Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. öldürdüğü kişinin ailesinden tazminat istemek

    edit: cinayet anının videosunun linkini ekledim en aşağıya. araç saatte 120 km hızdan aşağı gitmiyor.

    şehir içinde aşırı hızlı araç kullanırken bisikletliye arkadan çarparak ölümüne sebep olduktan sonra bisikletliden 50bin lira tazminat isteme olayı.

    konya'nın zenginlerinden bir çocuk, emekli astsubayın kullandığı bisiklete arkadan çarpıyor.
    polis raporunda bisikletliyi ağır kusurlu bulup aracın 50 km hızla gittiğine dair rapor tutuyor.

    saatte 50 kilometre hız ile gittiği söylenen ve bisikletliye çarpan aracın resmine bakalım:
    http://i.hizliresim.com/lqydvb.jpg

    çarpan eleman:
    http://i.hizliresim.com/mk0d17.jpg

    daha sonra şikayetini geri çekmeyen aileye karşı ölüden 50 bin liralık tazminat talebinde bulunuyorlar.
    eleman serbest. çünkü arkası sağlam.
    öyle böyle değil, hem de epey sağlam:
    http://i.hizliresim.com/3a7zlj.jpg
    http://i.hizliresim.com/zyz3j0.jpg

    emekli asker öldü ama onu öldüren serbest. 1 gün için bile içeri gireceğin sanmıyorum.
    öldürmekle yetinmeyip ailesinin üzerine kabus gibi çökme derdindeler.

    haber linki:

    kocasının ölümüne neden olan şahıs 50 bin tl araba masrafı istedi

    haberin içeriği;

    --- spoiler ---

    konya’da dört ay önce lüks bir otomobilin bisiklete çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında kocası ölen kadın, sürücünün kendilerine 50 bin liralık araba masrafı davası açmasıyla ikinci kez yıkıldı.

    kaza, 12 mayıs 2016 tarihinde merkez karatay ilçesi adana çevreyolu matbaacılar altgeçidi’nde meydana gelmişti. iddiaya göre, konya'nın tanınmış iş adamının oğlu mehmet ali yapıcı (21) idaresindeki 42 bjk 26 plakalı lüks otomobil, bisikleti ile ilerleyen emekli astsubay orhan özdemir’e (55) alt geçit çıkışında arkadan çarptı. çarpmanın etkisiyle metrelerce uzağa fırlayan bisiklet sürücüsü orhan özdemir ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

    `otomobilde oluşan hasarın masrafını almak için dava açtılar`
    kazada orhan özdemir’in hayatını kaybetmesinin ardından otomobil sürücüsü mehmet ali y. polis ekipleri tarafından gözaltına alındı. nöbetçi mahkemeye çıkan mehmet ali y. bisiklet sürücüsüne arkadan çarpmasına rağmen az kusurlu bulunarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. kocasının ölümüne sebep olan kişinin serbest bırakılması üzerine acılı eş müzeyyen özdemir de hukuk mücadelesi başlattı. mehmet ali y.'nin cezaevine girmesi için uğraş veren müzeyyen özdemir, karşı taraftan gelen tazminat davasıyla ikinci şoku yaşadı. kazada ölen kocasının yasını tutarken bir de karşı tarafın otomobilde oluştuğunu iddia ettiği 50 bin liralık hasarın parasını istemesi acılı eşi ikinci kez yıkıma uğrattı.

    `güvenlik kamerasında otomobilin bisiklete hızla vurduğu görülüyor`
    mehmet ali y. kaza sonrası sevk edildiği nöbetçi mahkemede verdiği ifadesinde hızının 50-55 olduğunu söylediği öğrenildi. ancak ortaya çıkan güvenlik kamerası görüntülerinde sürücünün ifadesinin aksine otomobilin hayli hızlı olduğu görülüyor. bir petrolün güvenlik kamerası tarafından kaydedilen görüntülerde beyaz bir otomobilin alt geçitten çıkan bir bisiklete hızlı bir şekilde arkadan çarptığı ve bisikletin metrelerce uzağa fırladığı görüntülerde yer alıyor.

    “eşim resmen katledildi”
    kocasının ölümüne neden olan sürücüden davacı olduğunu söyleyen müzeyyen özdemir, "kaza ne zaman olur. çarptığın zaman frene basarsın tamam o kazadır. ama bununki resmen eşimi katletmektir. eşimi katlettiği için ben bu adamdan davacıyım. ikinci olarak kaza tutanağı tutan polis ağır kusurlu olarak eşimi göstermiş. araç, bir başka araca arkadan çarptığı zaman çarpan suçlu olduğu halde, eşimi ağır kusurlu nasıl gösteriyor ki. benim eşim gerçekten feci şekilde can vermiş. bütün kemikleri kırılmış. iç organları parçalanmış. her yer kan içinde kalmış halde bulduk biz eşimi. biz daha eşimi defnetmeden '500 bin lira aileye verdik, aileyi susturduk' deyip de yalan haber yaptılar. böyle bir şey yok. biz onlardan bir ekmek parası dahi almadık. hiçbir şekilde bizim yanımızda olmadılar" diye konuştu.

    "beni yıldırmak için 50 bin liralık dava açtılar"
    eşinin mezarı başında gözyaşı dökerek dua eden özdemir, kocasının acısı dinmeden 50 bin liralık otomobil masrafı davasıyla ikinci şoku yaşadığını ifade ederek, "son olarak eşime arkadan çarpan arabanın masrafını üstümüze yıkarak 50 bin lira masrafı ödemek için bize dava açtılar. ben artık bu aileden de, çevremdeki insanların iki yüzlülüğünden de bıktım. eğer bu aile benden arabasının masrafını karşılamamı istiyorsa tamam ben razıyım, karşılayacağım. yalnız eşimi bayram sabahı getirsinler, çocuklarım on dakika görsün. ben başka bir şey istemiyorum bu aileden. yapabiliyorlarsa bunu yapsınlar. biz güçlüyüz her şeyi yaparız demekle bu iş olmuyor. adalet nerede o zaman. nerede bu adalet. ben adalet istiyorum. eşimin kanının yerde kalmamasını istiyorum. bunlar sadece beni yıldırmak için davadan geri çekilmem için yapıyorlar. hiçbir zaman yanımda durmadılar. hiçbir pişmanlık dahi hissetmediler bunlar" dedi.
    --- spoiler ---

    edit: amacım bu mağdur insanları bu insafsız insanların eline bırakılmaması. biliyorsunuz cumhurbaşkanımız, başbakanımız gereksiz davalara müdahil olabilmektedirler.
    isteğim bu davaya milletvekillerinin, sivil toplum kuruluşlarının sahip çıkarak adaletin sağlanması yönünde baskı yapmalarıdır.

    cinayet anının videosunu buldum:

    https://www.youtube.com/watch?v=wjzs_qgkbiy

  • 2. volkan konak'ın amerika'ya taşınma kararı alması

  • 3. 7 eylül 2016 ülkücülerin gözaltına alınması

    (bkz: ülkücü aklı)

    bu iş haddini aştı mı? hadi ya? ciddimisin kurt? o sarı öküzü vermeyecektik değil mi?
    siz değnekçilik yaparken burda en liselisinden en fularlısına herkes bağırıyordu mhp değnekçilik yapıyor, bu işin sonu felaket diye. şimdi sıra size gelince mi bu iş haddini aşıyor?

