eye snap7
profili

  • evde bozulan her şeyi kendi tamir eden erkek

    esim hintli. fakat 20 yas civarinda yeni zelanda'ya tasinmis, iste 30'a dogru biz evlendik, bir kac sene sonra ev aldik, yeni zelanda'da yasiyoruz. boyle acikliyorum cunku bu kendi isini kendin halletme konusunda iki asiri uc kulture sahitlik etmis oldum onun sayesinde. hindistan ve yeni zelanda.

    esimin hindistan'daki ailesi tam boyle orta halli turk ailesi tipi bir aile. herseyleriyle. fakat arada cok buyuk bir fark var, bizim orta halli bir turk ailesi mesela arada bir temizlige kadin alir. hindistan'da temizlige ayri, yemek yapmaya ayri, camasir yikamaya ayri, alisverislerini yapip eve getirmeye ayri calisan insanlari var. yani ne benimki, ne annesi ne babasi kendi islerini kendileri yapmaya alisik insanlar degiller. nerede kaldi evde bir sey tamir etmek...

    sonucta orada insan bol, dolayisiyla orta halli bir ailenin bir kac kisiye boyle is veriyor olmasi cok da pahaliya patlayan bir sey olmuyor. kayin pederin memur maasiyla bu sekilde yasayip gidebiliyorlar.

    yeni zelanda'da ise soyle soyleyeyim, bir kere ev arkadaslariyla 4 kisi yasadigimiz evi temizletelim dedik. bi mevzu vardi, ev sahibi mi geliyordu neydi, parasi neyse verelim bir temizlikci gelsin temizlesin. $500 para aldilar 2 saatte yalap sap yaptiklari is icin. o da bizim ev arkadasinin bulabildigi en ucuz temizlik hizmetiymis. nasil icime oturdu anlatamam. ev de pis degildi ha. ogrenci evi degil, hepimiz 30-40 yas civari insanlariz, duzenli silip supurdugumuz bir evdi. $500 minimum paket.

    yani yeni zelanda'da insan emegi cok pahali. mesela burada esimle kendi evimize ciktigimizda camasir makinesi alalim dedik, bayide sectik bi makine, dediler ki "eve teslim ucreti ek $85" oha dedik, bari bi el arabasi bir seyle yardim etseniz de sunu biz kendi arabamiza tasisak? satici adam guldu, esimin omzuna vurup "erkek adamsin, ha beline kuvvet" dedi, dondu gotunu gitti. ayni sey mobilya alirken de oldu, bir tane kic kadar arabamiz var, eve koltuk lazim filan, yerlerde oturduk bir kac ay.. neyse.

    simdi ben buraya yerleseli 6 yil olacak nerdeyse ama esim baya 10 yildan fazladir burada yasiyor. yani hindistan'da el bebek gul bebek buyumus ama biz tanistigimizda gayet normal, kendi yemegini, temizligini, camasirini filan her isini kendi goren bir tipti. ben onun nasil piremses buyudugunu hindistan'a gidip bir ay annesi babasiyla kalinca gordum.

    biz kendi evimize cikinca tabi, "bilmem ne bozuldu, ev sahibini arayalim" diye bir sey yok. adam cagiralim yapsin deyince adam diyor ki "ananin nikahini isterim, evi de kizimin ustune yap". kendi evimize cikmadan once bir sey bozulunca cagirdigimiz ev sahibi cinliydi. adam bir kolunun altinda alet cantasi, bir kolunun altinda merdiven, gelir herseyi kendisi yapardi. biz de derdik ki, vay anasini ne becerikli adam. o yuzdenmis ya...

    simdi babam olsa mesela burada yanimizda, o da oyledir, az cok tamir mamir, kendisi yapar bir seyler. alengirli bir isse usta cagirir. fakat benim esim hayatinda bir duvara bir civi cakmamis bir tip, usta cagirmaya yetecek bir servetimiz de yok. evde tamirattan filan en cok anlayan benim, o da babam bir sey tamir ederken isik tutmuslugum var, kalifikasyonum o yani. baya boyle bilmis bilmis "hmm evet bu bir matkap" filan diyorum.

