kurulu düzenin öğrettikleriyle yetinmeyen, başka dünyaları, farklı yaşamları bilme merakı içinde olan çocukların birçok neşriyata günümüzdeki kadar kolay ulaşamamasından kaynaklanan bir durum. ayrıca büyük atlas ve sözlük de bir cazibe merkezidir bu tip çocuklar için.
kendi ansiklopedi okuma serüvenim ise, evimizin bodrumunda bulduğum ciltlenmiş hayat dergileri ile başladı. 1960/61 yıllarına ait gayet cüsseli, yazınsal bilgilerin yanı sıra; şapkalı, takım elbiseli yakışıklı erkeklerin; ince belli, diz üstü elbiseli güzel kadınların bolca yer aldığı bir ansiklopedimsi olarak da değerlendirilebilir. o dönemin siyasi ve magazin gündemine dair hatırı sayılır derecede kapsamlı bilgiler içeriyordu. özellikle de şevket rado'nun sohbet köşesini okudukça kendimi rütbe atlamış, büyümüşlüğü hak etmiş bir yetişkin zannederdim(şu anda değil büyümek, varlığımdan bile emin değilim).
daha sonra komşumuzun bana hediye ettiği üstünde küçük hayat ansiklopedisi yazan mavi renkli bir ansiklopedi ile tanıştım. ve bu ansiklopedinin de şevket rado tarafından hazırlandığını görünce, sanki benim için yazılmış bir ansiklopediymiş duygusuyla elimden hiç bırakmadım.
hem 1960'lı yılların ciltlenmiş hayat'larını, hem de küçük hayat ansiklopesi'ni hâlâ ve olabildiğince özenle saklıyor, zaman zaman da okuyorum.
bedbinleşen, giderek ağırlaşan yaşamı hafifletiyorlar bazen.
gurusworld16 profili
-
çocukken ansiklopedi okumak
-
türkiye cumhuriyeti'nin 100. yılı kutlu olsun
"cumhuriyet fazilettir."
yaşasın cumhuriyet! görsel -
ilkokul öğretmeninin unutulmayan özellikleri
okuma yazmayı hemen öğrendiğim için beni yere göğe sığdıramayan, kitapları hayatıma yerleştiren mehmet öğretmenime;
resim yeteneğimi önemseyen, jimnastik konusunda cesaret veren naime öğretmenime;
düşünmeyi/sorgulamayı yeşerten, tüm piyeslerde rol almamı sağlayan yakup öğretmenime;
halk oyunlarını ve bağlamayı sevdiren, o yaşımda bile beni koro şefi yapan ihsan öğretmenime;
ve hayatıma yön veren o öpülesi ellerin sahibi, odasının kapısında "bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum" cümlesinin yazılı olduğu okul müdürü ismail öğretmenime binlerce teşekkür ediyorum.
sanırım şu dünyadaki en büyük şanslarımdan biri de öğrencilerine, "ben sizin anneniz babanız değilim, dersimi anlatır gider, maaşımı da alırım" demeyen; yani,
''bari bir öğretmen" olmayan gerçek eğitimcilerdir.
sizleri hiç unutmuyorum... sonsuz sevgi ve saygıyla.
ek: anaokulları günümüzdeki kadar yaygın olmadığından dolayı genelde ilk karşılaşılan öğretmen ilkokul öğretmeniydi. ilkokul, öğrenmenin öğrenildiği, yeteneklerin keşfedildiği, merakların/ilgilerin dallanıp budaklandığı, ilk başarıların tadıldığı eğitim zincirindeki en önemli halkadır.
eğer parmak izleri akşama kadar yanağımda kalan tokadı saymazsam, (sabah törenindeki istiklal marşını şarkı söyler gibi sallanarak okuduğum için) dayak yemek bir yana aksine hep sevilen,
değerli hisseden bir öğrenci oldum. ve diğer arkadaşlar adına da hatırladığım herhangi bir şiddet olayı yoktur.
