şeker.
doğrudan ve dolaylı olarak, hücresel ve görsel olarak yaşlandırıyor.
kolajen glikasyonu ve telomerlerin kısalması olmak üzere yaşlanmadan sorumlu ve şimdilik mevcut bilgilerimiz doğrultusunda kaçınılmaz süreçleri acayip hızlandırıyor. bazı bilim adamları bu telomer kısalmasını engelleyerek ve hatta uzatarak ölüme meydan okuyor diyolla, neyse...
yemeyin annem. en azından çok yemeyin. her gün çikolataları, kofletleri sokunup kolajen almanın, somon dna'lı bilmem neleri yüzümüze enjekte ettirmenin bir anlamı yok. şeker kaleyi içten yıkıyor, yapmayın etmeyin.
paninormanperisi19 profili
-
erken yaşlandıran şeyler
-
sadece 3 meyve seçme şansı olunsa seçilecekler
anketi doldurmaya gelmedim, başlığa söveceğim bir miktar, sonra gideceğim.
"sadece üç meyve seçme şansı olunsa" ifadesinde herhangi bir sorun göremiyor oluşunuza feci sinir oluyorum. birkaç defa denk geldim böyle garabet ifadeli başlıklara, hadi dedim uğraşmayayım şimdi ama gerçekten fenalıklar geliyor bu yeni nesil olduğunu tahmin ettiğim tiplerin kullandığı dili duyunca/okuyunca!
sadece üç meyve seçme şansı olunsa he mi? olunsa? verilse filan değil yani, olunsa? şans sen olacaksın yani, özne olacak yani he mi? özne nedir onu biliyor musunuz o da meçhul ya. ya da şu an neye tepki verdiğimi de anlamıyor belki kimisi ki bence en saç baş yoldurtacak durum da o olur.
bunları garipsemeyen tiplerin dünyaya getirdiği ve/veya eğittiği çocuklar bu ülkenin eğitiminde, sağlığında, ekonomisinde söz sahibi olmaya başlıyor. aptallığı fark edecek kimse kalmadığı gibi, bir süre sonra düzeltecek kimse de kalmayacak çünkü kaynaklar da bu aptallar tarafından hazırlanacak. kitap okumayanı eleştirirdik, bir süre sonra kitap okuyan da dile hakim olmayacak çünkü kitapları yazanlar ya da çevirenler de şu ifadelerde bir yanlışlık görmeyecekler.
sadece üç meyve seçme şansı olunsa ha... anaları, babaları, türkçe öğretmenleri de ne kadar "dövünse" az. gerçi bunlar "dövünse değil dövülse olacak orası yeaaa" diye de düşünebilir bilemiyorum. -
evli erkek yalnızlığı
bunun olduğu yerde mutlaka bir evli kadın yalnızlığı da vardır.
yapayalnız ve bir şekilde alışkanlıktan, belki çocuk(lar) var diye, belki ev kredisi ödeniyor diye; bazen sırf konfor bozulmasın diye, (amaaann, şimdi kim ev arayacak, sıfırdan başlayacaksın; arabayı da evlendikten sonra aldın, mal paylaşımı filan mı olacak, yok ya, hayatta da yedirmezsin canım qashqai'ni kimselere, hem bir şekilde tıkır tıkır işleyen ve hijyenik bir evde yaşıyorsun, boşver bak dalgana), ailelere şirin gözükmek için, toplumun gözünde evli olmakla kazanılan ekstra statü için, arada sırada seks de yapabildiğin ve güvendiğin ev arkadaşından olmamak için, maddi olarak güçleri birleştirip daha rahat yaşamak için vs. vs. vs. türlü türlü sebeplerle bir arada kalınır.
hayat gayelerinin arasında artık "mutlu olmak" yoktur. aşk yoktur. tutku yoktur. eğlence yoktur. "comfort zone" vardır. bunu bozmamak için verilen ödünler vardır.
ta ki patlayana kadar. ha aman, öyle patlayana kadar dediysem, üç günde bir patlarsınız. üç günde bir ağzınızdan iğrenç sözler dökülür. ananızla babanızla öyle kavga etseniz, tahminen ananız babanız keser sizinle muhabbetini. ki zaten olması gereken de budur.
