erkeklerin tek montla 8 kışı geçirmesi başlığı varsa oraya gideyim; zira 2016 aralığında abime iş yerinden verilen giyim çekiyle aldığım mont ile sekizinci kışımı tamamladım.
leroy smith14 profili
-
erkeklerin tek montla kışı geçirmesi
-
quake iii arena
bilgisayarımdaki ilk oyunlardan biriydi bu oyun. tapardım resmen. uzay üssü gibi bir harita vardı, orada oynamayı ne çok severdim. yıl 2000 falan olsa gerek. üstünden 21 sene geçmiş.
fifa 99, gta 2, nba live 2000 ve quake 3. hepsi de ayrı keyifti. -
türkiye'den siktir olup gitmek
işte geldi.
çok beklenen o gün geldi. birileri bu milletten tekrar umudunu kesecek, bazı yerlerde yine bazılarına göre umut çiçekleri açacak belki, kimileri "hiç yoktan iyi" diyecek, kimileri yaşadığı yere atıfta bulunarak hâline şükredecek, bazıları ise aidiyet duygusunu son raddede hissederek güzel bir uyku çekecek günün sonunda.
kimilerinin anlamsız bulduğu bir sonla bitecek bugün, kimilerinin zafer çığlıkları sokağa taşacak, bazıları ise sessizce kafasını yastığa koyacak ve yabancı hissedecek doğduğu topraklara. pazartesi sabahı işe giderken insanlar çoktan unutmaya başlayacak. sonra birkaç gün geçecek, seçim meçim kalmayacak akıllarda. insan nasılsa ayak uydurmaya meyilli bir canlı. aşağılık insanoğlu her şeye alışır, demiş dostoyevski, hakikaten öyle.
sonuç ne olursa olsun bu başlık birilerinin aklına öyle ya da böyle gelecek. bunu okuyan genç arkadaşım, sana söylüyorum, coğrafya kaderdir, ama bazen de değildir işte. seçim meçim hiç düşünme, bırak bunları, elinde imkân varsa git buralardan. buralar iğrençtir, diye demiyorum ama hepimizin kabul edebileceği gibi bu topraklar dünyanın en huzurlu toprakları değil. vatan, diyeceksin, vatan bırakılır mı... evet, diye yanıt vereceğim ben de, vatan tarih kitaplarında bize anlatıldığı gibi epik bir şiirden fırlamış bir toprak parçası değil. anadolu insanı bize satılmaya çalışıldığı gibi dünyanın en masum, en tatlı insanı falan da değil. bırak bunları, hayata bir defa geliyoruz, dört milyar yıllık dünya tarihinde olsa olsa yetmiş yıl yaşayacağız, değer mi bunca hengâmeye. imkanın varsa git. chp, akp, mhp, ip, hdp fark etmez. imkânı olan daha iyi bir yaşam için gitmeli bu topraklardan.
vatan millet sevgisi bitti. bayrak akp mitinglerinde üstüne oturulan bir bez parçası oldu artık. memleket parsel parsel satıldı. devlet o işi yapmaz bu işi yapmaz denildi, atatürk zamanında kurulan fabrikalar başta olmak üzere, bir sürü fabrika birilerine peşkeş çekildi. demir çelik işi yapmayan devlet, domates biber patlıcan satmaya başladı, oluşan kuyruk varlık kuyruğu oldu. insanların birçoğu bu duruma duacı oldu, şükretti. anneler topluluklar önünde yuhalatıldı, şehit babalarının kanı bozuk denildi. koskoca yargı sistemi biz yıllar önce feto diye dalga geçerken "hocaefendi diyeceksin!" diyenler tarafından fethullan gülen ve güruhunun kucağına atıldı, kandırıldık, diyip işin içinden çıkıldı. ölenler şehit oldu, anaları babaları fotoğraflarına bakakaldı, sorumluları ejder meyveli smoothie içmeye devam etti. şehitlik ele ayağa düştü, terörist kavramı da basitleşti. oy verenler vatansever, oy vermeyenler terörist oldu. eskiden terör diyince içimiz ürperirdi, şimdi bizzat terörist ilan edilince hiçbir şey hissetmez olduk. şehit kavramı yüceydi, oradan iki bomba attırırız minvalinde şeyler duyunca şehit kavramı da yok oldu. olan garibana fukaraya oldu, gariban fukara bunun farkında mı orasını bilmiyorum ama eğer bu başlıktaysan sen bir nebze bir şeylerin farkındasındır.
