Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. tanıdığınız en kötü insan nereliydi

    burası birazdan rize ile dolar taşar.

  • 2. 1000 yıllık tarihi silinen ve bunu kutlayan millet

    1000 yıllık işkencenin bitişini kutlayan millettir. allah 14 yıllık işkencenin de bitişini kutlamayı nasip etsin bu millete.

  • 3. başkanlık sistemi gelmezse türkiye bölünür

    "bölünmemis miydi zaten?" dedirtir.
    (bkz: alevi-sünni)
    (bkz: türk-kürt)
    (bkz: laik-dindar)
    (bkz: fakir-zengin)

  • 4. 2016 kasım batılı ülkelerin türkiye'yi işgal planı

    keşke ingiliz gelip anamızı, yunan gelip bacımızı hoplatsaydı diye iç çeken islamcıları niye endişelendirdiğini anlamadığım saçma plan. istediğiniz olur işte.

  • 5. oyunlardaislamofobi.com

    ülkemden ettiğim nefrete, nefret katan yeni bir gelişme.

    bir kere de bomboş bir işle uğraşmayın be, koca bakanlıksınız bunu kim düşünüyor, kim onay veriyor, kim "süper proje abi" diyor be adamlar, kim?
    bir tane akıllı adam yok şu ülkenin yönetici takımında, salak herifler.

    çok utanç verici gerçekten, kompleksi, aciz, zavallı algısı yaratıyor bu tarz hareketler.
    halbuki olması gereken ne? call of duty'de hakikaten islam karşıtı semboller vs. mi var? yapacaksın daha iyi bir oyun, koyacaksın ürününü ortaya, sen konuşmayacaksın, ürün konuşacak. böyle olmaz bu iş, çok yazık.

    not:
    daha türkçe yazmaktan aciz, sözde "bakanlık" sitesi. "oyunlarda ki" yazmış andavallar.
    türkçedüşmanısiteler.com açıp bunları ihbar etmek lazım aslında.

    edit:
    yazım hatalarını düzeltmişler.

    edit2:
    aman yarabbim, sesli ingilizce versiyon yapmışlar. inanılmaz bir eğlence sunuyor, resmen eğlence pınarı, sesli halini dinleyin:buradan

    son edit: ilk defa girdiğim için debe editi yapmıştım fakat vazgeçip sildim.

  • 6. ekim 2016 adil kullanım kotalarının dolması

    sanırım ülkenin internet kotasının dolmasıyla olan olay.

    aylardır ilk defa kotamın dolduğuna dair sms aldım ttnetten. cuma günü de arkadaşlarla konuşurken iki tanesi daha ayni şeyi söyledi. neredeyse hiç evde değiliz ama kotamiz dolmuş diyolar. neyse, bugün de amcam kotam dolmuş hesabı yukseltecem deyince, kesin bişey var bu işte dedim. adam bitek feysbuka giriyor internetten.

    buarada ben ve amcam ttnet, arkadaşlarımdan biri dsmart biri tcell superonline kullaniyor. iss'den bagimsiz biseyler donuyor heralde. hepimiz neredeyse vaktimizin 3/4'ünü disarda geciriyoruz. disardayken modemler kapali, wirelesstan sizma falan olmasi da olasi degil. buarada kotam 75gb, en fazla aksamlari behzat ç falan izliyorum youtube'dan.

  • 7. hulusi akar

    düğünler, açılışlar, selfie'ler...

    askerlikle alakasız ne kadar iş varsa peşinden koşan genelkurmay başkanı.

  • 8. trabzon of'ta atatürk büstüne yapılan saygısızlık

    sağda solda nerelisin sorusuna trabzon değil de of diyip, ardından 'of kendi başına bir cumhuriyet.' diye açıklama getiren hıyarların yaptığı saygısızlık.

    lise öğrencisi bir çocuk arkadaşına demişti; 'kitap okuyacak olsam kuran okurum, ders kitabına ne gerek var?'

    böyle yetişen zavallılardan ne bekleyebilirsiniz ki?

    benim bi sorunum yok, insanlar şeriat özlemi içinde de olabilirler ama ekseriyeti allahın yerine parayı koymuş durumda şu an. asrı saadeti özlüyorsan, önce kendin ahlaka uygun yaşayacaksın ofli gardaşım.

  • 9. avada kedavra'ya expelliarmus ile karşılık vermek

    gerizekalı harry potter tarafından yapılmış saçmalıktır. anasını, babasını, sirius'u öldüren ve kendisinin peşine düşen adamın ölüm büyüsüne 'asasız bırakma' büyüsü ile karşılık veren hayırsız bir evlattır harry potter.

  • 10. whatsapp kullanmıyoruz kampanyası

  • 11. pandayı sevimli bir hayvan zanneden tip

    boz ayılar da sevimli ki zaten. aslanlar, kaplanlar da. bu demek değil ki bunlarla güreş tutup şakalaşacam. sevimli işte

  • 12. istanbul başakşehirspor

    bu sene sampiyon olacaklarsa, aziz yildirimli fenerbahcenin bile sampiyon olmasini bunlara tercih ederim.

    iktidar destekli, taraftari, camiasi, seveni, izleyeni olmayan, bünyesinde 3 büyüklerde barinamayan ne kadar antipatik adam varsa toplamis, gol at yat, taktik faul yap kart görme yat. rüzgar esince yere düs yat seklinde futbol oynayan bir takim sampiyon olacaksa, ülke futbolunun kapisina kilit vurup gidelim.

    bu ülkede liglerin kalitesi ve rekabet bursa, eskisehir, göztepe, kocaelispor, ankaragücü gibi taraftari seveni, mazisi olan klüpler sampiyon olmasiyla artar.

    osmanlispor ve bu adina basaksehir futbol klübü denen olusum akp iktidarinin ömrünü tamamlamasiyla asil ait olduklari liglere geri döneceklerdir.

    bu olusum bana o kadar antipatik geliyor ki, bir besiktasli olarak fb-gs'dan biri sampiyon olsa bu kadar üzülmem.

  • 13. kibariye'nin rte'den makas alması

    hulusi selfie çektirmiş, kibariye rte'den makas almış, neymiş ülke güllük gülistanlıkmış, neymiş cumhuriyet resepsiyonuymuş.

    o değil de hani marjinal bizdik lan(:

  • 14. vedat milor'un ingilizcesi

    marifet vedat milor'da değil arkadaşlar, marifet şarapta. yetmiş yıllık kütahyalı'ya içir o şarabı, seramik gibi ingilizce konuşur.

  • 15. pizzaya pitza diyen kız

    yemek istediği kule* değilse doğru olanı söylemiştir. hem gel sikine göre diline kabul et bir kelimeyi, sonra da dikkat edene kezban de. beni bile feminist hale getirecek bu ülke gavatları bu gidişle amk.

  • 16. başörtülü kızların kadife sokak'ta aradıkları

    (bkz: yarrak)

    edit: deplasmanda bile mağdur olabilme kabiliyetlerini takdir ediyorum ancak bu kadar alınganlığa gerek yok zira kadife sokak başörtülü kızların olduğu kadar başörtüsüz kızların da ve hatta başörtülü yahut başörtüsüz adamların da yarrak veya amcık aradıkları yerdir. burada bir yadırgama ya da yerme yok. açıkça başörtülü kızın yarrak için geldiğini düşünüyorum barlar sokağına ve gelmesini de canı gönülden destekliyorum. herkes yarrağı yahut amcığı istediği yerde arayabilmeli ve bulursa tadını çıkartabilmelidir, bilakis haklarını savunuyorum ve onların bu tip yerlere gelmesinde bir engel görmüyorum.

  • 17. araçlarda ötvnin daha da artırılması kanun teklifi

    umarım kanunlaşır da 1.5 motorlu lüx sınıfa giren aracımı aldığımın da üstüne satıp dolara çevirip ülkeyi terk edebilirim önümüzdeki sene.

  • 18. 30 ekim 2016 fenerbahçe lehine çalınan penaltı

    adamın mahlası turgut uyar, başlatmaya çalıştığı polemiğe bak.

    mezarında ters dönmüştür bence.

