Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. uyuyan yolcunun suratına boşalan metro muavini

    metro turizm 24.05.2016 tarihinde 19:15'te muğla'dan istanbul'a seyahat eden 483465 sefer sayılı otobüste yaşanan olaydır.

    ido feribot'uyla istanbul yönüne geçerken gece 05:40'te uyuyan lisans öğrencisi kızın koltuğunun başına gelip elinde gazete parçası ve plastik bardak ile mastürbasyon yapan muavinin kızın suratına boşalıp, ardından uyanıp çığlık atınca da su döküldü gibisinden absürd savunmalarla otobüsten çekip gitmesi sonucu yaşanmıştır. işin komiği, kız suratında 1 saat jandarma ve olay yeri inceleme gelene kadar suratında adamın pisliği ile beklemek zorunda kaldı.

    polise gerekli örnekler verilip suç duyurusunda bulunmuş arkadaşım. bizi nelerin beklediği, adamın ceza alınca içerde yatıp yatmayacağı, ne yapmamız gerektiğiyle ilgili fikrimiz yok. bilgi verecek olan var ise mesaj bekliyorum.

    (ayrıca metro turizm'i karalamak gibi bir derdim yok ama kendim de bir kez veteriner teknisyeni olduğum halde yasalara aykırı olarak petimi otobüse almamışlar, üstüne beni tartaklamaya kalkınca da bilet paramı vermeyip geri döndüğüm yolda da sanki ben olay çıkartmışım gibi 22 yaşındaki serseri tipli polislere beni bir güzel taksideki bagajımı aratarak taciz ettirmişlerdi. belanızı bulun it sürüleri...)

    edit: metroyu savunmuyorum ama savunuyorum diyen arkadaşa, kaynak benim işte show tv'yi mi bekliyorsun:
    sefer sayısı dediğin şey:
    483465
    48: muğla'nın plakası
    34: ist plakası
    65 : sekiz senedir yaptıkları 65. sefer sanırım, yedin mi kardeş?

    alın size kanıt: http://imgur.com/0fc7qis , http://i.hizliresim.com/6nqbzl.jpg

    edit2: benim verdiğim tepki de otobüste bir tane erkek olmaması oldu. ben kastamonu'luyum, bir kişi benzer bir şeye yeltensin adamın bacağını götünden sokar ağzından çıkartırlar, kız ile tek ilgilenen avukat olduğunu söyleyen bir kadın olmuş. şoför falan desen zaten muavin iyi çocuktur, sudur o su gibisinden şeyler söylüyormuş. ayrıca feribotta çekip gitse de çıkışta tutuklanmıştır. ne olduğu pek bilgimizde değil...

    edit3: üzgünüm ama gerçek olmadığını okuyamayacaksınız. ben otobüste değildim, kız arkadaşımın başına geldi, kendisi yanımda. bir kısmınız da... ne detayı istiyorsunuz kardeşim? porno hikayesi mi aranıyorsunuz? senin kız kardeşine sevgiline böyle bir olay gelse benim senden facial fotoğrafı istememi mi bekleyeceksin? ne kadar aşağılıksınız, gereksizsiniz lan.

    edit4: september in the rain çok mu biliyorsun sherlock? kız üstünde pantolon ve tişörtle, hatta benim tişörtümle ayakları cama dönük, üstüne de suratının yarısını kaplayacak şekilde, şu anda jandarma tarafından delil olarak el konan bir kapşonluyu bacaklarına kadar örterek uyumaktaymış. senin gibi itlerle uğraşmak istesem gider 4chan'a yazardım. ---- sanırım haberi yapılacak...

  • 2. heykel protestosuna erzurum'dan izmir'e gelen dede

    yaralı parmağa işe desen, insanlık için bir fidan dik desen, aç bir çocuk doyur desen gelmez. ama o heykel protesto edilmezse biteriz yanarız kül oluruz. kimseye yaşından ötürü saygı duymak zorunda değilim.

    sözlük ya burası ondan bir de tanım olmalı: yaşadığı yeri bitirmiş izmir'i de bitirmeye çalışan 98 yaşındaki çember sakallı insan.

  • 3. muavin boşalmasa erkek arkadaşı boşalacaktı

  • 4. çalıştığı işyerini sahiplenen insan

    anlam verilemeyen insan davranışı.

    senin olmayan ve belki de hiç olmayacak devasa paraların döndüğü bir yere ömrünü heba ettiğin yetmiyormuş gibi bir de kendini işverene ait hissedip o işyerinin demirbaşı hâline geliyorsun, neden? "çok sadıktı, çok iyiydi, çok menfaatimizi düşündü sağolsun" dedirtmek, sırt sıvazlatmak için mi?

    "yaşam boyu kadim çalışan" ödülü vermiyorlar kimseye. iş iştir, çalışırsın hayatını idâme ettirirsin burası anlaşılır ama patronundan daha çok işyerini sahiplenmek neyin nesi?

    tamam çalıp çırpma, düzgün işini gücünü yap da, arkamda "beni çok seviyiler eheheh" deme. kimse kimseyi kara kaşı kara gözü için sevmiyor.

    işçisin lan, ötesi var mı?

    edit: çalıştığım firma yabancı bir firma. piyasasını bildiğim iş için 35.000 euro kazıkötesi teklif aldılar ve kabul etti firma. vicdanım elvermedi ve araya girdim pazarlık yaptım 25.000 euro'ya düşürdü karşı taraf (ki bu bile çok) aradaki fark için "canım durduk yere menfaatimizi düşündün şunu da sen al yahu. sen olmasan 10.000 euro fazla ödüyorduk paramızı kurtardın" mı dedi? hayır. neye yaradı? hiçbir şey. yani demem o ki bok çukurunda kaynasın.

    edit: işini değil "işyerini" sahiplenme diyorum. işini sahiplen ve düzgün yap. toz konduramadığı elemanı iki gün sonra ağlata ağlata kapının önüne koyan şirket sahibi gördü bu gözler.

    edit: neden eleştiriyoruz? bu insanların içlerinde boş umutlarıyla yüzleşmeleri için eleştiriyoruz. hayatta kazananların hep o ensesikalın kalantorlar olduklarını görmeleri için eleştiriyoruz. başkalarının hayatlarını yaşamak zorunda kaldıkları için eleştiriyoruz.

    işini iyi yap tamam.
    dürüst ol bu da tamam.

    ama beni seviyorlar diye övünme, ödül bekleme. oraya kendini sonsuz şekilde ait hissetme. "bana kazık atmazlar beni seviyorlar" diye düşünme. bir b planın hep olsun a işçi kardeşim.

    ne işverenler gördü bu gözler. 15 yıllık elemana kıdem tazminatı ödememek için kırk takla atan, istifa ettirmeye çalışan insan gördü. gidip "git dava et sana şahitlik yapacağım" dedim dava açmadı. o kişinin hakkını kendinden daha çok düşündüm yani.

    trilyonlarca ettikleri kardan feragat etmemek uğruna 2001 krizinde çalışanları gözünün yaşına bakmadan kapı önüne koyan bankaları hatırlayın!

  • 5. bingöl'de yapılan hacı robot

    --- spoiler ---
    geliştirmek için sponsor arıyorlar
    --- spoiler ---

    ahah, gelişince ne yapacak? oruç tutacak helalde.
    bak en gelişmişi başbakan oldu 2 gün önce.

  • 6. kadınlara özel şehirlerarası otobüs uygulaması

    tacizi meşrulaştırmak için atılması gereken ilk adımdır. beyninin kivrimini buktugum...

  • 7. metro muavinini linç etmeyen yolcular

    uyuyan kız kahkaha atıyor olsa ve yanında erkek arkadaşı olsa "seks mi lan burası" diye ortalığı inleticek yolculardır.

    bu ülkenin değer yargılarını anlamakta çok güçlük çekiyorum.

  • 8. rüzgar çetin'in ölümüne sebep olamadığı öbür polis

    ölmüş arkadaşını iyi bir paraya satmıştır.

  • 9. kolaylık dininin hristiyanlık olması

    tapınma ayinleri kolay. sandalyeye oturuyorsun ve tapınıyorsun. akrobatik hareketler yapmana gerek yok. durmadan tapınmaya zorlamıyor seni. haftada bir kiliseye gidiyorsun. erkek kadın ayrı değil. aileni çoluğunu çocuğunu al ve birlikte tanrıya ezgilerle övgüler sun ve dualarla iste.

    işte gördünüz. hangi din kolaylık diniymiş? tabii ki hristiyanlık.

  • 10. nusaybin'de teslim olan 25 teröristin görüntüleri

    bunların yaptıklarını, dünyanın başka bir yerinde bir başkaları yapmış olsaydı, hepsinin kafasına sıkılmış halde görüntülerini gösterirlerdi, bizde ise tam tersi, kırk gün son saniye ye kadar savaş sonra teslim ol. vallahi de billahi de bunun adı türk merhametidir, kürtler ister kabul etsin ister kabul etmesin, ortadoğuda türklerden başka hiç kimse kendilerine acımaz sağ teslim almaz.

