hoca da durur mu, yapıştırmış cevabı:
"yemek yaparken çıkardığı pisliği temizlemeyi bilmeyen yapmasın yeter!"
yemek yapmak/yapabilmek marifet değil.. sen yemeği yaptıktan sonra o mutfak savaş alanına dönüyor ve sen bu durumun farkına bile varmıyorsan senin yaptığın yemek zaten yenmez.. adamın mutfak bezini tutuşundan anlarım ben yaptığı yemeğe ekmek banılıp banılmayacağını..
imza:
eşinin rahle-i tedrisinden geçmiş bir gariban er kişi..
sahlanankoc12 profili
-
evlilikte yemeği kim yapar sorunsalı
-
hollanda'da kavga eden türk kadınları
ortada kavga falan yok.. iki kadın bir kadına saldırıyor; saldırganlardan biri mağdurenin saçlarına yapışmış, diğeri zaten hareket edemeyen bu kadına bağıra bağıra hakaret edip vuruyor.. dayak yiyen saçları kaptırdığı için acıdan paralize olmuş, karşılık bile veremeden sadece çığlık atıyor..
dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kavga şekli yok; bu bildiğin işkencedir..
hollandalı dangalaklar da alamıyorlar kızı bunların elinden.. kız medeniyetin beşiğinde (?!?) sokak ortasında dakikalarca işkence görüyor..
ayrıca bunlar türkiye'den siktir olup gitmek başlığında bu ortadoğu bataklığını (??!) neden terk ettiklerini uzun uzun anlatan, memleketlerini kendilerine layık görmeyen çok liyakatli, başarılı, donanımlı, çağdaş insanlar değiller miydi ya..?
evini yuvasını bir başka kadını sokak ortasında döverek korumaya çalışan bu dişi orangutanlara türkiye'den uzakta sürdürdükleri modern yaşamlarında başarılar diliyorum..
dayak yiyen kızcağıza da acil şifalar dilerim.. bu avrupa aşığı muasır medeniyet maymunlarını hapislerde süründürür inşallah..
türkiye iki yosma kaybetmiş, iyi de olmuş..
ben de bu ferahlık nereden geldi diyordum..
___
son bilgi editi; meğer hanım, koca, baldızlar ve aşk-ı memnu sevgilisi herkes çorum'dan oraya gidip mevzu çıkarmış ve sonra da geriye dönüvermişler, ferahlık kısa sürdü.. :( -
nureddin nebati'nin uçakta yolcuları azarlaması
aynı anda paralel evrende:
uçağa en son binen takım elbiseli bir adam ceketini çıkarıp oturmaya çalışırken kendisi için bekletilip saatinde kalkmayan bu uçağın homurdanan ve şikayetlerini yükseltmeye başlayan diğer yolcularına dönerek mahcup bir tavır ve sakin bir ses tonuyla;
"efendim, benim adım zureddin zebati.. hazine ve maliye bakanıyım.. kıymetli dostlarım, yaşanan bu gecikmeden dolayı hepinizden samimiyetle özür dilerim.. tüm şikayetlerinizde haklısınız.. ne yazık ki önceden planlanmamış bir problemden dolayı uçağa vaktinde yetişemedim.. aslında tarifeli bir uçağı ne olursa olsun bekletmek olacak iş değil ama özel kalemim benden habersiz böyle bir istekte bulunmuş havayolu şirketine.. bu asla tasvip etmeyeceğim durumdan ötürü hepinizden ayrı ayrı özür dilerim.. uçakta yapılacak standart ikram dışında tüm yolculara dilediği bir meşrubatı ısmarlamak ve gönlünüzü almak isterim.. lütfen bu ikramımı kabul edin (özel kalemine bununla ilgilenmesi için kibarca işaret eder) böyle bir hadisenin tekrarı olmayacağı hususunda da sizi temin ederim.. teşekkür ederim.." diyerek utanmış bir tavırla tebessüm etmeye çalışarak başıyla selamlar herkesi..
bunu duyan yolcular bir meyve suyu için değil elbette ama bir bakanın bu alçak gönüllü tavrı karşısında yatışırlar, mevzu tatlıya bağlanır.. -
yazarların en az 500 kere dinlediği şarkı
yıla vurunca en az beş yüz kere oluyor mu bilmem ama spotify'a göre rahmetli ömer yılmaz'dan bir ayda 87 kere dinlediğim şarkı:
(bkz: sarı çiçek sarartıyor dağları) -
kırmızı ete yüzde 48 zam gelmesi
bu zamdan birkaç gün önce (geçtiğimiz cuma) maltepe'de bir kasaptaydım.. piyasaya göre nispeten uygun ve eti de fena değil diye gittiydim ama bırak koyun etini, üç haneli rakamlardan aşağı dandirik dana eti bile bulamadım.. dükkanın yan tarafı sakatatçı olduğu için mecbur oraya döndüm ki bir de ne göreyim: koç billurunun kilosu 18 lira..!!!
