biseybuldum45
profili

  • radamel falcao garcia

    bu futbolcuyla ilgili rakiplerin düştüğü bazı yanılgılar var. en çok dikkat çeken de fenerbahçelilerin falcao'yu kendi takımlarına transfer olmuş gibi değerlendirip van persie ile karşılaştırması. van persie bizde yattıysa, falcao da hastanede yatar diye düşünmesi.

    şimdi falcao'nun galatasaray'da bir hafta içinde yaşayacaklarını anlatayım sizlere. sağlık kontrollerine giderken yolda sakatlanacak bu adam. denilecek bak kardeşim, burası türkiye, yatsan da alırsın maaşını. bu sakatlık işinin maestrosu gökhan zan idi. futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi 20 cam adamı arasındadır, götün kalkmasın yani, senden çok çok daha büyük sakatlar galatasaray'a geldi.

    bak kaplan kardeş, bu da tobias linderoth heykeli. senden iyi olmasın o da çok sakatlanan bir abimizdi.

    daha sonra veya daha önce godfather tipli fatih terim'in karşısına çıkacak tabii bu adam. zaten tanıyordur da daha ilk göz temasında, ilk el sıkışmada işte uğruna sakatlanılacak bir teknik direktör diyecek kendi kendine. sizin ve bazı aptal galatasaray taraftarının da şivesiyle falan dalga geçtiği abdurrahim albayrak'la haşır neşir olacak. şaşıracak, bir kulüp 2. başkanı nasıl bir futbolcuya bu kadar içten davranıp, oğluymuş gibi sevebilir diyecek. şakalaşmalar sırasında bir kez daha sakatlanacak. mert çetin'i tanıyacak. florya'nın havasını soluyacak. havadan zehirlenip 3 ay maça çıkmayacak. tabi en önemlisi de oynadığı tüm o büyük kulüplerde görmediği bir taraftarla tanışacak. bir kez de onlar için sakatlanacak.

    sonuç olarak ne diyecek biliyor musunuz? ''- keşke 25 yaşımda buraya gelseydim, yata yata maaş alıyorum amk.''

    yani falcao van persie gibi bir yıldız olabilir, onun yaşlarında türkiye'ye transfer olmuş olabilir ama geldiği takım fenerbahçe değil, galatasaray. sakatlık yaşamama ihtimali yok.

    orijinali ahahahaha: (bkz: #94730032)

  • toplumun lgbti bireylerden nefret etme sebebi

    burada “beni sikme ihtimalleri” gibi şeyler yazanları takip edin, başka bir başlıkta “ya türk kızı da herkes onu sikmek istiyor sanıyor” muhabbeti yapacak.

    yani sen herkesin seni sikmek için sıraya girdiğine inanıyorsun ancak sistematik bir şekilde baskı gören, tecavüze uğrayan, aşağılanan kadın böyle düşününce onunla dalga geçiyorsun. dünyaya zarar olmanızı geçtim, kendi içinizde de bir tutarlılığınız yok.

    ayrıca şu başlığı da değiştirmeleri gerekiyor zira başlıkta doğru olmayan bir ön kabul var. toplumun kimseden nefret ettiği yok, yobazlar birçok şeyden nefret ediyor sadece. ben de o toplumun bir parçasıyım ve kimseden cinsel yönelimi nedeniyle nefret etmiyorum.

  • davada avukatsız savunma yapmak

    anladığım kadarıyla avukata para vermek istemeyen birisi, yetkin olmayan kişilerden ücretsiz danışmanlık istiyor.

    türkiye'nin özeti gibi olmuş. tebrikler.

  • 4 kasım 2020 joe biden'ın zaferi

    (bkz: #115143511)

    milletteki özgüvene bak ya, bir politikacının değişmez bir şekilde türk düşmanı olabileceğini sanması yetmiyor, bu fikre katılmayanları da aptal ilan edebiliyor. hayır sanki diğer aday oğlunun sünnet düğününde harmandalı oynayıp, akşamları rakı içen, evinde atatürk resimleri olan gerçek bir türkiye aşığı.

    öncelikle; biden ya da trump özel hayatlarında çok yıkıcı bir olay yaşamadılarsa yani ne bileyim bir türk evlerini basıp her yeri türk bayraklarıyla donattıktan sonra ailelerini katletmediyse falan türk düşmanı olmaz. ülkelerin ve kişilerin politikaları vardır. bugün türkiye’nin karşısında durur, 3 ay sonra en büyük destekçisi olur.

    biden özelinde konuşacak olursak adamın türk düşmanı olduğu yok. kendisi açık biçimde akp politikalarına karşı. zaten aklı başında olan her insan böyle olmalı. ben sizin bu 5000 yıl öncesinden kalan ilkel “milli birlik ve beraberlik” duygularınızı zerre anlamıyorum. yok işte biz içerde birbirimizi yiyelim ama dışa karşı birlik olalım falan. senin derdin işgal edilmekse, senin ülken zaten işgal altında. tamamen dışa bağımlı bir ekonomin var, yakında yiyecek ekmek bulamayacaksın ama yok, biden türk düşmanı olduğu için onu desteklemek çok ayıp.

    dünya değişiyor, siz de biraz değişin. ben biden müthiş bir abd başkanı olur, tüm dünya barış içinde yaşar falan demiyorum lakin diğer tarafta covid-19’u ciddiye almayan, küresel ısınmanın yalan olduğunu söyleyen, “dünya düzdür” dese kimsenin şaşırmayacağı bir mal var ve bu herifin 4 sene daha dünyanın en güçlü ülkesini yönetme ihtimali söz konusu. hal böyle olunca insan kimi destekleyeceğine daha kolay kadar verebiliyor.

    dünyanızı genişletin biraz.

  • audi vs bmw vs mercedes

    (bkz: #114519729)

    türkiye’de yaşayan binlerce insanın “bmw’ye saçma sapan tipler biniyor, ben başka bir şey alayım en iyisi” diye düşünmelerinin nedenini anlamak için yukarıdaki bakınıza tıklamanız yeterli. koskoca markanın değerini düşürüyor bu apaçiler. eminim bmw de bu durumdan rahatsızdır.

    ben şirketin ortağı olsam kahrolurum lan bunları gördükçe. düşünsene milyarlarca dolarlık yatırım, yıllar süren ar-ge çalışmaları, şirket için çalışan üst düzey tasarımcı ve mühendislerle birleşince ortaya güzel bir ürün çıkıyor. sonra ne olduysa bu dangalakların eline bir şekilde para geçiyor ve senin ürettiğin o güzel arabayı almaya başlıyorlar. gerisi malum. insanın içi parçalanıyor.

    aralarında bir kıyaslama yapamam çünkü sadece audi kullandım ki o da zaten a3, “fakir audisi” diyorum. ancak kullanan arkadaşlarım arada öyle büyük farklar olmadığını söylüyor. sanırım burada kişisel tercihler ve çevre etkili oluyor. mesela ben alacağım zaman bu hayvanlar yüzünden bmw’ye hiç bakmadım bile. mercedes için de bi “müteahhit çocuğu arabası” imajı var, o yüzden onu da eledim. geriye audi kalıyor zaten.

    trafikte de (belki algıda seçicilik olabilir bu) daha çok audi görüyorum. ha mesela geçen gün arkadaşım için mercedes bayisine gittik, onları da çok beğendim. araba süper bi şey lan zaten, ben clio’yu da beğeniyorum. bir pedala basıp ilerliyorsun, inanılmaz bir şey bence.

    ek: “kullanan arkadaşlar” da öyle çok zengin olmadıkları için a8 long, e serisi mercedes ya da ne bileyim işte bmw 7 serisi kullanmışlıkları yok. muhtemelen binmişlikleri de yoktur. tanımıyoruz lan biz o kadar zengin insanları. a3, a180/a200, 1 serisi kıyaslaması olarak düşünebilirsiniz.

