Değerli ziyaretçilerimiz,

Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.

Sozlock Ekibi

Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. karamazov kardeşler gıda market

  • 2. fatih nurullah efendi hazretlerinin yurda dönmesi

    ne hayatlar ne hayatlar.
    bir taraf marsa gidiyor, bir taraf el etek öpüyor.
    ülke ölüme yakın kobay hayvanı gibi, her yerinde farklı hastalık ürüyor.
    acıklı belgesel sonu gibi.

    edit: marsa gidiyordun da paçandan mı tuttular diye özelden dokundular.
    fezaya bir kişi gitmez, tüm araçlarıyla hedefe ulaşmak için organizasyonunu tamamlamış toplumlar gider.
    halktan vergi toplarsın, parayı pozitif bilim üretecek kaynaklara aktarır ve çıktılarını takip edip sorgularsın. üniversitelerde üretilen bilim gündelik hayatta değer üretmeye başlar. bu katma değer tekrar vergi ödeyenlere ya da onun çocuklarına döner.
    şu anda ben ve benim gibi çalışan itilmişlerden vergi toplanıyor. maaş kesintim + kdv ile birlikte alınterimle kazandığım paranın yarısına yakını, elime geçmeden kesiliyor. bu kaynak üniversitelerde bilim yapanlara değil, görünmez güçleri olan varlıkları araştıran, tanrının bizi nasıl bir teste tabi tuttuğunu ve neler yapmamız gerektiğini anlayıp yorumlayan hikmeti kendinden menkul şahıslara aktarılıyor. 70 bin cami varken çamlıca tepesine en büyüğünün yapılması güçlü devlet olarak hikayelendiriliyor.
    tv'lerde durum farklı mı? franko'nun onları yüzbin kişilik beşiklerde uyuttum dediği gibi, 8 kanalla 80 milyona uykudan önce sistematik beyin yıkaması yapılıyor. bir tane bilim programı gördünüz mü ekranlarda? pozitif bilim konularını bile din adamları hoyratça tartışıyor ve alkışın en büyüğünü yine onlar alıyor.
    ne diyorduk? evet sistemler, organizasyonlar uzaya gider. bir kişi gitmez. seni yönetenler, topladıkları kaynaklarla, ellerindeki iktidar gücü ile organizasyonu yapmakla yükümlüdür. tebasını uyutmak, kendine oy veren çevrelere karşılıksız para aktarmak ile olmaz feza işi. her toplumun, gelecekte nerede olacağına yönetenlerinin çizdiği yol karar verecek. bir bilim insanın, sistemi tıkır tıkır çalışan bir ülkede, yakaladığı şansı çok çalışarak değere çevirmiş, nobel almış olabilir. senin kurduğun hangi sistem sürekli bu özelliklerde bilim insanı yetiştirip, hataya dokunan değer üretebiliyor ki. insanlar arasındaki fark şu; kafayı gökyüzüne kaldırıp bana para ver, güç ver, yardım et diye boşluğa sallayanlar mı, yoksa binlerce parlayan ışığın, her birinde ne olduğunu merak edip kafasını bunlara yoranlar mı? senin bulunduğun topluluğun marsa gidip gidemeyeceğine bu farkın çoğunluk tarafında yer alanları karar verecek.

  • 3. şike yapmadık 8 yemedik uefa niye atsın

    mantığına oturduğum bir meczubun açıklaması.

    demek lige alınmamak için sebeplerden biri de fark yemek..

    o zaman adama spor toto süper ligi terket derler (bkz: 6-0)

    not:bjk

    edit: bjk de gs'den 6 yedi diyen mallar var. lan ben de onu diyom işte, fark atarsın da yersin de. lige alınma kriteri fark yememek olabilir mi diyorum.

    biri de el sikiyle gerdeğe giriyon demiş. 8 atan kendi takımı ya, onların ki el sikiyle gerdeğe girmek olmuyo.

    kafatasının içinde beyin yok ki aq direk dökme beton.

  • 4. istanbul ankara arası ulaşım 25 dakikaya inecek

    neden sürekli ankara - istanbul arası kısaltılmaya çalışılıyor anlamış değilim. ben daha kadıköy'e gidemiyorum bir saatte, artık ankara'ya giderim.

    sanırım unutuldu bizim banliyo hattı :(

  • 5. suriyeliler için 20 milyar dolar harcadık

    (bkz: iyi bok yedin)

  • 6. sahibinden.com'daki dev telefon koleksiyonu

    o kadar cep telefonunu ip gibi dizmek bile 200.000 eder. parke yüzeyde dizlerinin üstünde domala domala dizdi o adam telefonları. hatta arada ayağa kalkıp nizamınına tek gözü kısık bakıp hatalı yerlerini çoraplı ayaklarıyla minik dokunuşlar ile doğruladı ve tekrar domaldı.

    çok görmeyin.

  • 7. giriş çıkış saatleri serbest olan işyeri

    2 sene içerisinde açmayı hedeflediğim işyerimdir.

    -isteyen istediği saatte işe gelebilir isterse evinden yürütebilir işlerini.
    -ayda bir sadece çalışanların motivasyonu ve isteklerini değerlendirmek için toplantılar yapılacak.çoğunluğun karar verdiği istekler yerine getirilecek.
    -çalışanların bilgisayarları ağ üzerinden izlenip kayıt altına alınmayacak.
    -ofis çalışanları iş saatlerinde pc oyunu dahil vakit geçirip internette istedikleri siteyi ziyaret edebilecek.
    -ofiste çalışanların dinlenebileceği bir oda olacak ve burada oturup kitap okuyarak yada tv izleyerek kafasını dağıtabilecek.
    -ofis şartlarına bağlı olarak bilardo masası düşünüyorum.
    -öğlen yemekleri ofiste verilecek isteyen dışarı çıkıp yiyebilir.
    -saç, sakal, küpe,kıyafet falan filan muhabbetine girmeyeyim serbest.

    çok para kazanma gibi bir derdim yok, sadece herkes sevdiği işi severek yapsın.

    edit:
    bazı olumsuz tepkilere binaen;
    haftada 3 gün pazartesi salı ve cuma günleri ofise gidip çarşamba perşembe günleri iş yoğunluğuna göre evden çalışarak yada dinlenerek (cumartesi pazar tatildi) bu sistemle 2 yıl çalıştım ve hiçbir iş gecikmesi,iş aksatma savsaklama gibi bir durum ne kendim nede diğer çalışanlar olarak yaşamadım.

    şu durum o kadar normal ve yapılabilirliği kolay bir sistemki eleştirilmesi gereken bunun hayal olduğunu düşünenlerdir.

    bence bir işyerinde verimliliğin en temel noktası çalışanın psikolojik anlamda tatmin olmasıdır.
    psikoljik anlamda tatmin olmuş bir çalışanın işini aksatması söz konusu olabilir mi ?
    bence olamaz.

    edit2:
    şu kıçıkırık basit olay bile bazılarına ütopya görünmüş. bu çok basit bir çalışma modeli arkadaşlar.
    ofisi marsta açıp her gün ışınlanacağız demedim ki ? inanılması güç olan nedir anlayamıyorum ?

    severek işini yapan herkes bu şartlarda gayet normal ve özverili bir şekilde çalışır.

  • 8. polisi sevmeyip sıkışık bir anda 155'i aramak

    bunun gibi düşünen mallar varken akp 200 sene kalır zaten iktidarda.

    güvenlik, verdiğim vergi karşılığında devletin bana sağladığı "güvenliktir". dolayısıyla ben polisi sevmek, görevini dibine kadar kötüye kullanan bu insanlara saygı göstermek zorunda değilim. ama o benim güvenlik ihtiyacımı sike sike karşılamak zorunda. zaten polisi sevmeme noktası da burada başlıyor. bu amk çocukları sokakta gasp edilen kadına mal mal bakarken, 19 yaşında bir yavruyu döverek öldürmekte bir sakınca görmüyorlar.

    yani sen bir beyinsizsin, senin zeka lens, sana sırıtıyor, senin olman gereken yer toplumun arası değil, uzak akrabalarınla birlikte ağaçlardan muz aşırmak.

  • 9. 30.000 suriyelinin türkiye'ye yürümesi

    yakında suriyeliler bizi buradan suriye'ye gönderirse hiç şaşırmayacağım. sürekli geliyor adamlar.

  • 10. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    hani zaman zaman sozlukte ve cesitli mekanlarda "uzay arastirmalarina neden bu kadar cok para harcaniyor anlamiyorum. gezegenleri ve yildizlari incelesen ne olur incelemesen ne olur, o kadar paraya daha faydali isler yapilabilir" deniyor ya, biraz arastirma yaptim ve ortaya uzay arastirmalarinin sonucu ortaya cikan veya ciddi anlamda gelisen teknolojilerle alakali epeyce buyuk bir liste cikti. iste "gereksiz" denen uzay arastirmalari sonucu ortaya cikan veya ciddi manada gelisen teknolojilerin bazilari:

    not: listede eksik veya yanlis yazilan bir sey varsa duzelttirmek icin mesaj atmaktan cekinmeyin. listeyi yapacagimiz eklemelerle uzatabildigimiz kadar uzatalim. ayrica burada listelenen bir cok sey nasa ile alakali olsa da ruslar'in ve diger milletlerin uzay arastirmalarinin da bu teknolojilerde rol oynamadigini soylemek haksizlik olur.

    1.) ic organlarini gormemizi saglayan ve tipta siklikla kullanilan mri teknolojisi uzay arastirmalari sirasinda ortaya cikan bir teknolojidir. bu teknoloji nasa tarafindan bulunmadiysa da nasa'yla ortak is yapan ozel bir girisim tarafindan ortaya cikartilmisti.

    2.) yeni dogmus bebeklerin vucut isisini almak icin kullanilan kulak termometreleri uzay arastirmalari sirasinda ortaya cikmisti ve ilk olarak nasa tarafindan kullanilmisti.

    3.) itfaiyecilerin kullandigi dumanda nefes alabilmeyi saglayan oksijen maskeleri nasa tarafindan yapilan arastirmalar sonucu gelistirilmisti. uzay arastirmalari oncesinde itfaiyecilere verilen maske setleri oldukca agir (yaklasik 13-14 kg) ve hantaldi ve hem tasinmasi hem de giyilmesi zor oldugu icin cogu itfaiyeci bunlari kullanmiyordu. nasa'nin dizayn ettigi maske setleri ise 5 kg'in altindaydi ve hem konforluydu hem de dizayn olarak cok daha guvenliydi. bu gelistirme sayesinde itfaiyeci olumleri buyuk olcude azalacakti.

    4.) bugun kullandigimiz cep telefonu teknolojisi buyuk olcude uzay arastirmalari ve dunya'nin yorungesine yollanan onlarca uydu sayesinde ortaya cikti. aynisini televizyon icin de soyleyebiliriz.

    5.) gps teknolojisi uzay arastirmalari sonucu gelisen bir baska "yan sanayii urunu" olma serefine sahip. gunumuzde gps teknolojisi sayesinde sadece insanlar gidecekleri yere daha kolay ulasmiyor ayni zamanda polis, itfaiye ve ambulans gibi acil durumlarda mudahele etmesi beklenen kurumlarin mudahele suresi de azalmis durumda. bu sayede kurtulan canlari hesap etmeye kalksak epeyce yuksek bir rakam cikacaktir.