  • 11. hdp'nin tekke ve zaviyeler yeniden açılsın teklifi

    http://odatv.com/…er-tekrar-acilsin-2505161200.html

    --- spoiler ---

    hdp izmir milletvekili müslüm doğan, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili yasanın yürürlükten kaldırılması için kanun teklifi verdi.

    hdp’li müslüm doğan teklifinde, cumhuriyet'in ilanı sonrasında kaldırılan tekke ve zaviyelerin yeniden açılmasıyla “tüm inançların yaşadığı mağduriyetin ortadan kalkacağını” öne sürdü.

    --- spoiler ---

    evet; şimdi söz bunları sol parti zannedip oy veren, eleştirenleri de faşist ilan eden embesil cihangir sakinlerinde.

    (bkz: tekke ve zaviye isteyen sol parti)

    allah akıl fikir versin bu cihangirlilere.

  • 12. türkiye'ye gelmiş en fos futbolcu

    galatasaray forması altında 2008 lig ve uefa asist kralı olan lincoln'un belirtilmesi komik olmuş. haa lincoln bekleneni veremedi ama o kadar da fos değildi.

    (bkz: claudio maldonado)

  • 13. ahmet mahmut ünlü

    günün birinde nasrettin hoca camide vaaz veriyormuş:
    -kızlarımıza sahip çıkalım. çok açık giyiniyorlar, boya sürüyorlar, zincir takıyorlar… derken cemaatten birisi seslenmiş:
    -iyi diyorsun da hoca bunları senin kızın da yapıyor. hoca hiç bekletmeden cevaplamış:
    -şimdi, allah var; bizim kıza yakışıyor

  • 14. ergin ataman'ın annesine whatsapp'tan küfretmek

    ergin hocaya yapılmış bu hakaretten memnun olan arkadaşlara özel mesaj yolu ile ana bacı soy sop dümdüz küfür gönderiyorum. lütfen rahatsız olmasınlar ve şikayette bulunmasınlar.

    teşekkürler.

  • 15. rte'nin reza zerrab dosyasına girmesi

    preet bharara'nin yürüttüğü reza zerrab dosyasına geçen hafta 91 kişinin daha dahil edildiğini görmüştük. başta cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan ve eşi emine erdoğan olmak üzere eski bakanlar muammer güler, zafer çağlayan ve egemen bağış da savcı bharara'nın reza zarrab dosyasına girmişler.

    zaman amerika kaynak
    sol haber kaynak
    birgün kaynak
    cumhuriyet'in detaylı haberi
    --- spoiler ---

    new york başsavcısı preet bharara reza zarrab'ın kefaletle serbest bırakılması yönündeki talebinin reddedilmesi için 17 aralık iddianamesini delil gösterdi.

    bharara, sarraf'ın emine erdoğan'ın kurduğu vakfa verdiği parayı da kanıt olarak gösterdi.

    böylece sarraf'ın yargılanmasına 17-25 aralık yolsuzluk soruşturması da dahil olmuş oldu.

    savcılık tarafından yapılan açıklamada, sarraf'ın servetini yalnızca "yatlar ve evler almak için değil", aynı zamanda "türkiye'deki yolsuz politikacıları satın almak" için de kullandığı söylenildi.

    sarraf'ın bildirdiğinin aksine yılda 720 bin doların çok çok üzerinde para kazandığını bildiren savcılık, sarraf'ın türkiye'de hapisten çıkmasının da rüşvetle olduğunu öne sürerek, serbest bırakılma isteğinin reddedilmesini talep etti.
    --- spoiler ---

    (bkz: zarrab soruşturmasına tr'den 91 kişinin eklenmesi)

  • 16. serkan inci

    yıllardır çizgisini bozmadığı, tutarlı olduğu tek bir konu var: kadınlara karşı işlenmiş suçlardan keyif alıyor.

    geçmişinden gelen müthiş bir kompleks olduğuna eminim.

  • 17. yeni akit'in nurgül yeşilçay haberi

    "pornocu nurgül yeşilçay" başlığıyla duyurulmuş, ne müslümanlıkla, ne insanlıkla bağdaşan büyük rezilliktir. yalan, iftira, ahlaksızlık ne ararsanız barındırmaktadır.

    umarım nurgül yeşilçay dava açar ve ciddi bir yaptırımla karşı karşıya kalırlar.
    https://twitter.com/…akit/status/735403015834861568

  • 18. beşiktaş

    önceki entry: #60708120

    2.bilic sezonu

    2014/2015 sezonu, beşiktaş’ın son yıllarda yaşadığı en duygusal ve en zorlu sezonlarından biriydi. bir önceki sezondan farklı olarak bu sezonda önder özen görevine devam etmedi. söylentilere göre özen, stoper transferi için yalçın ayhan ile anlaşmıştı. kampa kadar getirdiği yalçın, bir şekilde takımın içerisine dahil edilmeyip geri gönderildi. bunun üzerine de önder özen istifa etti. zaten bir süredir yönetim kademesindeki bazı isimler ile yetki çatışması yaşadığı, hatta odasına dinleme cihazı konulduğu yazılıp çiziliyordu. ayrıca bazı menejer ve yöneticilerin, kendilerini takıma yaklaştırmadığı gerekçesiyle kendisine bilendiği konuşuluyordu. neticede gücü yettiğince görevde kaldı ancak bir süre sonra görevine devam edemedi. giderken sorulan “demba ba gelecek mi” sorusuna ise “demba ba büyük bir futbolcudur ve büyük futbolcular büyük kulüplerde oynar. beşiktaş da büyük bir kulüptür” diyerek müjdeyi verdi. demba'nın beşiktaş kariyerine şuraran ulaşabilirsiniz :#52708282

    sezon başında demba ba’nın dışında ramon motta, jose sosa, alexander milosevic ve gökhan töre’ye (bonservisi alındı) 14 m € harcandı. devre arasında ise 450 bin €’ya tolgay ali arslan alındı. devre arasında transfer olayını abartan galatasaray bu sefer 14 m € harcarken, fenerbahçe ise transfere para harcamadığını bildirdi.

    ilk olarak gözümüzü soma kupasında açtık. beşiktaş, fenerbahçe ve chelsea'nin katıldığı 45'er dakikalık mini bir turnuva bu. her ne kadar sembolik olsa bile beşiktaş iyi bir oyun oynayarak bize küçük bir şaşkınlık veriyor. ancak bu oyunun tesadüf olmadığını sonraki maçlarda daha net görüyoruz.

    şampiyonlar ligi ön eleme maçları için 3.turda feyenoord ile eşleşiyoruz. ilk maçı deplasmanda 1-2 kazanırken, ikinci maçta demba’nın hat-trick’i ile (ilk maçıydı) 3-1 kazanıp play-off turlarına kalıyor ve beşiktaş’ın bu konulardaki şansı(!) sebebiyle arsenal ile eşleşiyoruz. iki maçta da dişe diş bir mücadele ortaya koyuyoruz ama 0-0, 1-0’lık skorlala eleniyoruz. wenger’in son düdükteki “oh “çekişi ise oyunumuzun özeti niteliğinde (bu arsenal aynı sezon cl gruplar maçında galatasaray’a iki maçta 8 gol attı). daha sonra avrupa’da yolumuza tottenham, partizan ve asteras’lı gruptan lider çıkarak devam ediyoruz. ligde ise 5.haftada lider oluyor ve sürekli oralarda dolanıyoruz.

    burada genişçe bir parantez açmazsak olmaz. malum bir önceki sezonda da stadımız yoktu ama bir tek ligde mücadele ediyorduk. bu sezonda üç farklı kulvarda stadımız olmadan mücadele ediyoruz. kendi iç saha maçlarımızı konya, ankara, başakşehir ve olimpiyatta dönüşümlü oynuyoruz. galatasaray ve fenerbahçe zaten stad vermiyor da, başakşehir bile nazlanıp duruyor. hatta hiç unutmuyorum, başakşehir’le iç saha maçımızı oynayacağız. o hafta bize sahasını veren başakşehir ertesi hafta vermemişti:)

