sizofrenik patates6
profili

  • evliliğin sürekli kötülenmesi

    bunun en büyük sebebi insanların evlenmek için evlenmesidir. aile baskısı, toplum baskısı gibi birçok nedenin sonucunda yapılan yanlış evlilikler yüzünden kötüleniyor.

    oysa ki evlilik kelimesi ev kökeninden gelir. birbiri için ev olan iki insanın evlenmesi gerekir.

  • sinirli kadını sakinleştirmek

    mümkündür. üstelik hiç de sandığınız kadar zor bir eylem değildir, yani ego yapmadığınız sürece*

    şimdi öncelikli olarak bir kadının sinirlenmesi demek, içinde yıkım olması anlamına geliyor. yıkım da ancak var olan bir şey doğrultusunda yaşanır. yani ortada bir yıkım varsa, bir zamanlar inşa edilmiş bir duygu vardır altında, o duygu yıkılıyordur. kadının öfkesi de sıkı sıkıya tutunduğu ve var ettiği o duygunun yıkımda çıkardığı sestir.

    dolayısıyla kadın sinirleniyorsa, bilin ki sevginize ve şefkatinize en çok ihtiyaç duyduğu andadır.

    o an, yaptığınız şey her ne ise bırakın ve sadece sarılın. sımsıkı sarılın ta ki kadının siniri geçip de omuzlarınıza gözyaşlarını akıtana kadar. ağlarken daha da sıkı sarılın, biraz da saçlarını okşarsanız birkaç dakika geçmeden muhteşem gülücükler saçan kadın haline dönüştüğüne şahit olacaksınız.

    sıyrılın şu egonuzdan, yetersizlik korkunuzdan ve deneyin ilişkinizin nasıl da geliştiğine siz bile şaşıracaksınız.

  • çok güzel seven kadın

    seviyorum, oldukça fazla.
    sabah olup da gözlerini uyku ve uyanıklık arasında açtığı o ilk anı gördüğümde günüm aydınlanıyor. beni yanında gördüğünde 5 dakika daha diye sımsıkı sarılıp da kollarının arasına aldığında, kokusunu içime çekerek uyuduğum o 5 dakika, tüm günün zorluklarına katlanabilecek kadar güç veriyor bana.

    elini yüzünü yıkamaya gittiğinde benim de yüzümü yıkamak için verdiğimiz o küçük savaş, yüzümü kaplayan avuç içlerini hissetmekle sonlanan muhteşem bir oyuna dönüşüyor.

    aynanın karşısına geçip de belimden kavradığında dişlerimi fırçalamak çok keyifli bir eyleme dönüşüyor.

    ben makyajımı yaparken yaslanıp duvara beni izlediğini aynadan göz ucuyla gördüğüm an yanaklarım zaten al al oluyor. ardından dudağıma kondurduğu öpücükle işte diyorum, çok güzel oldum.

    akşam olup da ona kavuştuğumda, duruşundan anlıyorum günün yorgunluğunu. onu görmenin heyecanıyla zaten bir çocuk kadar sevinçli halimle atlıyorum kucağına. öpüyorum yüzünü, gün boyu özleyen parmak uçlarımla dokunuyorum yüzüne.

    gözlerinin etrafındaki her bir çizgiye tek tek dokunuyorum. berbere kestirdiği kaşlarına laf ediyorum. zaten benim kadar düzgün de kesemiyor*

    zaman bedenimize acımasız davranırken onun saçında çıkan her bir tel beyazı keşfedecek kadar ezberlemiş olmak beni mutlu ediyor. eklenen her bir çizgide bizi biz yapan anılara parmak uçlarımla dokunuyorum.

    çalışırken o farkında olmadan onu izlemeye bayılıyorum. yüzündeki, bakışlarındaki ifadelerden zorlandığını ve gözlüklerini çıkartıp ne zaman gözlerini ovuşturacağını tahmin ediyorum. o an gözlüklerini temizlemek, yandan bana bakıp gülümsemesini görmek için hazırlıklı olmalıyım. çünkü parmak uçlarım, gözlerinin etrafındaki çizgileri hissetmek istiyor.

    gün içinde zorlandığım an arayıp sesini duymak yetiyor. onunla aynı tabaktan yemek yiyeceğim, aynı fincandan çay/kahve içeceğim ana kavuşmanın hayali ile saatleri geçiriyorum.

    kavga ederken bile elimi tutan elini ömür boyu her koşulda tutmaya devam etmek istiyorum. birbirimize kızgın da olsak gece olduğunda kıvrılıp koynuna uyumak istiyorum. birbirimizi yorduğumuz anlarda alıp kitabımı dizlerinde okumak istiyorum.

    dolap kapaklarını kapatmayı pek sevmez benim sevgilim, birçok insanı sinirlendirecek bu durum beni gülümsetiyor. çünkü parmak izim, parmak izine karışıyor kapatırken kapakları. bazen de tutuyorum elinden, birlikte kapatıyoruz kapakları.

    mutfakta birlikte yemek hazırlarken daracık alanda ona sokulmayı seviyorum. varsın dağılsın, pislensin mutfak. biz aynı tabaktan yiyeceğiz yaptığımızı.

    gece yatağa yattığımızda yatakta saatlerce ettiğimiz sohbet, haftasonu sabahlarında üstümüze atlayan çocuklarla kahkahalara bırakıyor yerini.

    alıp elimize kitaplarımızı sahilde yürüyüş sonrası oturup bir salaş çay bahçesine, zamanı durdurmayı seviyorum. gece olup da çocuklar uyuduğunda alıp bir kadeh şarabı onunla dans etmeyi, bağıra çağıra şarkılar söylemeyi seviyorum.

    hiç bilmediğimiz bir şehrin, hiç bilmediğimiz sokaklarında ayak izlerimizi bırakmayı seviyorum. tüm güçsüzlüğümü onun kollarına güvenle bırakmayı seviyorum.

    birbirimize ne kadar kızgın olursak olalım ortak değerlerimiz için tüm hepsini bir kenara atıp her koşulda birlikte adım atabilmeyi seviyorum.

  • öldükten sonra sizi nasıl ansınlar isterdiniz

    “seni tanıyan son kişi de öldüğünde hiç yaşamamış olacaksın.”

    bu sebeple yaptıklarımla kalıcı olmayı ve insanların baktıkça tebessüm ederek anımsamasını isterdim ben.

  • anın fotoğrafı

    deniz gibi olmalı; kimi zaman durgun, kimi zaman dalgalı. rüzgarın yön verdiğini kabul edip akışa bırakmalı.
    görsel

  • zeki olduğunu düşünmek farkındalık mı yoksa ego mu

    "alçak gönüllü olmaya çalışmak seni gittikçe daha egoist yapmaktan başka bir işe yaramayacak. alçak gönüllülüğün egonu tatmin etmenin yeni bir yolu haline gelecek. sen kendi içinde kendini dünyanın en alçak gönüllü insanı olarak göreceksin senden daha alçak gönüllüsü yok. bu egonun kullandığı farklı bir dil, ama aynı anlama geliyor." diyerek bence epey güzel özetlemiş osho