ha bir de sonra bu yalnızlığı doldurmaya çalışma durumları var. evlilikten de olmayayım, heyecanlı seksten de olmayayım derken, liseli ergen gibi gizli saklı iş çevirmeler, yakalandım mı yakalanır mıyım korkuları. bir de aşık maşık olursanız oh oh oh; cennet manzaralı cehennem çukurunuz hayırlı uğurlu olsun. çünkü aynı çatı altında yaşadığı insanla yalnızlığın en derini ve en çirkinine mahkum olmuş kadın/erkek egoca açtır ve aç kalan ego tehlikelidir.
durumdan bihaber bir bekar değilim. aynen bu yalnızlığı yaşadı benim *kocam senelerce. belki benim suçumdur bu bilemem. ama öte yandan ben de aynen onun kadar yalnızdım; bu da onun suçudur belki, bunu da bilemem. bekarlar evlenmeyenleri anlayamazlar, o kesin. ama evliler de boşananları anlamıyorlar. hiçbir yalnızlık, zombiye dönmüş evliliğin içindeki kadar soğuk ve çekilmez değil, inanın bana, bizzat oradaydım ben. -
ekşi itiraf
hayatımın ilk yarısı müthiş bir sezon finaliyle sona eriyor.
bir sürü önemli olayın nihayet çözüme vardığı; hikayedeki bilinmezlerin açıklandığı; insanların aslında kim olduklarının ve büyük resimde nerede olduklarının ortaya çıktığı; önemli karakterlerden bazılarının beklenmeyen ölümlerle, bazılarının ölüm dışı nedenlerden senaryodan çıktığı; çok beklenmedik ve çok eski bölümlerden bazı karakterlerin geri döndüğü dolu dolu bir sezon finali.
bir sonraki sezona dair en küçük bir tahminim yok. bir sonraki sezonun çekilip çekilmeyeceği bile belli değil hatta. hikaye bundan sonra kimin etrafında döner, hangi mekanlarda döner; üçüncü şahsın ağzından mı anlatılır; 20 sene sonra oğlumun ağzından ve flashbacklerle mi anlatılır benim de hiçbir fikrim yok. sezon, her şeyin yerle bir olduğu deprem sahnesiyle ve başka soru işaretleriyle bitiyor. yaş 35, yolun yarısı. -
makarna şarap yerine kısır ayran tercih eden kadın
glisemik indeksi çok daha düşük ve çok daha besleyici bir öğün tercih eden kadındır. şarabı fakir gibi makarnanın değil, bonfilenin yanında tercih ediyor da olabilir. ayrıca evde hoparlöre bağlanmış telefondan teneke gibi mp3'ler eşliğinde filiz makarna yanına cumartesi şarap açtım diye italyan ambiyansı yakaladığını sanarak "sıcak masaj" beklentisine giren adamların varoş bulduğu kadındır, ahaahahaha, sıcak masaj ne lan!
-
kısırlaştırmayı destekleyen hayvansever
kısırlaştırılmamış tek bir dişi kedinin altı yıl içinde 120 bin hayvanın doğumuna sebep olacağını; şehir şartlarında bu kadar çok hayvanın yaşaması ve barınmasının mümkün olmadığını; her seferinde bir batında beş altı yavru dünyaya getiren kedilerin/köpeklerin o yavrularının çok büyük bir kısmının telef olduğunu, kısırlaştırmanın dişilerde meme, rahim ve yumurtalık kanseri, erkeklerde testis kanseri riskini neredeyse tamamen ortadan kaldıracağını, hayvanın ömrünü uzatacağını, kızıştığı için aklını kaçırmış hayvanın camdan atlama, kavga etme, yaralanma, ezilme gibi risklerini ortadan kaldıracağını bilen hayvanseverdir.
doğum kontrol yöntemi kullanan hümanistten bir farkı yoktur.
andaval andaval konuşmalar. yok doğasıymış, yok bilmem neymiş. sonra daha "önemli" makamlara geldiğinizde "tecavüze uğrayan doğursun devlet bakar" filan gibi yumurtalar da sizin götümsü ağızlarınızdan çıkıyor işte. doğasıdır, yazıktır diye doğmasını engellemediğimiz o yavrular ölüyor sayın amınakoduğum, araba altlarında kalmak, anne tekmelenip kovalandığı için bir bodrumda açlıktan ölmek, senin gibi yarım beyinlilerin yetiştirdiği ve hayvan nedir zerre fikri olmayan sevgisiz ve vitaminsiz çocukların elinde işkenceyle ölmek, torbaya konup çöpe atılmak gibi nice "doğasına aykırı" şeyle karşılaşmasın diye milyonlarca hayvan; birkaç tanesinin "doğasına" müdahale ediyoruz mecburen.
