sanıldığı gibi anadolu takımlarının işine gelmeyecek kural.
süper lig'de galibiyet primi 2.7 milyon türk lirası. beraberlik pirimi de 1.4 milyon türk lirası. bu cepte dursun.
bugün hemen hemen bütün kulüplerin parası dolar/euro üzerinden kasalarında duruyor. bunun öncüsü de faruk süren dönemi galatasaray'dır. daha sonra ünal aysal dolara geçerek bu yapılanmayı türkiye'de yaygın hale getiren başkandır. 2013 sonrası ikinci lig takımları borçlarını tl olarak yapılandırırken kasadaki parayı dolar olarak tutmayı tercih etti. devlet de buna göz yummak zorunda kaldı. yoksa hepsi batacaktı. bu da cepte dursun.
yayın gelirinin de 5.80'den sabit kura sonrasında da %20 civarı bir indirimle verildiğini düşününce ortalama ya da düşme hattında bir süper lig kulübünün geliri sahada 30-40 milyon lira arası. üstüne bir de katılım payını eklediğiniz zaman bu gelir 70 m lira civarına çıkıyor. oldu ki bu takımlardan 1-2 oyuncu 2m euro civarı bir takıma satıldı diyelim. 15 de oradan ekleyelim. sadece sportif a.ş futbol kazancı bir takımın 85 milyon lira civarı bir gelir elde ediyor. düşme hattı civarında takılan bir takım en az 85 milyon lira gelir kazanıyor. sadece sahaya çıkıp 1.2 civarı bir puan ortalaması tutturduğu halde. bir de bunun üst sıralara oynayan anadolu takımları var. bu da cepte dursun.
düz bir hesapla futbol a.ş'ye tff-kulüpler birliği gelirlerini hesapladık. gelelim sponsorluklara. göztepe, fenerbahçe, kasımpaşa, antalya, başakşehir gibi yarı sahipli mantığıyla yönetilen -burada bir ima yok, başkan kendi şirketini sponsor yapabilir, sahipli kulüpler isterse toto oyuncak yumurtaları reklamı bile verebilir- kulüpleri bir kenara bırakırsak ortalama göğüs reklamı sponsorluğu senelik 7-8 milyon lira. sırt, kol, medikal, stat, idman sahası gibi sponsorluklar da 2-3 milyon lira gibi bir gelir getirdiği düşünüldüğü zaman 10-15 milyon lira buradan geliyor. bir de isim sponsoru gibi son derece amatör ve ilkel bir yöntemi de hesaba katarsak toplam sponsorluk payı 20 milyon liraları bulabiliyor. cebimiz doldu taştı, ama tl bazından. yani 110 milyon lira civarı bir geliri olan ve düşme potasında olan bir takımımız var...
bu takımların genel kadro iskeleti de fiziksel güce ve hıza dayalı oyunculardan oluşur. genelde fransa, portekiz, ispanya liglerinin çerini çöpünü toplayıp getirir. 500m euro gibi maliyetlerle bir transfer yaparlar. bonservis ödemezler. kadronun toplam maliyeti taş çatlasın 10 milyon eurodur. 70 milyon liraya bir takım yaparlar özetle. transfer ettikleri ve verim aldıkları oyunculara genelde alınan maliyetin en az 4 katına başka bir kulübe itelenir. en az 4 kat... 300-400 bin euro bir maaştan çıkıp üstüne bir de 2 milyon euro civarı bir bonservis girdisi eklenir kasaya. bu paraya dokunmazlar genelde. aklıma ilk gelen örnek mbaye diagne... ne yazık ki bedelsiz gelen bir topçuyu 13 milyon euroya galatasaray'a satarlar. bu 13 milyon euro galibiyet ve yayın gelirinin tamamına eşit neredeyse. 13 milyon euroya hangi yerli oyuncu satılmış ki anadolu takımı satsın.
bir başka nokta da borç yapılandırılması ve sabit kur denklemi. sen kasadaki kur cinsinden paraya dokunmadan transfer yapabiliyorsun. evet çok ilginç ama yapabiliyorsun. üstelik bunu 7.70 euro üzerinen transfer yaptığın ve 5.80 - %20 üzerinden aldığın yayın gelirine dokunmadan yapabiliyorsun. bugün sözlükte ortak bir kulüp kursak bu mantıkla her sene ligde duracak ve en az 10 milyon euro -euro, evet- getirecek bir yatırımımız olabilir. boşuna mı bakan kardeşleri, müsteşar yeğenleri, belediye başkanlarının çocukları kulüplere çöküyor?
