pnrcv3
profili

  • bir şeyi çok istersen olur

    hayatın stokastik yani bir başka deyişle belirsizliklerden oluştuğunu ihmal eden düşünce kalıbıdır. hayat, lineer kurallar dahilinde değil rastsal ve kaotik bir düzlemde ilerler. ve bu ilerleyişte çoğu zaman görmek istediklerimizi görürüz. tekil hikayelerden hayatın gerçeğini çözümlediğimizi sanarız sadece. bu kişisel gelişim denilen zırvalar bütününün saçmalığı burada doğar, günün sonunda indirgemeci ve ilkel bir yaklaşımla x yaparsan y olur düzeyine indirger olayı. meseleyi tekil bir formüle indirger. mutluluğu burada aramaktadır oysa ki hata.

    mutluluğu belli olay ve durumların gerçekleşmesi ihtimaline bağlamak yerine, elinde olan eylemlerde aramayı öğrenmek ise bilgeliğin başladığı yerdir hayatta. çünkü bir şeye istediniz diyelim. onu da elde ettiniz. bir süre tatmin verdi, sonra daha fazlası. daha da fazlası. bunun bir sonu yok ki... oysa, sonuçlardan bağımsız bir şekilde mutlu olabilmeyi öğrenince işte o zaman özgür oluyorsun hayatta. işte o zaman gerçekten mutlu oluyorsun. çünkü yarının ne getireceğini düşünmek değildir mutluluk getiren, yarın her ne getirirse getirsin onu kabul edip mutluluğuna dahil edebileceğini bilmektir.

    istemeyi bir kenara bırakıp, hayat sana her neleri bahşettiyse onları en güzel biçimde kullanıp bunun değerini bilebilmektir mutluluk.

  • tek başına kafede kahve içmek

    "dehanın en önemli göstergesi, olduğun yerde sakince bekleyip kendi başına zaman geçirebilmektir."
    lucilius annaeus seneca

    insanlar olarak muhakkak ki sosyal varlıklarız. çevremizde olup biteni anlama ve çevremiz tarafından anlaşılma (çoğu zaman nafile olsa da) ihtiyacımızı inkar edemeyiz. ama bir birey olarak kendimizi var edebilmek için de kendi başımıza kaliteli zaman ayırmaya ihtiyacımız var. bu bağlamda, yalnızlık hissiyle bir başınalık arasında önemli bir ayrım var:

    "yalnızlık, etrafınızda hiçkimsenin olmamasından değil, sizin için önemli olan meseleleri anlatamamaktan veya etrafınızdakiler kabul edilemez buldukları için bu meseleleri kendinize saklamanızdan ileri gelir."
    carl gustav jung

    zira yaşadığımız toplumdan beslensek bile, beslendiğimiz düşünce ve davranışları olduğu gibi irdelemeden benimsediğimizde öğrenmiş değil taklit etmiş oluyoruz. her bir düşünce ve davranışa kendi imzamızı atıp kendi benliğimizin bir zenginliği haline getirebilmemiz için de kalabalıklardan uzaklaşmamız gerekiyor. öyle ki bu kalabalıklara, (varsa) eşimiz/sevgilimiz, ailemiz ve en yakın dostlarımız da dahil. tabii bunun için de bir başınalığa yüklediğimiz anlamları değiştirmemiz gerekir:

    "çocuklar bir başına kaldıklarında ne yaparlar? taş ve kumları alırlar ve bir şeyler inşa ederler. sonra onu yıkıp yenisini yaparlar. ama asla sıkılmazlar... öyleyse, bir başınayken neden yalnız hissedesin ki, elinde taş ve kum yok diye mi? bu zavallılığın sebebi sana bahşedilen aklı yeterince kullanmadığındandır."
    epiktetos

    yalnızlık dahil, pek çok konuda çoğunluğun atfettiği peşin yargılarla hayatın içinde bulunan olgulara iyi veya kötü diye anlam vermek büyük bir tembelliktir. bir başınalık iyi veya kötü değildir; bir başınalığı iyi veya kötü yapacak olan bizim ona atfettiğimiz anlam ve bir başınayken zamanımızı ne kadar kaliteli geçirdiğimizdir. bir başınalığa atfettiğimiz anlamı her an değiştirme gücüne sahibiz. eğer bir başınalığı, bir dışlanma hali görürsek mutsuz oluruz elbette. ama bir başınalığı, kendimizi ve çevremizi daha iyi tanıma fırsatı olarak görürsek öylesine keyifli ve doyurucu bir deneyime dönüşür ki. çünkü gerçekten önemli olan şeylere odaklanmamızı sağlıyor:

    "başkalarının söylem, düşünce ve davranışlarını önemsemeyi bırakınca gelen huzur... yalnızca, kendi eylemlerin (bu adil mi, doğru olanı mı yapıyorum?) üzerine düşünüp; başkalarının karanlığından endişeye düşmeden, kendi yolundan şaşmadan kararlı adımlarla hayatın bitiş çizgisine kadar yürümeye devam etmek..."
    marcus aurelius

    sürekli bir bombardımanın altındayız günümüzde. teknoloji, bilginin iletim hızını artırırken, iletimin maliyetini de azalttı. haliyle her an her saniye, yepyeni uyaranlar geliyor önümüze. kendimizi bu uyaranların çoğuna tepki vermek zorunda hissediyoruz. oysa, bu uyaranların çoğu elimizde olmayan meseleler. elimizde olmayan şeyler üzerine düşündükçe daha da çaresiz hissediyoruz, çaresizlik arttıkça kaygımız da artıyor mutsuzluğumuz da...

    bu otomatik bir tepki olarak gerçekleşiyor çoğu zaman. ama bir başımıza kaldığımızda, bizi üzen ve/veya kaygılandıran durum/olayın elimizde olup olmadığı üzerine düşünme fırsatı bulabiliyoruz. eğer elimizde değilse şayet, hayatın olağan akışı dahilinde bu durumu kabul etmek; bir kadercilik değildir! bilakis, elimizde olmayan şeyleri kabul etmek, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirme gücü ve odağını bulmamızı sağlar. ancak, neyi değiştirebileceğimiz üzerine düşünmek ve eyleme geçmek için de bir başınalığın sakinliğine ve berraklığına ihtiyaç duyarız:

    "mutluluk ve özgürlüğe giden yol, hayatta bazı şeylerin elimizde olduğunun; bazılarının ise kontrolümüz dışında gerçekleştiğinin kabulüyle başlar."
    epiktetos

  • hayat kalitesini yükselten şeyler

    kontrolünde olmayan şeyleri olduğu gibi kabul edip hiç kafa yormamak. çünkü bunu yapınca, gereksiz ve anlamsız yere yorulmayıp düşünce ve eylemlerini fark yaratabileceğin şeylere odaklayabiliyorsun. epiktetos'un da dediği gibi:

    "hayattaki temel gaye basitçe şudur: nelerin kontrolümüzde olmadığını; nelerin kontrolümüzde olduğunu ve dolayısıyla seçimlerimizle değiştirebileceğimizin ayırdına varmak. peki o halde iyi ve kötüyü nerede aramalı hayatta? kontrolümüzde olmayan dışsallıklarda değil; kendi benliğimizde aramalı, kendi tercihlerimizde."