kendisini çok sevdiğim ve uzun zamandır almadığım için (e fiyat da ete kıyasla saçma sapan bir şekilde ucuz) hemen yumuldum tabii.. yine fiyatı nispeten uygun diye biraz da koç yürek aldım ve muzaffer bir komutan edasıyla: bir elimde yürek, bir elimde billur çıktım kasaptan..
tabii o an bunun bir işaret olabileceğini tahmin edememişim..* -
iyi insan olmanın sonuçları
iyi insan olmanın sonuçları nedir çok bilemiyorum ama "iyi insan" olduğunu sandığında başına gelecekler pek hoşuna gitmeyecektir.. gerçi, kuvvetle muhtemel farketmeyeceksin bile.. iyi insan olmak serabı zaten seni yeterince* oyalayacaktır..
iyilik ve kötülüğü kendi uyduruk terazinle tartıp bu ikisi arasından kendine yer beğenmelerin, bu cetvel üzerindeki konumunu bildiğini zannetmelerin falan eskilerin "vehim" dediğinden farklı haller değil.. çünkü insan, kendini mütemadiyen aldatan ve bundan sadistçe keyif alan bir varlık.. içinde boy verdiğimiz bu sanrı denizinden hiç çıkmak istemiyoruz.. bayılıyoruz bu rüyaya.. -
en sevilen filmi bir replikle anlatmak
"...it can't rain all the time"
-
ekşi sözlük yakıt tüketimi veritabanı
yarım ekmek arasına sığacak miktarda beyaz peynir, domates, salatalık, zeytin ve 500ml su..
maliyeti evin buzdabından karşılandığında oldukça düşük ama hadi tüm hesabı epeyce yukarı doğru yuvarlayalım ve 5 tl olarak kabul edelim..
menzilimiz olan 50km boyunca ufak tefek istisnalar hariç düz olan asfalt/beton yolu; toprak zeminde tutunmak amacıyla üretilmiş olan sırtı geniş ve dişli lastiğine ek olarak mekanik direnci de (bakımsızlıktan ve ekonomik ömrünü doldurmasına rağmen kullanılmaya devam edilen hareketli parçaların fazlalığından dolayı) fazla, oturuş pozisyonu itibarıyla hava sürtünmesi yüksek ve ağır sayılabilecek ortalama bir dağ bisikletiyle yaklaşık 2,5 saatte aldım..
bu şartlar altında bile 1 km'de maksimum 10 kuruş yaktığım göz önünde bulundurulursa; dişsiz, sırtı ve omuzlukları ince bir lastikle, daha bakımlı, hafif ve asfalt zemine uygun aksama sahip bisikletle bu 10 kuruşu rahatlıkla 5-6 kuruş mertebelerine çekebiliriz.. birim zamanda alınan mesafe artacağı için maliyetler düşecektir..
şimdiki şartlar altında 10 kuruş / km diyebiliriz.. -
iki hatun idare ederken dikkat edilecek hususlar
bu işlerde dikkat edilecek en önemli husus şu:
topu astarı 50 gramdan ibaret olan bir et parçasının doymak bilmez farklılık (?) arayışı istikametinde enerjinizi tüketip ömrünüzü ziyan etmeyin..
şimdi kaynağını hatırlayamadığım bir yerlerde okumuştum:
"...her yönden vuran dalgalarla çalkalanan fırtınalı bir okyanusa düşen denizciler mi, yoksa müteaddit kadınlara sahip olanlar mı daha muzdarip ve bedbahttır bilemem."
anladın sen onu.. -
yazarların kırdıkları en büyük pot
en büyük müdür bilemem ama yakın zamanda yaşandığı için birkaç haftadır her yerde kırmızı bir suratla gezmeme sebep olan kırık pot...
mekan: resmiyetten uzak samimi bir yazıhane ortamı..
muhatap: daha önce yüzyüze tanışmadığımız, altmışlarının başında bir ağbi..
kadro: ben+25 senelik kadim dostum; ağbi+yardımcıları..
ağbi son derece güleryüzlü ve hoşsohbet biri.. işle ilgili kısımlar hızlıca geçildikten sonra boş beleş muhabbete meraklı olan bu satırların yazarı mikrofonu alır eline.. gülüşmeli, kakara kikirili bir muhabbet içinde konu her nedense sürekli robotlara, androidlere ve gelecekte her bir parçamızı yedek parça değiştirir gibi değiştirip yarı insan yarı robot tipler olarak dolaşacağımıza falan gelir.. hahaha hihihi falan derken ayrılma vakti gelir.. bu satırları yazan dangalak kardeşiniz iletişim bilgilerini alabilmek için ağbiden bir kartvizit rica eder.. ağbi "tabi" der, sandalyesini yana doğru çevirir ve dizindeki bir noktaya bastırıp oradaki kilidi mekanik bir *klik* sesiyle oturtarak ayağa kalkar, seke seke içerideki odadan bir kartvizit getirir..
tabii orada belli edilmez ama dışarı çıkıldığında iki arkadaş birbirine bakıp "hay açtığımız o şom ağza %&!#!?*&#" diyerek hoş ve nazik temennilerde bulunurlar kendilerine.. -
dinden sonra vatan sevgisini de kaybetmek
"okumuş" kalabalık arasında hızla yayıldığı söylenebilir..