sorun sadece akp'de değil, sorun bu ülkenin insanlarından pek bir şey olmamasında. atatürk ölür ölmez şirazesi kayan chp, biraz güçlenince dediğim dedik olan demokrat parti, darbe dönemleri, muhtıralar, kara yetmişler, katliamlar, liberalleşelim derken köylüyü kapitalizmin kucağına bırakan özal, faili meçhul cinayetler, istikrarsız 90'lar, inşaatın ve rantın partisi akp'nin dönemi. güce tapan, sorgulamayan, düşünmeyen, birtakım değerler üstünden her şeye karar veren insanların ülkesi burası. çok modern geçineni de pek sorgulamıyor, modernizmden tiksineni de. kimse burnundan kıl aldırmıyor, herkes kendisini çok üstte görüyor, bir yandan da herkes adeta patlamaya hazır birer bomba gibi öfkeli. insanlar kaba, anlayışsız, aceleci ve sinirli.
bir fırsatın varsa çek git. dünyanın en güzel toprak parçalarından birinde böyle insanların var olması ironik biraz. yıllarca öfkeyi, saldırganlığı "bu toprakların insanı duygusal" diye yutturmaya çalıştılar maalesef. bir tavuk için birbirini öldürenler, iki kuruş para için seksen iki yaşındaki adamı elli parçaya ayıranlar, çocuklara tecavüz edenler, kanlı cinayetleri soğukkanlıkla işleyenler, yolsuzluk yapanlar, liyakate hiç değer vermeyen yöneticiler, dini satanlar ve emelleri uğruna hunharca kullananlar, para için her şeyi mübah görenler...
işte geldi. gün sonunda yine birilerinin akıllarına gelecek bu başlık. dünyanın başka bir yerini görmeyenler yazdıklarımı çok abartılı bulacaklar belki de. yurdum insanının çok değerli olduğunu düşünenler muhtemelen kızacaklar bana. varsın kızsınlar ama bilsinler ki insanımız için yazdıklarım hiçbir abartı barındırmıyor.
atatürk, hazır olmayan bir toplumu batılılaştırmaya çalıştı ve maalesef ömrü yetmedi; başaramadı. devamında gelenler onun ilkelerini uygulamak yerine kraldan çok kralcı oldular, radikal bir tavır takındılar; halk da sıkıldı. öte yandan osmanlı bu toprakları çoktan araplaştırmıştı bile. yavuz dönemi sonrasında araplarla iyice haşır neşir olan osmanlı toprakları beş yüz sene boyunca arap kültürünü öylesine özümsedi ki, türklük pek kalmadı. bu topraklar arap toplulukların az biraz batı görmüş hâli gibi. islam, türklerin ayrılmaz bir parçası artık; bunu kötülemiyorum ancak arap topluluklarının hâli birkaç ülke dışında ortada. atatürk zamanında birkaç yılda böylesine bir geçiş yapmak tuhaf bir toplumun ortaya çıkmasına sebep oldu. batı ile doğu arasında sıkışmış, ne tarafa temelli gideceğini kestiremeyen, fatih ve harbiye arasında sürekli gidip gelen bir tramvayı andırıyoruz.
türkiye cumhuriyeti devleti aslında yeni bir devlet. atatürk'ün işaret ettiği hâle kavuşması ya zaman alacak ya da hiç olmayacak. onun çizdiği çizgilere uyacak devlet insanları gelirse, onun belirttiği gibi modern bir eğitim sistemi olursa, heykellerine fotoğraflarına değil de ilkelerine değer verilirse anlatmak istediğini belki de yıllar sonra bu topraklarda görürüz, kim bilir.
işte bu başlığın günü geldi, imkânın varsa durma, derim ben. subjektif de olsa manzaranın bir fotoğrafını çektim sana, burada ne olduğu aşağı yukarı belli. türkiye'den siktir olup gitmenin desteklediğin partinin beklentinin altında kalmasıyla bir alakası yok işte.