  • 19. sınırsız enerjinin kaynağını bulan 2003'lü fizikçi

    sınırsız enerji kaynağını bulmayan çocuktur.

    yaptığı şey, enerji içeren dalgaları yakalayıp onları kullanarak kullanılabilir enerjiye çevirmektir. burada sorun yakaladığı dalgaların enerji, cep telefonlarının kullandığı elektromanyetik dalgalar, wireless modemlerin sağladığı elektromanyetik dalgalar vs.

    işin özünde bu enerji dalgalarını yakalayarak kullanılabilir enerjiye çeviriyor, aslında zaten o enerji dalgaları bir şeyler için kullanılıyor. burada yapılmış olan o enerji dalgaları çalarak kendi işi için kullanmak. bu aletin büyük ölçeklisi radyo vericisinin tam tersi olur. elektromanyetik dalgalar ile çalışan ve iletişim için kullanılan cihazların, belirli hesaplarla bir mahallenin, bir köyün veya küçük ölçekli bir şehrin tamamen iletişimini bu yapılan basit tasarım ile kesebilirsiniz. birilerinin ya da evrenin sınırsız enerji sağladığı yok.

    sınırsız kaynak yerine milyar yıl tükenmeyecek bir kaynak aranıyorsa, kara deliklerin sağladığı kütlesel çekim dalgalarını enerjiye çevirecek bir tasarım yaparsınız, size milyar yıllık tükenmeyecek bir kaynak olur.

  • 20. öğretmenlikten istifa etmeyi düşünmek

    davulun sesi uzaktan hoş gelir. insanlar tatiline bakarak öğretmenlik kebap meslek gözüyle bakıyor. ama kazın ayağı öyle değil.

    başlıktaki arkadaşı çok iyi anlıyorum. öğretmenlik gerçekten yıpratıcı ve zor bir iş. en zor kısmı ise öğretmenlerle çalışmak. öğretmenler öğretmenin karadeliği resmen. enerjinizi ve modunuzu söndüren meslek erbapları. eğitim politikaları ve liyalatsız müdürler, cahil velilerin sorumsuz çocukları sebebiyle zaten meslekten olabildiğince soğuyorsunuz sonra ise iş ortamınızda kafanızı saracak, hayat görüşünüzü ufkunuzu genişletecek iki öğretmen bulamayınca erkenden tükenmişlik sendromu açığa çıkıyor.

    başlık sahibi arkadaşa tavsiyem 15 saat üstüne ders almayıp geri kalan zamanlarda kendine ve sevdiği işlere vakit ayırması. 2.5 bin maaş için ruhu satmamak lazım.

  • 21. bütün kariyeri bir kenara bırakıp köye yerleşmek

    tam olarak bir köye yerleşmedim ama kariyeri bırakıp birçok köye gittim. bu aralar da himalayalara karşı bir köyde tezek karıp, keşişlere ingilizce öğretiyorum. bu muhteşem "yükseliş" hikayesini, yarı-otobiyografik, yarı-felsefi bir yazı dizisi haline getiriyorum birkaç gündür.

    (ilk bölüm aşağıda. yeni bölüm yazdıkça, buraya bir entry eklerim. sözlük biraz geriden takip edecek. zira öncelik sırası: the new york times, fularsız entellik blog kısmı, email listesine anında dağıtım, ertesi gün mediuma aktarım, twitterdan linkler, posta güverciniyle aileme haber, uzaylı dostlara sinyal, en son sözlüğe copy paste)

    ***

    kariyerinizi çöpe atma (ve sonra çöpten beslenme) rehberi - 1:
    rahat batması ve rahata batmak - blog | medium

    bir zamanlar fortune 500 yöneticileriyle tokalaşan bu ellerle şimdi himalayalarda tezek karıyorum. (tabii yönetici dediysem sınıf başkanı, kat sorumlusu filan, yoksa ıbm’in ceo’su ben’i ne yapsın).

    baştan söyleyeyim, ben ferrarisini satan bilge değilim. bu yazı da bir ınto to wild veya eat pray love senaryosu değil. o hazır paket hikayelerin bini bir para.
    (geçen gün bir kitapçıda tavuk suyuna çorba serisine rastladım, son bıraktığımda 1–2 kitap vardı, artık resmen olabilecek her demografik gruba özel bir şeyler hazırlamışlar. seri üretim ilham.)

    benim hikayemin başlangıcında, sistemin çarkları arasında ezilmiş, mutsuz ve amaçsız biri yok. sonradan “aydınlanacak” tamamen materyalist ve açgözlü biri de yok. sıradan, görece rahat biri var.

    ***

    “awesome!”

    bu rahatlık, kısmen alanımla (mühendislik, bilişim, tahta) kısmen de bulunduğum coğrafyanın (51. bölge, abd) iş kültürüyle alakalıydı. hiçbir zaman hakettiğimi vermeyen, ego manyağı bir patronum veya iş arkadaşım olmadı. çamur gibi insanlar filtrelenmişti.

    aksine, bu filmde bir kötü adam rolü varsa, onu ben oynuyordum: tatillerim herkesinkinden uzun, iş saatlerim herkesinkinden esnekti. plaj, nehir, park, müze, asıl ofisim dışında neresi varsa oradan çalışıyordum. bir keresinde kimseye haber vermeden iki haftalığına kanada’ya gitmiş, yol üstünde uğradığım niagara şelalelerinin gürültüsü yüzünden kendi organize ettiğim önemli bir telekonferansı baştan sona mute tuşuna basılı geçirmiş, döndüğüm gün de hiçbir şey olmamış gibi patronun odasına gidip o gün erken çıkmam gerektiğini söylemiştim (o da salman rüşdi’nin bir konuşmasına yetişeyim diye, o kadar asiydim). bir şekilde işimi yaptığım sürece, bu egzantrik iş ahlakıma müsamaha gösteriliyordu.

    tabii o “bir şekilde” kısmını hızlı geçerim hep. 80 saatlik çalışma haftaları, gecenin 3'ünde ofise gidip yangın söndürmeler (hem mecazi hem gerçek anlamıyla), satış kotaları stresi, proje takvimi stresi, yeni adam alımı stresi, eski adamı işten atma stresi, bir sonraki “eski adam”ın kendim olacağını farketmenin stresi, stres stresi..

    insan bazen etrafını kandırmak için kendini acındırır, bazen de kendini kandırmak için etrafına fazla parlak bir tablo yansıtır. ilki, devletin bireyi ezdiği ve hakedilerek zengin olunacağına inanılmayan toplumlarda yaygın, göze batmayı engellediğinden:

    -”nasıl gidiyor?”
    -”valla idare ediyoruz işte. senden naber?”
    -”abi sorma ya…”

    ikincisiyse gelişmiş piyasa toplumlarında hakim. her ürün gibi, bireyin de kendini pazarlaması, daha iyi bir iş, eş ve çevre için rekabet etmesi gerek:

    -”how is it going?”
    -”great! how are you doing?”
    -”awesome!”

    bu iki dünyanın da yaratıkları olarak, etrafımızı mı kendimizi mi daha çok kandıracağımız konusunda kafamız karışık.

    ben, kendimi kandırmaya, yukarda yaptığım gibi fazla pozitif bir imaj çizmeye meyilliydim. sadece piyasa kültürünün baskınlığı yüzünden değil, suçluluk hissi yüzünden: birçok üçüncü dünya ülkesi görmüş bir ikinci dünya çocuğunun, birinci dünya sorunlarından yakınmaya pek hakkı olmamalı.

    ama şimdi anlıyorum ki, genel tatminsizliğimi, “şartlarımdan yakınmak” ile karıştırıyordum. ikincisinin aksine, ilkinin vicdan ile, adalet anlayışı ile alakası yok. ve bastırdıkça daha da büyüyor.

    ***

    çağın vebası: rahat batması

    rahata ermek için piramidi tırmananların bazısı tepedeki manzaraya dalıp geldiği yeri unuturken, bazısının da kıçına piramidin ucu batar.

    rahatın batmasıyla, rahata batmak, ona gömülmek arasındaki bu gelgitin kaynağını da, uslanmaz bir evrimci olarak geçmişimizde aradım:

    bir yandan her hayvan gibi güvence arıyoruz. ertesi gün aç kalmamak için vücut şeker depoluyor, ertesi yıl aç kalmamak için aileler tarım yapıyor, ve ertesi 30 sene aç kalmamak için devletler sosyal güvenlik fonları oluşturuyor. fakat bir yandan da güvencenin ötesini arayan açgözlü bir yanımız var. bilinmeyeni aklımızla, görünmeyeni gözlerimizle kirletmeye programlıyız.

    zira rahatın batmadığı ilk insanlar çayır çimene uzanmış yıldızları seyrederken, komşuları uğraşmış didinmiş, bunların yattığı çayırı bulup baltalarla kafalarını koparmış. dinlenirlerken bir iki saniyeliğine, “aslında her şeyi bırakıp bir sahil kasabasına yerleşmeli” diye düşündükten sonra kendilerine gelip, bir sonraki çayırı istilaya koyulmuşlar. biz, çayıra bir türlü uzanamayanların, rahatın en çok battığı insanların torunlarıyız.

    ve yaşadığımız çağ, bu çiftkişilikli doğamızı istismar eden bir çag. herşeyin en iyisine layık olduğumuzu söyleyen reklamlarıyla, kazandığımızdan fazlasını harcayan kartlarıyla, hem bütçemizin hem de gözlerimizin ötesindeki çözünürlükteki telefonlarıyla, devasa kanepelere devasa bedenlerimizi yayıp izlediğimiz devasa tvleriyle, hem bizi rahata batırıyor, hem de bir sonraki “çayırı” işaret ederek rahatı bize batırıyor. balon* patlayana kadar kredi deniz, yemeyen domuz, yiyen daha da domuz.