    6.) nasa uzaya astronot yollarken uzay aracinda yiyeceklerin mumkun oldugunca az yer kaplamasi cok onemliydi. bu yuzden yiyecekler formul haline getirilip toz halinde saklaniyordu. bu da gunumuzde kullanilan toz seklindeki bebek mamalarina onculuk eden bir teknolojiydi. gunumuzdeki toz seklindeki bebek mamalarinin onemli bir kismi nasa tarafindan dizayn edilen formulu kullanmaktadir. bu tozlu yiyeceklerin en buyuk ozelligi yag, protein ve karbonhidrat konusunda oldukca dengeli bir beslenme sekli sunmasi ve oda sicakliginda dahi uzunca bir sure boyunca bozulmadan muhafaza edilebilmesiydi.

    7.) beynin 3d imajini cikartabilen ve beyin ameliyatlarini 10 kat daha kolay hale getiren endoskopi cihazi nasa'nin yardimiyla gelistirildi. bu alet sayesinde beynin ic taraflarinda bulunan ve normal yollarla gorulemeyen tumorler gorulebiliyor ve beyin ameliyatlari beyne hemen hemen hic zarar vermeden yapilabiliyor. testlerde oldukca etkileyici sonuclar alan bu teknolojinin onumuzdeki yillarda fda tarafindan onaylanmasindan sonra tum dunya'ya yayilmasi bekleniyor.

    8.) gunumuzde yavas yavas yayginlasan mobil ultrason cihazlari nasa'nin arastirmalarina dayaniyor. artik egzersiz yaparken veya bir spor musabakasinda dusup yaralanan veya hastahaneden uzaktayken ic organlarinda hasar olusan birinin ultrason goruntuleri olay yerinde alinip internet uzerinden en yakin hastahaneye yollanabiliyor ve sahis hastahaneye ulastirildiginda doktor coktan tahlili yapmis oluyor.

    9.) 1990'larda ortaya cikan ve kalp nakli bekleyen insanlara takilan kalp pompalari da nasa'nin arastirmalari sonucu ortaya cikan bir baska teknoloji. eskiden kalp nakli bekleyen hastalar cok kisa sure icinde bekledikleri kalbi bulamazsa hayata veda ediyordu ama simdi kalp pompalari sayesinde kalp nakli icin beklerken normal hayatlarinda epeyce bir sure daha devam edebiliyorlar. nasa'nin aciklamasina gore 2010 itibariyle bu sekilde kurtarilan hayat sayisi 450'yi gecmis durumda.

    10.) bugun yolcu ucaklarinda cokca kullanilan ust kanat teknolojisi nasa tarafindan dizayn edilen teknolojiler arasinda yer aliyor. bu teknoloji sayesinde ucaklar daha az yakitla daha cok mesafe katedebiliyorlar. bu da ucaklarin cevreye verdigi zarari ve bunun ekonomik etkilerini buyuk olcude azaltiyor.

    11.) bugun araba, otobus, kamyon, tren gibi tasitlarda kullanilan ergonomik koltuk dizaynlari ilk olarak nasa tarafindan uzak mekiklerinde kullanilmak icin dizayn edilmisti. oturan bir insan vucudunun yer cekimiyle olan iliskisini inceleyen nasa oturan bir insanin en cok rahat edecegi, kemiklere en az yuk yukleyen oturma seklini bulu koltuklari buna gore dizayn etmisti ve bunu kisa sure sonra tasit ureten firmalar izledi.

    12.) bugun ucaklarda herhangi bir ucagin rotasinda herhangi bir tehlike varsa (ornegin hava sartlari) kullanilan rota uyari sistemi nasa tarafindan dizayn edilip boeing basta olmak uzere ucak ureticilerine verildi. bu teknoloji sayesinde ucaklar cok daha guvenli bir sekilde seyahat edebilmektedir.

    13.) bugun ucaklarda kullanilan ve ucaklarin yuzeyleriyle camlarinin donmasini engelleyen, ayni zamanda bir cok ulkede trenlerde ve tren yollarinda da kullanilan donma karsiti teknoloji ilk olarak nasa tarafindan uzaya gonderilen mekikler buzlanmadan zarar gormesin diye dizayn edilmisti.

    14.) nasa'nin uydu teknolojisi sayesinde afrika basta olmak uzere yillardir kuraklik ceken bir cok bolgede yeralti sulari kesfedildi ve milyonlarca insanin susuz kalmasinin onune gecilmis oldu. ozellikle 2013 yilinda kenya'da yeryuzunun epeyce altinda bulunan su kutlesi sayesinde ulkedeki susuzluk sorunu buyuk olcude cozulmus oldu ve bitme noktasina gelen tarim yeniden hayata dondu.

    15.) nasa uzaya gonderdigi roketler icin dizayn ettigi platformlar roketler yukselirken olusan titremeden dolayi yikilmasin diye sarsilmayi dengeleyip platformdaki etkisini sifirlayan bir teknoloji gelistirmisti. bu teknoloji yillar sonra japonya'da yuksek bina yapimlarinda kullanilmaya baslandi ve depremde yikilan bina oranini buyuk olcude azaltti.

    16.) bugun meteoroloji tarafindan hava durumu tahminleri icin kullanilan teknolojiler buyuk olcude uzay arastirmalarinin sonucu. ozellikle firtinalari ve dogal afetleri takip edip insanlarin yasadigi yerleri vurmadan once haber verebilen bazi teknolojiler sayesinde cok sayida insanin hayati kurtulmus bulunuyor.

    17.) bugun bir cok ulkede asker ve polislerin giydigi kursun gecirmez celik yelekler ilk olarak uzak arastirmalari sonucu ortaya cikti. astronotlara dayanikli giyecek uretmek icin kollayi sivayan nasa o gune kadar varligindan haberdar bile olunmayan bir tekstil urunu meydana getirmisti.

    18.) yine itfaiyeciler tarafindan siklikla kullanilan alev almayan koruyucu kiyafetler de ilk olarak uzay arastirmalari sonucu ortaya cikmisti.

    19.) gunumuzde modern yataklari oldukca rahat ve kullanisli yapan "memory foam" teknolojisi de uzay arastirmalari sonucu ortaya cikan yan urunlerden biri.

    20.) google haritalari ve uydu goruntulerinde nasa'nin oynadigi rolu soylemeye herhalde gerek yok. zaten uzay arastirmalari olmasaydi uydu teknolojisi de olmayacakti.

    21.) nasa'nin ozel sirketlerle ortaklasa gelistirdigi robotik teknolojileri sayesinde gunumuzde yapay el ve yapay ayak gibi gercek organlari birebir taklit edebilen yapay organlar gelistirildi.

    22.) gunumuzde asansor ve yuruyen merdivenlerde uzay arastirmalari sonucu gelistirilen agirliga gore otomatik olarak gucunu azaltip yukselten motor teknolojisi kullaniliyor. bu yuzden ornegin bir asansore veya yuruyen merdivene binen kisilerin kilosundan bagimsiz olarak sabir bir hiz yakalanabiliyor.

    23.) gerek okyanuslarda, gerek ucsuz bucaksiz collerde veya ormanlarda nesli tukenme tehlikesi yasayan hayvanlari takip edip koruma altina alabilmek icin yerlestirilen gps'li cipler nasa'nin calismalarinin bir yan urunuydu.

    24.) her ne kadar gunes enerjisini nasa bulmamis olsa da bu teknolojinin gelisip modernize edilmesi ve orjinal halinden cok daha efektif olmasinda uzay arastirmalari sonucu ortaya cikan teknik ve teknolojilerin payi cok buyuktu. aynisi ruzgar enerjisi icin de gecerli.

    25.) gunumuzde kullanilan bulut ve internet teknolojilerinde gerek nasa gerek diger ulkelerin uzay arastirmalari cok buyuk bir rol oynadi. uzay arastirmalari sirasinda ortaya cikan data transfer ve uydular ile dunya arasindaki haberlesme teknolojileri daha sonra evrimleserek internet ve bulut teknolojisine donustu. yine de sayin binali yildirim'in dedigi gibi bunlara fazla seyapmamak lazim, insan bunlara kafayi takarsa kafayi siyirir. amin.

    26.) nasa dunya'dan uluslararasi uzay istasyonuna e-mail ile veri gonderilip bunu 3d seklinde "print edebilecek" teknolojiyi 2013 itibariyle gelistirmis bulunuyor. her ne kadar 3d printer'lar bundan once icat edilmis olsa da nasa'nin bu teknolojide oynadigi rol hic de kucuk degil, zira bu printer'lar uzun yillar devam eden arastirmalarin ve bunlarin sonucu ortaya cikan bilgi birikiminin bir eseridir.

    27.) seffaf dis tellerinin ana maddesi ilk olarak nasa tarafinda icat edilmis. yani bugun milyonlarca genc dis teli takip takmiyormus gibi dolasiyorsa bunda da nasa'nin payi hic de kucumsenmeyecek derecede.

    28.) bugun ilk yardimda siklikla kullanilan ve radyasyonu engelleyen "uzay battaniyeleri" isminden de anlasilabilecegi gibi ilk olarak uzay arastirmalari sirasinda icat edilmisti.

    29.) karayollarinin soguk havalarda donup kayganlasmasini engelleyen, veya en azindan bu kayganlasmayi minimuma indiren bir teknoloji de zamaninda uzay mekikleri pistte kaymasin diye uzay arastirmalari sonucu ortaya cikmisti.

    30.) kablosuz (sarjli) elektrikli supurge ilk kez uzay mekiklerine kullanilan ve daha sonra insanligin kullanimina sunulan teknolojilerden biri. (edit: sadece elektrikli supurge degil her turlu kablosuz elektronik esya icin aynisi soylenebilirmis).

    31.) son zamanlarda oldukca populer olan "cizilmeyen gunes gozlukleri" zamaninda nasa'nin astronotlar icin urettigi bir teknolojinin urunuymus.

    32.) gunumuzde hem yalitimda hem de eski tarihi eserlerin korunmasinda kullanilan poliimid maddesi de uzay arastirmalari sonrasinda ortaya cikan bir madde oluyor.

    33.) ozellikle soguk yerlerde yasayanlarin veya kis sporlariyla ilgilenenlerin giydigi ayak isitan termal botlar nasa tarafindan astronotlar icin dizayn edilmis ve yillar sonra piyasaya surulerek herkesin ulasmasi saglanmis.

    34.) hastahanelerde yatili kalan hastalarin kalp atislarini inceleyip "dit dit dit" diye oten ve hasta vefat edince "diiiiiiiiiiiit" sesi cikartip duz bir cizci cizen alet ilk olarak uzaya yollanan astronotlarin saglik durumunu takip edebilmek icin dizayn edilmis. daha dogrusu bu teknoloji daha onceden de varmis ama cok ilkelmis. teknolojinin bugunku haline gelmesinde nasa buyuk rol oynamis.

    35.) bugun abd'nin uzaya yolladigi bir uydu 24 saat boyuna ulkedeki ormanlarin sicakligini tariyor ve herhangi bir ormanda ani bir sicaklik artisi tespit ettiginde yanginin sondurulmesi icin en yakin itfaiyeye haber veriyor. bu teknoloji sayesinde bir cok yangin buyumeden kontrol altina alinmis.

    36.) insan sesini taniyip komutlara cevap veren yari-robot tekerlekli sandalyeler de nasa'nin icadiymis. bu durumda gunumuzde insan sesini taniyip komutlara cevap veren siri ve benzeri teknolojilerde de nasa'nin parmagi olmali.

