ineffective18
profili

  • kılıçdaroğlu nasıl gider

    adım 1: halk chp ile ilişiğini keser.
    adım 2: halk chp'ye oy vermez.
    adım 3: chp baraj altı kalır.
    adım 4: bay bay kemal.

    yoksa "oy bölmeyelim" falan diye erdoğan karşıtı görüşten herkes gidip yine buna oy verdikçe o oyları kendi aldığını sanmaya devam eder ve zamkla yapıştığı koltuğunu mezara kadar bırakmaz. hatta belki koltuğuyla gömülmeyi vasiyet bile edebilir.

  • göçmenler nasıl gönderilir

    hükümet onlara da türk vatandaşlarına davrandığı gibi davranmaya başlasın, onlar kendiliğinden kaçacak delik ararlar zaten.

    dipnot: göçmen değil geçici sığınmacı.

  • 21 ocak 2022 türkiye isveç savaşı

    isveçli sığırlarda da akıl yok belli ki. sen git o kur'an'ı arap büyükelçiliği önünde yak türkiye ile ne ilgisi var?

    cidden salak bunlar, avrupa'nın çomarı da hiç çekilmiyor. türkiye hakkında bir bok bildikleri yok, pkk propagandasını sabah öğle akşam şifa niyetine yutup hakikate ulaştıklarını falan sanıyorlar.

    şimdi siz orada kitap yaktınız ya, ben bir türk olarak nasıl sinirlendim anlatamam. çok öfkelendim valla.

  • nasa'nın yaşanabilir gezegen keşfetmesi

    100 ışık yılı = 946,073,047,258,004 kilometre.

    saatte 5000 kilometre giden bir araçla yolculuk etsek oraya varmak
    946073047258004/5000 = 189,214,609,452 saat sürüyor, o da 21,585,518 yıl yapıyor.

    100 ışık yılı diyince sanki gidilebilirmiş gibi geliyor kulağa ilk bakışta, benim gibi ışık yılı şeysine çok aşina olmayan insanlar için ama değil.

    edit: ben bu roketler ne kadar hızlı bilmediğim için (ve hızlı küçük bir araştırmayla bu bilgiye ulaşamadığım için) kafadan 5000 km/h hızı kafamdan seçmiştim. özel jetler ortalama 1000 km/h gidiyor diye biliyorum, 5 katı hızda bir araç olsa diye düşünmüştüm. vizyonsuz köpeklik etmişim.

    verminous'un söylediğine göre 692,000 km/h hızda gidebilen uzay aracı varmış. şimdi bakınca bu aracın "parker solar probe" isminde bir araç olduğunu gördüm, yanlış anlamadıysam 2025 yılına doğru güneş'in merkezine doğru yaklaştıkça bu hıza ulaşacakmış. ama bu bir uzay aracı değil. yani buna insan yükleyemiyoruz.

    mürettebatı olan en hızlı uzay aracı rekoru apollo 10'daymış. 39,897 km/h hıza ulaşmış. 1969 yılının teknolojisiyle. bu aracı kullanıp düz hesap 40,000 km/h desek:
    946073047258004/40000 = 23651826181 saat yani 2,698,187.5 yılda gidiyoruz.

    şimdinin teknolojisi ile biz bu hızı 300,000'e çıkardık diyelim mesela, tekrar hesaplayalım.

