don tshort6
profili

  • ekşi sözlük

    penayla başlayan kutsal yolculuk, ssg'in amerika'ya uçarken uçaktan attığı o güzel entryle sona doğru yaklaşıyordu; hiçbirimiz çaktırmamaya çalışsak da yolun sonu gözükmüştü, fişi çekecek birilerini bekliyordu state-ul art.

    söylenecek pek şey yok aslında; yozlaşan, iyinin ve kötünün birbirine karıştığı, samimiyetin alt üst olduğu, sosyal medyaya güvenilirliğin soru işareti olduğu, zamana ayak uydurmak kalıbında bir şeyler uydurulduğu, toplumsal cinnetin tavan yaptığı bu ortamda sözlük de payına düşeni alacaktı. almaması da imkansız zaten. beslendiği kaynağın toplum olması, insan davranışları olması muhtemel tabloyu zaten önümüze seriyor. beklentiniz ne kadar düşükse, hayal kırıklığı azalır zaten. benim sözlüğe dair hayal kırıklığım yok kendi payıma.

    ssg'nin bayındır ettiği, binlerce yazarın üzerine tuğla diktiği, bilgiyle inşaa edilen güzide platform'un, birbir tuğlaları yıkılarak, ağaçları sökülerek sadece vitrinlere bakılan, satın alma ve reklam üzerine kurulu bir avm'ye dönüşmesini hep beraber izledik, kalanlar çekirdek çitleyip izlemeye devam da edecek. maalesef hayat böyle.

    sedat abi'ye öteki kıta'ya uçtuğu gün mesajla teşekkür etmiştim, şimdi ise onunla başlayıp, bu sözlüğü inşaa ederken bilgi, kültür, sanat, hayat tuğlası koymuş, alın teri akıtmış onlarca yazara tekrar teşekkür etmek istiyorum. her kuşağın bir misyonu vardır; onlar bilgiyi kutsadılar, gülmeyi, kaliteli zaman geçirmeyi, öğretmeyi amaç edindiler ve gittiler.

    miyadını dolduran bu güzide platformda, bir penanın bir teli titrettiği kadar hakkı geçenlere selam olsun. sizler de helal edin.

    ben de entrylerimi tek tek silerek, en son pena entrysini okuyarak gülümseyeceğim.

    eyvallah.

  • 29 şubat 2016 fenerbahçe beşiktaş maçı

    geçen günlerde bu başlıkta çok güzel bir entariye rastlamıştım, futbol sadece futboldur minvalindeydi, belki de sözlük hayatımda ilk ve tek futbol maçı başlığına entry yazmama sebep olan o yazara öncelikle teşekkür etmek istiyorum. futbol sadece futboldur diyebilen adamları çok seviyorum.

    eski kafalı bir beşiktaşlıyım ben, nuh nebiden kalma süleyman seba kafası da diyebilirsiniz, endüstriyel futbola hiç alışamadım ama başarısızlığı da beşiktaş romantizmiyle örtmeye çalışmayan bir yerde durmaya çalışıyorum. belki birçoğunuz hatırlamazsınız, 90'ların ortalarında ali şen, ömer çavuşoğlu, aziz üstel, fatih altaylı vb. abilerimizin fenerbahçe-galatasaray düşmanlığını başlatan, ana akım medyanın bu basitliği ve sığlığı tv ekranlarından pompaladığı günler iki büyük takımlı bir ligi ön plana çıkarmaya çalışıyordu. belki bilinçsiz belki de bilinçli uygulanan bir politikaydı hiç bilmiyorum. beşiktaş, bu iki rakibinin ön plana çıkartıldığı düşmanlıkta, sadece olaylara dışarıdan laf atan bir seyirci konumunda kaldı. işin ilginç yanı, fenerbahçe ve galatasaray arasındaki bu düşmanca rekabet, iki takımın başarısını artırıyor, galatasaray ligde ve uefada başarılar yakalıyor, fenerbahçe de şampiyonluklarına şampiyonluklar ekliyordu. beşiktaş hep sakinleştirici, ortam yumuşatıcı bir katalizör olma görevini üstlendi, arada çıkan ufak tefek sürtüşmeleri, kavgaları saymazsak, bir nevi üçüncü takım olarak son 25 yıllık lig tarihinde ufak başarılarla, ona endüstriyel futbol politikasıyla biçilen rolle yerini korudu.