    matkap demisken, ilk is esim bir matkap aldi. butun gun surdu, buranin buyuk bir yapi marketine gidip orada calisanlardan ogrenmesi, secmesi vs. mobilya monte ediyoruz, duvara bir seyler asiyoruz filan. sonra merdiven aldi, ev eski, catisi akitmasin diye catida gordugu bazi yerlere silikon cekti, oluklari temizledi vs, sonra bir cekic aldi, balta aldi, pense kakic sudur budur derken adam kendi kendine ogrendi ya.

    boru cekip camasir makinesini baglayip calisir hale getirdi mesela. t cikip taharet muslugu takti tuvalete. tavana tirmanip yalitim dosedi, havalandirma filtresini degistirdi filan... hayatinda hic bahceli evde oturmamis adam cim bicme makinesi aldi, onu calistirmayi ogrendi, line trimmer filan bahceyi cillop etti. yani bunlar bilen icin cok zor isler degil tabi ama ne diyorum, el bebek gul bebek diyorum. hayatinda hic bir isini kendisi yapmamis bir adam diyorum.

    bir de hosuna gitti ki bunlari yapabiliyor olmak. ben de bu tur tamirat tadilat islerini ona biraktim.

    fakat sonra esime kanser teshisi kondu. bagirsak kanseri, kocaman bir tumor daha 33 yasinda. neyse bunu baska yerde anlatmistim, su anda iyi cok sukur, lafi ona cevirmeyeyim. ama tabi uzunca bir sure yatti esim. ben evde kopegimle basbasa kaldim. hatta daha dogru durust araba surmekte kendime guvenemezken, yagmurlu firtinali havalarda surekli 1 saat sehir disindaki hastaneye gidip gelmekle gecti o ara gunlerim. selde yokusta araba kaydira kaydira, otoyolda neredeyse kamyon altinda kala kala araba surmeyi ben aslinda o ara ogrendim. bak hatta unutmustum, ameliyati sonrasi aceleyle gitmeye calisirken baska bir kadinin arabasina carptim baya, sabah trafiginde. cekip indigimizde de nasil panik bir halde idiysem kadin dedi ki "telefon numarini ver sen git sonra konusuruz." sonra da hic ses cikmadi kadindan, ne para istedi ne bir sey...

    baska seyler de ogrendim. esim taburcu olup eve ciktiktan sonra da tabii ki yatmaya devam etti. ama ev isleri biter mi? bagirsak hassas oldugu icin surekli ona uygun yemek yapmakla geciyordu gunum, yiyebildigi kadar. ignesiydi, ilaciydi... ama bir yandan ev de aldi basini gitti, birinin ilgilenmesi lazim.

    hayatimda ilk defa korka korka cim bicip line trimmerla ot yoldum. kopegi yurutmeye vakit yok, bahcede oynayabilmesi lazim ama citimiz tam degil. adam cagirip yaptirmak zaten inanilmaz paralar.. gittim kereste aldim, sirtimda tasidim, tavuk teli gerip, keresteye vidalayip kablo bagiyla kapattigim bir kapi yaptim bahceye ki, kopegi salabilelim, ben surekli kopegin cisi diye disari cikarmak zorunda kalmayayim. evde odun sobasiyla isiniyoruz ama esimin en sevdigi is o atesi yakmak. ilk defa elime balta alip odun kestim.

    esim cok sukur iyilesti, kan tahlilleri, ct scanler filan su anda temiz geliyor ama tabi takipteyiz.

    adam ev isini ozlemis olarak kalkti yataktan. baslik "evde bozulan herseyi kendi tamir eden erkek" diyor ama bunun cinsiyeti olmuyormus. isin basa dusmesiyle ilgili. hayatta oyle bir an oluyor ki herseyi yapmayi ogreniveriyorsun.

