fridanin parcalanmis omurgasi79
profili

  • benim çocuğum üstün zekalı

    dürüst olacağım iki kızımda da yok ondan.

    hatta küçük olan şu anda başına oyuncak kutusunu geçirmiş evin içinde dolaşıyor. süzme mal.

  • ensest ve evrim

    (yazı çok uzun ve bunun için üzgünüm) aslında ensest'in bir tabu olmasının sebebi tamamen kültürel evrimdir. size iğrenç geleceğini bilsem de ensest doğaldır ve doğada da rastlanır.ama doğal olması normal olduğu ve sakıncasız olduğu anlamına gelmez. ensest hatalıdır. şaşırtıcı verilerle başlayalım; aileleri tarafından cinsel istismara uğrayan çocukların %95'inden fazlasında psikolojik travma görülmektedir.

    üstelik veriler tam olarak net olmasa da, toplam çocuk (0-18 yaş) popülasyonun %10-15'inin bu yaş aralığında en az 1 kere aileleri tarafından cinsel temasa maruz kaldığı, %2 civarının ise aileleri tarafından cinsel olarak istismar edildikleri ve cinsel birleşmenin gerçekleştiği rapor edilmektedir. bu, gerçekten büyük bir sayıdır.

    türümüzde bu rakamın büyük olması, her gün duyduğunuz öz kızı, yeğenine tecavüz ve taciz gibi olayların yaşanması aslında her ne kadar iğrenç gibi görülse de bizim hala bir hayvan olduğumuzun reel ispatıdır. maalesef doğaldır. doğa da sık rastlanır.

    aslında en çok sorulan soru bunun evrimsel olarak doğru olmaması. çünkü kendinize ne kadar uzak genlerden eş seçerseniz bir sonraki neslin sağlıklı olma ihtimali o kadar artar.

    öncelikle eş seçimini etkileyen iki faktörden bahsedelim. daha sonra evrimin temel prensiplerine değineceğim.

    doğada bildiğiniz gibi işleri yürüten kokusuz feromon hormonudur. peki insanlarda durum deneysel olarak nasıl gözlemlenmiştir. havayla yolculuk yapan kimyasalların insanların eş seçme davranışları üzerinde etkili olduğunu gösteren araştırmalar da var. bu araştırmaların en ilginçlerinden biri, isveç’li bilim adamı klaus wedekind’e ait. wedekind, 44 erkeğe birer tişört vererek bunları iki gece boyunca giymelerini istemiş. erkekler bu süre boyunca kokusuz sabunlarla yıkanıp kokusuz kozmetik ürünleri kullanmışlar. wedekind bu araştırmada, farelerle yapılmış bir araştırmanın sonuçlarının insanlarda da geçerli olup olmayacağını görmek istiyormuş. daha önceki deneylerde farelerin, kendilerininkilerden farklı bağışıklık sistemi genlerine sahip bireylerle çiftleşmeyi tercih ettikleri görülmüş.

    kısaca mhc (major histocompability complex) adı verilen bu genler, bedenin yabancı hücreleri tespit edip yok etmesine yarayan kimyasalların üretilmesinde rol oynar. genellikle, anne babanın mhc genleri birbirinden ne kadar farklıysa, çocuklarının bağışıklık sisteminin de o kadar iyi olacağı düşünülür. wedekind, giyilmiş tişörtleri kutulara koyarak, araştırmaya katılan 49 kadına bunları koklatmış ve tişörtlerin sahiplerinin, kendileri için ne kadar çekici olduğunu değerlendirmelerini istemiş.

    kadınların herbirine 7’şer kutu koklatılmış. kutuların üçünde, bağışıklık sistemi genleri kadınlarınkine çok benzer olan erkeklerin giydiği tişörtler varmış; kutuların üçündeyse, mhc genleri kendilerininkilerden farklı erkeklerin giydiği tişörtler. yedinci kutuyaysa kontrol koşulu yaratmak için daha önceden hiç giyilmemiş bir tişört koyulmuş. kadınlar, araştırmacıların önceden tahmin ettikleri gibi davranmışlar ve bağışıklık sistemi genleri kendilerininkilere benzemeyen erkeklerin kokusunu tercih etmişler. birçoğu da, mhc genleri kendilerininkilere benzeyen erkeklerin tişörtlerinin, babalarını ya da erkek kardeşlerini anımsattığını; mhc genleri kendilerininkilerden farklı erkeklerin tişörtlerininse eski ya da şimdiki erkek arkadaşları gibi koktuğunu söylemişler.

    wedekind’in araştırmalarını yönlendiren çalışmalardan biri, dişi farelerin hamile kaldıklarında mhc’yle ilgili tercihlerinin değiştiğinin gözlenmesi olmuş. hamile farelerin, mhc genleri kendilerininkilere benzeyen, büyük olasılıkla kendileriyle yakın akraba olan fareleri tercih ettikleri görülmüş. wedekind’in araştırmasına katılan kadınların da küçük bir bölümünün, bağışıklık sistemi genleri kendilerininkilere benzer erkeklerin tişörtlerini tercih ettikleri görülmüş. bu kadınların doğum kontrol hapı kullandıklarını göz önüne alan wedekind, hapların östrojen düzeyini yükselterek hamileliğe benzer bir etki yaptığını düşünüyor.

    bu doğruysa, doğum kontrol hapı kullanan kadınlar, kimyasal nedenlerle yanılgıya düşme riskinde olabilirler. ancak wedekind’in bulgularının feromonların etkisini mi yoksa kokuların etkisini mi gösterdiği kesin değil. kesin olan şeyse, kadınlarla erkekler arasında kimyasal açıdan “bir şeylerin” geçtiği.

    bu şunu gösteriyor. aslında evrim bu konuda bir şeyler yapmış. ama maalesef çok fazla bir şey değil. şimdi evrimin temel prensiplerine gelelim.

    evrimin iki temel prensibi vardır "hayatta kal" "üre".

    üremek içinse, yine benzer binlerce adaptasyon geçirilmiştir; bu defa bu adaptasyonlara sebep olan varyasyonları (çeşitleri) seçip eleyen mekanizmanın, daha doğrusu doğa yasasının adı cinsel seçilim'dir.

    canlılar, kendi zeka kapasiteleri dahilinde ürettikleri düşünceler ile karşıt cinse ilgilerini göstermektedir, buna göre kur yapmaktadır ve başarılı olurlarsa bilinçli bir şekilde üreyebilmektedirler.

    4 milyar yıllık evrim süreci. evrim çok sık hata yapar. evrim akıllı değildir. sadece birkaç yüz genden oluşan canlılardan, binlerce genden oluşan canlılara doğru kademeli bir evrim gerçekleşmiştir. bu süreçte genler sadece canlının özelliklerini belirleyecek faktörleri kodlayacak şekilde özelleşmemiş, aynı zamanda canlıların pek çok olumsuz özelliklerini de taşımaya başlamışlardır.

    bu özelliklerin çoğu doğal seçilim ile genetik olarak elenir ve popülasyondan silinir. çünkü ciddi hastalıklara sahip olan canlılar doğal çevrelerinde elenecektir ve kendilerindeki bu hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olan genler de elenmiş olacaktır. ancak bu hastalıklar tamamen elenemez, çünkü genlerimizde özellikler çiftler halinde taşınır çekiniklik/baskınlık durumu nihai hastalığı belirler. bir noktada, bir mutasyon ya da bir diğer evrim mekanizması ile ortaya çıkan bir hastalık,canlılara dezavantaj sağlamaya başladığı noktada ise doğal seçilim ile elenmeye başlayarak baskılanır. ama asla yok olmaz.

    işte yakın akrabalarda, bu hastalıklara ait genlerin çekinik olarak taşınma ihtimali çok yüksektir. çünkü kendilerini meydana getiren atalarında bu genler taşınıyorsa, bunların yavrulara farklı şekillerde dağılması mümkündür. bir diğer soydan biriyle çiftleşildiğinde, bu çekinik genlerin bir araya gelmesi çok daha düşük ihtimaldir. bir oran vermek gerekirse, ensest ilişkiler (insanlarda akraba evlilikleri gibi)sonucunda doğan yavruların sorunlu olma ihtimali, normal çiftleşmelere göre 64 kattan daha fazladır. ve bu sebeple bu bozukluk doğal seleksiyonda eriyip gider. genlerin nasıl seçildiğini kaba halde burada anlattım.

    eğer ailede ne kadar çok akraba evliliği varsa gen havuzu da o kadar daralır, o kadar tehlikeli hale gelir.