    yukarıda bahsettiğim ali şen'le başlayan o dönemde fenerbahçe'nin ve fenerbahçe taraftarının hırsı ve kibri, fenerbahçe'yi antipatik, nefret edilen bir takım haline getirmişti, o zamanlar inönü'de " ayağa kalkmayan fenerli olsun " diye herkesi ayağa kaldırmaya çalışan bir tezahürat yapılırdı hala var mıdır bilmiyorum. fenerbahçe ve fenerbahçe taraftarının başarıyı yakalayıp, doyuma ulaşmasıyla o kibir ve hırsın; kendini sakinliğe, rakibinin galibiyetini alkışlamayı bilmeye, başarının her şey olmadığını anlamaya bıraktığını düşünüyorum, volkan demirel, emre belözoğlu'nu bu konumda kadro dışı bıraktığımı söylemeliyim ki zaten ikisinin de saha içi ve dışı davranışları herkesin hafızasına kazınmıştır diye düşünüyorum. işte tam bu noktada, fenerbahçe kibir ve hırsı bırakmışken, kibir ve hırs meşalesini eline galatasaray ve galatasaray taraftarı aldı. sırf başarı için, nasıl olursa olsun galip gel felsefesiyle futboldan başka her türlü oyunu oynayan felipe melo, burak yılmaz'ı savunur hale geldiler, hırstan gözü dönmüş bir takım olma yolunda ilerlediler. metin oktay'ın, ergün penbe'nin güzide takımı; saldırganlığın, holiganlığın, kendi futbolcusunu ağır bir şekilde yuhalamanın türk futbolunda baş aktörü haline geldi. şu an başarısızlar ve sesleri pek çıkmıyor. önümüzdeki süreç, galatasaray ve taraftarını ne yöne doğru çekecek göreceğiz. belki de başarı hırsı dediğimiz şey, bu devir daimi etkiliyordur kim bilir; endüstriyel futbolun açmazı diyelim.

    ben yaklaşık iki aydır, en yakın arkadaşımla şükrü saraçoğlu'nda, beşiktaşlı passolig kartımla, fenerbahçe maçlarına gidiyorum. en yakın arkadaşım hasta fenerbahçeli, gel bana yarenlik et dedi, sayesinde beleş fenerbahçe maçı izliyorum, maç çıkışlarında " ibne galatasaaaaray" diye fenerbahçeli ergenlere eşlik ediyorum. en son lokomotiv moskova maçındaydım, fenerbahçe orta sahasının rakibe kaptırılan topları nasıl canla başla geri aldığını, gökhan gönül'ün inanılmaz performansını, futbolcuların azmini izledim, nani'yi saymazsak çok güzel bir oyun ortaya koydular. gökhan gönül demişken, 25 yıldan beri izlediğim türk futbolu'ndan 11 kur deseler, sağ bekim her daim gökhan gönül olur. bu sene beşiktaş'ın hiçbir maçını kaçırmadım, çocuklar sahada ter dökerken, ben de evin salonunda pas atıyorum, kafa toplarına çıkıyorum, bazen gözyaşlarıma hakim olamıyorum. dün akşam zor bir gençlerbirliği maçı geçirdik, kafalarında oynanmayan trabzon maçı ve fenerbahçe deplasmanı olduğunu düşünüyorum.

    neyse demem o ki, bilirsiniz beşiktaş-fenerbahçe derbileri her zaman oynanan futbolla göz doldurur, seyir zevki müthiş maçlar çıkar ortaya. ligin bu dönemecinde, iki takım da performanslarının en üst seviyesindeyken, çok zevkli ve güzel bir karşılaşmanın bizi beklediğine inanıyorum.

    rekabeti, aşağılamak ve hakaret etmek zannedenler birbirlerine " eziktaş, fenevbahçe, " diyip, küfür savuracaktır, bu güruh için zaten beklentiyi yüksek tutmamak lazım ama rekabetin en güzeli; kalp kırmadan, futbolu sadece futbol olduğu için, mario gomez'in adam eksiltmeleri, van persie'nin kafa vuruşları, gökhan gönül'ün driplingi, atiba hutchinson'un top kapmaları için sevmektir.

    hakemler her zaman hata yapabilir, önemli olan maçtan sonra eller omuzda sarılıp ayrılabilmektir. 90 dakika taraftar olup, o 90 dakikanın sonunda kendi kimliğine dönebilmektir. bugüne kadar 90 dakika sonunda, maç sonucunu değiştirebilen medya maymunu maç yorumcusuna rastlamadım ama sırf onların gerdiği ortamdan etkilenip, birbirine saldıran, küfür eden gruplar, hatta ölümle sonuçlanan çok olay gördüm. o yüzden futbol sadece yeşil sahada güzel, medya dilinde güzel futbola çok ender rastlarsınız. 29 şubat akşamı sadece 90 dakikalık futbol şöleniyle anılsın.

    baba hakkı'ya, lefter'e, seba'ya, oğuz çetin'e, metin tekin'e, çubuklu formalara, emlak bank ve beko reklamlarına, alın terine, emeğe, çivili kramponlara, papazın çayırına, dolmabahçe saatine, deniz ve dere tarafındaki kalelere, alex'e, koray avcı'ya selam olsun.

    dipnot: uçuk rakamların telaffuz edildiği, bahis batağına saplanmış 21. yy. türk futbol sektörü içinde, temiz futbolu sadece derbilerde beklemek hepimizin ayıbı olsun; belki bir gün yaptıklarından utanacak birileri çıkar.