  • kumara başlayacaklara tavsiyeler

    daha önce yazılım ekibinde yer aldığım bir bahis şirketinin web sitesinden bazı veriler paylaşmıştım, 3 sene kadar oluyor sanırım. sonra tüm entrylerimi silince o da gitti.

    oturup bunları tek tek yazmayacağım (zaten artık elimde de değiller) ancak yine de birkaç şey söylemek istiyorum. "benim vaktim yok" diyenler için kısa cevap; kesinlikle uzak durun. zaten vakti değerli olan insan kumar oynamaz. aşağıda açıklayacağım.

    kumar, tamamen insanların doğasından gelen hırsların üzerine kurgulanmıştır. bugün nerede duracağınızı biliyor olabilirsiniz ancak size duramayacağınız bir günün geleceğinin garantisini verebilirim.

    kumar, temelde insanın zihnindeki sınırları kaldırarak işe başlar. "5 liralık oynayacağım, 50 lira kazansam yeter" diyerek başlamanız önümüzdeki 6 ay içerisinde borç batağına saplanmayacağınızı garanti etmez. 5 lira ile başlayıp, 50 lira kazandığınızı varsayalım. bunu 10 kez tekrarlamış olun. toplamda (hiç kaybetmeden ki bu imkansız) 50 lira yatırıp, 500 lira kazandınız. tebrikler. peki, şimdi ne oldu? 5 lira yatırıp, 50 lira kazanmak sizin için bir şey ifade etmemeye başladı.

    bu durumda ne yapacaksınız? daha büyük oynamaya başlayacaksınız. 50, 100, 500, belki de 1000, 10000, 100000. buradaki esas tehlike şu; beyninizin bir köşesi sürekli olarak sizi ne kadar fazla koyarsanız, o kadar fazla kazanacağınıza ikna etmeye çalışacak. bunu başaracak da. para algınızı yavaş yavaş kaybettiğiniz için kesinlikle durmayı başaramayacak, hep daha fazlasını isteyeceksiniz. tabii şansınız her zaman yaver gitmeyecek, bir noktada kaybetmeye başlayacaksınız.

    ben size kaybetmeye başladığınız zaman olacakları anlatayım biraz. diyelim ki kumar hayatınıza 5 lira ile başladınız ve 5000 liralık bir kazanç sağladınız. 1'e 1000, iyi para. şu an hayatında hiç kumar oynamamış olan insanlar "ooo, çok iyi ya. anında bırakırım" diyor. nah bırakırsınız. 5000 liranızın üzerine 50 lira koymak size anlamlı gelmeyeceği için büyük bahislere yönelecek, kısa bir süre içerisinde 5000 liranızı eriteceksiniz. hatta o da tam olarak şöyle olacak; 5000 lira yaptığınız zaman "ya zaten hayvan gibi kar ettim, 500 basayım, tutarsa çıkarım" diyeceksiniz. tutarsa, "ya 500 daha kar ettim, bunu riske edeyim" diyecek ve sonsuz bir döngüye gireceksiniz. tabii bu sonsuz değil; tüm paranızı kaybedince duracaksınız ve emin olun tüm paranızı bir noktada kaybedeceksiniz. bir de diğer seçeneğe bakalım; 500 tl'yi kaybettiğiniz o ana.

    elinizde 4500 lira kalacak. düşüneceksiniz. "lan az önce 5000 vardı, bi 500 daha basayım param 5000 olsun. sonra çekeceğim" diyeceksiniz. o 500 tutmazsa çöküşünüz tamamen başlamış oluyor zaten, bundan sonra her kaybettiğinizi hızla geri almak isteyeceğiniz için ya büyük para koymaya ya da riskli bahislere yönlenmeye başlayacaksınız. 500 lira koyup 1000 aldığınızı, paranızı tekrar 500 yaptığınızı düşünelim. bu durumda ne olacak? "az önce kazandım, şans benimle. hadi bi daha" diyeceksiniz.

    durumu gayet iyi özetlediğimi düşünüyorum. kumar sizi ancak paranız bittiği zaman sonlanacak bir döngüye sokar ve kesinlikle dışarı çıkmanıza izin vermez. peki, özel durumlar var mıdır? elbette. mesela uykunuz gelebilir. kalp krizi geçirip durmak zorunda kalabilirsiniz. araba çarpabilir. kafanıza yıldırım düşebilir. bunlar sizi kumara devam etmekten alıkoyacak şeylerdir.

    biraz daha uzun vadeli düşünelim. kaybetmeye başladığınız zaman borç alarak oynamaya başlayacaksınız. sonrasında bu borçları ödemek için başkalarından borç alıp yine kumar oynayacak, kazanacağınız parayla tüm borçlarınızı ödeyeceğinizi düşünmeye başlayacaksınız. sizin suçunuz yok, beynimiz böyle çalışıyor sadece. unutmayın; o borcu asla kumar oynayarak ödeyemezsiniz. bunun tek yolu çalışıp para kazanmaktır. "ama yarın sabah ödemem lazım, bu gece güzel nba maçları var" diye düşünmeyin. elinizdeki para ile borcunuzun bir kısmını ödeyin, gerisi için vade isteyin. çünkü gece bittiği zaman elinizdeki para da gidecek ve borçlu olduğunuz kişiye bir şeyler uydurmak zorunda kalacaksınız.

    kumar oynamanın tek zararı para kaybetmek değildir. hatta bana kalırsa psikolojik sorunları beraberinde getirmesi ve zaman kaybettirmesi daha büyük sorun. kumar oynarken başka hiçbir şeye odaklanamazsınız. yapmanız gereken işler bekler, dağ gibi olur. siz oynamaya devam edersiniz. kaybettiğiniz para sizi sarsmayacak bir miktar olsa bile bir süre sonra "ben geri zekalı mıyım? neden kazanamıyorum" diye düşünmeye başlayıp depresyona doğru koşmaya başlayacaksınız. eşiniz/sevgiliniz ya da buna benzer birileri varsa hayatınızda, onunla olan iletişiminiz kopma noktasına gelecek. gününü birinde kumar oynamanın seks yapmaktan daha zevkli olduğunu düşünmeye başlayacaksınız. işte o gün patolojik kumarbaz olduğunuz gündür. neyse, daha fazla moralinizi bozmayayım. anlatsam daha 2 saat yazarım ama bence bu kadarı yeterli.

    peki, ben bunlardan nasıl bu kadar eminim? bir düşünün bakalım acaba neden?* bu yazıyı okuyup bahsettiğim evreleri yaşayan birileri varsa hala geç değil. tedavi olabilirsiniz, bu kötü bir şey değil. bu hayatınızda yapabileceğiniz en iyi şeylerden birisi. kumar tedavisi konusunda işlerini çok iyi yapan uzmanlar var türkiye'de. kendiniz çözmeye çalışmayın, bir noktayı aştıysanız bunu yapmanız neredeyse imkansız. yardım alın.

    aptal olmayın. bahis sitelerinden paranızı neden hemen çekemediğinizi, kumarhanelerde neden para değil de fiş kullanıldığını bir düşünün. hepsi para algınızı ortadan kaldırmak için yapılmış çok başarılı hamleler. gerçekten, bu kadar aptal yerine konmayı kaldırabiliyor musunuz?

