herkesin aklından geçeni yazdığı bugünkü yazısıdır.
uzatmadan yazıyı paylaşıyorum.
--- alıntı ---
bu fotoğraftaki mutluluk nutuk’ta yazıyor.
2009 yerel seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “bizim başarısızlığımız olarak yorumlanmamalı, oylarımızı arttırdık, bizim açımızdan çok güzel bir gelişme” dedi. ecevit kasketi taktı.
*
2010 referandumunu akp kazandı, guguk kuşu seçmen kağıdı çıkarmayı unuttu, oy kullanamadı, “ben istanbul'da kayıtlı olduğumu sanıyordum, talihsizlik oldu, her şeye rağmen çok olumlu sonuç aldık, iyiye işarettir, akp çöküyor, iktidara koşuyoruz” dedi. che guevara beresi taktı.
*
2011 genel seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “yüzde 30'un altında alırsam çeker giderim” demişti, yüzde 26 aldı, “yeni oydaşlar kazandık, 12 eylül'den bu yana en başarılı dönemimizdeyiz, bir sonraki seçimde iktidarız” dedi. kasketle bere dolaba kaldırıldı, gandi kemal posteri asıldı.
*
2014 yerel seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “çıkan sonucu başarısızlık olarak görmüyorum, bir çizgimiz var, sevindirici, kararlılıkla yukarıya gidiyor” dedi.
*
2014 cumhurbaşkanlığı seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “bu seçimin galibi erdoğan değildir, sayın ekmeleddin ihsanoğlu'dur, siyaset dünyamız çok önemli bir aktör kazandı, gelecek açısından ciddiye alınması gereken bir aktördür, bugün seçim olsa yine sayın ekmeleddin ihsanoğlu'nu aday gösterirdim, kurultaya gitmemizi gerektiren bir sebep görmüyorum” dedi. ecevit'in kasketi, che'nin beresi, gandi filan mazide kaldı, “ben dersimli kemalim” dedi.
*
haziran 2015 genel seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “oylarımız düşerse istifa ederim” demişti, oyları düştü, zafer konuşması yaptı, “baskıcı dönemi sona erdirdik, bizim açımızdan sorun yok, memnunum, istifamı gerektirecek bir sonuç değil” dedi.
*
kasım 2015 genel seçimini akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “durumumuz olumlu, güzel bir seçim geçirdik” dedi. “istifa edecek misiniz?” diye sordular, “chp'yi diğer partilerle karıştırmayın” dedi. bir hafta sonra röportaj verdi, “oy oranımızın netleşmesinden sonra istifam konuşuldu, açıkçası istifa etmeyi aklımdan bile geçirmedim, yenilendik, iktidara yürüyoruz” dedi.
*
2017 referandumunu akp kazandı, guguk kuşu kaybetti. “bugünden itibaren yeni strateji kuracağız, yarın seçim olacakmış gibi hazırlanmaya başlıyoruz, herkes görecek, güzel şeyler olacak” dedi.
*
kendi seçmenini bu kadar gerizekalı yerine koyan bir başka parti var mı? yok.
*
chp milletvekilleri…
il başkanları…
kurultay delegeleri…
ağlamaktan gözüne kan oturan eşlerinizin, çocuklarınızın, torunlarınızın yüzüne bakın, sonra da dönüp, bu fotoğrafa bakın.
*
guguk kuşunun bu fotoğraftaki mutluluğu, nutuk'ta, gençliğe hitabe'de açıkça yazıyor.
bir anlık gaflet değildir.
sekiz seçimlik dalalettir.
*
cumhuriyet'e karşı suç işleniyor.
fani bir koltuk uğruna sessiz kalmak, hıyanettir.
--- alıntı ---
paranoyaklar takip edilmiyor mu sanki16 profili
-
yılmaz özdil'in 28 nisan 2017 tarihli yazısı
-
ömer halisdemir'in ailesinin chp'li çıkması
içeriklere erişim sorun değil; başlık kalsın ki böyle bir gerçek olduğu bilinsin en azından. chp'li olmanın suç olduğunu düşünenleri rahatsız edebilir belki ama onlar da kusura bakmayacaklar artık.
edit: iddianın sahibi olan kişi saygın bir gazeteci olarak kabul gören saygı öztürk. bu da ilgili iddianın haber linki
edit 2: (bkz: #67163383) -
yılmaz özdil'in 3 ocak 2017 tarihli yazısı
reina saldırısına dair akp'den yapılacak açıklamayı bir akpli gibi yazdığı bugünkü yazısıdır. okurken cidden her kelimesini akp ve yandaşların ciddi ciddi dillendireceğini ve savunacağını düşünmek ayrıca tüyler ürperticiydi. fakat bir o kadar da gerçek işte, adamların kafası tam olarak budur. akp'ye karşı olan herkes terörist, yaşanan her olayda hiçbir suçu olmayan sadece iktidar.
yazı şöyle:
--- alıntı ---
reina
menfur saldırının failleri deaş, daeş, pkk, pyd, dhkpc, fetö, cia, eset, dış güçler, üst akıl ve cehape'dir.
hükümetimiz haricinde herkes sorumludur.
reina'da yaşanan terör olayı ismet inönü hükümetinin lozan'daki hataları yüzünden olmuştur.
bu katliamın planlayıcıları, gezi darbesine katılan tiyatroculardan, cumhuriyet gazetesinde yayınlanan karikatürlerden ve hüsnü mahalli'den cesaret alıyor, milletimiz oynanan büyük oyunu görüyor.
hem beşiktaş saldırısının hem de ortaköy saldırısının cehapeli belediyenin sınırları içinde olması manidardır, yakınlaşmamızdan rahatsızlık duyulan sayın putin'in konsolosluğu ak partili belediyenin güvencesi altındayken, amerikan konsolosluğunun bir başka cehapeli belediyenin sınırları içinde olması tesadüf olamaz, türkiye'nin şahlanışından rahatsız olan cehapeliler sinsi ilişkilerinin hesabını vermelidir.
her terör olayından sonra ak parti hükümetini suçlamak, hedef saptırmaktır, ak parti hükümeti bu elim olayın mağdurudur.
teröre karşı en güzel cevap, hamdolsun osmangazi köprüsüdür, avrasya tünelinden yedikleri tokadın sesi taa pensilvanyadan duyulmuştur.
reina saldırısı hızlı trenle buluşmamızı geciktirir ama engelleyemez, modern havalimanını geciktirir ama engelleyemez, duble yolları yapmamızı engelleyemez, bu bayrak inmez, bu ezan dinmez.
reina kurbanlarının suudi arabistanlı, ıraklı, lübnanlı, tunuslu, ürdünlü, kuveytli ve suriyeli olması, islamofobinin vardığı noktayı açıkça gözler önüne seriyor.
ölenler arasında hiç batılı turist bulunmaması, türkiye'nin batılı turistler için ne kadar güvenli bir ülke olduğunun, huzur ve istikrar adası olduğunun kanıtıdır.
yılbaşını kutlamak için reina'ya gelenler arasında suriyelilerin bulunması, fırat kalkanı harekatımızın ne kadar başarılı olduğunun göstergesidir, ordumuz niye suriye'de diye soranlar, mazlum suriye halkının reina'ya gelmesini hazmedemeyen elitlerdir, seçkincilerdir.
saldırganın noel baba kılığına girdiği iddiası tevatürdür, kendisi bildiğiniz teröristtir, terörün dini olmaz, kostümü olmaz, noel demek suretiyle herhangi bir dine atfedilemez.
terörist, terörle kararlı mücadelemiz karşısında kaçmaktan başka çare bulamamıştır.
rus büyükelçiye suikast yapan teröristi öldürdük diye eleştirenler, şimdi utanmadan çıkıp, teröristi neden yakalamadınız diye eleştiriyor, yakalayınca beğenmiyorlar, yakalamayınca gene beğenmiyorlar, istemezükçü bunlar, sırf bu çelişkili davranış bile cehapenin kirli yüzünü ortaya koymaya yetiyor.
beşiktaş'ta 45 vatandaşımız hayatını kaybetti, kayseri'de 14 vatandaşımız hayatını kaybetti, reina'da yabancıları saymazsak sadece 11 vatandaşımız hayatını kaybetti, 20 günde 45'ten 11'e inmesine rağmen terörü sanki büyüyormuş gibi göstermek kötü niyetlidir, birliğimizi beraberliğimizi zehirlemeye yöneliktir.
reina saldırısı bir kez daha göstermiştir ki, başkanlık sistemine karşı çıkmak terör örgütlerinin ekmeğine yağ sürmektir.
*
arkadaş, köşeyi başkasına mı kiraladın, nedir bu kepazelik derseniz?
*
cahil cühela tiplerin osmanlı sevdasıyla memleketin başını nasıl bi belaya soktuğunu anlatmaya çalıştık senelerdir… yazılabilecek ne varsa yazdık, sözün bittiği yere geldik.
bari bu senenin ilk yazısında değişiklik yapalım, yazmadıklarımızı yazalım istedik.
hiç olmazsa bugünlük yalakalar kadar ahlaksız, yalakalar kadar vicdansız, yalakalar kadar küstah, yalakalar kadar yüzsüz olalım, memleketin haline üzüleceğimize, memleketi süzme salak yerine koyalım, herkese şapşal muamelesi yapalım istedik.
*
bence bugünlük siz de bana uyun.
kendinizi yalaka yazarların okurları yerine koyun.
akılalmaz saçmalıkları makul fikirlermiş gibi okuyun.
beyninizi hiç kullanmayacağınız için, inanın kafanız hiç olmadığı kadar rahat edecek, ne tasa kalacak, ne dert!
