinin içine baktığımda görmek, ruhumu ezen ağır bir yük. onları zamanın etkilerinden koruyamıyorum, gücüm yetmiyor.

    yetişkinliğimde daha fazla ihtiyacım var masallara. beni teskin edip hayatın gerçekliğinden uzaklaştırsınlar diye değil; gerçeğin masalsı güzelliğini öğretsinler diye. voyager 1'in uzaya nasıl gönderildiğini anlatan belgeseli izlerken, zihnimde, küçük bir gezegende yaşayan koca yürekli cücelerin karanlıktan korkmamayı nasıl öğrendiklerine dair bir masal uyduruyorum.

    barry marshall'a don kişot kıyafeti giydirip, herkesin dalga geçtiği bir yolculuğa çıkarıyorum ve yolculuğunun sonunda ona ölümcül bir zehir içirip, ölmediğini gördüğünde zaferini ilan ettiği bir masal kurguluyorum.

    kendi bedeninde yalnızlığa mahkum bir türüz. bedenimize bir başkasını sokup dindirebileceğimiz türden bir yalnızlık da değil bu. türümüze mal olmuş zaferlerle avunmayı kabullenmek, belki de en büyük kahramanlığımız.

    babam gazetede okuduğu astronomiyle ilgili haberlerin detayını görüştüğümüz zamanlarda sorduğunda, 33 yaşında bir çocuğun heyecanı ile, elimdeki hayali kılıcı sallayarak bir masalmışçasına anlatıyorum. çocukken beni her türlü kötülükten koruyacağını bildiğim insanı, büyüdüğümde zamanın en büyük kötülüğünden koruyamadığım için, onu bir masalın başrolüne oturtuyorum.

  • unutmak

    unutmak yas ile anlamlı. neyi unuttuğumu hatırlamadığım bir unutkanlığın hiçbir faydası yok.

    unutmanın daha az ve seyrek hatırlama anlamına geldiğini düşünüyorum. bir hatıramın silinmesi, o hatıranın kaynağı olan acıdan daha korkutucu. yitirdiğim bir arkadaşıma dair bütün hatıralarımın yok olmasındansa, onun yasını tutmayı tercih ederim. insanı çıldırtan, kötü hatıralar değil, kayda değer bir hayat yaşamamış olması.

  • cassey jones

    ekşi sözlük sayesinde hayatı değişen çok insan var. evlenen, hayatının aşkını bulan, hatta intihardan vazgeçen. sözlük olmasaydı, birçok insan daha az mutlu olacaktı.

    cassey jones da, bu güzelliklere vesile olan insanlardan biri. kaç çocuk, onun başlattığı veya yaygınlaştırdığı kampanyanlar sayesinde yürüdü veya hayata tutundu? dün akşam muğlak gerekçelerle uçurulduğunu öğrendiğimde, aklıma ilk gelen, bundan sonra kaç çocuğun hayata tutunmaktan mahrum kalacağı idi. neyse ki olmadı, sözlük yönetimi de sağduyulu davrandı ve teşekkürü hak ediyorlar.

    başka hiçbir şey yazmadım, çünkü bir insanın iyi olması yeterli.

  • aşk

    aşka dair aklımın ermediği iki şey var; birincisi muzaffer özpınar'ın nasıl olup da kahır mektubu'nu bestelediği ve ikincisi, ataol behramoğlu'nun başka biri olacaksın şiirini nasıl yazdığı.

    bir insana, o gün neler yaptığımı anlatmayı istiyor ve iple çekiyorsam, o insanı her şeyden çok arzuluyorum demektir. aynı zamanda, çok iyi bir dost olacağını da düşünüyorumdur. aşkı sadece cinsellik değil, entelektüel doyum üzerine de inşa etmediğim sürece, o insandan sıkılıyorum sonunda.

    ortak bir mizah anlayışı varolmadıkça, aşkın sürebileceğini düşünmüyorum; eğlenmeyi bilmeyen insanlar, üzülmeyi de beceremiyor.

  • pazar sabahı erken kalkmak için bir neden

    tembelin el kitabına göre, pazar sabahı erken kalkmak için en iyi neden, kalktıktan sonra yatıp biraz daha uyumaktır.