doğası da doğası; duyan da druid'siniz sanacak. bir şeyleri böyle ezberden sallamadan önce az okuyun, araştırın. safdillik, cahillik ve daha da kötüsü gerizekalılık kadar tehlikeli bir şey yok şu dünyada.
edit: bana da yumurtalıklarımı, rahmimi filan aldırmamı öğütleyen biri olmuş, sağ olsun. riskli durumlarda insanlarda da bu organların kanser ihtimaline karşı alındığını söylesin biriniz garibana, angelina jolie'nin memelerini aldırdığını filan da mı bilmiyor ki la, yazık!
hayvanlarda kısırlaştırmanın temel sebebi tabi ki kanserden koruyarak hayvanın ömrünü uzatmak değil, kontrolsüz bir şekilde sayılarının artmasını ve yavruların telef olmasını önlemektir. kısırlaştırmanın bunun yanında sadece gelecek nesil için değil, kısırlaştırılan hayvan için de ikincil yararları olarak bu kanserden korunma mevzuu dile getirilmiştir. götümden uydurduğum bir şey değil, veteriner hekim de açıklar sana aynı şeyleri, azıcık arama yaparsan neden kısırlaştırma, kısırlaştırmanın yararları, zararları vs. diye, zaten göreceksin en az elli yerde bunun belirtildiğini.
hayatında büyük ihtimalle bir tane sokak kedisini tedavi ettirmemiş, henüz 5 aylık ve minyon bir hayvan olduğu halde, "doğası" gereği hamile kalmış ve daha ilk yavrusunu doğururken; karnında doğuramadığı dört yavruyla birlikte kanamadan ölmüş bir kediyle bahçede, kömürlükte hiç karşılaşmamış; kedi/köpek sahiplendirmemiş ve doğal olarak "hangi birine yetişeyim" acısı çekmemiş insanların bu ilkel ve bilgisiz yaklaşımını anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum.
bana yumurtalıklarımı aldırmayı önereceğine kendin ve/veya partnerin korunmayabilirsiniz mesela. hele hele hormonlu haplarla filan insanın doğasına müdahale edip, üremek ve genlerini aktarmak için kuduran insan bedenini baskılayamazsın kardeşim! doğamız bu bizim! kedileri köpekleri de her cinsel ilişkileri (çiftleşme demiyorum bak) öncesinde teeekkk tekk yakalayıp pipilerine birer minik prezervatif takalım olmadı. aslında sikinizde bile değil hayvanın doğası filan, çünkü gerçekten sokak hayvanlarının neler yaşadığından haberiniz bile yok. "imi hiyvinin dığısı bı, irimik inin di hikki, innilik/bibilik inin di hıkkı!" diye kısırlaştırmadığınız cins köpeğiniz kızıştığında salın sokağa; rahatlasın hayvan, gençliğini yaşasın, gelsin eve. ne kadar tatlısınız! ne kadar doğa ananın kucağı gibi bir gerizekalısınız! o köpekten hamile kalan dişinin yavruları ne olursa olsun. bir kıyıda gebersinler, zehirlensinler, size ne canımm! siz hayvanınızın doğasına müdahale edecek değilsiniz ya! hem nasıl olsa o hayvanlar araba altında kaldığında, anneleri öldüğünde vs. vs. onları tedavi ettirmek ve sahiplendirmek için içi yanacak, uykuları kaçacak enayiler bulunur.
edit 2: ya bu arada şu konunun şehirde, ev ortamında yaşayan petler ve sokak hayvanları özelinde savunulduğu anlaşılıyor di mi ya! doğası da doğası filan deyince, acaba sumatra kaplanları kısırlaştırılsın, ormanda oraya buraya attırıp kokutuyorlar, yavrularını da kimse istemiyor valla, maymunlar yazı asmış apartmana, kedigil beslemek yasaktır diye" filan gibi şeyler yazıyoruz gibi mi anlaşılıyor ki? -
aşık olunacak erkek bulmanın zor olmasının nedeni
aşık olunacak erkeği arıyor olmaktır. aramayınız. beklemeyiniz.
