the moon is over the rise3
profili

  • ekşi itiraf

    allah kimseyi psikolojik rahatsızlıklarla sınamasın.

    bir allaha inanıyor muyum bilmiyorum. ama herkes için sığınabileceğim bir ortak yüceye ihtiyacım var. ben çektim, siz çekmeyin.

    boğuluyorum, nefes alamıyorum. her şey ipin ucunda yürümek gibi. okula gitmek, film izlemek, bir şeyler okumak, dinlemek. her an düşebilirim. üstelik bu düşme korkusunun yavaş yavaş düşme hissinden daha ağır bir takıntıya dönüştüğünü seziyorum.

    doktor nedir? yaranı iyi eder. ya da edemez. ötekini denersin. bir şekilde şifacı, otacı, sağlık getirici.

    oysa bazı hastalıkların doktorları ötekiler gibi değil. cildin de çıkan bir yarayı bir cilt doktoruna göstermek, anlaması, tedavi acı çekmek. hepsi olası.
    psikaytrist ve terapistlerde ise işlem farklı şekilde işliyor. bütün doktorlardan çok daha masraflılar bir kere. çünkü sana zamanını harcıyor. çünkü bu bir saatte teşhiş koyulabilecek bir hastalık değil.

    istanbulda yaklaşık ona yakın terapist ile görüşmüşümdür. hepsi ile ilk beş seans hikayeni baştan anlatmak. beş saat kendini anlatıyorsun. ve bir bakıyorsun ki anlamamış. çünkü sen kendini tam olarak anlayabilmiş değilsin zaten. üstelik çok sevdiğim bir terapistimin dediği gibi benimki gibi durumlarda psikaytri branşının bilgileri çok işe yaramıyor. çünkü klasik bir hasta profili çizemiyorum.

    beş ayrı tanı var üzerime konulmuş. bu beş insan aynı branş mezunu, ben onlara benzer şekilde hikayemi anlattım canımdan kısarak verdiğim paralarla. sonucunda her biri ayrı fikre vardı. çünkü bu psikolojik hadiseler böyle. kendine dahi net bir gözlem koyamazken mülakat yoluyla dünyanın karmaşığı bir canlıyı yani herhangi bir insanı anlamak nasıl zor.

    yine bir terapist soğan gibi demişti bana. o kadar çok katman var ki bir türlü ulaşamıyorum. başta hoşuma gitmişti. hikayenin bile katmanlısı makbuldür. oysa insan sade olmalı. vapurla karşıya geçerken ufka bakıp öylece bitmesini dilemeli. her anı böyle kanında akıyor gibi hissederken. her an kurşun gibi geçerken içinden. ve bitmek bilmeyen hikayen her katmanda yeniden dantellenirken. olmuyor, anlatamıyorsun; anlayamıyorsun, anlayamıyorlar.

    o güzide terapistlerden birinin önerisiyle kırmızı reçete çok güçlü bir ilaca başladım ve sonra kendi basiretsizliğimle bağımlısı oldum ben. başta o ilaç doğru hamleydi belki benim için ama iş bırakmaya gelince hadi bıraktan başka bir şey demedi. oysa ben bir robot o da kodlarımı yazan mühendis değil. bırakamadım. şimdi bırakmaya çalışıyorum. can çekişiyorum ama gülümsüyorum. çünkü haykırabiliyorsan eğer acı çekerken bir şeyler yolunda demektir. evlat acısı çekerken üç damla yaştan sonrasını dökemeyip bir aya ölen anne gördüm ben. bağırabilirsen eğer, çığlık çığlığa yanıyorum diyebiliyorsan yaşıyorsun. oysa bazen ağlayamıyorsun bile. çünkü ağlamak çok saçma. durmak varken öylece.

    kimseye anlatamıyorum. çok sevdiğim insanlar var, çok sevmediğim kimseyi çevremde tutmuyorum zaten. ama bazen kendime bile söyleyemiyorum. adam öldürüp kaçan bir suçlu gibi her şeyden etkilenerek her yoldan kaçarak bazen üstüne üstüne giderek neyi çözmeyi umuyorum ben de bilmiyorum.