özetle; yerli yer çöp topçulardan kulüp kasasına girecek kur bazlı para, kulübün işleyişi ve devamlılığı açısından transfer edilen yabancı oyuncuya verilen, elde edilen paranın yanına hiçbir şey. adam akıllı bir kadroyla 15 milyon euro civarı bir takıma avrupa ön elemesi oynayan kaç takım çıktı bu ligden. ama yerlilerle oynayan takımların sayısı 5i geçmez. ikinci lig topçuları ve atanamamış nuri şahin'lerle kurulan kadroların maliyeti, yabancı topçularla kuracağın maliyetten de pahalı. eğer bir kısıtlama varsa bu sadece topçunun ve menajer şirketin elini güçlendirmiyor. aynı şekilde transfer edeceğin yabancı futbolcunun da alternatifinin olmayışını hesaba katıp fiyat yükseltmesini sağlıyor. bir türk alışkanlığıdır, pazarlık bizlere göre fiyat kırmak demektir. eğer fiyat kırmak yöntem olmasaydı bugün 3 büyük dışında tek kulüp dernek statüsünde olmazdı. sen fiyat kırıp getiremediğin bir topçu yüzünden galibiyet primlerinden, potansiyel bonservis gelirinden mahrum kalıyorsun.
e peki bu anadolu kulüpleri hiç mi yerli oyuncu parlatıp satmayacak? diye düşünülebilir. tabii ki parlatıp satacaklar. ancak bunların hiçbiri geçmişteki "pornografik ücretlere" yaklaşmayacak. çünkü daha önceki kurallar gökten zembille inmişti. bu kural ise en az 2 sezondur konuşulan bir kural. ve doğal olarak da bütün takımlar planlarını bu kurala göre yaptı. fenerbahçe'nin ali koç'la ilk sezon yaptığı ve çok eleştirilen transferler bile lig ortalamasını düşününce gayet iyi transfer olarak gözüküyor bu kısıtlamayla. aynı şekilde geçen sezon anasına sövülen ömer bayram'dan dinamik bir sol iç yaratabiliyorsunuz. vitaminsiz bir emre akbaba size maradona gibi görünmeye başlıyor. ersin gibi üçüncü ligde bile oynayamayacak kapasite bir kaleci bile beşiktaş'ın yeni rüştüsü olarak pazarlanmaya başlıyor. dorukhan gibi pozisyon almasını bile bilmeyen, sadece hırs ve mücadelesi yüksek bir topçu bile beşiktaş'a sözleşme konusunda sıkıntı yaratabiliyor. serdar aziz gibi kronik sakat ve potansiyel kırmızısı bulunan stoperin fesih ücreti, oyuncunun maaşına yansıtılarak fenerbahçe tarafından galatasaray'a ödeniyor.
özetle milli takımdan kulüplere kadar, lig kalitesinden yayın gelirine kadar, sponsorluk bedelinden store gelirlerine kadar her şeyi alt üst edecek bir kural bu. ne anadolu kulüpleri ne de büyük takımlar bu işten kazançlı çıkmayacak. aynı şekilde topçular da 4 senelik kontratı aldığı an verimleri düşecek. çünkü adamın bir avrupa hayali olmayacak, tek sezon top oynayıp kapağı üç büyüklere atmaya çalışacak. bir nüve bulan takım ligi domine edecek. piyasadaki bütün ortalama türk pasaportuna sahip futbolcular büyükler tarafından toplanacak, anadolu kulüpleri batacak.
başta bein sports olmak üzere fiyat kıran bütün bileşenler kazançlı çıkacak. çünkü belli bir süre sonra ligin kalitesi düştü denerek yayın gelirini çok büyük oranda kıracaklar. menajerler zaten mert hakan yandaş örneğinde görüldüğü gibi 500 bin euro danışmanlık ücreti için başka bir kulübü kafa kola alacak. topçular zaten memnun, ne rekabet var ne satılma korkusu yan gelip yatacak. olan çocukluğundan beri hayatlarında önemli bir yere sahip olan kulüplerini destekleyen biz taraftarlara olacak. alanya deplasmanına çıkarken heyecanlanmayacağız çünkü alanya galatasaray'a bir daha 4 atamayacak. antalya ile şükrü saraçoğlu'nda oynayan fenerbahçe 40 dakika topun oyun kalıp bir gol attığı maçı kazanacak ama mutlu olmayacak.