aşka düşersiniz. aşka kapılırsınız. aşk vurulmaktır, vurgun olmaktır. eros da okla vurur aşık olacak kişileri örneğin. bu sözcükler ve mitolojik semboller boşuna seçilmiş değildir; örneğin ingilizce'de de "fall in love" denir. aşka atlamazsınız, aşkı yakalamazsınız, aşkı kazanmazsınız. aşkın içine düşersiniz, kuyuya düşer gibi. öylesine yürürken, farkında olmadan, aniden, istemeden, iradenizden bağımsız. -
evden çalışmak
normalde bir çeviri bürosunda kadrolu çalışan bir çevirmenim lakin gerek işin doğası, gerekse patronun şeker gibi bir adam olması, istediğimiz zaman evden çalışma imkanı tanıyor bize.
tabi ben evde iş dışında yapacak çok şey olduğu için, işi kaytarmaya çok müsait olduğumdan, ofiste olmayı da gayet sevdiğimden normalde tercih etmiyorum evden çalışmayı.
ama hafta başından beri eskişehir'de annemlerdeyiz oğlanla. oğlum nasıl olduysa sürekli tepemde değil, odaya kapanıp çalışmam gerektiğini de anladı, basbayağı verimli bir şekilde işimi zamanından önce yetiştirdim filan derken; tam bir liseli ergen tadı yakaladım. karışmayın bana diyorum, işim var sessiz olun diyorum, süpürmeyin lan benim odamı diyorum. çay yok mu bu evde yea diyorum. yemek yiyip tekrar odaya giriyorum. arada çalışıyor kisvesi altında oyun oynuyorum. üniversite sınavına hazırlandığım zamanlarda nasılsa aynı öyle, üzerimde eşofman, gözümde gözlük, paçalar çorapların içinde, misafir gelince bile ortaya çıkmıyorum, hayvan çocuğu gibi çay kahve içiyorum. babam kestane getiriyor, annem mandalina getiriyor. çok zevkli bir şeymiş böyle olunca. -
canı istemiyorsa telefona yanıt vermeyen insan
canı istediği halde telefon edemediği birileri vardır, canının konuşmayı hiç istemediği biri arayınca da cevap vermez olur biter.
zaten uyuz oluyorum cep telefonunun hayatımıza münasebetsizce girip, sonra da hep oradaymış gibi bir hallere bürünmesine. mesaj yaz önemli bir şeyse, allah allah. "cep telefonu kullandığıma göre her arayana, canım istese de istemese de yanıt vereceğimi taahhüt ederim" diye anlaşma imzalamadım ya. -
evlenmemek için geçerli ve güzel nedenler
öncelikle şunu belirtmek isterim, aynı evde yaşama süresi 10 yılı geçmemiş olanlar yazacaklarımı çok anlamsız bulabilirler. benim de 2010'da filan yazdığım sevgiliyle aynı evde yaşamak temalı son derece çiçekli, kurdeleli, boncuklu entrylerim vardı. hatta bir kısmını bazı hanım kızlarımız bloglarında filan paylaşmışlar; sonradan gördüm.
sonra o entryleri okuyup "siktir lan" diyerek sildim, neyse.
dediğim gibi, 10 yıldan kısa süreli birlikteliklere, çiçeği burnunda evlilere, evlilik hazırlığında olanlara son derece kötümser ve "amaaan evlenmiş demek ki abuk sabuk biriyle bu" dedirtecek türden şeyler yazacağım; hele aynı yollardan siz de geçin, o zaman tekrar okursunuz, ricam budur. dileğim de aynı yollardan geçtikten sonra çok güzel şeyler düşünmeye ve yazmaya devam edebilmenizdir. ya da halihazırda bahsettiğim süreyi ve fazlasını devirmiş ve "yoo, gayet de güzel evlilik, çok memnunuz biz" diyor olmanızdır. ben naçizane kendi deneyimlerimden yola çıkarak sıralayacağım nedenlerimi. şimdiki aklım olsa neden evlenmezdim sorusunun yanıtları gibi olacak.
1) yalnızlıktan keyif almak. yalnızlığı seviyorum ve çocukluğumdan bu yana yalnız zaman geçirmekten acayip keyif aldım. sınırlı ve kendi seçtiğim zamanlarda-kendi seçtiğim kişilerle sosyalleşmek bana fazlasıyla yetiyor. belli zamanlarda yalnız kalmazsam/bırakılmazsam psikolojim bozuluyor, o derece.