    kimsem yok. beni şurada okuyan üç insana kardeşimden daha yakın hissediyorum kendimi. çünkü kardeşim benim dışarıdan gözüken başarılı, komik, zeki, neşeli halimi biliyor. oysa ben eşcinselim, dinsizim, ötekiyim, dağlar gibi yalnızım. dost, arkadaş edinemedim hiç çünkü obsesifim en ufak şeyler bile bende binle çarpılıp kaydoluyor. birinin omzuna yaslanıp ağlayamadım, annem çok üzülür, sevgilim ise beni çok güçlü sanıyor.

    o kadar karmaşık ve saçma bir düzen tutturmuşum ki, kendim olmaktan o kadar uzağım ki yapayalnızım. çünkü gerçek kendimi tanıyan tek insan benim. muhtemelen ben de çoğu şeyi yanlış anlıyorum. bir de işte burada yazdığımı okuyan eğer varsa bir kişi, o anlıyor beni. çünkü ayıplanma, yadırganma korkusu olmadan bir burda soyunuyorum. çünkü yalnızım. öyle otuz beş arkadaşım, beş kuzenim var yalnızlığı değil bu. bir annem, bir ablam, bir sevgilim, bir dostum sıfır arkadaşım var. annem yaşlı, ablam kendi dertleriyle hemdem, dostum benden çok uzakta, sevgilim ise benden bile güçsüz.

    yalnız bir çocuktum ben. kimse benimle oynamazdı. çünkü kusurluydum. o yüzden yalnızlığa alışkınım. kendimi oyalamayı bilirim. en azından öyleydim. şimdiyse yapayalnızım.

    babamın gençlik resmini buldum. bana benziyor. keşke olsaydı. ona da hiçbir şey anlatamazdım muhtemelen. ama insanın başka babası olmuyor ki...

    akrabalarım yok. paramın tamamı doktora gidiyor-o para için türkiyede derece yaptım ben, belki biraz bir şey alabilirim diye oysa doktorlar çok pahalı, ruh doktorları özellikle, para almayanlarda seni beş dakika içinde tanıyor ve ilaç yazıyor hepsi o-

    burada beni okuyan kim varsa, bana ulaşmasın. tanışmak istemiyorum çünkü zaten tanışmışız aslında. sadece sağolsun. o bir kişi bile o kadar iyi geliyor ki. siz hiç eve kömür alamadığınızda kat kat giyinip uyudunuz mu. o anda insanın üstüne atılan bir kat daha yorgan nasıl iyi gelir. uzaktan, temassız, yalnız, ama iyi gelir işte. öylesin her kimsen. boşluğa konuşuyorsam da eğer

    bir bölümü vardı sıcağı sıcağına isimli programın. küçücük bir odada yaşayan fakir bir adam köpeğini çok seviyordu. sonra oradan da çıkmasını istiyorlardı, köpeğiyle kalabileceği hiçbir yer bulamamıştı ne yapsa. asmıştı kendini. bir not bırakmıştı gazete kağıdına. 'kalbim sevgi ile dolu ama sevgisizlik bir gerçek'.
    o adamın ölümü seçtiği bir dünyada. yalnızlık çok da dert değil hatta ince ruhlar için bir gerçek.

    allah herkesi psikolojik hastalıklardan korusun. hem ciddiye alınmıyorsun, hem çok para gerekiyor, hem ilaçları bağımlılık yapıyor, hem de iyileşemiyorsun. bir de gittikçe yalnızlaşıp gittikçe azalıyorsun.

    hayat herkes için zor. ama herkesin taşıyabileceği ağırlık çok farklı o yüzden dağına göre kar tanrım. lütfen...

