sanikmagdur18
profili

  • mahzuni şerif yerine neşet ertaş'ın çok sevilmesi

    çok önemli sosyolojik çıkarımlar barındırır. neden kendi ihtilalimizi yapamayacağımızı, neden yüzyıl daha iktidarın elinde sarhoş beyinler olarak anlık itirazlarla sürünüp gideceğimizi gösterir. çünkü bu ortadoğu toplumunun en büyük derdi her zaman aşk meşk olmuştur. onun da en yüzeysel hali. en klişe hali. neşet ertaş daha çok 'aşk, insan, yaşam, ölüm, ayrılık, doğa, iyi, kötü vs vs...' üzerine eserler üretmişken mahzuni şerif bunların üstüne ontolojik, sosyolojik, epistemolojik, teolojik bir sürü eserler vermişti. hemen örnekler;

    mesela teolojik -

    ey arapça okuyanlar
    allah türkçe bilmiyor mu?
    ingilizce fransızca
    bize hitap kılmıyor mu?

    başka bir teoloji -

    gücenme ey sofu baba
    biz aşığız kör değiliz
    ver bir selam al merhaba
    ikiliğe yar değiliz.

    neşet ertaş'a bakıyoruz, cahilmiş dünyanın rengine kanmış. mesela mahzuni sosyolojisi -

    yoksulun sırtından doyan doyana
    bunu gören yürek nasıl dayana
    yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
    bilmem söylesem mi söylemesem mi?

    bir tane mi? hayır daha bir sürü ama başka bir örnek -

    boşa doğüşmeyin bizim yiğitler
    sizi vurduranlar vurulmuyor ki
    kim bilir nerde hangi koltukta
    kömürde tarlada yorulmuyor ki.

    ya da mesela -

    emekçiyim sinede
    öfke yatar yine de
    umut gelen senede
    bu sene de böyloldu
    tarla ekilemedi
    tohum dikilemedi.

    neşet ertaş bilemedim gıymatını gadrını hata benim günah benim suç benim. meeh. ya şu adamın, yani mahzuni'nin ontolojisine bakın;

    seyyah oldum pazar pazar dolaştım
    bir tüccara satamadım ben beni
    koyun oldum kuzu ile meleştim
    bir sürüye katamadım ben beni.

    daha başka nasıl anlatılır varoluş sancısı? ya da mesela -

    kaşların arasından
    domdom kurşunu değdi
    bir avcı vurdu beni
    bin avcı beni yedi
    ah dedim ağladım
    yaremi bağladım..

    göbek atmadan dinlerseniz büyük çaresizliğinizi haykırdığını görürsünüz. epistemoloji -

    dünya kainat'tan kopup gelirken
    adem miyim hayvan mıyım? ben neyim?
    adem ile havva vücut bulurken
    cennet miyim? şeytan mıyım? ben neyim?

    bunu tabi ömrü mühür gözlüsünü sakınıp kıskanmakla geçmiş adam düşünmez yani. mesela bağlam dışı ama şurada aşık veysel'e de bir iki tokat atmışlığı var -

    koyun vermiş, kuzu vermiş, ot vermiş
    fakirin hakkını neden kıt vermiş
    fakirler ot yutmuş, beyler et yemiş
    neden sadık yarin kara topraktır?

    koskoca aşık veysel'in de bir tane toplum derdiyle ilgilenmemesi zoruna gitmiş belli ki üstadın. şimdi toplumu bu kadar düşünen, sanatını çok farklı alanlarda icra eden, müzikalitesi diğerinden fersah fersah üstün bir adam neden daha az sevilir ben hiç anlamam. olum adamın şarkıları orkestralarca çalınıyor daha ne olsun? ya tamam mesele -

    şu garip halimden bilen işveli nazlı
    gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
    datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
    gönlüm hep seni arıyor neredesin sen?

    ise onun da alasını yapmış -

    karlı dağlar kara bulut içinde
    yaylası hüzünlü yöresi bir hoş
    sevdalı yolcular umut içinde
    hayalın düğünü töresi bir hoş

    han sarhoş hancı sarhoş
    yolda yabancı sarhoş
    el çek tabip kalbimden
    içimdeki sancı sarhoş.