    37.) gps teknolojisiyle donatilmis ve otomatik olarak calisan tarim makinelerinin cogunda nasa'nin parmagi var.

    38.) sadece bilgisayar oyunlarinda degil ayni zamanda gunumuzde is makinalarinda, askeri araclarda ve ucaklarda kullanilan joystick teknolojisi de uzay arastirmalarinin bir sonucudur.

    39.) "kuran okuyunca daha hizli buyuyen bitki" olmasa da seralarda gunes isigini simule eden isiklara maruz birakilan bitkilerin daha iyi bir sekilde buyumesini saglayan arastirmalar da uzay arastirmalariyla alakaliymis.

    40.) ucaklarin uzun mesafeleri daha hizli ve guvenli yolculuk etmesini saglayan jet motorlari da uzay arastirmalarinin meyvesiymis. (duzeltme: jet motorlari savas doneminde almanlar tarafindan icat edilmis ama icat edildikten sonra bilimsel ve teknolojik olarak en buyuk gelismelerini uzay calismalari sirasinda yasamis).

    demek ki neymis, uzay arastirmalari o kadar da gereksiz degilmis.

    ek bilgi: sirf gectigimiz yilda uzay arastirmalari sonucu gelistirilen teknolojiler su sekilde: http://goo.gl/lqk43x

  • 11. anne babanın evlilik fotoğrafı

    bizimkiler evleneli 30 sene olmuş. her ne kadar modern hayatın gerekliliklerine uyup candy crush yüzünden zaman zaman küsseler de maşaallahları var genel olarak.

    kardeşimle evliliklerinin 20.yıl dönümünde sürpriz yapıp, büyütüp çerçevelettirdiğimiz bi fotoğrafları var yataklarının baş ucunda hemen. annemin her kadın gibi evlenirken 48 kilo olduğu, babamınsa "tövbe estağfurullah bu kadının seninle ne işi var?" diyebileceğiniz bir fotoğraf. 10 senedir orada asılı duruyor. dün akşam salonda otururken babam "hehehe noooldu geçemedin mi bölümü?" diye anneme sataşırken annemse "çıkar şu sakızı ağzından cak cak cak lama gibisin" diye hiç alakasız bir şekilde belaltı vuruyordu. tüm bunlar yaşanırken yatak odasından "çaat" diye bir ses geldi. evde annemin yanında 3 erkek olmamıza rağmen annemin arkasına saklanarak odaya girdik. hırsız var diye tam ben elimdeki meyve yediğim çatalı hazırlamıştım ama baktık kı evlilik fotoğrafı asılı olduğu yerden düşmüş, camı kırılmış. kardeşimle birbirimize "iyi ki hırsız değilmiş yoksa mahvederdik adamı" tarzında artist artist bakarken bizimkilere bir baktım annem yatakta kucağında çerçeveyle tarlası yanmış çiftçi gibi oturuyor. annemin gözleri dolmuş kırıldı diye babam yanında "üzülme" diyor ama o da üzgün belli.

    - cam gitmiş. iyi bari fotoğrafa zarar gelmemiş.
    + üzülme anne ya yaptırırız yarın nolcak?
    - çok seviyorum bu fotoğrafı.
    + tamam üzülme anne. ya siz yatarken düşseydi?

    yok annem astı suratını bırakmıyor fotoğrafı. annemin moralini yükseltemedim ne yaptıysam. sonra babam devreye girdi.

    * üzme kendini. cam kırılsın boşver de senin kalbin kırılmasın. cam çok da senin kalbin bi tane.

    vay arkadaş 5 dakika uğraştım üzülen kadını vazgeçiremedim adam geldi yine bir laf etti 5 saniyede bütün love pointleri topladı gitti. annem bu laftan sonra nasıl gülüyor, nasıl mutlu. çerçeveyi verdi bize. gittiler mutlu mesut çay içmeye. işte o an anladım "bu kadının yanında bu adamın ne işi var yaa" cümlesindeki adamın annemin yanında ne işi olduğunu. adam don juan beyler ayık olun.

  • 12. arda turan'ın barcelona'dan sonraki takımı

  • 13. m. united'ın antrenmanına corsa ile gelen futbolcu

    sırf ingiltere'de opelin vauxhall adıyla satıldığını bildiğini göstermek için opel dememiş adama ayar vermeye çalışan dingilleri göstermiş delikanlı çevik sporcudur.
    (bkz: sözlüğe 18 yaş sınırlaması getirilmesi)

  • 14. pfdk'nin deniz naki'ye 12 maç ceza vermesi

    dangalağın biri demiş ki başka yerde olsa lisansı iptal edilirdi. adam o kadar cahil ki hayatında türkiye dışında bir yere gitmeyi bırak, türkiye dışında bir yer hakkında herhangi bir şey dahi okumamış.

    bak sevgili cahil kardeş. pique diye bir futbolcu var. barcelona isimli çok iyi bir takımda oynuyor. adam katalonya'nın bağımsızlığını açık bir şekilde destekliyor. hatta bazı deplasmanlarda rakip taraftarlar bu futbolcuyu yuhalıyor. ancak ispanya futbol federasyonu bu futbolcuya tek maç bile ceza vermedi.

  • 15. batı ege seküler kurtuluş cephesi

    işler iyice boka sarıp özerklik vs naraları hortlarsa ve yobaz başkanlık gelirse kurulacak oluşum. pasif-aktif direniş, insan hakları konusunda yatırımlar,bilim, eğitim ve modernite üzerine yüzü batıya dönük bir sanayi-turizm cenneti.

    belki ütopik gelecek ama zamanı geldiğinde bu yola baş koyulmazsa varlığımız son bulacak gibi duruyor. hayırlısı olsun umarım yanlışlardan bir şekilde döneriz
    edit: batıdan kastım coğrafiden ziyade ideolojik olarak batıydı. tabi coğrafi olarak doğru olmuyor uyaranlara teşekkür

  • 16. kafirleri neden öldürmüyoruz baba

    kurgu 3/10
    imla 7/10
    rezalet 0/10
    olaylar arası geçişler 2/10
    ana-bacı katma 0/10
    seks 0/10

    bu trol tutmaz hocam. daha sonra tekrar denersin.

  • 17. gheorghe hagi

    3 yaşımdan 20 yaşıma kadar babamdan fiziksel şiddet gördüm. sadece beni değil annemi de dövdü yıllarca. çürükler, morluklar hiç eksik olmadı kadının vücudundan. bir defasında tüm ön dişleri döküldü. pazar günü gelecekte babam evde olacak diye ödüm kopardı. kahvaltı sofrasında en küçük sebepten tartışma çıkarıp suratımızı dağıtırdı. ele güne rezil kepaze olurduk. (kendisiyle 13 yıldır görüşmüyorum)

    şöyle biraz geçmişe gidiyorum. ailecek hep beraber saf, katışıksız, kontrolsüz, düşünmeksizin mutlu olduğumuz tek bir an geliyor hatrıma. 17 mayıs 2000 gecesi. babamı o ana dek hiç öyle mutlu görmemiştim. sabaha kadar antalya caddelerini turladık kamyonla. sadece bir geceliğine de olsa baba oğuldan ziyade iki arkadaş olmuştuk. yoktu böyle bir mutluluk. kendisi beşiktaşlıdır bu arada.

    sanırım yalnızca yoksunlukla açıklanabilir bu durum. millet olarak gerçekten yoksunmuşuz o yıllarda. bir sebep hasıl olmuş ve kısa bir süreliğine yırtıp atmışız üzerimizdeki karanlığı. bir rüya imiş. şimdi olsa kimsenin umrunda olmaz belki. lakin o günlerde farklıydı işte. ne demek istediğimi yaşayanlar biliyor. tam söze dökemiyorum.

    futbolu ise uzun zamandır takip etmiyorum. zira ne zaman bir müsabakaya denk gelsem kandırıldığımı hissediyorum. en son ne zaman bir maçı yerinde takip ettim hatırlamıyorum bile. artık keyif almıyorum bu olaydan. küçük bir çocukken bir gün böyle hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.

    babamdan alamadığım sevgi ve şefkat (kendi yoksunluklarım) beni başka bir adama bağladı o yıllarda. kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. gayet bilinçli bir sevgiydi bu. onun gerçekte kim olduğunu biliyor, mesleki açıdan tam olarak neyin karşılığı olduğunu görüyor, kitleler üzerindeki etkisini yüreğimde hissediyordum. diğer tüm muadilleriyle kıyaslamasını yapıp, sağlamasını aldığım vakit sonuç hep aynı çıkıyordu; benzersizdi! ve sevilmeyecek adam değildi. çok seviyordum.

    gheorghe hagi, 20 ocak 2001 akşamı antalya atatürk stadı'nda oynanan werder bremen maçı kadrosunda yer almadı. siyah paltosu ve takım elbisesiyle kulübeden takip etti maçı. son düdüğün ardından tünele doğru ilerleyen lucescu'nun yanında belirdiğinde dudaklarımı ısırarak uzaklardan izliyordum bu gidişi. "şimdi değilse ne zaman?" diye soruyordum kendime. şimdi değilse ne zaman?

    sahadayım! kendimi tribünden aşağı bıraktım! göbekli security'ler peşimde koşturuyor. hiç kusura bakmicen güvenlikçi amca. boşuna da kendini yormicen. 15 yaşındayım ve hagi'yi çok seviyorum. nahhh yakalarsın!

    top toplayıcıların arasına kaynayıp tüneden içeri dalıyorum. 5 ay önce madrid'i tokatlayıp avrupa'nın en büyüğü olan takım 5 metre ötemde. kalbim çıra yutmuş odun sobası gibi güp güp atıyor.