    (*) değişik yüksekliklerde, değişik balonlar mevcut: haneler ödemeyecekleri borçları alıyorlar, devletler hesabı gelecek nesile yıkarak harcıyorlar, kamusu ve özel sektörüyle birlikte topyekün toplumlar ürettiklerinden fazlasını tüketiyorlar, ülke sınırlarını aşan şirketler, emlak piyasaları, borsalar gerçek değerlerinin ötesinde fiyatlanıyorlar ve en nihayetinde gezegenin kendisi, sanki sonsuz bir kaynakmışçasına kapasitesinin üstünde sömürülüyor.

    ***

    ikinci el ford’unu bağışlayan mühendis

    bu çelişkiler içinde dengeyi tutturabilenlere gıpta ediyorum. hayalindeki işi yaparak para kazananlardan bahsetmiyorum. onlar unicornlar gibi, ejderhalar gibi mitolojik varlıklar. daha ziyade işini yeterince seven, konforu yeterince yaşayan, yeterince planlı hayatında yeterince sürprize yer bırakmış o şanslı azınlıktan bahsediyorum.

    bunlar gibi bir denge tutturamayacağımı hissettiğimden direttim sanırım. o yüzden banliyölerde dana gibi bir ev almak yerine, merkezdeki grup evlerinde kiracıydım hep. o yüzden her sene derisini döken bir yılan misali biriken fazla esyalarımdan kurtulurken, ana kriterim “her şeyim bir araba bagajına sığabilmeli” idi. tüm mobilyalarım ya ödünçtü ya da sokaktan toplama. binlerce millik road tripleri, hala klimasını karate darbeleriyle çalıştırdığım ikinci el ford’umla yapıyordum.

    bazıları fırtınalı açık denizlerde doğar ve karayı göremeden boğulur. bense, girdaplı da olsa genelde sakin bir nehirdeydim ve kıyıda bekleyenleri gayet net görebiliyordum: evlilik, 30 senelik bir mortgage, fayansını seçtiğim bir banyo, düzenli olarak büyüyen bir emeklilik fonu, makul bir bmw, aptal bir köpek, 16'lık şarap kadehi seti….ve ne zaman bunlara yaklaşsam, nehrin yatağı değişiyordu. ne zaman mayışıp amerikan rüyasına dalacak gibi olsam, içimde bir alarm ötüp beni uyandırıyordu.

    ***

    bazı kızılderili kabilelerinin, uyandıktan birkaç saniye içinde savaşa ve harekete hazır olabildiklerini okumuştum bir aralar. kalan tek olası çapa çevremdi ve çevrem bu kızılderililerle doluydu. her an kalkıp gidebilirmiş, her gittikleri yere uyum sağlayabilirmiş gibi duran insanlar.

    bu yetmezmiş gibi, sosyal aktivitelerimden biri seyahat eden yabancıları ağırlamak olduğu için, etrafımda kızılderili kadar “köpekbalığı” da vardı: halihazırda hareket halinde olan ve nefes alabilmek için sürekli hareket etmek zorunda olanlar. böyle bir çevreden çapa değil, olsa olsa yelken olur.

    (bazen düşünüyorum, tanıdıklarımın çoğu fiziksel bir noktayı kaplayan cisimler değil de facebook bulutlarında yaşayan ruhlar sanki. gerektiğinde denk gelebilmemiz için fiziksel bedenlerine bürünüyor, sonra kendi boyutlarına geri dönüyorlar. kimsenin kimseyi tam olarak “bırakıp gitmediği”, herkesin sonsuza kadar, profil fotosundaki kadar genç ve güzel kaldığı bir garip cennet.)

    ***

    günün birinde, tatminsizlik iyice büyüdü, nehir yatağı iyice değişti, yelken iyice şişti ve daha önce de defalarca yaptığım gibi her şeyimi, yani hiçbir şeyimi toplayıp gittim. bu bir özgürleşme, bir aydınlanma değildi elbet. sadece bir hareketlenmeydi. başta da dedim, bu hikayenin mutlu veya mutsuz bir sonu yok, size gösterecek “doğru” bir yolu da.

    görünürde beni kımıldatan rüzgarın ismi bir kadındı ama ben biliyordum, o olmasa başka bir şey olacaktı. yalandan demir atmış her gemi, illa ki bir limana ya da bir kayalığa sürüklenecek.

    gitmeden önce bulutta yaşayanlardan bazıları yeryüzüne inip elimi sıktılar, tırnak içindeki bir “veda partisi” vesilesiyle. kitaplarımı dağıttım. kıyafetlerimi bağışladım. çadırımı, teleskopumu ilk isteyene yolladım. elimde bir tek arabam kalmıştı, hepi topu 500 dolar değer biçtikleri. satmaya kıyamadım, eski bir kızarkadaşıma bıraktım. daha bir hafta geçmeden bozulup yolda kalmış, astarı yüzünden pahalı. o son kalan gönülsüz çapayı da, bir hayır kurumu gelip hurda değeri için çekip götürmüş.

    ve ben o sıralar, ironik olarak, yeni hayatımda daha da derin bir rahatlığa batıyordum: uluslararası danışmanlık.

    ***

    (arkası yarın - bölüm 2: danışmanlık, bullshit ve dönüm noktası)

  • 22. fikret orman

    cidden gerzek gerzek düşünen adamlar beyanlarıyla "borç niye azalmıyor???" diye soruyorlar ya bu adama, cidden sizin aileniz adına sizden utanıyorum.

    kaç defa yazdım, bir o kadar daha yazmaktan geri durmayacağım.

    bu kulübün borcu bitmez gerizekalı arkadaşım. niye mi?

    bu adam başa geldiğinde olan borç, o günkü dolar kuru 1.8 iken, 580 milyon liraydı.
    (bak dolar kuru 1,8 iken)

    üzerine, stat yıkıldı ve sıfırdan stat yapıldı. üzerine bütün nevzat demir yenilendi.

    üzerine transferler yapıldı. bir kaçı cidden eleştirilecek, komik ve aptallık derecesinde transferlerdi ama genel anlamda %90 başarılı transferlerdi.

    sen transferde artıya geçmene rağmen borcun niye azalmıyor söyleyeyim mi? çünkü dolar kuru şu anda 3,10'u geçti ve kulübün bütün borcu, futbolcu ödemeleri vs. dolar/euro'ya endeksli, fakat en büyük gelirin olan yayın ve stat gelirleri tl'ye endeksli!

    bunu anlamayacak kadar andaval mısın? senin borcun aslında bu adam hiç bir şey yapmasa dahi kafadan %67 artıyordu gerizekalı !!!

    yarabbi kimseyi beyin fukarası yapma, amin.

  • 23. 30 ekim 2016 fenerbahçe kardemir karabükspor maçı

    gslilerin hakemi satın aldığı maç.

    sırf aziz başarılı görünsün, gitmesin, takım başında kalsın diye düzenlenmiş bir aldatmacadan öte olmayan maç.

    not : fb

  • 24. 30 ekim 2016 italya depremi

    6.5'lik deprem olmuş, belki de 100'lerce insan (bebek, çocuk, kadın, yaşlı...) ezilerek öldü veya enkaz altında can çekişiyor... adam gelmiş burda espri yapmaya çalışıyor. aptal kere aptal.

    (bkz: blok)

  • 25. otel odasına girildiğinde ilk yapılanlar

    birisi de dememiş ki girişteki o sokete kartı takıp ışıkları açarım. yukarıda yazılanları karanlıkta mı yapıyorsunuz ulan. ben ilk önce o kartı takıyorum.

