yekpare ek yeri yok nereye sokarsan sok5
profili

  • ev dışında kaka yapmayanların düzgün tipler olması

    yıllar süren gözlemlerinden sonra bu sonuca vardım. gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki evden başka yerde kaka yapamayan insandan kimseye zarar gelmez. bu kitle genelde düzenli bir yaşama sahip, fazla riske girmeyen, garantici ve tutumlu insanlardır. çoğunun zor günler için sakladığı birikimi vardır. naif ve düşüncelidirler. empati yaparlar, sizi dinlerler. dürüst ve güvenilir oldukları için gönül rahatlığıyla borç verebilirsiniz ama genelde istemekten çekinirler.

    zaten ayaklarını yorganlarına göre uzattıkları için kimseye de minnet etmezler. kendi ayakları üstünde duracak ekonomiyi her zaman yaparlar. dakiktirler ve başlarına bir iş gelmediyse buluşmaya her zaman zamanında gelirler. sağlıklı beslenme konusunda daha iyidirler. yaşları ilerlediğinde de yetişkin bezi kullanma fikrine sıcak bakarlar. evden başka yerde kakasını yapamayan yaşlı bir tandığım yok ama ben evden başka yerde bezlerine de kaçırmadıklarını düşünüyorum.

    nerede ve ne koşulda olursa olsun patır kütür sıçan insanlar ise genelde hayatlarını düzene oturtamamış, nerede akşam orada sabah takılan dağınık tipler olur. vapur tuvaletinde bile sıçan bir insana asla güvenilmez. buluşmaya her zaman geç gelirler, umursamaz ve düşüncesiz olabilirler. borç verdiniz mi o parayı unutun. sürekli oyalayıp bahaneler üretirler.

    genelde fast food tüketirler ve günün farklı saatlerinde, farklı yerlerde muhabbet kuşu gibi oraya buraya sıçar dururlar. kafe tuvaleti, bar tuvaleti, festival tuvaleti, vapur tuvaleti, insanın ancak yanlamasına girebildiği daracık salaş mekan tuvaletinde bile sıçar bunlar. bordo berelilerin sıçan versiyonudurlar ve sizi her an yarı yolda bırakabilirler. o yüzden bir insanı hızlı bir şekilde tanımak istiyorsanız bu soruyu sorun. kısacası evden başka yerde kakasını yapamayan insanı pamuklara sarın, her yerde sıçandan da koşarak uzaklaşın. teşekkürler.

  • ölen balığımı zombiye dönüştürmem

    her şey birkaç yıl önce ruh halime iyi gelsin diye bi japon balığı almamla başladı. geceleri terapi niyetine akvaryumun ışığında oturup balığımın yüzüşünü izlerim demiştim ama balık hem dertli hem de oturan bi balık çıktı. sanki balığın benden daha çok terapiye ihtiyacı vardı. bütün gün oturup dertli dertli düşünüyordu. ağzının kenarında bir kırmızılık olduğu için de adını joker koymuştum ama henüz bi joker'liğini görmemiştim. herhalde yalnızlıktan dolayı depresyona girdi deyip birkaç balık daha aldım ama sonuç değişmedi.

    balık sürekli dertli dertli oturmaya devam edince bir süre sonra onun derdi benim derdim olmaya başladı. unutamadığı bi balık vardı da ben aldığım için ayrı düşünce bunalıma girdi desem, zaten balığı alıp parasını ödeyene kadar her şey sıfırlanmıştır, hafızası yok bunların. yüzgeçlerinde kireçlenme, romatizma var desem ulan daha gencecik balık. mr'a tomografiye de sokamıyosun ki derdini öğrenelim. bari akvaryumu güzelleştireyim de kendini doğal ortamında sansın deyip bir sürü bitki ektim ama sonuç yine değişmedi. balık bütün gün dükkanın önünde oturan esnaf gibi oturup düşünüyordu.

    birkaç ay böyle geçtikten sonra ölmeyince bunun bir hastalık değil fiziksel bir sorun olduğunu düşünmeye başladım. çünkü yüzgeçleri gövdesine göre küçüktü ve balık yüzerken yorulup hemen kendini yere atıyordu. diğer balıklar ufacık bi kuyruk hareketiyle bile havada asılı dururken joker dombilisi canhıraş bi şekilde boğuluyormuş gibi çapa çapa diye çırpınarak yüzüyordu. sonra da o çırpınmanın verdiği ivmeyle kendini ileri atıp denizi es geçip karaya inen uzay mekiği gibi toprağın üstüne sert bir iniş yapıyordu. enerjisi değerli olduğu için de sadece yem vereceğim zaman filtreyi kapatınca yüzüp suyun üstüne çıkıyordu.