    neşet'i yine sevin. sonuçta bir ikinci varsa o da odur. ama şu son zamanlarda gördüğüm on kişiden dokuz buçuğu neşet yeaaa diyor hep. mahzuni var lan ayıptır. sonuçta iyi bir aşk ozanı neşet ama ayağınıza çorap olmaktan öteye gidememiş. demiş mi mesela -

    vietnam'ın suçu nedir?
    hür yaşamak ayıp mıdır?
    atom patlat ister kudur?
    amerika katil katil!

    yok. anca 'niye çattın kaşlarını bilmiyom yar suçlarımı.' aynı anda on karıya yazmışsındır sen kesin bozkırın abazası.

  • dünya nüfusunu 500 milyona indirme planı

    bu plana inanan herkes kendini o beşyüz milyonun içinde görüyor. öyle değilse eğer kendilerini öldürerek inandıkları plana hizmet ederler. neymiş ev fiyatları ucuzlarmış. emlakçıları öldürsen o dediğin yine olur. ufuksuz pezevenk bari de ki ilk baharda herkese yetecek kadar selvi ağacı gölgesi olur ve böylelikle uzanıp yeşil çimlere ılık rüzgarın araladığı dalların arasından süzülen güneş ışığının yüzümüze vurmasıyla uyur.

  • 6 ocak 2021 dışişleri bakanlığı tweeti

    sonuna bunu ‘:)’ koymamak için zor tutmuşlar kendilerini.

  • 21 ağustos 2019 marmaray suadiye durağı tuhaflığı

    sabah saat dokuz sularında durağa giriş yaptım. durakta benden başka yetmişlerinde şık giyimli bir yaşlı teyze vardı. durağın uç kısmında ayakta bekliyor, sık sık kolundaki gümüş saate bakıyor, saatten hemen sonra trenin geliş yönüne değil gidiş yönüne dönüyordu. belki de yanlış yerde bekliyor diye düşünüp onu uyarmak için yanına yürüdüm. yürürken birisi sırtıma dokundu. refleks olarak geri dönüp baktım, kimse yoktu. etrafımda bir tam tur atıp yanlış his kanısına vardım ve tekrar teyzeye baktım. teyze kaybolmuştu. allah korusun raylara mı düştü diyerek koştum. raylarda yarısına kadar içilmiş bir marlboro touch'tan başka bir şey göremeyince doğruldum. nereye gitti lan teyze derken beklediğimiz bostancı istikametine değil de kadıköy istikametine gidecek tren perona geldi. trenden bir kişi indi, yetmiş yaşlarında şık giyimli o teyze. yavaş yavaş yürüyüp önümden geçti ve onu ilk gördüğüm yerde ilk gördüğüm şekilde beklemeye başladı. şu, bir yerdeki fırtınaya katılmak için hızla koşar gibi aniden vurup geçen rüzgarlardan biri esti. benim sırt çantamı bile sallarken teyzenin kılını dahi kıpırdatmadı. dikkatle onu izliyordum ama o bunu zerre umursamıyordu. saatine bakıyor, trenin gidiş yönüne dönüyor, tekrar saatine bakıyordu.