  • 26. fırat aydınus

    kendisi şu pozisyonda "emenike'nin formasını çıkardığını görmedim" demişti. fazla takılmayın, fırat hoca'nın verildiği fenerbahçe maçlarına 3 yazıp devam edin.

  • 27. yaşlı ali amca ve eşine yardım ediyoruz kampanyası

    ekşisözlük ailesi; üzülerek giriyorum entryi ve sizlerden başka yardım elini görmediğim acil çözümleri bulmamız gerektiğini düşündüğüm kampanya. eskişehirdeki bu ailenin ihtiyacı var

    bu akşam üzeri "eskişehir kelepir eşyalar" adlı ikinci el eşyayla dolu olan bi facebook grubunda "özkan uygun" adlı kullanıcının paylaşmış olduğu gönderiyle içler acısı durumu gördüm. içler acısı olan şey onlar değil, onları farketmeyen biz aç insanlar. paylaşılan fotoğraflarda da bir odaya benzeyen yer, dört bilemedin beş metrekarelik yaşam savaşı. fotoğrafı görür görmez hemen yorum yazdım, (fotoğraflardaki mustafa yıldırım kendi hesabım, kullanıcı adım @myildirim63) orda da belli ettim sözlüğü. biliyorum ki burda o kadar büyük şeylere el attık. bunda da es geçmeyeceğimize inandım. hemen özkan beyle görüşme ayarladım. gittim görüştüm sözlüğü anlattım. yarın kaymakamlığa da gidip işi resmiyete dökelim dedim. tabi aileyi de görmem lazımdı. adresi kimseyle (kamu personeli, yardım kuruluşları gibi kişiler hariç) paylaşmayacağımın da sözünü vererek evlerine doğru yola çıktık. "açlardır yemek alayım" dedim. özkan bey yaşlı olduklarını söyledi "belki yiyemezler" dedi. ne yer ne yiyemez bilemeyerek bi pastaneye girip doyurucu bişeyler ve içecek alıp devam ettik.

    vardık, kapıyı çaldık. ali amca açtı kapıyı, tanıdı yanımdaki adamı (özkan bey ailenin bozuk elektrik tesisatını yapmak için gelmiş, tanışmış ve hallerini görüp yardım etmesi gerektiğini düşünmüş), hemen içeriye davet etti, konuştuk anlattık derdimizi. anlattığına göre ali amca çok gururlu bi adam, "gazete televizyon istemiyorum, bir zamanlar kameralarla geldiler geri gönderdim onları" diyor. zamanında belediyeye gittiklerini ve hiçbir şeye yaramadığını da söyledi. -ali amcanın emekli maaşı olduğundan yapmamışlar heralde-. biraz da onun diliyle ikna etmek için "benim tanıdıklarım büyük insanlar (siz), senin için rahat olsun amca" dedim. kadının da kendisinin de yüzü güldü umutlandılar.

    astım hastası, yaşlı, 50 kiloya kadar düşmüş olan 75 yaşındaki ali amcamız ve ismini hatırlayamadığım şeker hastası eşi olan bi teyzeyle birlikte yaşıyor.

    sözlük; yarın kaymakamlığa da gideceğim (özkan bey çalışan bir adam, izin alabilirse gelecek). size güvenerek yola çıktım çünkü ben de bir öğrenciyim onlara ne kadar yardımım olabilir sanki.

    evin fotoğrafları (özkan bey çekmiş):
    http://i.hizliresim.com/d3zwem.jpg
    http://i.hizliresim.com/mebgdz.jpg
    http://i.hizliresim.com/e3owbb.jpg
    http://i.hizliresim.com/jbzrld.jpg
    http://i.hizliresim.com/2jawyd.jpg

    gönderinin fotoğrafı: http://i.hizliresim.com/oevp9x.jpg

    gönderi linki: https://www.facebook.com/…_post_id=1379638285410300

    (bilgisayara geçince linkleri kısaltacağım)

    mail adresim: mustafayildirim@mail.com (gmail değil)

  • 28. 30 ekim 2016 saatlerin 1 saat geriye alınmaması

    sabah sabah google'a "saat kaç?" yazdirtir. işin kötüsü çıkan sonuçlarda saatkac.com'a girip bakarsaniz da yanlış, onlar da almış geri saatlerini. sen tut saatkac diye domain al ama saati bileme. şimdi de girilemiyor siteye.

  • 29. 5 ay boyunca sabah işe karanlıkta gidecek olmak

    hala "işten aydınlıkta çıkacağız" deyip duranları görünce deli oluyorum. google'a "sunset in istanbul december 21" yazın. üşendiyseniz ben kopyalıyorum:

    5:39 pm
    wednesday, december 21, 2016 (gmt+3)
    sunset in ıstanbul, istanbul

    5:39 pm, yani 17:39. sen saat altıda işten çıkana kadar hava gene kararmış olacak sayın sivri zekalı.

    güneşi görmeden gün geçireceğiniz iskandinav kışlarına hoş geldiniz. aralık ayında göreceğim bu başlık altında ağlayıp zırlamalarınızı.

  • 30. memnun olunmamasına rağmen vazgeçilemeyen şeyler

    yaşamak

  • 31. bedelli askerlik

    çıkarsa muhtemelen 1 ocak 1988'den büyükler ve 31 aralık 1988'den küçükler adına çıkacaktır. çünkü 1988 doğumlular olarak çekmediğimiz eziyet kalmamalı.

  • 32. çocuk sahibi olunca hayatın kaydığı gerçeği

    bazı entry ler vardır. dün düşündüm ama keşke yazsaydım dediğimiz. yazmasak da debe de görünce mutlu olduğumuz. işte bugünün debesi entry beni gülümsetti. çünkü yazmasak da, gitmesek de orda bir entry var uzakta ve o entry bizim entry mizdir.

    bu konuda söylemek istediklerim var ama yinede. yazmak istediklerim...
    badilerim bilir. sevgilim ve minik kızıyla yaşadım uzun bir süre. evlenmedik.
    bir süredir düşünüyorum. çocuk bakmak anaçlık mı, bencillik mi, sevgi mi?
    ben çocuk bakmak olarak algılamıyorum olayı nedense. çocuk sevmek olarak algılıyorum. bencillik olarak algılıyorum. daha açık ifade edeceğim, bir saniye. önce keyifli bir kaç şey anlatayım:)

    kreşten alıyorum akşam üzeri ve bir minik kreşi hiç mi sevmez? sevmiyor işte. akşam arabamı park edip, yorgunsam kafede bir sigara ve çay içtikten sonra onu alıyorum ve ilk zamanlar hep maruz kaldığım ''siz babası mısınız'' bakışlarıyla kapıda bekliyorum. koşa koşa geliyor merdivenlerden ve sabah giydiği tertemiz beyaz külotlu çorap lekelenmiş. başparmak çıkmış. beni görünce bir gülümseme. gülüyorum ben. hiçbir yorgunluğum kalmıyor. sonra parmağımdan tutup eve yürürken sanki kolum kaç derece sağa sola hareket edebiliyor anlamak ister gibi bir sağa bir sola bir önüme geçer gibi zıplaya zıplaya yürürken dur lütfen falan diyorum. baktım olmuyor sırtımda ilkokul çantası bende onun gibi zıplayarak yürümeye başlıyorum. bir kahkahası var anlatamam. sonra her akşam zıplayarak eve yürüyoruz ve eğleniyorum oldukça. yoldan geçenler gülüyor. hoşuma gidiyor.

    gece uyumayınca bazen biz uyuyoruz ama diyerek uyumak üzere odamıza giderdik. hatırlamıyorum ama bazen hasta olup 21:00 de uyumak isterdik işte. annesinin sevgisi farklıydı. anneyi eleştiriyorum sanılmasın. bir gece yatağa geldi ve üfff. keşke birisi bana erimiş kaşar yapsa!! dedi. birisi! öyle eğlendim ki. o kişinin ben olduğumu biliyor. kalkıyorum tek gözümü açıp. erimiş kaşar ve bir kaç şey. ovunçk, ovunçk gibi sesler çıkararak yiyor. o çıkan seslere bakıp gülüyorum.

    açmısın diye soruyorum. öyle açımki kafamdan çorba dökmek istiyorum diyor. yemekle hiç arası yok ve açım demesi çok mutlu ediyor. açım dedi. açım dedi...