    çok garip bir takvimle oynuyorduk. ingiltere’ye maça gidiyor, iki gün sonra konya’ya gidip iç saha maçımızı oynayıp ertesi hafta deplasmana gidiyor, sonra yunanistan’a falan gidiyorduk. verdiğim örnek bire bir uymayabilir ama temel olarak maçlarımızı bu mantıkla oynuyorduk.
    bu kadar maç, seyahat filan derken samet aybaba döneminde başlayan sakatlık sorunlarımız bu sezonda tavan yapmaya başladı. maç içinde yere düşen oyuncumuz büyük ihtimalle en az iki hafta sakatlanıyor. maç içinde sakatlanmasa hafta içi antrenmanda sakatlanıyordu oyuncular. zaten kadro üç kulvar için yeterli değilken bir de bu sıkıntılar baş gösterince hepimiz paranoyak olduk. herhalde bir tek olcay sakatlanmadı. bal, pekmez ve bıldırcın yumurtasına bağlıyorum onu da. hakemler zaten evlere şenlik. dünyada eşi benzeri olmayan ekstrem uygulamalar bizim maçlarımızda ortaya çıkıyor. şöyle şeylerle filan karşılaşıyoruz ama artık pek şaşırmıyoruz. “şampiyon olmak için hakemleri de yenmeliyiz” diyoruz ama, her maçı deplasman olan, hiç kimsenin oynamadığı kadar maç oynayan, kendisi acemi, hocası acemi, yönetimi acemi, taraftarı aceleci ve kırılgan olan bir takım bunu nasıl başaracak, bunu kimse hesaplamıyor.

    bütün olumsuzluklara rağmen ilk yarıyı lider fenerbahçe'nin bir puan gerisinde kapatıyoruz. galatasaray'la puanımız ise aynı. 3 takımın da ligin sonlarına kadar baş başa yarıştığı ilginç bir sezon oluyor. iki hafta sonra liderliği alıyoruz, sonra galatasaray'a kaptırıyoruz. sonra geri alıyor ve fenerbahçe'ye kaptırıyoruz. ilginç bir sezon, kimse kopmuyor.

    bir yandan avrupa'da liverpool ile eşleşiyoruz. kura çekilirken, bir sürü kolay takımın içerisinden herkes liverpool gelsin istiyor. malum bir 8-0'lık hezimetimiz var ve herkes yıllar geçse de bunu unutamıyor ve artık bu defter kapansın istiyor. ilk maç ingiltere'de. iyi bir maç oynuyoruz ancak bulduğumuz pozisyonlardan yararlanamıyoruz. derken 85. dakikada saatli motta penaltı yaptırıyor ve ilk maçı 1-0 kaybediyoruz. maçın rövanşı ise çok acayip.

    63.324 kişi olimpiyata doluşuyor. uefa avrupa liginin gördüğü en kalabalık ikinci maç. maç dengede gidiyor ancak bir türlü istediğimiz golü bulamıyoruz. 61.dakikada sosa'nın yerine giren kolu alçılı tolgay, uzaklardan sağ çatala doğru temiz bir şut çıkarıyor. top direğin yanından auta gidiyor ama sanki biraz sonraki şutunun sıfırlamasını yapıyor. 71.dakikada ise demba'nın topuna salça olan tolgay, topu bu sefer sol çatala yolluyor ve mükemmel bir gol atıyor. skor 1-0. 90+1.dakikada ise demba'nın topu direkten dönüyor ve maç uzatmalara gidiyor. uzatmalarda da eşitlik bozulmayınca maç penaltılara gidiyor. penaltı atışlarında takım soğukkanlı. 5 penaltıyı da atıyorlar. liverpool'un beşinci penaltısında ise topun başına gelen lovren. topun dibine fazla giriyor ve bum, penaltı kaçıyor. sonrası ise şöyle. özeti de burada

    kendi yazdığım şu entryden alıntılarla devam edeceğim:

    “23.haftada beşiktaş ve galatasaray'ın puanı 51, fenerbahçe'nin puanı 50 idi. 23. haftayı sivas'ı yenmiş ve bir süre önce liverpool'u elemiş olarak bitiriyoruz. keyifler yerinde. sonraki hafta bir kazanıp bir kaybettiğimiz sıkıntılı bir döneme başlıyoruz*. brugge'a yeniliyor,* erciyes'i ise 5-1 yeniyoruz*. sonrasında ise brugge'a yenilip avrupa'ya veda ediyoruz(taraftar ile tolga'nın arasındaki iplerin kopması bu maçtır). moraller bozuluyor ve yorulma belirtileri başlıyor. sonrasında fenerbahçe'ye yeniliyor, ardından başakşehir ile berabere kalıyoruz.

    bütün bunlara rağmen hala 2.yiz ve birinci ile aramızda sadece 1 puan var. sonraki 3 haftada ise o kadar da ölmedik dercesine 3 galibiyet alıyor 29.haftaya galatasaray ile aynı puanda da olsak averaj ile lider giriyoruz. “

    sonrasında ise takım çözülmeye başlıyor ve düşüşe geçiyoruz.

    “son 5 maçta 2 malubiyet, iki beraberlik bir galibiyet alıyor ve ligi şampiyonun tam 8 puan gerisinde kapatıyoruz. hem de bu puanları 10.sıradaki gaziantep'e, 12.sıradaki akhisar'a, ve 7.sıradaki torku konya'ya kaybediyoruz. öyle ki 29.haftaya lider girmemize rağmen 32.haftada şampiyonluk şansımızı kaybetmiş duruma düşüyoruz. “

    iyi oynadığımız, her şeyimizi ortaya koyduğumuz bu sezonda yine üçüncü olmak gardımızı biraz düşürüyor. fakat buradan edindiğimiz deneyimler ve aldığımız dersler, sonraki sene işinin ehli bir teknik adamla birlikte bize tarif edilmesi zor bir şampiyonluk hikayesi yazdırıyor.

    yarın--> güneşli günler geliyor

  • 19. metro turizm

    artık ''bir daha binersem siksinler'' bile diyemiyorum haklarında.
    o bile mümkün olan sözde firma.
    o güzel varanlar o güzel ceylanlara binip gittiler, logonun turuncuna, metronun sapığına kaldık.
    binmeyin, binmeyelim, batsın gitsin ne diyim.

  • 20. cumhurbaşkanımız çok merhametli bir insan

    bir acun ılıcalı vecizesi.

    internethaber'den hande aydemir'e konuşmuş. cumhurbaşkanıyla şahsi olarak konuştuğunda merhameti ve sıcaklığı görmüş kendisi.

    "görmesem, başkası anlatsa inanmam, cidden bu kadar olur mu diye ben bile sorarım. vatandaşlar kağıt ulaştırmaya çalışıyorlar, kendisi de bakanlar kurulu var o kağıtları okuyor, konusuna bakıyor o konuyla ilgili bakanı ilgili vatandaşa yolluyor. ben bunu gördüm. şahsi olarak da konuştuğum zaman merhameti, sıcaklığı gördüm. ülkemizdeki gerilim, o özelliklerini göstermesine izin vermiyor belki de. herkes bunu benim kadar göremiyor. ama herkes sevsin diye de bir talebim yok. bu benim şahsi görüşüm. ama bana sorarsan, beni de herkes sevmesin. bazı insanlar var, beni sevmesin. o beni sevince mutlu olmayacağım. sevdiği zaman acaba bende bir yanlış mı var niye seviyor bu beni diyorum. açıkçası buna bakış açım da bu."

    (bkz: polise talimatı ben verdim)

    (bkz: bunlar solcu bunlar ateist bunlar terorist)

    (bkz: rte'nin berkin elvan'ın annesini yuhalatması)

    ayrıca "bazı insanlar var, beni sevmesin. o beni sevince mutlu olmayacağım. sevdiği zaman acaba bende bir yanlış mı var niye seviyor bu beni diyorum. açıkçası buna bakış açım da bu." demiş kendisi. siz daha sms atmaya, sayfalarca entry girmeye devam edin .

    kaynak: http://m.t24.com.tr/haber/acun-ilicali-akpli-degilim-gezi-olaylarina-katilan-20-kisi-hala-burada-calisiyor,342128

  • 21. survivor 2016

    şu ödüle ünlülerin gittiğine o kadar memnun oldum ki... ünlüler bu ödüle yakışmıyormuş, semih mi amerika'ya gidecekmiş bilmem ne. bunların özenti sevinçlerini, "ağğbii süper yaağğ", "inanılmaaz" nidalarını; serkay'la efecan'ın olası
    -kanki bak amerika, nba, final tamam mı, ve en öndesin off
    -evet ya

    diyaloglarını görmemek paha biçilemez.

    bir de ünlülere bak; pır pır, şimdi de vınn diye seviniyorlar. macera dolu amerika'yı söylüyorlar. doğal sevinçlerini yaşıyorlar, çok çok seviniyorlar ama 3. dünya ülkesinin beyni yıkanmış özenti gençliği edasıyla başka gezegene gidiyorlarmış havasına girmiyorlar.

    gönüllülere bir büyük ödül vereceksen beyonce'a götür acun. o ödül ünlülerin çok umrunda olmaz. dansla, konserle araları yok zaten pek. gönüllüler için de beyonce olmuş nba olmuş farketmiyor; onlara arkadaşlarına "ağğbi" diye anlatacakları anı lazım.