    946073047258004/300000=3153576824 saat, yani 359,758 yıl yapıyor.

    güneşe giden insansız şeyi insanlı hale getirdik diyelim, düz hesap da 700,000 km/h hıza ulaştırdık:
    946073047258004/700000=1351532925 saat, yani 154,182 yıl yapıyor.

    bir edit daha: sevgili okuyucular, ilk başta da belirttiğim üzere bu hesapları ışık yılı kavramını uzaklık olarak kafada canlandırmak zor olduğundan, -en azından benim için-, oldukça kaba bir şekilde bir fikir vermesi açısından birkaç dakika içinde yapıp yazdım.

    yoksa bu hesaplarda hesaba katmadığımız pek çok şey var.

    evrenin sürekli genişlediğini hesap etmedik, ışık hızına yaklaştıkça zamanın yavaşlayacağını hesap etmedik, sürtünmesiz ortamda olduğumuzu ve bununla gelen ivme ile alakalı problemleri hesap etmedik. kim bilir daha neleri hesap etmedik, yani bu süreler olması gerekenden daha kötümser süreler muhtemelen. ama her şeyi hesaba katıp tam teknik bir hesaplama yapsak bile yine de, günümüz teknolojisi ile, o gezegene gidebileceğimiz sürelere inmeyecekti bundan emin olabilirsiniz.

  • internet yokken hayat gerçekten çok güzeldi

    çünkü bir boktan haberiniz olmuyordu ve hiçbir şey bilmemenin getirdiği bir mutluluk vardır. ecnebiler buna ignorance is bliss demişler.

    yaşlı insanlardan çokça duyarsınız "millet kudurdu, kafayı yedi, ahir zamandayız" gibi şeyleri. ama insanlar kudurmadı, insanlar hep kuduruktu, sadece senin bu kudurukluklardan haberin yoktu.

    ---
    burada bir çizik çekip bana atılan taşlara dair birkaç şey söylemek isterim.

    öncelikle internet sen onu nasıl kullanırsan öyledir. ama sen berkecan'ın profil fotoğrafına bakmak için kullanıyorsan internet ondan ibaret demek değildir. interneti iyiye kullanmak da kötüye kullanmak da kişinin tercihidir.

    ikinci mesele, kast ettiğim şey bilimsel bilgi, ve ingilizce söz ile anlatmak istediğim de saf bir cehalet değildi. söylemek istediğim şey dünyada olup bitenlerden daha olaylar olurken sansürsüz şekilde haberimiz olmasıydı.

    devam etmeden evvel bir parantez açıp, internet üzerinden erişebildiğiniz bilimsel bilginin de bütün bir ömür öğrenebileceğinizden daha fazla olduğunu söyleyeyim. insanlığın edindiği bilginin bilmem şu kadarı sadece internette diyerek erişebileceğiniz şeyleri küçümsemek en hafif tabirle gülünç olur. mesela bugün harvard'da bir hocaya mail atıp üzerinde çalıştığı şey hakkında çok ilgili olduğunu söyleyip direkt onun ağzından o konu hakkında bir şeyler öğrenme imkanın bile var. yani ne bileyim bu şeyler nasıl basit veya küçümsenebilir oluyor sizler için, hayret gerçekten. devam edelim...

    söylemek istediğim şey dünyada olup bitenlerden daha olaylar olurken sansürsüz şekilde haberimiz olmasıydı.

    samsun'da bir insanın pompalı tüfekle kendi kafasını uçurduğunu 90lı yıllarda anahaber bülteninde belki 30-40 saniyelik bir başlık altında duyar ve "ah be, vah be" diyip geçebilirdiniz. veya yeni zelanda'da bir delinin bir camiye girip oyun oynar gibi insanları taradığını, evet haber bülteninde belki 2 dakikalık bir haberle bir muhabirin anlatımıyla dinlerdiniz. ve bunların çok da bir önemi olmazdı, çünkü haberin size ulaşma şekli sizi sarsacak şekilde değil.

    ama şimdi o adamın yere saçılan beyin parçalarını hiçbir sansür olmadan görerek alıyorsun o haberi. o delinin insanları tararken gerçekten de oyun oynar gibi hissettiğini bizzat onun kafasındaki kamera sayesinde hissederek özümsüyorsun o katliamı. bunlar çok ağır, psikolojik olarak yaralayıcı şeyler, ve geleneksel medyanın sana istese bile sunamayacağı kadar gerçek şeyler. işte seni mutsuz eden bu saf gerçeklik. içinde yaşadığın balonun patlaması seni dehşete düşüren.

    bunun yanında, bugün esra erol'da, müge anlı'da izlediğin insanlar var ya, onlar işte 90lı yıllarda da vardılar, 1800lü yıllarda da, 1700lerde de... sadece artık yaptıkları iğrençlikleri öğrenmek daha basit bir hâl aldı.