    şimdi o bahis sitesini kapatın, sokağa çıkıp biraz hava alın. yarın sabah da ilk iş olarak yardım alabileceğiniz birilerini bulun. bunu yapabilirsiniz. size hayatınızın çok daha iyi olacağının garantisini veriyorum. tabii beni tanımadığınız için garanti vermem pek anlamlı olmadı ama olsun.

    ek: şöyle bir cümle gördüm, onunla ilgili bir sorum var.

    "diyelim rulet oynuyorsun. arkadaşın kırmızıya 100 liraya, sen siyaha 100 lira bastın. sonuç kırmızı geldi. kasa mı kazandı sayın çok bilmişler?"

    hım, peki ya arka arkaya 1000 kez amerikan masası için 0 ya da 00, avrupa masası için 0 geldiğinde (avrupa masasında 00 yok) kim kazanıyor üstün zekalı? zira bahsettiğim iki numaranın da rengi -senin de bahsettiğin üzere- yeşil. ne kırmızı, ne de siyah. yeşil. üstelik amerikan masası için 1/19, avrupa masası için de 1/37 oranında yeşil gelme ihtimali var. düşük mü? evet. imkansız mı? hayır, ihtimal var. ihtimalden de öte büyük bir ahmaklık zira siyah ve kırmızıya eşit miktarda para koyarak “kesinlikle kazanamayacağım ama kaybetme ihtimalim var” seçeneğini kabul etmiş oluyorsunuz. house edge böyle açıklanmaz. üstelik temel sorun house edge de değil, duramayacak olmanız.

  • serena williams

    naomi osaka ile oynadığı 2018 amerika açık finalinde göz göre göre coaching almış olmasına rağmen çirkeflik yapıyor.

    şimdi de gidip hakeme “sen benden özür dilemelisin, ben bir anneyim” falan dedi. anne olmanla ne alakası var lan mevzunun? işte kadın tenisinde dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olsan bile çocuğun olunca hayatına kezban olarak devam edebiliyorsun demek.

    cidden çok garip. mevcut hali böyleyse hamilelik günleri nasıl geçti hayal bile edemiyorum. muhtemelen alakasız her konuda “bin himiliyim timim miiii” falan demiştir.

    şu coaching olayına da değineyim. serena ısrarla böyle bir şey olmadığını söylüyor fakat görüntüler ortada. üstelik patrick mouratoglou’nun o sırada kendisiyle göz teması kurduğu da belli. adam konuyla alakası olmayan birine bakarak (ki kortta zaten 2 oyuncu var) bu hareketi yapacak değil yani. üstelik serena hareketi görmemiş olsa bile bu hakemin haklı olduğu gerçeğini değiştirmez.

    şimdi de hakeme hırsız dediği için oyun cezası aldı. emekliliğine bu kadar yaklaşmışken böyle şarlatanlık yapmasına gerek yoktu. hep böyle hatırlanacak.

    edit: patrick mouratoglou az önce espn’e “evet, coaching yaptım ama naomi osaka’nın koçu da aynısını yaptı. turdaki tüm koçlar bunu yaparken serena’nın ceza alması ikiyüzlülük” şeklinde bir açıklama yaptı. muhtemelen yarın sabahtan itibaren serena’nın koçu olmayacak.

    edit 2: coaching’in ne olduğunu soranlar oldu, açıklamaya çalışayım.

    coaching, maç esnasında koçtan taktik almak demek. bu, turnuvadan turnuvaya değişen bir durum. mesela bazı kadınlar turnuvalarında oyuncu, sandalye molası sırasında (her setin 3. oyunundan itibaren 2 oyunda bir verilen kısa araya sandalye molası denir) koçunu yanına çağırıp taktik alabilir. ancak grand slam dediğimiz büyük turnuvalarda (amerika açık, avustralya açık, wimbledon ve roland garros turnuvaları) bu yasak.

    maç esnasında serena’nın koçu “ileri doğru oyna, fileye git, saldırgan oyna” anlamına gelen bir el hareketi yaptı. işte bu coaching oluyor.

  • daron acemoğlu

    adam why nations fail'de özetle "düzgün bir demokrasisi ve hukuk sistemi olmayan ülkeler başarısız olmaya mahkumdur" diyor, siz de kalkıp bu adamın türkiye'nin ekonomi bakanı olmak gibi saçma bir işi kabul edeceğini düşünüyorsunuz.

    ben de günün birinde 500 milyon dolarlık villamın garajına 20 tane ferrari koymayı düşünüyorum tabii. insan düşünmeden edemiyor.

  • kadınlara bayan demek

    bugün bir arkadaşım bir olay anlatırken önce bayan dedi, arada yarım saniyelik bir sessizlik olunca hemen kadın olarak düzeltti. işte ben bunu saçma buluyorum.

    mesela bir arkadaşım vardı böyle hem solcu hem abartılı feminist. tiksindiğim iki şeye birden sahip olsa da iyi arkadaşımdı*. bir gün bakkala girdik, yaşlı başlı bir adam işletiyor dükkanı. adamın ağzından bayan kelimesi çıktı. bizim arkadaşın bir anda gözü döndü, “bayan değil amca, kadın diyeceksin” dedi sinirle. e şimdi bu amca da dönüp “amca değil sik kafalı, beyefendi diyeceksin” dese olur mu? olmaz.

    ben böyle kelimelere takılan insanların problemli olduğunu düşünüyorum. problemli olmak önemli bir şey değil gerçi, hepimizde var. alt tarafı bir kelime, ha kadın demiş ha masa demiş ne fark edecek? ülkedeki çoğu insan zaten bir mesaj vermek için kullanmıyor ki bu kelimeyi. bana istediğinizi diyebilirsiniz mesela, erkek olur, çocuk olur, adam olur, herif olur, oğlan olur, hatta yarrağım bile olur yani. ne değişecek lan siz bana x şekilde hitap etseniz, hayatıma bir etkisi mi olacak?

    bırakın artık politik doğruculuk saçmalığını. tamamen döneme göre şekillenen ve hiçbir mantığı olmayan bir şey bu. kullandığınız kelimeler değil, bir konu hakkındaki gerçek düşünce ve hareketleriniz önemli.