gel gelelim burada yazılan bazı dehşet verici entryleri okudukça, sanki ben ilkokulu türkiye'de değil de iskandinav ülkelerinde okumuşum gibi düşünmeye başladım. şizofreninden psikopatına, engelli çocuğa işkence yapanından meslektaşını okul bahçesinde öldürenine kadar...
bu öğretmen görünümlü canilerin bırakınız çocuk eğitiminin inceliklerini icra etmesini, saksıda ot yetiştirmesi bile imkansızdır.
umarım böylesine korkunç bir tabloda yer almak zorunda kalan çocukların; devam eden eğitim süreci içinde gerçek öğretmenlerle yolları kesişmiş, ve sonraki yaşamlarında da kendilerini onarabilme şansı olmuştur. -
elit bir insan olmak için yapılması gerekenler
bir ingiliz atatsözü der ki:"frak, dördüncü nesilde üzerinizde oturur."
frak, bizim coğrafyamız açısından yedi-sekiz kuşağı bulabilir belki... fakat üç üniversite(en az) kuralı pek de zor olmasa gerek:
-büyükanneler/büyükbabalar
-anne/baba
-bizler
diyelim ki bizim üstümüzde olanlar bu zincirin dışında kalıyor. o zaman biz de napolyon gibi düşünerek süreci kedimizden başlatırız.
vaktizamanında napolyon kendini imparator ilan ettiğinde dönemin ileri gelenleri tarafından imparator olamayacağını, çünkü asil bir soydan gelmediği hatırlatılır ona. bunun üzerine napolyon da haklı olduklarını, ancak asilliğin kendisiyle birlikte başlayacağı için bu anlamda herhangi bir sorun yaşanmayacağını söyler.
yani torunumuzun çocuğu pekala "elit insan" yolculuğuna hak kazanabilir. -
#oylaryenidensayılsın
twitter'da birinci sırada olan gündem.
14 mayıs 2023 günü yapılan genel seçim sonuçlarının doğru şekilde yansıtılmaması, yüzlerce sandıkta ıslak imzalı tutanaklarla ysk verilerinin uyuşmaması vb. gibi daha pek çok soru işareti bulunduğu gerekçesi ile oylar yeniden sayılmalıdır. -
meral akşener'in masaya geri dönebilirim söylemi
hem adaylık metnini imzalayacaksın, hem hakaret ederek masadan kalkacaksın, sonra da "istediğim aday olursa geri dönebilirim" diyeceksin. bu arada adaylık çağrısı yaptığın belediye başkanları kabul etmeyince, onlara da dudak bükeceksin.
neymiş efendim kemal kılıçdaroğlu seçilemezmiş de, bla bla bla...
yazık ki çoğu kişi konunun hala ekrem imamoğlu ve mansur yavaş olduğunu zannediyor.
oysaki iyi parti'nin tabanında bulunan mhp ve akp kökenli aktörlerin ellerine tutuşturulan senaryodur aslolan. kimlerdir bu senaristler peki; iktidarla yakın ilişki içinde olanlar ve bazı sermaye çeteleri elbette.
zaman, bu kirli oyunu gün yüzüne çıkaracak, çıkaracaktır da; yüz binlerce ölümün olduğu, insanların cenazelerine bile ulaşamadığı, hala temel ihtiyaçların karşılanmadığı bir felaketi, tiksindirici siyasetinizin gündeliğine kurban ettiniz. ve tüm bu katakullilerinizle iktidarın ekmeğine yağ sürmeyi de ihmal etmediniz.
meral hanım, sizi asla unutmayacağız. -
21 şubat 2023 ekşi sözlük erişim engeli
"auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır” demişti adorno. dehşet ötesi acılara tanık olduktan sonra hayatta kalmamızın, kendi yüzümüze bakabilmemizin zorluğunu anlatan en doğru cümle bu olsa gerek.