  • 22. lan acaba kulaklık dışarı ses veriyor mu kaygısı

    özellikle iğrenç olduğunu düşündüğün ama dinlemekten kendini alamadığın şarkılarda tavan yapan his *

  • 23. metro turizm insan kaynakları departmanı

    -sirketimize ne katabilirsiniz?
    -agzina yuzune attiririm senin.
    -pazartesi gel basla.

  • 24. 2016 turizm krizi

    marmaris'te iki buçuk sene yaşadım. orada kaldığım süre boyunca turizmcilerde (küçük esnafından tut, 5 yıldızlı otel işletmecilerine kadar) gördüğüm orospu çocukluğunu, ne taksici şoförlerinde ne de dolmuşçularda gördüm. sezon boyunca her gün en az 2-3 orospu çocukluğuna şahit oluyordum. bu turistler bu kadar orospu çocukluğuna maruz kaldığı halde nasıl olur da hala her sene buraya geliyorlar diye kendime sorup duruyordum. şimdi orada gördüğüm, duyduğum şeyleri uzun uzadıya yazmakla uğraşmayacağım.

    ancak üzerinden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen her aklıma geldiğinde durduk yere bana sinir harbi yaşatan bir orospu çocukluğundan bahsetmeden edemeyeceğim. marmaris'in kapalı çarşısını bilen bilir, oradaki dükkanların, mağazaların esnafı ve çalışanları kapı önünde durur, gelen geçen turistlere ıslık çalar, laf atar, espiriyle karışık seks teklif eder, kolundan tutup zorla mağazaya sokmaya çalışır, ilk yıkamadan sonra giyilmeyecek hale gelen tişörtleri 60-70 tl ye satar. yani anlayacağınız orospu çocukluğu gırla...

    bir gün kapalı çarşıdan geçerken yani bu orospu çocuklarının arasından geçerken, bir mağaza çalışanı, yoldan geçen bir ingiliz ailenin çocuğunu sevme bahanesiyle kucağına aldı. bu orospu çocuğu mağaza çalışanı at hırsızına benzeyen bir barzo olduğundan çocuk bundan rahatsız oldu ve ağlamaya başladı. tabi ingiliz aile de durumdan rahatsız oldu ve çocuğunu geri almak istedi. ancak bu at hırsızı orospu çocuğu şakayla karışık şöyle dedi: "çocuğunuzu veririm ama bir şartla. mağazaya girip bir şeyler satın almanız lazım." ingiliz aile kibarca teşekkür edip belki saha sonra mağazaya uğrayacaklarını söyledi ama bu gaspçı tuzimci çocuğu vermemekte diretti. aile git gide gerilmeye başladı. etraftaki esnaflar, ölmekte olan bir hayvanı bekleyen akbabalar gibi bakıyorlardı sadece. bu durum karşısında korkan ve kendini çaresiz hisseden aile mağazaya girip rastgele bir şey almak zorunda kaldılar. sonra çocuğu alıp gittiler.

    ben orada tüm bunları seyrederken sanki bir korku filminin içindeymiş gibi hissettim. kimse neden sesini çıkarmadın demesin. eğer orada en ufak bir müdahalede bulunsaydım anında üzerime çullanırlardı.

    her gün buna benzer olaylar yaşanıyordu. çarşının içinde adelet duygusunu, vicdanını yitirmeyen esnaf sayısı bir elin on parmağını geçmez. geri kalan hepsi orospu çocuğu ve oy verdikleri parti belli.

    bu başlık altına yazılanları büyük bir keyifle okuyorum yemin ederim. varsın kurunun yanında yaş yansın. varsın memleket batsın umurumda değil çünkü şundan eminim ki bunlara suni teneffüs yapılsa uyandıklarında yapacağı ilk şey suni teneffüs yapanı ısırmak olur. geçenlerde iş nedeniyle çeşme'ye gittim. sokaklarda, sahil şeridindeki işletmelerde in cin top atıyor. yerli turistin yüzüne bakmayan bu çakal sürüleri bana "abi buyur" çekiyor.

    beter olun! beter olun! beter olun!

    bir de adettendir. (bkz: su itfaiye hortum)

    (bkz: orospu çocuğu turizmci) bu başlık gerekliydi artık.

    edit: yukarıda açtığım başlık sözlük sansürüne uğradı. kazuk sana dürüm veren ustanın da elini sikeyim.

  • 25. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    dünyanın nersinde antik şehir,kalıntı,anıt ve müze gibi yerler varsa haritandan gösteren harika bir site var. vici.org

    hiç bilmediğiniz bir yere gittiniz ve sıkılıyorsunuz. hemen bu siteden bakıp etraftaki yerleri keşfedebilirsiniz.

    içerik bilgilerini vikipedia gibi kullanıcılar düzenliyor. haritayı açıp şöyle dünyayı incelediğinizde anadolunun kültürel zenginliği bir kez daha anlaşılıyor.

    uzun zamandır rastladığım en faydalı internet sitesi. sayesinde son iki haftasonumu daha önce bilmediğim kalıntılara giderek geçirdim.

  • 26. game of thrones

    --- spoiler ---

    kapıyı tut - kapıyı tut - kapıyı tut - kapı tut - kaptut - katut - kut - burak kut

    --- spoiler ---

  • 27. otobüsteki sapığı memleket meselesi yapmak

    başlığa tıkladıktan sonra direk içimden dedim "kesin sie açmıştır bunu" diye. nasıl da biliyorum.

    (bkz: don't feed the troll'ün bir türlü anlaşılmaması)

  • 28. 11 ağustos 1999 güneş tutulmasını görmüş nesil

    tübitak'ın tübitak olduğu yıllarda, bilim çocuk dergisi ile hediye ettiği gözlükler sayesinde dahil olduğum nesil.

  • 29. ideal işe geliş saati

    eğer ideal bi' işe gelecekseniz, saat önemli değil bence.

  • 30. 25 mayıs 2016 fenerbahçe galatasaray odeabank maçı

    vesely'nin gs pota altını sık kullanılanlara eklediği maç.

  • 31. sevgilinin erasmus'a gitmesi

    http://i.capsspot.com/s/15/8/1095462.png

    bize avrupa hep özgürlük ortamı diye tanıtıldı. öğrenciliğin ilk yıllarından beri kafamıza işlenen bir kod bu. bu özgürlük kavramının temel taşı da seks olarak görülüyor maalesef. erasmusa giden erkek sevişme ümidiyle gidiyor, kız da burada çok mesafeli durduğu türk erkeklerinin aksine yabancı erkekle çıktım diye hava atmak için çok rahat davranıyor. erasmusta sevişmeyi kendi cinsel kimliğini bulmak, özgür kadın olmak zanneden kızlar var. hiç öyle bakmayın, kimden bahsettiğimi biliyorsunuz.

    dolayısıyla öyle rahat ortama tek başına sevgili gönderilmez gençler. 3-5 günlük gezi değil bu, 4 ay sürüyor amk. gönlü rahat etsin isteyen ya ben ya erasmus desin çıksın işin içinden. erasmus derse en azından boynuzlu gezmezsiniz. demezse zaten o insanı bırakmayın, daha çok sevin.

  • 32. hürriyet'in ekşideki olayı özel haber diye vermesi

    evet bir de haberin içeriğinde, özel haberdir izinsiz kullanılamaz logosu var!! artık gazetecilik böyle yapılıyor demek ki dedirten olay.

  • 33. şenol güneş

    ntvspor'daki programda "yaratıcı oyuncuya çok karışamazsın. her seferinde ne yapması gerektiğini söylersen, artık senden ses beklemeye başlar, kendi özelliğini kaybeder. oyunun siyah ve beyaz yanları vardır, onlar tartışılmaz. iş gri alanlara girdi mi yaratıcı oyuncuya özgürlüğünü vermen gerekir. hücumda ne yaptığına bakmam, ama topu hücuma nasıl taşıdığına karışırım." tadında bir laf etti. birader bu adam çok iyi ya.

  • 34. türkiye'de kadın olmak

    gece 11 buçukta tiyatrodan çıkıp evine taksiyle dönmeye çalışırken sırayla hanzonun birinin durdurduğun taksiye atlamasını izlemek, başka üç adet sapığın bir sonraki taksiyi durdurmanla beraber 'hanfendiler nereye gidiyosanız biz de gelelim' diye yavşaması, bindiğin taksideki şoförün sana yolu bilmediğini iddia etmesi ve bozuğum yok ayağı çekerek seni kazıklaması, yeni bir sapık edinmemek adına evinden 50 m beride taksiden indiğin bir geceyi biber gazına sımsıkı tutunarak sırf tecavüze uğramamak adına bütün bunlara göz yumman ve sesini çıkarmamandır.

    çok şükür, bu gece de tecavüze uğramadan evime döndüm. bundan sonraki geceler için pek umutlu değilim.

    en iyisi bir koca bulup onun dizinin dibinden ayrılmayayım.

    not: mini etek giymemiştim.

    cümlemize akıl sağlığı diliyorum, esen kalın.