    artık onunla konuşmadan ölemezdim. yeniden depreşen niyetimle bir adım atmıştım ki tren perona yaklaşırken raylardan duyulan o metalik filinta sesi duyuldu. teyze heyecanla elini kalbine koydu. tren yaklaşmaya devam ediyordu ancak görünürde bir şey yoktu. görmediğim bir tren istasyonda durdu. sesi vardı ama kendi yoktu. sonra aniden istasyonda bir adam belirdi; yetmişlerinde şık giyimli bir adam. teyzeye doğru bakıp 'nebahat' diye bağırdı. teyze onu duymuyordu. tekrar 'nebahat' diye bağırdı ve koşmaya başladı. o yaklaşırken ben umursamadan dikilen teyzeye döndüm. dalgın dalgın ona doğru bakınırken amcanın koşu yolunu kapattığımı fark etmedim. yanımdan geçerken sırtıma dokundu. kenara çekilmemi beklemeden yanımdan geçti. teyze bu kez gözlerimin önünde hiç orada yokmuş gibi kayboldu. gözünüzü kırpıp açın ve orada olan bir şeyin artık olmadığını hayal edin, tıpkı öylece. yaşlı amca peronun ucuna gidip rükuya gider gibi eğildi, ellerini dizlerine dayayıp soluklandı ve ağlamaya başladı. sonra doğruldu, kolunu kaldırıp teyzenin kolundaki gümüş saate benzeyen saatine baktı. kadıköy yönüne giden trenin sesi duyuldu. amca oraya doğru koşmaya başladı. tren göründü. gelip efendi gibi peronda durdu ve içinden yetmişlerinde şık giyimli o teyze indi. yaşlı amcayı gördü boynuna sarıldı. tren yeniden hareket etmeden el ele tutuşup trene bindiler ve kapılar kapanıyor sinyali duyuldu. o anda onları kaybetmemek için trene binmem gerektiğini fark ettim ama artık çok geçti.

    tren gitti, ben şaşkın şaşkın durağın, teyzeyi ilk gördüğüm köşesine yürüdüm. bir sigara yaktım. birkaç duman aldıktan sonra orada sigara içilmediğini hatırlayıp sigarayı raylara fırlattım. sonra sigarayı oraya atmamam gerektiğini hatırlayıp ona doğru baktım. az önce orada gördüğüm ikinci sigara yoktu ve benim az önce attığım sigara o ilk gördüğüm sigaranın aynısıydı.

    edit: yardımcı olmak isteyen yüce gönüllüler başka bir projemiz fongogo adlı bir sitede yardım bekliyor. mesaj yolu ile ulaşanlara link gönderilir.

  • 2 temmuz 2018 muharrem ince tweet'leri

    arkadaşlar şifreli yazmış. tweetlerin baş harflerini alıp mors halfabesiyle çarptıktan sonra mikserde karıştırdım 'pezevenklerin elindeyim' yazısı çıktı.

  • evrim teorisi ispatlandıysa niye teori deniyor

    çünkü öylesi daha güzel olayır.

    bak mesela;

    evrim kanunu yazsam yeniden
    kimi maymunları sel alır gider
    kimi benim gibi insan olur gönülden
    kimi senin gibi el olur gider.

    oldu mu bu şimdi? olmadı.

    edit; bi daha düşündüm de, bence olmuş. o zaman ver müziği;

    boş yere bekleme geçen dinleri
    böyledir ne yazık kambriyenden beri
    kimi benim gibi homo sapiens
    kimi senin gibi homo erectus.

    kafiyeli bilim bu kadar, naled olsun.

  • ibrahim erkal

    bazı şarkıcıların şarkıları dolu doludur ama hayatları boştur. bazılarının hayatları dolu şarkıları bomboştur. bazılarının ise, hayatları şarkılarını, şarkıları hayatlarını doldurur ki bu çok nadir rastlanan bir durumdur. işte bir insan frank sinatra'yla ibrahim erkal'ı bu sebeple eşit derecede sevebilir. mesela büyük bir aşk hikayesi vardır, bütün sanat hayatını besleyen. şurada #63089145 bahsini etmeye çalışmıştım biraz. devamı gelecek onun, ama şimdi konu bu değil. sonra bir ara sanatçıları organize edip 81 ilde 81 okul kampanyası başlatmış, yeterli desteği göremeyince kendi payına düşeni ( sanırım 3 okul ) yaptırıp bırakmıştı. hatta aynı dönem haydi kızlar okula kampanyası için reklam filminde şarkı söyleyen sezen aksu'ya '' ama sezen abla hangi okula? okul yok, okul yaptıralım '' demiş, cevab alamamıştı.