--- alıntı --- -
yılmaz özdil'in 18 kasım 2016 tarihli yazısı
derdest edilip darbe girişimi bittikten sonra kurtarılan ve o görüntüleri yayınlandıktan sonra bile görevine devam eden genel kurmay başkanına asansör paşası diye seslendiği ve sebebini de gayet açık ifade ettiği bugünkü yazısıdır.
yeni oamanlı hayalleriyle milleti ekonomik krizin olmadığına inandırıp başkanlık için iç siyasette milliyetçilik pozları kesenlerin, musul ve kerkük'ü hayallerinde bile göremeyecekleri halde ellerindeki kıbrısı feda ettiklerini görmeyen bir halka bir şey ifade etmeyecektir muhtemelen ama yazının tamamı şu şekildedir:
--- alıntı ---
asansör paşası
noel arefesi…
lefkoşa.
kumsal mahallesi.
numara 2.
tek katlı, bahçeli ev.
saat 22 suları.
hava ayaz.
boğuk, tok vuruşlar yırtıyor geceyi aniden, trok trok trok…
kalleş basıyor.
*
mürüvvet hanım lambaları söndürüyor telaşla… hakan kucağında, uyuyor. bebe henüz, 10 aylık… dalıyor çocukların odasına, öbür koluna kutsi'yi alıyor, dört yaşında, “kalk murat” diye sesleniyor bi yandan… gözlerini ovuştura ovuştura kalkıyor murat, güya en büyükleri o ama, altı yaşında… eteğinin ucundan tutuyor anasının geceliğini… dışardan adeta hüzün abajuru gibi sızan sokak lambasının cılız ışığında, hayalet misali, parmaklarının ucuna basa basa banyoya süzülüp, dördü birden küvete giriyor ve koyun koyuna sarılıyorlar, çıt çıkarmadan, duyulmasın diye nefes bile almadan.
*
korkunç bekleyiş başlıyor.
*
bir dakika.
iki dakika.
üç dakika.
saniyeler, asırlar gibi uzuyor.
*
önce şangırtı duyuyorlar.
pencere.
kırılıyor.
sonra ayak sesleri…
salondalar.
vahşi haykırışları geliyor.
ve…
tekmeyle açılıyor banyo kapısı.
eokacı üç rum.
basıyorlar peşpeşe tetiğe.
tarıyorlar.
33 el.
(yazıda bahsedilen fotoğraf karesi)
*
(bu “kanlı noel” gecesi, merhum gazeteci ömer sami coşar tarafından tek kareyle ölümsüzleştirildi. hafızalarımıza mıh gibi çakılan bu fotoğraf, kanlı noelde yaralanan, kasıklarından boğazına kadar alçıya alınan bir mücahidin sargı bezlerinin arasına saklanarak, türkiye'ye ulaştırıldı. bu tek kare fotoğraf, kıbrıs'ta yaşanan insanlık suçlarını görmezden gelen dünyanın suratına tokat gibi çarptı, barış harekatı'na giden sürecin miladı oldu.)
*
mürüvvet hanımı alnından vurmuşlardı. yedi yerinden daha.
murat'tan üç kurşun çıktı.
kutsi'den iki.
*
evin direği, baba, tabip binbaşıydı, o sırada evde değildi. son üç günde 103 türk köyü basılmıştı, yakılmıştı, ağır yaralılar vardı. bu yüzden gönyeli'ye gitmişti, insan kurtarmaya, göreve.
*
bir babanın başına gelebilecek en büyük felaketi yaşayan bu tabip binbaşı, evlatlarının cenazelerini kendi elleriyle yıkadı. minik bedenlerini, santim santim yokladı. hakan'da kurşun izi bulamadı. çünkü, 10 aylık bebecik… vücudunu yavrularına siper etmeye çalışan annesinin altında kalmış, nefessizlikten boğularak can vermişti.
*
sonra?
rum taburu kurdular oraya.
nizamiyesine şunu yazdılar:
“cesursan, gel al!”
*
mustafa kemal atatürk'ten sonra bu mübarek memlekete toprak kazandıran tek lider, karaoğlan…
türk taburu kurdurdu tam oraya.
nizamiyesine de şunu yazdırdı:
“cesurum, geldim aldım!”
*
ve bugün öğreniyoruz ki… kktc'nin kuruluş yıldönümü için resepsiyon vermişler, genelkurmay başkanı hulusi beyin korumaları, komutan binecek diyerek, 93 yaşındaki rahşan ecevit'in asansöre binmesini engellemeye çalışmışlar. üstelik… rahşan ecevit, özel bölümde kktc büyükelçisi ve başbakan yardımcısıyla birlikte oturan hulusi beyin masasına davet edilmemiş, başka masaya gönderilmiş.
*
tabip binbaşının aile fotoğrafına bakarak yazıyorum.
*
asansör paşası… 15 temmuzdan beri yaşananlarla yerin dibine girdiğin yetmiyor, bin o asansöre hangi seviyeye istersen oraya in.
--- alıntı --- -
yılmaz özdil'in 14 ekim 2016 tarihli yazısı
her olayda olduğu gibi gata'nın gasp edilip askeri hastane statüsünden çıkarılmasında da halkın nasıl kandırıldığını, ümit özdağ'ın meclisteki konuşmasını köşesine taşıyarak gözler önüne serdiği bugünkü yazısıdır.
ülkeniz için içiniz bir kez daha cız edecek okuduğunuzda. dağını taşını, ormanını deresini mahvettikleri yetmedi; şimdi de yalanla, çarpıtmayla üç beş tane kalmış son parçaları da mahvediyorlar.
yazının tam metni:
--- alıntı ---
işte gata gerçeği
sağlık bakanı recep akdağ'ın, sağlık bakanlığını menzil cemaatinin etkisine terk ettiği kanaati kamuoyunda yerleşmiştir. bu bakan, şimdi aynı şeyi gata ve 35 askeri hastanede de yapacak.
*
sağlık bakanı “terör bölgesinde yaralananlar bakanlığa bağlı hastanelerde, üniversite hastanelerinde tedavi edilmiştir, gata'ya getirilen küçük bir kısımdır” diyor. bu iddia doğru mudur? ocak ayıyla ağustos ayı arasında devlet veya üniversite hastanelerine giden yaralı sayısı 119'dur. aynı dönemde askeri hastanelere gelen yaralı sayısı 1523'tür. sağlık bakanı doğru söylemiyor.
*
sağlık bakanı, askeri doktorla sivil doktor arasında fark olmadığı izlenimi veriyor. bu doğru değildir. askeri tıbbiyeli dört askeri kamp eğitiminden geçiyor. havacı askeri tabipler iki ay uçuş fizyolojisi eğitimi görüyor, uçuş eğitimi görüyor. denizci tabip subaylar sualtı dalış eğitimi alıyor. bu askeri eğitimler, silah arkadaşlığı duygusu yaratıyor. askerler, komutanım dediği doktora güveniyor.
*
askeri sağlık sistemi sadece gata değildir. gata merkezdir. yurdun değişik yerlerinde 35 askeri hastane ve 600 askeri sağlık merkezi var. sırf bu sağlık merkezlerinde 1000 askeri doktor çalışıyordu. mesela, diyarbakır askeri hastanesindeki bir doktor, gerekirse gata'daki hocasını arar, ne yapacağını sorardı. şimdi bu zincir koptu.
*
gata ve askeri sağlık sistemi kötüleniyor. karalama kampanyası yürütülüyor. düşük kapasiteyle çalıştığı söyleniyor. halbuki, askeri hastaneler sefer görev hastanesidir. asla tam dolu çalışmaz. hele türkiye gibi, ordusu savaşan bir ülkenin askeri hastaneleri, sürekli stratejik miktarda boş yer tutar.
*
sağlık bakanlığı bu boş tutulan yerleri dolduruyor, her hastanenin alabileceği hastaları gata'ya alıyor. bu akıl dışı politikanın bedelini de savaşan askerlerimiz ödüyor. mesela… gata'nın yanık tedavi bölümünü doldurdular, suriye'de ışid saldırısında ağır yaralanan uzman çavuş akif güleç nakledilemedi, adana'da, bu konuda uzmanlığı olmayan bir hastanede şehit oldu. sağlık bakanı vicdan azabı çekmek yerine, “gata'da yanık ünitesinde nöbetçi doktor yok” diyerek halkı yanıltmaya çalışıyor. akif'in şehit olmasının hesabını allah'a sadece ışid teröristleri değil, sağlık bakanı da verecek.
*
yüzbaşı özgür özekin, hakkari'de üç gün hastanede tutuldu, tomografisi bile çekilmeden ankara'ya getirildi. neden üç gün bekletildi? çünkü… sağlık bakanlığının helikopterini kullanan pilot, gitmeye korktu. özgür özekin yüzbaşı, hastaneye getirildiğinde, olması gereken multicic potasyum ilacı yoktu, ailesinden temin etmesi istendi. aile bu ilacı eskişehir'den bulabildi, saat 23.30'da gata'ya yetiştirdi ama, yüzbaşımız saat 01.30'da şehit oldu.
*
sağlık bakanı “yüzbaşıya 40 ünite kan verildi” diyerek, kurtarılamayacak durumda olduğunu ima etti. oysa, 100 ünite kan verilip kurtarılan gazilerimiz var. üstelik, şu soruya hiç cevap vermedi, gata'da her zaman bulunan ilaç, nasıl oluyor da sivile devredilince bulunmuyor?
*
sağlık bakanının verimliliği, özgür yüzbaşıyı, akif çavuşu şehit etti. van'da polis memuru muhammet acar yaralandı, genel durumu çok iyi olmasına rağmen, özel hastanede şehit oldu, savcılık soruşturma açtı. sağlık bakanı hâlâ askerin canını-kanını parayla hesaplayıp, verimlilik hesabı yapıyor.