bol şans. -
lebron james vs michael jordan
karşılaştırmalar hep jordan bugünün liginde olsaydı diye yapılıyor fakat kimse jordan bugünkü idman teknikleriyle çalışsa ne olur diye düşünmüyor. hâlbuki öyle düşünülmesi lazım. bence jordan, lebron, kobe, shaq, duncan, magic, bird gibi isimler yani elitin de eliti bir seviyeden söz ederken bir yerden sonra en belirleyici nokta mental durum oluyor. ve bırakın basketbol tarihini, tüm spor tarihinde mental olarak en dayanıklı adam bence michael jordan'dır.
yani zaman makinesiyle 1994'teki salmış, basketboldan uzaklaşmış michael jordan'ı 2019 yazında tim grover gibi bir isimle idman yaptırın, 2019-2020'nin mvp'si o olur. öyle bir hayvanlık, öyle bir profesyonellik. michael jordan'ı michael jordan yapan en iyi olmasına rağmen herkesten daha fazla çalışması ve asla bununla yetinmemesidir. curry, jordan'dan daha iyi şutör; lebron, jordan'dan daha çok yönlü; ama michael jordan katildir işte, diğerleri sporcu. -
destek yayınları'nın eleman.net'teki iş ilanı
dünyanın en boş yayınevinin rezaleti.
işin komik tarafı uğur koşar gibi boş yazarların yazdığı allah de gerisini bırak tarzı kitaplar basan bu yayınevinin en önemli kitlesi türbanlı kadınlar. fazlasıyla komik bir durum. -
kadın nasıl sevilir
tiksiniyorum şu başlıklardan. bu tarz başlıklarda yazılan şeyleri görünce the red pill başlığındaki tiplerin meriç meriç diye haykırmasına hak vermemek imkânsız. ya arkadaş, kadın böyle sevilir, kadın şöyle sevilir diye yazdığında düşen olur belki, anlıyorum ekmeğinin peşindesin eyvallah ama tez vakitte bu düşünceden kurtul, benden sana söylemesi. ayakta sikilirsin, anlamazsın bile. yok kadın şöyle sevilirmiş, yok kadın böyle sevilirmiş... çay edebiyatından hallice sözcükler, yapmacık açıklamalar... biz aynı çayı yudumlarken... ne kadar itici değil mi?
-
whatsapp'ın gelir modelinin olmaması
neye karşılık yaptıkları gayet açık olan durum. whatsapp'ta herhangi birine "ya bisiklet almak istiyorum, sence nasıl bir şey alayım?" diye mesaj attıktan bir süre sonra, orada burada bisiklet reklamlarının çıkması whatsapp'ın parayı götürdüğünün kanıtı değil de ne?
-
kalbi kırılmış bir kadının yapabilecekleri
çok abartılan kavram. x olan kadın şunu yapar, y hisseden kadın bunu yapar. siktir git. çay edebiyatı gibi bir şey oldu bu da. tiksiniyorum.
-
türk edebiyatının en iyi romanı
(bkz: saatleri ayarlama enstitüsü)
-
instagram'da birbirlerini öven insanların amacı
ne yalan söyleyeyim; başlığı "instagram'da birbirlerini öven insanların amacı" yerine "instagram'da birbirlerini öven kadınların amacı" diye açacaktım ama hem mizojinist ilan edilmekten çekindim(çünkü alakam yok) hem de yüce instagram dünyası benim minik instagramım ile sınırlı değildir ve belki de erkekler de bunu yapıyordur diyip geniş pencereden bakmayı yeğledim.
instagram, facebook vb. yerlerde insanlar fotoğraflarını ekliyor ve birkaç dakika sonra kutsal bir güzellik görmüşçesine arkadaşlarını, sevdiklerini öven bir kitle piyasaya çıkıyor. bunun nedenini anlamak pek güç. gerçekten bu iyi hissettiriyor mu? eğer hissettiriyorsa bu insanlarda birtakım zeka problemleri mevcut diyebilir miyiz? bence diyebiliriz. neden, çünkü böylesine sahte bir şeyle mutlu olmak fazlasıyla geri zekalıca.
bakın, benim bahsettiğim mevzu harbiden uzun zamandır görmediği ve görünce şoke olup tüm kalbiyle yorum yapan tipler değil. veryansın ettiğim insanlar, fotoğrafı kendi çekmesine karşın, arkadaşını sanal mecrada öve öve bitiremeyip, birkaç satır aşağıda övdüğü arkadaşından kendisini iyi hissetmesini sağlayacak birkaç kompliman kopartma peşine düşen adi yaratıklardır. bu gayet açıktır.