  • 4. francesco totti'nin roma'ya veda mektubu

    27 yıl önce, roma’daki apartman dairemizin kapısı çalındı. annem fiorella kapıya cevap vermek için kalktı. kapının diğer tarafında kimin olduğu futbol kariyerimi tanımlayabilirdi.

    annem kapıyı açtığında, bir grup adam kendilerini futbol direktörleri olarak takdim etti.

    fakat roma’dan değillerdi. kırmızı ve siyah giyiyorlardı.

    a.c. milan’dan geliyorlardı ve ne pahasına olursa olsun gelip onlar için oynamamı istiyorlardı.

    annem ellerini kaldırdı. sizce o beylere ne söylemiş olabilir?

    roma’da çocuk olduğunuzda önünüzde yalnızca iki seçenek vardır: kırmızı veya mavi. roma veya lazio. fakat benim ailemde yalnızca bir seçecek vardı.

    ne yazık ki ben henüz küçük bir çocukken öldüğünden, büyükbabamı tanıyamadım. fakat o bana harika bir hediye bıraktı. ne kadar şanslıyım ki, büyükbabam gianluca çok büyük bir roma taraftarıydı ve bu sevgiyi, bana ve kardeşime aktaracak olan babama teslim etmişti. roma’ya olan sevgimiz, nesiller boyu varlığını sürdürdüğümüz bir şeydi. roma bir futbol kulübünden fazlasıydı. ailemizin bir parçası, kanımız ve ruhumuzdu.

    televizyonda çok fazla maç izleyemezdik. çünkü 80’li yıllarda, roma’da bile her zaman gösterilmezlerdi. 7 yaşıma geldiğimde, babam biletlerimizi aldı ve sonunda olimpiyat stadyumu’nda kurtlar’ı izleyebildim.

    gözlerimi kapatıp aynı hissi hatırlayabilirim. renkler, tezahüratlar, patlayan sis bombaları. stadyumda bulunan yaşam dolu bir çocuktum. etrafımdaki tüm o romalı taraftarlar içimdeki bir şeyi yaktı. bu deneyimi nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.

    bellissimo. (güzel)

    bunun için yegâne kelime.

    şehrin bizim tarafı san giovanni’de, beni elimde veya ayağımda bir futbol topu olmadan gören kimse olduğunu sanmıyorum. parke taşı sokaklarda, katedraller arasında, meydanlarda, her yerde futbol oynardık.

    genç bir çocukken bile, bu benim için sadece futbola duyulan sevgiden fazlasıydı. bunu kariyerim haline getirmenin hırsına daha o zamanlar sahiptim. odamın duvarında roma’nın kaptanı giannini’nin posterleri ve gazete kupürleri asılıydı. o bir ikon, bir semboldü. o, tıpkı bizim gibi roma’lı bir çocuktu.

    ve sonra, ben 13 yaşındayken, kapımız çalındı.

    a.c. milan’dan gelen adamlar kulüplerini katılmamı istiyorlardı. büyük bir italyan kulübü’nde başarılı olma şansı. neyi seçerdim ki?

    peki, benim kararım değildi tabii ki.

    patron annemdi. hala patron o ve oğullarına oldukça bağlıdır. her italyan anne gibi biraz fazla korumacıdır. bir şey olabileceği korkusuyla evden ayrılmamı istemedi.

    direktörlere “hayır, hayır” dedi. söylediklerinin hepsi buydu. “üzgünüm. hayır, hayır.”

    ve son. ilk transfer teklifim patron tarafından geri çevrilmişti.

    babam, beni ve abimi hafta sonları maçlarımıza götürüyordu ancak pazartesiden cumaya sorumluluk annemdeydi. milan’a hayır demek zordu. çünkü ailemiz için büyük bir para anlamına geliyordu. fakat annem o gün bana bir ders verdi. hayattaki en önemli şey, evindir.

    sadece birkaç hafta sonra, genç takım maçlarımdan birinde izlendikten sonra, roma bana bir teklifte bulundu. sarı ve kırmızıyı giyecektim.

    annem bilmişti. o benim kariyerime çok farklı şekillerde yardım etti. evet, koruyucuydu -ki hala öyle!- fakat benim her gün sahada olduğumdan emin olmak için çok fazla fedakarlık yaptı. o ilk yılların onun için zor olduğunu biliyorum.

    antrenmanlara beni götüren annemdi. sahanın dışında beni beklerdi. ben antrenman yaparken iki, üç, bazen dört saat beklerdi. yağmur, soğuk dinlemeden beklerdi.

    benim hayallerime kavuşabilmem için bekledi.

    maçtan 90 dakika öncesine kadar olimpiyat stadı’nda roma formasıyla ilk maçıma çıkacağımı bilmiyordum. tesislerimizden sahaya gidene kadar otobüste oturdum ve heyecanım büyüdü. önceki gecenin uykusundan kalan tüm sükunet de gitmişti. roma taraftarı diğer herkesten farklıdır. roma formasını giydiğinde senden çok şey beklerler ve kıymetini ispat etmelisindir. hataya yer yoktur.

    ilk maç için sahaya çıktığımda evim için oynamanın gururuyla dolup taşıyordum. büyükbabam için. ailem için.

    25 yıl boyunca baskı –ayrıcalık- asla değişmedi.

    elbette hatalar oldu. hatta real madrid için roma’dan ayrılmayı düşündüğüm bir an bile vardı. çok başarılı bir takım, belki de dünyanın en güçlü takımı, onlara katılmanı istediğinde başka bir yerde hayatın nasıl olabileceğini düşünmeye başlarsın. roma başkanıyla konuştum ve bu bir fark yarattı. ama sonuçta ailemle yaptığım konuşma, bana hayatın ne ile ilgili olduğunu hatırlattı.

    ev her şeydir.

    roma 39 yıldır evim oldu. futbolcu olarak da 25 yıldır evim. umarım ligi kazanırken ya da şampiyonlar ligi’nde oynarken roma’nın renklerini mümkün olduğunca yükseğe çıkarmış, yapabildiğim en iyi şekilde temsil etmişimdir. umuyorum ki sizleri gururlandırmışımdır.

    benim düzenini kurmuş bir adam olduğumu söyleyebilirsiniz. eşim ılary ile nişanlanana kadar ailemin evinden taşınmamıştım. geriye dönüp burada geçirdiğim zamanı ve neleri özleyeceğimi düşündüğümde, günlük şeyleri, rutini özleyeceğimi biliyorum. saatlerce antrenman, soyunma odasındaki sohbetler. en çok da takım arkadaşlarımla her gün oturup kahve içmeyi özleyeceğim sanırım. belki bir gün direktör olarak takıma dönersem, bu anlar hala orada olur.

    insanlar bana neden bütün hayatımı roma’da geçirdiğimi soruyor.

    roma benim ailem, arkadaşlarım, sevdiğim insanlar. roma deniz, dağlar, anıtlar. roma elbette ki, aynı zamanda romalılar.

    roma sarı ve kırmızıdır.

    roma, bana göre dünyadır.

    bu kulüp, bu şehir benim hayatım olmuştur.

    her zaman.

    kaynak

  • 5. serenay sarıkaya ve barbara palvin'in mavi reklamı

    barbara dururken bol bol serenay'ı gösteren reklem. bir nevi karışık kuruyemişe leblebiyi basmak, dayı torpili, fetöcülük gibi bir şey.