6 şubat sabahından itibaren tanık olduğumuz doğal afetin faciaya dönüşmesinden sonra insanın kendisini bir şey yapmaya/yazmaya ikna etmesi hiç de kolay olmuyor. her ne kadar yaşar kemal'in , ''dünyanın bütün kötülüklerine baş kaldır, bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir, kendi iyiliğine de baş kaldır.'' sözünü yaşam felsefesi yapmaya çalışsam da, gördüklerinizin/hissettiklerinizin travmasını atlatamıyorsunuz. insanlığı (“insanlık tek başına kollarımda can verdi”) ve kendinizi harakiri kıvamında bir özeleştiri yağmuruna tutuyor, tüm olanların utancından ışıkları kapatmak istiyorsunuz. çünkü lüks içinde yaşattığımız pek kıymetli yöneticilerimiz üstlerine düşen görevleri yerine getirmemiş, hatta parmak sallayarak tehditler savurmuşlardı bizlere. ama yine de birileri sorumluluk almalıydı değil mi? bu kadar ölmemeli, bu denli çaresiz kalmamalıydık.
oysaki bizi çaresiz ve kimsesiz hissettirenler hiç de öyle düşünmüyorlardı. 6 şubat, on binlerce insanın ölümle yaşam arasındaki savaşı, kötülükle iyiliğin yarışı ve tüm yoksulluğuna rağmen yine de 85 milyon kişinin (kamu bankalarıyla, beşli-onlu çeteleriyle ve yalakalarıyla inşa edilmiş sahte şov hariç elbette) dayanışmasıydı.
peki, ne yaptı bu vatandaşının varlığını kendi varlığı için tehlike zannedenler? acizliklerini örtmek adına “defterlerine” yeni düşmanlar eklediler.
dünyanın ilk sosyal medya platformlarından birisi olan, binlerce farklı düşünceyi barındıran bir mecrayı, hiçbir hukuki gerekçe göstermeden, sırf canları öyle istiyor diye kapattılar. ne yani... ay’a çıkacağını iddia edip de hatay'a 4 gün sonra giden, sözde diyanet adı altında deprem bölgelerindeki çocukları tarikatlara teslim eden, borsayı açan ama twitter'ı kapatan; halkın çıplak elleriyle enkazdaki ailelerini kurtarmaya çalışırken yardım feryatlarını duyuramayıp deliren, karanlığa/soğuğa/açlığa terk edilen insanlardan bahsetmeyecek miydik? yardımları organize ettiği için cemevine bile kayyum atayabilen basiretsiz/insafsız bir yönetimi eleştirmeyecek miydik? koskoca ülkeyi berbat bir distopyaya dönüştürdüklerini yazmayacak mıydık?
aklıma ikinci abdülhamit dönemi geldi nedense. malumunuz olduğu üzere kendisi “ilginç” bir kişiydi. mesela mülkiyeden yönetime dair olumsuz eleştiriler duyunca, okuldaki tüm aydın hocaları uzaklaştırmış, edebiyat tarihi derslerini eğitim planlarından çıkarttırmış, ve bu derslerin yerine de fıkıh, kelam, tefsir vs. gibi dersler koydurtmuştu. hatta işi o kadar abartmıştı ki diğer okullarda okutulan edebiyat ve tarih kitaplarından da vatan, özgürlük, inkılap vs. gibi daha pek çok kelimenin kullanılmasını da yasaklamıştı.
dolayısıyla, sayın abilerim, ablalarım ve sevgili kardeşlerim, (eskiden vapurlarda bu tarz hitaplarda bulunan seyyar satıcılar olurdu, şu an onları bile özlediğimi hissettim.) siz hiç merak buyurmayınız... nasıl olsa tüm dönemler gibi bu dönem de bitecek.
bu arada rica ediyorum, lütfen ama lütfen unutmayın... unutmayın... unutmayın... -
asgari ücret teklifimiz 9 bin lira
asgari ücret 15 bin lira olsa ne fark edecek ki... nasıl olsa onunla beraber, -mesela peynir- 200 ise, 700 tl. olacak. alım gücü her geçen gün düşmeye devam ediyor zira. kendisiyle tek başına hiçbir şey alamadığımız en büyük metal paramızın maliyeti bile 3 katını geçmiş durumda.