*
sağlık bakanı, askeri doktorların çatışma alanına gitmediğini, pkk'yla gerçekleşen kent çatışmalarında bu görevi sağlık bakanlığının yaptığını söylüyor. ve bu yalan, şehitlerin canı üzerinden söyleniyor.
*
gerçek şudur… yaralanan asker ve polisleri, sağlıkçı astsubay ve erbaşlar tahliye ediyor. sağlık bakanlığı unsurları, çatışma bölgesine sokulmuyor. bu çatışmalarda iki sağlıkçı astsubayımız, biri şırnak'ta, biri hakkari çukurca'da şehit oldu. yaralılarımız, çatışma bölgesinden çıkarıldıktan sonra, 112 ile tahliye ediliyor.
*
sağlık bakanı “çatışma bölgesinde yoklar” diyor ama… 1984'ten bu yana 8 tabip, 2 diş tabibi, 2 veteriner, sağlık astsubayı ve 25 sıhhiyeci erbaş şehit oldu. sağlık bakanına önerim, allah'tan korkmasıdır.
*
sağlık bakanı açıkça yalan söylüyor, “gata'daki öğretim üyelerinin birçoğunun muayenehanesi var, bu devir sırasında muayenehaneleri tercih ettiler, gata'yı bıraktılar” diyor. rakamlara bakalım… 15 temmuz öncesinde, ankara gata ve istanbul haydarpaşa'da çalışan 500 öğretim üyesinden sadece 27'sinin muayenehanesi vardı. bu rakamları hacettepe ve ankara tıp'la karşılaştıralım… hacettepe'de 415 öğretim üyesi var, 65'i yarızamanlı çalışıyor. ankara tıp'ta 452 öğretim üyesi var, 101'i yarızamanlı çalışıyor. açıkça görüldüğü gibi, askeri rakamlar, sivil tıp fakültelerinin çok çok altında.
*
sağlık bakanının kamuoyunu yanılttığı bir başka konu, harp cerrahisi… akla ve vicdana aykırı olarak küçültüyor, gata'da harp cerrahı sayısının çok az olduğunu söylüyor, “şu anda 5 harp cerrahı, 2 askeri psikiyatrist var, ihtiyacı karşılamıyor, gazilerimizin büyük kısmı üniversite hastanelerinde tedavi edildi” diyor.
*
kasten çarpıtıyor, karalıyor. harp cerrahisi 2008 yılında tanımlandı, 2010'da anabilim dalı olarak kuruldu. bu anabilim dalı, dünyada da çok yenidir. genel cerrahi uzmanı bir hekim, beyin cerrahi, ortopedi, plastik cerrahi ve göğüs cerrahide altışar ay rotasyon yaparak harp cerrahı oluyor. sayıları 8'dir. görevleri, çatışma alanına en yakın bölgede ilk müdahaleyi yapıp, konunun uzmanı doktora sevketmektir. gata'da oturdukları doğru değildir. çatışma ne zaman yoğunlaşsa, bu anılan harp cerrahları derhal bölgeye gider.
*
cerrahlıksa, kadın doğum bölümü hariç, gata'daki tüm doktorlar cerrahtır. bakan çarpıtıyor. harp cerrahi anabilim daha üyesi olmak başka şeydir, harp cerrahisinde uzmanlaşmış ortopedist, göz doktoru, kulak-burun-boğaz veya plastik cerrah olmak başka şeydir. bakan bunu bilmiyor mu? biliyor. çarpıtmak işine geliyor.
*
gata'daki cerrahlar kadar yaralanma gören sivil doktor var mı? asla temenni etmeyiz, ancak… sağlık bakanının çocuğu silahla yaralansa, benzer yaralanmalarda 1600 defa ameliyata girmiş askeri doktorun ameliyat etmesini mi ister, yoksa sivil doktoru mu tercih eder?
*
gata'nın tasfiye edilmesiyle güneydoğu'daki askeri sağlık sistemi de çöktü. diyarbakır askeri hastanesi kapatıldı. selahaddin eyyubi devlet hastanesine bağlandı. bu hastane, en fazla pkk'lı doktorun ve hemşirenin olduğu hastanedir! sağlık bakanlığının güneydoğu'daki tüm sistemi terör örgütünün kontrolündedir. asıl mücadele edilmesi gereken budur. sağlık bakanı askeri tabiplerle uğraşacağına, gitsin, gazilerimizi tedavi etmemek için izin alan pkk'lı doktorlarla, zehirlemek için uğraşan pkk'lı hemşirelerle uğraşsın!
*
gazilerimiz, terör bölgesinde sağlık bakanlığına bağlı devlet hastanelerine, özel hastanelere gönül rahatlığıyla emanet edilemiyor. gata, 15 temmuz'dan bu yana diyarbakır, şırnak, hakkari ve van askeri hastanelerine 275 öğretim üyesi uzman doktor, 42 yardımcı sağlık personeli yolladı. ayrıca, sağlık bakanlığının talebi üzerine, nusaybin ve yüksekova devlet hastanelerine 85 askeri personelle destek verdi.
*
aslına bakarsanız, askeri hastaneler, güneydoğu'da sadece askerin değil, tüm devlet memurlarının emanet edildiği yerdir. şırnak ve cizre'deki çatışmalar sırasında şırnak devlet hastanesi askerlere ve eşlerine hizmet veremedi. yüksekova ve nusaybin'de operasyonlar yapılırken, polis özel harekatçıların tedavi edildiği dönemde, pkk'lı doktor ve hemşireler hastaneden uzaklaştırıldı, sistem ancak o şekilde işletilebildi.
*
hakkari'deki askeri hastane, tugayın içinde… sağlık bakanlığı tugayın içindeki hastaneye el koydu. hastanede sadece 5 doktor kaldı. göğüs cerrahi uzmanı yüzbaşı, yüksekova devlet hastanesine yollandı. bilerek söylüyorum… bölgedeki askeri hastanelerden devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerin can güvenliği yoktur!
*
uyarıyorum… eğer devlet hastanelerine gönderilen askeri hekimlerimiz, nöbette veya cadde ortasında pkk'lılar tarafından şehit edilirse, bunun sorumlusu sağlık bakanı olacaktır.
*
rehabilitasyon merkezi türk milletinin bağışlarıyla yapıldı. kolunu bacağını gözünü kaybeden aslanlarımızın fiziki ve ruhi tedavileri amacıyla çalışıyordu. sağlık bakanlığı el koydu, doldurdu. gaziler kapıdan geri çevriliyor.
*
“gata'dan ayrılan yok, eski personelle devam ediyoruz” deniyor. doğru değil. sistemde büyük moral bozukluğu var. gata mensuplarında “bir yıla kalmaz, hepimizi dağıtırlar” duygusu hakim.
*
savaşan subayların astsubayların, sağlık bakanlığına güveni kalmadı. ailelerine “yaralanırsam beni özel hastaneye yatırın” şeklinde, adeta vasiyette bulunuyorlar.
*
akp hükümetinin hatasının bedelini, savaşan askerlerimiz canlarıyla ödeyecek. sonra eski sisteme tekrar dönülecek. cumhurbaşkanı erdoğan “bizi yanılttılar” diyecek, helallik isteyecek. sağlık bakanı ve sağlık bilimleri enstitüsü rektörü görevden alınacak. sonra gata'nın eski doktorlarına “geri dönün” çağrısı yapılacak. bu arada dökülen kan, sağlık bakanı başta olmak üzere, bu sistemi savunanların elindeki kandır. o nedenle… bu suça ortak olunmaması konusunda rica ediyor, asker hayatıyla oynanmaması gerektiğini ifade ediyorum.
*
kime ait bu sözler?
terör uzmanı, gaziantep milletvekili, profesör ümit özdağ'a ait.
*
nerede söyledi bunları?
tbmm'deki basın toplantısında söyledi.
*
peki sizin niye hiç haberiniz olmadı?
çünkü, haysiyetli (!) basınımız ambargo uyguluyor, yazmıyor, göstermiyor, haberiniz olmasın, ruhunuz bile duymasın isteniyor.
*
duyduk duymadık demeyin ey ahali…
gata bangır bangır imha ediliyor.
--- alıntı --- -
yılmaz özdil'in 7 ekim 2016 tarihli yazısı
vahdettini anmak için tören düzenleyip, istanbul'un düşman işgalinden kurtarılışının yıl dönümü olan 6 ekim'de sessiz kalmalarından bahsettiği bugünkü yazısıdır.
osmanlı hayalleri kuran, atatürk'e etmediği hakarwti bırakmayıp vahdettini ve osmanlıyı övenler yazının özellikle şu bölümünü okusun mümkünse:
"kuvayi milliyeci yurtsever, istanbul'dan anadolu'ya geçerken yakalanmış, kocaeli tersane bahçesinde direğe bağlanmış, kendi vatanımızda, yunan müfrezesi tarafından kurşuna diziliyor. kafasında fes bulunan osmanlı memuru şerefsiz de, işgalci ingiliz subayıyla birlikte infaza nezaret ediyor."
yazının finali özeti olmuş zaten:
"istanbul'un fethini kutlayıp, istanbul'un kurtuluşunu kutlamamak… sadece atatürk düşmanlığı değildir. aynı zamanda, takkeli takunyalı din tüccarlarının “emperyalist işgali”ni ne kadar özlediğinin kanıtıdır!"
yazının tamamı şu şekilde:
--- alıntı ---
6 ekim kutlu olsun
rahmetli turgut özakman, şu çılgın türkler'de şahane anlatır…
*
sarı atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subaylarıyla doluydu. kapı açıldı, yaver göründü, “emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim” dedi. nazır ziya paşa, odadaki subaylara izah etti, “az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili” dedi, içeri alın…
yüzbaşı içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek, nazırın masasının önünde durdu, selam verdi, “yüzbaşı faruk, izmir, beni emretmişsiniz” dedi.
uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı.
nazır önündeki yazıya bakarak, yumuşak bir ses tonuyla “oğlum” dedi, “bu konudaki emirlere rağmen, dün akşam beyoğlu'nda ingiliz inzibat subayı teğmen miller'a selam vermemişsin, doğru mu?”