    üç mucize hakkım olsa birini tam şimdi onun iyi olması için kullanırdım. sanatçı kısmından bağımsız, soğuğundan başka hiçbir şeyi gelişmemiş o coğrafyaya umut olmuştur bu adam. hayalperest bir ilkokul öğrencisiyken televizyondaki renkli hayatlara bakıp '' birileri bizi bu lanet coğrafyaya hapsetmiş, orada yiyollar, içiyollar, eğleniyollar. biz burada sessizce yaşayıp yok olucaz '' diye söylendiğim günlerden birinde babam '' bak o da buralı, hemen şu dağın arkasında köyü '' diyerek önce tv'deki ibrahim erkal'ı, sonra pencerenin karşısındaki dağı göstermişti. ve böylelikle sırtımı yasladığım dağ olmuştu ibrahim erkal. başarabilirdim.

    o günden sonra yaşıtlarım '' bir dünya bırakın biz çocuklaa ra '' yı filan dinlerken ben ibrahim erkal'ın a kuzum uykusuzum unu dinliyordum. hatta okula yeni gelen bir öğretmen hadi içinizden birisi şarkı söylesin demişti de onu söylemiştim. öğretmen bayağı beğenmiş, 23 nisan'da okul bahçesindeki etkinlikte sahneye çıkarmış yine söyletmişti ki bu anıda unutamadığım kısım; şarkının girişi biraz sönük, nakaratta coşuyor. nakarata gelirken yanındaki öğretmene omuz atmış, '' bak şimdi '' demişti bizim öğretmen. ben de patlatmıştım yı alanım yoooookk!ve onlar da yetenek sizsiniz jürisi gibi büyük büyük şaşkınlıklarla aynı anda basmışlardı alkışı. sonra bi daha söyletmişlerdi filan. biri de demedi ki sen ilkokul çocuğusun, hadi kuzuyu anladık, ne bu mutsuzluk umutsuzluk? peh ulan. aynı öğretmenler coğrafyamızın okumakta gözü olmayan çocuklarını okuyarak ibrahim erkal gibi olabileceklerine ikna etmişti. büyüyünce ne olacaksın? ibrahim erkal. ibrahim erkal nasıl olunur? okuyarak. tabi.

    neyse işte. sonra aramıza deep purple'lar, bob dylan'lar, leonard cohen'ler filan girdi ama onun yerini kimse dolduramadı. bakmayın siz kıçı kırık popülistlere ibrahim erkal iyi bir insan, özgün bir sanatçıdır. bütün sevip de kavuşamayanlar gibi hep hüzünlüdür. umarım bu geçirdiği kaza sadece beyninin frontal lobunda ufak bir değişiklik yapar ve bütün o hüzünlü anıları unutarak uyanır, kendisiyle sağlam bir kara komedi filmi filan yaparız.

    az bilinen şu efsane şarkısıyla bu entryi noktalıyorum. umarım şarkı bitene kadar iyi haberi gelir.

    edit; okul üçmüş.

  • yaza dair en sevilen şey

    yaz gecesi kokusu.

  • hamamböceği fare ve örümcekten korkan erkek

    korkmak demeyelim de saygı duyuyorum. çok iyi kamufle oluyor, aniden ortaya çıkıyorlar. hannanısikkiiiimm şeklinde selamlıyorum onları.

  • beymen'de 3300 tl'ye satılan kitap

    arkadaşlar yeni bir din denemiş galiba. bu da onların kutsal kitabı.

  • d&r'da satılan 9900 tl'lik espresso makinesi

    " fiyatı düşünce uyar " a tıkladım " hangi " fiyata düşünce uyaralım " a da 100 yazdım. " ya bi siktir git amk fakiri " yazısı çıktı.

  • vedat milor'un ingilizcesi

    marifet vedat milor'da değil arkadaşlar, marifet şarapta. yetmiş yıllık kütahyalı'ya içir o şarabı, seramik gibi ingilizce konuşur.

  • ebru şallı'ya ateş ettim ve unuttum

    doğru söyleyeni bir kez bile olsun kovmayın herhangi bir köyden. ne deseydi yani; ebru benim için çok kıymetli bi arkadaş, magazin basını yanlış yorumladı, ailece görüşüyoruz, severim, aaaahhhyyy canım ya... mı deseydi? bıktık olum bu klişelerden. herkes neyin ne olduğunu biliyor artık. bırakın dürüst olsun insanlar.

    ha, ebru'da bunun altında kalmayıp " midilli atlarını çok severim, cem benim için midilliydi bindim ve bıraktım " desin, olay tatlıya bağlansın, zenginin çükü züğürdün çenesini yormasın.