  • bitcoin

    bitcoin ile ilgili bildiğim şeyleri sokaktan geçen adama anlatır gibi anlatmaya çalışacağım şimdi. bu yazıda olabildiğince teknik detaylardan uzak kalmaya çalışacağım, belki onun için ayrı bir şeyler yazarım. fakat bunun dışında bir şey yazmayı düşünmüyorum artık buraya.

    bu yazıda "nasıl alıp satarım?", "bu işten kar eder miyim?" gibi tırt sorulara cevap bulamazsınız. ben arkasındaki felsefeyi, işleyiş biçimini, ortaya çıkış nedenlerini anlatacağım. ha siz yine al-sat yapmak istiyorsanız yapın tabii ancak en azından arkasında nasıl bir teknoloji olduğunu bilerek yapmış olursunuz, bu yüzden okumanızı öneriyorum.

    yazıyı okuyup algılayabilmek için ihtiyacınız olanlar; az çalışsa da bir adet beyin, işlevselliğini kaybetmemiş en az bir adet göz (eğer bu yoksa kulaklar da iş görebilir) ve okumak için 15, sindirmek için 45 dakika.

    başlamadan önce şunu okumanızda fayda var, her şeyin çıkış noktası bu çünkü. bu arada tüm linkler bitly, ne kadar okunduğunu görmek istiyorum çünkü.

    bitcoin nedir?

    günümüzdeki finans kuruluşlarını tamamen devre dışı bırakacak olan, eşler arasında direkt ödeme imkanı sağlayan bir para birimidir. eşler dediğim alıcı ve gönderici oluyor. yatırım aracı değildir. insanlar ya da kuruluşların birbirlerine ödeme yapabilmesini sağlamak temel amacıdır.

    temelde bitcoin'in amerikan doları ya da türk lirası'ndan bir farkı yoktur. çalışma prensipleri ve ortaya çıkış nedenleri aynıdır. farkları ise kağıda basılı olmaması ve doğal olarak elle tutulamaması, arkasında herhangi bir devlet gücünün olmaması, bir yere gönderebilmek için herhangi bir finans kuruluşuna ihtiyaç duyulmamasıdır.

    bilmemiz gereken bitcoin terimleri nelerdir?

    cüzdan: bitcoin'i tuttuğumuz yer. tamamen dijitaldir. kendimize ait bilgisayarlar üzerinde oluşturabileceğimiz gibi 3. parti (blockchain.info, btc.com, coinbase gibi) cüzdanlar da kullanabiliriz. çoğu kullanıcı 3. parti cüzdan kullanır.

    adres: bitcoin ile ödeme alabilmek için cüzdanımız tarafından üretilen, 26-35 alfanumerik karakterden oluşan tanımlayıcıdır. türüne göre 1 ya da 3 ile başlar. bir adreste büyük "o", büyük "i", küçük "l", ve sıfır asla bulunmaz. çünkü bunlar birbirleriyle karışabilir. örnek bir adres: tık.

    txid (transaction id): bir işleme ait benzersiz gönderim kimliğidir. işlem numarası gibi düşünebilirsiniz. örnek bir txid: tık.

    fee: her işlem için madenciler tarafından alınan gönderim ücreti, harç. bu ücret sürekli değişkenlik gösterir, nedenlerini alt kısımda anlatacağım. yukarıdaki txid örneğine tıkladığınızda "harç" diye bir kısım göreceksiniz. o tutar bu işleme ait gönderim ücretidir.

    onay (confirmation): bir ödemenin geçerli kabul edilebilmesi için gerekli olan doğrulama işlemi. bir ödemeyi geçerli sayabilmek için 3 onaya ihtiyacımız vardır. bazı cüzdanlar onay gelmeden de parayı kullanmanıza izin verir. daha doğrusu veriyormuş gibi gösterir. detayları yine aşağıda bulacaksınız. onay işlemi madenciler tarafından yapılır.

    madencilik (mining): 3 sene önce bir bitcoin tartışması yapılsa en popüler konu bu olurdu. "al-sat ile ne kadar kar ederim?" tartışmasından daha faydalıydı en azından, neyse. bunun da detaylarını aşağıda bulacaksınız ancak en kısa ifadeyle bir ödemenin gerçekliğini kontrol etme işlemi. karşılığında bitcoin alınır. maaş gibi düşünün.

    satoshi: en küçük bitcoin birimi. 1/100000000 bitcoin'e eşittir. 8 sıfır var, öyle tutun aklınızda.

    bitcoin'e ne kadar güvenebiliriz?

    bu soruyu sorma amacınıza göre değişir. yatırım için güvenmenizi tavsiye etmem, çünkü kendisi bir yatırım aracı değildir. bu maksatla ortaya çıkmamıştır.

    "cüzdanımdan bitcoin çalınabilir mi?" diye soruyorsanız cevabım evet, imkansız değil. bu tamamen size kalmış. 3. parti cüzdanlar zaten gelişmiş güvenlik sistemleriyle donatılmıştır ve şifreniz/şifreleriniz başkasının eline geçmedikçe sorun yaşamazsınız. ancak hırsızlık durumları için mevcut finans sistemi ile arasında şöyle bir fark var; bugün kredi kartı numaranız başkasının eline geçse ve o kartla alışveriş yapılsa chargeback ile paranızı geri alabilirsiniz. bitcoin'de ise yapılan bir işlem yapılmıştır ve geri döndürülemez.

    sorunuz "sistem kandırılabilir mi?" ise cevabım teknik olarak evet. bugün madencilik yapan cihazların çoğu kötü niyetli olursa sistem kandırılabilir. şuradan madencilik havuzlarını görebilirsiniz. bu havuzların büyük kısmı topluca "art niyetli" olmaya karar verirse kaos ortaya çıkar. peki bu olur mu? olmaz. sonuçta olaylara böyle bakacak olursak mevcut finans sisteminde de bu tür açıklar var. bir noktada birilerine güvenmemiz gerekiyor.

    bu son kısımla ilgili tek tehlike yakın bir gelecekte karşımıza çıkacak olan kuantum bilgisayarlar. işlem kapasitelerinin mevcut cihazlarımızdan fazla olduğunu düşünürsek bir tehlike arz edebilirler. fakat bu cihazlar yaygınlaşmaya başladığı zaman mining yapan yerler de bu cihazları kullanmaya başlayacağı için sorun olmayacaktır.

    bitcoin neden ortaya çıktı?

    mevcut ekonomik sisteme olan güvensizlikten ve işleri kolaylaştırma ihtiyacından dolayı. mevcut sisteme olan güvensizlik kısmını geçiyorum, onu en başta verdiğim linkte detaylıca anlattım.

    mevcut finans sisteminde her zaman bir 3. tarafa ihtiyaç var. problem 3. tarafın varlığı değil, bitcoin'de de 3. bir taraf mevcut. önemli olan burada 3. tarafın olayda ne kadar büyük bir rol oynadığı. bugün a bankasındaki hesabınızdan yine a bankasında olan bir diğer hesaba para göndermek istediğinizi varsayalım. bunun için tamamen 3. tarafa yani bankaya güvenmek zorundasınız. tüm kayıtlar bu bankada tutulacak, kendi belirlediği bir ücreti sizden gönderim ücreti olarak alacak.