    bir kac ay once esimin annesi babasi ve benim annem babam, turkiye'de hep bir araya geldik. esim de cok guzel bir yemek yapti bize. benim icin cok normal bir sey yani, cok alismisim onun asciligina. annesi babasi sok oldular, "bizim oglan yemek de mi yapiyormus" diye. dedim, yemek yapmak ne kelime, 12 kisiye 6 course yilbasi yemegi vermisligi var sizin oglanin.

    simdi bu karantina dolayisiyla annesi ve babasi cok dertliler, eve insan gelip gidemedigi icin kendileri yemek yapmaya, camasir yikamaya calisiyorlar, 60 yasindan sonra. onlara biz internetten bir camasir makinesi filan alip yollayalim dedik ama esim dedi ki, takamazlar, calistiramazlar, ustanin gelip yapmasi lazim, karantinada eve usta giremez.

    kendi isini kendin gorebilmek cok onemli. ha usta senden iyi yapar belki ama iste en azindan minimumu is basa dusunce ogreniliyor illa. hayat ogretiyor.

  • sahip olunan mesleğin en güzel yanı

    kopekler! hele de bir ara kopek kresinde calisiyordum, oglen yemeginde ya da molalarda gidip kopeklerin oyun alaninda koltukta oturuyordum. yani birak birinin bana para odemesini, gidip orada oturmak icin ustune ben para veririm resmen. ustumde basimda kopekler..

    kopek kresinde calismanin kotu yani tabii ki dakika basi kalkip cis kaka temizlemek. ama insan hic gocunmuyor inan..

    o kreste kopek kuaforu olarak calisiyordum, o isten ote meslegin sevdigim yani da su ki, bana getirdikleri, bakimsiz, dolas dolas olmus, gozleri capaktan acilmayan kopegi bile alip en azindan bir sure de olsa iyi hissettirebilmek. kulaklarindan yumak yumak kir cikarinca hayvanin rahatladigini goruyorsun resmen, yigin yigin yuk olmus tuyunu tiras edince bir ferahliyor hayvan. tirnagini kesiyorsun, yere rahat basabilmeye basliyor. hadi bakalim, insallah sonraki sefere kadar sahibin arayi bu kadar acmaz diye dua ederek geri iade ediyorsun sahibine ama bir sure de olsa o hayvani ferahlatabilmis olmak cok guzel bir duygu.

  • çamaşır asan cam silen ütü yapan evi süpüren erkek

    geçenlerde "ev işi yapmayı erkekliğine tehdit gören bi adam tipi var sende" diye bi küfür gördüm. gerçi ingilizceden uyarladım. orijinali reddit'te rare insults'taydı.

    yok eşim çalışıyo, annem hasta bilmem ne diye mazeret göstermek bile abes.
    yaşadığın yeri temizliyorsan erkekliğin mi azalmış oluyor yani? hayvanlar bile tuvaletinin üstünü örtüyor, kendini yalayıp temizliyor.. yani biri gelsin beni temizlesin diye beklemek niye erkeklikle özdeşleştiriliyor anlamıyorum..

  • ekşi itiraf

    işimden nefret ediyorum. ama çok kolay bir iş olduğu, işi artık çok iyi bildiğim ve çok iyi para kazandığım için de ayrılmıyorum.

    başka pozisyonda iş imkanı çıktı. parası biraz daha az. ama önü açık. yeni gelişen teknoloji, endüstriye zemin kattan girme imkanı, bedava eğitim veriyorlar. hem kendi müdürümle konuştum, hem de o pozisyonun departman başıyla konuştum, ikisi de "evet evet sen kesin bu pozisyona geç" dediler. hatta adam lafı "sen istiyorsan bu iş senindir" e getirdi. ama en sonunda başvurumu geri çektim, nefret ettiğim işimde kalmayı tercih ettim. niye? çünkü kolay. çünkü üç kuruş daha fazla kazanıyorum. çünkü bildiğim şey.

