öğrenci yurdunda ilk gece

  • daha 11 yaşında bir çocuktum. yatılı ilköğretim bölge okuluna gitmek gerekiyordu, nitekim çevrede başka okul yoktu. kalabalık bir okuldu, yaklaşık 600 kişi, bunlardan 400'ü erkekti. ilk günden herşey nizami bir şekilde başlamıştı. ders etüt derken insan akşam evine gitmeyi istiyor. ama biz yurdun önünde sıraya girmiştik.

    karanlıkta tek ve uzun bir sıra. 4 katlı kocaman yurdun içini hiç görmemişim daha ve sıranın ortalarındayım. yavaş yavaş ilerliyor sıra. o gün yeni tanıştığın sınıf arkadaşların da var yanında. odaların 8 kişi olduğu duyumunu gün içinde almışız tabi, ama herkesin aklındaki odanın hayali ve kimlerle kalınacağı. zaten bir sürü kişiyle yeni tanışmışsın, artık yeni kişiler istemiyorsun. bundan dolayı sınıf arkadaşlarımla aynı odada kalırım inşallah diye içinden dua etmeye başlıyorsun.

    bu düşünceyle 3 yıl boyunca kalacağın yuvanın kapısına ilk adımı atmış olduk. ilk karşılaştığın kişi nöbetçi öğretmen, ismini sorar ve elindeki kağıtlardan seni aramaya başlar, 63 numaralı oda. üst dönemlerden biri kolunda tutup hemen seni götürmeye başlar. onu takip ederken çevreyi de gözlemlemek istiyorsun hızlıca ve içindeki şu sesi bastiramiyorsun bir türlü: allahım ben neden buradayım. aynı zamanda takibi de bırakmaman lazım. işte odanın kapısındasın. tecrübeli arkadaş seni bırakır ve bir başkasına yol göstermek için ayrılır yanında.

    içeri ilk adımını atıyorsun. iki bölmeli bir odanın içindesin. her iki bölmede çift katlı iki ranza olmak üzere toplamda 8 yatak. bakıyorsun tanıdık yüzler var, sınıf arkadaşların, için bir rahatlıyor, ama odaya gelen son kişisin bundan dolayı yatak için tek seçeneğin var. nitekim hepsi alınmış. o da ne! üst yatak bana kalmış. bakıyorum ranzanın koruma demiri yok, merdiveni yok. nasıl yatarım ben burada, içinde bir tedirginlik başlar. bari yerleşeyim deyip yatağınla aynı numaralı gardroba doğru yöneliyorsun içinde yatma korkusu olarak. kocaman bir dolap. üstünü değiştireceksin etrafında 12 saattir tanıdığın 7 kişi var. utana sıkıla hızlıca değiştirmeye çalışıyorsun üstünü. neyse giyinmeyi atlattıktan sonra, sırada çarşafları sermek var. tek başına yapmak imkansız, arkadaşlarla yardımlaşarak yarım yamalak düzenleniyor bir şekilde.

    bu arada saat 20:30 olmuş bile ve nöbetçi öğretmenler 9'da herkes yatağında olsun diye duyuru yapıyorlar 2 dakikada bir. bari tuvalete gideyim diyorsun, aa o da ne odada tuvalet yok. odadan çıkıp tuvalet arıyorsun, her yerde insanlar var. su sesine doğru gidiyorsun. kalabalık, yerler çamur olan tuvalete uzaktan bakıyorsun. içinde aynı ses bir daha: allahım benim burada ne işim var. girmek zorundasın ve iğrene iğrene kalabalığı yararak ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorsun, diş fırçalamak, işemek vs. nihayet o leş yerden çıkıp odana dönuyorsun. evet yatma zamanı geldi. odalar tek tek dolaşıldığı bağırma seslerinden anlaşılıyor.

    şimdi yatağa tırmanma vakti. yukarıda da dediğim gibi merdiven yok, kalorifer peteğine çıkarak yatağa ulaşılıyor. ranza, kolona denk geldiğinden duvara tam yaslanmamış, iki taraf da uçurum gibi benim için. korkuluk olmadığını söylemiş miydim. duvara dayanmış olsa sırtımı dayayacağım ve içim rahat olacak ama iki tarafta boş. bu ne böyle arkadaş. düşmemek için ortada sırtüstü yatmaya karar verilir .

    ışıklar söndürüldü. işte o an, ailenden uzakta uyumaya çalışacağın an. hüzün çöküyor ve elinden olmadan ağlamaya başlıyorsun. tabi sessiz bir ağlama bu, aynı odada tanımadığın 7 çocuk daha var. belki bir saat belki daha çok sürüyor bu ağlama ve günün yorgunluğuyla, düşme korkusuyla uykuya dalıyorsun...