    peki evrim bunun için bir şeyler yapabildi mi

    enseste karşı genetik yollarla birkaç mekanizma evrimleşmiştir. bu mekanizmaların etkisini büyük oranda kendi hayatınızda da hissedebilirsiniz. kendinizi zorlayarak aile bireylerinizden biriyle cinsel ilişkiye girdiğinizi hayal etmeye çalıştığınızda bile zihniniz bunu reddedecek ve tiksinme duygusu uyanacaktır. işte bu, genlerimizin etkisinde beynimizin ilgili bölgelerinin bu düşünceye verdiği biyokimyasal tepkiden ibarettir.

    bu durum sadece insanlar için değil, dediğimiz gibi diğer hayvan türleri için de geçerlidir (hayvan dışı canlılarda ise genellikle bu görülmez). üstelik, insan türü de dahil olmak üzere bu hayvanlarda, akrabalık derecesi azaldıkça, cinsel ret durumu da azalmaktadır. yani bir birey uzak kuzenlerine, birinci derece akrabalarına göre çok daha fazla cinsel istek duyabilir; ancak yine de pek çok durumda beyin bu ihtimali reddedecektir.

    ayrıca yine benzer şekilde, algısal olarak akraba olunduğunun bilinci de çok önemlidir. yani kardeşinden, bebeklik döneminde, henüz algılar tam olarak çalışmazken ayrılan bireyler, yıllar sonra birleştiklerinde birbirlerine cinsel istek duyabilmektedirler.

    kuşlar üzerinde yapılan bir araştırmada, aynı ebeveynlere ait olan yavrular, eğer aynı yuvada büyütüldülerse birbirleriyle asla çiftleşmemektedirler.

    ancak aynı ebeveynler tarafından, farklı zamanlarda üretilen yavrular, eğer birbirleriyle aynı yuvada hiçbir zaman bulunmadılarsa, bir araya getirildiklerinde üreyebilmektedirler. bu bize iki noktayı gösterir: kuşların da zekası bulunmaktadır ve tercihler yapabilmektedirler ve ensest ile ilgili evrimleşmiş savunma mekanizmalarımız genler tarafından şekillendirilse de, çevre tarafından çok ciddi bir şekilde etkilenmektedir.

    bu durum da evrimsel biyoloji sayesinde açıklanabilmektedir.

    bilimsel olarak aynı genel çevrede yaşayan kuşların, popülasyon içerisinde akrabalarına denk gelme ihtimalleri 1000'de 1 civarındadır. bu da, oldukça düşük bir orandır (karşılaştıkları her 1000 kuştan 999'u yakın akrabaları değildir).

    dolayısıyla herhangi bir görsel ve anısal bilgiye sahip olmayan bireylerin cinsel ret duymaları yönündeki evrimsel baskı azdır, çünkü doğada zaten canlıların uzaktan akrabalarıyla rastlantısal olarak karşılaşma ve çiftleşme şansları oldukça azdır. ancak yakın akrabalar, sürekli bir arada bulundukarı için, bu bireyler arasında bir engelleme mekanizması zihinsel olarak evrimleşmiş ve genlerle taşınmaktadır.

    hayvanlar arasında ensesti önleyici mekanizmaların başında feromonlar gelmektedir. birbirlerinin feromonlarına kimyasal olarak duyarlı olan bireyler, birbirlerine cinsel çekim duymamaktadırlar; çünkü bu feromonlar biyokimyasal olarak beyni etkilemekte ve cinsel isteği baskılamaktadır.

    insanlar sadece biyolojik evrim geçirmiş canlı türleri değildir. insanlar kültürel evrim de geçirmiştir. işte burada devreye westermarck mekanizması girer. bu araştırma insanların 6 yaşına kadar yakın akrabalarının kokularını net bir şekilde öğrendiğini ve beynin buna göre adapte olduğunu, bu yaştan sonra ise ömür boyunca, bir beyin hasarı gerçekleşmediği sürece, bu kokuların korunduğunu ve cinsel olarak itici bir etki yarattığı ortaya koyulmuştur.

    mark schneider ve ekip arkadaşlarının insan doğası dergisinde yayınladıkları araştırmalarına göre yetişkinler ile çocuklar arasında da bu mekanizma koku duyusuyla sağlanmaktadır. yani yetişkin bireylerin, hiç tanımadıkları çocuklara karşı duydukları cinsel itim de bu mekanizmayla sağlanmaktadır.

    ancak araştırmaya göre, beyin bu işlevi "genelleme" isimli bir yöntem ile sağlamaktadır; yani bir çocuğa (kardeşe, yavruya, vs.) duyulan cinsel itim, tüm popülasyon içerisindeki çocuklara psikolojik olarak genellenmektedir ve her birinin kokusunun tanınmasına gerek kalmadan, beyin her çocukta uyarılarak cinsel iticilik sağlanmaktadır.

    özetle sizin 6 yaşında bir kız çocuğunuz varsa 6 yaşındaki diğer kız çocuklarına karşı cinsel çekim hissetmezsiniz. tebrik ederim. olmanız gereken şeysiniz.

    peki bu bir evrimsel hata mı? üzgünüm evrim mükemmel değildir ve evet ensestlik evrimsel bir hatadır.

    bütün mekanizmalar, genetik olarak bireye kazandırılan; ancak çevresel olarak son şeklini alan mekanizmalardır. sonuçta ebeveynler yavrularına bu mekanizmayı beyinde oluşturacak genleri aktarmaktadırlar; ancak çocuk, bir başka ailede büyütülürse, bu aileye cinsel mesafe duyacak ve kendi biyolojik ailesine herhangi bir cinsel itim duymayacaktır. bu, `çevrenin genler üzerindeki etkisine önemli bir örnektir`.

    bu genlerde meydana gelecek mutasyonlar, mekanizmaların düzgün çalışmamasına sebep olabilir. işte bu durumda birey ailesine karşı cinsel istek duyabilir. benzer şekilde, çeşitli psikolojik etkiler altında ailesine karşı sürekli cinsel olarak kendisini yakın hissetmeye zorlanan bir birey, bir noktada çevresel olarak bu mekanizmanın etkisini yenebilecek ve ailesine cinsel istek duyabilecektir.

  • ensar vakfına giden çocukların sessiz aileleri

    oy verdikleri parti uğruna çocuklarını bile feda etmeye hazır dilsiz şeytanlardır.

  • kadir mısıroğlu

    atatürk'ün ruhuyla konuştuğunu iddia eden, bir ara akıl hastanesinde yatmış, recep tayyip erdoğan'ın tarih danışmanı.

    geçen gün ikinci abdülhamit'i idam ettiler dedi recep tayyip erdoğan. oysa o öyle değildi. ikinci abdülhamit 75 yaşında beylerbeyi sarayında beylerbeyi hastahanesi’nden nikolaki paraskevidis, veliaht vahidüddin efendi’nin özel doktoru alkivyedis ve kendi doktoru atıf hüseyin bey tarafından muayene ve kontrol edilmiş, kan toplanması sonucu ödemleşme ile kalp ve böbrek yetmezliği sonucu ölmüştü.

    yapılan tüm müdahaleler, nabız ve dakika'da aldığı nefes sayısı bile kayıtlara geçmişti. allah allah.. eee o zaman kimden öğreniyor bu tayyip bööööle şeyleri diye sormayın. işte bu deliden öğreniyor.