    6 yaşında bir çocuğu evlendirip yıllarca istismar etseler, internet yokken, çocuk bunu normal hayat sanardı. çünkü başkalarının hayatı nasıl çocuk ne bilsin? ve senin o çocuktan hiçbir zaman haberin olmazdı. hatta belki televizyonu açınca "çocuk evliliklerinin sayısı düşmeye devam ediyor" diye habere bile denk gelir, içini rahatlatırdın.

    şimdi buradan da internetin manipülasyona daha açık olduğu mevzusuna geliyoruz. evet daha açık ancak yine ilk söylediğim şeye geliyoruz: manipülasyona gelip gelmemek senin seçimin. internet okuryazarlığı diye bir kavram var, ve internette bunun eğitimleri de var. kendini eğitip doğru bilgiye ulaşmak sana kalmış. daily testicle kaynağından okuduğun yılanların ayakları var haberine inanmadan evvel güvenilir kaynaklara başvurmak senin elinde.
    https://youtu.be/0hxmym4k6w0

    yani özetle, internetle olayları daha olurken en gerçek haliyle görme olanağına kavuştuk. ve her an bir yerlerde bir çirkinlik vuku buluyor. önceden, sen bu çirkinliklerin ana haberde gösterilmesine izin verilen ya da gösterilmeye değer bulunan çok küçük bir fraksiyonundan haberdar olabiliyordun. bu da sana, dünyada olup biten kötülüklerin az olduğu ilizyonu sağlıyordu.

    tabi şöyle bir şey var, bunu akşam bana yazanlardan biriyle konuşurken söylemiştim. insanlara farkındalık mı yoksa mutluluk mu diye sorsak çoğunluk mutluluğu tercih ederdi. çünkü değişim için harekete geçmeye imkanın olmadığında ya da değişim için yapabileceğin hiçbir şey olmadığında farkındalık bir lütuf değil lanet gibidir. bu durumdaysan internetin herhangi bir mecrası sana yoğun bir depresyon pompalar, dizi izlemek bile zorlaşır, dizide fakirlikten kırılan kadın senin hayalini kurup üç yıl biriktirdiğin parayla alamadığın o eski arabayı 500 dolara alır sen kafayı yersin. o diziye ulaşma imkanın olmasa ne bileceksin ikinci el bir arabanın bir yerlerde sadece 500 dolara alınabildiğini.

    ama internet kötü insanlar ya da olaylar yaratmıyor, sadece var olduğundan haberdar olmadıklarını fark etme olanağı sağlıyor. bu da işte ignorance is bliss diyerek özetlemeye çalıştığım durumdu. burada ignorance'ı dümdüz cehalet olarak değil bir bilmeme, farkında olmama hali olarak alıyorum yani.

    mesela sözlük kullanmayın, sosyal medya kullanmayın, haber sitelerini engelleyin. interneti sadece aklınıza takılan şeylerin yanıtlarını alabildiğiniz bir araç gibi kullanın. sadece show haber veya star tv, veya daha da mutlu olmak isterseniz ahaber izleyin, hayattaki tek haber kaynağınız bunlar olsun. insanlarla mesajlaşmayın, sadece arayıp konuşun. garanti ediyorum o özlemini çektiğiniz zamanlardaki gibi mutlu olacaksınız.

    suçlu internet miymiş yoksa olan bitenden haberdar olmak mı? artık size bırakıyorum.

  • lgbt'yi legebete diye okuyan insan

    türk'tür, türkçe konuşuyordur, doğrusunu yapıyordur.