    sanıyorum hayatımda ilk defa kokaklık yaptım sözlük. ben ki hep kendimi hoyrat, girişken, gözü pek, tuttuğunu koparan bir tip filan zannettim. bu sefer iyi para ödeyen, iyi bildiğim işi bırakıp, az ödeyen ama önü açık, yeni öğrenilecek bir sürü şey olan işe geçmeye üşendim/korktum. hem bilinmeze gitmekten korktum hem de yeni bir şeye çaba sarfetmeye üşendim.

    kendimle ilgili çok büyük hayalkırıklığı içerisindeyim. hiç kendime yakıştırmadığım hareketler bunlar sözlük. parayı önemsemek filan, yeni bir şeyden korkmak, yeni bir şeye üşenmek filan.. tam korkakça ve tembelce bir hareketti.

    her gün lanet ederek işe gidiyorum. aşırı kolay olan ama insana zerre bir şey katmayan, ömür çürüttüğün bir iş şu an yaptığım iş. ama stabil. ama kazancı iyi. ama en ufak bir beni zorlayan bir şey yok. gün be gün aynı şey.

    insanın en büyük düşmanı konfor herhalde sözlük. stabilite, huzur en büyük düşman. biraz huzursuz olmak lazım. biraz bir şeylerin batması lazım ki insan hayatta bir ilerleme kaydetsin.

    bu tuzağa göz göre göre düşeceğimi hiç düşünmemiştim sözlük.

    neyse sonuçta ben başvurumu geri çekip şu anki pozisyonumda kalmak istediğimi müdürüme söyleyince adam bana biraz daha kıyak geçmeye başladı. biraz daha yetki, biraz daha bonus ödemeler, biraz daha el üstünde tutmalar..

    ki müdürüm de dünya iyisi bir adam. bak o da çok pis yani. şöyle lanet pislik, kan kusturan filan bir tip olsa, yok şunu bunu şöyle yaptım diye primden kesse filan, azıcık hayatı dar etse, onu bahane eder çeker giderim. o da yok. "ay canım sen bu ay çok yoruldun, sen 2 gün bi gelme dinlen, ben hallederim" diyen müdüre siktiri çekip gidemiyorsun da.

    bu yakınmalarımın çok şımarıkça olduğunu bildiğim için de ayrıca uyuz oluyorum kendime ama yine de işimden nefret ediyorum. elde değil, gerçekten nefret ediyorum, sevemiyorum.

    o kadar nefret ediyorum ki saldım kendimi iyice. sabahları geç kalıyorum işe hep, ne giydiğimi bile önemsemiyorum, salla pati, eşofmanla filan gidiyorum.. işimi minimumunda legal olarak başımızı belaya sokmayacak kadar yapıyorum sadece. ötesine kılımı kıpırdatmıyorum. iyice dağıttım kendimi. hiç kendime yakıştırmıyorum.

    hani bazı insanlar vardır ya, karısından ya da kocasından nefret eder ama yalnız kalmaktan korktuğu için de boşanmaz. karısı ya da kocası da dünya tatlısı bir insandır aslında. öyle rezil, adaletsiz, çirkin bir evlilik sürer gider. onun gibi işte aynen. bu benzetmedeki pasif agresif eşoğlueşek de benim.

    her gece yatmadan önce gözucuyla başka işlere bakıyorum. sonra diyorum ki "of şimdi kim uğraşak iş aramakla, başvuru hazırlamakla, yeni bir işyerine alışmakla filan.." şöyle bir bakıyorum, eşinin yanında yatıp tinder karıştıran karaktersiz gibi.

    hayata dair bütün motivasyonum sönmüş gitmiş. ne ara içim söndü böyle hiç anlamadım.

    aralığa kadar daha bu böyle bir gitsin bakalım. yılbaşı tatilinden sonrasına düşünürüz..