üretimin olmadığı bir yerde yol almanın mümkünü yoktur. oysaki bir zamanlar tarım alanında kendi kendimize yeten birkaç ülke arasında türkiye de vardı. şimdi ise savaş halindeki bir ülkeden buğday almak için yapmadığımız şaklabanlık kalmıyor.
belki kabul etmesi zor ama biz artık yoksul değil, en temel gıdalara dahi ulaşamayan-iktidar ve avaneleri dışında- açlıktan çocukların öldüğü bir ülkeyiz.
avrupa birliği yalanlarıyla gelenler -ve elbette ki onlara oy verenler- türkiye'yi ekonomik olarak afrika ülkesi kıvamına, sosyal açıdan da arap ülkelerine dönüştürdüler.
akp ülkeyi gözümüzün önünde kemikleriyle birlikte canlı canlı yedi. -
6 yaşındaki bir çocuğa gelinlik giydirmek
nasıl bir döneme denk geldik ki 6 yaşındaki bir çocuğa gelinlik giydirildi ve yer yerinden oynamadı.
6 yaşında... 6 yaşında bir çocuğa bakmaya bile kıyamazsınız. gelinlik, nikah, evlilik kelimeleri değil aynı cümlede, aynı evrende dahi var olmamalıydı ama o küçücük çocuk sözde evlendirildiği yaratık tarafından yıllarca tecavüze uğradı.
ve hangi anne/baba, hangi inanç 6 yaşındaki bir çocuğun tecavüze uğramasını onayladı?
böylesine korkunç bir sapıklığı normalleştirmeye çalışan düzene lanet olsun.
kaynak:https://halktv.com.tr/…tografi-ortaya-cikti-706462h -
21 mart 2022 tarihi eser kaçakçılığı operasyonu
aydın arkeoloji müzesi müdürü abdülbari yıldız ve aralarında bazı müze çalışanlarının da olduğu 34 kişinin tarihi eser kaçakçılığı nedeniyle gözaltına alınması.
aydın'nın dışındaki diğer iller de; ankara, amasya, aksaray, karaman, kayseri, mersin, muğla, samsun, yalova ve zonguldak'tır.
bir insan kendi ülkesine ait değerleri başka ülkelere neden satar? yani nasıl oluyor da bu topraklar böylesine verimli hainler üretiyor ve biz sürekli ihanet biçiyoruz.
hadi diyelim zamanında şanlı ecdadımız topraklarını kevgire dönüştüren girişimci kostümlü hırsızlara, "taş toprak sizin para bulursanız bizim" demiş ve o zamanlarda da tarihi eserlerin toplumların ortak hafızası, kültürel bağlamda da muazzam bir zenginlik olduğu noktasında yeterli bilinç düzeyine ulaşamamıştık.
peki ya şimdi? bir arpa boyu dahi gelişemedik. hatta bilakis, daha açgözlü ve yağmacı olduk.
müze yetkilileri kaçakçılık yapar, bir başka birime ait araçta uyuşturucu bulunur, bir diğeri kilolarca patlayıcılarla yakalanır vs. vs. şeklinde ardı arkası bir türlü gelmiyor.