  • kadın sadece akp'li ise kadındır

    akp dinine mensup olmayan hiçbir insan aslında insan değildir. ve kaçınılmaz olarak akp'li olmayan bir kadın kadından sayılmaz elbette. 2 gündür kılıçdaroğlu'na yapılan linci görünce bir gülme aldı beni. akp'li kadınlar ellerinde pankartla chp merkezine yürüdüler. pankartlarda şu yazıyordu "kadına uzanan diller".. peki ya eller peki ya o çükler ne olacak?

    onları toplu olarak bir kez de üzerime deri pantolonlu adamlar işedi diyen bir şizofreniyi savunurken görmüştük. oysa tam 15 senedir bir ahlak erozyonu yaşanıyor bu ülkede ve hiçbirinde yoklar. nerelerde yoklar. haydi hatırlayalım.

    gecenin 3'ünde tecavüze uğrayan kadınlarda yoklar mesela.

    tecavüze uğrayın devlet bakar derken de yoklar (recep akdağ / akp bakanı, kürtaj tartışmaları hakkında)

    bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem. dendiğinde yoklar mesela. (recep tayyip erdoğan)

    kadına şiddet abartılıyor. dendiğinde de yoklar. (tayyip erdoğan / son 15 yılda %1400 artan kadın cinayetleri hakkında)

    ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum dendiğinde mesela.. aaa yoklar.. (tayyip erdoğan / kadın dernekleri ile yaptığı toplantıda.)

    benim bedenim, benim kararım diyenler feminist. kürtajı bir cinayet olarak görüyorum dendiğinde de yoklar.. (tayyip erdoğan / kürtaj tartışmaları hakkında.)

    tecavüzcü, kürtaj yaptıran kurbanından masum sözünde de yoklar. (ayhan sefer üstün / akp milletvekili, insan hakları komisyonu başkanı)

    anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün anası ölsün. dendiğinde yok bu analar (i.melih gökçek / akp ankara belediye başkanı)

    yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıyalafı parçalanmış genç kız cesedine söylendiğinde hiiiiiiiiççççç yoklar(tayyip erdoğan / münevver karabulut cinayeti hakkında)

    medya olayları abartıyor. kadına yönelik şiddet algıda seçicilik denirken önüne yatmak freud seçiciliği iken algıda sıçışta yoklar (fatma şahin / akp bakanı)

    kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek denirken bunlar neredeler? (mehmet şimşek / akp bakanı)

    ve en son kadından alacağımız eğitime ihtiyacımız yok dendiğinde topyekun yoklar..

    kadın akp'li değilse kadın değildi demek ki. kadın sadece onlardansa kadındı, insan onlardansa insandı.

  • teröre destek veren vatandaşlıktan çıkarılsın

    hangi terör, hangi terörist?

    şimdi kimin sözü olduğunu hatırlayamadığım bir söz vardır "ateizm tek başına tanrıya hakarettir" diye. ne alaka? şu alaka. neyi terör, kimi terörist olarak adlandıracağız.

    ergenekon da askerler teröristti mesela, balyoz'da da .. bir ara sadece askerler teröristti bu ülkede. "bebek katikli apo" o dönemler birden "sayın abdullah öcalan" oluvermişti. terörist olanlar askerdi.

    sonra keymalizzler, teröristler diye bir çığlık duyduk meydanda. o zaman bu milliyetçiyim, vatanseverim diyen angutlar bilmez. sene 25 nisan 2013

    dönemin meclis başkanı cemil çiçek "pkk çekilecek " dedi 23 nisan resepsiyonunda. murat karayılan’ın yapacağı muhtemel ‘sınır dışına çekilme’ açıklamasını yerinde takip etmek isteyen 30'u aşkın gazeteci murat karayılan'ın karşısına ip gibi dizildi. bak murat karayılan diyorum..

    hani başına şimdi ödül konan pkk'nın dağ kadrosunun 1 numaralı adamı.
    o zaman çok değil 3 sene önce çıkıp çay içebileceğin kadar rahat ulaşıyordun bu adama.

    bu olaydan sadece 1 ay sonra 28 mayıs 2013'te gezi olayları yaşandı. terörist olmakla suçlanan geziciler sözde ülke ekonomisini batırmış ve pkk'nın geri çekilmesini önlemişti. özetle geziciler birer teröristti.

    ve yine bu olaydan sadece bir kaç ay sonra. 17-25 aralık 2013 operasyonu adında tarihe kara leke olarak geçecek olay yaşandı. çok değil 2 sene önce beraber yedikleri, içtikleri ayrı gitmeyenler, 1 gecede "terörist" ilan edildi. fetö dendi adına da. fethullahçı terör örgütü.

    sonra işıd geldi...

    bir grup öfkeli müslüman genç.. mit tırlarıyla silah taşındı bu uluslararası terör örgütü sayılıp biz de öfkelenen gençlere. can dündar'a servis edilen bu haber sonrası can dündar tırlarda ne olduğunu canlı, ispatlı yayınladı..

    can dündar terörist destekçisi oldu.. işıd mı onlar hala bir avuç öfkeli genç.

    "ateizm tek başına tanrıya hakarettir"

    özetle... hangi terör? hangi terörist?

  • ak partiye niye oy verdin

    yazdık yine yazalım.. nüfusun yüzde 50'sine sorulan sorudur.

    elbette benim de hayalim isveç ama gerçekler ortadoğu türkiye'si.

    yüzde 50 diyorum bak. 3 değil 5 değil. aklınız almıyor değil mi? nasıl olur diyorsunuz.

    ülkenin ekonomisi batmış.

    dolar 3 tl olmuş.

    5 ay içinde 7 bomba patlamış..

    6 ay içinde 225 asker şehit olmuş.

    ülke ayrışmış, herkes birbirinin gırtlağına sarılıyor.

    sağlık sistemi çökmüş, hastaneler mr için 1 yıl sonraya gün veriyor.

    eğitim sistemi patlamış, matematikte 44. sıraya gerilemişiz.

    tecavüzcü vakıflar aklanır olmuş...

    bitmişiz. turizmle ülke kurtarmaya çalışıyoruz. bitmişiz. nasıl olur diyorsun değil mi güzel kardeşim.

    çünkü kimsenin umurunda değil ekonomi falan, sağlık sistemi de öyle. kahvehanedeki adamlar bunlar kendilerinden olanı seçiyorlar. ekmek gibi dertleri yok, kan ve savaş gibi kaçıncaları da..

    dolar yükselir akp tek başına iktidar olmadığı için derler. sağlık sistemi çöker. zaten ssk'yı siz batırmıştınız derler. eğitim sistemi çöker. ama okulda süt dağıtılıyor derler.

    90'lara dönmek istemiyoruz derler.

    hangi 90 dersin? 1990'larda türkiye’de siyaset şimdiki gibi bir tek partinin gölgesi altında yapılmıyordu. kavga dövüş şimdiki gibi ayyuka çıkmamış, toplum bu kadar bilenmemiş, birbirini boğazlamak için gün sayar olmamıştı.

    siyasi partiler toplumsal çatışmadan beslenmediği için de siyaset, her ne kadar zayıf da olsa, iç sıkıcı ve gergin bir ortamda değil, yalnızca beceriksiz bir sahnede yapılıyordu.

    şimdiki gibi siz-biz olmadığı için tansu çiller’in oğlunun askerliğini bahriyede yapması bütün toplumu çileden çıkarıyor, şimdi gemiciklere laf etmeyen toplum çiller çiftinin oğluna aldığı jet-ski‘yi yıllarca dilinden düşürmüyordu. dersinnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn..

    hangi 90'lar dersin? faili meçhul derler.

    doğuda astsubay'ın kafasına sıkanlar dahi yakalanamıyor `ülkede çözülmemiş cinayet sayısı cumhuriyet rekoru kırdı` dersin, inanmazlar.

    yazmaz çünkü gazeteler, söylemez televizyonlar.

    dersin ki yahu basın korkudan ülke gerçeklerini anlatamıyor, 90'larda her boku jitemi, faili meçhulleri bilirdiniz çünkü basın yerden yere vururdu dersiniz. basın yazardı dersiniz.

    kıçlarını dönerler.. başörtülü bacımı gata'ya almadılar derler. yumruğunuzu sıkarsınız. ülkeye bakarsınız bir de dönüp başörtüsüne.

    hemen üzülme güzel kardeşim...

    ne yapacaksın bahane göt gibi herkeste var. peki ne mi istiyorlar?

    ülkeyi kendilerinden olanla yönetmek istiyorlar. dertleri ne türban, ne faili meçhul. dertleri yönetmek güzel kardeşim.

    git saadete oy ver diyorsun. hani o da müslüman. vermiyor.. derdi din değil çünkü. derdi bu ülkede sözünü bir 13 yıl daha geçirmek..

    üzülme güzel kardeşim...

    onu başkan yapmayacağız.

  • alevilerin sünnileri sevmemesi

    senin sünni diyanet'in çıkıyor "alevi ile evlenilmez" diyor..

    sonra senin sünni imamın çıkıyor "aleviden kız alınmaz " diyor..

    sonra senin zorunlu sünni din dersi öğretmenin "alevinin elinden yemek yenmez" diyor..

    sonra siz sünniler toplanıyorsunuz kaldıkları oteli yakıyorsunuz.

    senin sunni cumhurbaşkanın çıkıyor "aleviler zerdüşt, atayiz onlar" diyor.. eeeeeee.. bence bu işte bir terslik var.. yine aleviler size iyi katlanıyor.