    biz konuşurken hep bizi dinliyor. çok zeki. annesi anlatıyor bir arkadaşına, siyah olanı iyi ki almışım. siyah her şeye yakışır diyor. bir kaç saat sonra biraz uzakta bir markete gidip çıkınca kahve içeceğiz. ben hazırım ve camda sigara içerken bir bakıyorum bizim minik ağlıyor anne offf ya offf derken. pembe mavi çok güzel kıyafetlerini giymiş ve ne oldu diyorum. illa şu siyah koca ayakkabıları giyicem diyor annesi. bakıyorum kocamanlar ve dönüp soruyorum. neden bu botları giymek istiyorsun diye. ağlarken ''çünkü siyah herşeye yakışır'' diyor. kopuyorum. açıklıyorum sonra. iyi ama bu bot diye. giymek istiyor. bırak giysin diyorum annesine. gülüyorum. o da gülüyor. çocuklara soru sorun. herşeyi sorun. hepsinin cevabı var.

    bir gün hangi çizgi filmde görmüşse, şemsiye ile çıkmak istiyor yağmurda. yağmur çok ama ve hava ılık değil pek. anneyi de ikna edip tatlı yemeye çıkıyoruz. çıkınca bakıyor ki yağmur durmuş. hıh diyor. bana şemsiyemi ver. öyle bir tonlayıp öyle bir damla yaş çıkıyor ki gözünden. al şemsiyeni agador. hadi uzaklara gidelim diyorum.(agador bir film karakteri ve biliyor) gülüyor. koşuyoruz. anne arkamızdan bakıyor.

    bir gece ateşi var. ölüyorum yorgunluktan. çıkıp eczaneye gidiyorum. dönünce şurubunu içiyor. görende kaçkar dağlarından şifalı ot getirdim sanacak beni. öyle mutlu oluyorum.

    çok huysuz zamanları vardı. bazen beni deli ederdi ama hep barışırdık. bazen azarlardı hatta beni. bir keresinde günün nasıl geçti diyorum. cevap vermiyor. tekrar soruyorum. cevap vermiyor. sonra bana bağırıyor yaaa sormasana beee diye. biraz sinirleniyorum. susuyoruz. çok güzel susarım ben. bir süre sonra anlatıyor. okulda öğretmeni meğerse... kötü bir gün geçirmiş aslında. anlattığı olay onun boyuna göre büyük. aslında sorduğumda o an büyükler gibi, fena değildi diyerek geçiştirmeyi bilmiyor henüz. bağırıyor sorma diye ve ben aslında ne kadar üzgünmüş, anlıyorum ve sinirlenip sustuğumda düşündüklerim için vicdan yapıyorum.
    nerede okudum bilmiyorum;
    onların da kötü zamanları var. kötü geçen günleri. bugün hiç erken kalkası onların da olmuyor. sikicem ödevini gibi şeyler onlar da hissediyor biz sikicem projesini derken.
    farkında olmasak da robot gibi olmalarını bekliyoruz. her sabah kalkabilmelerini. her soruya sakince cevap vermelerini. ne dersek yapmalarını. karşımızda bir canlı olduğunu unutuyoruz. ben çok sallamamaya çalıştım hep sevimsiz zamanları.

    bir gece uyumadan önce hadi bana bir anını anlat diyor. anlatıyorum ama can sıkıntısı geçmiyor. nasıl geldik hatırlamıyorum ama, niye öyle dedin ki diyorum. sen tam bir hayvan dostusun. değilim diyor. öylesin diyorum. yolda gelirken kedi seviyosun, kuş seviyosun,... ama böcekleri sevmiyorum diyor. donakalıyorum. neler sorguladığını fark ediyorum. kavramları sorguluyor. çizgi filmlerde gösterilen ''ideal'' olanı olmaya çalışıyor. yeniliyor bazen. üzülüyor. dünyası kocaman... uyuyakalıyor.

    sürekli kedi seviyor. kedi istiyor. annesi kedi bakıyor. cins kedi. nasıl kedi olsun sorusu soruyor annesi sürekli. beyaz olsun. burnu şöyle olsun... başka bir gün yine....
    bir gün arabada kedi olsun da, nasıl olursa olsun dedi. kedi satın almamaya anneyi ikna ettikten sonra feci sevimli bir kedi yavrusu görmüştüm bizim kıro tekel bayinde. göz damlası almış. damlatıyor ve aha bu varya çok orospu diyor diğerini gösterip. hep bunun üstünden geçiyor. o küçük olanı bana ver diyorum. al abicim diyor ve kediyi anneyle alıp eve gidiyoruz. kedi el kadar ve kediyi eve bırakıp minik kendisi fark etsin istiyorum. fark ettiğinde pıt,pıt,pıt,pıt diye koşan bir minik. gözleri fırlamış. nasıl mutlu. doğum günü hediyesi. kuzenini arıyor. biliyor musun benim doğum günü hediyelerimden biri canlı. evet evet. canlı kedi. gülüyorum.

    bu tip zamanlar çok. bazılarını yazmak istedim. sabahları hep erken kalktım. kahvaltı hazırlardım. bazen halim olmazdı.gerçekten yorulurdum ama beni en çok evin içinde bağırışma olması yorardı. ilk zamanlar nasıl davranacağımı bilemiyordum. psikiyatrise dedim ki, doğal davransam, yani babası gibi, içimden geldiği gibi davransam ne olur dedim?
    dedi ki; buna hazır mısın? nasıl yani, hazırım dedim. eğer ona babası gibi davranırsan, istemediğinde mesela dur dersen, sana babasına verdiği tepkileri verecek. sana kızacak.küsecek. oyuncak atacak. sen babası gibi davranılmaya hazır mısın? yani o sana kızdığında, kendini kötü hissetmemeyi başarabilecek misin?
    düşündüm. ona ne olursa olsun küsmemem, kişiselleştirmemem gerekiyordu. bazen başaramadım ilk günler. özellikle hayır tavana çıkma gibi şeylere izin vermediğim zamanlarda.
    çocuklar için dünya bizim algıladığımız gibi değil. onlar baba kavramını bizim gibi algılamıyor. babası hep olacak ve sen belkide en iyi ikinci arkadaşı olmalısın dedim kendime bir filmden bir repliği düşünerek. çünkü aslında en iyi arkadaş olmak dahi çok sorumluluk ister. biz iyi arkadaştık.

    babası iyi bir adamdı ama daha çok görev adamıydı. ctesi alır, parası neyse öder. acil bir durum varsa halleder... ilk günlerde psikiyatrisin çocuğu hafta içi de alın, öğretmenin çocuğu hafta içi de alın uyarılarına pek cevap vermedi. çok bekledi minik. gelmedi. gelsin ve alsın isterdim. biri ile yarışmadığınızda asla sinirlenmezsiniz. ben en iyi ikinci arkadaştım. o babaydı. kedi alacağımızı öğrenince çok kızdı nedense. hastalık kapabilir. gözü kör olabilir. cırmalayabilir gibi şeyler söylemiş. kedi sevmeyi yasaklamış. bir gün merdivenlerde apartmanın kedisini görünce çok korktu minik. sürekli kedi seven bir çocuk bir kaç günde nasıl bu hale gelebildi şaşırdım. o zamanlar sözlükte köpeklerden korkan insanlar, tasmalar falan tartışılıyordu galiba. hayvanlardan korkanlarla dalga geçen entrylere sinirlendim. hayvanlardan korkmak aslında bazen bir ebeveynden korkmaktır yazdım. sonra yendik o korkuyu.(bu olay eve kedi almadan önce oldu)

    eve babadan geldiğinde bir saat izin verin dedi psikolog. bir saat bana gıcık davranırdı. iki dünya arasında gidip geliyor ve tekrar bulunulan evin kurallarına ve dünyasına alışması bir saat sürüyor bazen. baba olumsuz şeyler söylüyor bazen ve hep arada kalmış hissediyor. mesela onunla muhatap olma diyormuş ilk zamanlar. sonraları öğrendik. muhatap ne ki? çocuktan ne yapıyoruz falan diye öğrendiğinde bazen sinirleniyor ve sinirlenilen kişinin kendisi olduğunu düşünüyor çocuk. sorumluluk hissediyor daha 5 yaşında. ve bir gün, inanmayacaksınız ama, anlatmadan konuşmayı öğreniyor daha 6 sında.