bu kafayla devam edilirse de yeni kuşak tıpkı çin, japonya, kuzey afrika ve ortadoğu ülkeleri çocukları gibi avrupa takımlarını tutacak. arda turan'ın oynadığı takım için 2 saatimi ayıramam. açarım david luiz'in aptalca penaltı yaptırdığı premier lig maçını izlerim. arsenal'i tutarım. yine de arda turan'ın oynadığı, evlatçılık ve hamasi milliyetçilik kolan türk takımını izlemem. arda galatasaraylı da orijinal lisanslı formanın taşraya ulaşması için 4 ay bekleyip sezon ortasında forma alıp havalara uçan ben değil miyim?
sizlere karikatürize bir şekilde bağıra bağıra istiklal marşı okuyup 20 dakika yerde yatan topçularınızla başarılar. ben yokum.
mind mischief6 profili
-
8 temmuz 2020 tff yabancı kuralı
-
mücbir sebepler'de nazım hikmet'le dalga geçilmesi
şu ülkede politikacılar dışında nefret ettiğin top 5 yap deseler 1'e ya da 2'ye bartu yazarım.
amma ve lakin, her okulda istiklal marşını ağlayarak okuyan aşırı sevimsiz kız çocuğu gibi 1 mayıs şiiri okursan, kendini bu denli karikatürize edersen herifler de gelip taşak geçer. -ki haklarıdır da-
"her şeyin mizahı" konusunu tartışmak için önce mizahın tanımını yapmayı bırakmak gerekiyor. yine aynı şekilde ağlayarak 1 mayıs şiiri okumadan önce de evini temizleyen, evinin tadilatını yapan işçiye sigorta...(orhan aydın özelinde değil konu özelinde duyar gösteren herkes için)
üzgünüm kadıköylüler haklı.
(bkz: tahsilli cehaletin cinneti) -
arabamı ne hale getirdi baba ya
defalarca sonu ölüm olan kazadan kurtulmuş bir insan olarak olayın şokuyla falan alakası olmadığını düşündüğüm beyan.
en az iki kere ağır tonajlı araçlara kafa kafaya girecekken kurtulmuş, benim bile hatırlamadığım çıkık bariyer, istinat duvarı gibi vurduğunda kurtulma şansının çok da fazla olmadığı kazaya şahit olmuş biri olarak bu şok değil düpedüz bencilliktir. şok anında bırak bir başka kişiye "arabam ne hale" geldi demeyi iletişim bile kuramazsınız. kurduğunuz iletişimde de sesiniz bu denli yüksek çıkmaz, suçlayarak vicdanınızı rahatlamayı bırak dünyayı gözünüz görmez.
bize pompalanan "anadolunun güzel insanı" artık çok geride kaldı. anadolunun güzel insanı falan yok artık. olanları da biz göremiyoruz. tarihi kalıntıların ortasına kurulmuş köyler var artık. o köylere girince insanlar siz hoş geldin demek yerine bir şeyler satmaya çalışıyor. bir değil iki değil. en az 10 kere başıma gelmiş olay. defalarca araçta çizik, bir kere de silecekten olduk. arkeolojik kazılara katılanlar bilir, kazı alanlarının yakınında gözleme yapıp 25 liraya satan köylüler var bu ülkede. artık meta, duyguların, ahlakın çok çok önüne geçmiş halde. elde edilenin -haklı veya haksız- bir statü göstergesi olarak görüldüğü yıllardan çok daha ilerisindeyiz. sahip olunan artık bir statü kazandırmıyor, sahip olunan hayatımızı şekillendiriyor. bunun yaşlı kadınla, kazayla falan alakası yok.
herkes mi böyle? diye düşündüğüm anlarda oluyor. tabii ki değil. dalaman ortaca yolunda yürümekte zorluk çeken bir yavru köpeğe çarpmamak için önce çöp konteynerine sonra da bahçe duvarına çarpan bir komşum vardı. inşaat malzemeleri satan bir depoda çıkış görevlisi.... arabası da eski kasa renolardan. brodway mi spring mi hatırlamıyorum. olay yerine gelen polis bile "keşke çarpsaymışsın" demiş adama. çok kolay, keşke çarpsaymışsın... o arabayı sonra bir daha görmedik.