  • 90'ların siyasi mizahına denk gelmemiş nesil

    2 nisan 2016 der spiegel kapağına yapılan eleştirileri görünce fark ettiğim, gelse de unutmuş talihsiz nesildir. 25 turgut'lu mizah dergileri ne kadar uzak...

    spiegel kapağından girersek konuya bence gayet normal bir mizah. merak etmeyin onlar kendi ülkelerindeki başbakan ve bakanları da bu şekilde eleştiriyorlar. hatta amerika bu konuda daha acımasız. south park veya family guy izleyenler bilir.

    gel gelelim türkiye. şimdi bu "ülkemin cumhurbaşkanını rezil edeyorlarrrrr, vatan hayinleriiiiiiiiii, hayinnnnnnnn" diyenler hatırlamaz.

    1990'larda türkiye’de siyaset şimdiki gibi bir tek partinin gölgesi altında yapılmıyordu. kavga dövüş şimdiki gibi ayyuka çıkmamış, toplum bu kadar bilenmemiş, birbirini boğazlamak için gün sayar olmamıştı.

    siyasi partiler toplumsal çatışmadan beslenmediği için de siyaset, her ne kadar zayıf da olsa, iç sıkıcı ve gergin bir ortamda değil, yalnızca beceriksiz bir sahnede yapılıyordu.

    şimdiki gibi siz-biz olmadığı için tansu çiller’in oğlunun askerliğini bahriyede yapması bütün toplumu çileden çıkarıyor, şimdi gemiciklere laf etmeyen toplum çiller çiftinin oğluna aldığı jet-ski‘yi yıllarca dilinden düşürmüyordu.

    tansu çiller’in eşi özer çiller’in malvarlığı, tabii ki haklı şekilde herkese batıyordu, çünkü oğlu mısır ithal edebilsin diye bir geceliğine mısır ithalat kurallarını değiştiren siyasetçilere alışmamıştık henüz.

    hakkında yazılan maskeli leydi kitabı yolsuzluklarını, lise yıllarındaki hastalıklı kıskançlıklarını, profesör olduğu konu hakkında cahilliğini, kısacası tüm kirli çamaşırlarını ortaya çıkarmış, buna karşılık günümüzde alışılageldiği üzere kitap toplatılmamıştı.

    yahut yasemin yalçın’ın o zamanlar güldüğümüz skeçlerinden olan başbayan cansu hanım ile tansu çiller parodileri ertesi gün okulda bütün çocuklar tarafından taklit edilir, cansu hanım ve haset’in (esat kıratlıoğlu) maceraları ailecek izlenirdi.

    plastip şovlarda hemen hemen her siyasinin konuşma ve hitap şekliyle dalga geçilirdi.

    yine hatırlamazlar "turgut parası" diye bir olay vardı. özal 1983'te başbakan olduğunda dönemin efsane mizah dergisi gırgır, ımf ile görüşmelerini de içeren karikatürlerin olduğu bir kolajı “mahvolduk” başlığıyla yayımladı.

    özal, 1984'te ımf ile kendi iktidarının stand-by'ını imzaladı. gırgır, anlaşmadan önce özal'ı başlayan zam dalgası nedeniyle kıyasıya eleştiren karikatürler yayımlıyordu. özal ise ımf ile yapacağı bir görüşmede gırgır'ı kullanmaya karar verdi. gırgır dergisi fiyatını 25 turgut yapmıştı.

    yine en bilinen örneklerinden olacak o kadar. olacak o kadar da levent kırca bir skeçte paşa'ya etek giydirmişti. etekli paşa

    hatta uğur dündar'ın bu skeç'ten sonra levent kırca'ya yaptığı şaka hafızalara kazınacaktı.

    levent kırca o şakayı şöyle anlatır;
    "“bir gün gene çekimdeyiz. arkadaşlarımdan biri nefes nefese yanıma geldi: “abi seni doğan güreş paşa arıyor…” dedi. haydaaa, sardık mı başımıza işi!.. istemeye istemeye aldım telefonu. “bir dakika, paşamı bağlıyorum” diyen sekreterin ses tonu bile emreder gibiydi!
    bayağı gerginim, telefonda marşlar çalınıyor! az sonra paşa bağlandı.
    - oğlum hiç yakışıyor mu sana?
    ben: “paşam, mizah bu; hoşgörüyle karşılamazsanız gelişemez!..”
    - ama evladım, koskoca genelkurmay başkanı’yla eğlenilir mi?
    ben: “estağfurullah efendim, bu bir şaka!.. ayrıca başbakan’ı, cumhurbaşkanı’nı bile hicvediyoruz. hatta onlar ertesi gün telefon açıp tebrik ediyorlar! siz de öyle baksanız, sitem yerine tebrik etseniz!..”
    - bak oğlum, askerlik günlerinde böyle konuşmuyordun ama! ayrıca ben tebrik etsem bile, senin yaptığını hoş karşılamayan yüzlerce asker var emrimde. onlara mani olmakta güçlük çekiyorum. her an çıkıp gelebilirler yanına!..
    ben: “paşam beni tehdit mi ediyorsunuz?..”
    - hayır, gerçekleri söylüyorum. emrimde bu yaptıklarına kızan yüzlerce, hatta binlerce asker var!
    ben: “askerleriniz benim için istanbul’a geliyorlar, öyle mi?”
    - evet öyle. tutamıyorum onları!
    ben: “peki gelip de ne yapacaklar?..”
    - geldikleri zaman görürsün!
    ben: “tamam, gönderin. korkmuyorum sizden. hatta burada bekliyorum onları… ya da en iyisi kapının önünde bekleyeceğim. ne sizden, ne de askerlerinizden korkuyorum. beni divan-ı harbe bile gönderseniz, sanatçı olarak başımı eğmeyeceğim. hodri meydan paşam!..”
    - (kahkahalarla gülüyor…)
    ben, “niye gülüyorsunuz paşam?” dedikçe o daha da gülüyor. bir ara düşünüyorum, yoksa paşa beni işletiyor mu diye!
    - levent!
    ben: “buyurun paşam!..”
    - uğur ben, uğur, uğur…
    ben: “hangi uğur?”
    - uğur dündar!
    ben: “hay allah cezanı vermesin! az kalsın altıma yapacaktım lan!..”

    özetle gençler, siz bilmezsiniz bir zamanlar bu ülkede hiciv vardı, mizah vardı, ifade özgürlüğü vardı..

    siz bilmezsiniz.. bir zamanlar bu ülke fena değildi.

    edit: 90'larda faili meçhul vardı taam mı diyen geri zekalı. akp’nin iktidar olduğu günden bu yana 208 kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiği ortaya çıktı. aynı raporda; yargısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş sonucu da 520 kişinin öldüğü ve 451 kişinin cezaevinde yaşamını yitirdiği belirtiliyordu. işte türkiye’deki “ünlü” faili meçhul cinayetlerden bazıları; necip hablemitoğlu suikastı akp’nin son yıllarda mücadele ettiği’paralel yapı’yı 2002'de kaleme alan, alman vakıfların ile ‘uğraşan’ necip hablemitoğlu, evinin önünde uğradığı suikast sonucu 18 aralık 2002 tarihinde hayatını kaybetti. suikastın failleri halen bulunamadı.muhsin yazıcıoğlu bundan tam altı buçuk yıl önce bir seçim döneminde büyük birlik partisi lideri muhsin yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu helikopter bilinmeyen bir sebepten dolayı düştü. iki gün sonra yazıcıoğlu ve beraberindekilerin cesetleri köylüler tarafından bulundu. keş dağları’nda karların altında bulunan helikopter ve yolcularının başına neler geldiği ve kazanın sebebi hâlâ aydınlatılabilmiş değil. “kaza mı yoksa suikast mı?” sorusu aradan geçen süreye rağmen hâlâ tartışılıyor. aselsan mühendisleri aselsan mühendislerinin şüpheli şekilde ölmesi için son olarak mhp araştırma komisyonu kurulmasını önerdi ancak akp buna karşı çıktı. neyse efem

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    `tarihteki en ilginç dolandırıcılık hikayelerinden biri`

    bu konudaki ilginç psikolojik yöntemlerin ipuçlarını içeriyor. şöyle söyleyeyim bir adam olmayan bir ülkeye götürme vaadiyle tam 250 kişiden 200 bin sterlin para topladı. onları gemiye bindirip ıssız bir adada bıraktı.. adam dolandırmak için olmayan ülkenin olmayan parasını bastı..