  • recep tayyip erdoğan'ın en büyük başarısı

    din ile karnın doymadığını halka yaşatarak göstermiş olmasıdır. kendisi sarayda bir eli yağda bir eli balda yaşarken halka "allah bizi bazen yoklukla sınar" diyerek de deyim yerindeyse ömürlük bir ders vermiştir halka.

    hukukun ve adaletin ne kadar önemli kavramlar olduğunu da bizzat halka yaşatarak öğretmiştir. halk olarak, devlete güvenebilmenin rahatlığının şu kardeşimize güvenmekten daha önemli olduğunu anladık.

    ülkeleri bir arada tutanın hiçbir zaman din olamayacağını ve dinin milli kültür, milli kimlik ve milli beraberliğin yerini alabilecek bir kavram olmadığını da yaşatarak göstermiştir.

    deseniz ki "rte, atatürk'ün fikirlerinin ne kadar doğru olduğunu kanıtlamak için bir projeydi, atatürk'ün tam zıttı yöne gidince nasıl bir kaos ortamına gireceğimizi yaşatarak öğreten bir simülasyondu" size karşı çıkamam.

  • akhisarspor spikerinin çok realistik performansı

    "az önce kıvranıyodu şimdi zımba gibi oyuna girdi"
    adamın her cümlesi türk futbolunun özeti niteliğinde. türk liglerini ilginç hale getirebilecek yegane şeyi bulmuş.

  • atatürk bugün yaşasa lgbti'yi destekler miydi

    atatürk kimsenin kişisel hayatında ne yaptığı ile ilgilenecek bir adam değildi. desteklemese bile karşıtı olmazdı çünkü buna gelene kadar ülkenin çok daha ciddi başka problemleri mutlaka olurdu.

  • 29 mart 2022 türkiye italya maçı

    basın toplantısında stefan kuntz bir sürü şey söyledi ama en önemlisi sanırım şuydu: "türkiye'de herkes federasyona kendi oyuncularını oynatması için baskı yapıyor, ben gelmeden önce de böyleymiş şimdi de devam ediyor ama federasyon beni objektif bir şekilde oyuncu seçebileyim diye işe aldı diye düşünüyorum."

  • ölüm yok oluş ise neden yaşıyoruz

    diğer her şeyi neden yapıyorsak o yüzden.

    madem öleceğiz neden yaşayalım ki demek nasılsa sıçacağım neden yemek yiyeyim ki demek kadar mantıklı. ya da nasılsa geri vereceğim neden nefes alıyorum ki?

    çünkü mecbursun. yaşamın var olma olasılığı çok düşük ama yine de buradayız. madem buradayız başka çaremiz yok, en azından elimizde olanı değerlendirelim diyoruz.

    hayatın bi anlamı yok, sen ona ne biçersen anlamı o işte. bi anlam bulamıyorum diyenler gidip kendini öldürüyor zaten.

    her ne kadar boktan bir zamanda boktan bir ülkede yaşıyor olsak da hayatta olmak güzeldir. kısıtlı vaktini bu dünyada seni mutlu eden şeyler yaparak geçirmek varoluş sancını unutturur. sonra da zaten yok olacaksın. ölümün acısını yaşamak için acele etmenin manası yok.

    edit: gelen mesajlarda hep aynı şeylere cevap vermekten sıkıldığım için birkaç şeyi açıklığa kavuşturmak isterim.

    ilk olarak: evet yemek yemek faydası olan bir şey bunun ben de farkındayım. lakin anlatmak istediğim yemek yemenin faydasız olduğu değil. bu düşünce akışıyla herhangi bir şeyi değersizleştirmenin ve anlamsız, mantıksız hale sokmanın mümkün olduğu. nasılsa bitecek diye bir şeye başlamadan öylece oturmak elbette sizin seçiminiz ama bu mantıksız bir yaklaşım olduğu gerçeğini değiştirmez.