  • güzelliğiyle sosyal medyayı sallayan öğretmen

    bu kız bizim ülkede olsa gider bayağı yüksek cirolu şirketlerden birinde hiç diploma, eğitim filan sorgusu olmadan ayda 30 bin lira maaşla " ortalarda dolanmak " işi yapar. rusya'da dershane öğretmeni olmuş. bolluğu bi düşünün.

    rusya uçak bileti al
    moskova uygun uçak bileti
    rusya uçak seferleri

  • 20 eylül salı türk erkeğinin onurunu kurtarmam

    modern toplumun en kötü alışkanlıklarından biri olan sabah işe gitmek eylemini icra etmek için modern toplumun en kötü araçlarından biri olan dolmuşa bindim. şükür ki modern toplumun en büyük lütuflarından biri olan arka dörtlünün sol cam kenarı boştu, anne kucağı gibi orada beni bekliyordu.

    huzur içinde yolculuk devam ederken boşalan sağ yanıma bir kız oturdu. modern toplumun ön yargıları anne kucağında gelip bulmuştu beni. aman bacaklarımı açmiyim, aman kolum kıza değmesin, aman sağ tarfta ki manzarayı da görmeyiveriyim, dekoltesi filan vardır da çekiştirir durur bu şimdi derken dolmuşun pencere camında kayboldum yeminlen. buğulu cama yazılmış bir yazı kadar farkedilmeden devam etti bir mühlet yolculuk.

    kaptan sağda salla, başkan dök bizi, solda bi tükür abi, reyis müsaitse sümkür derken bir baktım tekli koltuklar bile boşalmış. ama kız hala yanımda. lan bu niye kalkmıyor? uyuyor mu acaba diye düşünüp tee ilerde bir şeye bakıyormuşum gibi yaptım. dolmuş ilerledikçe onu takip edip sağa döndüm ve kızın kirpiklerinin açık olduğunu farkettim. e uyumuyordu da. normal bir türk kızının böyle bir durumda gariban göğnüme ümit vermemek için, ellenmemek, dillenmemek için kalkıp hızlıca başka bir koltuğa geçmesi gerekirdi. aklıma modern toplumun kaynağı batı geldi. dedim bu kız kesin yabancı, ya görmemiş kötü şeyler, ya da sayısını bilmiyor. tam bu düşünceyi irdelerken istemsizce sağa doğru bir bakış attım. dudağının üstündeki hiç epilasyon görmemiş tüyler dikkatimi çekti. o kadar sıcak ve samimiydiler, o kadar bizdendilerki ayıp olmasa sarılıp öperdim onları tek tek. evet kız türk tü. hemen yanlış anlaşmaya mahal vermemek için omzumun üstündeki olmayan cisime üfledim ve elimle silkeledim.

    madem öyle şu işin hakkını verip '' bakın siz korkmazsanız aslında her türk erkeğinin barzo olmadığını göreceksiniz, biraz sabrederseniz şirinleri bile göreceksiniz, kötüler yüzünden aramıza duvar örmeyin, erkek terörüne boyun eğmeyin " demiş olmak için rahatsız etmeme eylemine var gücümle devam ettim. dolmuş son durağa yaklaşırken kız birden dönüp '' pardon, vapur iskelesine kadar gidiyor mu'' diye sordu. oha dedim milletin içinde ne biçim konuşuyorsun, hadi başbaşa kalacağımız bir yere gidelim. yani demedim öyle tabi de kızdaki özgüvene cesaret bak inmek üzereyken soru sordu. inince peşime takılır filan falan... gün bugündür dedim. hayır gitmez dedim. iskele biraz daha aşağıda, ben oraya gidiyorum, isterseniz eşlik edebilirim dedim ve yuhh istersen gel bi de öp cevabını bekledim. olan olmuştu artık geri döndüremezdik. fakat kız çocukluğumun gök kuşakları gibi beni şaşırtmaya niyetliydi. çok iyi olur dedi.