    peki, bu durum bitcoin'de nasıl? evet, yine bir "3. taraf" var, madenciler. ancak olaydaki rolleri banka kadar büyük değil. kontrolleri banka kadar "sınırsız" değil. madencinin yaptığı şey en basit ifade ile dijital olarak imzalanmış ve şifrelenmiş işlemlerin şifresini açmak, doğru mu yoksa yanlış mı diye kontrol edip onay vermek. vereceğim örnek tam olarak karşılamayabilir ancak bunu şöyle düşünebilirsiniz:

    diyelim ki 1000 yıl öncesindeyiz. ayşe isimli arkadaşımıza borcumuz var. ayşe'ye parayı elden vermemiz gerekiyor çünkü o yıllarda işler böyle yürüyordu. ayşe parayı aldıktan sonra yetkili makama gidip "bu adam bana paramı ödemedi" diyebilir mi? diyebilir. işte bu yüzden ayşe'ye parayı elden teslim ederken yanınızda 3 tane şahit götürmeniz gibi düşünün. bu 3 insan ödemeyi doğrulayacak ve bir mahkeme durumunda haklı çıkmanızı sağlayacak. detaylar böyle olmasa da temel prensip bu. madencilik dediğimiz şey aslında olaya insanları/cihazları tanık etmek.

    bir diğer çıkış nedeni de (satoshi nakamoto tarafından yayınlanan bitcoin manifestosunda tam olarak bu ifade geçiyor) chargeback işini bitirmek. mevcut sistemde kredi kartınızla bir işlem yaptığınız zaman itiraz etmek için visa'da minimum 75, mastercard'da ise minimum 45 gün süreniz var. itiraz türüne göre bu süre 120 güne kadar çıkabiliyor. bir işletme olduğunuzu ve dijital ürünler sattığınızı düşünün. ürünü alıp kullandıktan sonra ödeme itirazı yapan bir insan parasını rahatlıkla geri alabilir, çünkü bu işleme ait bir kanıt sunamazsınız ödeme kuruluşuna. sunsanız bile bu şahıs "kartım çalınmıştı, ödemeyi yapmış birisi benim haberim yok" diyebilir. bu gibi durumların çoğunda alıcı haklı bulunur ve iade yapılır. bitcoin bunu tamamen ortadan kaldırıyor, çünkü işlemler geriye döndürülemiyor. finans kuruluşlarının chargeback birimlerinde istihdam ettikleri personellerin giderlerine değinmiyorum bile.

    bitcoin'in karşılığı nedir?

    bugünlerde insanların sıkça sorduğu bir soru da bu. devletlerin idare ettiği finans sistemi ile büyüdüğümüz için böyle oluyor. chad orzel köpeğinize kuantum fiziğini nasıl öğretirsiniz'de kitaba neden bu ismi verdiğini şöyle açıklıyor; "insanlar hayatları boyunca klasik fizik ile büyüdükleri için onlara kuantum fiziğini anlatmak zordur, çünkü hayal etmeleri ve mevcut sınırlarının dışına çıkmaları gerekir. oysa bir köpek için böyle bir sorun yoktur, o klasik fizik kurallarını da bilmez. onun için aniden ortaya çıkan bir ödül her zaman mutluluk verir, bunu mantıksız ya da korkutucu bulmaz".

    işte dünyada bitcoin'e (ya da genel olarak dijital para birimlerine) olan direncin kaynağını ben de böyle açıklıyorum; mevcut sistemi o kadar benimsemiş durumdayız ki ötesini hayal edemiyoruz. ben yazılım geliştirici olduğum için daha şanslıyım çünkü arkasındaki çalışma prensibine sokaktaki insandan daha hakim durumdayım. daha önce verdiğim bir örneği tekrar etmem gerekiyor şimdi.

    cüzdanımızı açıp, bir kağıt para alalım elimize. bu bir türk lirası olsun. yani türkiye cumhuriyeti'nin kendisini güvence olarak ortaya koyduğu bir para. devletin bize "bunun arkasında ben varım, sıkma sen tatlı canını" dediği bir şey. güzel. peki, devletin arkasında kim var? devlet nedir? devleti kimler oluşturur? işte bu sorulara cevap verdiğimiz zaman bir şeyleri anlamaya başlayacağız.

    devlet denen sanal aygıtı zaten bizler oluştururuz. aramızdan seçtiğimiz yöneticilere bazı yetkiler verir, "devlet"i yönetmelerini isteriz. devletten gündelik hayatımızı düzenlemesini, bizi korumasını, kullanabilmemiz için para basmasını, işleri yoluna koymasını bekleriz. devlet de bunları yapar ya da (çoğu zaman) yapıyormuş gibi görünür. peki, asıl soruya gelelim; devletin bu yaptığı şeyler üzerinde ne kadar denetimimiz var? türkiye cumhuriyeti devleti bugün para basarken bunu neye göre yapıyor? ya da bırakın türkiye'yi, dünyanın süper gücü olan amerika birleşik devletleri'ne bakalım. bu adamların kafasına göre para basıp piyasaya sürdüğü defalarca belgelendi. basit bir araştırma ile bulabilirsiniz. yani çoğu insanın kafasındaki o "altın rezervi" meselesi şu an kullanımda olan bir şey değil.

    bugün zaten basılan paranın da bir önemi yok. önemli olan elinizde bulundurduğunuz güç. bu güç nedir? en büyük güç teknoloji. sonrasında üretim geliyor. yani dünyada söz sahibi olmak için devlet başkanınızın sağda solda millete atar yapmasına değil, teknoloji geliştirmeye ve üretim yapmaya ihtiyacınız var.

    toparlayayım; elinizdeki banknot dandik bir kağıt parçasından başka bir şey değil. üstelik sahtelerine karşı önlemler alındığı için üretim maliyeti de yüksek. o banknotun değerini belirleyen şey insanların ona ne kadar ihtiyaç duyduğu, ne kadar işlevsel olduğu ve piyasada ne kadar olduğu, yani fayda, arz ve talep.

    bugün mevcut para sistemleri tamamen yok olmuyorsa bunun tek nedeni hepimizin bu sistem ile büyümüş olmamız. sisteme inancımız o kadar fazla ki farkında olmadan yıkılmaması için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. ihtiyacımız olmayan şeyler alıp, kazandığımız parayı sağa sola saçıyor, ekonomik sistemi canlı tutuyoruz. elimizdekinin aslında hiçbir değeri yok, bunu fark edemiyoruz. çünkü arz tamamen devlet yöneticilerinin kafalarına göre gerçekleşiyor. basılan her para sonrası cebimizdeki kağıt parçası zaten olmayan değerini biraz daha kaybediyor, buna ses çıkartamıyoruz. çünkü denetleyemiyor, arkada neler olup bittiğini bilmiyoruz.

    bitcoin'de ise durum farklı. üretilecek maksimum bitcoin miktarı 21 milyon adet ve bunun 16 milyon 750 bin tanesi zaten üretilmiş durumda. insanlar bu cümleyi duydukları zaman "ha, o zaman 1-2 seneye 21 milyona ulaşılır" diyorlar ancak öyle değil. işin teknik kısmına girmeyeceğim için detaylı anlatmayacağım fakat araştırmak isteyen internette bir sürü kaynak bulabilir. tam olarak tarihi bilmesek de 100 seneden fazla olması öngörülüyor. sonuç olarak bir gün bitcoin üretimi duracak, elinizdeki şeyin değer kaybetmesi ihtimal dahilinde değil.

    tabii burada bir özel durum var, onu da belirtmem gerekiyor. 21 milyon sınırı değiştirilebilir mi? evet, değiştirilebilir. bunu hard fork dediğimiz bir yöntemle yapabilirler, ona da değinmeyeceğim. yazılımsal bir terim bu. ancak bu hiç mantıklı değil ve yapılmayacağını düşünüyorum. çoğunluk böyle düşünüyor.