öncelikle;
dünyada bedeli olmayan hiçbir şey görmedim.. muhtemelen değersiz hayatım akıp giderken aval aval etrafıma baktığım için ben yakalayamamışımdır diyeceğim ama rahmetli newton amcamın hareket yasaları da diyor ki: her etki eşit bir tepki bulur karşısında.. hiçbir eylem veya eylemsizlik hali bedava değil.. büyük veya küçük her durumun bir bedeli var.. sevgi de bu durumda bir istisna değil.. sevgi bedava değil..
bunu cebe attık mı..? attık..
peki..
güzeller güzeli asya'nın iç sesi "sevgi neydi" diye sorduğunda cevabı da biliyordu aslında.. temelde bu bir soru değil bilakis mecburi bir kabullenişti.. asyacığım "emek" falan dedi ama sevgi dediğin varsa vardır, yoksa yoktur.. ve aslında bizim ahu gözlü asya emek vereni de sevmedi hakikatte.. ona mecbur kaldı.. sevginin herhangi bir türüne (karı-koca sevgisi, yeğen sevgisi, torun sevgisi, evlat sevgisi, meslek sevgisi, vatan sevgisi, din sevgisi...vs) samimiyetle sahip olan, yani gönülden seven kimseler arkasına "acaba mı?" diye bakmazlar.. tereddüt etmezler.. asya tereddütlüydü.. ayakları cemşit'e doğru ama geri geri gidiyordu.. gittiği yeri sevmiyordu.. sadece ona mecburdu.. asya zekiydi.. emniyetli limanları, onları sevmese de görüp tanıyacak kadar zekiydi.. ilyas çok matah bir herif olduğundan söylemiyorum bunları.. konumuz asya'nın (sizlerin) gönlündeki duygunun adını doğru koymak.. dışarı değil içimize bakabilmeyi ve kendimize karşı dürüst olabilmeyi sağlamak..
sizler de zekisiniz.. ama kusura bakmayın, asya kadar olamıyorsunuz.. çünkü asya dümeni güvenli bir limana kırarken bile sevdiğini düşünüyordu.. muhtemelen ömrü boyunca kocasına her sarıldığında aklına öyle veya böyle ilyas gelecekti.. o, fiilde cesaret edemese de gönlünde sevgisine sadıktı.. fakat siz önceden sevdiğiniz bir şeyi sevmemeye başlamaktan bahsediyorsunuz.. özür dilerim ama; samimi değilsiniz kendinize karşı..
insanın herhangi birini veya bir şeyi sevmeyi/sevmemeyi seçebildiğini mi düşünüyorsunuz cidden..? bilinçli tercihle sevgi yeşertilebileceğini mi zannediyorsunuz..?
durumunuzun iki makul izahı var:
1- siz her türden meyillerinizi "tercih" sanıyorsunuz..
2- asya gibi seçtiğiniz mantıklı nesne ve kişileri sevdiğinize inandırıyorsunuz kendinizi..
uyandırayım; ikisi de birbirinden tehlikeli..
bakın, bunca laf ettim ama içinde ne vatan, ne bayrak, ne din geçiyor.. çünkü mesele bunlar değil zaten.. problem çok daha derinlerinizde saklı.. onu çözmeden bu ayrıntılara girmeyin ki ileride pişman olmayasınız..
bunca lafı eden kim ki? diye soracak olursanız zihninizde hemen basit bir resim oluşturayım.. birkaç saat önce, sabahın karanlık ve ayazı içinden geçen ağzı yüzü sarılı bir bisikletli tip vardı.. bu banka soyguncusu kılıklı eleman, hemen her sabah aynı saatlerde yanından geçtiği deniz kuvvetlerine ait nakliye gemisi palamar çözerken başını o yöne çevirip nizami bir selam çakıyor.. çünkü geminin kıç gönderinde nazlı nazlı salınan o dehşetli kızıllığa hayran..
bu tuhaf adam neyi sevdiğini, neden sevdiğini size mantıklı olarak izah edemez.. eğer siz, sevdiğiniz herhangi bir şeye ait mantıklı sebeplerle gelirseniz ona, kuvvetle muhtemel halinize şaşıracak ama belli etmemeye çalışacaktır.. -
gerçeği yaşıyor olma ihtimalimiz %0.1
iyisi mi bu konuda uzun ihsan efendi'ye kulak verelim:
--- spoiler ---
yeniçeriler kapıyı zorlarken uzun ihsan efendi hâlâ malûm konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu...
“rendekâr doğru mu söylüyor? düşünüyorum, öyleyse varım.. oldukça makûl.. fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: düşünen bir adamı düşünüyorum.. düşündüğümü bildiğim için, ben varım.. düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum.. böylece o da benim kadar gerçek oluyor.. bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.. düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum.. öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor. o gerçek, ben ise bir düş oluyorum..”
kapı kırıldığında uzun ihsan efendi kitabı kapadı.. az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: “dünya bir düştür.. evet, dünya... ah! evet, dünya bir masaldır..”
--- spoiler ---