    çevik kuvvet tarafından dışarı atıldım. otobüsün etrafında büyük bir polis çemberi var. çemberin dışında nerden baksan 2000 kişi. adamlar jardel'i beklerken tünelden ben çıktım. polis parmağıyla çemberi göstererek "devam et" diyor. yüzümde kemal sunal ifadesiyle polisin dediği istikamete ilerler gibi yapıp sincap çevikliğiyle yolumu değiştiriyorum. galatasaray otobüsüne girip en koltuğa oturdum! "hagi gelene dek inmeyeceğim. sıkıysa indirin."

    asfalt da yatıyorum. yönetici cüneyt tanman tarafından kovuldum. çember tamamen dağıldı. oradan ora savrulurken bayağı bir hırpalandım. korkunç bir gürültü var. meşale ve konfetiler yüzünden göz gözü görmüyor. tamamen yere kapaklandım. emekleyerek ve ezilerek otobüsün altına girdim. sürünerek ön tekere doğru ilerliyorum. komando edasıyla yana yuvarlanıp boşa çıktım. kapı 1 metre önümde. ölümcül hamlemi yapıyorum. "ya allaaaaah."

    tekrar polislerin kolundayım. malzemeci tarafından "olum biz seni demin indirmedik mi" diye iteklenerek dışarı atıldım. tam o esnada çaprazdan hagi ile göz göze geldik. 1 saniyeliğine falan. sonra bir şey oldu. bir şey. çok acayip bir şey. beşinci sırada oturan kel kafalı gözlüklü bir yönetici ayağa kalktı. ben dışarıdan adamın hal ve hareketlerinden durumun benle ilgili olduğunu hissettim. yüreğime bir çarpıntı düştü. "bırakın çocuğu yaa. anladım ben anladım. onun derdi başka. getirin o genci buraya." (yaşıyorsan allah senden razı olsun bey amca)

    şengen dediğin nedir ya? hayatımın en güzel vizesini almışım ben. galatasaray otobüsten içeri girdim abi. kapı kapandı. içeri full dolu. ve süper sessizlik. herkes beni izliyor, ben de onları. inanamıyorum abi. o otobüsün içinde olduğuma inanamıyorum. her şey gerçek olamayacak kadar güzel. her şey. ilk 5 saniye hiçbir şey yapmadan öylece durup onları izledim. onlar da beni.

    hagi'ye doğru ilerliyorum. geldiğimi görünce ayağa kalkıyor gülümseyerek. bir şeyler diyorum çat pat ingilizcemle ne dediğimi ben de bilmiyorum. kağıt kalemi tutuşturdum bunun eline. imzalamak için düz bir zemin arıyor. capone yanağımdan makas alıyor. taffarel göz kırparak saçımı okşuyor. gözlerim dolu dolu. dokunsalar ağlayacağım. (dokunuyorlar)

    neyse bizim hagi imzayı attı. tokalaşıyorum. iki yanağından öptüm. sonra başını iki elimin arasına alıp bir de alnından öptüm usulca. ve ne oldu biliyor musunuz? sahneyi gören bülent korkmaz ellerini havaya kaldırarak haykırdı; "olmadıııııı, bir daha ööööp, bir daha ööööp" tüm otobüs alkışlıyor, gülüşmeler, kahkahalar. ben orada cesareti alıp saldırıyorum hagi'ye.

    alnından, yüzünden, yanağından, kulağından, ensesinden artık neresine denk gelirse basıyorum öpücüğü. öpücük yağmuruna tutuyorum efsanemi. yok böyle bir sevgi. yok arkadaş! yok yaa! yok böyle bir şey! forma istiyorum kendisinden. e haliyle yok yanında. her şey bagaja yerleştirilmiş. otobüs kalkmak üzere. beni bekliyor şöför.

    otobüste ilerliyorum arkalara doğru. popescu, suat, okan, emre, arif, jardel aklına kim gelirse herkes burada. tek tek tokalaşıyorum hepsiyle. en son inerken bir de lucescuyla vedalaşıyorum. çok sıcak davranıyor o da. kuş gibi iniyorum otobüsten. suratımda aptal bi gülümsemeyle koşarak eve gidiyorum. koşarak koşarak koşarak....

    (gayya kuyusunda yiten çocukluğumun sikik hatıraları)

    işte o güzel imza.

  • 18. ayasofya bar olsun kampanyası

    nihai çözümü içeren ve an itibari ile dillendirilen kampanyadır.

    bu tarz pub'ların sayısı oldukça fazladır dünya üzerinde.
    ingiltere'den bir örneğini burada görebilirsiniz. bir de ayasofya'yı düşünün bu halde.

    yüksek tavan, muhteşem akustik, tavanlarda yer alan muhteşem isa çizimleri, allah, muhammed ve diğerlerinin isimlerinin arapça yazıldığı devasa hat levhaları vs... vs... ortam süper...

    alkol fiyatları çok abartılmadığı sürece sürekli dolu olur...
    hatta bazı büyük pub'ların yaptığı gibi kendi birasını üretse; örneğin "ayasoyfa birası" ismiyle, dünyanın en ünlü pub'ına sahip oluruz...

    şu anki hali ile müze ama dünyanın en ünlü müzesi değil, cami yapsak dünyanın en ünlü camisi olmayacak, kilise yapsak dünyanın en ünlü kilisesi olmayacak ama pub yaparsak açılışını yayınlamayan uluslararası haber kanalı kalmaz... insanlar da aşkın şarabından içip içip kudururlar artık...

    ışıklandırmasını da profesyonel bir şirkete bırakıp müziği de doğru seçtikten sonra bu muhteşem yapının hakkını vermiş oluruz...

  • 19. balığı eliyle yiyen insanın medeniyet anlayışı

    tavuk, balık, kelle, bunlar yenir elle.
    hiç mi duymadın kodumun cahili.

  • 20. venezuela'da çıplak dil öğretiminin başlaması

    tanıtım videosunun sansürsüz versiyonunun aşağıdan izlenebileceği programdır.

    --- +18 ---
    https://vimeo.com/147729661
    --- +18 ---

  • 21. chp ve hdp'ye oy veren dinden çıkar

  • 22. özel üniversitelerin özeti

    para bayılan gençliğin özeti:

    batak, ihale, iddaa, at yarışı... kirli sakal, tesbih, gri eşofman, bmw... fondöten, balyaj, mini etek, mini cooper...

    burslu kardeşlerimizin özeti:

    birbirine karışmış saç sakal, 3 liraya 5.000 tl veren iddaa kuponu, asistan olma hedefi... ders notları, kopya vermek, ders çalıştırmak, fotokopi dağıtmak... akbil, sırt çantası, öğrenci yurdu... bol bol 31, ders çalışmak, bir 31 daha...

  • 23. türkiye milli takımlar kafile kıyafeti

    (bkz: yanıyorsun fuat abi)

  • 24. kuran'ın dünya'nın yuvarlak olduğunu söyleyememesi

    öncelikle tanım: bilinememesi.

    buradaki mesajları okuyunca gerçekten de içim acıyor. çoğu aklı başında arkadaş neden bu konunun kuran'da açıkça yazamamasını anlatmaya çalışmış zaten. bana saç baş yolduran durum başka.

    bakın bazı insanlar nasıl tepkiler vermiş.

    1. arapça kelimeleri saçma sapan hallere sokarak kitabı aklamaya çalışıyorlar.
    bir insan düşünün ki, sosyal, kültürel hiçbir uğraşı yok. toplumda, bir yerlerde konuştuğunda, diğer çevresindeki insanların ilgisini çeken ya da onlara faydası olan hiç bir konusu yok. spor yok (futbol izlemek spor değil), sanat yok, bilim yok. bu adam kendini o içinde yaşadığı topluma yamamak için anlatılmış en büyük yalana inanacaktır. çünkü kültürel ve bilimsel hiçbir birikim seviyesine sahip olunmadan yapabileceği en kolay şey.

    kitaba ve dolaysıyla inandığı dine gelecek her türlü eleştiriyi savunmak için kendini siper edecek. çünkü, bu kavgayı kaybederse, inandığı her şey gibi kendisi de yok olacaktır.

    2. kitap, fizik ya da matematik gibi bir fen kitabı değil diyenler.
    şimdi fen değilse bana bir şey öğretmiyorsa ne yapayım öyle kitabı. ahlak için benim bir kitaba ihtiyacım yok. kaldı ki havadan sudan konularla, sadece tehdit savurarak bana bir şey anlatamaz. o yüzden kıymet-i harbiyesi yok nezlimde.
    zaten bilmem kaç yıl önce yazılmış bir kitap ancak insan eliyle yazılmıssa çağın ilerisindeki konulara değinemezdi.

    kuran'da yazıyor, ve allah seninin .... mühürlermiş harici hiç kimse zaten bir inanmayana elle tututulur gerekçe veremedi ki.

    bakın, hubble uzay teleskopunun vermiş olduğu bilgiler bizlere hayal bile edemeyeceğimiz bir evrende yaşıyor olduğumuzu gösterdi. atılacak james webb teleskobu ise su an bile bizi heyecanlandırmaya yetiyor. böyle büyük bir evrende, bir yaratıcı tarafından gönderilen bir kitap nasıl olur da sadece ufacık bir gezegenin sadece ve sadece o bölgesindeki bir avuç insanı ilgilendirecek konuları ele alabiliyor. everenden de sadece dünyadan görünen ksımına bir iki atıfta bulunmuş. bu tarz bir konularla hangi akademik insanı inandırabilirsiniz.

    sonuç olarak, gerçekten de bu komik olaylara inanamıyor olmam eğer benim sözde cehennemde yanmamı gerektirecekse yanayım. hem de sırat köprüsünün girişinde. bu ülkede haksızlığa uğramış insanlar gibi yanayım, dışkı yiyeyim, irinden başka hiç bir şey yiyecek durumum da olmasın (hakka suresi) ...

    peki ya siz ne yapacaksınız?

    kimseniz de çıkıp biraz haksızlık yapılmıyor mu diye soramayacaksınız. çünkü sizlerin de kalpleri mühürlenmiş.

  • 25. jose ernesto sosa

    ersan'ın olayla bununki biraz farklı. hazır 2 tane oyuncu geldi ersan'ın yerine. sosa'nın alternatifleri şu anda tam hazır değil. atiba yanına veli, önde oğuzhan ya da atiba yanına tolgay, önde oğuzhan yapamıyoruz tam hazır olmadıkları için. he 15 milyon gibi uçuk bir teklif gelmişse kimse kusra bakmasın ama koy amına sat gitsin koy amına sat sat sat sat.

  • 26. çin süper ligi

    ekşisözlük'teki insanların düşünce yapısını açık bir şekilde ortaya koyan bir özne...

    katar liginde takımlar para saçarken, 'arap yağı bol bulunca' oluyor... çin ligindeki takımlar para saçarken 'vizyoner oluyor, proje' oluyor... böylesine ikiyüzlülük zor bulunur...

    futbol piyasasında bu denli büyük paraların dönmesi, saçmalıktan başka bir şey değil...

  • 27. cinsellenirken arka planda çalan şarkı

    (bkz: cinsellendim de duruldum)

  • 28. 2016 turizm krizi

    dünyada turizmi bir tek siz biliyorsunuz zaten. mağaradan çıkıp tatile gidiyoruz her sene biz.

    sektörün içindeyim diyen saçmalamaya başlıyor ne güzel memleket ya.

    ***oteller

    -booking.com üzerinden rezervasyonda farklı, telefonla arayınca farklı fiyat çekmiyorlar mı bu arkadaşlar?
    hatta telefonda türkçe konuşunca farklı, yabancı dilde farklı fiyat veren bile gördü bu gözler. öyle ucuz veya kalitesiz oteller de değil hani.

    -mesela 2 tane rus amele rezervasyon yapabiliyor ama, ben kardeşimle tatile gidemiyorum. neden acaba?
    çünkü clockwork orange'a bağlıyoruz biz eğer alırlarsa otele. makyajımızı tamamlayıp otel çalışanlarına bastonla saldırıyoruz.
    halbuki ruslar öyle mi? değil

    -animasyonlarını / anonslarını almanca/rusça/kılca/tüyce yaptıktan sonra vakit kalırsa türkçe yapıyorlar mesela. neden? çünkü kendi ülkesinde tatil yapan insanlara saygılılar. onların anlayacağı bir şekilde anons yaparak onları rahatsız etmeyecek kadar da düşünceliler.

    "turkish bath, professional exotic massage" diye getirdikleri kıllı tellaklara yüzlerce dolar bayılmıyoruz diye mi bu muamele? nedir yani?

    -"ama onlar 9 gün kalıyor, yerli turist 4.5 gün kalıyor ortalama:(((((, mecburen öncelik onların:((("
    adamlara 10-15 euro'dan sattığın odayı bana 200 liraya satıyorsun p.zevenk. bunun için olabilir mi acaba?
    asdfsdgd.
    mantığa bakar mısın.