“evet efendim, doğru.”
nazır, babacan şekilde yol gösterdi, “herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?”
“hayır efendim, gördüm!”
nazırın canı sıkıldı…
“niye selamlamadın öyleyse? selamlamanız için emir verilmişti!”
“rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam, askerlik töresine göre, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”
ziya paşa derin bir kederle ellerini açtı, “askerlik töresi mi kaldı a yavrum… adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. ingiliz komutanlığı bu sabah olayı protesto etti, mesele çıkarılacak zaman değil, hemen şu teğmeni bul, özür dile, olayı kapatalım” dedi, sonra da başıyla işaret ederek, çıkması için izin verdi.
5
ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı, “paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum” dedi.
nazır bıkkınlıkla “söyle bakalım” karşılığını verdi.
“balkan savaşında teğmendim, çanakkale'de üsteğmen, suriye cephesinde yüzbaşı oldum, ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım, her rütbemde binlerce şehidin, gazinin hakkı var. onların hakkını korumak namus borcumdur, beni affedin, özür dileyemem.”
harbiye nazırı bozuldu.
“anlamadın galiba, harbiye nazırı olarak emrediyorum!”
yüzbaşı sükunetle “anladım efendim” dedi, elini omuzuna götürdü, apoletlerini bir hamlede söküp, nazırın masasına bıraktı.
“artık emrinizi dinlemek zorunda değilim” dedi!
selam vermeden döndü, kapıya yürüdü.
4
*
mustafa kemal'in askerleri, esir istanbul'u işte böyle kurtardı.
*
3
2. mehmet aldı.
6. mehmet verdi.
atatürk kurtardı.
bademlerin asla değiştiremeyeceği gerçek budur.
*
lozan'ı beğenmeyen arkadaşlara, nostalji olsun diye bazı fotoğraflar hatırlatayım mesela… 1 numaralı fotoğraf, istiklal caddesi, işgal kuvvetleri beyoğlu'nda resmi geçit yapıyor. 2 numaralı fotoğraf, dolmabahçe sarayı'nın dolmabahçe camisi'nin önü, işgal zırhlıları istanbul boğazında adeta şehir hatları vapurları gibi çalışıyor! 3 ve 4 numaralı fotoğraflar, padişahımız efendimiz ve kuklaları armut gibi seyrediyor, galata kulesinin tepesinde ingiliz bayrağı dalgalanıyor, ingiliz askerleri galata kulesinin tepesine kondurulan gözetleme kulübesinden dürbünle istanbul'u seyrediyor. 5 numaralı fotoğraf, haliç'te ingiliz denizaltısı… 6 numaralı fotoğraf, ingiliz zaptiyesi, bizim topraklarımızda bizim insanımıza kimlik kontrolü yapıyor. 7 numaralı fotoğraf, atatürk'ün kurduğu tbmm'nin çatısı altında utanmadan vahdettin için anma töreni düzenleyen arkadaşlar bu kareye iyi baksın… kuvayi milliyeci yurtsever, istanbul'dan anadolu'ya geçerken yakalanmış, kocaeli tersane bahçesinde direğe bağlanmış, kendi vatanımızda, yunan müfrezesi tarafından kurşuna diziliyor. kafasında fes bulunan osmanlı memuru şerefsiz de, işgalci ingiliz subayıyla birlikte infaza nezaret ediyor.
*
ve dün, 6 ekim'di.
*
6 ekim 1923'ün yıldönümü.
*
istanbul'un fethini kutlayıp, istanbul'un kurtuluşunu kutlamamak… sadece atatürk düşmanlığı değildir. aynı zamanda, takkeli takunyalı din tüccarlarının “emperyalist işgali”ni ne kadar özlediğinin kanıtıdır!
--- alıntı --- -
abdülhamit'in kerhane ve içki fabrikası açması
bir iddia.
ben demiyorum elbette. bugünkü yazısında yılmaz özdil aktarıyor.
bu topraklarda ilk kerhane, ilk birahane, ilk rakı fabrikası, ilk bira fabrikası ve ilk şampanya fabrikası abdülhamit zamanında açıldı diyor. hatta teşekkür de ediyor kendisine bu hizmetleri için.
yazının tam metni:
--- alıntı ---
abdülhamid
atatürk'ün mareşal üniformalı tablosunu depoya kaldırtan tbmm başkanı ismail kahraman, dolmabahçe sarayı'nda padişah abdülhamid'i anma sempozyumu düzenledi. “ne yazık ki tarihi ve kültürel miras bilinmiyor, özellikle gençler bilmiyor, unutturuluyor, hükümdarımız abdülhamid'e vefa borcumuz var” dedi. * bence de öyle. * mesela, bu topraklardaki ilk “rakı” fabrikası abdülhamid döneminde kuruldu. şahsen büyük vefa borcum var. * (kendini yeni osmanlı filan zanneden ismail kahramangiller, rakının 19 mayıs 1919'da icat edildiğini zanneder ama… ilk rakı fabrikası cumhuriyet'ten 22 sene önce kuruldu. hem de, bizzat abdülhamid'in başmabeyincisi sarıcazade ragıp paşa tarafından tekirdağ'da kuruldu. padişahın isteği, şeyhülislam'ın onayıyla kuruldu. o dönemin en meşhur markaları, deniz kızı rakısı ve üzüm kızı rakısı'ydı. deniz kızı rakısı'nın asıl ismi tenedos rakısı'ydı ama, etiketinde güzeller güzeli bir deniz kızı resmi olduğu için, ahalimiz deniz kızı rakısı diyordu. abdülhamid döneminde üretilen tüm rakı markalarının etiketinde, kız resimleri kullanılıyordu.) * peki, bu topraklardaki ilk “bira” fabrikası kimin döneminde kuruldu? gene abdülhamid döneminde kuruldu. gel de vefa borcu hissetme birader. * (cumhuriyet'i kuranlara “ayyaş” diyorlar ama… abdülhamid döneminde, yılda 10 milyon litre bira tüketiliyordu. cumhuriyet bu rakama, yani osmanlı'nın içtiği kadar biraya, anca 1940'lı yıllarda ulaşabildi. henüz bira fabrikası kurulmadan önce, övünmek gibi olmasın, osmanlı'da ilk birahane izmir'de açıldı. birahanelerin açılma iznini veren de, abdülhamid'in babası abdülmecid'ti.) * osmanlı'nın ilk “şampanya” fabrikası da abdülhamid döneminde kuruldu. resmi, mühürlü evrak var, abdülhamid'in izniyle kuruldu. * (abdülhamid şampanya fabrikası kurdurduğunda, elitler kurdu denilen cumhuriyet'in kurulmasına 30 sene vardı. şampanya fabrikasını, musevi alatini kardeşler kurdu. abdülhamid hazretleri, bu alatini kardeşleri madalyayla ödüllendirdi, kendi elleriyle, bir değil, iki değil, üç defa “mecidi nişanı” taktı. musevi alatini kardeşlerle öylesine cankuştu ki, tahttan indirilip selanik'e gönderildiğinde, üç sene boyunca, alatini ailesine ait alatini köşkü'nde kaldı.) * abdülhamid efendimiz, rakı, bira ve şampanya fabrikası kurdurdu ama, kendisi “rom” tercih ederdi. bizzat torunu osman ertuğrul televizyonda anlattı: “dedem rom içerdi, babama söylerdi, bak ben bunu içiyorum, çünkü bu yasak değil, kuran'a bak, orada şarap diyor, şekerden yapılanın bahsi geçmiyor derdi.” * acayip “sigara” içerdi abdülhamid… birini yakar, birini söndürür, vapur gibi tüttürürdü. saraydaki işi sadece sigara sarmak olan özel ustalar vardı. kızlarının hatıralarında yazıyor, sürgüne giderken, bavullara en önce sigara paketleri doldurulmuştu. * (türk tütünüyle yapılan amerikan sigarası ateshian'ın tiryakisiydi. chicago'da üretilen bu sigara, new york, boston ve san fransisco'nun yanısıra istanbul ve kahire'de satılıyordu. hatta, ateshian firması, 1900'lerin başında amerikan gazetelerine verdiği reklamlarda “türk sultanı abdülhamid'in içtiği sigarayı için” sloganını kullanıyordu. bu reklamlarda “haremde, oryantal giysiler içinde sigara içen, saçı açık, hatta göbeği görünen, seksapel bir kadın” resmi kullanılıyordu. paketi 25 cent'ti.) * abdülhamid'in en önemli tarihi ve kültürel miraslarından biri ise… bu topraklardaki ilk “kerhane”yi açtırmasıydı. * (fuhuş elbette vardı, şehre yayılmasını önlemek, kontrol altına alabilmek için, varlıklarını ticarethane olarak sürdürmelerini sağladı. acem'in hanesi, alaycı kadri'nin hanesi, keseci hürmüz'ün hanesi, langa fatma'nın hanesi gibi evler vardı, zaptiye rüşvet alıyor, göz yumuyordu. abdülhamid buna son verdi. istanbul karaköy'deki zürefa sokak'ı hizmete açtırdı. bugün hayvan zannedip zürafa sokak diyorlar, aslında zürefa'dır, osmanlıcadır, lezbiyen anlamına gelir. kendini muhafazakar zannedenler inanmakta güçlük çekecektir ama, bu topraklar kerhane kültürünün kurumsallaşmasını abdülhamid'e borçludur.) * ha bu arada… binlerce yurtseveri fizan'a yemen'e sürgün etmiş, zindanlarda boğdurmuş, hafiyeleriyle jurnallerle 33 sene kan kusturmuş, mısır'ı tunus'u kıbrıs'ı sırbistan'ı karadağ'ı romanya'yı, toplam 1.5 milyon kilometrekare toprağı kaybetmiş, tarihçilerin bileceği iştir… ben kendi payıma, vefa borcumuzu ödemek için “hayırlı” faaliyetlerini yazıyorum! * dolayısıyla… “gençlerimiz tarihi ve kültürel mirası bilmiyor, kendisine vefa borcumuz var” diyerek, abdülhamid'i parlatmaya çalışan ismail kahraman'ı hakikaten tebrik ediyorum. * padişahımızın doğumgünü vesilesiyle düzenlenen sempozyuma, eskort kızlar çağırıp, şampanya ve rom servisi yaparsanız dört dörtlük olur yani… ben bile iki duble atmaya gelirim gari.