bundan aylar önce, instagram'da ara ara mesajlaştığım bir hatun kişisinin fotoğrafının altına öylesine yorumlar gelmişti ki, ben de dayanamayıp bununla alay etmiştim. çünkü hanım kızımız güzeldi güzel olmasına ama gelen yorumlar o kadar yapaydı ki, sanırsınız öksüren hülya koçyiğit'in ağzından kan geliyor... cennetten düşen parçalardan, çiçeklerin tohumuna kadar... bilemiyorum ama komikti. işte öyle bir iticilik taşıyordu bu mesajlar... bununla alay ederek aslında bunun övünülecek bir yanının olmadığına dikkat çekmek istemiştim. tabii ki beni anlamadı, güzelliğinin insanları gerçekten bu harika kelimeleri söylemeye itebileceğini bana ciddi ciddi anlattı, bu sırada götümle gülüyordum, beni anlamaya çalışmadı, sadece güzelliğine odaklanmıştı ve tahmin edebileceğiniz üzere bir daha konuşmadık.
ilgi orospuluğu günümüzün en gözde ünvanlarından. bu ünvanı taşıyan kişi sayısı bir hayli fazla. hatta sokaktaki insanların yarısından çoğu, belki de daha fazlası bu ünvanı hak edecek nitelikteler. ilgi orospuluğunun öncelikleri, frank abagnale'ın peşini bırakmayan carl hanratty gibi takipçileri hesapta barındırmak, devamında allah aşkıyla yanıp tutuşan mevlana'nın ağzından çıkmış gibi görünen yorumlara nail olmak ve tabii ki mütemadiyen like koparmak gibi görünüyor. -
yabancı oyuncularla özdeşleşen dublaj sanatçıları
-
1991 yılında zonguldak'ta çekilmiş fotoğraf
1991 yılında gerçekleşen büyük madenci yürüyüşü sırasında mehmet özer tarafından çekilen harika fotoğraf.
https://i.redd.it/a2xgdnad4zjx.jpg
(bkz: 4-8 ocak 1991 büyük madenci yürüyüşü)
"30 kasım'dan yürüyüşün başladığı 4 ocak 1991 tarihine kadar, genel maden- iş'e bağlı 48 bin işçi yekpare halde greve katılır ve çevre il/ilçelerin de zonguldak'a gelişiyle şehir türkiye tarihinin en büyük işçi hareketlerinden birine sahne olur. o dönem zonguldak, bugünkü karabük ve bartın illerini de içermektedir. yani bugünden bakılarak o günün tanıkları dinlendiğinde; üç şehrin tek merkezde toplandığı ve sokaklarda konuşulan tek konunun grev olduğu anlaşılmaktadır.
peki; üç şehrin işçileri nasıl hep bir arada kalır, örgütlülük nasıl sağlanır? şehrin megafon sistemlerinin yetersizliğine rağmen kabloların neredeyse tüm sokaklara döşenerek şehre kurulan bir hoparlör sistemiyle işçilerin hareketin her anından haberdar olması sağlanır. bugünden bakıldığında, 1991'in twitter'ı sendika binasına gelip söz alan işçilerin hoparlörlerdeki sesleridir.
3 ocak 1991 tarihi geldiğinde, sendika yetkililerinin hükümetle görüşmelerinden sonuç çıkmamıştır, zonguldak işçileri 1 ayı aşkın süredir maaşlarını alamamaktadır, kış çöker, eylemlere katılan işçilerin bir kısmı işyerinden kovulur; ancak erzak yardımları ve halkın grevdekilerle dayanışması hareketin yarım kalmayacağının habercisidir. dünyanın uzak uçlarındaki işçiler dahi zonguldak'taki greve sessiz kalmaz. öyle ki, hükümet kömür ihtiyacını karşılamak için yurt dışından kömür ithali yapmaya karar verir; ancak avustralya ve güney afrika'da kömür gemilere yükleneceği sırada liman işçileri dayanışma içinde yüklemeye direniş gösterir ve gemiler türkiye'ye boş döner.