    babaya asla ihanet etmedi. evdeki sevme sıralamasında kediden sonraydım hep sorulduğunda. ama sorulmadığı başka zamanlar da vardı ve hiç önemi yok. bir keresinde anlamıyorum dedi, konu nasıl açıldı hatırlamıyorum. bana dönüp aslında bir kez denese ve oynasa hepimiz arkadaş olabiliriz. ama denemiyor.(babası için dedi)

    bir akşam yemekte tartışmamızı dinleyen minik, annesi sorunca en çok kim saçmalıyor diye, bence ikinizde saçmalıyorsunuz ama daha çok sen saçmalıyorsun dedi annesine. koptuk. (sayı olarak bahsediyor. o andan bahsetmiyor. kim daha çok saçmalıyor sayısı)

    çok sabrımın bittiği zamanlar oldu. onun gülümsemesi, onun iyi olması, eriyen kaşar, zıplanınca gülen suratlar, kediler vs.. hep beni çok mutlu etti ve hep daha mutlu olmak istedim.
    akşamları oynanan oyunlar gidilecek barlardan vs. daha çekici geldi. çok zaman geçirmiştim sokaklarda ve o an minicik bir dünyanın cümleleri içimdeki tüm sevgiyi çoğalttı.
    şuraya yazılmış olabilecek olumsuz şeylerin hepsini okumadım ama yazmak istedim bunları. aslında boşanmış bir kadınla evlenmek başlığına, anne ailesinin duruma nasıl yaklaştığını ve çocukları yazacaktım uzunca. yine yazarım bir sabah içimden gelince. demiştim. general olabilecek kadar erken uyanıyorum.

    çocuklardan şikayet edilen anlar aslında an. anneler neye sahip olduklarının farkında ama bazen unutuyorlar ve insanlar. çok erken anne olanlar biraz haklı bu arada. çok erken anne olmasınlar. insanların yaşamak istedikleri hevesler var. ama yinede farkındalar.

    son diyeceğim şu;
    genetik, ırk, din, savaş, gibi kavramları bilmiyorlar. dünya çizgi filmlerdeki gibi.
    çocuklar hayatı kaydırmıyor,
    el birliğiyle çocukların hayatını kaydırıyoruz.

    okuduğunuz için teşekkür ederim.

  • 33. google'ın halloween 2016 doodle'ı

    google'ın bu seneki halloween'a özel hazırladığı süper eğlenceli doodle'dır.

    hayaletlerin üzerindeki şekilleri çizerek hayaletleri yok ediyorsunuz. mobilden de oynanabiliyor.

    buradan:
    https://www.google.com/…en16/halloween16.html?hl=tr

  • 34. gültan kışanak'ın tutuklanması

    darısı suç işleyip iktidar ardına sığınan leş hainlere.

  • 35. ingilizce konuşurken yapılmış en büyük salaklık

    heeeeeyt be. üniversiteden mezun olmuşum. hemen de ilk işime girmişim üstüne. boğaziçi mezunu mühendisim tabii, almışım da gazı, her sikin en doğrusunu ben biliyorum o zamanlar amına koyim.

    işyerinde binlerce kişi çalışıyor, farklı ülkelerden bir sürü çalışan. benim müdürüm ingiliz. bir de onun kankası var o da ingiliz, başka bir departmanın müdürü. üç kişi birlikte oturuyoruz bir yerlerde. bir süre sonra yanımıza belçikalı bir müdür daha geldi. etti mi sana kırk. ve milliyetçi halk part... neyse konuya dönelim. dört kişi olduk. daha sonra belçikalı gitti, üç kişi kaldık yine.

    aldım sazı elime, zırvalamaya başladım:

    "bla bla bla, his accent is like a man from russia, bla bla bla."

    ingiliz abi bana öyle bir baktı ki ben bunu söyledikten sonra. aha dedim şimdi sikecek belamı, ayvayı yedik. belamı sikmedi ama daha beter etti beni, üstelik müdürümün yanında. hem hayat dersi verdi, hem de yerin dibine soktu:

    "first, what the fuck did you just say? do you know any english? fuck your grammar. complete disaster. besides that, how many russian people have you ever talked to? have you ever known at least one russian guy? i believe not. so just shut up."

    utancımdan milisaniyeler içinde gökkuşağının bütün renklerine büründüm. herif itin götüne sokup sokup çıkardı beni. besides that, belçikalıyla bizim ingiliz yıllardır kankalarmış, yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş.

    ardından kızgın abi, bizim müdüre dönüp, siz bunları işe alırken ingilizce testine tabi tutmuyor musunuz tarzı bir şeyler geveledi. müdürüm de sağolsun beni daha fazla ezmedi onun yanında, aslında ingilizcesi çok iyidir ama heyecanlandı biraz diye ekledi, en sona da çocuğun üstüne çok gittin diye çıkıştı hatta.

    haa sonra ne oldu, müdürüm ikimiz yalnızken ağzıma sıçtı, özellikle iş hayatında çenemi kapalı tutmam ve her sike maydanoz olmamam konusunda uyardı beni. üstünden yıllar geçti ama dediklerini hala hatırlar, uygulamaya çalışırım her daim. sağolsun var olsun.

  • 36. istanbul'daki en kaliteli özel hastane

    kime göre neye göre dediğim hastanedir.

    adam reklamlarda gördüğü, binası janjanlı hastaneleri sıralamış kafasına göre.

    yapmayın böyle şeyler la. burayı onbinlerce insan okuyor, ciddiye alan çıkar. durduk yere vebal almayın.

  • 37. gençlik başkanlık istiyor

    tüm gençliği kendisinden ibaret zanneden akp gençliğinin beyanatıdır.

    an itibariyle akp istanbul il teşkilatı toplantısında hep bir ağızdan haykırılmaktadır. peki sayın başbakanın cevabı ne olmuştur?
    'o günler de gelecek, meydanlar ısınacak'

    gerçekten idrak etmekte zorlandığım iki husus var:
    1) kendini parçalayarak bağıran bu gençlerin parlamenter sistemde bulamayıp başkanlıkta bulduğu ne var?
    2) sayın başbakan nasıl bu kadar kesin konuşabiliyor?

    ya hu teklif meclise gelmemiş, referandum için oylanmamış, millet sandığa gitse sonucun ne olacağı belli değil ama sanki her şey olmuş bitmiş gibi bir ortam var. gerçi aynı gençler biraz önce de 'seninle ölmeye geldik diye slogan' atmaya başladılar. takım tutar gibi parti tutmak bu olsa gerek. bu kutuplaşma ülkeyi nereye sürükler bilmem ama 'zaman bizden yana' diyen bir başbakan ne kadar bütünleştirici olabilir asıl sorgulanması gereken budur.

  • 38. sohbet sırasında aynen demenin yasaklanması

    ülkenin derin bir sessizliğe bürünmesini sağlayacak olan dingin bir doğa olayı...

  • 39. recep tayyip erdoğan

    türkiye cumhuriyeti devleti tarihinin ve hatta türk milletinin tarihinin en büyük illetidir kendisi...
    türk milletine verilmiş bir bela, ağır bir cezadır.

    türk ulusunu yok etmek gayesi ile yola çıkan ve bunu başarma yolunda dev adımlar atan bir kukladır, görev adamıdır, musallattır.

  • 40. beyaz futbol

    sezgin gelmez'in çuvallamasını hâlâ toplamaya çalışıyorlar. "sıçtık" deyin ve galatasaray camiasından özür dileyin. duruş kabızlığının kimseye faydası yok.

    edit: fb.

  • 41. 2016 ekonomik krizi

    ülkenin en çok rağbet gören sınavlarından kpss'ye 1 milyon 220 bin kişi giriyor, sen bu sınavda 1 milyon 210 bin kişiyi geçiyorsun, hatta bazı arkadaşların 1 milyon 215 bin kişiyi geçiyor ama atanamıyor, ortada atama yok. %1'lik dilimin çok altında olan insanlara bile devlet kadrosu veremiyorsun, hem de on binlerce kişi atılmışken yeni kadro veremiyorsun, dolar uçuyor, benzini arabayla kovalasan yakalayamazsın öyle uçuyor, hala kriz yok.

    kriz nedir acaba?

  • 42. the walking dead

    7. sezon 2. bölümünü utorrent'imle indirip hd televizyonumla bu akşam 21:30'dan çok daha önce full hd ve altyazılı ayrıca ek olarak sansürsüz ve reklamsız olarak izleyeceğim dizidir.

    geberin pis enayiler.