yaşadığımız bu cinnet şeklini şark kurnazlığı, örgütlü cehalet ve hızla yozlaşan arkaik bir mantığın sonucu olarak açıklayabilir miyiz? yoksa tarih bilinci eksikliği, sanat okuryazarlığı edinemememiz veya bu ülkeye karşı bir çeşit aidiyetsizlik olarak mı görmeliyiz bilemiyorum. bildiğim şey ise; toplumsal şuurları olmayan kişilerin ihanet ettiğidir. çünkü bu ülkedeki her şey ve tüm kurumlar emanet edildikleri bu belleksiz zatlar tarafından büyük bir iştahla ve bitmek bilmeyen bir düşmanlıkla sürekli ihanete uğrayıp duruyor. hem de tamamı ile yok edilircesine.
ondan sonra da yok knidos aslanı, yok agora kapısı, yok bergama diyerek sızlanıp duruyoruz.
kaynak;https://www.cumhuriyet.com.tr/…ltina-alindi-1918058 -
tuvalet kapısında asılı bulunan 12 yaşındaki çocuk
aslında bu üzücü haberin başlığı "kuran kursunun kapısında asılı bulunan çocuk" idi. sanırım kurallara aykırı olduğu için görünürlüğüne izin verilmedi.
ek; ikinci abdülhamit döneminde mülkiyeden yönetime dair olumsuz eleştiriler duyulunca; abdülhamit, aydın hocaları okuldan uzaklaştırıp edebiyat tarihi derslerini de eğitim planlarından çıkarttırmıştı. bu derslerin yerine fıkıh, kelam, tefsir ve ahlak derslerini koydurtmuştu. hatta işi o kadar abartmıştı ki diğer okullarda okutulan edebiyat ve tarih kitaplarından vatan, hürriyet, meşrutiyet, sosyalizm vb. gibi daha pek çok kelimeyi yasaklamıştı.
dolayısıyla benim açtığım başlıkta da yasaklı(?) kelimeler var... bilemiyorum, belki de herkes kendine göre haklı.
fakat kesin olan bir şey var ki, tüm dönemler gibi bu dönemin de geçecek olmasıdır. -
nazım hikmet
ilk şiirlerinden son yazdıklarına kadar vatan sevgisini, insanca bir yaşamı, eşitliği, özgürlüğü ve elbette hasreti, ince bir nakış gibi ruhumuza işleyen; yeryüzünün tüm duygularına, hüzünlerine, sevinçlerine, mücadelelerine ses olan; türk şiirinin en büyük ismi, dünyanın en önemli şairlerindendir.
elliden fazla dile çevrilen şiirleri farklı formlarda bestelenerek ruhi su, genco erkal, zülfü livaneli, fazıl say, cem karaca, fikret kızılok, ünol büyükgönenç, ilhan irem, esin afşar, edip akbayram, selda bağcan, ahmet kaya, joan baez, suavi, manos loizos, fuat saka, maria farantouri, ezginin günlüğü, yves montand, grup yorum, hakan yeşilyurt, juan carlos baglietto ve solleville gibi sanatçılar tarafından yorumlanmıştır.
siyasi düşünceleri nedeniyle hapiste yatmış, ömrünün büyük bölümünü sürgünlerde geçirmiş, 1951 yılında türk vatandaşlığından çıkarılmış, ölümünden 46 yıl sonra da (2009) vatandaşlığı geri verilmiştir.
şiirlerinde benimsediği hece ölçüsünden vazgeçerek serbest ölçüde yazmaya başlayan nazım hikmet, bu bağlamda türk şiirinin ilk örneklerini verirken, bir makalesinde konuya dair şunları ifade etmiştir;
"şiir öyle de yazılır, böyle de. ben şimdi bütün şekillerden yararlanıyorum. halk edebiyatı vezninde de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. tersini de yapıyorum. en sade konuşma diliyle kafiyesiz, vezinsiz şiir de yazıyorum. sevdadan da barıştan da inkılaptan da hayattan da ölümden de sevinçten de kederden de umuttan da umutsuzluktan da söz ediyorum. insana has her şeyin şiirime de has olmasını istiyorum. istiyorum ki okuyucum bende bütün duygularının ifadesini bulabilsin."