    "niye pahalı otel?, uzun tatil yapamıyor insanlar" diyoruz, "uzun tatil yapmadıkları için pahalı" diyor adam.
    ahahahah, felsefeci turizmciler sizi.

    -1 tane kalifiye elemen çalıştırıyor musun sen? en azından turizm otelcilikle ilgili lise seviyesinde eğitim almış kaç adam çalışıyor senin otellerinde?
    ben her gittiğim tatilde muhabbet ettiğim insanlara, sözde otel çalışanı bu kekoların 3 kelime yabancı diliyle yavşamaya çalışmasını izlemek zorunda mıyım?

    -bazı her şey dahil otellerde yabancı turistlere her şeyin daha da dahil olduğunu biliyor muydunuz mesela?

    -veya dünyanın en güzel koylarına, plajlarına sahip ülkede tatil yapmaktan niye kaçıyoruz hiç düşündünüz mü?

    sizin yüzünüzden tabii ki.

    ***"ama küçük esnaf da çok etkilenecek bu krizden"

    küçük esnaf?

    ülkeye ne faydası olmuş da bugüne kadar üzülmemiz gerekiyor onu anlamadım.
    inceleyelim beraber.

    vergi veriyor mu? -hayır, her sene zarar ediyorlar.(ama batmıyorlar, tam vergi vermenin sınırındalar hep, her sene bekliyorum bu sene kar edip vergi verirler mi diye ama olmuyor)
    ülke turizmine bir katkısı var mı? -aksine kazıkladığı turistlerde kötü bir izlenim bırakıyor.

    hakikaten çok mağdurlarmış. gideyim hemen kendilerinden 100 dolar'a testi, 10 euro'ya magnet alayım da rahatlayayım.

    azalarak biteceksiniz.

    akp iktidarının türkiye için nadir kazanımlarından birisi (bilinçli bir hareket olmasa da)sizin batışınız olacak. gerçi otelinizin arsasını da size onlar peşkeş çekmişti ama bak...

    hmmmmm...

    hem bu adamları, o zamanlar ağzınızın suyu aka aka yalarken, şimdi ağzınızdan çıkarmak yakışıyor mu size?

    (ara: itfaiye* hortum*)

  • 29. ahmet hamdi tanpınar

    bakanlıktaki bir iş için ankara'ya seyahat etmen gerekiyor. ankara'ya geliyorsun. oteline yerleşiyorsun. sırtında tek bir gömlek var. yaz ayı. haliyle kirleniyor. yenisi alsan, bütün bütçen sarsılıyor, ameliyattan çıkmış gibi hissediyorsun. sen de n'apıyorsun? her akşam aynı gömleği yıkayıp ertesi gün giyiyorsun. dolma kalemi de düşürmüşsün bir yerde zaten. ortalığı ayağa kaldırdın bulsunlar diye ama yok. kurşun kalemle de yazamıyorsun ki. iki gün daha eski kalemi arayacaksın, olmazsa mecbur yenisini alacaksın. bu arada 59 yaşındasın. edebiyat profesörüsün. eski milletvekilisin.

  • 30. golden state warriors

    uzerlerinden elestirilen amerikan seyircisi gerizekali turk mantigindan cok daha ileridedir. hic kusura bakmasin kimse, birazdan acik ve net sekilde anlatacagim. anlatacagim ki insanlarin akli basina gelsin, sagda solda duydugum sacmaliklari daha az duyayim. ortadogu topraklarinda bunun anlanacagini sanmiyorum ama, amerikanlar gibi entertainment olayini asmis adamlara boylesine argumanlarla yuklenmek asiri derecede sacma bir sey, yol yakinken donulmesi acisindan anlatacagim.

    hic dusunuluyor mu bu spor karsilasmalari neden var, bunlar neden prime timeda gosteriliyor, showbiz nedir? aksama kadar essek gibi calisan amerikan steryotipi aksam macina gider, birasiydi popcornuydu derken oynanan maca tiyatro, sinema muamelesi yapar. haklidir da, dunyanin en mantikli hareketidir. insanlar iyi sarki soyleyen icin konsere, akrobatlar icin sirke, sportif acidan ayricaliklilari izlemek icin de maca gider. olay basit.

    simdi soyle bana arkadasim, borsada faaliyet goren, birer ozel sirket olan spor kuluplerinin kapisinda kopek olan sen mi daha akillisin, "5 yasindaki cocuk" olan amerikali sisko mu? takimi icin adam bicaklayan davar mi daha akilli, sehrine gelen yildiz sporculari takdir eden adam mi?

    ulan sehrine curry gelmis, tarihe taniklik ediyorsun, takimiyla birlikte ligin dengelerini degistirip rekorlari birer ikiser gomuyor adamlar. kolay kolay gorulmeyen bir sezon geciriyorlar. yine ayni densiz, gerizekali turkler tarafindan gecen yil euroligle karsilastirilip, bir de daha kalitesiz bulunan(!) nba'in populeritesini tekrar artirmayi basarmis, alakasiz adamlari basketbol izler, keyif alir hale getirmis adamlar. alkislamasin da molotof mu atsin sahaya?

    aptalca varsayimlarla elestirilen amerikanlar kadar dogru yapan yok bu konuda. adam farkinda ki oraya keyif almaya gidiyor. adam oraya guzel oyun, yetenekli oyuncular izlemeye gidiyor. basketbolunu da gectim, iyi vakit gecirmeye gidiyor. devre arasinda inip orta sahadan ucluk atiyor, trambolinle smac basiyor 100 kiloluk herifler. kiss camde first date'ler opusuyor falan. sirf isemeye gitsinler diye molalar oluyor. sirf olay seyirci icin diye adam parkenin uzerinde mac izliyor.

    biz napariz? rakibin anasina sov. basketi islikla. basariyi yuhala. kendi oyuncuna tap. ulan, adamlar franchise, sana noluyor da neresini tutuyorsun? ama sen apple'in samsung'un bile 'tutulabildigi' mal gibi ulkede yasadigin icin normal. her gittigi deplasmanda alkislanan kobe'ye turkiyede dayak atilirdi tabi. alem bandvagon olmus :(( diye elestirilen gsw'nin asil taraftarlari, oakland'da kobe oyuna girsin diye tezahurat yapmis adamlar. neden bahsediyorsunuz siz?

    sonuc olarak, amerikada spor demek eglence demektir. tiyatro oyuncusu nasil senin hos vakit gecirmen icin performans sergiliyorsa, basketbolcular da onu yapiyor. tabi, spor olaylari rekabet ile daha keyifli oluyor, cunku basariyi daha somut bir sekilde olcebilirsin sporda, atilan sayilar vs ile. olayin asli rekabetten ziyade, keyif verici oyundur basit izleyici icin. siz sinemaya gidince "tutmadiginiz" yonetmenin filminden cikanlara falan da daliyor musunuz rekabet ayagina mesela?

    (bkz: akil fikir)

    ----------------------------------------

    edit: yikici degil yapici olmak lazim. dolayisiyla bir kez daha, daha yumusak kelimelerle ifade edecegim. bu sekilde dusunmek, dusunmeyi ogrendiginiz toplumdan kaynaklanan bir sey. basarilinin destekci sayisinin artmasi ne amerikaya, ne spora, ne nba'e ozgu bir seydir. bunu degistiremezsiniz, cunku bunu olusturan dinamikler hic de haksiz temellere dayanmaz.

    futboldan ornek verelim, 96-99 donemi ve uefa kupasinin alinmasi, galatasarayli bir jenerasyon olusturdu. ayni sekilde gezi olaylari, carsi, marjinallik falan derken simdi besiktasli bir nesil yetisiyor. bi ara barcelona her yeri domine ederken sagda solda barca formasiz insan gormek imkansizdi. neden? sadece guce tapmak degildir bu. insanlar aradigi seyleri bu takimlarda buldular. galatasaray o donem her mac kopek gibi kosup, sakat sakat oynayip her maci savas gibi oynayan futbolcular sayesinde sempatik geldi insanlara. besiktas, tum ulkenin dansoz oldugu donemde karakterli geldigi icin. barcelona, futbol kalitesini ve takim oyununu acayip bir seviyeye cikardigi icin. insanlar her hafta jeneriklik bir messi dribling+golu goruyor, tarihe taniklik ediyordu. barca maci izlemesin de osasuna maci mi izlesin?

    simdi donelim bugune. eskiden galatasarayin futbol maclarini izlerdim, simdi sahadaki o sacma kosusturmaya 90 dakika ayirmanin luks oldugunu dusunuyorum. ayrica bu basarisizlikla aciklanabilecek bir sey de degil sadece. basina gerizekalinin birini getirir, abuk sabuk cahil yorumlar yaptirir, paralari plansiz programsiz bir sekilde yeteneksiz adamlara gomersen; ben beni temsil etmeyen bir zekaya neden aidiyet duyayim? bakin sozlukteki besiktaslilara. adamlar gururdan olecek. neden? baslarindaki adam kurnaz. ucuza aliyor, pahaliya satiyor falan; taraftar ne diyor? tam benim kafamda diyor. kendisini ait hissediyor. bak biz boyle akilliyiz falan diye seviniyor vesaire. su acik ki, basari olur olmaz o kadar onemli degil. onemli olan sporcun seni temsil ediyor mu, yoneticiler seni temsil ediyor mu, teknik kadro senin dusuncelerini temsil ediyor mu? unutmamak gerekir ki gs madride elenirken tum stat "basarilar gelir gecer" diye gururla mars soyluyordu. elendigi, her sey bittigi halde. herkes basariyi bosvermis, cabayi alkisliyordu.

    iki senedir kacirmadan gsw maclarini canli izliyorum. bos bir insan degilim, bir suru isim var. yuz tane mac izlemek neresinden baksan buyuk bir commitment, gecerli sebebim olmasa yapilacak bir sey degil. neden? cunku keyif veriyor amk! bu kadar basit. goze hos geliyor, inanilmaz seriler izliyorsun, her an bambaska bir sey olabilecegi heyecani var. bir sov izliyorsun, keyifli bir aktivite.

    bazi insanlar spora gonul vermislerdir, karda sogukta dandik cim stat kenarlarina gidip tellerin arasindan 10 yasindaki cocuklarin hicbir seye benzemeyen macini izleyip keyif alan amcalar var. kendi cocugun olsa zor katlanacagin seyi adam izliyor. simdi bu adamlar cogunlugu olusturmuyor, herkesin vakit gecirmek icin cok daha mantikli aktiviteleri var. o zaman neden ayni sporda, ayni takimda israr etsin? nicin kendini adasin, niye daha secici olmasin?

    sunu demiyorum, taraftarlik olgusu kalksin falan. olaya canlilik getiren rekabettir, rekabeti ayakta tutan da destekcilerindir. dolayisiyla taraftarlik guzel bir sey, degisik bir his. bana sempatik gelen takimlar var, antipatik gelen takimlar var. bu kesin ve sinirlari cizilmis bir liste degil, degisiyor. oyun tarzina gore, gelen giden oyuncusuna gore, yaptiklari hareketlere gore, bazen centilmenlik seviyelerine gore. renklerine, formalarina, salonlarina, maskotlarina, bazen yaptiklari eglenceli pranklarina gore falan. ama niye hayatimi memphis'e adayayim ben arkadasim? tamam, guzel renkler, sempatik franchise falan ama, 20 yil icinde sikerim sizin oynayacaginiz basketbolu diyecegim zaman olurdu benim. adamlara vefa borcum yok ki yagmur camur muhabbeti yapip karsiliksiz taraftarlari olayim?

    not: grizzlies vancouvera donse taraftari olurum, ama su an sevmiyorum ayi oglu ayilari.*

  • 31. deniz naki

    rabia hareketi yapmadığı için 12 maç ceza alan futbolcu.