    ikinci olarak: öbür yandan, ölümün acısı diyince edebiyat yapmak gibi bir niyetim yok. ölümün eşiğinden dönen veya intihar edip de hayattan cidden giderek uzaklaşıp durumun ciddiyetini kavrayan insanların anlattığı şeyleri ve yolun yarısında ne kadar pişman olduklarını, yaşamak istediklerini fark ettiklerini okuyun. internette aratın bir sürü hikaye bulursunuz. bahsettiğim bir tür psikolojik acı. öldükten sonra bunu hissetmeyecek olmanız bunu yaşamak için acele etmeniz gerektiği anlamına gelmez. aksine, ölümden evvel içinizde kalan şeyleri yapıp pişmanlıklarınızla yüzleşmek için çaba sarf etmelisiniz ki ölürken bunların altında ezilmek yerine iyi bir hayat yaşadım diye düşünürken huzurlu ölün. çaresizlik bi insanın tadabileceği en boktan şeydir.

    bu konuyla ilgili bojack horseman bir çeşit başyapıt sayılır. özellikle de bu konuya yoğunlaşan "the view from halfway down" isimli bölüm, belki izlemek istersiniz.

    üçüncü olarak: madem öldükten sonra hiçbir şey olmadığını ve yok olacağını düşünüyorsun sen neye inanıyorsun, neden yaşıyorsun? sorusu.

    benim düşünceme göre ben öldükten sonra dünyaya ne olacağı önemsiz değil. benden sonrakilere ne kadar iyilik bırakırsam hayatım o kadar anlamlı olur. bunu başarabilmek için ne kadar uzun yaşarsam o kadar iyi.

    bir çocuğum yok bir gün olur mu onu da bilmiyorum ama mühim olan benimle bir bağı olup olmaması değil. hiçbirimiz bu dünyaya isteğimizle gelmedik. seçeneğimiz olsa eminim ben de böyle bi yerde yaşamaktansa hiç doğmamış olmayı seçerdim. ama buradayken, buraya gelmesi için fikri sorulmamış diğerlerine daha iyi bir ortam yaratabilmek bence güzel bir hayat motivasyonu. daha sonra yok olacak olmak iyi bir şeyler yapmak için burada kalmak istemeye veya çaba göstermeye engel olmamalı. bu arada bunun için ödüllendirileceğimi falan da düşünmüyorum, cidden yok olacağımı düşünüyorum isteyebileceğim tek ölümsüzlük adımın tarihte yaşamaya devam etmesi olabilir o da pek mümkün değil, olmasa da kendi hayatıma yüklediğim bu anlam veya misyon hala geçerli benim için. olaya bireysel yaklaşmaktansa böyle yaklaşmak daha mantıklı geliyor.

    çünkü birilerinin benim için de aynısını yapmış olmasını isterdim. hepimiz bu şekilde yaşasak zaten dünya daha güzel bir yer olurdu. ve bu benim hep diğerlerini düşünen bir melek olduğum anlamına da gelmiyor. ben de bunu kendi çıkarlarım için yapıyorum. kendimi iyi hissediyorum, hayatıma bir anlam bulmuş oluyorum.

    siz bu anlamı inandığınız dinde buluyor olabilirsiniz bununla ilgili hiçbir itirazım veya kötü düşüncem yok. sadece dindar bir insansanız size naçizane şöyle bir öğüt vermek isterim: #129140060
    başka bir şeyde buluyor da olabilirsiniz, benim kendimce bulduğum hayat manasını saçma bulmuş da olabilirsiniz. yeter ki kendinize bir yol seçin veya oluşturun ve yaşama tutunmaya çalışın.

    toparlamak gerekirse, bu anlattığım şey benim bulduğum anlam. sizinki benimkinden farklı olabilir ve bu çok normal. burada doğru veya yanlış diye bir şey yok. hayatınızı hemen sonlandırabilirsiniz bu sizin elinizde, bu bir gerçek. ama bunu yapmadan bir amaç bulmak ve ona doğru yürümeye çalışmak daha mantıklı. hayatınızın bugün veya çok uzun süredir boktan gidiyor olması hep böyle gideceği anlamına gelmez. insanı yaşamaya iten umuttur zaten.

    yani benim size sorduğum: "savaşmadan teslim olmak mı yoksa savaşmak mı?" ama sizin verdiğiniz cevap "nasılsa öleceğimiz için arada bir fark yok." ama bu benim açımdan kabul edilebilir bir şey değil.