    bir gece biraz akvaryum izleyeyim diye ışıkları kapatıp karşısında uzandım bi baktım joker bitkilerin arasına saplanmış halde kafa üstü bir şekilde hareketsiz duruyor. allah kahretsin ölmüş diye karalar bağlamıştım ki cama vurunca hareket edip yüzmeye başladı. sonra anladım ki balık oturmadığı zaman dışında vücudunu bitkilerin arasına destekleyip ters durmayı da seviyordu. her seferinde de aha bu sefer kesin öldü diye cama korkarak vuruyordum ama bu hareket rutini olmuştu artık. balık bildiğin deliydi.

    hayatımda onun kadar değişik bi karakteri olan manyak bi balık görmemiştim. oturup izlerken şapşallığıyla beni baya güldürüyodu. bi akşam yine izlerken topraktan sıkılıp kütüğün üstüne oturdu baya da kalkmadı. ben de bari şuna şezlong filan alayım da rahat rahat uzansın bari deyip yatmıştım. sabah kalkıp baktığımda hala orada oturuyordu. biraz yaklaşıp yakından bakınca acı gerçeğe fark ettim. joker oturduğu yerde huzurlu bi şekilde hakkın rahmetine kavuşmuştu. ulan insan ölürken bari biraz kıvranır, can çekişir, kendini yere atıp sürünür. uykusunda kalp krizi geçirip huzur içinde ölen tontiş yaşlılar gibi gece oturduğu yerde kıpırdamadan küt diye ölmüş.

    akvaryumda 30'a yakın balık vardı ama hiçbiriyle onun gibi duygusal bir bağ kurmamıştım. baya karakteri olan hayatımda gördüğüm en şapşal balıktı. çok üzüldüğüm için bir süre ne yapacağımı bilmeden akvaryumda durdu. alıp atmak ya da gömmek istemiyordum ama ne yapacağımı da bilmiyordum. sonra internetten araştırdığımda birkaç manyağın balığını epoksi reçine ile mumyaladığını gördüm. o zaman ben de yapayım diyerek balığı hemen buzluğa atıp malzeme arayışına çıktım.

    epoksi reçineyi ve sertleştiriciyi internetten sipariş verdikten sonra şırınga ve saf alkol almak için bi eczaneye gittim. gayet normal bir şekilde 4 adet şırınga bi tane de saf alkol istiyorum deyince eczacı tırsmış bi şekilde yüzüme bakıp şırınga var ama saf alkol satmıyoruz diye tereddütlü bi şekilde cevap verdi. alkol fiyatları o kadar artınca direkt damardan alkol basacağımı düşündü muhtemelen. arada cipralex filan da aldığım için sıkıntılı bi arkadaş herhalde diye vermediler bence. saf alkolü nereden bulucam lan ben derken kardeşimin kimya şirketinde çalıştığı aklıma geldi ve arayıp bana saf alkol lazım dedim. o da napıcan saf alkolü deli diyerek endişelense de ne kadar lazım diye sordu. ben de alabildiğin kadar al kalanıyla da dezenfektan üretiriz diyerek kapattım.

    bir yandan da reçine aldığım yeri balığım öldü çürüyecek mumyalamam lazım reçineyi acil göndermeniz lazım diyerek darlıyorum. adamlar ne düşündü bilmiyorum ama ertesi gün kuryeyle gönderdiler. akşam kardeşim de alkol getirince hemen operasyona başladım. çürümeyi durdurmak için önce balığın içini boşaltıp şırıngayla her yerine alkol bastım. sonra da alkolle ıslattığım pamuğu içine doldurdum ama açtığım karnı kapatmak için ne yapacağımı bilemedim. çok küçük bi alan olduğu için cerrahi müdahaleyle dikilmesi gerekiyordu ama onu yapamayacağım için zaten japon balığı bu diyerek japon yapıştırıcısıyla yapıştırdım.

    hemen silikon bi kek kalıbına hazırladığım reçineyi döküp bi santim kalınlığında dondurdum ve balığı o katmanın üstüne koyup kalan reçineyi komple döktüm. normalde 3 turda filan yapmam gerekiyormuş çünkü reçineyi 1-2 cm yükseklikten fazla dökünce donmuyormuş. tabii reçineyi fazla döktüğüm için balık alt katmana yapışmadan yukarı çıkmaya başladı. bi yandan bi çubukla balığı aşağı itiyorum bi yandan da reçinede oluşan baloncukları oksijen makinesi gibi ateş veren çakmağımla yakıyorum. baloncuklara odaklandığım için de balığa pek dikkat etmemiştim bi baktım balık pişmeye başlamış. yüzü gözü baya pişmiş gri olmuş hep. görünce allah kahretsin benim gibi insanı dünya tatlısı balığı ne hale getirdim, zombi oldu balık diye kahrolmaya başladım ama artık dönüşü yoktu.