  • 32. kedi

    bizim apartmanın girişindeki bekçi kulübesine sitedeki çocuklar hapsetmişler bunun yavrusunu. grili beyazlı tekir, bir avuç kadar. kulübenin içinde bir karton kutu; ne kum var ne başka bi oyuncak; biraz mama bırakmışlar, o kadar. sabahtan akşama kadar ağlayıp duruyo, belli ki annesinin koynundan alınmış. ilk gün "karışmıycam bu sefer" dedim; dedim ama hayvanın durum kötü. hem daracık yerde hapis, hem hava soğuk, hem ağlıyor, üstelik gözü de akmaya başlamış. mecbur kaldım aldım götürdüm eve. havalar biraz ısınsın, biraz toparlasın, hem belki o arada yuva buluruz diye hem kendi kendimi hem eşimi telkin ediyorum. "bu seferki kalıcı değil, kurtulcam bundan" diyorum her gün; hatta kediye de söylüyorum. "bak çok yerleşme, seni göndericez bu evden, ona göre" diyorum kendisine ama kediye de gün geçtikçe alışıyorum. isim koymuycam ayrılmak zor oluyo derken isim de koymuş bulundum; gobit. çiko'yla iyi anlaşıyo gibi ama şeker gobit'ten nefret ettiği için yatak odasından dahi çıkmıyo. şeker tıslıyo pıslıyo ama alışcak başka yolu yok. artık ufak ufak gobit'in evde kalmasının yolunu yapmaya çalışıyorum; kendimi acındırıyorum eşime. "yaaa benim hiç sağlıklı bi kedim olmasın mı? biri kör biri topal; benim hiç güzel kedim olmayacak mı? bu da kalıversin burda n'olur ki? hem hiç sağlıklı kedim olmadı benim" vs vs vs. ben böyle kör be topal olmayan sağlıklı bi kedim olsun diye kendimi acındırıyorum ama kedide bi gariplik var. hani tüm yavru kediler yaramaz olur da bu hiç "hiişşşşştttt pişşşştttt yapmaaaaa" vsden anlamıyo. korkutmaya çalışıyosun korkmuyo, sesleniyosun aldırmıyo filan. sağır çıktı ya benim kedim. bir kör bir topal bir sağır kediyle trioyu tamamlamış bulunmaktayım. bi daha da kör ve topal olmayan sağlıklı güzel kedi istemiycem, allah benimle bu yaratıklar üzerinden dalga geçiyo çünkü.

  • 33. tost yapmayı bambaşka boyutlara taşımak

    yarım ekmeği ortadan kesiyoruz klasik ekmek arası yapacak şekilde,sonra açıp tost makinesine bastırıyoruz,o arada kaşar ve sucuk ayarlanıyor,sonra makineyi açıp içine biraz yağ sürüp yeniden kapatıyoruz ve yağ iyice içine siniyo ekmeğin...

    sonra sucuğu alıyoruz ve ekmeğin üstüne diziyoruz,ekmek açık halde yeniden bastırıyoruz ki sucuğun yağları ekmeğin içine aksın ve sucuklar pişsin.

    sonra üstüne kaşarları diziyoruz,ekmeğin kaşar ve sucuk olmayan tarafına acı biber salçasını abartmadan sürüyoruz.tostu kapatıyoruz ve iyice bastırıyoruz,kaşarlar eriyip akana kadar makinenin içinden almıyoruz,aktığını gördüğümüz an alıyor ve yanında güzel bir içecekle gömüyoruz.

    sonuç:105 kiloyum amk.

  • 34. kemoterapi gerçekleri

    işte en dayanamadığım insan tipleri gelmiş. biri tıbbın şu anda kullandığı çözüm olan kemoterapi işe yaramaz ama karbonatlı suyla kanseri yenersin der, diğeri modern tıp çözüm değil allaha yönel der.

    ya siz ne kadar geri zekalı, işe yaramaz, cahil yaratıklarsınız lan? şu cahil özgüvenine sahip insanların yazı yazması, fikir beyan etmesi filan engellenmeli.

    lan adama bak lan, doktor değilim ama bence allaha dua et modern tıp çok işe yaramıyor diyor.

    doktor değilim ama

    doktor değilim ama

    doktor değilim ama...

    ne konuşuyosun lan o zaman? siktir git? burada kanserli yakınları olan insanlar var, anne babasının saçlarının döküldüğünü, gözlerinin çöktüğünü gören insanlar var.

    sen de, 100 yıl önceki salak kocakarı fikirleriyle gelip insanların zihnini bulandırıyorsun, belki buradan etkilenecek biri sevdiğine gerekli tedaviyi aldırmaktan vazgeçecek ve ölümüne neden olacak?

    şu amerikada aşıya karşı olup çocuklarını kaybeden ailelerden bir farkınız varsa adam değilim. pislik sürüsü. hem cahil, hem kendine güveni tavan.

    dünyadaki her işi uzmanına bırakmayı beceremediniz amına kodumun davarları. hepiniz doktordan daha doktor, ekonomistten daha ekonomist, mühendisten daha mühendissiniz. valla yıldım ya.

  • 35. muhteşem yüzyıl kösem

    hürrem'in başındayken lamborghini gibi gösterişli duran tacın kösem'in başında bir milyoncudan alınmış gibi durduğu dizi.

  • 36. burcu bakdur

    küçük okan bayülgen ekşi sözlük'e kızmış

    yazık, şu yukarıdaki videodan sonra bence dibi görmüştür. dişlerini fırçalamıyor korkunçlu kadın diye yorum alınca nedense fanlarına bir nihat doğan, bir hülya avşar tadında sohbet kisvesi altında basın açıklaması yapmış. videonun sonunda da çok güzel bir şiir okumuş tabi. hepiniz gibi ben de insanım, yüklenmeyin çok bilmişler demiş.

    hakkında çok güzel yorumlar yapılırken fanlarına seslenme gereği duymamıştı ama topu topu 3 gün eleştirilince "saksı değilim ben, en çok bana soracaksınız" olmuş. ego çok güzel gelsene .. buraya yükleneceğine biraz öz eleştiri yapsaydı, yahu 3 günde 300 entryle 'benim "hayat biriktirdiklerinizdir" videoma takmışlar, bu kadar olumlu yorumlar alırken bir anda ne oldu acaba' diye düşünse belki bu cevap videosunu yayınlamazdı. bu kadar farklı görüşten insanların olduğu bir ortamda, bir sürü seveni varken (hala vardır muhtemelen) son günlerde hep olumsuz eleştiriler almasını ille de art niyet olarak yorumlamasaydı keşke. sonuçta sosyal medya, insanlar fikirlerini anonim bir şekilde bu yöntemle paylaşıyor. seni pucca'yı eleştiriğinden daha farklı eleştirmesi için sebep ne olabilir ki? yani sosyal statü ve üretim olarak farkınız mı var? belki eğitim ve kültür olarak vardır (ki ben olduğuna inanıyorum) ama sosyal medyada üretim adına hiç bir fark yok, aynı yolu seçmişsiniz. biri ucuz kadın erkek hikayeleri üzerinden sosyal medyada popüler olmuş ve bu şekilde sponsorlar bulup anlamsız paralar kazanıyor. diğeri de bir konsept üzerinden kavramları tanımlayan kısa videolar çekip para kazanıyor. yani ikisinde de sanat yok, derinlik yok. bildiğimiz, kabul ettiğimiz, günlük hayatımızın bir parçası olmuş sosyal medya ürünleri var sadece. bu ürünlerin üzerinden popüler olmak ve anlamsızca paralar kazanmak ne kadar mantıklıysa, "ağzı olanın konuşup" eteğin, saçın, dişin, kilon vb. hakkında olumlu/olumsuz eleştiri yapması da bir o kadar normaldir. çünkü sen sosyal medyada bir meta olmayı seçtin. kapitalizmde de fast food metalar, üstün körü incelenir, saçma sapan, mantıksızca eleştirilir, alınır, satılır ya da atılırlar bu kadar basit.

    kendisini tanıyan bir ekşi sözlük yazarı arkadaşla konuşurken bana 'muhtemelen "cok da sikimdeydi senin ne dusundugun" diyordur' demişti(!) de ben de ona hala düşündüğüm şeyi söylemiştim; evet o yüzden seda sayan'ın bir tık üstünde bir seviyede cevap videosu çekme ihtiyacı duymuş, gerçekten de umurunda değilmiş. bunu da kısmi sansürlü ve cımbızlı yapmış (bkz: #58032016)

    hadi taylanlar, boralar, biraz övün hanım kızı da belli etmemeye çalıştığı öz güveni yerine gelsin. çik şikir çikmişsin bircicim ...

  • 37. aşık olunacak erkek bulmanın zor olmasının nedeni

    aşık olunacak erkeği arıyor olmaktır. aramayınız. beklemeyiniz.

    aşka düşersiniz. aşka kapılırsınız. aşk vurulmaktır, vurgun olmaktır. eros da okla vurur aşık olacak kişileri örneğin. bu sözcükler ve mitolojik semboller boşuna seçilmiş değildir; örneğin ingilizce'de de "fall in love" denir. aşka atlamazsınız, aşkı yakalamazsınız, aşkı kazanmazsınız. aşkın içine düşersiniz, kuyuya düşer gibi. öylesine yürürken, farkında olmadan, aniden, istemeden, iradenizden bağımsız.

  • 38. hamit altıntop

    "sözleşmesi var, alacak tabi, yapmasaydın öyle sözleşme" diyen arkadaşlar çok yanlış gelmişler öncelikle. kimsenin sözleşmesi gereği alacağı paraya lafı yok. elbette ki sözleşmeyi değiştirme yönündeki istekleri reddetmesine de lafımız yok. ama zurnanın zırt dediği bir yer var. 2011-12 sezonunda real'de oynarken sakatlandığında real yönetimine gidip "ben sakatlandım, sakat olduğum sürece bana sözleşme gereği vermeniz gereken parayı vermeyin" diyen adam bugün maç başına 700 bin tl maliyete sebep olduğu ve 2015-16 sezonunda 1 dakika bile forma giymediği galatasaray'a aynı şeyi söylemiyor ve hatta yönetimin "bak zaten oynayamıyorsun, 2015-16 sezonunda şu ana kadar aldığın yaklaşık 6 milyon tl'ye lafımız yok ama bundan sonrası için şunu maç başı yapalım, çıktığın maçlarda al paranı" teklifini reddediyorsa her türlü lafı hak eder, kimse de kusura bakmasın. ve en basit tabiriyle utanmazın, yüzsüzün önde gidenidir, nasıl birisi olduğunu da net bir şekilde göstermiştir cümle aleme. ali sami yen spor kompleksi'nde yapılacak ilk maçta da bu adamı her şekilde protesto etmeyen taraftara da yazıklar olsundur zaten.

    hani bir laf vardır, türkün türkten başka düşmanı yoktur diye. hamit altıntop terk başına bu lafın ispatıdır...