genel maden-iş'in bağlı olduğu türk-iş 3 ocak 1991'de türkiye çapında 1 günlük genel grev kararı almıştır. zonguldak'ta sendika, genel grevi sürdürebilmek amacıyla 4 ocak'ta toplu halde ankara'ya gitmeye karar verir. ancak ankara'ya gitmek için istanbul'dan beklenen 1150 otobüs hiç gelmeyecektir. şemsi denizer 4 ocak sabahı 10.30'da madencilerin toplandığı meydana bakar ve : "arabalarımızı engellediler. arabayla gidemiyoruz. ama ayaklarımız var. yürüyeceğiz." açıklamasını yapar.
yürüyüşün tanıkları 300 km'lik yolu yürümeye saatler içinde karar verildiğini, sendika dahil hiçbir kurumun veya işçinin yürüyüşe yönelik örgütlenmediğini belirtmektedir. 4 ocak öğleden sonraya kadar, zonguldak'taki birçok evden işçilere battaniye, ayakkabı gibi ihtiyaçlar sağlanır. şemsi denizer, yürüyüşe katılmaya kararlı olan madenci eşlerine zonguldak'ta kalmalarını söyler, ancak kadınlar bu öneriyi dinlemeyecek ve yürüyüşün en önemli aktörlerinden biri haline gelecektir. yürüyüş başlar ve kitle çevre ilçelerden geçtikçe katlanarak büyür. yaklaşık 100 bin kişi ankara'ya yürümektedir...
1. gün (4 ocak 1991)
genel maden-iş yöneticileri, kitleyi hızla konvoylara ayırır, her madenci kendi ocağındakilerle yürüyecektir. her konvoya sorumlular atanır ve gruplara, tanınmadığı kişileri aralarına almamaları uyarısı yapılır. bu şekilde yürüyüşte herhangi bir provokasyon olmaması sağlanır ve kortej, hiçbir karışıklık çıkmadan 5 gün boyunca yürür.
madenciler, şehre 15 km uzaklıktaki karamanlar köyü'nde ilk molasını verir. mola bitip yola devam edilirken ilk barikatla karşılaşırlar ancak bu barikat, madencileri durdurmaya yetmeyecektir. akşam saatlerinde 10 km daha yürüdükten sonra, devrek'e ulaşır ve geceyi burada geçirirler. devrek halkının büyük çoğunluğu evlerini madencilere açarak yürüyüşe büyük destek verir. bu sırada ankara'nın çankaya'sında madencilerin geldiği haberinin ardından, olağanüstü güvenlik önlemleri alınır.
türk-iş ve başkanı şevket yılmaz, yürüyüşe ilk etapta tepki verir. denizer, "türk işçi hareketinin önündeki en büyük engellerden birisi şevket yılmaz'dır." der. yılmaz'ın cevabı ise yürüyüşün, 3 ocak genel grevi sonrası hükümetle pazarlığa gölge düşürebileceği olur.
2. gün (5 ocak 1991)
5 ocak sabahı şemsi denizer, kendi aracıyla başbakan yıldırım akbulut'la görüşmek üzere bolu'ya gider. görüşmede akbulut, madenlerin işçilere devredilmesini önerir. sendikanın devir konusundaki şartları ise şöyledir:
türkiye kömür işletmeleri'nin bütün borçlarını devlet üstlenecek.
kıdem tazminatlarını devlet bir hesapta bloke edecek.
madencilerin koşullarını iyileştirmek için devlet, harcama yapacak.
madenden çıkan kömürün tonu 30 lira yerine 100 liradan satılacak.
hükümet şartları kabul etmez ve görüşme tıkanır.
madencilerse devrek'ten çıkarak yollarına devam eder. birkaç kilometre sonra dorukhan tüneli'ne ulaşan madenciler, bir barikatla daha karşılaşır. vali ve kolluk kuvvetleriyle görüşmeler sonucu bu barikat da aşılır.
başbakanla görüştükten sonra korteje geri dönen denizer, işçilere toplantıyı şöyle anlatmaktadır:
“görüşme falan yok... görüşmek için ön şart öne sürdüler... yürüyüşü bitirin gelin dediler... para filan vermeyiz, teklif de sunmuyoruz; yürüyüş sırasında olabilecek her şeyden siz sorumlusunuz dediler."
yürüyüş mengen'e ulaşmıştır. 5 ocak salı günü 40 km daha kat edilmiştir.