  • 35. zarrab'ın çağlayan'a rüşvet olarak verdiği piyano

    iftiradır. montajdır. rüşvet değildir. belgesi de düşmüştür.
    http://i.hizliresim.com/ybma5z.jpg

  • 36. çin'de üretilen 1200 yolcu kapasiteli dev otobüs

    2730 kişi kapasiteli projem yanında bir hiçtir. çin maalesef bizi geriden takip ediyor.

    (bkz: 10 katlı 500t)

  • 37. aziz yıldırım'ım cübbeli'nin düğününe katılması

    aziz yıldırım hapishane arkadaşının düğününe gitmiş. kader mahkumu kardeşliği olay sadece.

  • 38. annecim biz türküz ama okulda bulgarca konuşuluyor

    +annecim biz türküz ama okulda bulgarca konuşuluyor
    -çünkü bulgaristan'da yaşıyoruz evladım.
    +ama ben türkçe eğitim almak istiyorum.
    -evladım bizler azınlık olarak bulgar hükumetinden talepte bulunduk, umarım kabul ederler çünkü biz onlardan toprak talep emiyoruz, elimize silah alıp memurlarını öğretmenlerini, askerlerini öldürmüyoruz, sofya'nın göbeğinde bomba patlatıp, gençleri çocukları öldürmüyoruz, bulgar devletinin malını yakıp yıkmıyoruz! herhalde bulgarlar bu makul talebimizi, anlayışla karşılarlar.

  • 39. what it is

    şimdi ben iskoçya'nın dağlarında hiç koşturmadıysam, üşengeçliğimden ve başka birkaç şeyden dolayı ayıp olacağına dair belli belirsiz bir hisse kapılmışımdır, elbet ondandır. bana hüsn-i zan ediniz. etmezseniz de canınız sağolsun. zaten eninde sonunda, her şey neyse odur.

    şarkının sözlerine üstün körü bakmıştım zamanında, anlamamak için çaba harcamadım. elbet bir hikaye vardır her zaman, orada bir şeyler olup bitmiştir, belki etkileri hala sürmektedir, mesela mark knopfler gibi gitar çalabilmek için de onun kadar çaba harcamadım hiçbir zaman, dolayısıyla onun kadar çalamadım, yerseniz. ben böyle kendime hüsn-i zan ederim hep. neysem o olmamak için biraz çaba harcadım, ama yıllardır dönüp dolaşıp bu şarkıyı dinlemekten kaçamadım. hani çok basit gibidir, sanki sen de yazabilirmişsin gibi, ortada pek de olağanüstü bir şey yoktur, neyse odur. mudur? it is what it is.

    basitlik demişken, erkek denen canlının basitliği üzerine ilk düşündüğüm ve ilk tiksindiğim anı hiç unutmam. lise birdeyim, okul çıkışı çanta bir omuzda, gömlek dışarı sarkmış, kravat kaykılmış, saçlarım karman çorman, ergen dünyamda dalgın dalgın eve doğru yürürken, dedenin biri yolumu kesti. üstünde en az kırk yıllık bir ceket, hırpani bir pantolon. zayıflıktan avurtları çökmüş. ağzında kalan birkaç diş sararmaktan yorgun düşmüş.

    bir şey sordu, anlamadım. muhtemelen yol soruyor diye düşünüp "anlamadım amca" dedim. tekrar sordu, tekrar anlamadım. okuldan mı geliyorsun, veya onun gibi saçma ve beklenmedik bir soru olduğu için muhtemelen. amcanın akıl sağlığının pek yerinde olmadığına ve sorduğu soruyu hiçbir zaman anlayamayacağıma kanaat getirince yürümeye başladım tekrar. peşime düştü. ilginç bir hızla yetişti, yan yana yürümeye başladık. tip tip bakmaya başladım.

    "hiç seviştin mi evlat" dedi. evet aynen böyle dedi. yavaşladım. gülsem mi, kaçsam mı karar veremedim. sapık mıdır, manyak mıdır, deli midir bunak mıdır anlaması zor. biraz bakınıp, bana herhangi bir zarar veremeyeceğine kanaat getirdim, şöyle hafifçe itsem beş takla atacak. bildiğin dede yahu.

    "yok amca daha nasip olmadı" dedim. "sen seviştin mi hiç?"
    "ben çok seviştim" dedi elini sallayarak. "çok sevgililerim oldu benim. zamanında uçanla kaçan kurtulurdu elimizden. arkadan önden, ne bulduysak yaptık." evet aynen böyle dedi, bu cümleleri hiç unutmuyorum. yüzünde hem o "hey gidi günler"in özlemi, hem de garip bir gurur vardı. "ama tabi geçti artık bizden."

    gülmeye başladım. adamın çükünü bırak yüzünde derman yok, karnı doymuş ama gözü doymamış, hala nasıl iştahla bakıyor etrafına.

    "kaç yaşındasın amca sen?" diye sordum. "78" dedi. allah senin belanı versin diyesim geldi, sonra zaten verdiğine kanaat getirdim, bir şey diyemedim. birkaç kelime daha konuştuktan sonra uzaklaştım yanından.

    bu yaşadığım şey birkaç yılda bir alakasız yerlerde aklıma gelir, mesela arkadaşlarla kahvede kağıt oynarken ve bir yandan da kadınlar ve seks üzerine muhabbet ederken, mesela alakasız bir üçüncü sayfa haberi okurken, mesela mark knopfler dinleyip sözlüğe alakasız bir şeyler yazasım gelmişken. ilk zamanlarda o adama karşı hissettiğim tiksinti, yıllar içinde bir acımaya evrildi, zaten her olumsuz duygulanımı bir şekilde hüzne dönüştürmeyi başarırım. bu kadar basit olmamalı derim mesela, ama bilirim ki bu kadar basittir. çünkü belki hayat ve insan ya da daha doğrusu erkek böyle bir şeydir. (bugünlerde üstünüze afiyet pek bir cinsiyetçiyim. ya da hadi gönlünüz olsun, erkeğin basit olması kadının zor olduğu anlamına gelmiyor. mihenk taşına kafa atmayın. siz bu parantezin içinde bekleyin bir yere ayrılmayın, ben mevzuya döneyim.) 78 yaşına gelip, dönüp arkana baktığında hatırlayabildiğin o belli belirsiz sevişmeleri, artık tekrar zihninde kurup mastürbasyon bile yapamayacak bir haldeyken, birileriyle paylaşasın gelebilir mesela. "ben de bir zamanlar yaşadım" demek istersin, "emin olun ben de yaşadım." bakmayın şimdi ruhlar aleminden seslendiğime, bir zamanlar sizin gibi dünyaya ve kadınlara kafa tutardım.

    ama vakti gelince elbet ben de dünya tarafından terk edildim. işte bu bir yazıktır. işte bu tanrının antonius'u bırakmasıdır. "ağlamayasın boş yere. çoktan hazırmış gibi, bir yiğit gibi, hoşçakal de ona, giden iskenderiye'ye." işte bu tanrının antonius'u bir daha dönmemek üzere terk etmesidir. antonius'un ruhu henüz buna hazır değildir, antonius daha doya doya yazmak istemektedir, doya doya bakmak, doya doya yemek, doya doya sevişmek istemektedir, daha dünyadan hevesini alamamıştır. bebeklerin yumruklarını sıkması gibi, avuçladığı hayatı sımsıkı tutmaya çalışırken, hayat bir avuç kum gibi parmaklarının arasından süzülüp akarken, bu özgürlük çok zamansız olmuştur. ama hepsi bir rüyadır, eninde sonunda uyanmaya mahkumdur. olur ya bazen, uyanırsın, ama uyandığını kabullenemezsin, tekrar uykuya dalmaya çalışırsın, saatlerce dönüp durursun yatakta. işte bu kavafis'in, proust'un aslında hep beni anlatmasıdır.

    o yaşlı adam şimdi muhtemelen çoktan ölmüştür. belki ona bakışlarımdaki tiksintiden dolayı ölmüştür diye suçluluk bile duyabilirim. şimdi olsa daha merhametli bakardım, en azından tiksintimi belli etmemeye çalışırdım. evet, biz halden anlarız, anlamasak bile anlamış gibi yaparız.