  • 6. 7 eylül 2016 burçların değişmesi

    eski bir akrep burcu erkeği olarak terazi burcu olduğumu öğrendim.
    zaten böyle bir değişim hissediyordum kendimde.akrep burcu erkeği için söylenen kinci,şerefsiz,am budalası gibi özelliklerden arındım klasik müzik dinleyip,resim falan yapmaya çalışıyorum.allahını seven üstüme fazıl say fırlatsın.

  • 7. bacaklarını açmasan olmaz mıydı

    sapık bir hakimin beyanatı.

    neyse ki olay kanada'da gerçekleşmiş ve bu hakim göklere çıkarılmak yerine meslekten men edilmiştir.

    türkiye'de kendisi gibi onlarcası cb önünde olmayan cübbe düğmesini iliklemekte.

  • 8. iphone 7

    bu akşam 20:00'den itibaren olacakları özetleyeyim;

    - açılış... "wouuv... yeaaa" diye bağıran izleyiciler.

    - "geçen sene şöyle iyi geçti, böyle rekorlar kırdık, paranın amına koduk"...

    - iphone 7'nin neye benzediğini gösteren kısa tanıtım videosu (görmeyen kalmış gibi!)

    - yeni özelliklerinin tek tek anlatılması... demolar falan... araya sık sık "perfect! fabolous! magnificent! tremendous!" gibi kelimelerin serpiştirilmesi. daha ince, daha hızlı, daha daha...

    - milletin telefonu kullandığını gösteren starbucks'ta macbook air'iyle çalışan tip özendiriciliğinde bir video... içte beliren "vay amk. millet kullanmaya başlamış bile, biz daha 3310'a talim" hissi.

    - one more thing... çığlıklar, çığlıklar...

    - jonathan ive reis'in klasik "bugüne kadar yaptığımız en iyi iphone" konuşması. sanki geçen seneki iphone'dan daha kötü olabilirmiş gibi

    - şu gb modeli şu kadar usd konuşması

    - "şu tarihte şurdan alabileceksiniz ama lütfen kuyrukta kavga etmeyin, hamile ve yaşlılara öncelik verelim, parayı bozuk olarak uzatmayın" nutuğu.

    - istiklal marşı ve kapanış.

    ilk ay kimse bulamaz. stoklar kısıtlı tutulur ki anne çocuğunu tanımasın, her şey çirkinleşsin, stokta görülür görülmez alma hissi çılgın atsın.

    ardından ilk alanlar telefonunu pamuklara sarması. tuğla kılıflar kullanması. ortamlarda masaya koyunca gurur duyması. "ayy bu 7 miii?"ci teknoloji gurularının eline alıp incelemesi.

    bir kaç ay böyle... sonra hevesin geçmesi... 1 yıl sonra da "s"in çıkması ve dön başa!..

  • 9. tuvalet kağıdını çöpe atma saçmalığı

    iğrenç bir durum. çöpten ekmek toplayan insanların olduğu dünyada en azından onlara saygı duymak için atmamak gerekir.

    tıkanma problemini mühendisler çözsün bir zahmet. binlerce ev yapıp alt yapıyı düşünme sonra çöpe attır.

  • 10. binali yıldırım'ın mister gülen tepkisi

  • 11. 6 eylül 2016 ışid'in tanklarımıza saldırı anı

    tankları anti-tank füzelerine karşı koruyan aktif elektronik perdeleme sistemleri var. her gün 10 tankın bu füzelerle havaya uçurulduğu suriye bataklığına bu tankları koruma olmadan sürersin. çünkü türk askerinin kanı ucuzdur. şehit oldu der geçersin. asker neden şehit oluyor diye itiraz edene de vatan haini dedin miydi iş tamamdır.

  • 12. apple airpods

    başörtüsü ile birlikte birçok sınav için harika kombin yapılabilecek alet.

  • 13. 7 eylül 2016 yasa dışı bahis operasyonu

    bets10 hemen koymuş çocuğu ortaya:
    site kapanır mı?
    evet: 1.70
    hayır: 2.20
    fırsatçı pezevenkler.

  • 14. adana baraj gölü'nde pirana yakalanması

    asıl ilginç haberin, bugüne kadar böyle sinirli ve psikopat bir balığın adana'da nasıl olur da görülmemiş olduğu gelişme. yani cuk diye oturmuş;

    adana piranası, gayet saldırgan, ağzı bozuk, garip huyları olan bir türdür. karada yaşayabildiği gibi, adliye, meyhane gibi alanlarda da görülmektedir. en sevdiği yiyecek, tatlı su kebabı ve şalgamdır.

    edit: lan balığa çubuk neyim atmışlar, balık da onu dişlemiş. yemin ederim müthiş bir birlikteliğin doğuşuna tanık oluyoruz. hahaha

  • 15. ateistlerin çelişkileri

    dindar arkadaşların çelişkilerinden çok olmayandır.

    şöyle bir şey yazılmış başlıkta;

    "bir çoğu; tanrının varlığı, yokluğu konusuna bilimsel bir bakış açısıyla ve mantıkla yaklaştığını, bu yüzden tanrının var olamayacağını, iddia ederler.

    sorarım, "kaç yaşında ateist oldun?"
    cevap: 13 veya 14 veya 15 veya 16 veya 17 veya 18 veya 19..."

    çelişkiyle arasındaki ilişkiyi anlamadım gerçi ama eğer bu bir çelişkiyse hemen çevirelim ters tarafa;

    "bir çoğu; tanrının varlığı, yokluğu konusuna inançlı bir bakış açısıyla ve kalple yaklaştığını, bu yüzden tanrının var olduğunu, iddia ederler.

    sorarım, "kaç yaşında bu dini seçtin?"
    cevap: doğduğum andan beri, kendimi bildim bileli...

    şahsen bana göre 13 yaşında birinin yaptığı seçim, doğduğu anda bir şey seçebileceğine inanana göre daha mantıklıdır ve bu yaşlarda yapılan bir seçimin bilimsel ve mantığa uygun olamayacağını söylemek saçmalıktır.

    ha kişi, "ben 13 veya 14 veya 15 veya 16 veya 17 veya 18 veya 19..." yaşında gerçekten dindar olduğumu fark ettim derse de ateist kardeşinin senden ne eksiği var o zaman derim.

  • 16. kulağa hoş gelen şehir eyalet kombinasyonları

    houston, teksas.

    üstüne tanımam.

    anket bitince amin deniyor muydu?

  • 17. pkk'lı teröristlerin atılmasını istemeyen chp

    zamanında ergenekon, balyoz, devrimci karargah operasyonları sonucu işlerinden olan, itibarları zedelenen, şimdi ise göklere çıkarılan asker, polis, hakim ve savcıların da haklarını savunmuş, "yapmayın, etmeyin, herkesi bir potada eritmeyin" diyerek daha şimdilerde ne kadar haklı bir tutum sergilediği dillendirilen ve her daim haksızlığa, hukuksuzluğa karşı çıkan chp'dir.

    bu kez de pkk kılıfına sokulup, ne kadar muhalif varsa avlanacağı için yine karşıt bir duruş sergilemekte ve en doğru olanı yapmaktadır. sendika üyeliğini, gazete aboneliğini, banka hesabını terör suçu kapsamına sokan çomarların anlayamayacağı şeylerdir bunlar.