    özetle; bitcoin faydalı bulunduğu sürece değerini kaybetmeyecektir. daha önce verdiğim bir örneği vereceğim yine, dönüp dolaşıp aynı yerlere geliyorum çünkü. telefonun icat edildiği tarihe gidin şimdi. telefon icat edildikten sonra kimse bunu kullanmasa, telefon değerli olur muydu? kimi arayacaktınız? işte bitcoin de böyle. insanlar kullanmaya başladıkça değeri artıyor, ani yükselişlerin nedeni de bu.

    20 sene önce kimsenin cebinde cep telefonu yoktu, bugün telefonu yanımızdan ayıramıyoruz. teknoloji sürekli değişiyor/gelişiyor ve biz buna ayak uyduruyoruz. hayvanlardan en büyük farkımız bu zaten; bir şeylere uyum sağlayabiliyoruz. şahsi kanaatimce bitcoin (ya da genel olarak dijital para) de uyum sağlamaya başladığımız bir diğer araç. ticarette etkin biçimde kullanılmaya başlandığı zaman geri dönüş olmayacak ve kağıt paraları bir daha çıkartmamak üzere rafa kaldıracağız.

    devletler bitcoin'i yasaklayabilir mi?

    kısa cevap; hayır, yasaklayamaz.

    uzun cevap; of, bu cidden uzun. teoride yasaklayabilirler elbette, bunu suç olarak kabul edebilirler. peki, bu bir şeyi değiştirir mi? değiştirmez. sadece erişimi zorlaştırabilirler, yapabilecekleri başka hiçbir şey yok. 5 eylül 2017 tarihli şu habere bakalım, çin o tarihte dijital paraları yasakladığını duyurdu. yaklaşık 10 tane çinli müşterim var, hepsi bana bitcoin ile ödeme yapıyor. yasaktan önce böyleydi, sonra da böyle. değişen hiçbir şey yok.

    bu söz ünlü bir ekonomiste aitti ancak kim olduğunu hatırlamıyorum, genelde liberteryenleri okuduğumu düşünürsek onlardan birine ait olmalı; "devlet baskısı, kara borsayı güçlendirir".

    içtiğimiz alkollü içecekleri düşünelim. bundan 15 sene önce bugünkü kadar evde içki üretimi yoktu, çünkü fiyatları makul seviyedeydi. vergi yükü bu kadar değildi. peki, bugün ne oldu? vergiler öyle bir noktaya geldi ki halk isyan edip kendi içkisini kendi üretmeye başladı.

    sigaraya bakalım bir de. şurada ziraat mühendisleri odası'nın yayınladığı bir veri var. yıllara göre yakalanan kaçak sigara miktarını gösteriyor. 2002 yılında 1,9 milyon paket yakalanırken, 2014 yılında 106,5 milyon paket yakalanmış. sizce bunun tek nedeni devletin denetimleri sıkılaştırması mı? hiç sanmıyorum.

    7 şubat 2005 tarihli şu habere göre 1 aralık 2002 tarihinde 70'lik rakının fiyatı 8 milyon 250 bin lira imiş. şuradaki veriye göre o tarihte asgari ücret 250 milyon 875 bin lira. yani asgari ücretle çalışan bir insan maaşı ile ayda 30,40 rakı alabiliyor. günde ortalama 1 tane 70'lik rakı anlayacağınız. bugüne bakalım bir de. şu an asgari ücret 1.404,06 türk lirası. 70'lik yeni rakı 93 türk lirası. yani asgari ücretli çalışan maaşı ile 1 ay boyunca 15 tane rakı satın alabiliyor. 2 günde 1 rakı.

    alkollü içeceklerden örnek verme nedenim belli; mevcut yönetimin en fazla vergi yükü getirdiği kalemler bunlar. bundan 15 sene önce günde 1 rakı alabiliyorken, bugün günde yarım rakı alabiliyor asgari ücretli bir çalışan. bunu hiçbir şekilde zamlarla açıklayamayız, onunla ilgili istatistikleri aramakla uğraşmadım bile. bu hale gelinme nedeni kesinlikle vergidir.

    toparlayayım, çok dağıldı. gördüğünüz gibi yüce devletimiz 15 senede bizi olabildiğince alkol ve sigaradan uzaklaştırmaya çalışmış. bunu yaparken de vergileri kullanmış. peki biz uzaklaşmış mıyız? şuradaki araştırmaya göre uzaklaşmamışız. burada resmi satışlar değerlendirilmemiş sadece, o nedenle bu araştırmayı verdim. zira bugün birçok insan evde içki üretiyor.

    devletler bizi bitcoin'den uzak tutmaya çalışabilir ancak bunu asla başaramaz. dağıtık bir sistem bir kere, tek merkezden kontrol edilmiyor. devletlerin bunun varlığını anlaması bile yıllar sürdü, çalışma prensibini anladıkları zaman iş işten geçmiş olacak. başa dönelim; devlet dediğimiz hayali şeyin arkasında biz yani halk var. biz bitcoin kullanmak istersek kullanırız. yine aynı şekilde, biz ot içmek istersek içeriz. devlet sadece bizim isteklerimizi yapmak için var, bunu aklınızdan çıkartmayın.

    bitcoin ne yapmak, nereye varmak istemektedir?

    devlet bahçeli yakında bu soruyu sorar diye bekliyorum. robota atarlanan adam para birimine de atarlanabilir elbette. bitcoin'in çıkış amacını anlattım, uzun vadedeki plan ise herkesin sanal para birimine geçmesi.

    cep telefonları ile tümleşik yaşıyoruz, tuvalette bile elimizden düşmeyen bir aletten bahsediyorum burada. her yere onunla gidiyor, her işimizi onunla hallediyoruz. bakkaldan alışveriş yaparken neden onu kullanmayalım? neden 2 tuşa basıp ödeme yapmak varken kağıt para verip, üstünü bekleyeyim? neden taksici "abi/abla bozuk yok valla" gibi tırt gerekçelerle kuruşlarımın üstüne konsun? neden uluslararası para transferi yaparken bankalara yüksek komisyonlar ödeyeyim? neden paramın çalınma riskini azaltmayayım?