    şimdi olsa kendime de daha merhametli bakardım, aynada gurur değil bir şefkat uyandırırdım. çünkü yine birkaç yılda bir böyle bazı kriz dönemlerim oluyor, o dönemlerde önce saçma sapan duygusallaşıyorum, kadınların regl dönemi hissiyatını az buçuk yakalar gibi oluyorum. mesela bir gecekondu mahallesinden geçerken, evlerinin önünde oynayan iki çocuk görüyorum, yedi sekiz yaşlarında bir kız, kendisinden birkaç yaş küçük erkek kardeşini bir su birikintisinin üzerinde hoplamaktan alıkoymaya çalışıyor, "yapma ablacım bak annem kızar sonra" diyor. o ufacık kızın sesindeki anne şefkatine, o "yapma ablacım" demesine orda ölesim geliyor. oracıkta kaldırıma çöküp hüngür hüngür ağlamak istiyorum, neye duygulandığımı bilmiyorum ama ağlayasım geliyor. bir şeyler söylemek, özür dilemek istiyorum o çocuklardan, o mahalleden, herkesten.

    bağıra bağıra ağlayarak herkesten ama herkesten özür dilemek istiyorum, hayatıma giren çıkan, tanıdığım tanımadığım tüm insanlardan. o çocukların karşısında bir tanrı kompleksine kapılıp kendimi sorumlu hissediyorum, karşılarında diz çöküp "size daha mutlu hayatlar sunmak isterdim" diye bağırarak salya sümük ağlamak istiyorum, af dilemek istiyorum. ama hiçbir şey diyemiyorum.

    bu hisse kapıldığım ilk anı da hatırlıyorum mesela. 12 yaşımda, suç ve ceza'yı okumaya kalkışmışım. boyumdan büyük bir işe kalkıştığımın bilinciyle, yarı gurur yarı korkuyla, sonya'nın fahişelik yaptığını bile doğru düzgün anlayamadan okumaya çalışıyorum. anlayamıyorum ama üzülüyorum, çok üzülüyorum. marmeladov'un "fakirlik değil ama sefalet ayıptır bayım" demesine, raskolnikov'un anlayamadığım birtakım acılar çekmesine, tefeci kadının masum kız kardeşinin tepesine inen baltaya, sonya'nın kötü bir şeyler yapıp çok üzülüyor olmasına, çok ama çok üzülüyorum. raskolnikov'un yüzünü toprağa sürüp herkesten af dileme arayışında ne hissettiğimi buluyorum, ben de ona sarılıp ağlamak istiyorum.

    çok sonraları cemal süreya'dan öğreniyorum, meğer diyorum pek çokları ilk bunalımına dostoyevski ile girermiş. "bir gün dostoyevski okudum, o gün bugündür huzurum yok" diyor hayat hikayesini özetlerken. bir huzursuzluğu paylaşmaya mahkum ettiği milyonlardan özür dilemek ister miydi dostoyevski bilemiyorum, ama ben ondan da özür dilemek istiyorum. başka birilerinden daha özür dilemek istiyorum, mesela yeni ahit'i okuyup eskisini unutanlardan, veya bir şekilde umut bulanlardan, ömrü boyunca gökten bir elin inip yaşlı gözlerini silmesini bekleyenlerden, yalan yanlış çocukluğunu özlemekten hiç vazgeçemeyenlerden, sokaklarda mendil satan suriyeli veya türk veya kürt veya çingene veya hindu veya yamyam veya bilmem ne bela çocuklardan, niye yaşadığını hiç düşünmemesi sayesinde yaşayabilen milyonlardan, bir şekilde oyalananlardan, oyalanmayı kendine yediremeyip içindeki ahlak yasasına hepimizi kurban edenlerden, rachel corrie'den ve onun gibi birilerinden, sevdiklerini kaybedenlerden ve çok özleyenlerden, hatırladıkça gözleri dolanlardan, yine de bir şekilde aldığı nefesleri meşrulaştırmak için uğraşanlardan, bir hücrede yıllarca volta atıp ayakta durmayı başaranlardan, bir yoğun bakım ünitesinde veya toz toprak içinde bir revirde, savaşın veya barışın ortasında birilerinin hayatında iz bırakmaya çalışanlardan, ve kimsenin aklına gelmeyi başaramayanlardan. tozlu kütüphanelerden ve başka birkaç şeyden değil hayır, dikiş tutmayan yaralardan öpmek için. yüz yılda bir yağan bir çöl yağmuru gibi, geç kaldığım için özür dilercesine, bardaktan boşanırcasına yağmak istiyorum.

    derken yine raskolnikov gibi hüznüm geçiyor, öfkeleniyorum. tam secdeye kapanıp, toprağa yüzümü sürüp, gözyaşlarımla kaktüsleri sulayacakken, etrafıma bakıyorum, bir tiksinti geliyor. bu alçaklardan, bu haysiyetsizlerden mi özür dileyeceğim? bu cehaleti erdem belleyen sefillerden, bu kifayetsiz muhterislerden, bu aşağılanmaktan başka hiçbir şeyi hak etmeyen yığınlardan, senin dilediğin özrü kibrine malzeme yapacak bu rezil müptezellerden, bu varlığı yokluğa tercih ettiğini zanneden hayvanlardan, bu kendisine iki gram anlam bahşedenin bir ömür kölesi olmaya can atan vahşi yaratıklardan, bu saçmalığı yeniden ve yeniden üretmekten başka hiçbir vizyonu olmayan ahmak sürüsünden mi özür dileyeceğim? hassiktir ordan diyorum. onlar bunu hak etmiyor diyorum. onlar için kendimi aşağılamayacağım diyorum. hepsinden iğrendiğimi bağırmak istiyorum, hepsinin üstüne kusmak istediğimi. çocuklardan da, hatta en çok çocuklardan tiksiniyorum. nefretimi hiçbir zaman kaybetmemek için derin dondurucu arıyorum.

    ama olmuyor, yapamıyorum. öfkem çabuk sönüyor, yanardağ çıkış bulamayıp kendi içine patlıyor. sinizmi meşrulaştırmaktan daha kolay bir şey yok, gerçekçi olduğuna kendini inandırmaktan ibaret, o zaten kendisini sürekli yeniden üretiyor, kendi varoluş zeminini sürekli tahkim ediyor, olan biten her şeyi kendini meşrulaştırmak için istihdam ediyor. sinizme o konuda ben de çok kırgınım. hakikate güvenli bir mesafeden bakmaya çalıştıkça, ne kendini, ne de bir başkasını inşa etmene imkan yok. okuyabilirsin, yazabilirsin, sevişebilirsin, gezip tozabilirsin, müzik dinleyebilirsin, maç ya da dizi izleyebilirsin, gitar çalabilir veya kağıt oynayabilirsin, spor yapabilirsin, arkadaşlarınla muhabbet edip kafanı güzelleştirebilirsin, ileriye yönelik planlar da kurabilirsin, bunları yapmaya ihtiyacın var, ama bütün bunları kendini kandırdığın hissine kapılmadan yapman lazım. her şeyden önce var olman lazım. lütfen var olunuz. yoksa ben dönüp dolaşıp yüz bininci kez aynı şiiri okurum.

    "hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    yahut bir adam bıçaklasak
    yahut sokaklara tükürsek"

    bu kibrimle başa çıkabilmeyi öğrenmem lazım, kibrimden duyduğum kibirle en çok. "kibrin dahil olmadığı hiçbir şey var olamaz" diyor nietzsche, yıllardır dönüp dolaşıp hak vermekten başka bir şey yapamıyorum. kestirip atıyor, "var olamaz." var olmanın asgari mükellefiyeti kibirdir, kibir varoluştan önce gelir, kibir sahibisindir ki var olmuşsun, yoksa olamazdın. ama bu demek değildir ki direnmek ve paylaşmak anlamsızdır. var oldum ve hepinizi var ettim, çünkü güzelliğimi görmenize ihtiyacım vardı. bana yaslanacağım bir omuz vermelisiniz. sizleri laf olsun diye yaratmadım. ama beni tatmin edemiyorsunuz. ihtiyaçlarımı karşılayamıyorsunuz. muhakkak ki insan çok nankördür. işte bu tanrının kendisini dalgalara bırakmasıdır. beni akdenizin dalgalarına emanet ediniz. "ama siz zavallısınız ben de zavallıyım." benim size ihtiyaç duymamam lazım. benim aynaların karşısında diz çöküp kimseyle paylaşmamam lazım. ama yapamıyorum. 12 yaşımdan beri içimde besleyip büyüttüğüm bir özrü kimselere dökemiyorum. hani diyor ya, "ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende." işte bu tanrının kendisini uçurumdan aşağı bırakması ve hiçbir zaman düşememesidir. kimseden özür dileyemediğim gibi, kimseye umut da veremiyorum, "toparlanın gitmiyoruz" diyemiyorum. olsa olsa, "yok başka bir cehennem, yaşıyorsunuz işte..." işte bu annesinin karşıdan karşıya geçerken antonius'un elini bırakmasıdır.