    ekim 1822’de gregor macgregor adlı bir iskoç çarpıcı bir duyuru yaptı. sadece bir bankacının oğlu olmadığını, honduras’taki kara nehir boyunda kurulu poyais ülkesinin de prensi olduğunu açıkladı.

    macgregor'un takma adla yazdığı kitapta hayali poyais ülkesi böyle resmedilmişti

    galler’den biraz daha büyük bu topraklar o kadar verimliydi ki mısırlar yılda üç kez ürün veriyordu. suları tertemizdi ve nehir yataklarında altın bulunuyordu. ağaçlar meyve doluydu. yurtdışında, böyle cennet gibi bir ülkede yeni bir hayat kurmak iskoçya’nın karanlık ve yağmurlu havası, kayalı toprakları karşısında çok cazip görünüyordu.

    poyais’in tek eksiği, bu kaynakların tam kullanımını sağlayacak yerleşimciler ve yatırımcılardı. o zamanlar orta ve güney amerika’ya yatırım yapmak revaçtaydı ve poyais iyi bir seçenek gibi görünüyordu.

    iskoçya’nın kendi kolonileri yoktu. bu yeni ülke onun için yeni dünyaya atlama tahtası olabilirdi.

    siz olsanız böyle bir dolandırıcılığa aldanır mıydınız? macgregor usta bir pazarlamacıydı ve birçok insanı tuzağına düşürmüştü.

    iki taktik

    usta dolandırıcılar, ikna çabalarını, insan motivasyonunun iki yönüne yöneltirler: insanın bir şey yapmak için harekete geçmesini sağlayan eğilim ve bunu yapma isteklerini engelleyen atalet. 2003’te iki amerikalı sosyal psikolog bu iki ikna taktiğini formüle etti.

    iskoçyalı macgregor'un kendisine 'prens' unvanı yakıştırmadan önceki hali

    alfa adı verilen birinci taktik bir şeyin cazibesini artırmayı içeriyordu. önerilen şeyin mükemmel bir fırsat olduğu, sizin de onu yapacak en iyi kişi olduğunuz, bundan ne kadar kazançlı çıkacağınız vs. fikri aşılanıyordu. ikincisi omegaydı ve direnişi kırmayı hedefliyordu. yani sizi, yapılan önerinin kolaylığına ve bundan kaybedecek hiçbir şeyiniz olmadığına ikna etmeye yönelikti.

    psikologlar bazı insanların kazanç odaklı düşündüğünü, bazılarının ise kayıp ve hatalardan sakınmaya çalıştığını belirtiyor. yani alfa ve omega taktikleri birlikte bu iki yaklaşım tarzını da kapsamış oluyor.

    macgregor’ın getirdiği teklifler de işte böylesi bir karma içeriyordu. örneğin gazetelerde röportajlarını yayımlatmış, poyais’e yerleşmenin ya da yapılacak yatırımların kazançlarından söz etmişti. daha fazla ikna edilmeye ihtiyaç duyanlara, küçük bir adada yaşamın nimetlerini anlatan bir kitabı okumalarını tavsiye ediyordu (onu yazan ise thomas strangeways, yani macgregor’un kendisiydi). bu broşürde adada kaçırılmaması gereken fırsatlardan söz ediliyordu elbette.

    ikna kuralları

    macgregor’un yaklaşımı, getirdiği öneriyi daha cazip kılmak için başka taktikler de içeriyordu. psikologlar, insanı ikna etmede kullanılan altı kuraldan söz ediyor:
    1- karşılıklı fayda: ben senin sırtını kaşırım, sen de benim
    2- tutarlılık: bugün de dün inandığım şeye inanıyorum
    3- sosyal onay: bunu yaptığım için aidiyetim olacak
    4- arkadaşlık ya da hoşlanmak
    5- kıtlık: acele etmek lazım, yoksa bitecek
    6- otoriterlik: neden söz ettiğinizi biliyorsunuz

    macgregor, poyais ülkesinin parasını da böyle tasarlamıştı.

    macgregor içgüdüsel bir şekilde tam da bu taktikleri kullanmıştı: size bu fırsatı kimse vermez; yatırımlarınızla örnek olacaksınız; bu fırsat her zaman ele geçmez; kitabı yazan dr. strangeways bu konuda otoritedir; bana güvenmiyorsanız ona güvenin; güvenilmez biri olsam gazetelerde röportaj yapılmazdı…

    olmayan ülke

    macgregor’un bu taktikleri işe yaramıştı. 200 bin sterlin para topladı. yedi gemi dolusu insan atlantik okyanusu’nu aşıp poais’e yerleşmek için başvurmuştu. eylül 1822 ve ocak 1923’te 250 yolcu taşıyan iki gemi bu hayali adaya doğru yola çıktı. ama iki ay sonra vardıkları yer bir yıkıntıdan başka bir şey değildi.
    poyais diye bir yer yoktu. yolcular honduras’ın ıssız bir kıyısına getirilmişti. gelenlerin ancak üçte biri sağ kalacak ve oradan geçen bir gemiye binerek belize’ye götürülecekti. britanya donanması diğer beş gemiyi geri iskoçya’ya gönderdi. macgregor ise fransa’ya kaçmıştı.

    burada da poyais propagandası yapmaya devam etti. birkaç ay içinde yeni yatırımcılar ve yolcular buldu. fakat pasaport işlemleri konusunda fransa ingiltere’den daha dikkatli çıktı. adı sanı duyulmamış bir ülkeye gitmek için son zamanlarda bu kadar başvuru olması yetkililerin dikkatini çekmiş, konuyu araştırmak için bir komisyon kurulmuştu.

    macgregor tutuklandı. daha sonra kısa bir süre edinburgh’ta kalıp poyais dolandırıcılığına maruz kalanların gazabına uğrayınca kaçmak zorunda kaldı. 1845’te venezuela’nın başkenti caracas’ta öldü.

    bu makalenin ingilizce aslını bbc future sayfasında okuyabilirsiniz.

  • türkiye ekonomisi 2015'te yüzde 4 büyüdü

    bakın türkiye'de 2002 yılında bir gecede kişi başı gelir 3 kat artmıştır. sebep? doları bastırırsan kişi başı gelir artar. dolar yükselirse kişi başı gelir azalır. basit..

    yani akp iktidarı 2002 yılında yaptığı hilenin ceremesini çekiyor. gelişmekte olan ülkeler 2015 yılında 5.2 büyüyor, türkiye 4. türkiye'nin bu tünelden çıkması şu an için mümkün değil. ekonomi nasıl hızlanmıştı 2002-2007 arasında? yabancı yatırımcıya güven ortamı sağladılar, elbette bir de piyasaya yapılan yardımlardan türkiye'nin payını alması vardı. özetle şans eseri büyüdü. ya sonra? . dış borç büyüyor, türkiye artık samanı ithal ediyor..

    özetle bu ülke bitti.

  • biyoloji bilgisine rağmen inançsız olmak

    ahdgahdg.. evrim gibi teoriden ileriye gidememiş vıkvıkvık ..

    evrim bir doğa kanunudur. diğerinin adı evrimin teorisidir. nasıl kanun yae? dna. dna der ki tüm türler akrabadır. (bkz: #59261269)

    ayrıca güzel kardeşim öncelikle mükemmel bir yapı yok ortada. mükemmel bir eko sistem de yok. senin mükemmel dediğin sistem milyonlarca türü harcamış sistemdir.

    sadece permiyen yokoluşunda dahi senin mükemmel dediğin eko sistem yaşamın ağzına sıçmıştır. sana şöyle söyleyeyim bu öyle bir yok oluştu ki tüm deniz türlerinin %96'sının ve karalardaki omurgalı türlerinin ise %70'inin tükenmesine sebep oldu. yaşamı neredeyse sıfırladı.

    bak bu ilk ve son değil en çok bilineni kretase-tersiyer yok oluşu hani şu dinozorları yok eden var ya kara bitkilerinin %35'i ve tüm canlı türlerinin %60 ila %80'ini yok etti.

    oooooooooo... bu ne müthiş bir düzen değil mi?

    daha dur.. bitmedi.. bizim türümüzün genetik dar boğazına sebep olan toba faciası gibi yokoluşlar bunların yanında devede kulak kalır..

    demek ki neymiş muhteşem bir eko sistem yokmuş..

    tam aksine yok oluşlardan paçayı sıyıran türlerin hayatta kalmak için birbirine muhtaçlığını getiren bir evrim süreci varmış...

    sakat insanlar, kuyruk sokumu mu?

    dostum bırak şu adnan oktar denen deliyi. gel sana insan vücudundaki artıkları anlatayım. hatta aynada kendin de bakabilirsin izleyip

    evrimsel değişim ise önceden kalıtılanın değiştirilmesi ile sınırlanmıştır, bu durum karşımıza pek çok işlevsiz ya da kulağını ters eliyle tutan sonuçlara yol açabilir. insan vücudunda mükemmel bir yaratılış arayanlar için ilginç gelecek yapılar da kalıtılabilir. 4 milyar yıllık evrimin ürünü olan insan vücudunda sayısız örnek verilebilir, bu listede sadece yedi tanesini bulacaksınız.