  • 43. gültan kışanak

    başkanlık referandumu öncesi memlekete lazım olan kaosun malzemesi olan belediye başkanı.

    kusura bakmayın da lan bu kadın 20 senedir aynı şeyleri söylüyor, örgüt propagandasını 20 yıldır yapıyor şimdi mi aklınıza geldi tutuklamak.

    7 haziran seçimlerinden sonra gelişen o sürecin bir benzerini yaşayacağız herhalde.

  • 44. hayallerinin gerçekleşmeyeceğini anlayan insan

    son 15 – 20 gündür bunu yavaş yavaş fark etmemle kafamın allak bulması da doğru orantılı oldu ne yazık ki.

    çalışıyoruz. çalışmak güzel. işimiz var ama iş güzel değil. çünkü iş hiç bitmiyor. hiç dinlenmene izin vermiyor iş. sen ne yapıyorsun? 9 – 18 çalışıyorsun ama aslında 9 – 22 iş yapıyorsun her gün. uyumasan, senden iş isteyenler uyumasa o 22 daha uzayıp gidecek.

    iş bitmedikçe o döngünün içinde kalıyorsun. zaten sana kalan da en fazla 3 saat bir gün içinde. onu zevkli geçirmek istiyorsun. paran var, vaktin yok. ne yapıyorsun? elindeki imkan dahilinde keyfini rafine hale getirmeye çalışıyorsun. “şu 140 liralık cabernet sauvignon’dan alayım ya. nasılmış acaba tadı” diyorsun. 40 liralık almadığın için dışarıdan züppe görünüyorsun ama derdin tasan bu değil. iki şarapta da 2. kadehte bayılacaksın zaten. o, araya iyisini/bilmediğini sıkıştırma cabası.

    benim olay burada koptu. sistemin içine nokta atışı giren, sistemle müthiş kaynaşan bir birey olmuşum. iş yerine giderken her gün 3 saatimi harcıyordum. bu 3 saati kazanmak için 20 dakikalık yürüme mesafesinde bir yere taşındım. o 3 saati eğlenerek, dinlenerek, hovardalık yaparak geçirecektim. hiçbirisi gerçekleşmedi. çünkü bu ev için ödediğim kira bunları yalnızca 1 – 2 defa yapmama izin verecek kadar beni kitledi.

    30 yaşında kendimi nerede görüyordum? belki akademisyen olacaktım. belki dünyayı gezecektim. almanya’da yaşardım belki. yok! ingiltere’de yaşayıp her haftasonu da premier lig maçlarını izlerdim. motorla orta doğu – kuzey afrika turu da yapmış oluyordum. trans sibirya hattıyla moskova – pekin arasında tranle geçecektim. hiçbirisi olmadı. 30 yaşına 1 seneden az kalmışken yapabildiğim şey “istanbul gibi bir yerde işine yürüyerek gidip gelen insan” olabilmek.

    bulunduğum konumda yapabildiğim anca elimdeki şeyleri koruyabilmek için varolmak olunca baktım havanda su dövüyorum. hayallerim küçüldükçe, daha lümpen, basit hayallerle yerlerini değiştirdikçe yine erişemeyeceğimi görüyorum. şimdi kazandığım 1000 lira ile bunu yapıyorum. ileride 1500 lira olunca da hiçbir bok değişmeyecek. haydi şarabı artık 150 liralık alayım. yine zaman yok. yine iş var. bak şimdi yazarken fark ettim. sayılarla konuşunca zevkleri parayla endekslemişim gibi görünebilir. daha düzgün anlatamıyorum. öyle olursa oradaki tl yerine saat’i kullanın. bir emek ölçme birimi kullanın işte.

    ne yapmak gerek? istediğin şeyi mi yapmak lazım? istediğin yerde istediğin gibi mi yaşamak lazım? ben hiç o kadar cesur bir adam olamadım. şimdi de bu korkaklık yüzünden iyice elimi kolumu kaptırdım.

    bu yaşlarda olan, bu yaşları atlatan arkadaşlar; siz ne yaptınız, nasıl yaptınız da atlatabildiniz şu kafayı? yavaş yavaş eriyip kabullenmek mi gerekiyor artık?

  • 45. hayata dair gülümseten detaylar

    annemin can sıkıntısına çözüm getirmek adına bir mp4 player almıştım. içine de güzel sesli bir hocanın sesinden tüm kuranı cüzler halinde koymuştum. bugün farkettim, annem philips marka lila renkli fancy mp4 playerı eline aldığında ve işini bitirdikten sonra yerine koymadan önce üç defa öpüp başına koyuyor :)

  • 46. macbook pro

    ben bu adamların apple fanboyluk yaparken kullandığı jargonun hastasıyım. yaptığı işler gereği stabil bilgisayar kullanması gerekenler apple kullanmak zorundaymış. insanlık tarihinin en kritik, en önemli projelerinde windows ve/veya linux kullanılırken, konser, dj performansı gibi über stabilite gerektiren işlerde stabil bilgisayar şart olduğu için kullanılamaz tabii. al bak burası uluslararası uzay istasyonu. çekinme bir virtual tour at. içerideki thinkpad'leri atıp stabil dj bilgisayarı koyacak paraları yoksa demek ki adamların.

    track bar bir yenilik değil bir devrim olduğunu söyleyen adam şunu apple çıkarsa "bugünden itibaren eldeki bütün bilgisayarlar çöp oldu beyler" der.

    ha bir de apple usb type-c'yi o kadar seviyorsa gidip kendi telefonlarında kullansın bence. bir yıl önce çıkan lg'ler, huawei'ler, microsoft lumia'lar hatta meizu'lar, xiaomi'ler usb type-c uyumluyken, henüz bir ay önce çıkan iphone 7'yi alanlar gidip dönüştürücü alacak. bu bir dramdır.

  • 47. izmir'de millet savaşırken dağda oturup kalan adam

  • 48. sinyalci

    "bir dakka bi bakabilir misiniz? 15 gündür çalışmıyorum.." başlangıç cümlesi ile girizgah yapan adamlar.

  • 49. başkanlık gelmezse türkiye'nin bölünme riski var

    binali yıldırım'ın gün içinde yapmış olduğu açıklama.
    ben hiçbir şey demiyorum, bırakalım tarih konuşsun.

    şimdi düşünelim, artan terör olayları karşısında dediler ki "barış" lazım.
    barış olsun ki şehitler vermeyelim. terör örgütüyle masaya oturalım.
    biz bi' masaya otursak var ya: "wooooohoooooooooo!"

    bu isterler doğrultusunda adalet ve kalkınma partisi hükümeti tarafından çözüm süreci adı altında bir süreç başlatıldı.

    askerler sahadan çekildi, operasyonlar durduruldu.
    diyarbakır'da 1 milyonun üzerinde kişinin katılımıyla gerçekleşen nevruz kutlamalarında, imralı'da bulunan apo'nun mektubu okundu.
    apo posterleri açıldı.

    silahlar gömülüyor; her yer çiçek, her yer hüzme hüzme ışık olacak dendi.

    insanlar bas bas bağırdı: "aklınız yok mu sizin?!" diye.
    şehit eşleri, şehit yakınları kahroldu.
    aklı olan her vatandaş lanet okudu olanlara.

    e peki ardından noldu?

    çok geçmedi, pkk'dan beklenen taciz ateşleri açılmaya ve şehitler vermeye başladık.
    öyle ki tonlarca kiloluk patlayıcılar ile eylemler düzenlemeye başlandı.

    tüm bu kayıplara, tüm bu bile bile ladese karşı hükümetin açıklaması ne olmuştur sizce?

    ferhan şensoy'u utandıracak kadar düz bir "pardon".
    çözüm sürecinde terör örgütü silah stoklamış!

    hadiii yaaa?
    a aa! şu an o kadar şaşırdım ki taşaklarım uyuştu şaşkınlıktan.
    resmen a aaa!!...

    sonra noldu anlatsana biraz?

    7 haziran 2015'teki genel seçimlerde tek başına iktidar olamadı adalet ve kalkınma partisi.
    türkiye'nin neredeyse hiç alışık olmadığı canlı bomba eylemleri yapılmaya, askere ve polise karşı ciddi saldırılar düzenlenmeye başlandı.
    20 temmuz 2015 suruç patlaması
    6 eylül dağlıca saldırısı
    9 eylül ığdır saldırısı
    gibi insanları derinden sarsan saldırılar oldu.