2) kadın-erkek ilişkisinin temelinde başka pek çok şeyle birlikte iyi seksin bulunduğu kanısındayım. sevgi, güven, saygı falan fıstık, hepsi lazım tabi ama eşinizi en yakın arkadaşınızdan ya da ananızdan babanızdan farklı kılacak ve diğer tüm faktörlerin lokomotifi olacak olan şey sekstir. e ne güzel işte, evlisin istediğin kadar seks var mı diyorsunuz? ahahahaha komik olmayın. evet var bir şeyler, evet seksi de çağrıştırmıyor değil ama, olmuyor işte. evlenmeden önceki gibi olmuyor. hele bir de çocuk geldiyse, aman sabahlar olmasın. olmuyor zaten. emzirmesiydi, gazıydı, hastalığıydı, yorgunluğuydu. birkaç sene kadar gerçekten sabahlar olmuyor. seksi rüyada görecek mecaliniz kalırsa ne ala. daha önce de paylaşmıştım, yine paylaşayım.
al sana evlilikte seks
yani ortalamada bekarla evlinin seks oranı pek farklı olmayabilir. tek eşliliğin sağlık açısından risksiz olması, "avlanmak" zorunda olmamak, yatağa atayım diye uğraşmamak, eşin temizliğinden emin olmak filan avantaj tabi bunlar hep. ama çok sıkıcı, üzgünüm.
3) kendine saygı duymak. normalde bazı sözler, bazı davranışlar kırmızı çizgidir. en yakın dostun ve hatta kardeşin yapması halinde dahi ilişkinizi kesinlikle bitirecek olan nice şey, eşiniz yapınca sineye çekilebiliyor. bir kere, iki kere olduğunda tolere edilebiliyor, sonrasında hissizleşme başlıyor. karşı taraf nasıl olsa hiçbir yaptırım olmadığı ve hiçbir şey kaybetmeyeceği için; siz de artık zerre umursamadığınız için kırmızı çizgiler her yere doluşuyor, o kadar ki kırmızı kalemle rastgele karalanmış bir kağıda dönüyor her gününüz. sizin kırmızı çigileriniz değil ihlal edilen sadece. siz de aynı bokun soyusunuz; siz de normalde hiç affedilmeyecek sözler söylemeye ve ertesinde eşinizin yüzüne bakmaya devam ediyorsunuz. o kötü, siz iyi değilsiniz. ha keza, o iyi siz kötüsünüz durumu da yok. marazın ilk kez kimden çıktığı değil önemli olan. insan ilişkilerinde aşılmaması gereken o sınır geçilince dönüşü yok artık. 2. maddeye dönersek; bu noktaya geldiğiniz adamla/kadınla seks yapabilmek için ya çok sağlam hayal gücü, ya da sağlam azmış olmak gerekiyor.
4) birikme etkisi/ tahammülsüzlük.
bir yudum zehir bir şekilde atılabilir vücuttan. batan tek bir toplu iğnenin acısı da hatırlanmaz bile ertesi gün. ama bu bahsettiğim kırmızı çizgilerin aşılması gibi, damlaya damlaya birikiyor her şey. bardak ağzına kadar dolu, iğne batmamış tek bir nokta kalmamış; normalde hiçbir sorun olmayacak olan tek bir söz, tek bir hareket bekleniyor patlamak, çağlamak için.
5) kadın ve erkeğin aslında hiç de birlikte yaşamak için uygun olmaması
temizlik, dağınıklık, düzen vs. konusunda kesinlikle aynı fikirde değiliz. iki cinsten birini diğerine üstün tutmuyorum, sadece alakamız yok diyorum.
yazarken bile içim sıkıldı, bezdim yemin ederim. yaz yaz bitmiyor, binlerce neden sıralasam sıralarım.
şimdi bunların ışığında sen neden evlendin veya neden boşanmıyorsun sorularını soranlar olacaktır; evlenmeden önce evliliğin bu noktaya gelebileceğine inanmıyordum ve bu noktaya gelen evliliklere inat "bizimki hiç de böyle olmayacak" savını kanıtlamak istiyordum. evlendim, şimdi de boşanmanın hiç bekara göründüğü kadar kolay olmadığını görüyorum.
düzenli bir hayatın, güzel bir evin tek yolu evlilik değil. insanın belli bir yaşa geldikten sonra mutlaka yapması gereken şey de aile kurmak değil. toplumun temeli diyorlar işte aile için, kendini gerçekleştirmemiş, birey olmanın savaşını vermemiş adamların sırtına toplumun temel taşı olma misyonunu "ultimate goal" olarak yüklersen böyle götüm gibi toplum çıkıyor işte ortaya.
bin evlilikten sadece biri böyledir inşallah, inşallah haksız olan ve yanlış tercih yapmış olan benimdir. yeni evli çiftlerimize mutluluklar dileyerek son veriyorum sözlerime. -
uydurma hikayeyi gerçekmiş gibi yazıp ilgi çekmek
yeterince erken davranıldığında ve doğru kitleye hitap edildiğinde, çekilen ilgi binlerce yıl sürebilir ve söz konusu hikaye milyarlarca insan tarafından bire bin katılarak anlatılabilir.