  • ateistlerin ateist olduklarını devamlı belirtmesi

    çünkü bütün iletişimin esnasında bir noktada illa bir dine mensup olduğun varsayımı yapılıyor.

    mesela sana herkes otomatik olarak hristiyanmışsın gibi davransa?

    sürekli, "cnm kilisede göremedim seni?", "isa'nın izniyle o da olur", "3 hail mary oku geçer", "biz günah çıkarmaya gidiyoruz, sen de gelsene?" filan dese insanlar sana, sen de "yav ben hristiyan değilim, müslümanım" dersin.

    kimse bir varsayımda bulunmasa, sen de belirtme ihtiyacı hissetmezsin zaten.

    eğer bu örneği beğenmediysen söyle düşün, adanalı olmadığın halde herkes sana otomatik olarak adanalıymışsın muamelesi yapsa? "acıyı ona ver o yer", "oo sen sıcağa alışkındır" vs diye konuşsalar? yani kötü bir şey yok bunda ama doğru değil? adanalı değilsin mesela egelisin? düzeltirsin tabi, "ya ben adanalı değilim" diye. adanlı olmak kötü bir şey olduğu için değil bu.

    herkesin müslüman olduğunu varsaymak da öyle saçma bir şey. ha çokça müslüman var türkiye'de. o zaman müslüman olmayan "ben değilim, şuyum buyum" dediğinde de, onu demeye hakkı var.

  • homofobikliğin ayıplanması

    bir "sevmeye zolanmak" olayından bahsedilmiş.

    yani skala ya nefret et ya sev şeklinde değil aslında arkadaşlar, kardeşler, romalılar...

    çekimser kalsanız o da olumlu.

    tanımadığın bir insanı ne seversin, ne de nefret edersin. normal bir şekilde sokakta yanından yürüyüp geçer gidersin. komşunu tanımıyorsundur, en fazla asansörde karşılaşında "iyi günler" filan dersin. alışveriş yaptığın tezgahtar, taksisine bindiğin taksici, aynı binada çalıştığın herhangi bir adam, bunları seviyor musun? peki nefret ediyor musun? yoo. çekimsersin yani, bir tepkin yok bu insanlara karşı. ne birinden bıyığı var diye nefret ediyorsun, ne ötekini kısa boylu diye seviyorsun... insanlar kendi hallerinde yaşayıp gidiyorlar. sen de o insanlara karşı ne sevgi, ne de nefret beslemiyorsun. normal davranıyorsun. tanımıyorsan çekimser kalmak mantıklı.

    bunu ayıplamıyoruz elbette.

    ayıpladığımız şey şu, sen birisinden bıyığı var diye hırsla nefret edersen seni ayıplarız. kısa boylu diye nefret edersen seni ayıplarız. teni esmer diye nefret edersen ayıplarız, eşcinsel diye nefret edersen seni ayıplarız.

    eşcinselliği onaylamamak, esmerliği onaylamamak gibi bir şey. bir insanın varlığını "onaylamıyor" oluyorsun. böyle bir şey olabilir mi? biri sana bakıp "ben türk olmayı onaylamıyorum, hakaret ya da saldırganlık yapmadan güzelce ifade etmek istedim, bence türk olmak çok yanlış bir şey, kimse türk olmamalı" dese, bunu demeye hakkı var mı?

    birincisi, "türk olmayı ben seçmedim türk doğdum." dersin. haklısın.
    ikincisi, "türk olmaktan memnunum, gurur guyuyorum." dersin. yine haklısın.
    üçüncüsü, "sanane lan yarram, benim varlığımı onaylayıp onaylamamak sana mı kaldı!?" desen yine yerden göğe kadar haklısın.

    aslında kimse sana "sev" ya da "nefret et" demiyor. ilişme, bulaşma, iteleme yeter. çekimser ol ya. herhangi bir insana olacağın gibi çekimser ol.

