21. yy insanı doğasından koptu. basitliğini kabul edip öylece yaşamak yerine işleri karıştırdı. sayısız meta, sayısız unvan, sayısız farklı yaklaşım, duygusal tepki konseptleri, savunma mekanizmaları, iletişim olanakları, ilişki çeşitleri yarattı ve bunlar içinde kendisi dahi nefes alamaz hâle geldi. başkasına ilişmek için, bir de başkasının bu denli daralmış alanına uyumlanmak için heves ve istek duyulmaması kadar normal bir şey yok. zira hayatlarımız haddinden fazla zor. bu hayatlara bir de kendi komplekslerini, maddi manevi yüklerini getirip diğerinin sırtına yükleyecek kişiler düpedüz ayakbağı statüsünde kalmış olacaklar haliyle.
sevginin, saygının, çekimin varolabilmesi için son derece elverişsiz koşullar bunlar.
aslında öyle basit, yalın, anlaşılır olabilirdi ki her şey. kadın dediğin canlının memesini avuçlasan, beline sarılsan aklı başından gider. tabii sevginin, saygının varolabildiği, insanların yetişkin olup birbirine yüklenmediği ilişkiler için geçerlidir bu. cıvıtmayalım.
erkek dediğin yine öyle. sarılıp öpsen, yorgun bir günün ardından omuzlarına, sırtına masaj yapsan, göğsüne sokulup sessizce yatsan, güzel yemekler yapıp birlikte yeseniz adama dünyaları vermişsin gibi mutlu olur. tabii burada yine aklı başında bir erkeği kast ediyorum. içindeki boşluğu doldurma amacıyla itlik peşinde koşan zamane insanını değil.
aşka, gerçekte taşımadığı anlamları yükledi kapitalizm. filmlerle, dizilerle, kitaplarla, reklamlarla, şarkılarla, sosyal medya aracılığıyla bir güzel hepinize yedirdi yalan dolanlarını. insanlar aşkı pahalı restoranlarda mum ışığında yemek yemek, pırlanta yüzükle taçlandırılması, onbinlerce liralık gelinliklerle kutlanması gereken bir şey zanneder oldular. (damatlık diyemiyorum çünkü ülkemizde kız tarafları "bizde öyle bir adet yok" diyerek bundan kaçıyorlar. ben öyle yapmayı gururuma yediremediğimden ve mütekabiliyet prensibim bulunduğundan eşime on numara damatlığını, ayakkabısını filan da almıştım da, anam bana küsmüştü ahahahaha) hem de 2, bilemedin 3 nesil önce köyden gelmiş olan atalarının yerini, işini, konumunu hiç hatırlamadan yaptılar bunu. kendilerine metalarla değer biçilmesine izin verdiler. kadın da, erkek de düştü aynı hataya. arabası olmasa ne olur ki bir adamın? toplu taşıma kullanır. basit. ama bu basitliği aşağılık olarak görme yolunu seçti insanlar. başta kendileri böyle hissettiler, tezahürü olarak da karşı cins böyle düşündü. oysa bir adam veya kadın emeğinden, çalışkanlığından, sorumluluk duygusundan eminse kimseye eyvallahı olmamalıdır. dayatmalara da boyun eğmemelidir. hür bir insan olmanın gereğidir bu. farkındaysanız burada kişisel zevklere, ilgi alanlarına girmiyorum. çok istersin, ihtiyacın ve ulaşacak gücün vardır, istediğini alırsın kime ne? anlatmaya çalıştığım şey dayatılanlar ve bunların yarattığı hiç de şaşırtıcı olmayan sonuçlar. gitgide yalnızlaşan insanlar.
bunların aşkla, sevgiyle hiçbir alakası yok. kapitalizm sahip olduğu bütün olanakları kullanmak ve elindekileri satarak varolmak zorundaydı. bunun için de aşkı, kadın-erkek ilişkilerini dekor olarak kullandı. din ve ahlakı bile sattı, aldınız. o kadar kurnazdı ki, hem kendini modern olarak tanımlayana göre, hem de dindar, öteki dünya inancı filan olana göre ambalaj yaptı ürünlerine. kadın erkek ilişkilerini yaşayarak öğrenmek yerine sex and the city ve türevi boktan yapımlar üzerinden, size gösterildiği şekliyle algıladınız. iki cinsin birlikte olabilmek için mutlak surette nikah akdi yapması ve krediler çekerek birilerine kaynak yaratmak üzere çılgınca harcaması gerektiğine ikna oldunuz. bu kadar ağır standart ve beklentilerin sonucu olarak da yalnızlaşmayı seçtiniz. bunu bile seçmediniz aslında. yalnızlık da satıldı ve aldınız.
insanların ekserisi içine bakıp uyanmaya ölümüne korkan canlılar oldukları için; dışlarında kalan dünyaya, ekranlara, kendilerine gösterilenlere bakıp rüya görmeyi seçtiler. sistem kazandı, güçlendi, insanın en mahrem yerlerine dek nüfuz etti. artık çoğunuz rahatlıkla aldatmalardan, çoklu ilişkilerden bahsedebiliyor, karşı cinsi aşağılayarak* seks oyuncaklarınıza sarılabiliyorsunuz.
oysa bunların korkunç şeyler olduğunu fark edebilmeniz gerekirdi.
one more chance3 profili
-
erkeklerin artık sevgili bile olmak istememesi
-
sürekli açık ve net konuşan insan
politiklerle yıldızı asla barışmayacak insandır.
kendimim diye demiyorum, -sınırını bildiği varsayımıyla tabi- korkulmaz bu insandan. karşıma da hep benim gibisi gelsin isterdim elimde olsa. iş, sosyal hayat, aile farketmiyor.
rüzgâr nereden eserse oraya geçen insanlar da var, kendi görüşünü saklayıp bana benim hoşuma gidecek, ona onun hoşuna gidecek şekilde konuşup kim olduğu anlaşılamayanlar da. "acaba ne pazarlığı var?" diye düşünerek yaşam enerjimi harcamak istemediğim politiklerle hiçbir insani bağım olsun istemem doğrusu.
(*manipülatörler farklı, onlar ağız aramak için tuzak kurarlar. uyanık olun da düşmeyin.* politikleri anlamaksa çok daha zor çünkü işin içine anlamsız ve amaçsız bir yalancılık giriyor burada)
tabi böyle olunca pek sevilmezsiniz, o ayrı. ama içinin rahat olması her şeye değiyor.
en sevdiğim repliklerdendir hatta; "ı always tell the truth, even when ı lie"*
benim için her şeyin özeti. -
tek yönlü yolda karşıya geçerken sağa sola bakmak
hem sevip hem nefret ettiğim güzel ülkemin, çoğu insan gibi bana da kattığı yüzlerce paranoyaklıktan bir tanesi. yaya geçidinde karşılaştığım sürücüyle inanamaz şekilde göz göze gelip "emin misin bak? yol benim mi gerçekten?" der gibi tereddütlü bir bakışma yaşanması da bunlardan mesela.
çok daha sakin, huzurlu, insanların birbirine saygılı olduğu bir ülkeye gitsem herhalde bir süreliğine dengem bozulurdu. bunca yıl hayatta kalabilmek için geliştirdiğim reflekslerin işlevsiz kalmasıyla boşluğa düşerdim gibi geliyor.