  • 39. poyraz karayel

    kürtaj sahnesinden dolayı dizi ekibine demediğini bırakmayanları gördüm ki, ancak bu kadar olur dedim okuduğumda. allah kimsenin başına vermesin. zira benim eşim de hamile. çok zordur eminim de, ne bu atar gider arkadaş?

    dizide adam da vuruluyor. baba, eş, çocuk gömülüyor. evlat gömüldü evlat. mezarı açıldı. o sahnelerde susup, kendi yaşadığın acıda terör estirmek nedir lan? bir de sağa sola tonla hakaret. yok ortadoğulular sizi filan demeler. adamdaki bencilliğe, hıyarlığa bak arkadaş. her hüzünlü sahnenin birisinde karşılığı var. 7 milyar insanı düşünüp sadece komedi dizisi mi yapsınlar yani? acı yarıştırmak değil amacım. ama bu pervasız bencilliğe de susacak değilim. tipe bak yav.

    adil'in oğluna yaptıklarını gördükten sonra babamın bana yaptığı aklıma geldi. gece yarısı evine gidip boynuna sarılasım geldi. beni bu kadar sevdiğini bilmiyordum babamın misal. duygulandım. hüzünlendim onu üzdüğüm için. ben de buna mı isyan edeyim yani? "babalar öyle şey yapmaaaaz" diye yıkayım mı ortalığı?

    ortadoğuluymuş. amerikan dizilerinde pedofiliden, nekrofiliden, işkenceden vs geçilmiyor. onların da alayı teksaslı mı diyeceksin şimdi buna? dizi ve filmleri gereğinden fazla ciddiye alan biri olarak söylüyorum tekrar. bencilliğin alemi yok. tek acı yaşayan sen değilsin. ve hiçbir yapım salt komedi olamaz. isyanın televizyona, sinemaya filansa eyvallah. değilse de afedersin ama bu duyarlı ayaklarını siktir git başka yerde yap. ve evladı ölenlerle, öldürülmüşlerle konuş. bakalım ne diyecekler sana?

    bencil bir yavşak olmanın alemi yok. dizi bu. izlemez geçersin. kürtaj bilinmeyen bir şeymiş de ilk defa bu dizide bahsi geçmiş gibi duyar kasmanın alemi yok.

    son örnekle bitireyim. nip/tuck'taki kimber'ın kürtaj sahnesi bundan bin kat hüzünlüydü. ki çok daha yaygın olanıydı buna nazaran. şu tepkinin yarısını aldığını düşünmüyorum.

  • 40. milliyetçiliğin gerizekalılık göstergesi olması

    bu mantığa göre mustafa kemal gerizekalılığı anayasallaştırmış en büyül gerizekalıdır.

    sağa sola kitap okudun mu bişey yaptın mı diye soran bu arkadaş toplumlaşma, milletleşme evrimini pek bilmiyor ki böyle konuşuyor.

    toplumlar büyük felaketler yaşayabilir, bu tür felaketleri toplumlar genelde milletleşerek atlatırlar. katliamların, hastalıkların, açlıkların, kıtlıkların, haydutlukların geldiği karanlık günlerde insanlar birleşirse, bir millet halini alırlarsa kurtulabilirler. biz bilge kağandan önce ve moğol isyanıyla, son olarak da birinci dünya savaşında bunu yaşadık.

    peki bizi kurtaran neydi? gerizeklılığımız.

    oldu olacak, hiroşima'da atom bombası mağduru olan insanlar da "bilimden nefret ediyorum, bilim olmasa atom bombası olmayacaktı, bu insanlar ölmeyecekti, bilim katildir bilim adamları gerizekalıdır" desin.

    bu ekşinin kalitesi her gün düşüyor mu ne?

  • 41. serkan inci'nin doktorlar hakkındaki açıklaması

    "ya bu doktorların kafası çok garip.adam yıllarca benim vergilerimle tıp eğitimi almış ve 6 yıl okudum diye utanacağına ego yapıyor"

    serkancım senin vergileri hastalarla kadavralarla falan hiç ettik ya.helal et anam.

  • 42. kitabımı yayınlatmak için yardım kampanyası

    bu konuda zamanında çok çırpınmış bir yazar olarak bir kaç kelam etmek istediğim kampanyadır.

    şimdi benim de yayınlanmış bir kitabım var. (bkz: mabet)

    ilk kitabı yazmaya başladığımda acayip burnum havada geziyordum. çünkü ben hiç yazılmamış olan bir eser ortaya koyuyormuşum zannediyordum. günlerce üzerinde çalıştım, haritalar çıkardım, olayın geçtiği yerlerde günlerce yürüdüm. yazdım, sildim, düzelttim, yazdım, sildim, düzelttim. sonunda elimde 400 word sayfalık bir dosya oluştu.

    şimdi biraz önce dedim ya burnum havada dolanıyorum, tuttum bir kaç yayın evine gönderdim. zannediyordum ki adamlar bir ay içerisinde arayacak, gel gobekli reyiz bu kitabı basalım diyecekler. aradan aylar geçti arayan soran yok. ben bu arada ikinciyi yazıyorum, öyle de burnum hala havada. neyse vesselam gördüm ki, beni ve yazdıklarımı umursayan yok. yayın evleri telefona bile cevap vermiyor. sinirlendim, dosyayı bilgisayardan sildim, tüm çıktıları çöpe attım.

    kara kara düşünüyorum, ne yapayım, nasıl yapayım diye. işsizim, hastayım, eşimden başka kimsem yok ve hala yazmak istiyorum. kimsenin yayınlamaya değer bulmadığı kitaplar yazmak istiyorum. yine yazmaya başladım. abim dedi ki "oğlum bu yazdıklarını senden başka okuyan, eleştiren oldu mu?" cevap kocaman bir hayır. "git bu yazdıklarını bir kaç arkadaşına okut, bakalım ne diyecekler." diye de ekledi. iyi de benim arkadaşım yok. ciddi yok, asosyal herifin tekiyim. ciddi psikiyatrik bozukluklarım var falan. kafayı kırdım çok az olan eski bir kaç üniversite arkadaşıma gönderdim yazdıklarımı. bekliyorum "ya baba süper yazmışsın falan diyecekler." yok adamlar dönmüyor. ama ben ısrarla sürekli gönderiyorum. okumuyor ibneler. sadece bir arkadaşım (ki kendisine kitabın sonunda teşekkür yazdım) "başkan, yaz la ne olacak sonunda merak ediyorum" dedi. neyse ben yazdım, yazdım, yazdım.

    kitap bitmeye yakın aklıma bir fikir geldi. kitabı okutmam lazım, tek bir adam okuyor o da sadece okuyor. ne düzeltme yap diyor, ne başka bir şey sonunu merak ediyorum diyor. dosyayı sözlükteki yazarlara göndermek. önce bir metin hazırladım. dedim ki özetle, "entrilerinizi okudum, benim bir kitap çalışmam var, siz de edebiyata yatkın duruyorsunuz, dosyayı göndersem okur musunuz?"

    güzel, göndereceğim mesaj metni de hazır. harika bir kitle var önümde, günde yüz binlerce insanın okuduğu entriler var. iyi de kime göndereceğim. benim o dönem badim bile yok. açtım edebiyatla ilgili bir başlığı, arkadaşın biri yazmış, çizmiş, eleştirmiş. gönderdim ben bu mesaj metnini. iki dakika sonra mesaj geldi. "konusu nedir hocam?" düşün bak adam dosyayı merak etti lan. çıldırıyorum sevinçten, döşedim ben tabi konuyu, monuyu, şunu, bunu. gönderdim.

    gelen cevap şuydu. "polisiye mi yazdın, yazmasaydın da olurdu." bak adam bir cümleyle hayatımı yıktı lan. bütün özgüvenim naylon oldu. ağlayacağım hırsımdan yemin ederim. sadece teşekkür ettim. bir hata yapmıştım ama ne. buna hakkı yok, beni rezil etmeye hakkı yok diye dövünüyorum. bir hafta kendime gelemedim bak. yine bir küskünlük, zaten beyin kimyası depresyona meyilli.

    sonra girdim bu yazarın künyesine. bakıyorum ne yazmış diye, adam bildiğin bir çok yazara gömmüş. onu eleştirmiş bunu yermiş, diğerine ayarın kralını vermiş falan. dedim lan bu herif sanırım benim yazdıklarımı beğenmediğinden değil, polisiyeyi edebi bir tür görmediğinden bizi böyle gömdü. bu sefer aklıma başka bir fikir geldi. arama kısmına polisiye gerilim yazdım, getire bir tıkladım. sayfa ahmet ümit başlığına yönlendirilmiş. sanki bu tür bir tek ondan soruluyor. (neyse bu konuda çok şey söylemek istiyorum ama sonra) yok, olmuyor aradığım ışığı bulamıyorum. sonra işte jean-christophe grangebaşlığına girdim, baktım insanlar yazmış. şöyle hastayım böyle iyi. gözümü kararttım, aynı mesajı o başlığa entri girmiş ona yakın yazara yolladım.

    ilk cevap yine benzerdi. "hocam zamanım yok." eyvallah dedik, burada da okuyan yok diye hayıflanıyorum. sonra bir kaç mesaj bir iki arkadaş "gönder hocam." okuruz dediler. aldım maillerini gönderdim. şimdi nickini yazıp reklam etmek istemem sormam lazım kendisine, bir arkadaş tam yirmi saat sonra döndü.

    "hocam dosyayı onca işimin arasında okudum. bence yazma konusunda kötü değilsin. biraz daha kendini ve metni geliştirmelisin. ama bunu nasıl yapacağını bilemiyorum çünkü ben okurum, bu işlerde profesyonel birilerini bulursan bu kitap olur." dedi. bir çok kelime hatası, yazım yanlışı falan göndermiş. ben onları düzeltirken başka başlıklardan başka insanlara da yolluyorum, kimisi siktir çekiyor, kimisi gönder okurum diyor ama geri dönmüyor, bazısı da günlük geri dönüş yapıyor. ben düzeltiyorum, topluyorum, başkalarına yolluyorum. bir arkadaş bunu redakte ettir dedi, tuttum parasını ödedim bir arkadaşa kitabı toplattım.

    sonra yine başlıklarda geziyorum, şu entriye denk geldim. ooo, panpam tam benim istediğim yazar, polisiyeyi yemiş yutmuş. bir mesaj gönderdim, bir hafta sonra mesaj yazdı, gönder ama çok yoğunum kısa zamanda dönemem. olsun, yeter ki sen oku dedim. altı ay sonra yalvar yakar okudu. ay da bir soruyorum, iki ay sonra sözlüğe girip cevap yazıyor, "bakamadım daha" diyor. meğerse işi gereği bakamıyormuş. o ara aynı başlıktan bir kaç kişiye daha gönderdim ve böylece gerçekten benimle, dosyayla ilgilenen ona yakın insan çıktı. bildiğin arkadaş oldum, hepsi de çiçek gibiler hala, tek tek isim vermeyeceğim onlar kendilerini biliyor.

    sonra işte bu panpam döndü, "başkan harika olmuş lan" dedi. sen arkeolog musun dedi. bu kitabı iyi yayın evlerine gönder dedi. diğer panpalarım zaten bastırıyor, benim için, kitabın yayınlanması için kafa yoruyor. sonra bir arkadaş dedi ki baba bu işlerde torpil var, şu yayın evinden şuna git, (marka bir yayın evi) dosyanı ver. gittim adamın yanına, sağ olsun beni dinledi ama sonra bir yere götürdü. raflar dosya dolu, "bak dedi ben bu dosyayı iki seneden önce okuyamam, hadi okudum, yayınlanması falan zor iş" dedi. bıraktık dosyayı yine de, başka yayın evi, bir başka yayın evi yok ağa kimse basmıyor. bırak basmayı okuyamıyorlar bile. neden, herkes benim gibi süper yazar olduklarını düşünüyor ve her yazdığını gönderiyor. sektör şişmiş, bunalmış. yayın evi diyor ki üç tane sağlam yazarım olsun, onlar yazsın yeter. çok çok bilinen bir adam değilsen, kitap yayınlatmak bu ülkede çok zor.

    dur toparlıyorum. ben ne yaptım, burada amazon'u, mobidik'i falan örnek vermişler ya, ben sana ve bundan sonra kitap yayınlatmak isteyenlere söyleyeyim, o dediklerin türkiye'de yemiyor aga. meriktokrasi haricinde e-kitap okuyan yok, yeni bir adamı okuyan hiç yok. hem bu ülkede kitap rafta satılıyor. ama bende inandım benzer görüşlere, hem google play'a hem mobidik'e hem de benzer ona yakın yere e-kitap olarak koydum. facebook'a reklam verdim bak, gruplarda paylaştım sonuç mu tek bir satış almadı. kötü yazdığımdan mı hayır piyasası yoktu. bu ülkede zaten okuyan az, o azlığın içinde e-kitap okuyan daha az.