    neyse olan oldu artık diyerek işleme ettim ve baloncukları temizleyip bir gün beklettim. ertesi gün donup donmadığını kontrol etmek için parmağımla bi dokundum reçine bozulup elime yapıştı. reçineyi kalın döktüğüm için tutmamış. hay allah benim belamı versin mahvettim balığı diye söylene söylene donmayan katmanı sıyırdım ama bu sefer de üstü komple baloncuk oldu. yani baloncuk yüzünden balığı pişirdiğimle kaldım. uzun uğraşlarım sonucunda bir şekilde dondurdum ve reçineyi sürekli oturduğu yere koydum. yaşarken de pek bir farkı yoktu ama o zaman pişmemişti.

    belki joker'i jurassic park'taki gibi reçine içinde milyonlarca yıl korunan dinozor dna'larını kullanarak dinozor yaratma işleminde olduğu gibi yeniden yaratabilirim. bi gün haydarpaşa numune hastanesine götürüp durumu konuşmayı düşünüyorum. umarım ssk bu işlemi karşılıyodur.

    bu arada joker'ın uzun yıllar arkadaşlığını yapan diğer japon balığım da ondan 2 yıl sonra hakkın rahmetine kavuştu. onu da bi gün reçinelerim diyerek buzluğa atmıştım ki dolabım bozuldu. balık çözülene kadar malzemeleri toparlayamayacağım için hemen annemleri arayıp buzluğumdaki tulum peynirleri ve tereyağlarıyla birlikte balığımı almalarını istedim. gelip aldılar ve annemin derin dondurucusundaki bezelyelerin, tulum peynirlerin, kuru domateslerin arasında birkaç hafta bekledi balık. dolabı yaptırınca tekrar geri getirdiler ama birkaç hafta sonra tam kar yağdığı günlerde dolabım bozuldu. arabayla almaya gelemedikleri için reçine alana kadar saklama kabı içinde balkona koydum ve 2-3 gün de balkonda bekledi talihsiz balığım. allahtan hava karlıydı da bozulmadı. tabii girişte oturduğum için de ara ara kediler saklama kabını açıp balığı yedi mi acaba diye kontrol ediyordum. bu balığım da benim yüzümden öldüğüne pişman olmuştu maalesef.

    neyse ki hemen malzemeleri tedarik ettim ve bu sefer joker'de yaptığım hataları yapmayıp gayet güzel reçineledim. kalıptan çıktığında kenarları keskin olduğu için zımparalayıp cilaladım ama istediğim parlaklığa ulaşamadım. bi gün antika satan bi polisajcıya götürüp gösterince adam dumura uğrayıp benim makine bunları yakar diyerek reçinelerimi parlatmayı reddetti ama bence deli olduğumu düşündüğü için başından savdı. ucundan küçük küçük parlatabilirdi. bi ara oto yıkamacıya götürüp pasta cila attırmayı düşünüyorum.

    eğer yaşlanabilirsem bi ayağım çukura girdiğinde bi gün balıklarımı denize atacağım. belki binlerce yıl sonra başka bi medeniyet bulur da joker'i yeniden yaratır. yapılan çalışma sonucunda yaşadığımız dönemde japon balıklarının oturduğu sonucuna varmaları da ihtimal dahilinde tabii.

    edit: zamanında twitter'da bu konuyla ikgili bi flood yapmıştım. okumaya durumu olmayanlar buradan okuyabilir.

  • 500t temalı denizbank reklamı skandalı

    az evvel facebook duvarıma şöyle bir bakayım dedim ve 500t temalı denizbank reklamı karşıma gelince tıklayıp izlemeye başladım. şu kısma gelince de dumura uğradım. adamlar konuyu bildiğin şu (bkz: #31048012) girdimden araklamış. hatta yazdığım durak adlarını da sırayla kullanmışlar. esinlenme olabilir ama bunlar tüm ana fikri benim entry üzerinden kurgulamışlar. sadece sevişmeyi evliliğe uyarlamışlar o kadar. yazdığım semtleri bile değiştirmemişler. daha önce de iki kez tesadüfen izlediğim reklamlarda "ulan ben de bunun aynısını sözlükte yazmıştım" diyerek kıllanmıştım ama pek önemsememiştim. bunu da görünce artık net bir şekilde fikirlerimin araklandığına kanaat getirdim.