    bütün toplumsal yargıların mına koyuyorduk tek tek. artık onunla güzel bir sohbet için beş yürüme dakikası zamanım vardı ve muhtaç olduğum kudret damarlarımda ki asil kanda mevcuttu. sorularımı avını özenle seçen bir serengeti tavşanı gibi seçip onu ürkütmeden yolu sürdürdüm. adanalıymış, tatile gelmiş, beşiktaşa gidecekmiş derken istanbul ne kadar kalabalık filan falana girdi bu. ben o sırada on yıllık ilişkmiz varmış gibi kızla, sağa sola bakıyorum kesen filan var mı kızı diye. neredeyse elimi omzuna atıcam " hı hı evet beybisi " diye devam edicem öyle bir ruh hali. sonra birden durdum dedim ki işte kopuş noktası burası. bunlar modern toplumun olması gereken kaybedişleri. tut kendini. kız tam " ya vapur da erken kalkmazsa canım sıkılır şimdi " filan derken " yoo çok gecikmez en fazla on dakika da bir dedim " ve ona biraz ilerde ki beşiktaş iskelesini gösterdim. teşekkür için uzattığı elini james bond vari bir edayla sıkıp hızlıca eminönü iskelesine yöneldim. işte başarmıştım. o da görmüştü selam verince hemen iş koymayan türk erkeğini, bende kanıtlamştım aslında o kadar abazan olmadığımızı.

    gururla akbili bastım. dııt sesinden sonra bekleme alanına geçince aklım başıma geldi. ulan ya kız bana iş koyuyorduysa? öyle ya. tatile geldim, istanbul'u bilmiyorum, ses tonunuz çok güzel, ay ne kadar sexi bir vücdunuz var... tamam bu sondakileri ben uydurdum ama istanbul'a tatile geldim dermiydi iş atmasaydı bir kız? valla bilemiyorum altancıklar. biraz hüzün, biraz keder hepsi geçeeer. bize kar kalan nedir bu dünyadan diyordu ya bir şarkıda. sahi bize kar kalan neydi lan? vay mınaski. sırf sizin onurunuzu kurtarıcam diye bir aşkı başlamadan mı bitirdim yoksa. neyse. buraları okuyorsa o centilmen erkek benim. kara murat.

    düzeltme : edit.

    edit 2; birinizde takdir edin mk dil fetişistleri. ayrıca ironiden anlamayan nesle nesquik.

  • üst komşunun evinde 2008 yılının yaşanması

    her şey bir '' vur ulan '' çığlığıyla başladı.

    ne zamandır üst komşunun evinden gelen anakronik sesleri dinler, halla halla deyip geçerdim. mesela bir keresinde evden kutsi bağırıyordu '' aynadaki yüzünün karşılığı benim '' diye. dedim bu modası geçince dinlenecek bi şarkı mı yav? üstünde durmayıp geçtim. sonra bir keresinde nuri bilge'nin üç maymun'la ödül almasına sevindiklerine şahit oldum. yeni haberleri olduysa demek dedim. ama geçen akşam bir şeylerin ters gittiğinden o '' vur ulan '' cümlesiyle emin oldum.

    hiç kısık olmayan tv'lerinin sesinden anladığım kadarıyla maç vardı. hemde milli maç. benim niye haberim yok diye araştırıyorum, ne sözlüklerde döşeyeceğimiz bir borudan bahsediliyor, ne de başka bir yerde herhangi bir bilgi var. sesler yükseldikçe bunun şu meşhur türkiye-çek cumhuriyeti maçı olduğunu anladım. önce nostalji yapıyorlar herhalde zannettim her zamanki iyi niyetimle. ama bir nostalji için çok fazla heyecan vardı yukarıda. sonuçta nostalji dediğin muazzez ersoy sakinliğinde yaşanan bir şeydir. iyice dikkatimi çekmeye başladı durum. seslerini dikkatle dinliyorum. goller oldukça çılgınlar gibi seviniyorlar. ya sonucu bilinen bir maç için bu neyin coşkusu derken o dakika geldi. evet nihat'ın attığı süper golün dakikası. '' vur ulan '' çığlığını duydum. sonra yine büyük bir coşkuyla golü kutlama. bu sadece bir nostalji merakı olamazdı. bir golü canlı izlemeyen bir adam futbolcuya '' vur ulan '' demezdi, diyemezdi.