    (bkz: 7 eylül 2016 ülkücülerin gözaltına alınması)

  • 18. 1991 yılında zonguldak'ta çekilmiş fotoğraf

    1991 yılında gerçekleşen büyük madenci yürüyüşü sırasında mehmet özer tarafından çekilen harika fotoğraf.

    https://i.redd.it/a2xgdnad4zjx.jpg

    (bkz: 4-8 ocak 1991 büyük madenci yürüyüşü)

    "30 kasım'dan yürüyüşün başladığı 4 ocak 1991 tarihine kadar, genel maden- iş'e bağlı 48 bin işçi yekpare halde greve katılır ve çevre il/ilçelerin de zonguldak'a gelişiyle şehir türkiye tarihinin en büyük işçi hareketlerinden birine sahne olur. o dönem zonguldak, bugünkü karabük ve bartın illerini de içermektedir. yani bugünden bakılarak o günün tanıkları dinlendiğinde; üç şehrin tek merkezde toplandığı ve sokaklarda konuşulan tek konunun grev olduğu anlaşılmaktadır.

    peki; üç şehrin işçileri nasıl hep bir arada kalır, örgütlülük nasıl sağlanır? şehrin megafon sistemlerinin yetersizliğine rağmen kabloların neredeyse tüm sokaklara döşenerek şehre kurulan bir hoparlör sistemiyle işçilerin hareketin her anından haberdar olması sağlanır. bugünden bakıldığında, 1991'in twitter'ı sendika binasına gelip söz alan işçilerin hoparlörlerdeki sesleridir.

    3 ocak 1991 tarihi geldiğinde, sendika yetkililerinin hükümetle görüşmelerinden sonuç çıkmamıştır, zonguldak işçileri 1 ayı aşkın süredir maaşlarını alamamaktadır, kış çöker, eylemlere katılan işçilerin bir kısmı işyerinden kovulur; ancak erzak yardımları ve halkın grevdekilerle dayanışması hareketin yarım kalmayacağının habercisidir. dünyanın uzak uçlarındaki işçiler dahi zonguldak'taki greve sessiz kalmaz. öyle ki, hükümet kömür ihtiyacını karşılamak için yurt dışından kömür ithali yapmaya karar verir; ancak avustralya ve güney afrika'da kömür gemilere yükleneceği sırada liman işçileri dayanışma içinde yüklemeye direniş gösterir ve gemiler türkiye'ye boş döner.

    genel maden-iş'in bağlı olduğu türk-iş 3 ocak 1991'de türkiye çapında 1 günlük genel grev kararı almıştır. zonguldak'ta sendika, genel grevi sürdürebilmek amacıyla 4 ocak'ta toplu halde ankara'ya gitmeye karar verir. ancak ankara'ya gitmek için istanbul'dan beklenen 1150 otobüs hiç gelmeyecektir. şemsi denizer 4 ocak sabahı 10.30'da madencilerin toplandığı meydana bakar ve : "arabalarımızı engellediler. arabayla gidemiyoruz. ama ayaklarımız var. yürüyeceğiz." açıklamasını yapar.

    yürüyüşün tanıkları 300 km'lik yolu yürümeye saatler içinde karar verildiğini, sendika dahil hiçbir kurumun veya işçinin yürüyüşe yönelik örgütlenmediğini belirtmektedir. 4 ocak öğleden sonraya kadar, zonguldak'taki birçok evden işçilere battaniye, ayakkabı gibi ihtiyaçlar sağlanır. şemsi denizer, yürüyüşe katılmaya kararlı olan madenci eşlerine zonguldak'ta kalmalarını söyler, ancak kadınlar bu öneriyi dinlemeyecek ve yürüyüşün en önemli aktörlerinden biri haline gelecektir. yürüyüş başlar ve kitle çevre ilçelerden geçtikçe katlanarak büyür. yaklaşık 100 bin kişi ankara'ya yürümektedir...

    1. gün (4 ocak 1991)

    genel maden-iş yöneticileri, kitleyi hızla konvoylara ayırır, her madenci kendi ocağındakilerle yürüyecektir. her konvoya sorumlular atanır ve gruplara, tanınmadığı kişileri aralarına almamaları uyarısı yapılır. bu şekilde yürüyüşte herhangi bir provokasyon olmaması sağlanır ve kortej, hiçbir karışıklık çıkmadan 5 gün boyunca yürür.

    madenciler, şehre 15 km uzaklıktaki karamanlar köyü'nde ilk molasını verir. mola bitip yola devam edilirken ilk barikatla karşılaşırlar ancak bu barikat, madencileri durdurmaya yetmeyecektir. akşam saatlerinde 10 km daha yürüdükten sonra, devrek'e ulaşır ve geceyi burada geçirirler. devrek halkının büyük çoğunluğu evlerini madencilere açarak yürüyüşe büyük destek verir. bu sırada ankara'nın çankaya'sında madencilerin geldiği haberinin ardından, olağanüstü güvenlik önlemleri alınır.

    türk-iş ve başkanı şevket yılmaz, yürüyüşe ilk etapta tepki verir. denizer, "türk işçi hareketinin önündeki en büyük engellerden birisi şevket yılmaz'dır." der. yılmaz'ın cevabı ise yürüyüşün, 3 ocak genel grevi sonrası hükümetle pazarlığa gölge düşürebileceği olur.

    2. gün (5 ocak 1991)

    5 ocak sabahı şemsi denizer, kendi aracıyla başbakan yıldırım akbulut'la görüşmek üzere bolu'ya gider. görüşmede akbulut, madenlerin işçilere devredilmesini önerir. sendikanın devir konusundaki şartları ise şöyledir:

    türkiye kömür işletmeleri'nin bütün borçlarını devlet üstlenecek.
    kıdem tazminatlarını devlet bir hesapta bloke edecek.
    madencilerin koşullarını iyileştirmek için devlet, harcama yapacak.
    madenden çıkan kömürün tonu 30 lira yerine 100 liradan satılacak.
    hükümet şartları kabul etmez ve görüşme tıkanır.

    madencilerse devrek'ten çıkarak yollarına devam eder. birkaç kilometre sonra dorukhan tüneli'ne ulaşan madenciler, bir barikatla daha karşılaşır. vali ve kolluk kuvvetleriyle görüşmeler sonucu bu barikat da aşılır.

    başbakanla görüştükten sonra korteje geri dönen denizer, işçilere toplantıyı şöyle anlatmaktadır:

    “görüşme falan yok... görüşmek için ön şart öne sürdüler... yürüyüşü bitirin gelin dediler... para filan vermeyiz, teklif de sunmuyoruz; yürüyüş sırasında olabilecek her şeyden siz sorumlusunuz dediler."

    yürüyüş mengen'e ulaşmıştır. 5 ocak salı günü 40 km daha kat edilmiştir.