    benzer durumları daha önce de yaşamıştım. bobiler.org hesabımı kapatınca montelerimi kendi bloğuma koydum ve köşelerine de site adresimi yazdım. birkaç hafta sonra da yine facebook duvarıma bakınırken bir arkadaşımın "ahahaha çok güldüm ne adamlar ya :d:d" gibisinden bir yorumla paylaştığı görseli görünce yine dumura uğradım. başka bir facebook grubu site ismimi silip kendi isimlerini yazarak yaptığım görseli eklemiş ve binlerce kez beğenilip paylaşılmış. o şaşkınlıkla görselin altına "ben yaptım lan bunu." yazdım ve arkadaşımın verdiği yanıt. ":)" oldu. siklemedi lan adam. ben de yine neyse siktir et deyip geçmiştim. tabii bunlar benim tesadüfen denk geldiklerim.

    aslında önemsiz ufak ayrıntılar gibi görünüyor ama öyle değil. sen kafa patlatıp düşünüp ortaya bir fikir atıyorsun, birileri gelip o fikri alıp kendi fikriymiş gibi başkalarına satarak çok iyi paralar kazanıyor, sen tesadüfen görünce de "ulan ben de böyle bir şey yazmıştım/yapmıştım, neyse." deyip geçiyorsun ve öyle devam ettikçe de o haksız kazanç sağlayanlar, prim yapanlar bu sömürüye devam ediyor. sözlük bu konuda reklamcılar için bulunmaz bir maden ve daha önce de bu durumun defalarca kez tekrarlandığını biliyorum. esinlenerek fikir başka bir şeye dönüştürülebilir ama alenen araklanması can sıkıcı. bak yine araklayanlar paralarını kazanırken fikrin sahibi olarak benim canım sıkıldı. ne biçim düzen lan bu?

    edit: dava aç diyen arkadaşlar var. avukat arkadaşların konu hakkındaki önerilerine açığım. eğer ki hak iddia edebileceğim bir konumdaysam dava açabilirim.

    edit2: bu konuda uzman bir avukat arkadaşın ve gelen mesajların ortak yorumu: "senin entryni okuyan biri kesinlikle oradaki fikrini kullanmış" şeklinde. "aynı şey onların da aklına gelmiş olabilir" yaklaşımı hiç gerçekçi değil onu geçelim bir kere. bunu ben de, reklamı yapan ajans da gayet iyi biliyor. ajansa konuyu açıkladığım bir mail attım ve konunun gidişatı alacağım cevaba bağlı. umarım, hakkımı aradığım için hem fikri kullanılıp, hem de suçlu konumuna düşen ben olmam. ülkemizdeki gidişat o yönde ne yazık ki.

  • aliexpress

    çok sevimli satıcılar var burada. alacağım ürünle ilgili ne zaman çetleşsek oldukça samimi diyaloglar oluşuyor. genelde cümlelerine "dear friend" diye başlayıp samimi bir esnaf gibi ilgileniyorlar. cümlelerinin sonunda da mutlaka sevimli bir smiley koyuyorlar. mesela bir keresinde takip numarası da olmadığı için 50 küsür gündür gelmeyen bir ürün için, "takip numaram da yok 50 gündür bekliyorum ama gerçekten yolladınız mı?" diye sormuştum da eleman, "bu ürünün garantisi benim kardeş ürünü yolladım biraz daha sabır istiyorum senden" deyip sonuna da yüzü kızarmış smiley koymuştu. ben de "tamam bro sen öyle diyorsan bekleyeceğim" diyerek elleri ağzında kıskıs gülen smiley koymuştum. geçenlerde ürün gelince feedback'lerime baktım da elemanın yazdığını görünce kahkaha attım. abi devamlı müşteri yağlar gibi yağlamış.

    "very nice buyer, ıf i have 10 stars,i will give you 12!!!"

    vay be çok iyi almışım demek ki. nasıl da almışım ama. aldığım da 5 dolarlık bir lego. çok feci lego alırım. elin çinlisi bile kayıtsız kalamamış bu alışıma. müthiş bir alıcıyım.

  • önde yürüyen kadını tedirgin etmemek için sollamak

    bunun bir de bir türlü sollayamama versiyonu var ki o daha kötüdür. bir keresinde geçeyim de tedirgin olmasın diye hızlanayım dedim ulan kadının da boyu uzun olunca bir türlü yetişemedim ya. bu sefer sanki takip ediyormuşum gibi hissetmeye başladı diye iyice strese girince artık koşar adım yanına geldim ama bu sefer de kadınla birlikte yürümeye başladık. ulan hepten sıçtık şimdi çığlığı basacak diye bildiğin şener şen deparıyla uzaklaştım kadının yanından. sapık durumuna düşmemek için düştüğümüz hallere bak. allah kahretsin böyle düzeni. he bir de hatasız sollama yaptığımda da sanki geçtiğim kadın götüme kitleniyormuş gibi hissediyorum. bildiğin götüme kitlenme ışınları geliyor çok fena.