şiirlerini yasaklı olduğu yıllarda farklı isimlerle okuyucusuyla buluşturan nazım hikmet, bunun dışında roman, öykü, oyun vb. gibi yazın alanlarında da sayısız yapıtlar vermiştir. kafatası, bir ölü evi, unutulan adam ve ferhat ile şirin'in de aralarında bulunduğu 22 tiyatro eseri, türkiye'nin yanı sıra polonya, rusya, macaristan, almanya ve çekoslovakya'da sahnelenmiştir.
nazım hikmet adına ödül alan ve, "onun yanında biz şair bile olamayız" diyen pablo neruda ile birlikte;
jean paul sartre da ölümünden sonra şöyle söylemiştir; "vefalı dost, yiğit savaşçı, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde insana hizmet etmek ama hiçbir şeye kayıtsız kalmak istemiyordu. bilirdi ki insan yaratılmış bir mahluktur ve asla dünyaya hazır gelmiyor. insanın durmadan düşmanla savaşarak kendi kendini yaratması gerekmektedir. sözün kısası, nazım hikmet'in dediği gibi asla uyumamak lazımdır. o asla uyumadı. önemli olan odur ki, ölüm onun ilk ve son uykusu oldu."
eserleri şu şekildedir;
şiirleri
dağların havası (1925)
835 satır (1929)
jokond ile si-ya-u (1929)
varan 3 (1930)
1 + 1 = 1 (1930)
sesini kaybeden şehir (1931)
benerci kendini niçin öldürdü? (1932)
gece gelen telgraf (1932)
portreler (1935)
taranta babu'ya mektuplar (1935)
simavne kadısı oğlu şeyh bedreddin destanı (1936)
şeyh bedreddin destanına zeyl (1936)
kuvayi milliye (1968)
saat 21-22 şiirleri (1965)
dört hapishaneden (1966)
rubailer (1966)
yatar bursa kalesinde (1929-1951)
memleketimden insan manzaraları (1966-1967)
yeni şiirler (1951-1959)
son şiirleri (1959-1963)
oyunları
kafatası (1932)
bir ölü evi (1932)
unutulan adam (1935)
fatma, ali ve diğerleri (1952)
ivan ivanoviç var mıydı, yok muydu? (1954)
ferhad ile şirin (1965)
sabahat (1965)
inek (1965)
yolcu (1965)
enayi (1965)
istasyon (1965)
ocak başında (1966)
bu bir rüyadır (1966)
insanlık ölmedi ya (1967)
allah rahatlık versin (1967)
evler yıkılınca (1967)
yusuf ile menofis (1967)
demokles'in kılıcı (1974)
tartüf-59 (1990)
kadınların isyanı (1990)
yalancı tanık (1990)
kör padişah (1990)
her şeye rağmen (1990)
romanları
kan konuşmaz (1965)
yeşil elmalar (yedi yazardan derleme) (1965)
yaşamak hakkı (1966)
yaşamak güzel şey be kardeşim (1967)
öteki defterler
orası
zeytin ve üzüm adası
öyküleri
orman cücelerinin sergüzeşti (1932)
sevdalı bulut (1968)
yönetmenliğini yaptığı filmler
cici berber (1933)
düğün gecesi (1933)
bursa senfonisi (1934)
güneşe doğru (1937)
senaryoları
karım beni aldatırsa (1933)
naşit dolandırıcı (1933)
cici berber (1933)
söz bir, allah bir (1933)
düğün gecesi (1933)
milyon avcıları (1934)
leblebici horhor ağa (1934)
aysel: bataklı damın kızı (1934)
güneşe doğru (1937)
tosun paşa (1939)
şehvet kurbanı (1940)
kahveci güzel (1941)
kıskanç (1942)
kızılırmak karakoyun (1946)
üçüncü selim'in gözdesi (1950)
balıkçı güzeli (1953)
podivín (1956)