    "üzgün olmaktansa, öfkeli olmayı yeğlerim" diyor ulrike. ben de yeğleyebilirdim, ama öfkemi muhafaza edemiyorum. öfkeden hoşlanmıyorum. öfkem eninde sonunda hüzne dönüşüyor hep, bu yüzden ulrike'nin şahsında bütün devrimcilerden de özür diliyorum. ben bu işi beceremiyorum. iki yıldır bir kitabı bile bitiremiyorum. savaş başlayınca söz hükmünü yitiriyor hep. marx'ın dediği gibi, silahların eleştirisi, eleştiri silahını boğuyor hep. ben gündemden uzak durmak istiyorum, ama gündem çok arsız. bu ülke her zaman boktan bir ülkeydi, inşallah her şey daha da boktan olacak. ve ben kendimi bir şekilde kandırmaya devam edeceğim. sokakta bulduğu patlayıcılarla oynayıp parçalara ayrılan çocuklar için söyleyebilecek hiçbir sözüm yok. olduğum yerde, kafamın içinde çürümekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor. olsa olsa kendimi ve etrafımdaki birilerini kandırmaya çalışabilirim, huzursuzluğu ihraç edebilirim, illaki ayrılıklar olur, yenilgi yenilgi büyüyen bir büyük yenilgi olur.

    şu sinik tsunami dalgasını aşabilseydim, ki mesela imkan olursa bir gün sörf yapma hayalim var, ümitsizlik haramdır diyecektim, hem de kebairdir. elbet bu kafalardan çıkacağım. zaman her şeyin sütlacı. bunu da mesela, suç ve ceza'nın hemen ardından, ömer seyfettin'in "bomba" isimli hikayesini okurken hissetmiştim. yaşıma göre yine müstehcen bir hikayeydi, kadın kocasının kucağına oturuyor, adam kadının memelerini avuçluyordu mesela. hikayenin sonu korkunç bitiyordu ama ben o kucak sahnesini tekrar tekrar okuyordum. okudukça içim bir garip, bir hoş oluyordu, gece yorganın altında cenin pozisyonuna girip uçsuz bucaksız hayallere dalıyordum, böyle böyle huzursuz fakat ümit sahibi bir çocuk, böyle böyle insan oluyordum. okuldan kaçıp atari salonunda tekken oynuyor, sigara içen çocuklara biraz korku biraz kıskançlıkla bakıyordum, oyun bitince hepimiz aynı kutuya konuyorduk, bisikletten düşüp yerleri öptüğüm zaman kimseden özür dilemiyordum.

    belki yazık oluyordu, belki olmuyordu, belki bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz, ama neyse o olacak. belki böyle teselli bulacağız hep, dönüp arkamıza baktığımızda, her ne olduysa, başka türlü bir şey olamayacağı için olduğuna kanaat getireceğiz, belki de diyeceğiz, belki de basitlikte hayır vardır. ama 78 yaşımıza gelebilirsek eğer, bunu mutlaka birileriyle paylaşmak isteyeceğiz. çünkü bir yanılgıyı sürdürmenin en iyi yolu, onu birileriyle paylaşmaktır. birbirinize hüsn-i zan ediniz. hüsn-i zan sağlığa iyi gelir, performansınızı artırır. "halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti"

    dağıttıysam, toparlayın diyedir.

  • 40. serdar aziz

    simon kjaer'nın 7m euro bonservis ile alındığı ülkede ederi en fazla 2m'dur.

    o da senin güzel hatrın için, bi kuruş daha olmaz bak.*

  • 41. muavinin masum olma ihtimali

    metro turizm yönetim kurulu başkanı çiğdem öztürk bile olayı doğrulayıp hukuki işlem başlatılacağını söylerken savunmaya çalışanlara bok yemek düşen ihtimal.
    http://www.hurriyet.com.tr/…kilalmaz-taciz-40108852

  • 42. 24 mayıs 2016 rakka operasyonu

    bi reddit basligina bakiyorum. bir eksi basligina bakiyorum. eksi harbiden bitmis. gram girme istegim kalmamis bunu anladim. ne bir bilgilendirici entry, ne bir olasiliklar hakkinda entry. bu kadar buyuk bi olay oluyor. tum internet alemi yikiliyor, bizim eksideki 65 yorumun hepsi ayni.

    ıki tarafta olsun xd

    gercekten biraz bilgi almak istiyenler.( kac kisi saldiriyor, isid nasil savunacak, ne tur silahlar var vs) buralara baksin amk.

    https://www.reddit.com/…4kvlki/alraqqah_megathread/

  • 43. ekşi sözlük iş ağı

    bugün üşenmedim, saydım ve şubat'tan itibaren 200 farklı yere başvurmuşum (kariyer siteleri+cv gönderme) ve bu başvurular önüne gelene başvurma tavrında olmayan başvurular.

    insan gerçekten sorguluyor böyle durumlarda "neden okuyoruz ve ne için bu kadar çabalıyoruz?" diye.

    sonra hiçbir şey olmamış gibi "başvur" tuşuna tıklamaya devam ediyorsun.

  • 44. galatasaray

    türkiye kupası finalinde şike yapıp teknik direktörü mapushanelere düşmemiştir. anektot babında.

  • 45. meral akşener

    kendi zamanında patlayan skandallar gazetelerde çarşaf çarşaf yer almıştı.

    çünkü kendi zamanında basın ve hukuk anlamında özgürlük vardı.

    bugün aynı skandal patlasa 10 dk sonra yayın yasağı alınır, yayınlayan olursa vatana ihanetle yargılanır.

    ayrıca kendisi zamanında pkk nın ve amerikanın en etkin olduğu dönemdi. kimseyle masaya oturulup memleketin geleceği kimseye peşkeş çekilmedi.

    dik duruşun ne olduğu bütün dünyaya gösterilirken, diğer taraftan basın ve hukuk kafakola alınmadı.

    resmen özgürlükler ülkesiydik.

    atv de gölge oyunu isimli film oynarken şevket altuğ ile şener şen kolkola girip kırda ellerinde sigara ve şaraplarla orospu çocukları diye bağırarak dans ederdi.

    bugün o film yayınlansa ve o sahne kesilmezse, şarapların ve sigaraların olduğu yerlerde "flu" yuvarlaklar ve dialoglarda "biiiiip"ler olacak.

    diziler bile suni bugün.

    kırat spor veya gündoğdu spor yoktu birinci ligde. (kendisi gündoğdu, izmitlidir.)

    nefes alıyorduk resmen ulan!

    bırakın şu kadını baskıcı göstermeye çalışmayı.

  • 46. 8 mayıs 2016 ales

    ne akademisyeni birader askerlik götümüzde sikerim şakanızı.

  • 47. 8 nisan 2016 finansbank rezaleti

    yine bir rezalet. biraz geç oldu farkındayım fakat neden geç olduğunu birazdan göreceksiniz.

    ilgili tarihte finansbank'ın resmi telefonu olan +90 850 222 0900 tarafından arandım ve son 6 hanesi bana zikredilen kredi kartımdan 1250 liralık online bir işlem yapıldığını, bu işlemin tarafımdan yapılıp yapılmadığı soruldu.

    tabi ki yapmamıştım hangi manyak tek seferde 1250 liralık oyun alır diye düşünerek işlemin iptalini istedim.
    bunun için benden güvenlik bilgilerim istendi. ben de verdim hatta ara sıra yanlış verdim bu olayın bir dolandırıcılık olayı olabileceği aklıma geldi. yanlış verdiğimde yanlış söylediniz diye uyarıldım ve uyarılma sonucunda tamamen bir güven duygusu oluştu. zaten niye güvenmiyordum ki ne de olsa finansbank'ın resmi telefonu tarafından aranıyordum. daha sonra telefondaki kişi benden son bir doğrulama için telefonuma gelen doğrulama kodunu istedi. akıllı telefonların süper akıllı özelliği sayesinde konuşma anında yukarıda beliren ilk 6 haneyi okudum ve aynen tekrarladım. bu saçma bir şeydi ama daha önce de finansbank tarafından bu tarz doğrulamaların yapıldığını bildiğimden kuşkulanmadım. daha sonra işlemin iptal edildiği ve kart limitin düşürüldüğü bilgisini alarak rahatladım.

    telefon konuşması bittikten sonra gelen mesaja tekrar baktığımda ise başımdan kaynar sular döküldü. çünkü gelen mesajın devamında bunun bir doğrulama mesajı değil anında kredi için gönderilmiş başka kimseyle paylaşmamam gereken bir mesaj olduğunu gördüm.

    arandığım numaraya tıklayarak tekrardan finansbank'ı aradım (ne kadar büyük rahatlık değil mi dolandırıldığınızı bildiğiniz numaraya basarak dolandırıldığınızı bildirmek) ve durumu bildirdim. telefondaki zat sağolsun teyit etti ve bir bankamatikten 1500 tl anında kredi çekmiş gözüktüğümü söyledi.

    durumu detaylarıyla anlattığımda telefondaki arkadaş çok rahat bir şekilde kendi telefonlarının kopyalanarak bu tarz dolandırıcılık vakalarının yaşandığını söyledi. bir itiraz kaydı oluşturdu ve durumun çözüleceği konusunda beni ümitlendirerek görüşmemizi sonlandırdı.