    bir insanın başka bir insanın varlığını onaylama ya da onaylamama hakkı yok! yaptığı hareketi onaylar ya da onaylamazsın, o da sadece ve sadece eğer herhangi bir zarar veriyorsa. sana ya da herhangi bir başkasına zarar veren harekette bulunuyorsa "hareketini onaylamıyorum" deme, fikir belirtme hakkı doğuyor. ama eşcinsellik doğuştan gelen bir şey. uzun boylu olmak gibi, esmer olmak gibi, kel ya da gür saçlı olmak gibi bir şey. "senin eşcinselliğini onaylamıyorum" dersen, "uzun boylu olmanı onaylamıyorum", "esmerliğini onaylamıyorum", "türklüğünü onaylamıyorum" gibi saçma sapan, kendini bilmez bir laf etmiş oluyorsun. onu ayıplarız albette.

    elalemin yatak odasında ne yaptığı seni ilgilendirmez. ancak iki koşul altında seni ilgilendirir,
    1-birine zarar veriliyor mu? (tecavüz mü var?)
    2-senin yatakodanda mı oluyor olay?

    eğer iki soruya da "hayır" cevabı verdiysen, önce milletin cinsel hayatından burnunu çek, sonra da insanları doğuştan gelen özellikleriyle yargılamayı bırak. bunları yapmakta ısrar edeceksen ayıplanmayı da kabul edeceksin.

  • yurtdışında yaşamak

    sanıyorum sıkça düşülen bir yanılgı yurtdışında gezmeye gidildiğinde hissedilenle yurt dışına yaşamaya gidildiğinde hissedilenenin aynı şey olacağı beklentisi. karışık kurdum cümleyi, şunu demeye çalışıyorum, "yurtdışı gezmesi eğlenceli = yurtdışında yaşamak eğlenceli" değil.

    yurtdışına çıktığımda nefes aldım, türkiye'ye ait olmadığımı hissettim vs gibi şeyler duyuyorum bazen insanlardan, buraya da yazılıyor. belki kimisi için doğrudur. ama şunu unutmayın, yurtdışına geçici süre gitmekle kalıcı olarak gitmek arasında çok büyük fark var.

    geçici olduğunu bildiğin her şey keyifli. garsonluk da keyifli, çiftlikte çalışmak da keyifli, soğukta kanalizasyonsuz çadırda kalmak bile keyifli, çünkü yeni deneyim. "ben danimarkada 5 ay inek sağdım hacı, kırda bayırda, kendimi buldum" diyen kişi o 5 ay, geri döneceğini bilmenin keyfiyle yaşıyor. 5 ay sonra döner yine mesleği neyse o alanda bi iş bulur, olmadı tükkanın başına geçer.

    yurtdışında yaşamak böyle bir şey değil. yurtdışında yaşamak yine ev-iş-kira-fatura-aidat-maaş-gelir-gider zincirine başka bir ülkede girmek demek. gezmeye gittiğinizde sadece gittiğiniz yerin güzelliğinden değil, sıradan gündelik hayatınızdan uzaklaştığınız için de yurtdışı fikri hoşunuza gidiyor hepinizin. yurtdışında yaşamak demek ise aynı sıradan gündelik hayatı başka ülkede yaşamak demek. işe git eve gel, akşam ne pişirelim mevzusunun başka dilde olması demek.

    türkiye çok kötü bir dönemden geçiyor, daha da kötüye mi gider, bir yerde patlak verir irinini akıtır mı ne olur bilemiyorum. ama türkiye'nin mevcut durumunu hepiniz biliyorsunuz, tek tek şusu kötü busu kötü diye yazmayayım.

    ama bütün kötülükleriyle birlikte türkiye kötü bir ülke olmak zorunda değil. yaşanamaz olmak zorunda değil. devran döner, bugünler geçmiş olur. türkiye'de doğan insanın türk kültürü yine baki kalır. dolayısıyla da yurtdışına yaşamaya gittiğinde hissedeceğin özlem ve tam da ait olmama duygusu hep yanında olur.