    işte herkes dijital paraya geçtiği zaman bu gibi saçma sorularla vakit kaybetmemize gerek kalmayacak. işletmeler çalışanlarına bununla ödeme yapıp, müşterilerinden bu şekilde ödeme almaya başladığı gün devrim tamamlanmış olacak.

    madencilikten bahsedecektin, ne oldu o iş?

    teknik kısımlara değinmek istemediğim için yüzeysel olarak geçeceğim burayı. merak eden araştırıp öğrenebilir.

    madencilik dediğimiz şey en temel ifade ile bir para transferini doğrulama işlemidir. göndericinin gerçekten var olan bir bakiye ile bu ödeme işlemini yapıp yapmadığını doğrular. bitcoin sürekli "dolaşan" bir şey, sabit durmuyor yani. ben fatma'ya gönderiyorum, fatma o bitcoin'i alıp osman'a gönderiyor. osman da alıp mahmut'a gönderiyor. bazı cüzdanlar benim fatma'ya yaptığım ödeme doğrulanmadan, fatma'nın bu parayı alıp osman'a göndermesine izin veriyor. veriyormuş gibi görünüyor diyelim. ancak doğrulama gerçekleşmeden hiçbir bakiye gerçekten aktarılmaz.

    yukarıdaki örnekten devam ediyorum. paranın ilk çıkışı benden, son alıcı ise mahmut. paranın gerçekten mahmut'a ulaşması için önce benim fatma'ya yaptığım ödeme, sonra fatma'nın osman'a yaptığı ödeme, sonra da osman'ın mahmut'a yaptığı ödeme doğrulanmalıdır. işlemleri arka arkaya yaptığımızı düşünecek olursak mahmut saniyeler içerisinde cüzdanına para geldiğini görebilir, fakat mahmut bilir ki bu işlem onaylanmadığı sürece o para aslında onun değildir.

    her gönderim "fee" dediğimiz bir harca tabiidir. bu harçlar madencilere ödenir diyebiliriz. madenciler, bilgisayarlarını (ya da cihazlarını diyeyim) bizim kullanımıza açarlar. benim fatma'ya gönderdiğim para transferini doğrulayabilmek için bu makine işlemci gücünü kullanır, elektrik harcar. karşılığında da "ödül" olarak bitcoin kazanır. gerçekten madende çalışmak gibi düşünün, bu insanlar da ay sonunda maaş alıyorlar işte. madenciler de her blokta ücret alıyorlar. dediğim gibi teknik boyutu öğrenmek isteyen internette birçok makale bulabilir.

    madencilik bugün için gerçekten zorlaşan bir şey. ilk başlarda cpu (merkezi işlemci birimi, hani şu intel i5 falan var ya onlar) aracılığı ile yapılıyordu. temel olarak bazı matematiksel problemleri çözmeye dayandığını bilmeniz yeter. ancak bir süre sonra cpu yetersiz geldi, bu sefer de gpu (grafik işlemci ünitesi, ekran kartı yani) kullanılmaya başlandı. bugün ise tamamen bu iş için üretilmiş cihazlar (asic, uygulamaya özel tümleşik devre) kullanılıyor. bu cihazlar sadece madencilik için üretilen özel cihazlar, mimarileri buna göre tasarlanmış ve çok daha verimli çalışıyorlar.

    yani evinizde madencilik yapmanız pek makul bir şey değil. yine de imkansız değil tabii ama illa yapacaksanız "ya ben devlet dairesindeyim, elektrik bedava. cpu ile yaparım" demeyin, kafayı yersiniz. şurada madencilik yapabileceğiniz cihazların karşılaştırması mevcut. ayrıca madenciliği sadece elektrik tüketimi olarak düşünmeyin, özellikle yaz aylarında ciddi soğutma maliyeti de oluyor.

    peki ya şu "fee" mevzusu?

    buraya gelene kadar kısa kısa bahsettim bundan, genel mantığı kavradığınızı varsayıyorum. burada bilmeniz gereken bir konu daha var; bu harçlar sürekli değişir, peki neden?

    şu adrese tıklarsanız onaylanmamış bitcoin transferlerini görebilirsiniz. bunların hepsi onay için kuyrukta bekleyen işlemler. bu işlemlerin onaylanması sırasında "first in first out" felsefesi uygulanmaz. "parayı veren düdüğü çalar" diyebiliriz sanırım işleyiş sistemini anlatmak için.

    her işlemde bir harç ödenir demiştik, bu harcı madenciler alır da demiştik. parçaları birleştirince zaten gerisini anlamışsınızdır. yüksek harçlı işlemler her zaman daha erken onaylanır, sistem buna göre tasarlanmıştır. işlem yoğunluğuna göre harç ortalamaları değişebilir. harç fiyatlarını biz satoshi/byte olarak baz alırız. yani "1 byte veri doğrulaması için kaç satoshi harç ödeyeceksin?" anlamına geliyor.

    normalde bu rakam 40-60 satoshi/byte civarında seyreder. son günlerde aşırı işlem yoğunluğu olduğu için 400'e kadar çıktı, hala öyle. bu da 10 dolar göndermek için 14 dolar komisyon ödemek gibi bir şeye geliyor, mantıksız ve istisnai bir durum. yavaş yavaş normale dönecek, belki de siz bu yazıyı okurken normale dönmüş olur. şu siteden ortalamayı takip edebilirsiniz.

    tabii ortalamanın 400 olması sizin o kadar ödemeniz gerektiği anlamına gelmiyor. aceleniz yoksa daha düşük ücretle de gönderim yapabilirsiniz. ödeyebileceğiniz en düşük harç 1 satoshi/byte ancak kesinlikle önermiyorum, çünkü bitcoin işleminiz sonsuza kadar onaylanmayabilir. önerilen en düşük ücret 11 satoshi/byte seviyesinde.

    dediğim gibi şu an istisnai durumlar yaşanıyor, herkesin piyasaya saldırması ile böyle bir durum ortaya çıktı. birkaç gün içerisinde her şey normal seyrine dönecektir. para transferi yapacaksanız biraz bekleyin.

    bitcoin üzerinde bir denetim var mı?

    yanlış soru. doğru soru şu; denetime ihtiyacımız var mı?

    elbette bitcoin'in bir geliştirici ekibi var ancak bu ekip devletlerin banknot üzerinde sahip olduğu güç gibi bir güce sahip değil. bitcoin çekirdeği şu adreste mevcut, katkıda bulunmak isterseniz buyrun bulunun. tamamen açık kaynak.

    cüzdanınızı kendi cihazlarınızda tutmak mı istiyorsunuz? alın size talimatlar. "bitcoin canımı sıkıyor, ben kendi para birimimi üretmek istiyorum" mu diyorsunuz? blockchain teknolojisi ile bunu yapabilirsiniz. tabii ki teknik bilgi ve güvenlik protokollerini eksiksiz uygulamanız önemli fakat mümkün olduğunu anlatmaya çalışıyorum sadece.