    daha sonraki aramalarımda incelemelerin halen devam ettiğini herhangi bir şey yapmamı 45 içerisinde bir karar çıkacağını bir kaç kez dinledim bu gariban çağrı merkezi elemanlarından. ta ki yaklaşık 50 gün sonraki konuşmama kadar bu görüşmemde bana savcılığa suç duyurusunda bulunmamın faydalı olacağı söylendi. bunu neden söylediklerini aptal olmadığım için anladım fakat gene de malumun ilanı için zorladım fakat bir cevap alamadım.

    bu gün ise beklediğim açıklama +90 850 222 2900 (dikkatli gözlerden kaçmamıştır aradaki fark) geldi. kimseyle paylaşmamam gereken şifreyi paylaştığım için itirazımın olumsuz sonuçlandığı söylendi. yukarıda belirttiğim şeyleri telefondaki hanfendiye de ilettim fakat kendisi "anlıyorum" dan başka bir şey söyleyemedi ve olayın üstünden geçen bunca zaman sonra savcılığa suç duyurusunda bulunmamı ve ordan bir sonuç beklememi söyledi.

    ben ise farklı bir yol izlemeyi düşünüyorum, savcılık yerine tüketici hakları kuruluna gidip finansbank a karşı şikayette bulunacağım. birşey olacağından değil ya neyse.

    buraya kadar okumaya devam edip derdime ortak olan arkadaşlardan fikri olan lütfen yeşillendirsin.

    bir de son olarak bir mağdurdan sizlere tavsiye, siz bu lanet bankanın lanet kredi kartlarını kullanıyorsanız bence bırakın. bu kadar olayın üstüne bir de sözde yıllık kart ücreti olmayan karttan kullanım ücreti kesmişler ya. sinirden kendimi.....

  • 48. ingiltere parlamentosu

    parlamentonun her yıl tekrarlanan açılış töreni başlıbaşına bir müsameredir. kurum başına tarihinde gelen her önemli olaydan bir teamül kazana kazana tekrarlanılması şart haline gelmiş absürd bir sürü olayı tekrarlar. sıradan gidersek :

    * mahzenlerin aranması. gunpowder plot diye bildiğimiz olayın ertesinde teamül haline gelmiştir. bugün herkesin v for vendetta ile tanıdığı guy fawkes ve yoldaşlarının 1605 yılında parlementoyu yine bir açılış töreninde uçurmasına ramak kalması yüzünden parlamento açılış günün sabahında mahzenler hala didik didik aranır. şu an sembolik olarak aransa bile 411 yıldır her sene aranmaktadır.

    * buckingham sarayında kraliçe (ya da kral artık hangi yıldaysak) parlamento'ya gitmek için binadan çıkmadan hazinedar, maliyeci, odabaşı hükümdara beyaz asalarını verirler. hükümdar dönünceye kadar odabaşı hapsedilir veya gözetim altında tutulur. bunun da nedeni odabaşının aslında bir parlamenter rütbe olması ve durumun cromwell yüzünden kafası kesilen kral 1. charles'ın dönemine karşı zamanında bir önlem olarak getirilmiş olmasıdır. hesapta hükümdar yine düşman bir parlamentoyu açmaya gidip de dönmezse sarayda loyalistlerin ellerinde bir miktar koz olacak.

    * westminster sarayından kraliyet mücevherleri ve tacı gelir. devlet kılıcı ve devasa kırmızı maintenance pelerini de esvap odasında hazırlanır.

    * kraliçe parlamento'ya günlük kıyafetleriyle vararak victoria kulesinin altındaki kralın kapısından girer. ardından robing room'a yani esvap odasına gider. burada kraliyet mücevherlerini ve tacını giyer. duvarda kral 1. charles'ın idam emri çerçeveli olarak bulunmaktadır. bir nevi hükümdara çok ileri giderse neler olabileceğini 1660 lardan beri hatırlatmaktadırlar.

    * lordlar kamarası üyeleri kırmızı salonlarında kırmızı pelerinleri kürkleri ve pudralı peruklarını (bazıları) giyerek bekler. avam kamarası ise bildik günlük kıyafetlerle yeşil salonda toplanarak açılış saatini bekler.

    * kraliçe lordlar kamarasına girer ve tahtına oturur. yanında veliaht prens ve eşi de vardır. kraliçe oturmalarını söyleyene kadar lordlar oturmazlar.

    * ardından avam kamarası çağırılır. has odabaşı (great chamberlain) asasını kaldırarak çok spesifik bir rütbeli olan gentleman usher of the black rod ("kara değnekli centilmen mihmandar"* gibi)'a avam kamarasını lordlar kamarasına getirmesini söyler. kara değnekçi eskortlarıyla beraber avam kamarasına ilerler. yanlarında bu sırada bir de polis komiseri vardır ve insanlara şapkalarını çıkartmaları için bağırır.

    * kara değnekçi avam kamarası kapısına geldiğinde kapılar suratına kapatılır. bunun da nedeni 1642 yılında 1. charles'ın oliver cromwell ile beş asi parlamenteri suçüstü tevkif etmek istemesidir. ona tepki halen sürmektedir. o günden bu güne hiçbir ingiliz hükümdarı avam kamarasına adım atamamıştır. elçisine de sembolik olarak avam kamarasının bağımsızlığını hatırlatırcasına kapılar bir kez kapatılır. kara değnekçi değneğiyle kapıya üç kez vurur ve black rod, open the doors diye (açın kapıları kara değnek geldi) bağırır. öyle ki kapının aynı noktasına 400 yıldır vurula vurula orası oyulmuştur. kapılar açıldığı gibi avam kamarası merkezinde kara değnekçi geldi diye bağırılır. müsamerenin ikinci perdesine geçilir. bu arada şu anki black rod/kara değnek bir ingiliz tümgeneralidir.

    * kara değnekli centilmen girişte ortada ve huzurda olmak üzere üç kez selam verir. son selamından sonra meclis başkanına (speaker) hitaben, "sayın başkan, kraliçe bu saygın meclisi (bu sırada duraklayıp meclisin iki yakasına muhafazakar ve işçi sıralarına baş selamı eder) bir an evvel kendilerine katılmalarını emrediyor" der ve resmen çağırır. bunun üzerine başkan da ayağa kalkar ve avam kamarası da onunla beraber yürümeye başlar. teamül uyarınca yol boyunca şakalar ve hafif muhabbetle devam edilir. avam avam olduğunu göstermek ister gibi bir hava vardır.

    * unutmadan başbakan ve muhalefet partisi liderinin tam önlerinde devasa pirinç kaplı ağır bir gürz vardır. avam kamarasının odabaşı bu gürzü sırtına alarak yola koyulur.

    * avam kamarası lordlar kamarasına geldiğinde oturmaz. zira oturacak bir yer yoktur kendilerine. halen avamdırlar. bar denilen genişçe balkonun dibinde durarak kraliçeye en uzak yerde lordların arkasında onların sırtlarını görerek kraliçeyi dinlemeye hazırlanırlar. gürzü taşıyan adam da sırtında dev gürzle konuşmayı kımıldamadan dinler.

    * kraliçe bu sırada o yılki parlamento planını alır. keçi derisinden parşömene yazılmış olan kağıdın içeriğini de arkalarda ayakta duran başbakan yazmıştır. kraliçe o yıl neler yapılacak neler yapılmayacak tek tek okur ve tüm parlamento üyelerinin görüşmelerinde tanrının kendilerine yardımcı olmasını söyleyerek parlamentoyu terkeder. hükümdar alkışlanmaz veya negatif bir tepki almaz. bu sessizlik 1998'de bir kez bozulmuştur. o yıl kraliçe babadan oğula geçen ünvanların kaldırılmasına dair bir maddeyi okurken işçi partisinden bazı delegeler "ha şöyle" tarzında sosyalist tandanslı bağrışmışlar lordların ise kan beynine çıkmış kraliçenin huzurunda itiş kakış yaşanmıştır. kraliçe konuşmada duraklamamış ancak o yıl sesi çıkanlardan bayağı da bir ünvan kaybeden olmuştur.

    * konuşma bittikten sonra parlamentonun iki tarafı lordlar ve avam kendi bölümlerine dönerek "kraliçenin alçakgönüllü konuşması" nı takdir eden konuşmalar yaparlar. avam kamarası bunu hatta gider oylar.

    bu yılki (2016) daki parlamento açılışı da geçen haftaydı. buradan ayrıntıları izleyebilirsiniz.

  • 49. ırak'ın 51. eyalet olarak amerika'ya katılması

    nba'de oynayacaksa ya baghdad bombers ya da iraq allahu akbars oynar.

  • 50. gün ışığını çatıdan evin içine taşıyan sistem

    (bkz: pencere)