  • kuveyt'te 7 milyon tekerleğin yanması

    ne kadar da üçüncü dünya ülkesi bir hareket.
    verelim bi 50-60 milyon dolar da kendilerine bir geri dönüşüm tesisi kursunlar. yalnız tesisin adını "recycling center of strong turkey's 15th of july, democracy and freedom: we have achievement and we will achievement again and always for ever to the eternity and to the end of times for 9 seasons and 20 years more starting in 2023 and beyond" koyma şartı olsun.

  • göçmenleri gönderemeyecekler

    akpli olduğu dönemden kalma "her şeyin en iyisini bilme hastalığı"ndan hala kurtulamamış birinin açıklamaları. ülke gündemini geçtim, sözlük gündeminde yer alması bile vakit kaybı.

    isteyen öyle bir gönderir ki, kimse de ağzını açıp bir şey söyleyemez.

  • ak parti'nin başka kozunun kalmaması

    oy kazanmak için olmayan problemler yaratıp bunların çözümüyle de gerçek problemlere sebep olmak, daha sonra sebep olunan gerçek problemlerden mağduriyet çıkararak yine oy kazanmak, mağduriyetini dile getirirken ayrımcı ve sert konuşmalara imza atarak yapay gündemler oluşturmak, bu vesileyle de konuşulması gereken asıl problemlerin konuşulmasının önüne geçip problemlerin büyümesinin önünü açmak, büyüyen problemlerin sebebi olarak emperyalist ülkelerin yanında muhalefeti suçlayarak muhalefetin vatan haini olduğu altmetiniyle başa gelen ve gelecek her türlü beladan başkalarını sorumlu tutarak oy toplamak, bunlar inanılmaz yöntemler ve bitmesinin imkanı yok.

    edit: bu arada akpye "ak parti" diye yalnızca akpliler der*.

  • murat bardakçı'nın açıkladığı atatürk gerçeği

    bu başlığı okuyup da "yani?" diye sormayan biri muhtemelen zihin olarak geri kalmıştır.

    tamamen yazılanın doğru veya yanlış olduğundan bağımsız olarak söylüyorum bunu. atatürk müslüman olsa nolur, hristiyan olsa nolur, şeytana tapıyor olsa nolur? nolur yani kardeşim neden önemli bir insanın neye inanıp inanmadığı? bireysel bir kavram olan inanç bizde neden her şeyin üzerinde tutuluyor? atatürk sıfırdan modern bir ülke kurup onu miras bırakmış sana bu mirası korumakla, ileriye götürmekle ilgileneceği yere düşündüğü araştırdığı şeylere bak insanların.

    şimdi verilen kaynaktaki şeyi biraz inceledim. devamında "atatürk'ün kınadığı şey aslında tanrıya hizmet etmek değil, genel olarak doğru olduğu kabul görülegelmiş inanışlar (bağnaz düşünce yapısı). selanik'te doğup büyümüş birisi için bu çok doğal." diyor. neyse o kısmı bir kenara bırakıyorum, devamı daha önemli, bakın ne demiş atatürk:
    görsel

    "kurduğu hükümetin düşmesine engel olmak için dine ihtiyaç duyan birisi zayıf bir liderdir. dini kullanarak liderlik yapmaya çalışan biri insanları bir kapana sıkıştırmış gibidir. benim halkım demokrasinin ilkelerini, doğruluğu, gerçekliği ve bilimi öğrenecek. batıl inançlardan kurtulacak. gerçeklikle çatışmadığı ve diğerlerinin özgürlüğüne kast etmediği müddetçe herkes kendi vicdanını takip etmekte ve istediğine inanmakta özgürdür."