son olarak bu tarz olaylarda görüntü üzerinden karakter analizi yapmak ne kadar yanlışsa da genelde bizi doğru sonuca ulaştırıyor. evet yeni neslin bir organı gibi olan cep telefonu, yüksek bel pantolonun arka cebinde... koltuğa o şekilde oturamayacağını düşündüğümüzde bir refleksten çok öte, şok anında çok uzakta arka cebe yine girmiş o telefon. sanki aston martin db5'ın önünde çekilmiş gibi fotoğrafları var hanım kızımızın. hani klasik ve manevi değeri çok yüksek bir araç gibi sanki. olsa ne yazar. belki de annenden büyük bir insana çarpmışsın. yazık.
son olarak tüm bunlara rağmen bu kızı savunanlara da kızmayın. onlar hiç yoğun bakım kapısının önündeki güvenlik görevlisiyle muhatap olmamış insanlar belli ki. onlar o koridorda ansızın kopan bağrışları bilmeyenler. günlerce haftalarca, hiç tanımadığın insanların dertlerini dinleyerek "daha kötüsü de varmış" diye iç geçirmeyenler.
al sana ülke gerçeği. -
erdal beşikçioğlu
çay ocağı solcularının birazdan sallamaya başlayacağı oyuncu.
öncelikle şunu şuraya koyayım. malum gazeteye verdiği röportajdan bir kesit.
"sanatçının bir ideolojisi olabilir ama hiçbir ideolojiye ait olmamalı. belki geçmişte sanatçılar bir ideolojiye ait hissediyorlardı kendilerini ama artık 21'nci yüzyıldayız. her dönem fikrimi cesurca söylerim. doğruyu, kendi ahlakınıza göre söylemelisiniz."
bu adam daha önce gezi parkı eylemlerine katıldı, fetö'nün zirveye ulaştığı, emniyet, ordu, yargı ve devletin diğer önemli kademelerinde tasfiyelere başladığı ve ele geçirdiği dönemde açık açık badem bıyıklı müdürlere siktir çeken bir polis rolü oynadı. kaç kere ceza geldiğini ben unuttum. 2015 seçimlerinde açık açık "içinde halk kelimesi geçen bir partiye oy atacağım" dedi. o zamanlar buralarda " sanatçı ağbiii yeaa, muhalif ağbii yeaa, baksana çok cool abiii" muhabbetleri döndü.
şimdi de "aynı gemideyiz" dedi diye ve kendi hakkıyla kazandığı parayı dolar yerine türk lirasında tuttu diye yandaş olmakla itham ediliyor. bu geri zekalı, tribüne oynayan ve goygoycu muhalif kesim istiyor ki herkes uğur dündar olsun, menapozlu chp teyzelerine gaz versin. herkes edip akbayram olsun, onur akın olsun. ne diye? ben böyle düşünüyorum diye. bir ara yetmez ama evetçi geri zekalılar ayan beyan bildiriye destek vermeyen yazarları köşelerinden hedef gösteriyordu. durum tam olarak bu.
üstelik bunu yaparken de "bizden olmayana yaşam hakkı yok" diyen bir zihniyete karşı olduklarını savunuyorlar. kimse kusura bakmasın elinde güç olsa akp'den farklı olmayacak adamlar muhalefette. zaten parti içi çözülmelerde de bunu görebilmek mümkün.
bir de yanlamak böyle olmaz. ilber ortaylı'nın yaptığı gibi olmaz. alev alatlı gibi yanlarsın, yiğit bulut gibi yanlarsın. gerçi erdal beşikçioğlu bugün çıksa ve "reisssim" diye bağırsa yaptığı işlerin değeri zerre eksilmez benim gözümde.
bir kere şaşırtsın ulan şu ülke, bir kere. -
chris cornell
uçup giden bir başka x kuşağı.