    şimdi geleyim bu parayla kitap basan elemanlara. elemanlar diyorum çünkü yayın evi yazardan para alıp kitap yayımlamaz, yazara para verir yayınlar. ha bir anı olsun, kitaplığımda dursun sevdiğim adamlara veririm diyorsan amenna, yoksa hiç girme. dolandırılabilirsin, (internette çok az bir araştırma da on kitaplık dolandırıcılık hikayesi çıkar) hayallerin kıralabilirsin, (çünkü bu adamlar senin kitabının satması için bir şey yapmazlar) kendini yetersiz görebilirsin. (her yazar kitabının satmasını ister. satmayan, okunmayan kitap, yazarı küstürür. çünkü her insan eserine önem verir.)

    o yüzden yazma işine gönül verdiysen kitabını önce birilerine okut. bak sözlük bu anlamda çok iyi. güçlü ol, eleştirilere açık ol. yazdığın türün başlıklarına gir o türü okumuş yazarlara göndermeye çalış. ha bak peşin peşin söyleyeyim, buradakiler çok acımasızlar. hümanist çoktur falan ama kötü laf sokuyorlar. buna hazırlıklı ol, hepsi göte göt diyor. eğer dosyan bu mecrada birileri tarafından beğenilirse inan o kitap bir gün basılır. ama şunu da unutmamak lazım ki buradan veya farklı mecralardan seni bu işten soğutacak ne duyarsan duy, yazma fiilinden vazgeçme. yazmak inanılmaz bir tatmindir. unutma da, dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da çekemeyen çok adam olacaktır. "bu ne yea" diyen olacaktır, onlara da takılma.

    şimdi benim kitabın ilk baskısı neredeyse bitmek üzere, buradan benim badilerim de kampanya falan yaptı, uğraştı. ama fazla yemiyor haberin olsun. alıp okuyan olmadı mı, oldu. şimdilerde ikinci kitabı bekleyen insanlar olduğuna göre ben becerebilmişim, sen de becerebilirsin.

  • 43. antalya'da aslında turizm yapılamaması

    evet, türkiye'nin turizm başkenti sayılan antalya'da aslında turizm yapılmadığı gerçeğidir. son zamanlarda yaşandığı söylenen de (2016 turizm krizi) turizm krizi değil "otelcilik" krizi olması gerekir. işin içinde acenta gibi birçok dal barındırsa da özü budur: otelcilik. acenta bunun bir kolu, destekleyicisi konumunda.

    gerçek turizmin özünde kültürel bir alışveriş, yeni bir yeri tanıma ve toplumsal bir iletişim yatar. antalya'ya eskiden gelen turistler çevredeki tarih yerlerini, kaleiçi gibi destinasyonlarını, doğal güzelliklerini, antalya'ya has kültürleri görüp gezerdi. oraya özgü eşyaları satın alırdı ve gelen turist ciddi anlamda çok zengin kimselerdi, geldiği zaman ciddi miktarda her yere para bırakıyordu, ekonomik olarak tüm ülkeye katkıda da bulunuyordu. fakat antalya'da her şey dahil sisteme geçildiğinden beri bu işin boyutu değişmiştir.

    geçenlerde yapılmış bir araştırmaya denk gelmiştim; antalya'ya gelen turistlerin çok çok büyük bir bölümü otelin dışına çıkmıyordu bile, tüm zamanını otelde geçiriyordu ! %80'den fazla kişi. yani, yabancı kişi havalimanından alınıyor, otele götürülüyor ve orada kalıyor sonra tekrar havalimanına götürülüp gidiyor; evet her şey bu. antalya destinasyonuna mı geliyordu yoksa sadece otele mi gelmiş oluyor ? otellerin içeriğine gelirsek oradaki otellere gitmiş biri olarak diyebilirim türk kültürüne ve antalya kültürüne dair genel olarak hiçbir bir şey yok. avrupaya gidip döner yiyen türk kafası misali uygulama yer etmiş, gelen turistin hoşuna onların ülkelerindeki şeyleri verelim mentalitesi hakimdi. otelden dışarı çıkmıyor; oradaki animasyonlarla, denizle, yemekle ve odada vaktini geçiriyor gelen turist sadece.

    işin özüne bakarsak kaliteli, belli bir entelektüel seviyedeki, zengin yabancıların günümüzde türkiye'ye tercih etmemesi çok doğal, çünkü yapılan tanıtımlarda otellerin ucuzluğu üzerine genel olarak. bu tarz insanların amacı "yeni bir kültür" tanımak olmuştur her zaman.

    günümüzde antalya'ya gelen turistin böyle bir kültür alışverişi içerisinde olduğunu söyleyebilir misiniz ? antalya ve türkiye'ye dair ne öğrenip ne tanıyor ? hangi insanlar ile iletişim halinde ? bir türk yemeğini tatmadan, osmanlı'ya ya da antik yunanlara ait bir şey görmeyen, myra veya şelaleri görmeden giden milyonlarca sözde turist...

    bu turistler antalya'ya değil sadece otele geliyorlar ve başka bir şey görmeden gidiyorlar. ne bir şehir içine çıkıp alışveriş yapıyorlar ne de herhangi bir türk tanıyorlar, bunun farkına varmak gerekiyor. bunun adı turizm midir yoksa otelcilik mi ? bu turistlerin suçu değil, yapılan politikanın bir sonucudur. eski turist rehberleriyle falan ya da yerli işletme ile biraz konuşursanız görürsünüz 20 30 sene önceki farkı, eskiden gelen turistler dönemin en zengin işadamları vesaireydi, çünkü o tarz insanlar yeni bir kültür tanımak istiyor. fakat günümüzde gelen turist cahil ve fakir, sadece ucuz olduğu için antalya'ya geliyor.

    buna turizm diyebilir miyiz gerçekten ? geçenlerde fark etmiştim bu durumu daha iyi. yurtdışında bir kadın ile konuşuyordum, laf türkiye'den açıldı:
    fransız: ben türkiye'ye gittim iki yıl önce.
    ben: aa nereye gittin ?
    f: antalya'ya, çok güzel ve ucuzdu.
    ben: aa x yerini, c yerini, d yerini gördün mü ? müzeye gittin mi ? antalya usulü piyaz ya da kebap yedin mi ? falezler ne kadar da güzel değil mi ?
    f: hayır aslında, oteldeydim görmedim. yoktu onlar.

    evet aşağı yukarı buna benzer bir diyalogtu yaşamıştım kadınla. sözde antalya'ya gelmiş ama antalya'ya dair en küçük bir şey bilmiyor, görmemiş ! böyle bir turizm anlayışı olur mu ? buna turizm denilebilir mi ? her yer otel olmuş, turizmden tek anladıkları da para ve otelcilik türk turizm duayenlerinin görebildiğim kadarıyla. kusura bakmayın ama bu turizm falan değil, bu derece kültürden ve iletişimden kopuk şeye turizm denemez. adamı antalya diye bilecek'teki bir otele götürsen haberi olmayacak neredeyse. ama antalya'ya geliyorlar evet. biz turizm yapıyoruz evet. antalya dünyanın ve türkiye'nin turizm başkenti evet... turizmden anladığınız bu mudur ? antalya ve türkiye'den izlole bir şekilde konaklamak olsa olsa ne olur bulamadım ama turizm olmadığı ve gelenlerin de turist olmadığı açık.

  • 44. abd'de olsa ancak pornocu olabilecek ünlüler

    (bkz: nez)

    iyi de olurdu hani.

  • 45. bacakları jiletle almak

    jilet kılları çoğaltır kısmı uydurma değil. belden yukarısı isveçli belden aşağısı urfalı bi arkadaş var. bunun sebebi genetik olamaz.

    edit: her şeyi ne kadar ciddiye alıyorsunuz. kıl tipler sizi.

  • 46. ersan adem gülüm

    zamanında galatasaraylı semih için.
    çok büyük defans oyuncusu olacak.
    ingilizler peşinde.
    büyük paralara transfer olur diye söyleniyordu.
    ersan için kimse böyle bir şey demedi.

    geldiğimiz noktada ister sevin ister sevmeyin ersan cidden beşiktaş ruhunu yaşayan bunu sahaya yansıtan bir savaşçı oldu. semih hemen hemen her maç eleştirilen adam oldu.
    semih galatasarayın elinde patladı ersan 7 milyon avroya çine satıldı.

    sonra bize klasik beşiktaş abartması.
    dünyanın en iyi oyuncusu geyikleri.
    yok kara para aklama konulu komple teorileri ile gelen rakip takım taraftarları ile uğraşmak kaldı.

    laf değil icraata bakıyoruz.
    bizim topçulardan para kazanırken siz dörder milyoncuk bayılıp her maç yuhalıyorsunuz.

    fikret başkan sen bu takımın en büyük transferisin.
    diğerlerini bilmem.

  • 47. fikret orman

    holosko artı bir miktar paralardan, klübü getirdiği nokta gerçekten muazzam. insan gerçekten hayret ediyor.

  • 48. cinsel ilişki teklifini reddeden erkek

    aslında reddetmeyen erkektir.
    keşke gerçekten normal algılayabilse bunu.
    bunu yapan arkadaşım tam 3 ay yaptığı şeyi anlatarak zihinsel mastürbasyon yapıp, tatmin oldu.
    bu da farklı bir deneyim demek ki.

  • 49. dursun özbek

    bileklik olayını küçümseyenler olmuş. siz ekonomik yatırımlardan, vizyondan ne anlarsınız.
    bu daha başlangıç, yonetim kurulu üyelerinin eşlerine evde poğaça yaptırıp maç günleri stadın önünde sattırmak da dahil bir çok projeye start vermiş olan galatasaray başkanı

  • 50. kurdun dişine kan deydi korkun

    (bkz: taşak geçiyoruz)
    milliyetçi geçinip dilini tarihini bilmeyen her gerizekalıyla taşak geçmek farzdır.