  • ne2000 uyumlu

    la oğlum, rebetiko entryleri giren, iki yaka arasında köprü kurup, güzel hikayeler anlatan ne2000 uyumlu gibi adamları sözlükten uçuruyorsunuz; götüm rezaleti, 25 aralık bokumun gelmesi başlığı açan adamları, ergenliği yüceltiyorsunuz, sonra sözlük niye beyle?

  • baba olmak

    geçtiğimiz kandil gecesi öğrendim baba olacağımı. garip, iç ürperten bir hisse kapıldım, kendi babasıyla sorunları olanların hissettiği bir duygu belki, bilmiyorum.

    buraya yazıp yazmama arasında gidip gelirken, az önce önümden omuzlar üzerinde bir tabut geçti, iz bırakmam gerektiğini düşündüm yine. iyi niyetli bir iz.

    dünya topraktan başka bir vaatte bulunmaz bazen, içerinde akan taşan coşan her şeyi dindiren bir ses duyarsın; ne bırakacaksın?

    maddi olarak bir şey bırakamayacağımı biliyorum; bir kaç iyi şiir, biraz güzel müzik, az çok deniz kıyısı, azdan biraz şair, romancı, abdal, eren, sanatçı öğretebileceğim evladıma. ona yetecek mi? bu hengamede, bu şiddetin vahşetin insansızlığın altın çağında ona naif bir hayat sunmaya çabalayacağım. yetecek mi? bilmiyorum.

    tek bildiğim babam gibi bir baba olmayacağım.

    alın terinin, emeğin, samimiyetin, dürüstlüğün, omuz olmanın ismiyse ve yoluysa baba olmak, o küçük çocuğun yoldaşı olmaya çalışacağım. ne kadar başarabilirim hiç bilmiyorum, o garip hissiyat kaplıyor içimi.

    ey doğmamış güzel dostum, rabbim ikimizi de utandırmasın.

  • hayata dair iç burkan detaylar

    orhan abi, istanbul kıyılarındaki herhangi şarapçıdan biri. şişe toplayıp, topladığı şişe paralarıyla şarap alıyor, kısır döngü işte. annesi yatalak, hiç evlenmemiş orhan abi, annesine bakıyor, nasıl bakıyor ben de bilmiyorum. yaşadıkları ev, uzak bir akrabalarından kalmış, annesinin emekli maaşıyla yaşıyorlar. ama orhan abi'nin tek derdi, şişe toplayıp şarap içebilmek. konuşuyoruz:

    - abi, nerelesin peki?

    - istanbulluyum kardeşim, babam da burada dedem de burada doğmuş. bak baba diyince, bizim peder alemci adamdı, hayatı meyhanelerde geçti, çok güzel içerdi, zaten tarlabaşında bir otel odasında kolumda can verdi.

    - babandan bi şey kalmadı mı abi?

    orhan abi, tüm boğaz kıyılarını eliyle işaret ederek

    - şişeleri bıraktı kardeşim, tüm şişeleri bana bıraktı.

  • annelerin garip huyları

    bizimkisi yılda bir kez memleketten gelir, evde son kullanma tarihi yaklaşmış tüm ürünleri tüketir;

    misal krem mi var sürer, ketçap mı var kullanır, vanilya kakao mu var her gün pasta yapar yeter ki ziyan olmasın israf olmasın.

    en son geldiğinde yaptığı şey evlere şenlik, hala gülüyoruz:

    - oğlum o dolaptaki tarihi gelmiş ilaç var ya, ananenle bacağımız ağrıyo getir de içelim.

    - anne o mide ilacı

    - olsun oğlum bacağa da iyi gelir sen getir.

    annem son gelişinde dolaptaki tüm ilaçları oram ağrıyo buram ağrıyo diye içti lan. kendi yetmezmiş gibi ananeme de içirdi, anne senin belin ağrıyodu di mi bak oğlanda bel ilacı varmış diye kadına böbrek ilacı içirdi valla lan. anneannem de annem ne verse sorgusuz sualsiz löp löp götürüyo. böyle tutumluluk olur mu? allahtan son kullanma tarihi geçmiş ürünlere bünyeyi alıştırmışlar hiç bişey olmuyo.

    evde tüketemediğiniz ürün varsa annemi göndereyim, ananem de yanında eşantiyon. annem ne verirse sormadan içiyo, götürüyo. annem bir tazmanya canavarı evet.