--- alıntı ---
edit: bu da yazıda geçen, abdülhamit'in de içtiği o sigaranın reklamı.*
bu da dönemin rakısı için yazılmış bir metin.
(bkz: http://i.hizliresim.com/oergrp.jpg)*
edit 2: burada yazıyı eleştiren pek çok yazardan farklı düşünüyorum. özdil'in bu yazıyı yazma sebebi osmanlıya hakaret etmek ya da her şeyiyle kötü göstermek değil.
kutlu doğum haftasını 23 nisana denk gelecek şekilde sabitleyen, atatürk'ü tarihe gömelim deyip osmanlı padişahları için anma düzenleyen siyasilerin çelişkilerini ve bunun peşinden giden seçmenin aymazlığını bu yolla gözler önüne sermekten ibaret. -
soner yalçın'ın 20 eylül 2016 tarihli yazısı
tarık akan'ın devrimci olup olmadığı, devrimcinin kim olduğu, kimin solcu ve devrimci olduğunun hükmünü verme hakkını kendinde görenler ve kürtçü olmamanın solcu olmamak sayılması ezberidir yazının konusu.
son dönemde giderek pespayeleşen entelektüel kibir, aidiyetle elde edilmiş sol kimlik üzerine güzel bir yazı olmuş.
yazının tam metni şöyle:
" kim devrimci
adı, eren keskin (d.1959)…
röportajlarında kendini şöyle tanıttı:
– “küçükken gittiğim camideki hoca göğüslerimi elleyip cinsel tacizde bulununca ateist olmaya karar verdim.”
– “sekiz ya da dokuz yaşlarındaydım o zamanlar. babamın görevi nedeniyle bursa'daydık. o zaman denizlerin kaçışı konuşuluyordu. bir gün annem kız kardeşimle beni evde yalnız bırakarak dışarı çıkacaktı. gitmeden de tembihledi: ‘kapıyı kim olduğunu sormadan kimselere açmayın. eğer ağabeyler (deniz gezmiş ve arkadaşları) gelirse içeri alın ve kimseye söylemeyin.' biz de dua ederdik ‘n'olur ağabeyler gelsin, biz de saklayalım' diye. denizlere yapılan haksızlık beni etkilemişti bu yüzden avukat olmaya karar verdim…”
– “okulda milli güvenlik dersine bir albay giriyordu. o zamanlar milli güvenlik seçmeli dersti. bütün okulda bir tek ben o dersi seçmemiştim. hoca derse girince ben çıkardım. belli ki o zaman da anti-militarist bir yanım vardı…”
– “istanbul hukuk fakültesi'nin büyük amfisinin ortasında ve sağında otururdu herkes. ben tabii bilmiyorum. gittim, sola oturdum. hemen arkadaşlar uyardılar ama yerimi değiştirmedim.”
– “baba tarafım kürt ama sonuçta dedem valiydi. kürtlüğü sadece mitinglerdeki sloganlardan biliyoruz. bir gün denizdeydik. babamın halasının oğluyla denizde yürümeye başladık. bayağı da sığ bir suydu. biraz ilerledikten sonra, etrafta kimse yokken bana dedi ki: biz kürtüz. bunu sakın unutma.”
insan hakları derneği yöneticiliği de yapan eren keskin şunu bile demiştir:
“kürt milliyetçisi sayabilirim kendimi. zaten anne tarafım çerkez. kesinlikle türk değilim o konuda içim rahat…”
peki…
entelektüel sığlık
eren keskin hafta sonu sosyal medyadan şu yazısını paylaştı:
“tarık akan çocukluk anılarımızın bir parçasıydı. ancak o hep resmi ideolojiyi savundu. nasıl devrimci olabilir ki?”
okuyunca dedim ki…
herhalde eren keskin, “sürü” ve “yol” gibi filmleri seyretmedi; çocukluk anılarında kaldı!
baksanıza… eren keskin'e nasıl solcu, ateist, kürt milliyetçisi olmuş? anlattıkları içinde bir tek “okuma” yok! politik kimliği “aidiyet duygusuyla” oluşmuştu!
bu topraklarda böyle entelektüel olunuyor; bu kadar kolay aydın olunuyor!
işte… bu “donanımıyla” eren keskin, bu ülkedeki kimi kürtlerin “rol modelliğini” yapıyor!
tersini düşünürsek:
örneğin, ateist biri göğüslerini ellese eren keskin şeriatçı mı olacaktı?
ya da annesi “ülkücüleri saklayın” dese asena olmaya mı karar verecekti?
ya babası türk olsaydı; devlet bahçeli'nin danışmanlığını mı yapacaktı?
uzatmayayım diye yazmadım bir de makyaj meselesi var. solcu bir derneğe giderken annesi “yüzü solgun” diye allık sürüyor kızına. dernekte eren keskin'e aşık lider, makyaja çok kızıyor ve özeleştiri yapmasını istiyor. eren keskin lidere aşık değil, özeleştiri yapmıyor ve o günden sonra makyaj yapmaya başlıyor!
evet. şurası kesin ki; eren keskin tarık akan'ın romantik salon filmlerinin etkisinden kurtulamamış! şaka mı tüm bunlar?
kürt siyasal hareketinin önder kadrosunun donanımı bu mudur?
yoksa sadece bir vitrin süsü müdür eren keskin?..
ne olursa olsun işin daha da acıklısı:
halka hizmet etmeyi yücelten büyük sanatçı tarık akan'da da buluşmayacaklar ise, kimle birleşecekler? belli… bilinç düzeyi ortada olan ve tarık akan'ı devrimci bulmayan keskin kürt milliyetçiliğinin geldiği yer burasıdır.
bu rezilliktir
sadece sinema değil…
sadece belgesel değil…
demek…
gezi direnişi'nde olan;
tekel işçileri direnişinde bulunan;
zonguldak'dan soma'ya madencilerin yanında duran;
emperyalist kumpaslara karşı barikat yıkan;
nazım hikmet vakfı için didinen;
aziz nesin vakfı için çalışan;
barış derneği kurucusu;
ve hep disk üyesi;
tarık akan devrimci değil öyle mi?
devrimci olup olmadığına; dayanışmayı değil, umursamazlığı siyaset haline getiren kürt milliyetçisi keskinler mi karar verecek?
ne yani…
ankara/kızılay'da 13 mart akşamı; lise öğrecileri destina, dorukhan, atakan, mehmet ile; üniversite öğrencileri berkay, kerim, sümeyra, feyza, elvin, zeynep, ozan, can'ı canlı bombayla katleden pkk mı devrimci?
yıllarca bu kör teröre karşı çıkan tarık akan mı devrimci değil! hadi ordan!
bakınız…
benim derdim eren keskin değil… kafka “dava” kitabında şöyle der:
“yargı birden gelmez, prosedür yavaş yavaş yargıya dönüşür.”
tarık akan'ın devrimci olmadığı sözünü bu nedenle önemsiyorum. baksanıza, kaç gün geçmesine rağmen, türkiyeli olmayı önemseyen kürtlerden bile o sosyal medya yorumuna eleştiri gelmedi!
bunu kabul edemeyiz. susamayız.
bu ülkenin vicdanlı solcuları var. birgün gazetesinden sinema yazarı zahit atam, tarık akan'ı devrimci bulmayanlara şu yanıtı verdi:
“kimi kez kürtçülerle akp'lilerin benzer hassasiyetlerle tarihimizdeki figürlere ilişkin konuşmaları midemi bulandırıyor. bu rezillik bitsin artık!”
eren keskinler kürt olmayan kimseyi sevmiyor; ve devrimci bulmuyor. bu duruş, emperyalizmin böl ve yönet stratejisine uygundur.
tarih, vitrin süslerini değil tarık akan gibi devrimcileri unutmaz!" -
laikliği dayatan bedelini öder
hala akıllanmamış bir yandaş gazetecinin beyanı.
haberin linki:
"akp’ye yakın diriliş postası gazetesi genel yayın yönetmeni erem şentürk, cemaat’in darbe girişimi ardından “laiklik” vurgusu yapanları tehdit etti.
erem şentürk, “15 temmuzdan sonra artık mecburen laik olacağız diye dayatan kesimlere açık uyarı. geçti o günler. bedelini ağır ödersiniz. evinizde laik olun” dedi.
sosyal medya hesabından laikliği ve laikliği savunanları hedef alan şentürk, “laikçiler uzlaşma adı altında taviz dayatırlar ve onlara benzemeyen herkesi idam ederler. her yerde azınlıktadırlar ve hep diktadırlar” diye yazdı."
yahu bu nasıl bir kafa?
ulan memleketi uçurumun eşiğine sürükleyen siz, fetöyü tüm devlet kadrolarına yerleştiren siz, ülkeyi ortadoğuda bataklığa saplayan siz; e nasıl oluyor da atatürkçüler ve laikler suçlu olabiliyor?