  • kadına sözlü şiddette ekşi sözlük'ün yeri

    hayatın her alanında, uygulanan ölçüsüz şiddetin nedeni, bir eksikliği gidermek. gasp para eksikliğini gidermenin kanunsuz yoludur, kadına şiddet de erkek olma eksikliğini gidermenin alçakça bir yolu.

    hayattaki yegane başarısı -ki o da kendi iradesiyle olmamıştır- erkek olmak olan bir insanın, toplumsal alanda kendine yer açamadığında yöneldiği ilk hedef kadın oluyor. apartman diyafonundan "kim o?" diye soran annesine "aaaaç!" diye bağıran çocuk, erkek olabilmek için kadına üstünlük kurması gerektiğini öğreniyor yetişkin erkekleri izleyerek.

    işyerinde patronu tarafından itilip kakılan erkek, aşağılanmışlık duygusunu eşinin üzerindeki fiziksel tahakkümünü pekiştirerek yenmeye çalışıyor ve güçlü hissediyor onu dövüp, tecavüz ettikten sonra. ve şüphesiz, erkeğin kadına evlilik bağı altında uyguladığı cinsel şiddetin adı da tecavüz.

    sözlü şiddet, beğendiği her kadına sahip olabileceğini düşünen erkeğin, buna muktedir olduğunu kadının da bilmesini istemesinden kaynaklanıyor. çoğu zaman eyleme geçmiyor olması, bunun şiddet içeren bir suç olduğu gerçeğini değiştirmiyor. kadının buna tepki göstermesi, hele hele bazı erkeklerin bu konuda kadınlardan yana tavır alması bu suçu işleyenleri korkutuyor. kadının, ellerini uzattıklarında koparıp alabilecekleri pişmiş bir elma olmadığı gerçeğini, varoluşlarına yapılan bir saldırı olarak görüyorlar. "ne yani" diyorlar belki de; "erkeğim ben, karıya kıza bakarım, laf da atarım, böyle gördük biz, nereden çıktı şimdi bu dalga?"

    kadının hayatını onun adına tanzim etme arzusunun gerisinde yatan, onu erişilebilir kılmak. giyim tarzı "hafif" bulunan kadınların, birey olarak varolmayı tercih etmesi giyim tarzının sonucu değil. doğrusu, birey olarak varolmayı tercih eden kadının, kendisine uygun görülen kıyafetleri değil, kendi uygun gördüğü kıyafetleri giymesi. kendi tercihini uygulayabilen bir kadın da, her istendiği zaman erişilip, cinsel yükümlülüğünü yerine getirmiyor haliyle.

  • 3 aralık 2015 özgecan aslan karar duruşması

    sanık avukatı, şöyle bir soru sormuş savunmasında:

    "özgecan neden boş minibüse bindi?"*

    savunma hakkının kutsallığı ile, en temel insan hakları arasındaki büyük çukur. en korkunç cinayetin bile savunması olamayacak kadar kötü.

  • dedesinin mezar taşını okuyamayan tek toplum

    bunun bir nedeni de, 50'li yıllardaki iktidarımızın, birçok mezarlığın üstünden yol geçirmesi. o yıllarda iktidarda kim vardı, bakın bu çok önemli.

  • feminizmi savunan erkek

    feminizm, kadınların toplumsal, iktisadi ve hukuki alanlarda eşitlik isteğinin -ve hakkını alma mücadelesinin- bireysel veya örgütlü hareketler bütünü. feminizmi anlayabilmek için, kadınların ezildiği, yok sayıldığı, köle gibi alınıp satıldığı, erkeklerden daha ağır şartlarda çalıştırıldığı veya çalışma hakkının elinden alındığı bir dünyada yaşadığımızı görmek yeterli.

    feminist hareketi benimsemiş, kendisine biçilen "erkeği yatakta mutlu etme görevi"nin dışında bir mutuluğu kovalayan bir kadınla sevişmeyi tercih etmekle, sadece sevişebilmek için feminizmi benimsiyormuş gibi rol yapmak farklı. feminist harekete destek olmak, amacını benimsemek, insanlık onurunu ayaklar altına alan bir zulme, cinayetler dizisine karşı çıkmak demek. kadınların haklarını savunan kadınları, çirkin ve asi birer mahluk gibi görmek, kadını toplumdan silmeye çalışan zihniyetin entelektüel soslu tezahüründen başka bir şey değil. kadın haklarını savunan kadınları destekleyen erkekleri seks delisi veya "ılık" olarak nitelemek de, ruhsal iktidarını kadının çaresizliği üzerinden sağlamlaştırmaya çalışan zavallıların, hemcinslerine dönük korkuyla dolu öfkesinden ibaret.

    feminizmi savunmaktan utanç duyuyorum. feminist hareketin içindeki kadınlara destek olmaktan utanıyorum. kendi cinsimin yarattığı yıkımdan rahatsız oluyorum. yeryüzünde, feminizme ihtiyaç duyulması bana utançla karışık bir acı veriyor. bir kadına şiddet uygulamak kadar aşağılık bir şey varsa, o da bu zulme karşı direnen insanları küçümsemek ve ötekileştirmek. kadının özgürlük mücadelesinden bile, onu kullanabilmek için fırsat yaratmaya çalışan insanların var olması, o hareketin zayıflığını veya onu destekleyen erkeklerin kötü niyetli olduğunu göstermez. aksine, desteklemek için somut bir neden daha sunar insanlara.