    3. gün (6 ocak 1991)

    madenciler ankara'ya yaklaşmaktadır, gerilerinde 70 km yol bırakırlar; ancak bir gün öncesinde zonguldak'tan gönderilen ilaç, battaniye, gıda gibi ihtiyaçların madencilere ulaşması kolluk kuvvetleri tarafından engellenir.

    hükümetin denizer'e çalışma ve sosyal güvenlik bakanı imret aykut aracılığıyla gönderdiği not nettir: "yürüyüşü bitirmezseniz, sizinle görüşmeyeceğiz." aynı anda turgut özal, denizer'i kast ederek "o zatla görüşülmez" açıklamasını yapar.

    sendika bürokratları toplanır ve yürüyüşün geleceğine dair kısa bir toplantı yapar. saat 10.00 sıralarında eyleme katılan kadınlar mengen'deki bir düğün salonunda toplanır. denizer, kadınlara zonguldak'a dönüp dönmeyeceklerini sorduğunda aldığı cevap "ölmek var, dönmek yok!" sloganıdır.

    aynı anda meclisteki anap sıralarından türk-iş'in 3 ocak grevi'nin toplu iş sözleşmesi kanunlarına aykırı olduğu için sendikanın kapatılması gerektiğine dair sesler yükselmektedir.

    4. gün (7 ocak 1991)

    mengen'den sonraki durak gerede'dir; ancak ilçeye ulaşmadan üçüncü barikatla madencilerin önü kesilir. bu kez çıkan arbede de barikat önünde bekleyen işçilerden 201'i göz altına alınır.

    öte yandan bakanlar kurulu toplantısında imren aykut, başbakan'ın aksine yürüyüş devam etse dahi denizer ile görüşebileceğini beyan eder.

    madenciler mengen'e geri dönerek; sendika, partiler ve hükümet arasındaki görüşmelerin sonucunu beklemeye koyulur.

    5. gün (8 ocak 1991)

    madencilerin mengen'deki bekleyişi, ankara'ya gitmek üzere yola çıkacak olan denizer'in konuşmasıyla son bulur. denizer, karşısında ankara'ya yürümeye kararlı duran kitleyi görür ve belediye binasının balkonuna çıkarak işçilere seslenie. her zaman yaptığı gibi işçilere "canlarım, ciğerlerim" diyerek söze başlar ve devam eder:

    "işçiler hak arama mücadelesinin dışına çıkmazlar. aralarına kışkırtıcı sokulsa da. … işçi-sendika bütünlüğü içinde, disiplin kurarak kenetlendik. … başarı, disiplin, güven, bunu siz yarattınız. türkiye işçi sınıfı, emekçi halkı, sizinle övünüyorum. eylem amaçlıdır. yürüyüş planımız, anlaşma ortamı yaratmaktı. bugün yönetim kurulu ile ankara’ya gidiyorum. üç gün zonguldak’a gelemiyorum.

    denizer: "şimdi biz önceden planladık. işareti ben veririm demiştim. bana inanıyor musunuz?"

    işçiler: "evet."

    denizer: "bana güveniyor musunuz?"

    işçiler: "evet. gemileri yaktık, geri dönüş yok."

    denizer: "yürüyüş eylemi bitmiştir. sizler zonguldak’a dönüyorsunuz."

    bir kadın: "hayır başkan, hayır, geri dönüş yok."

    işçiler: "geri dönüş yok. başkan ne derse onu yaparız."

    denizer: " ben böyle istiyorum. suçlayacaksanız beni suçlayın. genel başkan olarak konuşuyorum. … anlaşma ortamı yarattık. (eliyle geri dönüş yok diyenleri işaret ederek) kışkırtıcılar seslerini kessin. maden işçileri oyuna gelmez."

    işçiler: "başkan ne derse o olur.”
    konuşmanın ardından denizer ankara'ya yola çıkar, madenciler ise zonguldak'a döner. büyük madenci yürüyüşü, kesin kazanımlara ulaşamamıştır; ancak türkiye tarihinin en geniş çaplı işçi yürüyüşü olma özelliğini koruyacaktır."

    yazının tamamı için:

    http://www.hafizakaydi.org/…madenci-yuruyusu/hikaye

  • 19. taharet musluğu saçmalığı

    amerikada yaşamış ve bu musluğun olmamasından dolayı kendini hep kötü hissetmiş biri olarak söylüyorum, linç edin ibneyi.

  • 20. meksika'da bir restoranda umursamazca sevişen çift

  • 21. nefret edilen mimari tasarımlar

    1 levent ile 4 levent arasındaki finansbank'ın binası...

    bir de "cumhuriyet yarak gibi bir şey" mesajı verircesine inşaa edilmiş esenler cumhuriyet camisi...

  • 22. isveç'te günlük mesainin 6 saate düşürülmesi

    çok uzun süreli çalışma saatleri insanda psikolojik baskı yaratıyor bence.
    işleri zipleyerek, daha kısa çalışma süresine toplamak hem konsantrasyonun dağılmasını engelliyor, hem de çalışanda akşam erken çıkacak olmanın mutluluğu bulunduğundan, daha verimli olunuyor.
    öteki türlü insan ay bir çay, bir sigara, iki feysbuk, üç sözlük derken işi de savsaklıyor, zamanı da...

    yani kısa mesaide "işimi bitirip gideyim, yaşayayım" var, uzun mesaide ise "tüm gün burdayız zaten amk, biraz da mola verelim" kafası...

  • 23. aldatmayan erkek

    ustama sordum bigün damdan düşer gibi, "abi aldatmadın hiç di mi yengeyi?"
    haza efendiden bi adamdır. evine barkına düşkün, çocuklarına tapan modeldir. dükkan-ev yaşar.

    "yok" dedi.
    "neden" dedim.

    "delfi, şimdi ben 38 yaşındayım, hanım 34. şimdi tabi bakıyosun etrafta gencecik kızlar dolanıyo. çok da güzeller. canı çekmiyo mu bi erkeğin? valla çekiyo bazen. inkar edemem.
    ama sonra düşünüyorum, hanımım da öyleydi eskiden. 16 yaşındaydı bana geldiğinde. bıcır bıcırdı, çok güzeldi. ben onu aldığımda, o da etrafta dolananlar gibiydi.
    şimdi bakıyorum , tabii 2 çocuk doğurdu, vücudu filan deforme oldu haliyle.
    ama bu çocukları bana doğurdu hanımım. biz beraber bi yola çıktık, o bana güzel çocuklar, sıcak bi yuva verdi. sevgisini, ilgisini, ömrünü verdi.
    ben de o 20 yaşındaki delikanlı değilim. bak benim de saçlarım ağardı, ben de kilo aldım. ben de artık geçtim o yaşları.

    yapmadım. bi tarafa eşimi koydum, onun verdiği yılları, feda ettiği şeyleri, emeğini, sadakatini, ona duyduğum sevgiyi.
    öbür tarafa 3 dakkalık zevki koydum.
    'değmez' dedim sonra."

    ...

    çirkin de bi adam değildir bu arada. ama "adam" işte zaten. çirkin olsa noolur.
    yuvaları daim olsun.

  • 24. biranın yanında iyi gidenler

    marjinal fikirler sizin olsun.

    biranın yanında giden en iyi şey tuzlu fıstık arkadaşım. ötesi yoktur.

  • 25. türkiye'de kurulan fight club odası

    15 dakikası 120 lira olan aktivite.

    o parayı bana verip beni dövebilirsiniz. dilerseniz 2tl farkla karşılıkta verebilirim.

    https://youtu.be/8n8pqt-yiwu

  • 26. selin şekerci

    ben bu kızı sevmem, o da tanısa muhtemelen beni sevmez ama ülkenin durumu beni en çok üzen.

    bu kız ne yazmış?