    daha fazla dayanamayıp maç bitince yukarı çıktım. fazla internet şifreniz varsa alabilir miyim deyip etrafı bi kolaçan edecektim. kapıyı vur ulan diye bağıran evin babası açtı. beni görünce '' ne çaktık ama beee '' deyip sarıldı. hala şaşkın şaşkın bakınırken adam '' kusura bakma olum, ülkenin hali perişan, bir maçla kendimizden geçiyoruz biz de işte '' dedi. diyecek daha iyi bir şeyim olmadığı için '' nasıl perişan '' diyebildim. '' görmüyor musun ergenekon filan başlattılar bunlar, memleketi bitirecekler. sattı ülkeyi amerika'ya, içini boşlatıyor şimdi de. bizimde elimizden hiçbir şey gelmiyor. kahroluyorum, çocuğum kahr. maç filan işte... '' amca bi saniye dedim. bi saniye ya ne demek ülkeyi sattı, ergenekon filan? ergenekon kız çıktı, haberin yok mu? noluyor lan burada? derken aralık kapıdan duvarda asılı duran takvime ilişti gözüm. yıl büyük harflerle yazdığı için sadece onu seçebildim; 2008. büyük bir hasssiktirle birlikte merdivenlerden koşmaya başladım. aşağı indim kapıyı kilitledim. tarihe saate baktım. vatsap uyarı hatası filanda vermiyordu. arkadaşları filan arayıp benim doğru zamanda olup olmadığıma baktım.

    emin olunca rahatlasam da bu insanları içlerinde bulundukları o durumdan nasıl çıkaracağım konusunda hiçbir fikrim yok. olayın üstünden bir hafta geçti hala bir fikrim yok. korkuyorum yakında tencere tava çalmaya başlayacaklar ve herkes durumu fark edecek diye. apartmanı karantinaya alıp ilaçlamazlar bizi inşallah.

  • semih terzi'nin üzerinden çıkan infaz listesi

    1 - ingiltere krali
    2 - rahmetli baskan kennedy
    3 - tacsiz kral pele
    4 - backenbauer
    5 - kaleci mayer
    6 - nadia komanaçi
    7 - brigitte bardot
    8 - fenerbahçeli cemil.

    debe eklemesi; yakında haftada bir bölüm yayınlanacak, coğrafyamızın enlem ve boylamını değiştirecek bir muhteşem hikaye ile buralarda bir yerde olacağım. daha öncede bahsettiğimiz gibi; lütfen heyecanla bekleyin.

  • 24 ağustos marmaray'da tacize uğramam

    adamla göz temasına filan girmedinse böyle bir şeye cesaret etmesi imkansız.

    adam fiziki bi saldırıda bulunmamış, gayet kibarca talebini bildirmiş. kabul edersin ya da etmezsin.

    buraya yazarak ilgi çekme çaban ayrı bi olay.
    bu yaptığın tam bi kezmanlık.

    o saatte ne işin vardı marmara'yda?

    favlardan sonra şu meseleyi biraz daha açalım edit i;

    empati ; eş duyu.

    bir insanın bedeni hakkındaki tasarrufuna doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olmadan önce yapmanız gereken tek şey bu. aynısı sizin başınıza gelse ne hissedersiniz? '' ya ben erkek adamım, kim dayayacak sanki koluma '' dediğimiz için allah berberleri gönderdi.

    bir de kadınları bu konuda yalnız bırakmayın. her tarafı radikal feministlerle dolu bir dünya, ne kadar sıkıcı, ne kadar renksiz olmaz mı?

    not; tepkim feminizme değil radikalizme. her türlü radikalliğin abv. bu da son sosyal mesaj.