3. gün (6 ocak 1991)
madenciler ankara'ya yaklaşmaktadır, gerilerinde 70 km yol bırakırlar; ancak bir gün öncesinde zonguldak'tan gönderilen ilaç, battaniye, gıda gibi ihtiyaçların madencilere ulaşması kolluk kuvvetleri tarafından engellenir.
hükümetin denizer'e çalışma ve sosyal güvenlik bakanı imret aykut aracılığıyla gönderdiği not nettir: "yürüyüşü bitirmezseniz, sizinle görüşmeyeceğiz." aynı anda turgut özal, denizer'i kast ederek "o zatla görüşülmez" açıklamasını yapar.
sendika bürokratları toplanır ve yürüyüşün geleceğine dair kısa bir toplantı yapar. saat 10.00 sıralarında eyleme katılan kadınlar mengen'deki bir düğün salonunda toplanır. denizer, kadınlara zonguldak'a dönüp dönmeyeceklerini sorduğunda aldığı cevap "ölmek var, dönmek yok!" sloganıdır.
aynı anda meclisteki anap sıralarından türk-iş'in 3 ocak grevi'nin toplu iş sözleşmesi kanunlarına aykırı olduğu için sendikanın kapatılması gerektiğine dair sesler yükselmektedir.
4. gün (7 ocak 1991)
mengen'den sonraki durak gerede'dir; ancak ilçeye ulaşmadan üçüncü barikatla madencilerin önü kesilir. bu kez çıkan arbede de barikat önünde bekleyen işçilerden 201'i göz altına alınır.
öte yandan bakanlar kurulu toplantısında imren aykut, başbakan'ın aksine yürüyüş devam etse dahi denizer ile görüşebileceğini beyan eder.
madenciler mengen'e geri dönerek; sendika, partiler ve hükümet arasındaki görüşmelerin sonucunu beklemeye koyulur.
5. gün (8 ocak 1991)
madencilerin mengen'deki bekleyişi, ankara'ya gitmek üzere yola çıkacak olan denizer'in konuşmasıyla son bulur. denizer, karşısında ankara'ya yürümeye kararlı duran kitleyi görür ve belediye binasının balkonuna çıkarak işçilere seslenie. her zaman yaptığı gibi işçilere "canlarım, ciğerlerim" diyerek söze başlar ve devam eder:
"işçiler hak arama mücadelesinin dışına çıkmazlar. aralarına kışkırtıcı sokulsa da. … işçi-sendika bütünlüğü içinde, disiplin kurarak kenetlendik. … başarı, disiplin, güven, bunu siz yarattınız. türkiye işçi sınıfı, emekçi halkı, sizinle övünüyorum. eylem amaçlıdır. yürüyüş planımız, anlaşma ortamı yaratmaktı. bugün yönetim kurulu ile ankara’ya gidiyorum. üç gün zonguldak’a gelemiyorum.
denizer: "şimdi biz önceden planladık. işareti ben veririm demiştim. bana inanıyor musunuz?"
işçiler: "evet."
denizer: "bana güveniyor musunuz?"
işçiler: "evet. gemileri yaktık, geri dönüş yok."
denizer: "yürüyüş eylemi bitmiştir. sizler zonguldak’a dönüyorsunuz."
bir kadın: "hayır başkan, hayır, geri dönüş yok."
işçiler: "geri dönüş yok. başkan ne derse onu yaparız."
denizer: " ben böyle istiyorum. suçlayacaksanız beni suçlayın. genel başkan olarak konuşuyorum. … anlaşma ortamı yarattık. (eliyle geri dönüş yok diyenleri işaret ederek) kışkırtıcılar seslerini kessin. maden işçileri oyuna gelmez."
işçiler: "başkan ne derse o olur.”
konuşmanın ardından denizer ankara'ya yola çıkar, madenciler ise zonguldak'a döner. büyük madenci yürüyüşü, kesin kazanımlara ulaşamamıştır; ancak türkiye tarihinin en geniş çaplı işçi yürüyüşü olma özelliğini koruyacaktır."
yazının tamamı için:
http://www.hafizakaydi.org/…madenci-yuruyusu/hikaye -
3 haziran 2016 marmara üniversitesi açıklaması
6 sayfa cevap kağıdı verip sonucunda 5 puan aldığım final sınavını hatırlatan açıklama.
-
19 yaşındaki kızın gece üçte dışarıda ne işi var
işin en acı kısmı böyle düşünenlerin sayısı hiç ama hiç az değil. hatta %50 falan?