    "fenerbahçe hello kitty ile anlaşmahahaha" tarzı bir şey yazmış. bu ne demek? kızımız "fenerbahçe'nin hello kitty ile anlaşması komik" demek istemiş.

    hakaret var mı? yok.

    küfür var mı? yok.

    karşılığında sabahtan beri kızın yemediği küfür kalmadı. kız arada çıktı, özür diledi, yaptığım bir şakaydı, kimseye hakaret etmedim dedi. küfürler artarak devam etti. en sonunda da selin şekerci'nin işinden edildiğine dair iddialar çıktı. doğruysa çok acı.

    tirbünlerde diğer takımların taraftarlarına etmedik küfür bırakmayanlar şuncacık olaydan dolayı kızı işinden etmeye çalışıyor.

    yok çarşı'ya terörist demiş de emine erdoğan'la dalga geçmiş de... bırakın bunları? hepimiz biliyoruz ki olayın sebebi dünkü tweet. eğer değilse neden diğer tweetler atıldığında tepki göstermediniz? yaptığınız iki yüzlülükten başka bir şey değil.

    şimdi fenerbahçeli kardeşim, sen çıkıp "fikret orman tolga zengin çok iyi kaleci dedi, huhahahaha" diye facebook'a yazsan, buna kızan beşiktaşlılar seni işinden etse hakettim mi diyeceksin?

    bir türlü farklılıklarımızla birlikte yaşamayı öğrenemedik. herkes birbirinin fikir ayrılıklarına saygı gösterse süper ülke olacağız ama bizden olmayanı sindirelim şiddeti hayatın her alanında. en başta ne dedim? ben bu kızı sevmem. ama gördüğümde "ben de bu kızı hiç sevmiyorum" diyip geçiyorum. onun da umrunda olmuyor. siz de sevmiyorsanız izlemeyin. ne bu şiddet bu celal?

    madem sevmiyorsun, neden bunu yazdın diyen olursa da buraya tarihle alakalı bir referans bırakayım, bilenler anlayacak, bilmeyenler de araştırıp öğrenebilir.

    "bayım, söylediklerinize katılmıyorum ama bunu söyleme özgürlüğünüz için canımı dahi verebilirim."

    edit: bazı yazarlar mesaj atıp uyardı. "selin hanım çarşı'ya terörist dememiş, bilakis çarşı'ya terörist diyen biriyle dalga geçmiş". aslında ben bunu biliyordum, kendisine saldıranların argümanını yansıtmaya çalışmıştım ama yine de yanlış anlaşıldıysa buradan tekzip edeyim.

  • 27. beşiktaş'ın juventus gibi arayı açması

    buna gerçekten inanan arayı açsın beklesin.

  • 28. fernando muslera'nın beşiktaş'a transferi

  • 29. merkel'in fırça yiyip arka sıraya gönderilmesi

    (bkz: ağlamıyorum gözüme demokrasi kaçtı)

    bundan yaklaşık 5 yıl önce meclis kürsüsünde rte konuşurken chp ve mhp milletvekilleri erdoğan'ın konuşmasına tepki göstermiş; bunun üzerine rte oturumu yöneten chp'li tbmm başkan vekili güldal mumcu'ya dönüp, "sen bunları susturamıyorsan, ben sustururum" diye çok fena bağırmıştı.

  • 30. hususi pasaport

    2 bin lira maaş alıyo diye küçümsenen memur türkiye cumhuriyeti devletinin bir çalışanı ve gittiği ülkede bu devleti temsil ediyor. ailesi de yine aynı şekilde. sen 10 bin maaş değil istersen 100 bin maaş al hiç bi boku temsil etmiyosun ve belki uyuşturucu kaçakçısısın belki pezevengsin hiç bir resmi ünvanın yok. ve sonuna kadar güvenilmezsin git belgelerini topla vize başvurunu yap gideceğin ülke senin güvenilir biri olduğunu görsün öyle git nereye gideceksen. aradaki farkı anlayamayan sığırlara laf da anlatılmaz ya neyse.

  • 31. köpek beslemenin insana hiçbir faydasının olmaması

    bir haftadır üzüntüden, sinirden, stresten yıkılıyorum. boş vakitlerimi ağlayarak geçiriyorum da diyebilirim ve yanımda sadece kim var dersiniz? bence de anladınız. o küçücük varlığın verdiği huzuru ve enerjiyi şuan bana verebilen hiçbir insan yok hayatımda. olmasın da zaten, umurumda değil.

    yok tüyü dökülüyor, ay halıya sıçıyor, aman havlıyor diye bahane uyduranlar eminim ki bir kez olsun bunu tatmamistir. suan ben bunalimin esigindeyim, kopegim de hasta. beraber uyuyoruz, beraber uyaniyoruz, beraber evi dagitiyoruz, beraber topluyoruz, hava almaya beraber cikiyoruz, cikamazsak da yine beraber bunaliyoruz. o iyilestikce ben de keyifleniyorum. bundan ote fayda mi olur? birak haliyi gelsin kafama sicsin isterse, canini yedigim.

  • 32. nasa'nın burçlara el atması

    nasa burçların tarihlerinin değiştiğini açıklamış. sebebiyse dünyanın yörüngesel salınımı nedeniyle yıldızların dünyaya göre olan pozisyonunun değişmesiymiş. yetmemiş yeni burç eklemişler.

    burcunun özelliklerini taşıdığını iddia edip yeni puan sisteminde burcu değişenler mitomantik mi oluyor bu durumda? beter olun *

    (bkz: bir gecede burçsuz kaldık)

    http://www.ntv.com.tr/…fqndw/jxmkrjqigu-_22-sbepf0q

    edit: başlık burçların değişmesi değil, nasa'nın burçlara el atmasıdır. burcunuzun değişmesi çok da skimde değil açıkcası. nasa'nın bu yönde bir açıklaması daha önce varsa mağara esprisi yapabilirsiniz.

  • 33. gizli çekimle ablasını internette yayınlayan çocuk

    hormonlarının kurbanı olan çocukmuş.

    ha siktirin.

    ulan bizde ergen olduk, bizim de hormonumuz vardı. gidipte anamızın, bacımızın, babamızın, dayımızın götünün fotoğrafını çekip ooo yeahhh demedik.

    he tabi bizim ergenliğimizde periskop da yoktu, akıllı telefonda.

  • 34. galatasaray

  • 35. kanada'ya göç eden çiftin ekşi sözlük'e mektubu

    ilkini okumuştum, bunu da okudum.

    ne güzel giydirmiş lan :) şehir zannedilen devasa köylerde, araplaşmanın dibine vurmuş ve her geçen gün en medenisini bile kendine benzeten bu berbat toplum kültüründen maksimum seviyede soyutlanacak maddi durumunuz yoksa, dünyanın en mutlu altıncı ülkesine göç etmeye karar vermek ancak akıllı insanların yapacağı iştir.

    kiminin biraz daha sabrı vardır, kimi uyuşmuştur, kimi alışmıştır, kiminin imkanı yoktur, kimi vazgeçmiştir, kimi beyaz türk tamlamasını sol söylem zanneden bir geri zekalıdır, kimi de talihsiz bir türkiye gerçeğidir, gitmez.

    kimi de gider, işinize gelmediği için okumaya korktuğunuz iki satırla dünyanın bi ucundan sizi oturduğunuz yerde kanser eder.

    güle güle yaşayın. arap bokuna heveslenen bu insanlarla ömür tüketmeye değmez. elimize silah alıp savaşacak olsak tamam da, düşman öyle karanlık ki, kendilerinin iliklerine işlediğini bile fark edemiyorlar. düşman öyle akıllı ki milyonlara bölünmüş, hedefsiz bırakıyor.

    ensara ses çıkarmayan çomar sürüngenler için kılımı kıpırdatmam artık. "burada kalıp ülkeyi kurtarıcuh" cümlesindeki ülke kısmı tam olarak tecavüzcü orospu çocuklarının tanımı. o yüzden siktir et, paçasını kurtarana sevin.