bu memleketin başına dincilik yüzünden gelmeyen bela kalmadı; adam hala evinizde laik olun diyor. asıl siz evinizde dindar olun! -
adana'da park yeri yüzünden öldürülen karı koca
ülkede insanlığın geldiği boyutu göstermesi bakımından ibret vericidir.
haberin linki
2 çocuğu olan genç bir çifti, otopark yüzünden tartışıp evlerine kadar girip öldürmek nasıl bir kafanın, nasıl bir ruh hastası psikolojinin eseri olabilir ki?
düşünün; adamın biriyle otoparkta aracını sizin çıkmanıza engel olacak şekilde park etmemesi için tartışıyorsunuz. adam yine aynını yapıyor. itle köpekle muhatap olmamak için adamla kavga etmek yerine polisi arıyorsunuz. polis gelene kadar apartmanda rastlaştığınız kardeşi de otopark ayısının yerine sizle tartışıyor.
sesleri duyan hayvan oğlu hayvan da silahını alıp geliyor ve odalarında uyuyan iki kızınızın olduğu evinize gelip silahla karı koca ikinizi de öldürüyor.
burası nasıl bir ülke? ne zaman her isteyenin her istediğini yaptığı bir orta çağ ahırına döndü bu ülke?
kim döndürdü, kim göz yumdu?
insan cidden lanet okumaktan başka bir şey düşünemiyor? yahu bu nasıl olur? bir insan nasıl bu kadar alçakça cinayet işleyebilir?
insanlar çocuklarıyla kendi evlerinde bile huzurla yaşayamayacaksa bir ülkenin, bir devletin var olmasının gereği nedir? -
yılmaz özdil in 15 mart 2016 tarihli yazısı
istihbarat nedir ne değildir, dış politika, liyakat, bugün yaşananların sebepleri neler gibi konulara değindiği bugünkü yazısıdır.
--- alıntıdır ---
kızılay
istihbarattan anlamaz bunlar.
*
çünkü... zaten kendileri, mit’in “takip edilecek organizasyon listesi”ndeydiler. neredeyse hemen hepsi tarikat mensubu ve irticacı teşkilat mensubu oldukları için “iç tehdit” kapsamındaydılar. mit bunların faaliyetleri hakkında rapor tutuyor, bunların devlete sızmasını engellemek için önlem alıyordu. dolayısıyla... bunların arasından hiçbiri devletin istihbarat teşkilatında işe giremedi, hiçbiri mit’te görev alamadı. daima mit’in dışında kaldılar. sıradan vatandaşın mit’e dair bilgisi neyse, bunların bilgisi de o kadardı. bu nedenle... hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, mit’in bünyesinde kendi elemanları yoktu. devletin memuruyla çalışmak yerine, devletin memurunu yok saydılar, tecrübeyi-liyakatı küçümsediler, kendi elemanlarını paraşütle indirdiler. o güne kadar mit’te çaycılık bile yapmamış birini, mit’in en tepesine koydular. devletin istihbarat teşkilatını, üsküdar belediyesi zabıta müdürlüğü sandılar. kendilerini çok akıllı ve pratik zekalı zannettikleri için, ne olcak canım hallederiz dediler. netice? oslo’dan silah yüklü tırlara, yakalanmadıkları operasyon yok. reyhanlı, suruç, musul, sultanahmet, ankara patlamaları, yakaladıkları operasyon yok!
*
diplomasiden anlamaz bunlar.
*
çünkü... milli güvenlik kurulu’nun “kırmızı kitap” tabir edilen milli güvenlik siyaset belgesi’ne göre “iç tehdit unsuru”ydular. içerde tehdit sayılanın, dışarda devleti temsil etmesi mümkün mü? elbette mümkün değil. bu nedenle, dışişleri kadrolarına giremediler, kabul edilmediler. konsolos olamadılar, büyükelçi olamadılar. hariciyenin haricinde kaldılar. tek tük istisnalar olsa da, katip seviyesini aşamadılar. bu nedenle... hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, diplomasinin d’sinden bile haberleri yoktu. dış politikanın hassas dengelerini, örtülü ilişkilerini, imkanlarını, mecburiyetlerini, sıradan vatandaş ne kadar biliyorsa, bunlar da anca o kadar biliyordu. tecrübeli diplomatlarımızla çalışmak yerine, yok saydılar, küçümsediler, monşer filan diye alay ettiler, alay ettirdiler. o güne kadar dışişlerinde kapıcılık bile yapmamış birini, hariçten gazel okuyan malezyalı ahmet kiziroğlu’nu, milletvekili bile olmadan hariciyenin en tepesine koydular. devletin dışişleri teşkilatını, eyüp belediyesinin park ve bahçeler müdürlüğü sandılar, ne olacak canım dikeriz sularız iki ayda büyür zannettiler. netice? komşularla sıfır sorun dediler, sıfır komşu kaldı. abd’den rusya’ya israil’den mısır’a dünyada papaz olmadığımız ülke kalmadı. suriye topraklarını amerikan, ingiliz, alman, fransız, hollanda uçakları vuruyor, suriyelileri komple bize kakaladılar.
*
askerlikten anlamaz bunlar.
*
çünkü... çoğunluğu asker nefretiyle büyütüldü. merdivenaltı tarikat yuvalarında aldıkları hurafe eğitimle, harp okullarını kazanamadılar. tesadüfen kazananlar da, irticai faaliyet nedeniyle ordudan atıldı. asteğmen rütbesini aşamadılar, general olamadılar, amiral olamadılar. neredeyse subay arkadaşları bile yoktu. bu nedenle... hobaraaa diye iktidara geldiklerinde, askerliğini onbaşı olarak yapan sıradan bir vatandaş türk silahlı kuvvetleri’ni ne kadar biliyorsa, bunlar da o kadar biliyordu. ne akıl verenleri vardı, ne akıl verenleri dinlediler. donanmaya şehir hatları vapuru, hava kuvvetlerine metrobüs, kara kuvvetlerine yıkılması gereken gecekondu muamelesi yaptılar. dükkan mühürler gibi orduyu mühürlediler, tsk’yı asrın iftirasıyla hapse tıktılar, kendi kendilerini başkomutan, mareşal ilan ettiler. netice? dünyanın en güçlü 10 ordusundan biri sayılan tsk, felç oldu. suriye’ye burnunu bile uzatamıyor, komşu coğrafyalardaki etkisi sıfıra indi. açılım ayağıyla iç güvenlikten el çektirildi, kışlasına hapsedildi. adeta iğdiş edildi. trajik bir kıyas vereyim: kıbrıs barış harekatı 25 gün sürdü, sur mahallesini 103 günde geri alabildik!
*
polislikten anlamaz bunlar.
*
çünkü... anlasalardı, türkiye’nin en büyük şehri istanbul’a, polis olmayan birini emniyet müdürü yapmazlardı. anlasalardı, türkiye’nin başkenti ankara’yı beş aydır emniyet müdürsüz bırakmazlardı. anlasalardı, akp hükümeti döneminde 75 bin cemaatçiyi polis teşkilatına almazlardı. anlasalardı, 17/25 aralık’tan sonra 120 bin polisin görev yerini değiştirmezlerdi. anlasalardı, polis akademisinde pkk açılımı açmazlardı. anlasalardı, sur’u cizre’yi silopi’yi hiç bilmeyen, bölgeyi tanımayan polisleri “geçici görev”le oralara gönderip, şehit sayısının artmasına sebep olmazlardı.
*
türkiye’nin çok ağır bedel ödeyerek yüzleştiği dört çıplak gerçektir bu.
*
türkiye cumhuriyeti maalesef...
devleti bilmeyen, tanımayan, anlamayan kadrolara emanet edildi.
*
günlük güneşlikken idare ediyorlardı.
hava bozunca, foyaları meydana çıktı.
*
çok bildiklerini, herkesten iyi bildiklerini sanıyorlardı.
halbuki, ne yapacaklarını bile bilmiyorlar.
*
33 senedir gazeteciyim, hayatın kıymetini bilecek kadar ölüm gördüm, hatırlamak istemediğim boyutlarda dehşete, vahşete tanıklık ettim ama... ülkemi hiç bu kadar zavallı durumda görmedim!
--- alıntıdır ---
yazının linki -
devlet hastanelerindeki ölüm oranının %40 artması
chp milletvekili ceyhun irgil tarafından açıklanan istatistik.
şöyle demiş:
“devlet hastanelerindeki ölüm oranı yüzde 40 arttı. devlet hastanelerinde 2010 yılında 83 bin kişi hayatını kaybederken, 2014 yılında 114 bin kişi hayatını kaybetti. çünkü… durumu kritik hastaların çoğuna özel hastanelerde bakılmıyor, zordaki hastalar özel’den devlete sevkediliyor, devlet hastanelerinde yeterli bakım sağlanamıyor, bu ağır istatistikler oluşuyor.”
“hekime başvuru rakamlarına bakalım… akp iktidara geldiğinde 2002 yılında 209 milyon insan hastaneye gitti. 2014 yılında bu rakam ne oldu? 644 milyon oldu! ülke nüfusunun neredeyse dokuz misli.”
“2002 yılında 769 milyon kutu ilaç satıldı. 2014 yılında 1 milyar 970 milyon kutu ilaç satıldı.”
“acil servise başvuran vatandaş sayısı kaç biliyor musunuz? 100 milyon! ülkenin nüfusu 70 milyon… dünya rekorudur bu. dünyada nüfusundan daha fazla acile başvuran tek ülke, biziz.”