    1- üçüncü göz kapağı

    üçüncü göz kapağı

    her birimizin göz kenarında plica semilunaris olarak bilinen üçüncü bir göz kapağının kalıntısı bulunmaktadır. kuşlar, sürüngenler ve balıklarda sık rastlanılan bu yapı memelilerde daha nadir gözlenir. ancak yine de kedi, köpek gibi memeli sınıfından yakın akrabamız olan hayvanlarda halen kullanılan bu yapı evrim sürecimizde esas işlevini kaybetmiş sadece destek sağlayan bir yapıya dönüşmüşyür. sadece insanda değil, insanın da dahil olduğu primat takımının bir üyesi hariç hepsinde körelmiştir.

    2- darwin noktası ve kulak kasları

    darwin noktası ve kulak kasları

    bir çok hayvanın halen sahip olduğu bu kaslar sese odaklanmayı sağlar ve ses kaynağını bulmayı kolaylaştırır. ancak bugün modern insan türü için kulak oynatımı bazı insanlarda çok sınırlı hareketlerle yapılabilmektedir. ses kaynağını bulmaya yardımcı olan darwin noktası yine işlevini kaybederek, küçülmüş ve içe kıvrılmıştır. insanların sadece %10’luk bir kesimde farkedilebilir kalmıştır.

    3- ters dönmüş göz sinirleri
    insan gözü ve fotoreseptörleri

    insan gözü

    insan gözü diğer omurgalı hayvanların gözü ile benzer bir garipliği barındırır. fotoreseptörlerle algılanan ışık sinirler ile beynin ilgili kısmına iletilmektedir. ancak, omurgalılarda sinirler doğrudan arkaya gitmek yerine ön taraftan geçmektedir. böylece hem gelen ışığa bir miktar engel olur, hem de sinirlerin beyine gitmek için toplandığı düğümde hiçbir fotoreseptör bulunamaz. bu da kör noktayı oluşturur. ancak omurgasız göz örneklerine bakarsak sinirlerinin doğrudan arkaya uzandığını görebiliriz. bu durum insanın mükemmel bir tasarım olmadığının güzel bir örneğidir.

    4- psödogenler ve gulo
    gulop

    psödogen

    yukarıdan aşağı sırasıyla fare, insan, şempanze, orangutan ve makaklarda gulo geninin dizilimi. benzer yerlerin mutasyona sahip olduğu görülmektedir. değişiklik olan nükleotidler tekrar yazılmıştır.

    insan dna’sının yaklaşık %98’i protein üretiminde kodlayıcı işlev görmez. genler bir çok başka işlev için de kullanılır. ancak aktif olan tüm genlere baktığımız zaman toplamın yaklaşık %5’ini kapsadığını görürüz. büyük kısmı işlevsiz olan genlerimizin sonradan işlevsiz kalmış bölümlerine ise psödo veya sahte genler diyoruz. bir çok kökene sahip psödogenleri bir örnek üzerinden açıklayabiliriz. biz dahil primat takımında bulunan tüm türler c vitamini kendileri sentezleyemez ve meyvalardan edinirler. bu c vitamini üretiminin son halkasını gerçekleştiren l-gulono-?-lactone oxidase (gulo) adlı enzimin eksikliği ile ilgilidir. tüm primatlarda bu enzimi üreten gen sayısız kod içerisinde aynı nükleotidlerdeki değişimler ile işlevini kaybetmiştir. bu primatlar ile insanların ortak bir ataya sahip olduğumuzu işaret eden bir durumdur.

    5- süt çizgisi, polimasti ve politeli

    memeeeee

    atavizm ata soya çekim anlamına gelmektedir. genellikle atalarımızda var olan ancak pasifleşmiş genlerin küçük değişimlerle (mutasyon) yeniden ortaya çıkmasıyla oluşurlar. polimasti yani “çoğul meme” ve politeli yani “çok meme başlılık” atavizmin en ilginç örneklerinden ikisini oluştururlar. fazladan meme ya da meme başı oluşumu gözlenen bu anomali genellikle erkeklerde gözükmektedir. ancak fazladan süt bezileri ile birlikte gözlenmiş dişiler de vardır, bu durum ise süper polimasti olarak adlandırılır. bu durumun ilginç ve kökenine işaret eden bir özelliği ise fazladan meme başlarının çoğu memeli ile paylaştığımız süt çizgisi üzerinde, yani atalarımızdan miras kalan yerlerde oluşmasıdır.

    6-rekürren siniri

    rekürren siniri

    rekürren larengeal siniri beynimizden ses tellerimize uzanır ve ses tellerinin kaslarını kontrol eder. ancak beyin sapından çıkan sinir doğrudan ses tellerine gitmek yerine kalbimizden çıkan aort damarının altından dolaşır. bu durum ses tellerimiz ile kökendeş (homolog) organı solungaçları olan ve iki odacıklı kalbe sahip balık benzeri atalarımızdan miras kalmıştır.

    7-sperm kanalı

    sperm kanalı

    sperm kanalları testislerden çıktıktan sonra kısa yoldan gitmek yerine, mesanenin arkasından dolanan uzun bir yol izlemektedir. önceden karın boşluğunda sperm üreten atalarımızın testisleri zaman içinde aşağı inerken mesanenin ön tarafından inmişler ve böyle bir çaprazlamaya sebep olmuşlardır.

    özetle dostum bir biyolojicinin evrim yok demesi kadar komik bir şey yoktur asıl.

  • uzun vadede norveç gibi olabiliriz

    uzun vadede derken?

    norveç, benim yaşam standartım avrupa'dan yüksek diyerek ab üyeliğini reddetmiş bir ülke.

    norveç, ortalama yaşam süresinin 80 yıl olduğu bir ülke..

    her şeyi geçtim... hadi ekonomik olarak bir mucize oldu.. bir şey oldu lan ne bileyim birden türkiye'nin yer altından bir kaynak fışkırdı ve ülke zengin oldu.

    yine mucize oldu ve akp (olacağından değil ya) bu zenginliği halka dağıttı..

    ve yine olacağından değil ya akp karnı doyunca halkı rahat bıraktı...

    peki ya çomarlar? onları nasıl norveç halkı yapacaksınız? nasıl özgürlük diyebilecekler? insan haklarını nasıl gözetecekler? mustafa kemal'in kafasına vura vura çomarlıktan kurtaramadıklarını yani 80 yılda yapamadığını siz hangi uzun vadede yapacaksınız?

    nasıl dine değil de bilime ve sanata önem verecekler?

    ne yapacaksınız çomarları? onlar ortadoğulu çünkü. asırlardır bu kafayı taşıyor.

    hadi ülke ekonomik olarak norveç oldu. halkı ne yapacaksınız? özetle ortadoğu sütünden norveç kaymağı olmaz.

  • erdoğan'ın abdülhamit'in idam edildiğini sanması

    kahramanmaraş dondurmacısı kılıklı bir deli'nin danışmanı olmasının sonucudur.

    bi gün durup dururken çıktı, “amerika’yı kolomb keşfetmedi, kolomb amerika kıtasına geldiğinde küba’da cami gördü” dedi. “iki rekat da namaz kıldı” demesini bekledik ama, neyse ki onu demedi.

    bi gün malazgirt’i anlattı, “romen diyojen batarya batarya, gülle gülle saldırdı” dedi. 1071’de top icat edilmemişti, daha 250 sene vardı.

    bi gün “istanbul’un tarihçesini bilmiyorlar” dedi, öğretti, “öyle elinde mercekle romen diyojen gibi dolaşılmaz” dedi. bizans imparatorundan bahsedeyim derken, 1500 senelik karıştırma yapmış, sinoplu filozofla, britanyalı roman kahramanı sherlock holmes’ü harmanlamıştı.

    bi gün, osmanlı’yı izah etti, “bizans’ın hanımları fatih’i karşılarken, başımızda kardinal külahı görmektense osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz demişlerdir” dedi. o laf öyle değildi. söyleyen, bizanslı hanımlar değildi. söylendiği zaman da, 1453 değildi.

    bi gün, spor tarihine el attı, “olimpiyatlara adını veren dağ, antalya’daki olimpos dağıdır” dedi. olimpos dağı, antalya’da değil, selanik’te. bizdeki olimpos, dağ değil, carettaların yavrulama alanı.

    bi gün, tarih sayfalarına edebi açıdan baktı, “almanların goethesi varsa, ispanyolların sokrates’i var” dedi. yunan’ı ispanyol yaptı. sokrates’le cervantes arasında iki bin senecik vardı.