-
kadınların seksten sonra daima sarılmak istemesi
hep kadınların öküzlüğünden, hep kadınların kezbanlığındandır. he yav he.
kızlar, siz de nereden buluyorsunuz böyle möble adamları, hem verip bir de üstüne sarılmak istiyorsunuz bilmiyorum ki ben!
böyle şeylerden; kadına ve kadın bedenine, kadınların hormonlarına ilişkin neredeyse her şeyden; işte efendim kadının sarılmak istemesinden tut da giyecek hiçbir şeyim yok demesine, pms'inden tut da giydiği çamaşırın askısının rengine kadar; ya da ne bileyim duygusallığından tut da çok konuşmasına kadar kadını tanımlayacak her tür kadına özgü ayrıntıdan vir vir vir vir vir yakınan adamlara da tavsiyem kendi cinslerini denemeleri yönünde olacak. oğlum siz erkeklerden hoşlanıyor olabilirsiniz lan, gerçekten! ayıp değil, günah değil. kadınları sevmiyorsunuz demek ki, zorlamayın. -
benim annem de kadın
-
tarkan filmlerindeki kurt'un aslında kurt olmaması
tarkan da aslında tarkan değil, kartal tibet'tir.
-
karşı cinse dönüşülse yapılacak ilk şey
gay olmak. az gerizekalı değilmişim ben de.
yok lan şaka. ama bir kadınla birlikte olurdum herhalde şayet bulabilir ve yatağa atabilirsem. o da olmazsa porno izlerdim, bakalım ne oluyor diye. erkeğin kimyası, penisin çalışma prensibi filan çok değişik bence, çok merak ediyorum nasıl oluyor, ne hissediyorlar. habire çükümle oynardım tahminen, insanın eli gider yani neticede orada öyle bir şey, ne bileyim.
bir de sesim de şöyle karizmatik, seksi bir erkek sesi olursa derinden derinden konuşur konuşur kaydederdim. tekrar kadın olduğum zaman duymak istediklerimi söylerdim. sen çok muhteşem bir kadınsın, hastayım sana falan derdim mesela. aklımdan geçenleri yazardım, erkek beyni nasılmış bakalım diye görmek için.
ha bir de çok sevdiğim bazı erkek arkadaşlarımın yanına giderdim kanka naber diye omuzlarını yumruklardım ayı gibi, tanıdın mı kanka filan derdim. ay ne sinir olurlardı kim bilir.
sokağa çıkar güzel kızları keserdim, popolarını filan izlerdim. göz göze gelmeye çalışırdım, ilk yazdığım amaca hizmet etsin diye kur yapardım filan. lan ben abazanın, uyuzun biri olacakmışım erkek olsam, karşı cinse filan dönüşmüyorum, iyi böyle.
edit: imla -
kadın gibi giyinmeyen kadınlar
insanların cinsiyetini ancak kıyafetinden ayırt edebilen öküzlere dert olur. kadın gibi ne oğlum? kadın gibi ne? illa ki memesi, kukusu, götü olduğunu soksun di mi gözüne kadınlar? sonra da tayt giyen kadının asıl amacını tartışırsın burada. sakin ol lan biraz, sakin ol! kadınlar senin göz zevkini tatmin etmek, senden takdir görmek, senin tarafından beğenilmek için giyinmiyorlar. ben yağmurda çamurda katır gibi yürüyen bir insanım mesela, senin çipil gözün sevinsin, cılız bacaklarının arasındaki pipin mutlu olsun diye mini etek giyemem. ha mini etek giydiğim de oluyor elbet lakin doğru yerde, doğru zamanda. yine seni sevindirmek ve tatmin için değil o da.