“çünkü… acil servise gidince fark ödemiyorsun. insanlarımız iki lira üç lira farkı bile ödeyemeyecek durumda olduğu için, acil servislere yığılıyor. kadının çocuğu ateşleniyor, farkı ödeyebilecek durumda olmadığı için mecburen akşamı bekliyor, acil servise götürüyor.”
“2002 yılında bu ülkede 2 milyon kişi ameliyat olmuştu. 2014 yılında kaç kişi ameliyat olmuş? 14 milyon kişi! bunun nedeni ne? halka hizmet mi? hayır. bunun adı, performans… hükümet, performans adı altında, doktorlara hastanelere ameliyat karşılığı para ödüyor, bu yüzden habire ameliyata yükleniliyor.”
“bıçak parası kaldırıldı deniyor. halbuki, bıçak parası resmileştirildi. özel hastanelere giden vatandaşlar yüzde 200 fark ödüyor. bu farkın adı ne allah aşkına? bıçak parası işte o… açıktan alınan bıçak parası, resmi bıçak parası haline geldi.“
“bu performans sistemi nedeniyle, bu gidişle, memlekette neşter değmeyen insan kalmayacak!”
“milleti kandırmayalım. madem sağlık sisteminde her şey yolunda… o halde neden insanlarımız hastanede yer bulabilmek için, ameliyat olabilmek için habire bizi, milletvekillerini arıyor?”
“akp sadece parası olanların sağlıklı hizmet alabildiği bir sistem yarattı. katkı payı, katılım payı, reçete parası gibi çeşitli yollarla fark ücreti alarak, hasta vatandaşları müşteri konumuna getirdi.”
“piyasacı sağlık hizmetiyle anne ve bebek ölüm hızları arttı. anne ve bebek ölümlerini bile küçük göstermeye çalışıyorlar, tüik rakamlarını bile küçük göstermeye çalışıyorlar.”
“şimdi ne yapıyorlar? şehir hastaneleri yapıyorlar. şehir hastaneleri, özelleştirmenin truva atıdır. adama arsayı buluyorlar, adam o arsaya bina yapıyor, o binayı o adama 49 yıllığına kiralıyorlar, yüzde 70 doluluk garantisi veriyorlar, doktoru hemşireyi devlet veriyor, doktorun hemşirenin maaşını devlet veriyor, hastanenin gelirini o adam alıyor, binadaki kafeterya, kuaför gibi işletmeler bile o adama ait oluyor. böyle bir şey dünyada nerede var?”
“şehir hastaneleri, kamu-özel ortaklığı kisvesi altında, kamu adını kullanarak, küresel sermayeye kaynak yaratıyor. halkın sağlığı, yandaş işadamlarına pazarlanıyor.”
“sağlık çalışanlarının özlük hakları verilmiyor. fazla mesaiye zorlanıyor. itiraz edenler sürülüyor, taciz ediliyor.”
“altı bin doktor istifa etti. şu anda devlet hastanelerinde kritik ameliyatları yapacak adam yok. bursa devlet hastanesinde mesela, neredeyse beyin ameliyatı yapılmıyor, tümör ameliyatı yapılmıyor.”
“sağlık personeli mutsuz, bıkkın…
nasıl sağlık hizmeti verecekler?”
“her dört sağlık çalışanından biri taşeron… taşeron kafayla sağlık hizmeti olur mu?”
“eğer sağlığı bu taşeron kafayla yürütmeye devam ederseniz, bunun acı sonuçlarını gün gelir, herkes sevdikleriyle öder. sağlık denilen kavram, ne ekonomiye benzer, ne siyasete benzer. unutulmasın… dünyada sağlıktan, hastalıktan daha demokratik bir şey yoktur. bu meclis bile hastalıktan daha demokratik değildir.”
yılmaz özdil'in konu hakkındaki yazısının tamamı için şuradan.
bu arada; geçen gün kolu kırıldığı için hastaneye giden ve antibiyotik verilmediği için kolu gazlı kangren olup kesilen bir kız çocuğunun haberini izledim tv'de. 3 yıl önce yaşanmış olay ve olaydan sorumlu olduğu belirtilen doktora 5 bin tl ceza kesilmiş. daha bunun gibi nice olay.
akp'nin ve yandaşların çok övündüğü o sağlık sisteminin durumu işte bu.
özel hastanelere aktarılan kaynaklar, hastaları para için kesip biçen, tonla tahlille devleti soyan özel hastaneler, hastanede yanlış tedavi sonucu ölen ya da sakat kalan tonla hastasıyla devlet hastaneleri ve daha neler neler. -
beşiktaş
"kimsenin ciddiye almadığı takım" yorumlarına gs'lı olarak yorumum; türkiye'de ciddiye alınabilecek belki de tek takım beşiktaştır diyorum. bırakın yönetimini vs. temsil ettiği ruh, politik duruş, efsane taraftar grubu çarşı, teknik direktörlerinin bile bir duruşu var olm adamların. neyin kafasını yaşıyosunuz cidden anlamıyorum bazen.
-
türkiye ortadoğu'nun çöken devletlerinden olabilir
asia times internet sitesinde çıkan david goldman imzalı yazının başlığıdır.
karakter sınırından dolayı başlığın tamamını yazamadım, aslında başlığın tamamı "türkiye, ortadoğu’nun çöken devletleri arasına katılmak üzere" şeklinde.
ankara'da patlayan bomba özelinde yazılmış, ortadoğu'da yaşanan son gelişmeleri değerlendiren, okunması gereken bir analiz. ve ne yazık ki "bu ülkeye asla bir şey olmaz"cılarla aynı rahatlığı hissedemiyorum kendi adıma; yazıdaki öngörülerden endişe duymamak elde değil.
türkiye'nin suriye ve ırak bölgesinde işid'i destekleyerek hedeflediği stratejinin rusya ve abd'nin son hamleleri sonrası nasıl tepetaklak olduğunu, rusya'nın tacizlerine gık çıkaramayışımız ve dış politikada rezil olmamız gibi değinmelerle devam eden yazı, finalde sevr'in yeniden gündeme gelmesi arzusu, yazarın dile getirmese de gayet içinden geçirdiği belli olan temennisi ve el ovuşturmasıyla son buluyor.
buna sebep olan da milliyetçilerin o dilinden düşürmediği meşhur "dış güçler" değil sadece.
bunun sebebi bu ülkedeki kardeşlik çimentosunu parçalayan sağ iktidarlar ve finalde akp'nin neofaşist politikaları.
geç olmadan ülkede yaşanan şiddete dur denilmeli ve ayrışmaların önüne geçilmelidir. bu şiddet durmazsa ayrışmalar keskinleşecek; ülkede yaşayan her etnik kökenden, her mezhepten, her siyasi görüşten herkes büyük acılar çekecek ve bu ülke için çok geç olacaktır.
yazının tamamı şu şekilde:
“cumartesi günü ankara’da 95 kişinin ölümüne sebep olan iki bombayı kimin patlattığını bilmiyoruz ancak cumhurbaşkanı erdoğan’ın hükümetinin bu işte suçsuzluğu kabul edilemeyecek bir varsayım. bir türk milletvekilinin, lütfü türkkan’ın saldırı sonrası gönderdiği tvitde dediği gibi "bu ya istihbarat servisinin başarısızlığıdır ya da bunu yapan istihbarat servisinin kendisidir".
hem amerika birleşik devletleri hem de rusya tarafından ihanete uğrayan ve sınırları üzerinde bir kürt devletinin ortaya çıkması, mecliste muhalif kürt partilerin yükselişi ile karşı karşıya kalan erdoğan köşeye sıkışmış durumda. kısa vadedeki risk, yaklaşan kasım seçimlerinden sonra akp’nin ülkeyi yönetme yeteneğinin kaybıdır. orta vadede risk altında olan ise, türk devletini bir arada tutan tutkalın çözülmesidir.
başkan obama’nın 2010 röportajında türkiye'yi "büyük bir islam demokrasisi" olarak tanıtımını batılı liderler de kamuoyunda paylaştılar. obama’dan önce, erdoğan daha başbakan olmadan, kasım 2002’de’ onu beyaz saray’a davet eden george bush da aynı görüşte idi. bazı askeri ve istihbarat analistleri orta vadede türkiye’nin bugünkü sınırları içinde devamının mümkün olamayabileceği konusunda uyarılarda bulundular.
sorun, toplam nüfusun %20’sini oluşturan kürt azınlığın, etnik türklerin iki katı kadar çocuk sahibi olması ve yirmi yıl geçmeden türkiye'de askerlik çağındaki nüfusun yarısından fazlasının birinci dil olarak kürtçe konuşacak olması.
2011’de çıkan “medeniyetler nasıl ölür ve müslümanlık da neden ölüyor” başlıklı kitabımda türkiye’nin varoluş bunalımının yıllardır oluşmakta olduğunu anlatmıştım. geçen hafta bir araya gelen son derece uygun koşullar türk politikasını her şeyiyle kontrol altına aldı ve derin bir siyasi istikrarsızlığı kışkırtma tehlikesi yarattı. türkiye bölgenin bir sonraki çöken devleti haline gelebilir.
ortadoğu'nun bu kara filminde suçu yüklenecek birisi lâzımdı ve bu tatsız rol da türkiye'ye düştü. modern türk tarihinin en büyük terör olayı bu bombalama öncesinde, erdoğan washington'un yanı sıra moskova tarafından da kamu önünde bir aşağılanma yaşadı. laura rozen’ın al-monitor’da 9 ekim’de yazdığı gibi, washington yürüttüğü suriye müdahale hareketinde 180 derecelik bir dönüş yaparak suriyeli kürtler lehine sünni muhalefeti terk ettiğini duyurdu.
beyaz saray ve pentagon 9 ekim’de, abd’nin suriye'de ışid’le mücadele eden suriyeli arap ve kürt gruplara silah, teçhizat ve hava desteği vereceğini duyurdu. abd yetkilileri, başarısızlıkla sonuçlanan 500 milyon dolarlık pentagon “eğit-donat” programını gözden geçirdikten sonra suriye'de mücadele eden isyancı grupları “donat- etkinleştir" olarak yönlendirerek ışid’e karşı yeni bir güç oluşturma kararı aldılar.