  • 36. jan olde riekerink

    dünyanın en iyi teknik direktörü değildir.

    dünyanın en iyi teknik direktörü olması için beşiktaş'ın başında olması gerekirdi.

  • 37. 12 numara

    hani "pavalı köpek" muhabbeti vardı ya, he bu o işte. bir fenerbahçeli olarak diyorum bu adamlar fenerbahçe'yi falan temsil etmiyor. son zamanlarda bu ergen twitter kullanıcılığı yüzünden beşiktaş'dan yedikleri tokatın haddi hesabı yok zaten. bir fenerli olarak üzülüyorum ama içten içe bu ergenlerin göt oluşunada seviniyorum. caner ve gökhan transferlerinde rezil rüsva oldular resmen. sezon sonu oğuzhan'ı alacağız falan diyorlardı, adamlar sezon sonu gelip bizim basiretsiz yönetim yüzünden iki ciğerimizi alıp gittiler. bunlarda melis moduna girdiler o dönem. neyse, kısacası adminleri muhtemelen 17 ile 22 yaş arası çoluk çocuk.

    aklı başında hiçbir fenerli bu oluşumu ciddiye alıp takip etmemeli. selin şekerci'ye yaptıkları terbiyesizlik ve acizlikten başka birşey değil. güçleri ancak sosyal medyadan onu bunu taciz etmeye yeten bir garip oluşum.

  • 38. 7 eylül 2016 metro turizm rezaleti

    yakın bir arkadaşımın başına gelmiş ciddi bir rezalettir.
    arkadaşımın ekşi sözlük hesabı olmadığı için onun yerine, onun ifadeleriyle ben yazacağım:
    herkese merhaba. okulumun uygulamış olduğu anlamsız ve sıkıntılı bir yaptırımdan dolayı aceleyle 7 eylül 2016 tarihli kalkış saati 22.00 olan erzincan-kayseri seferine metro turizm'den(boş koltuğu olan tek turizm firması bu olduğu için) bilet aldım.
    valizimi hazırladım ve hemen evden çıktım. saat 21.50'de erzincan terminaline vardım.otobüsün kalkacağı peronu öğrenip o kalkış peronuna gittim. oraya vardığımda oradaki metro turizm görevlisinin ifadesi kafamda şimşek gibi çaktı. sakince otobüsün az önce geçtiğini söyledi. ve de ortada önemli hiçbir şey yokmuş gibi özel arabamız varsa otobüsün peşine düşmemizi söyledi. (bu da ne demekse) biz yine de sakinliğimizi koruyup nereye gitmemiz gerektiğini sorduk. ve şehrin ucunda bir yerde otobüsün beklediğini söyledi. aceleyle oraya doğru gitmeye koyulduk. 7 dakikada oraya vardık. vardığımızda ortada ne otobüs vardı ne başka bir şey. metro yazıhanesini 8 kez aradım ama kimseyle muhatap olamadım. 9. seferde ulaşabildim ve bana otobüs şoförünün numarası verildi.(sanki muhatabı benmişim gibi) otobüs şoförü bana, bulunduğum yeri çoktan geçtiğini söyledi. yazıhanenin de kendisine bilgi vermediğini bana yapabileceği hiçbir şey olmadığını söyledi.
    zaten şoför 22.07 de bulunduğum yeri çoktan geçtiyse kendisi erzincan terminalini 22.00 dan daha önce geçmiş olduğu anlaşılıyordu. (30 kmlik bir mesafe. takriben 21.50 sularında terminali geçmiş.)
    geri terminale döndüm ve yazıhaneye polise gidip şikayetçi olacağımı bildirdim. o sıraya yazıhane görevlisiyle tartıştım ve paramın iadesini istedim. umursamadı. benimle dalga geçerek bileti nereden aldıysan oraya şikayet et dedi.( elektronik bilet uygulamasından almıştım.)
    fakat benim aciliyetim halen sürüyordu. yarın için (8 eylül 2016) kesinlikle okulda olmam gerekiyordu. metro turizm müşteri hizmetlerini defalarca aradım.kimseye ulaşamadım ve iyice sinirlendim. o sıraya başka firmalarla görüştük ve bir tanesinde biletli kişinin gelmeyeceğini öğrendik. ve apar topar onu satın alıp ona bindim. ve şu an çok şükür yoldayım.
    .
    .
    .
    evet arkadaşlar aynen böyle. normalde herhangi bir karalamanın içerisinde bulunmak istemem ama kasaba zihniyetli firmalara tahammülüm yoktur. hele ki bu firmalar kurumsal olduğunu iddia eden ciddi gözüken firmalar ise. bunlara prim verdikçe ve hiçbir şey olmamış gibi davrandıkça işler giderek daha da sarpa sarıyor. umarım bu tip firmalar hakettiği yeri bulurlar. bu da ancak yine bizim ilgimize/ilgisizliğimize kalıyor...
    edit: yıl olmuş 2016 siz halen metro turizm kullanıyorsunuz ben biraz da aklınızdan şüphe ederim. ama siz de çok prim veriyorsunuz diyen arkadaşlara açıklama da bulunuyum:
    erciyes üniversitesi tıp fakültesi bölümünde okuyoruz. fakültemizin sınıfına face id (yüz tanıma sistemi) geldi.
    okulumuz 5 eylülde açıldı.yani gectigimiz pazartesi.bayramdan 1 hafta önce olduğu icin sehir dısında olan bircok arkadasım gelmeyi tercih etmedi. fakat bizim fakültemizin her zaman ki arızalığı ile dün bildiri asıldı ve bu hafta yüzünü kaydettirmeyen tüm komite zamanı boyunca yok sayılacaktı.(komite tıp fakültelerinde ortalama olarak 1.5 aylık ders paketi sürecidir) ve çok zeki olduğunu iddia eden arkadaşlarım, komitenin tamamında yok sayılırsan direkt sınıf tekrarı yaparsın. mesela komite sınavından kalırsan sınıf tekrarıyla aranda çok az bir mesafe kalır. tıp fakülterinin bu anlamda ciddi zorluğu ve yaptırımı vardır.
    ben ölsem de metro turizm tercih etmem diyen sevgili arkadaş. diyelim tıp okuyorsun ve okula aciliyetle gelmezsen sene tekrarı yapıyorsun ve tek uygun olan turizm metro. n'aparsın ? köpppek gibi binersin o otobüse. teşekkür ederim.

  • 39. kırması zevkli olan şeyler

    eski uzun floresan lambalar.

    vuruyordun taşa, pıff diye dağılıyordu beyaz pudra gibi iz bırakıyordu filan. offf leş gibi doksanlar koktu.

    olsa da kırsak.