çin imparatorluğunun lotus ayak geleneğini bilir misin? aferin, biliyorsun. nasıl da garipsiyorsun di mi, kadınlara ne eziyetler etmişler diye. hah işte, o topuklu dediğin de benzer bir şey. kadını narin, yavaş hareket eden, savunmasız bırakan bir şey. kadın bazen narin, yavaş hareket eden, zarif ve savunmasız görünümlü bir varlık gibi davranmak ister, istediği zaman da giyer stiletosunu. sana sormaz.
moda tarihi boyunca ekseriyetle erkek için tasarlanan kıyafetler ne kadar fonksiyonel ve rahata yönelikse, kadın için tasarlananların çoğu da o kadar kısıtlayıcı ve estetiğe yönelik. pantolon hangi gerekçeyle erkeksi ve erkeğe ait olabilir lan, hele ki erkekte ortada sallanan fazlalığı da düşünürsek.
sabah sabah canını sıkıyorsunuz insanın. -
büyük un imparatorluğu
anlar, amamlar inşaa etmiş, büyük bir ükümdarlıktır.
-
zeka cinsel çekicilik unsuru değildir
basbayağı da cinsel çekicilik unsurudur, hem de ne!
zeka; uyum kabiliyetini de beraberinde getirir. zeka, karşındaki leb demeden leblebiyi anlamaktır. kendini de doğru ifade edebilmektir. zeki adam strateji bilen adamdır, bazen doğrudan hayvanlamasına dalsa kaçacak delik arayacağın durumların etrafından dolanmasını, sokoban oynar gibi doğru kutuyu doğru yere itmesini bilen; üç beş hamle sonrasını hesap eden ve senin de üç beş hamle sonranı öngören adamdır. baştan çıkarma; fiziksel olarak muhteşem ötesi bile olsa bir aptalın yapabileceği bir şey değildir. hiçbir şey yapmaksızın karşısındakini eritecek ve kollarına atlamasını sağlayacak kadar kusursuz ve seksiyse ne ala ki albino karga gibidir böylesi, pek bulunmaz. hayır bulsam ne olacak, aptal aptal konuştuğu anda gidecek tüm cazibe; ağzını mı bantlayayım ne yapayım yani!
zeka, doğru zamanda doğru taşı oynamaktır; gerektiğinde riski göze almak ve ileride çok daha sağlam bir doğru adıma ulaşmak üzere, gerekirse bile bile hata yapmaktır.
zeka hayvan gibi de cinsel çekicilik unsurudur bebeğim, değildir diyorsan, ben de you know nothing jon snow derim.
edit eklemesi: ayrıca herkes için zeka cinsel çekicilik unsuru da olmasın zaten bir zahmet, zeki olmayanların da seksi bulunmaya ihtiyacı var sonuçta. -
turan dursun
susturulduğunda artık çok geçtir, söyleyeceklerini söylemiştir. zırvalayan herhangi bir meczup olmadığı da öldürülmesinden anlaşılabilir zaten.
yazdığı şeyler aptal saptal ve aslı astarı olmayan şeyler olsaydı kimse ciddiye almazdı kendisini ve kimse ortaçağ kilisesinden beter bir rezilliğe saplanmış dogma iktidarına bu adamdam halel geleceğini düşünerek susturuvermezdi gün ortasında.
ben yaşım gereği turan dursun'u öldürüldükten yaklaşık 6-7 sene sonra okudum; hem de sahih hadis kitaplarını ve birkaç farklı türkçe mealiyle birlikte kuran'ı masamın üzerine yığarak ve tek tek referanslarına bakarak; farklı yorumlarda ne diyor olabileceğini araştırarak ve bir hadisle ya da ayetle ilişkili olarak dönemin olaylarını da tek tek bularak; sayfa sayfa bütün bakınızlarının altını çizerek; not alarak okudum. sonuç: aylar süren bu okuma için masama yığdığım cilt cilt kitaptan geriye sadece turan dursun'unkiler kaldı, buhari'sinden gazali'sine, yazarlarını hatırlamadığım ilmihallere kadar bir kutuya doldurup koydum kapının önüne. belki de yakmalıydım bilmiyorum, başkalarını zehirlememek için erişilebilir olmalarını engellemeliydim. ama belki bir başkası da ulan ne diyor bunlar diye alıcı gözle okumuştur ve görmüştür diye umut ediyorum.
fikirler ölmez. yazdığı her bir kitap var arşivimde, bundan on-on beş sene sonra oğlum da okuyacak. daha nice turan dursun lazım bize.