    "istikrar yok, o yüzden böyle yav" dediniz.
    her kafadan bir ses çıkıyor dediniz.
    biz bi' tek başımıza iktidar olsak var ya: "wooooohoooooooooo!"

    seçim tekrarlandı 1 kasım 2015'te adalet ve kalkınma partisi yine tek başına iktidar partisi konumuna geldi.

    e peki, sooora noldu sayın canım cancişkolarım?

    memleketin her köşesinde insanlar canlı bomba eylemlerinin kurbanı olmaya, parçalanarak ölmeye devam etti. masum insanlar.
    işine giden, okuluna giden, hava almaya çıkmış gündelik hayatları olan insanlar ara sokakları tercih etmeye başladı

    istikrar abidesi ankara'da; beş ay içinde üç patlama oldu.
    istanbul'un en işlek caddesinde,
    en büyük havalimanında patlamalar meydana geldi.

    yazamıyorum hepsini, biliyorsunuz.
    benim takip edemediğim kadar patlama ve terör saldırısı sonucu ülkede yüzlerce şehit verdik.
    yaralanan binlerce masum vatandaşımız oldu.

    şimdi tüm bunlar yaşanmışken diyorsunuz ki;

    "başkanlık gelmezse türkiye'nin bölünme riski var."
    başkanlık olsa var ya; "voooooooooooohoooooooo!"

    ben ne diyorum biliyor musun?

    : )

  • 50. ekşi itiraf

    bundan tam 3 yıl önce 1 haftalığına iş için sevilla’ya gitmiştim. iş seyahati vesilesiyle de geraldo diye çok baba bir metin yazarıyla tanıştım. hem işler iyi gidiyordu, hem de geraldo sayesinde sevilla’da çok hoş vakit geçiriyordum. ispanya’da son günümde geraldo “akşam yemeğine bana gelir misin” dedi; ben de hay hay dedim. yemekler bittikten sonra ise sana bir şey göstereceğim dedi. adam salona elinde bir kutuyla geldi, kutuyu bana verdiğinde ise jeton bende düşmüş, bir hafta boyunca her yönüyle takdir ettiğim adam yaptığı işle de bende müthiş bir hayranlık bırakmıştı. geraldo sevgilisiyle olan 4 yıllık ilişkisinde yaşanan en güzel günleri monopoly gibi kartonu eşit parçalara ayırarak resmetmişti. başlangıç noktası olarak sevgilisiyle tanıştığı günü belirlemiş, nasıl monopoly’de başlangıç noktasından ilerledikçe yerlerin değerleri artıyorsa, o da sevgilisiyle birlikte en çok eğlendikleri şehirleri en sondaki karelere yerleştirmiş. her tapu senedi kartına da gittikleri şehirde çektiği en güzel fotoğrafları koymuş; kamu fonu ve şans kartları yerine de sevgilisine yapacağı sürprizleri ve iltifatlarını kartlara yazmıştı. bu arada geraldo ve sevgilisinin tarabyaları zaragoza seyahatleriydi.

    ben bunu çalarım dedim. o da gülerek elbette çalabilirsin, hatta hiç tasarımıyla uğraşma bütün her şeyin tasarımı bilgisayarımda sana direk gönderiyim teklifinde bulundu. ben ise zaten fikrini çaldığımı tasarımını ise çalamayacağımı belirttim. geraldo gibi 4 yıllık bir ilişkim olmasa da, benim de 1 yıldır fena gitmeyen bir ilişkim vardı ve ben de kendi monopoly’imi hiç zaman kaybetmeden tasarlayıp, kız arkadaşıma hediye edecektim. ancak bilgisayar başına geçince işin hiç kolay olmayacağını anladım. bir kere geraldo 4 yıl boyunca kız arkadaşıyla birlikte ispanya’da gitmediği şehir kalmamış, bununla da yetinmeyip sevgilisiyle birlikte ispanya dışında benim haritada bulmakta güçlük çekeceğim şehirlere bile gitmişti. oysa ki ben kız arkadaşımla edirne’nin ötesine hiç çıkmamış, sadece kaş ve assos’a gitmiştik. bu da demek oluyordu ki, ben kendi monopoly’imde sadece istanbul, antalya ve çanakkale’ye yer verebiliyordum. bu durumdan dolayı kendi monopoly’imi geraldo gibi şehir şehir değil semt semt tasarlamak zorunda kaldım. 2. problemim ise şu oldu; geraldo kendi monopoly’sini tasarlamaya bitiş tarihinden 3 yıl önce karar vermişti ve bu sayede de sevgilisiyle gittiği yerlerde bol bol fotoğraf çekerek kendi monopoly’sinde inanılmaz bir görsel zenginlik sağlamıştı. bende ise adam akıllı hiçbir fotoğraf olmadığı için geraldo’nun monopoly'sinden farklı olarak sadece bıyıklı dayının yerine sevgilimin fotoğrafını koydum. geraldo'nun kamu fonu ve şans kartları yerine sevgilisi için hazırladığı iltifat ve sürpriz kartları 100'ü aşarken, ben kendimi zorlamama rağmen sadece 10 adet süpriz kartı hazırlıyabildim ve bu kartlardan en elle tutulurunda kız arkadaşım kızarmış dondurmayı çok sevdiği için "git kızarmış dondurma al" yazıyordu.

    ben kadıköy'de otururken, kız arkadaşım beşiktaş'ta oturuyordu. ben anadolu yakasında vakit geçirmekten hoşlanırken, kendisi karşıda vakit geçirmeyi çok seviyordu. bu durumdan ötürü de baya bir kavga etmişliğimiz var. ben de onun hoşuna gitsin diye klasik monopoly'de nasıl en değerli yerler hepimizin bildiği üzere tarabya ve yeniköy ise ben de tarabya ve yeniköy üzerine kız arkadaşımın en sevdiği yerler olan cihangir ve beşiktaş'ı koyarken, benim en çok sevdiğim yerler olan kadıköy ve caddebostan'ı kasımpaşa ve dolapdere'nin üzerine yerleştirmek zorunda kaldım. sonunda benim de 1 yıllık ilişkim üzerine bir monopoly'im vardı. elbette geraldo'nun hazırladığı gibi güzel olmadı. onunkinde 4 yıllık bir yaşanmışlık benimkinde ise 1 yıllık yaşanmışlık vardı. benim amacım hayran kaldığım bu yaratıcılıkla kız arkadaşımı etkilemekti. ayrıca 1 yıllık ilişkimi gözden geçirmek adına da güzel bir ayna olmuştu benim monopoly'im ve bizim ilişkimizin vasat olduğunu da çok net tescillemişti.

    sonunda sözde büyük gün gelmişti, beşiktaş'ta kız arkadaşımın evine gittim. eve girer girmez sana bir hediyem var dedim. ne hediyesi diye sordu; 1 yıllık ilişkimizi kendi tasarladığım monopoly üzerine resmettim deyip, kutuyu verdim. kutuyu açtığında kahkayı bastı. neye gülüyorsun dedim. o da bu bildiğin otobüs hattı dedi. onun bu bomba cevabını duyunca ben de anırdım. yaklaşık 30 dakika sonra bana şu soruyu yöneltti; hani sen en güzel vakit geçirdiğimiz yerleri koymuşsun ya monopoly'e peki bizim göztepe'deki güzel anımızdır nedir diye sordu. içimden koca bir has siktir çektim; çünkü çalışmadığım yerden sormuştu. benim göztepe'yi koymamın sebebi sadece kartonda doluluk yaratmaktı. sıçtım ama sıvamadım; "koymak için koydum" dedim. sadete gelirsek, büyük hevesle onun için yaptığım monopoly onda bir heyecan yaratmadı. ben de hevesle başladığım işi hevesle bitiremedim. ancak küçük bir göztepe detayında sıçmam da hiç hoş olmamıştı. ancak bizim yaşanmışlığımız da bu kadardı. 3 ay sonra ise ikimizde göbek atarak ilişkimizi sonlandırdık ve bana dair onda ne varsa hepsini evime bıraktı. işin bomba kısmı ise geraldo'yu da sevgilisi bırakmış ama onun yaptığı monopoly'i bırakamamış. boru değil işin içinde yıllar var. 1 yıllık bir ilişkinin ise ne büyütülecek ne de küçük görülecek bir tarafı var. ayrıca detaylarda gerçekten biz erkeklerin sıçma lüksü yok. biz detaylarda sıçınca kadınların güveni ve mutluluğu uçuveriyor. bir başka deyişle geraldo'nun monopoly'si ne kadar anlamlıysa benimkisi de bir o kadar gereksizdi.