dvoe iz odnogo kvartala (1957)
legenda o lásce (1957)
von allen vergessen (1959)
vlyublyonnoe oblako (1959)
yashamaq gözäldir, qardashim! (1966)
lyubov moya, pechal moya (1978)
qariba adam (1979)
goluboy myach (1984)
yolcu (1993)
fıkraları
it ürür kervan yürür (orhan selim adıyla gazetelerde yazdığı yazılar) (1965)
temel ile fadime fıkraları (1967)
inceleme yazıları
alman faşizmi ve ırkçılığı (1936)
sovyet demokrasisi (1936)
milli gurur (1936)
faşizm sınıflar ve emperyalizm (1975)
sanat, edebiyat, kültür, dil (1991)
sanat ve edebiyat üstüne (1998)
mektupları
cezaevinden memet fuat'a mektuplar (1967)
kemal tahir'e mapushaneden mektuplar (1968)
bursa cezaevinden va'nu'lara mektuplar (1970)
piraye'ye mektuplar 1 (1998)
piraye'ye mektuplar 2 (1998)
çankırı'dan piraye'ye mektuplar (2010)
çevirileri
la fontaine'den masallar (1949)
çeviri hikâyeler (1987)
seçkiler ve derlemeler
şu 1941 yılında (1965)
nazım ile piraye (1975)
aydınlıkçı yazar aydınlıkçı şair (1976)
masallar (1991)
hikâyeler (1991)
konuşmalar (1991)
nazım hikmet şarkıları (2001)
bizim radyoda nazım hikmet (2002)
henüz vakit varken gülüm (seçme şiirler, 2008)
maalesef, vasiyet ettiği şekilde "anadolu'daki bir köy mezarlığında, bir çınarın altında" yatmıyor.
ancak o, saz kırmayan, kitap yakmayan, güneşe sevdalı, gökyüzüne aşık tüm insanların düşlerinde, gülüşlerinde ve yüreklerinde... -
23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı
-
hatay'ı diğer şehirlerden ayıran en büyük fark
atatürk'ün belki biraz daha uzayacak ömrünü sırf dünya basınına -özellikle de fransa'ya- ne denli güçlü olduğunu göstermek adına hasta yatağındayken kalkıp mersinlere-adanalara gidip saatlerce güneş altında, sancılar içinde törenlere katılması, sonrasında da sağlık durumunun iyice kötüye gitmesi geliyor aklıma.
"hatay" adını bile atatürk'ün kendisinin verdiği bu şehir üzerinde oynanan oyunları, yemekleri, tarihi eserleri, dini ritüelleri bir kenara bırakırsak, şu hikaye de kalbimizin plaklarında derin izler bırakır.
tayfur sökmen'in "hatay'ın kurtuluşu için harcanan çabalar" adlı eserindeki anıda;
albay şükrü kanatlı komutasındaki birliğin reyhaniye'ye gelişinde, o bölgenin ileri gelenlerinden birinin, "türk ordusu hatay'a girerse tek evladım olan necla'yı kurban edeceğime and içtim" diyerek çocuğunu albay şükrü kanatlı'nın atının önünde yatırması oldukça ürkütücüdür.
fakat aynı zamanda orada yaşayan insanların ne büyük bir özlemle türkiye'ye katılmak istemelerinin de bir göstergesidir. -
mağazada açtığı kazağı katlayıp koyan müşteri
her ne olursa olsun güzel ülkemde ender rastlanan sorumluluk sahibi bir kişi olduğundan mütevellit kıymetli bir şahsiyettir.
-
öğretmenler günü
''ben sizin anneniz babanız değilim
dersimi anlatır giderim''
demeyen
yani;
"bari bir öğretmen"
olmayan
tüm güzide, emektar öğretmenlerimizin
önünde saygıyla eğiliyorum.