  • hiç doğmamakla ölmek arasındaki fark

    hiç acı çekmemiş olmak bu farklardan birisi olabilir.

    olaya farklı bir yerden yaklaşmak gerekirse, insan doğası gereği bir iz bırakmak ister, hatırlanmak ister. aslında bilimle uğraşan birinin gönlünde de bu yatar, sanatla uğraşan birinin gönlünde de. bir şeyler ortaya koyup insanların hayatına bir etki etmek, dünyanın akışında bir pay sahibi olmaktır bütün mesele. bunu da öldükten sonra birileri beni hatırlasın diye yaparız. çünkü her an ölmekte olduğumuz bu acımasız hayatta ölümsüz olabilmenin tek yolu budur bizim için.

    yaşamak bize bu imkanı sunar, ölümsüz olma imkanını. pek az insan bunu başarabilmiştir, yine hemen hemen bu seyirde ilerlemesi, belki gittikçe daha da azalması muhtemeldir. şimdi entrye ilk başladığım yere dönecek olursak, verdiğimiz bu ölümsüzlük mücadelesinde birçok acı yaşarız. kimi zaman buna değer, kimi zaman değmez, bunlar ayrı konu. ama bu mücadele sırasında acı çektiğimiz bir gerçek. sonunda ölümsüzlüğe ulaşan insanlardan biri olmadığımızı düşünürsek ki bu bahsettiğimiz gibi düşük bir ihtimal, hiç yaşamamış olmak hiç mücadele etmemiş olmak anlamına gelir. bu da bizi şuraya götürür; hayatta olduğun sürece bir şeyleri başarmak için uğraşmamışsan aslında hiç yaşamamışsındır.

    yaşamak, bu mücadeleyi verdiğin müddetçe güzeldir. bu mücadeleyi vermek için de içinde büyüklüğünün ne olduğu önemli olmadan, belki kocaman belki küçücük, bir umut olması gerekir. umudun olduğu sürece mücadeleye devam edersin, umudun yoksa zaten ölüsündür.

    toparlamak gerekirse, hiç yaşamamış olmak için hiç doğmamış olmak gerekmez ve ölmek, hiç yaşamamış olmaktan daha kıymetlidir.

  • eskişehir'i övmek

    yapmayın lan şehrin bokunu çıkardınız. sessiz sakin, küçük, huzurlu bir yerdi burası şimdi her yer çok kalabalık. sanırsın metropolde yaşıyoruz metrekarede yüz bin tane insan var, üzerine üzerine geliyorlar resmen.

  • türkiye'nin isviçresi

    bir yanda yıllık geliri 120 bin dolar olan öğretmenler diğer yanda atanamayan öğretmen sürüsü.
    bir yanda milli içecek süt diğer yanda ayran.
    bir yanda devlet başkanı yerine konsey kullanan ülke bir yanda meclisi kapatıp her şeyi tek bir adama veren ülke.
    bir yanda dört dil konuşan bir halk diğer yanda latin alfabesi geldi diye bir gecede cahil kaldığını iddia eden sığırlar.

    tek ortak noktaları ab üyesi olmamak heralde ama birisi olmaya tenezzül etmemiş diğeri kabul edilmemiştir.

    türkiye'nin isviçresi de olmaz, isviçre'nin türkiyesi de olmaz. en azından 3 dakikalık küçük bir isviçre araştırması bunu gösteriyor.

    edit: ayrana takılanlar olmuş, komple iç kararmasın minik bi tebessüm olsun diye eklediğim bir şeydi. ayran iyidir.
    dipnot: öğretmen değilim, mühendisim.