...
bu arada rusya, türk hava sahası içinde türk jetlerini taciz ederek türkiye'yi küçük düşürdü; yüksek sesle protesto etme işi nato'ya kaldı. bununla birlikte abd ve almanya, türklerin acil isteklerine rağmen rus uçaklarına karşı tek savunma sistemi olan patriot füze bataryalarını devre dışı bıraktı.
...
tam da kasım’da yapılacak parlamento seçimleri öncesinde, erdoğan’ın dış politikası çökmekle kalmadı aynı zamanda bölgesel istikrar için onun rejimini destekleyen ülkeler tarafından da küçük düşürüldü.
kürt destekli hdp geçtiğimiz haziran seçimlerinde toplam oyların %13'ünü aldı ve parlamentoda erdoğan'ın çoğunluğu kaybetmesine sebep oldu; erdoğan bir koalisyon hükümetine razı olacağına yeni seçim kararı aldı. üstelik, ana medyada da açıkça görülen bir şekilde, erdoğan, türk milliyetçilerinin desteğini almak için kürtlere karşı askeri operasyonlar yeniden başlattı.
…
ankara’daki bombalama olayı için ister akp hükümeti emir vermiş olsun, isterse ışid bu işi yaparken görmemezlikten gelmiş olsun cumartesi günü ankara'daki korkunç olaylar hem türkiye’de hem de dünyada erdoğan rejiminin düştüğü umutsuzluğunu yansıtacak. bu tür vahşeti çare olarak gören rejimler çok fazla yaşamaz.
türkiye’nin bu koşullarda yapabileceği en iyi şey, kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde birleşmiş milletler denetimde yapılacak plebisit sonunda ayrılmak isterlerse bunu kabul etmesidir. kürtlerin çoğunlukta olduğu türkiye'nin güneydoğusundaki dağlık alan stratejik bir önem taşımadığı gibi ulusal bütçe üzerinde ağır bir yüktür.
ne erdoğan ne de milliyetçi muhalefet böyle bir şeyi düşünemez; erdoğan'ın yeni-osmanlıcılığı da eski laik milliyetçilik de bunu kaldıramaz. tektonik plakaların altında baskılar daha da kötüye gidecek.
cumartesi günkü bombalama, birinci dünya savaşı sonunda ortaya çıkmış olan türk devletinin sonunun geldiğinin habercisi olabilir.” -
selahattin demirtaş
demirtaş'ın ankara'daki patlamadan sonra yaptığı ve sosyal medyayı sallayan o açıklamasının tam metni yayınlanmış demirtaş'ın twitter hesabından.
tarihe geçmesi bakımından önemlidir; açıklamanın tam metni şöyle:
"bu kadar aşağılık bir zihniyet neredeyse 'hdp kendi mitingini bombaladı' diyecek noktaya geldiler. başbakan yarım saat konuşuyor, 20 dakikasını bize hakaret ve tehditle geçiriyor. başbakan 100 arkadaşımın katledildiği mitinginle ilgili konuşuyor, konuşmasının yarısından fazlasını bana tehdide ayırıyor. ışid ile ilgili bir tek kınama cümlesi duydunuz mu, yok. halen bizi tehdit ediyor. sen kimsin, nesin, bizim başbakanımız falan değilsin, doğru. ama bizim bu şeklide an ve an, gün ve gün katilimiz olmana da izin vermeyeceğiz. bizi bu şeklide tehdit etmenize boyun eğdirmenize asla izin vermeyeceğiz. ortada bir çocuk oyunu oynanmıyor. her gün ölüyoruz. ölen biziz, askerde biziz, poliste biziz. kürt de biziz, türk de biziz. yoksul halkın evlatları olarak biz ölüyoruz. siz ölmüyorsunuz. sizin evlatlarınız nerede ne yaptığını her gün izliyoruz, biz ölüyoruz. dolayısıyla hesap vermesi gereken biz değiliz, sizsiniz. devlet sizin elinizde, ülkeyi siz yönetiyorsunuz. her ölümden sorumlusunuz. ve, bunun hesabını vereceksiniz. sizi hukuk karşısında bağımsız yargının karşısına çıkarana kadar mücadelemiz sürecek. böyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya bu ülkede her gün katliam yapmanıza izin vermeyeceğiz. hele kameraların karşısına çıkıp bize parmak sallayıp, tehdit ederek, korkutacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. allah'tan başkasından korkumuz yoktur. bir canımız var, halkımızın uğuruna da feda ederiz. korkacak bir şeyimiz yok. saklayacak bir şeyimiz de yok.
bütün olup bitenleri herkes elini vicdanına koyarak değerlendirsin. ankara, türkiye'nin başkenti. kuş uçsa devletin haberi olur. istihbaratın en güçlü olduğu şehirdir burası. 100 binlik miting yapılıyor tek bir güvenlik önlemi yok. ne ara sokaklarda ne ana caddede tek bir güvenlik önlemi yok. kendi mitinglerine bir bakın. on cadde öteden başlıyor güvenlik önlemleri. bugün barış isteyenlerin mitingine 2 tane canlı bombayı kendi elleriyle saldılar. ne kontrol var ne güvenlik. yetmedi, canlı bombalar kendini patlatmış yerde yaralılar var. 500 yaralı var nefes alacak durumda değiller kendi emirleri ile polisler gaz atıyorlar. yaralılar zaten ölmek üzere birde gazla boğuştular. yaralıları taşıyanlar gazla boğuştular. polisin toma'dan sıktığı suyla boğuştular. 100 cenazemiz var, 500 yaralı var bir de toma'dan sıkılan suyla, gazla uğraştık. bu mu senin adaletin? bunun hesabını vermek yerine çıkmış hdp'yi, demirtaş'ı suçlayan kendi sorumluluklarını görmezden gelen bir tutum sergiliyorlar. böyle bir aymazlık utanmazlık olabilir mi? gazeteci bakana "istifa edecek misiniz" diye soruyor, beyefendi gülüyor. gülerek cevap veriyor.
100 cenaze morgda bekliyor ülkenin atanmış memuru sözde adalet bakanı sırıtarak cevap veriyor. biz bunlara mecbur değiliz. ülke olarak bunların kahrını çekmek zorunda değiliz. halen bizi dışlayan bir tutum var. halen bunlardan bütün sorumlu bizmişiz gibi bütün bu ölümlerden sorumlu bizmişiz gibi bir tutum var. ülkeyi biz yönetiyorsak haber veririz. bugün başbakan ben olsaydım türkiye toplumundan bin defa özür diler istifa ederdim. hatta onuru olan istifa değil intihar eder böyle bir alçaklık karşısında. bunlarda utanma yok. bir tane haysiyetli onurlu yok ki, istifa edin çağrısı yapalım. ve biz bunlar tarafından yönetiliyoruz. nerede nasıl öleceğimizi, öldürüleceğimizi bilmeden bunlar tarafından yönetiliyoruz. bunun adına ileri demokrasi diyorlar.
o nedenle özellikle davutoğlu'na sesleniyorum: bizi tehdit ederek, hakaret ederek daha cenazelerimiz morgdayken, parçalarını meydandan toplamamışken bizi suçlayan dilden seni men ederim. haddine değil. sen başbakan bile değilsin. ülkenin yönetimine zorla el koymuş, darbe yapmış bir kliksiniz. bize parmak sallayarak, tehdit ederek konuşmak sizin haddinize değil. türkiye demokrasi ve barış çağrısından tahrik oluyorsa kusura bakmayın. biz sadece kardeşçe yaşamak için bu mitingleri ve yürüyüşleri yapıyoruz. asıl sorumlu ve tahrikkar sizsiniz. her konuşmanız tahrik kokuyor. cumhurbaşkanından başbakanına her konuşmanız sadece insanlarımızı birbirine düşman etmeye yarıyor. size oy verenler vatandaş geri kalanlar kuluz, tebaayız. size oy vermediğimiz için geri kalanların hepsinin katli vaciptir. bunu her gün siz söylüyorsunuz. her gün kameraların karşısına çıkarak ayrımcılığı siz yapıyorsunuz. utanın, sıkılın. düşün bu ülkenin yakasından. ülkemizi sizden kurtaracağız. inşallah o günler yakındır. bu halkları, ezilenleri sizden kurtaracağız. o günler gelecek hep birlikte göreceğiz." -
türkiye'nin rus uçağını düşürmeye hakkı vardı
rus uçaklarının türkiye sınırını ihlali sonrasında abd dışişleri bakanı john kerry tarafından söylenen söz.
adamlar o kadar akıllı ki; orta doğuda pkk ve pyd, afganistanda talibanı diledikleri gibi kullanıyor; türkiye'yi de suriye'ye saldırttıkları yetmiyormuş gibi şimdide rusya'ya karşı gazlıyorlar.
hadi bunların ne olduğu malum. ya bizim salaklara ne demeli? dünya liderine, büyük ortadoğuyu yönetmeye talip çakma osmanlıcılara?
bu islamcılarda, sağcılarda sike sürülecek akıl varsa ben de hiçbir bok bilmiyorum arkadaş.
olm adam rusya; senin gibi atıp tutmuyor. sıkar biraz uçağını düşürmek.
öyle nato'ya falan da güvenemezsin. konu rusya olunca nato bir yolunu bulup sıyrılır işin içinden; dımdızlak kalırsın rusya karşısında elindeki kısıtlı silah ve teknolojiyle.
(bkz: salak oğlu salak)