    *

    e, haliyle merak ediyorduk, nerden öğreniyor bunları?

    *

    dün anladık…
    tarihçileri sarayına çağırdı.
    “tarihçi” diye sofrasına oturttuğu tiplerden biri, maraş dondurmacısı gibi kafasında fesle dolaşan kadir mısırlıoğlu’ydu.

    yılmaz özdil...

  • bir kerecik tecavüzden bir şey olmaz

    şimdi ak kafalılar hatırlamaz.

    2007 senesinde "aziz nesin vakfına" tecavüz iftirası atıldı.

    öyle böyle değil...

    gazeteler çarşaf çarşaf yazdı, çizdi, kustu... tecavüz iftirasına uğrayan iki çocuk karakolda işkence edildi, işkence gördü.. iftira olduğu ortaya çıkınca da gazeteler tek bir satır tekzip yayınlamadı..

    tam bir sene sonra 2008 yılında "ensar vakfında" tecavüz skandalı yaşandı.. hem de iftira değil gerçek olduğu ortaya çıktı...

    yazanlar susturuldu, saklandı.. davada gizlilik kararı alındı...

    ak çomarlar hatırlamaz bunu..

    aziz nesin vakfına tek bir iftira üzerinden linç kampanyası başlatıldı. hem de 45 değil 1 çocuk üzerine yapıldı bu kampanya..

    (bkz: aziz nesin vakfı'nda tecavüz iddiası)

    http://www.ensonhaber.com/…uklari-sucsuz-cikti.html

    ali nesin günlerce vakfını aklamaya çalıştı, çırpındı..

    hem bilim peşinde koşan bir vakıfsanız üstüne bir de ateistseniz gelin bir de siz aklanmaya çalışın...

    onun yazdığı bir mektup...

    nesin vakfı'ndan mektup var:

    sevgili dostlar,

    anlatacaklarim, turkiye'de devlet-vatandas iliskisinin vehametini ortaya koyan kucuk ve onemsiz ama bence anlamli bir olaydir.

    tecavuz iftirasini animsarsiniz. hani gazetelerde carsaf carsaf cikmis, televizyonlarda "nesin vakfi'nda tecavuz!" diye bangir bangir bagirmislardi... tam neler dediklerini yazamiyorum, elim varmiyor; animsayan animsar, animsamayan da animsamasin, daha iyi.

    adli tip raporu acik ve netti: tecavuz bulgusuna rastlanmamisti.

    psikolog raporlari da ayni netlikteydi.

    gazeteler ise, tam tersine, raporlarda tecavuz bulgusuna rastlanildigini yazmislardi; hem de (bire degil) sifira bin katarak... ruhlarinin derinliklerine gommeye calistiklari pislikleri gun isigina cikmisti. acik acik yalandi yazdiklari. malum gazeteler elbette, ama malum olmayan gazeteler de.

    korkunc zamanlardi. kimse dogruyu dinlemek, duymak, bilmek istemiyordu. kimi bizi karalamak icin kimi satisini artirmak icin kimi de alcakligindan.

    cok caresiz kalmistik.

    tecavuz sikayeti sikayetci tarafindan mahkemede geri cekildi. meger tecavuz filan olmamis! ama gazetelerde bu konuda tek bir satir yazilmadi, tek bir soz soylenmedi!

    alnimiza calinan karayla kaldik!

    bu arada suclanan iki cocugumuz iki gun boyunca tutuklandi. biri bayrampasa'ya digeri metris'e atildi.

    cocuklarimiz cezaevinin kapisindan girer girmez jandarmalar tarafindan dovulduler. daha sonra icerde once gardiyanlar, ardindan mahkumlar sira dayagina cektiler. gun boyunca calistirilip hakarete ugradilar, dayak yediler, kucuk dusurulduler, tehdit edildiler. ve aleyhlerine delil olmadigi anlasildiginda, bir geceyarisi, sabaha karsi saat 1'de bes kurus parasiz sokaga birakildilar!..

    bu cocuklar daha 18 yasinda degillerdi o zaman.

    biri cezaevinden ciktiginda korkudan konusamaz, yemek yiyemez haldeydi, disleri kilitlenmisti.

    cocuklarimiz kendilerine yapilan iskenceyi kaleme aldilar. yasadiklarini – eger yureginiz elverirse - http://www.nesinvakfi.org/mektup/2007_06_28.html adresinde okuyabilirsiniz.

    iskenceyi savciliga bildirdik, sorusturma acilmasini istedik.

    aylar sonra yanit geldi. isteklerimizin biri reddedildi, digeri kabul edildi.

    kabul edilenin sonucu soyle (siki durun!):

    cocugumuzu doven jandarmaya karsi dava acilmasina gerek gorulmedi.

    cocugumuzu falakaya ceken, iki gun boyunca doven, hakaret eden, tehdit eden gardiyanlara da dava acilmasina gerek gorulmedi.

    kime dava acildi dersiniz?

    cocugumuzla ayni zamanda cezaevinde bulunan uc zavalli tinerci cocuga!

    cocuklari korumasi gereken devlet once iki cocugumuza iskence yapiyor, daha sonra sikayet edince de aciz uc cocuga dava aciyor!

    yeter ki kendisi suclu cikmasin!

    ama cocuklar... onlar ne ki! ustelik tinercilerse...

    evet, o uc tinerci de hirpalamis cocugumuzu ama cocugumuzun dedigine gore onlarin attigi dayak digerlerinkinin yaninda fiske kalirmis.

    bu zavalli cocuklar ya tehdit ya da dayak altinda ya da bilmiyorum belki de kendiliklerinden cocugumuzu dovduklerini itiraf etmisler...

    aziz nesin yasasaydi, bu olayi kimbilir nasil kaleme alirdi. yok ne yazik ki.

    ic karartici bir mektup yazdigim icin ozur dilerim.

    hic olmazsa matematik koyu'nde 70 kadar genc matematikciyle birlikte oldugumuzu, yazokulumuzun cok verimli gectigini, kan donduran bu olay disinda cok mutlu oldugumuzu soyleyeyim.

    sevgiler, saygilar, daha guzel gunlere...

    ali nesin

    özetle hep birileri daha eşit.

  • kızlardaki master ve doktora yapma merakı

    şimdi çok acayip.

    evde kalmış eheheh diyenler neden kadın bilim insanı yok başlığına gidip "çünkü kafaları çalışmıyor" yazıyorlar.

    paradoks tabi. ileri seviyede geri zekalılık. karar ver bro. evde mi kalacak? bilim insanı mı olacak?

  • ahmet hakan

    sayın hakan,

    yazacaklarımla ilgili elbette bana dava açabilirsiniz ki ilk olmayacaksınız ama bu sizin entelektüel ahlak'tan mahrum olduğunuz gerçeğini asla değiştirmeyecek.