grunge'la 15 yaşında tanıştım. şu şu grupları dinledim geyiğine girmeyeceğim. en çok alice in chains etkilemiştir beni. layne staley özellikle. içlerinden en umutsuz olan layne gibi gelmiştir her zaman. acılar ve yaşantılar yarıştırılamaz oysa. alice in chains, mad season derken kafayı kırdığım dönemler geçti. aşıktım, layne o şarkıları yazarken de aşıktı. ben ankaralı bir kıza layne ise demri'ye aşıktı. üstelik layne'in hayat hikayesini öğrendiğim zaman daha da saygı duymaya başlamıştım.
yine o sıralarda soundgarden dinlemeye başladım. kurt ölmüş, layne ölmüş, andrew wood ölmüş. üzerinden epey zaman geçmiş. bize kalan eddie ve chris cornell oldu. en azından aynı dönemde yaşıyor olmak güzel gelmişti. zamanla pearl jam'in saçma sapan şeyler uğraşmasından dolayı eddie bitti gözümde. chris audioslave'i dağıttı. sonra soundgarden toplandı tekrar. king animal beklentileri karşılamadı. yine o sıralarda alice in chains albüm çıkardı. jerry cantrell hatrına dinledik. daha sonra jerry cantrell layne'in eroine batmasıyla dalga geçen james heitfield ile aynı sahneye çıktı. hepsi değişmişti. işin özü hiç biri kafasındaki müziği yapamıyordu. onları alıkoyan bir şey vardı.
2000'ler hiç birine yaramamıştı zaten. para kazandılar. mutlu olamadılar. albüm kaydettiler, listelerde derece elde etti ama içlerine sinmedi. evlendiler çoluk çocuğa karıştılar. kurt'ün başına gelen bu adamların başına gelmedi diye iç geçirdik ara sıra. sonra scott weiland gitti. şaşırmadık. creep dinledik. wicked garden dinledik. zaman zaman çoluk çocuğa karışmanın intihar fikrini engelleyeceğini düşündük belki ama olmadı. akşam uyandığımda ölüm haberini aldım. yüzümde bir anlamsızlık. bir arkadaşım öldü bugün. hiç görüşme fırsatı bulamadığım, bir kere canlı dinleyemediğim adam öldü. grunge is not dead diye gezen arkadaşlar da farkındadır umarım. grunge bugün öldü. son kalesini kaybettiği gün öldü. ne beyonce ile düet yapan eddie vedder grunge'ı temsil edebilir ne de layne'in mirasına saygısızlık yapan jerry cantrell.
eğer bize baktığınız bir yer varsa ve birlikteyseniz bilin ki bu dünya'da sizi anlayan adamlar oldu. sizin şarkılarınızla yatıp kalkan, ilk aşklarının heyecanını, kandırılmanın acısını, terkedilmenin hüznünü sizin şarkılarınızda tekrar bulan adamlar burada. hala açıp wake up'ı , fell on black days'i, pennyroyal tea 'yi dinliyoruz ve dinlemeye devam edeceğiz. ve biz de geleceğiz, yakında.
jerry cantrell, chris cornell, layne staley, mark arm - right turn -
kedi besleyen yaşlı adama saldıran kadın
az önce facebook'ta karşılaştığım videonun baş aktörü olan kadın.
videodan anladığım kadarıyla bir kadın ve yaşlı adam bir evin önünde sokak kedilerini uzun süredir besliyor. bundan rahatsız olan kadın ise kendisinden yaşça büyük amcamıza taş atıyor ve küfür ediyor. amcamız da gururuna yediremeyip kadının üstüne yürüyor ve araya kadının yancısı giriyor. ikili, kedi besleyen kadına da " kedi besleyeceğine koca bul kızım" diyor. izlerken beynime kan sıçradı. ne ara bu kadar tahammülsüz ve saygısız olduk bilemiyorum.
ilgili video : https://www.facebook.com/…r/videos/568247203374120/
edit: başlıkta kadına hayvan düşmanı yaftası vurulduğunu iddia eden arkadaşlar var. hayvan düşmanı olmak için illa ki hayvanları öldürmek, işkence etmek mi gerekiyor? kedilerin yemek yediği kaplara tekme atan, mamalarını etrafa saçan da videodan görüldüğü üzere bu kadın. üstelik bir adım ötesinde başka bir kedi dururken yapıyor bu hareketi. kedilerin çıkardığı gürültüden pislikten bahsediliyor üstelik, her sokakta bir inşaatın olduğu bu dönemde. ilginç.