  • 3 ocak 2018 annemin devletçe ölüme terk edilmesi

    bu olay ve benzeri şeyler hiçbir zaman başına gelmez zannedenler.
    kadına uygulanan cinayet ve şiddet meseleleri hep show haber de izlenilip tüh yahu, yazıktır falan denilecek uzaktaki bir takım insanların derdi sananlar.
    bu mesele ve benzerleri, erkeğin kadına uyguladığı şiddet, belki ve allah korusun cinayet nerede biliyor musunuz.
    hemen yanıbaşınızda, ensenizde.

    yaşım sekiz, ablam eşinden ayrılmak istiyor. babamız bir yıl önce ölmüş, evin erkeği nacizane bendeniz. abi, amca, dayı, kuzen... hiçbiri yok.

    ablam ayrılmak istiyor çünkü dövülüyor, aldatılıyor, ibadet etmesi bile aşağılanıyor, sürekli çirkin olduğu, yetersiz olduğu söyleniyor. fakat eve ablam bakıyor, çalışıyor sürekli, aldıkları arabayı o ödüyor, eniştem iş yerinde hırsızlık yapmış, ablam para veriyor, eniştem ablamı iş yerinde yumrukluyor.
    eniştemin annesi ablama ayrıl kızım kurtar kendini diyor. düşünün. bir insan daha haklı olamaz yani ayrılmak için.
    ablam her şeye rağmen direniyor ama bir yerde bırakıyor, dayanamıyor daha fazla, oruç açmaya niyetlendiği bir ramazan günü ağzındaki lokmayı yutamadan evde para arayan eniştem saçlarından sürükleyince, ablam sanki bir anda uyanmış gibi oluyor kendi söylemiyle. o ilk lokma ağzımda kaldı, öyle ağladım saatlerce diyor. ve ayrılıp bizim yanımıza yani elli küsür yaşındaki annem ve benim yanıma taşınıyor.

    ramazanın son günü, ertesi gün bayram. eniştem kapımızı tekmeliyor, ablamın ayrılığında ciddi olduğu dank etmiş kafasına. annem sakince konuşmak için açıyor. ablamı kolundan tutup kaçırmaya çalışıyor. kapının ağızı, annem bir kolundan tutuyor bir kolundan eniştem ablamı ben de aradayım ve tüm gücümle eniştemi itiyorum. bütün apartman ayağa kalkıyor. insanlar ablamı zorla ayırıyor ondan, polisi arıyor. polis geliyor. annem ablam eniştem ve bir iki şahit gidiyor. ben üst kat komşumuza emanet ediliyorum.

    bu baskınlar böyle kaç kez sürüyor. ablamı kah işyerinden kaçırmaya çalışıyor. fakat ablam bir fabrikada o an. sadece erkeklerin çalıştığı bir fabrika ve tüm işçiler ablamın iyi niyetini, insanlığını, ne kadar dürüst bir insan olduğunu biliyor yıllardır. aptal eniştem her biri kas yığını o işçilerden güzel bir dayak yiyor.

    uslanmıyor. ablamı aramış, akşam gelecek. ben geceleri uyuyamıyorum, ne olacak, ablamı öldürecek mi, ablam gidecek mi, hepimizi mi öldürecek ne olacak. ablam kırk kiloya düşüyor ve bir yandan çalışmaya devam ediyor.
    aynı gece teyzem geliyor, bir de teyzemin kızı. teyzem deli bir kadın, erkeklerin üstüne yürüyen, onları kavga ederse dövebileceğine inanan, hayatı boyunca hep savaşçı olmak zorunda kalmış bir kadın, onu başka gün anlatırım.
    kapıda görünce onu biraz olsun rahatlıyorum. sonra öbür ablam geliyor.
    bu sefer tamam içeri girecek ve uygun bir dille anlatılacak her şey. o da anlayacak. ailesi türkiye'nin pek sevilmeyen bir memleketinden bu arada. kavga var sözüyle iki otobüs insan toplanıp sebepsizce birilerini dövecek, linç kültürü aşılanmış, kendilerinden olanı korumaya and içmiş ruh hastası bir topluluk. fakat hiçbiri onun yanında olmuyor. çünkü ablamı biliyorlar, ona yaptıklarını, ablamın yıllarca sabrettiğini, hamileyken karnını iş yerinin ortasında tekmeleyip çocuk düşürten bir şeytan olduğunu biliyor herkes onun.