  • 40. takım elbise giyen üniversite öğrencisi

    benim kayserili bir arkadaşım menüde mantı olduğunu öğrendiği gün okula takım elbise giyip gelmişti.

  • 41. yabancı oyuncularla özdeşleşen dublaj sanatçıları

  • 42. birinin karadenizli olduğunu anlama yolları

    tatlıyla ayran içmesi bu konuda ciddi bir yer oluşturur.

  • 43. üst komşunun evinde 2008 yılının yaşanması

    her şey bir '' vur ulan '' çığlığıyla başladı.

    ne zamandır üst komşunun evinden gelen anakronik sesleri dinler, halla halla deyip geçerdim. mesela bir keresinde evden kutsi bağırıyordu '' aynadaki yüzünün karşılığı benim '' diye. dedim bu modası geçince dinlenecek bi şarkı mı yav? üstünde durmayıp geçtim. sonra bir keresinde nuri bilge'nin üç maymun'la ödül almasına sevindiklerine şahit oldum. yeni haberleri olduysa demek dedim. ama geçen akşam bir şeylerin ters gittiğinden o '' vur ulan '' cümlesiyle emin oldum.

    hiç kısık olmayan tv'lerinin sesinden anladığım kadarıyla maç vardı. hemde milli maç. benim niye haberim yok diye araştırıyorum, ne sözlüklerde döşeyeceğimiz bir borudan bahsediliyor, ne de başka bir yerde herhangi bir bilgi var. sesler yükseldikçe bunun şu meşhur türkiye-çek cumhuriyeti maçı olduğunu anladım. önce nostalji yapıyorlar herhalde zannettim her zamanki iyi niyetimle. ama bir nostalji için çok fazla heyecan vardı yukarıda. sonuçta nostalji dediğin muazzez ersoy sakinliğinde yaşanan bir şeydir. iyice dikkatimi çekmeye başladı durum. seslerini dikkatle dinliyorum. goller oldukça çılgınlar gibi seviniyorlar. ya sonucu bilinen bir maç için bu neyin coşkusu derken o dakika geldi. evet nihat'ın attığı süper golün dakikası. '' vur ulan '' çığlığını duydum. sonra yine büyük bir coşkuyla golü kutlama. bu sadece bir nostalji merakı olamazdı. bir golü canlı izlemeyen bir adam futbolcuya '' vur ulan '' demezdi, diyemezdi.

    daha fazla dayanamayıp maç bitince yukarı çıktım. fazla internet şifreniz varsa alabilir miyim deyip etrafı bi kolaçan edecektim. kapıyı vur ulan diye bağıran evin babası açtı. beni görünce '' ne çaktık ama beee '' deyip sarıldı. hala şaşkın şaşkın bakınırken adam '' kusura bakma olum, ülkenin hali perişan, bir maçla kendimizden geçiyoruz biz de işte '' dedi. diyecek daha iyi bir şeyim olmadığı için '' nasıl perişan '' diyebildim. '' görmüyor musun ergenekon filan başlattılar bunlar, memleketi bitirecekler. sattı ülkeyi amerika'ya, içini boşlatıyor şimdi de. bizimde elimizden hiçbir şey gelmiyor. kahroluyorum, çocuğum kahr. maç filan işte... '' amca bi saniye dedim. bi saniye ya ne demek ülkeyi sattı, ergenekon filan? ergenekon kız çıktı, haberin yok mu? noluyor lan burada? derken aralık kapıdan duvarda asılı duran takvime ilişti gözüm. yıl büyük harflerle yazdığı için sadece onu seçebildim; 2008. büyük bir hasssiktirle birlikte merdivenlerden koşmaya başladım. aşağı indim kapıyı kilitledim. tarihe saate baktım. vatsap uyarı hatası filanda vermiyordu. arkadaşları filan arayıp benim doğru zamanda olup olmadığıma baktım.

    emin olunca rahatlasam da bu insanları içlerinde bulundukları o durumdan nasıl çıkaracağım konusunda hiçbir fikrim yok. olayın üstünden bir hafta geçti hala bir fikrim yok. korkuyorum yakında tencere tava çalmaya başlayacaklar ve herkes durumu fark edecek diye. apartmanı karantinaya alıp ilaçlamazlar bizi inşallah.

  • 44. akp milletvekileri arasında hiç fetöcü olmaması

  • 45. ahmet ercanlar

    ahmet ercanlar'ı canhıraş bir şekilde savunmak için burada etmedik küfür bırakmayan insana anca acınır. allah anana sabır versin.
    (bkz: ahmet sen misin?)

  • 46. köprülerin trafiğinin azalması

    üçüncü köprüyü övme yarışına girenler sadece üçüncü köprüyü kullansa bence diğer köprülerdeki trafik epey rahatlar gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var.

  • 47. güzel mi pis mi olduğu anlaşılamayan koku

    çoğu zaman şehirlerarası otobüslerde tecrübe edilen kokudur. burnunuza gelen o hafif tatlı hafif mayhoş kokunun çantadan çıkan bir simit peynir ikilisinden mi yoksa henüz osuran bir teyzeden mi kaynaklandığına bir türlü karar veremezsiniz.

  • 48. hayata dair gülümseten detaylar

    7 yaşındaki kızımın sabahları uyanınca "bugün günlerden ne annecim ?" diye sorup, hangi yanıtı verirsem vereyim "yuppiii" diye bağırıp evin içinde bi yerlere doğru koşması.

    sırf günlerden çarşamba diye mutlu olmak nasıl temiz bir kafanın ürünü diye ben de mutlu oluyorum. küçük şeylere sevinmek ailede genetikse demek..

  • 49. pastanede resim çizmesine izin verilmeyen sanatçı

    absürt bir tutumla karşı karşıya kalmış sanatçı. fena.

    marmara üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan ressam ve sanat eleştirmeni; bosphorus sanat gazetesi yayın yönetmeni ümit gezgin'in başından geçen olay ''güler misin, ağlar mısın?'' kıvamında:

    ''sanatçı düşmanı pastane... kalamış'taki soley pastanesinde resim yasak! geçenlerde bu pastaneye oturdum. burada resim çizmenin yasak olduğunu nereden bilebilirdim. dahası böyle bir şeyi düşünmek bile mümkün değil.. ama maalesef öyle değilmiş. oturup, çayımı söyledikten sonra, resim defterimi de çıkardım, bir şeyler çizmeye başlamıştım ki...pastane sahibi ensemde bitti:

    ''beyefendi'' dedi, ''burası atölye değil, resim çizmek yasak..müşteriler rahatsız olabilir.''

    bir anda şoka girdim! ''ne münasebet?'' dedim. ''sizi belediyeye şikayet edeceğim'' dedim; umursamadı. çevrede oturan sosyetik bay-bayanlar da, sadece aval aval baktılar...

    doğru kadıköy belediyesi'nin yolunu tuttum. şikayet dilekçesi yazdım, kabul etmediler, başlarından savdılar. netice...bir sanat hocası ve sanatçı olarak hakarete uğramıştım. ve kadıköy belediyesi de buna çanak tuttu. sonra belediye başkanı aykurt nuhoğlu'na durumu özetleyen bir dilekçe yazdım. sümen altı ettiler, cevap alamadım...''

    buyrun

  • 50. akp döneminde artan şeyler

    atatürk sevgisi. misal bendeki dörde beşe katlandı.