    öncelikle nedir entelektüel ahlak? sorgulama, muhakeme yeteneğidir. yani beyin sahibi olma gerekliliği. bugün bu sözlükte yazan bir rivayeti de gerçekliğini araştırmadan köşenize taşıdınız, gerçek mi sanırım, bilmiyorum. ha bunu zaten yapıyorsunuz. bırakın gazeteciliği, beyni olanlara yakışmayan tek şey sorgulamadan bir bilgiyi duyduğu gibi kabul etmektir.

    geçen gün karaman'daki tecavüz olayına dair köşenizde yazdığınız yazıda ensar vakfı'na yönelik "bir derneğin bir üyesi, bir gönüllüsü suç işledi diye dernek veya bu vakıf zan altında bırakılamaz" dediniz ve bu fantastik iddianızı desteklemek için de "cansel buse'yi intihara sürükleyen öğretmen de solcu imiş. şimdi genelleme mi yapalım?" dediniz.

    cansel buse'nin intiharına sebep olan şahıs solcu değildir. berkin elvan'a terörist diyen bir rabiacıdır. bunu bahsi geçen şahısın facebook hesabını inceleyerek ve içinde bulunduğu arkadaş ortamına bakarak anlayabilirsiniz.

    ama siz hakan bey böyle bir entelektüel ahlaka sahip olmak yerine damarlarınızda dolanan anadolu çomarı dna'nızla kulaktan dolma yanlış bilgiyi yaydınız.

    gelelim ensar vakfı. bu ensar vakfının ilk tecavüz vakıasına isminin karışması olayı değildir. daha önce 2008 yılında yine böyle bir tecavüz olayına ismi karışmıştır.

    sizi rahatsız eden şey "ensar vakfının" hükümete yakınlığıdır.

    yoksa biz tecavüz olayının geçtiği her okul, kurum, il ve ilçeleri içindeki çomar-dindar-dinli-ateist sayısına bakmadan yerin dibine geçiriyoruz. hatta ve hatta tecavüz değil de hayvan hakları olduğunda da aynı tepkiyi gösteriyoruz.

    yani bizim sorunumuz bireylerin mensup olduğu dinler değildir. sizin sorununuz olabilir ama bizim değil. ha ne var ki burada ensar vakfına dinsel anlamda yüklenilmesinin sebebi bu vakfın "dini kullanmasıdır"..

    eğer din üzerinden para kazanıyorsanız, yaptığınız pisliklerin onun üzerinden değerlendirileceğini de biliyor olmanız gerekir.

    ve elbette siz yine belirttiğim gibi entelektüel bir ahlak'a sahip olmadığınız için hiç bir zaman böyle düşünmeyeceksiniz.

    oportünistliğinize zerre lafımız yok. en nefret ettiğim ideolojidir ama saygı duyarım. en nihayetinde maymunlara hitap eden bir başka görüştür. maymun kalmak ve insan olmak arasında bir tercih yapmaktır. ve siz tercihinizi atalarınızdan yana kullanmışsınız bu da belli.

    nacizane tavsiyem atıl durumdaki beyninizi buzdolabından çıkarmanız yönündedir. yoksa açacağınız hakaret davalarının ardı arkası gelmez. gerçeklerin söylenmek gibi kötü bir huyu vardır.

    saygılarımla

  • yarı uyur halde kreşe bırakılan çocuk

    akşam saat 18:00'de çıkılan iş yerinden bakıcının(bazıları için kreş) evine gidiliyor. çocuklar hazırlanıp arabayla eve gidiliyor. saat 18:45. eve gidildiğinde çocuklar koşarak odalarına gidiyor. kıyafet değiştirilip mutfağa giriliyor. yemek hazırlığına başlanıyor. saat 19:15. yemek hazırlığı bitip yemek pişmeye bırakılıyor. bu arada ev biraz toplanıyor.

    4 yaşındaki çocukla biraz oynanıyor. 9 yaşında olan odasında ödev yapıyor çünkü. saat 19:45. pişen yemek ocaktan alınıyor. sofra hazırlanıyor. yemek yeniyor. sofra kaldırılıyor ve saat 20:15. bulaşıklar sudan geçirilip makineye koyuluyor, mutfak toplanıyor. saat 20:45. mutfaktan hele şükür çıkılıyor.

    iki kardeşle biraz oynanıyor derken saat 21:00. küçük olanın pijamaları giydiriliyor. yatağına gidiliyor. küçük olan masal istiyor. masal okunmaya başlanıyor. saat 21:30 küçük olan uykuya dalıyor. 9 buçuk saat sonra uyanacak çünkü. büyük olan hala ödev yapıyor.

    kalkılıyor. içeri giriliyor. bir kahve veya çay alınıyor ele. televizyon zapingleniyor. (televizyon eve gelir gelmez açılıyor ama kimse izlemiyor. aslında bunun sebebi psikolojik. çocukluğumda evimizden çok cenaze çıkardı. o televizyon 1 hafta açılmazdı. ne zaman televizyonu kapalı görsem huzursuz olurum.) dizi, dizi, dizi, survivor, dizi, dizi, a haber ve yalama, kanal 7 geç... bir şey yok. kitaba el atılıyor ama televizyon açık. rastgele bir kanal açık. bazen tv8, bazen trt, bazen fox. farketmiyor. kitaptan sadece 5 sayfa okunurken büyük olan geliyor.

    saate bakılıyor saat 22:15. 45 dakika geçmiş. hemen ödevler kontrol ediliyor. yanlış olanlar varsa anlatılarak düzeltiliyor. saat 22:45.

    büyük olan pijamalarını giyiyor. yatağa yatıyor. ona da bir hikaye derken hikayenin sonu gelmeden anne uyuyor. televizyon da kitap da açık.

    bir ara gece kalkıp hepsi kapatılıyor. geri yatılıyor.

    saat 7.30'da kalkıyor.yarı uyanık bir vaziyette yumurtalar ocağa konuyor yalan yok bir sigara yakılıyor mutfakta o ara. yumurtalar kaynamaya başlayınca sayılıyor 100'den geriye. çocuklar kayısı seviyor.

    ekmeklere krem peynir sürülüyor ve üstüne çikolata. çikolatayı sadece ekmekle yeseler de oluyor işte. saate bakılıyor. saat neredeyse 8. çocuklar kaldırılıyor. kaldırılırken her ikisiyle de sevişiliyor. kahvaltı bitiyor. herkes üstünü giyiyor. arabaya atlanıp bakıcıya çocuklar bırakılıyor. saat mi? 08:30 civarı

    iş yakın neyse ki. işe gidiliyor. bütün gün çalışılıyor.

    ve saat 18:00.... döngü yeniden başlıyor.

    kodlanmış ve programlanmış gibi. her gün aynı şey yapılıyor. aynı yumurtalar kaynıyor, aynı kitap okunuyor, aynı televizyon zapingleniyor...

    farklı ödevler aynı saatte yapılıp, aynı saatte uyuluyor.

    sonra insanın canı sıkılıyor. sözlüğe veya bloğuna giriyor. yazıyor, kusuyor. sisteme küfrederken sistem inceden inceden harcıyor onu.

    modern dünya deniyor tüm bunlara. modern dünyada ormanın kokusunu duymuyor, çalışıyor. gece yıldızların altında uyumuyor, çalışılıyor.

    kapana kısılmış fare gibi hissediyor insan. küfür ediyor. içten küfür ettikçe dışa da vuruyor tüm bunlar.

    kazanılan paralarla hem vergi veriliyor hem de karın doyuruluyor. başkaları senin hayatını satın alıyor, sen kazandığın parayla avm'de çalışanların hayatlarını.

    sonra avm'den çıkılıyor. bir parkta otururken yanda duran araç farkediliyor.

    için ürperiyor "bomba mı" diye. sürekli paranoyak gibi etraf gözleniyor. birileri sağda solda sevinip havaya ateş açar ve o kurşun çocuklarıma gelir mi diye? ya da pedofili bir sapık çocukları izliyor mu diye? ya da hırsız falan var mı diye?
    sanki yeterince şey yokmuş gibi, sana düşman ve senin hayat mücadelenin 10'da birini vermemiş, makarnayla karnını doyurmaktan zevk alan, çomar beynine sahip insanlarla burun buruna yaşanıyor.

    modern yaşam nasılsa? orman daha az güvenli(!) değil mi?

    bu kadar kahredici şeyin arasında "annnneeeeeeeeee" diye çift ses duyuluyor. el sallıyorlar bindikleri kaydıraktan. yarım bir gülümsemeyle el sallıyorsunuz.

  • anadolu çomarı

    bakıcımın dün bakkalda karşılaştığı yaşam formu.

    bakıcımın direkt anlattığı "ya dün çocuklar çok sakız istedi, gittim bakkala. bakkalda o ankarayı veriyor televizyon. o sırada arkadan kadın geldi. ben de televizyona dalmışım. kadın arkamdan "allah chp'nin belasını versin" dedi. döndüm kadına "neden" dedim, "chp yüzünden bomba patlıyor" dedi, bakkal bile dayanamadı "yahu abla chp mi iktidarda" deyince, "işte akape iktidardan düşsün diye patlatıyor" dedi.

    frida sen anlattığında hep abartıyor diyordum. cidden gerizekalılar. ağzım açık kaldı, bakkaldan dışarı attım kendimi" dedi. ahahahhah.

    ay yemin ederim. bu ülkenin iq ortalaması sırf bunlar yüzünden düşük.

  • türkiye'nin suriye'ye girmesinin gerekliliği

    gerizekalı suriye sana girdi haberin yok.

    türkiye'de suriyedekinden daha çok suriyeli var.