    bak ait olamamak o kadar tuhaf bir duygu ki. anlatılmaz yaşanır. senin için en sıradan, en doğal en normal olan şeyler var ya, birden etrafında hiç kimse bunları duymamış görmemiş olacak. sen yeni ülkeye alışmaya başladıkça bazı konularda kafan ikiye bölünecek. biri o paragrafın başında bahsettiğim şeyi normal bulan kafan, diğeri de "oha o garip şeymiş hakkaten be" diyen kafan olacak. daha önceden çok deli saçması diyeceğin şeyleri çok mantıklı bulduğun anla aynı an içerisinde deli saçması olduğunu da düşüneceksin. algın, değer yargıların, hayata bakışın filan bir anlamda çeşitlilik ve zenginlik kazanırken, bir yandan da bulamaç olacak.

    yurtdışında yaşamak iyidir ya da kötüdür demiyorum ama en azından pek farkedilmeyen, üstünde düşünülmeyen yanlarını söylemek istedim sadece.

    bir uykusuz, leman, penguen alıp yabancı bir arkadaşınıza karikatürleri anlatmaya çalışın. bir deneyin bunu. politik karikatürleri filan da değil, mesela şunu; https://pbs.twimg.com/media/caigtuiuuaeajxx.jpg adem'le havva'yı da bilirler nasılsa.

    mesele üç kelimeyi yabancı dile çevirmekte değil. özellikle de mizahtan örnek verdim çünkü çok düz ve net konular dışında iletişim kurmanın zorluğunu en güzel mizah alanında görüyor insan. o karikatürü çevirebilmek için aynı sosyo kültürel geçmişi paylaşmak, aynı tipleri bilmek, aynı adetleri, gelenekleri tanımak gerekiyor. yoksa "peel it" diye çevirmenin hiç bir esprisi yok. hayatınız hep şu karikatürün "peel it" diye çevrilmiş versiyonu gibi olacak. altında derinliğin var, kültürünü paylaşan kişi için çok açık ve net, ama kimse seni anlamıyor olacak. sen de aynı şekilde karşındakini derinlemesine anlamakta zorlanacaksın. nüanstan, detaydan, derinlikten yoksun iletişim kurabileceksin anca.

    insanlar o yüzden yurtdışında memleketlisini kucaklıyor. o tam tanımlanamaz bir otomatik dostluk o yüzden oluşuyor yurtdışında karşılaşılan bir türkle.

    yurtdışında yaşayan bir türk olarak ben şunu söylemek istiyorum o yüzden yazdım bu kadar lafı; yaşadığım ülkede mutluyum. daha önce yurtdışına çıktığımda hissettiğim o heyecan, o mutluluk çoktandır yok, çünkü benim de burada aynen türkiye'de olduğu gibi bir monoton rutinim var. çünkü burada "geziyor" değilim, yaşıyorum. siz de "yaşıyor" olacaksınız. ama güvendeyim, türkiye'de beni korkutan, geren, huzursuz eden bir çok konudan uzağım.

    yine de türkiye'de mi yaşamak isterdin burada mı deseler, türkiye'yi temizleyip türkiye'de yaşamayı tercih ederim. temizlemeye, iyileştirmeye gücüm yetmeyeceği için, ve bunun benim hayatım süresi içerisinde gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm için gittim türkiye'den ama türkiye biraz daha güvenli, biraz daha eli yüzü düzgün olsa anında türkiye'yi tercih ederim.

    türkiye bok gibi, şöyle kötü, böyle dayanılmaz diye konuşan insan çok duyuyorum. hayır abi, türkiye o kadar da bok gibi değil. tamam en şahane ülke değil ama türkiye'de doğan büyüyen insan için en şahane ülke. bazı yönleri kötü diye her şeysiyle kötülenmeyi de hak etmiyor.

    gezmeye değil de bi yaşamaya çıkın yurtdışına, bir geri gelemeyin bir türlü, o zaman çok daha iyi anlayacaksınız ne demek istediğimi. istediğin kadar iyi konuş gittiğin yerin dilini, istediğin kadar girişken ol, uyumlu ol, hızlı asimile ol, yeni fikirlere ve deneyimlere açık ol, ülkenden ayrı yaşamak bambaşka bir duygu. aslında ne kadar çok şeyi önemsiz sandığını, ama ne kadar önemli olduğunu fark ediyor insan.