    işte o gece içeri adam gibi alınıyor, koltukta oturuyor herkes. annem, ben, ablam, teyzem... herkes kadın bir o bir ben erkek. durup duruken bir silah çıkarıp cebinden ablamın kafasına dayıyor.

    o anki hislerimi, korkumu, yaşanan arbedeyi ve annemin o yaşta bir kadın olarak silahı onun elinden alışını, çığlıkları, kendini yere atışını, ama en önemlisi o ablamın kafasına silahı dayadığı o anı anlatmama imkan yok. yazıyı okuyan herkes ablamı nasıl sevdiğimi ve hayran olduğumu anlamıştır. doğduğumdan beri annemden sonra en çok yanımda olan, beni koruyan, giydiren, seven, çocuğu gibi davranan ablamı son görüşüm olduğunu düşündüğüm o an...

    bütün apartman eve geliyor, polis aranıyor. bu sefer tamam diyorum, polis alıp içeri atacak onu, buraya kadardı. ablamın kafasına silah dayadı, daha ne olabilir ki. kurtulduk artık.

    silah sahteymiş. ertesi gün ağzı yüzü mosmor-döven polis bu arada sağolsun?- elini kolunu sallayarak geliyor. ablamı soruyor, yok diyoruz, gerçekten yok, kaçırdı büyük ablam onu pek kimsenin bilmediği bir eve. içeri giriyor, diyor ki ya benim olacak ya toprağın.

    annem konuşuyor, dövdün diyor, aşağıladın, aldattın parasını ona ödettin, hırsızlık yaptın, kızım bu eve bir çöp poşetinde birkaç eşyayla geldi, sana her şeyi tastamam bir ev bıraktı. nereden bulduğunu bilmediğim bir silah çıkarıyor sonra. bak diyor, kızımı öldüreceksen eğer, önce bu silahı bana sık. koyuyor ortaya silahı. al vur beni, madem ki çok mertsin. ama eğer bir daha bu eve gelirsen, kızımı rahatsız edersen. bu silahı senin kafanda patlatmayanı allah taş etsin. oğlumu hem öksüz hem yetim, kızımı kimsesiz bırakırsın, sen de gebermiş olursun. ben her şeyi göze aldım, bu silah da sahte değil diyor.

    çok şükür ki, eniştem bir daha evimize uğramıyor. çok sonra öğreniyoruz ki bir hayat kuramamış sadece ablamı nasıl kaybettiğine yanıp duruyormuş.

    ablam ise çok sevdiğim, çok dürüst, çok yakışıklı bir adamla evlendi. adam çok güzel para kazanıyor, ablam yine de çalışıyor, çünkü biliyor ki çalışmasaydı eğer, kurtulamayacaktı.

    iki tane gerçekten çok güzel kızları var. her şey yolunda gözüküyor şimdilik.

    beton gibi bir yazı, muhtemelen iki kişi okudu. keşke başlık sahibi de okusa. son değil. annesi kurtulacak. çalışacak. o arkasında olacak, bütün gücüyle destek olacak. gerekirse yakın koruma tutacak. ama annesi ve o kazanacaklar. gün gelip bugünleri anı olarak hatırlayacaklar. inancını yitirmesin. ölmek bu ülkede kadın için kader değil. arkalarında bir devlet yok, hatta onlardan başka kimse de yok. ama birbirlerine yeterler. ne olur vazgeçmesinler, pes etmesinler. doğrunun yanında olan kazanacak. ankaradaki trans dernekleriyle iletişime geçsinler, en iyi direnmeyi onlar bilir, laf aramızda trans kadınlar, trans erkekler, bu ezilme, aşağılanma, tehdit edilme ve devlet tarafından sahip çıkılmama meselesini derin derin yaşamış olanlar iş bir çaresizi savunmaya gelince on kaplan gücündedir. birbirlerine tutunsunlar, biz varız. gerekirse istanbulda her ay birimizin evinde kalır, biz birlik oldukça, onlar kazanamazlar. annen yanlış bir şey yapmadı, cezası öldürülmek olan hiçbir şey yapmadı buna eminim. ayıp değil, günah değil, suç değil.

    ve bu hikayeler hep başkalarının başına gelir zanneden, hep başkalarının hikayelerini okuyacağız zannedenler. sıra size gelebilir. siz ne kadar mükemmel olsanız da, her an bu gerçekleşebilir. bunu yaşamış insanları anlayın diyemiyorum, ablamı kafasına silah dayanmış, küçücük bedeniyle kurbanlık koyun gibi gördüğüm ve boyumun bir metre civarı olduğu o zaman ne hissettiğimi anlamanız mümkün değil. ama ne olur köstek olmayın, olabiliyorsanız destek olun. hepimizin ihtiyacı var birbirimize. meşrebinizce ayıp olsun, yanlış olsun, günah olsun. ama olan olmuş ve bu kadın sadece hayatına devam etmek istiyor, düşünün bir insan bunu neden hak etmesin. her insan yaşamayı hak eder diye başlar ya bütün insan haklarıyla ilgili bildiriler. lütfen bu anne de kurtulsun, yaşasın, daha fazla şiddet görmesin, o uyku arası korkmaları, geceleri gelen ne olacak hissini, çaresizliği, kimsesiz hissetmeyi yaşamayan bilmez.

    ve bunu yaşamak türkiyede yaşayan herkes için bir adım mesafede artık. kız kardeşinize bir sapık musallat olabilir, annenize bir alkolik takılabilir, her şey olabilir. hepimiz o sınırın ucundayız. ya hep birlikte kurtulacağız. ya hiçbirimiz. benim annem, kızım, kardeşim, arkadaşım yapmaz demeyin, insan kodları belli olan bir robot değil. her şey insan için. en çok da vicdan gerek. ve adalet. kurtarmalıyız ki kurtulalım. ne olur.

  • bir ülkenin geri kalmış olduğunu anlama yolları

    kibar olmaya korkuyorsun mesela. nezaket dediğin nedir ki, her insanı en başta saygıdeğer kabul edip ona göre davranmak. olmuyor işte, tek istediğin oysa insanlara potansiyel seri katil, şerefsiz ve değersiz bir çirkinlik kütlesiymiş gibi değil de alelade işinde gücünde insan namzetinde bir beden olarak bakmak.

    minibüs şöförüne para üstünü sana uzattığında 'yanlışlıkla' teşekkür ederim deyince hakkında kesin ibne demiştir diye düşünmeme özgürlüğü. bakkala ürünü sana uzattığı için teşekkür edebilmek. bak bu teşekkür meselesi çok rastgele gözükse de aslında ciddi bir anlam içeriyor. aranızda sadece para üzerine ilişki olan bir insan var ve sen diyorsun ki, 'bana hizmet ettiğin için teşekkür ederim, seni tanımadığım halde varoluşuna saygı duyuyorum ve benim için yaptığın bu eylem değerli çünkü sen saygıyı hak eden birisin, sağolasın.' bunu demekten korkuyorsan bir ülke de, isterse her anlamda şahane olsun aslında en geridedir. biribirimizi potansiyel yaşam alanı işgalcisi ve rakip olarak gördüğümüz en primitif dönemler gibidir o ülke de her şey. insanlara kibar davrandığında seni aşağılanmaya ve sömürülmeye hazır, kırık, naif-ki kötü anlamda kullanılması bile korkunç- hakkını savunamaz olarak göreceklerini bildiğinden herkese kaba davrandığın, çarptığında özür dilersen üstüne gelecek ve kendi egosunu sende tatmin edeceğini hissettiğin insanlardan korkuna iğrenç, düşüncesiz biri olduğun sana zorla bu maskeyi taktıran her toplum geridir ve kendi geriliğini besleyen bir kıskacın içindedir.