    "ben kendi banknotumu basıyorum" deyin bakalım devlet size ne yapıyor? işte bitcoin ya da genel olarak dijital para size özgürlük sunuyor. kimsenin bir şeyi denetlemesine ihtiyacımız yok, her şey dijital olarak doğrulanıyor. cüzdanlarınızı 3. parti bir şirketin sunucularında tutmak istemiyor, onlara güvenmiyorsanız ne yapmanız gerektiğini size anlatacak bir sürü döküman var. yukarıda da verdim zaten linkleri.

    bizi bekleyen tehlikeler neler?

    dijital paralarla ilgili bizi bekleyen en büyük tehlike enerji sıkıntısı. bu şekilde devam edersek 2020 senesinde bitcoin madenciliği için 1 senede harcanan elektrik, abd'nin 1 senede tükettiği elektriğe eşit olacak. bu ciddi bir problem yaratabilir. hatta fikirlerini genel olarak beğenmesem de aral balkan bununla ilgili güzel veriler paylaşıyor. şuradan twitter hesabına ulaşabilirsiniz.

    bir önlem alınmazsa bir "kripto kıyamet"e doğru gidiyor olabiliriz. ancak ben bir şekilde önlemlerin alınacağını ve sorunsuz biçimde devam edeceğimizi düşünüyorum. bunun altında yatan mantıklı bir gerekçe var mı derseniz şu an yok, aslında okuduğum birkaç makale var fakat bunlar tam olarak kanıtlanmamış durumda. o nedenle risk olduğunu söyleyebiliriz.

    tabii bu biraz da "aşırı çevreci" insanların goygoyu. böyle bir risk yok demiyorum, sadece abartıldığını söylüyorum.

    of, kafamızı karıştırdın, son bir şey yaz da git

    çok basit bir şey olmadığını biliyorum ancak anlamak için üstün zekalı olmanıza gerek yok. örneğin ben her sabah "of dün ne kadar da salakmışım lan" diyerek uyanıyor olmama rağmen temel çalışma prensiplerini ve arkasındaki yazılım mantığını rahatça kavrayabildim. ben yapabiliyorsam, siz de yapabilirsiniz. sadece biraz odaklanmanız gerekiyor.

    buradaki insanlardan istediğim tek bir şey var; böylesine bir teknolojiye artık banyo terliği muamelesi yapmayın. bitcoin bir yatırım aracı değildir, kısa vadede olmayacaktır. henüz yeterince stabil değil çünkü, çok değişken. dünyadaki tüm ekonomik sistemi kökünden değiştirebilecek bir şey bu, "of site çöktü, al-sat yapamıyorum. dolandırıcı bunlar", "o site kolpa yeaaa" gibi cümlelerden çok daha ötesi bu. para kazanmak gibi bir amacınız varsa oturup çalışın.

    ayrıca bitcoin "balon" da değildir. bitcoin, gündelik hayatımızı kolaylaştırmak için ortaya çıkmış olan bir teknoloji, bir felsefedir. günün birinde devletlerin saltanatı yıkılacaksa bunun fitilini ateşleyecek olan şeydir. al-sat yapmaktan çok daha ötesidir. özgürlüktür. asla faydalanmayacağınız hizmetlere manasız vergiler ödememektir. hayatı hızlandırmaktır.

    söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. artık "balon", "ponzi" gibi saçma şeylere cevap vermeyeceğim. belki işin teknik boyutunu yazabilirim ancak onun ne kadar gerekli olduğunu sorguluyorum şu an. yazılım ile profesyonel olarak ilgilenmeyen insanlar için gerekli bir şey değil sonuçta. profesyoneller için ise sınırsız ingilizce kaynak mevcut. bilemiyorum altan.

    sorularınız olursa bana ulaşabilirsiniz. canım isterse cevap veririm. şaka lan şaka, elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. hatalı olduğumu düşündüğünüz yer varsa yine bana ulaşabilirsiniz.

    ek: favorilere eklemeniz entry'nin başlıktaki sıralamasını etkilemiyor, yükselmesini ve daha fazla insana ulaşmasını istiyorsanız artı basmanız lazım. şükela yani. yukarı ok. üste doğru böyle, ters v gibi.

  • elon musk

    şu adam üzerinden bile klasik solcu eleştirileri üretilmiş, tebrik ediyorum.

    parasını yatırdığı teknolojinin fakirlere faydası yokmuş, doğrudur. ancak doğru olan bir şey daha var; bu dünya fakirlerden oluşmuyor. hayır ne yapsaydı herif bizim çomar zenginler gibi inşaat işlerine mi gömseydi parasını? ali ağaoğlu abd şubesi mi olsaydı? ferrari, portakal soslu pekin ördeği ve hatta muz da fakirlere hitap etmiyor mesela. bunları da yok mu edelim?

    insanlar arasında sınıf farkı olmaması savunuluyor, tamamen saçmalık. eşit değiliz, olmadık ve asla olmayacağız. ben her gün kendimi geliştirebilmek için götümü yırtıyorsam elbette bütün gün kahvede yanık oynayan heriften daha iyi yaşayacağım. benim yaptığım iş dünyayı değiştiriyorsa tabii ki tek yaptığı şey bütün gün çay içmek olan vasıfsız memurdan daha çok kazanacağım. doğal olarak bu teknoloji bana hitap edecek, bütün gün götünü yayan sığıra değil.

    ben daha zekiysem ve topluma daha çok faydam oluyorsa tabii ki daha iyi yaşamalıyım. doğarken eşit değiliz bir kere, neden topluma faydası olmayan insanla olan insan eşit şartlarda yaşasın ki? laflarım çarpıtılmasın, adalet herkese eşit dağıtılmalı ben ondan bahsetmiyorum. benim bahsettiğim şey yaşam standartları.

    artık solcu terminolojisi görünce kendimi tutamayıp gülmeye başlıyorum. gelir şimdi birisi içinde “üretim araçları” olan salak bir cümle kurup gider. bu dünya kapitalist, bu düzen insan yapısına en uygun olanı, bunu artık kabul edin ve buna göre yaşayın.

    kapitalist olmak demek başkasının köleliğini yapmak demek değil bu arada. onu da bilin.

  • 8/5 çalışmak vs 9/6 çalışmak

    bana kalırsa ikisi de kötü.

    son yıllarda özellikle yazılım şirketleri bunun saçmalık olduğunu anladı, çoğu personeli remote çalıştırıyorlar, kalanlar için de daha esnek saatler var. bu cümledeki "esnek" türkiye standartlarındaki esnek değil tabii. türkiye'de esnek dendiği zaman "sen ölene kadar çalıştıracağız" anlamına geliyor.

    son çalıştığım şirket de o konuda rahattı. çoğunlukla evden çalışırdım çünkü beylikdüzü'nde yaşamak zor iş. insan hayata küsüyor, kalkıp bir yere gitmek istemiyorsun. 23 gün evden çıkmama rekorum var lan benim. buradan tüm siparişleri evime getiren bakkal hüseyin abime de saygılarımı sunmak isterim. üstlerim de anlayışlıydı, ben de işleri yetiştiriyordum sorun olmuyordu. 2 senedir de freelance çalışıyorum, kesinlikle şu dünyadaki en iyi çalışma şekli. yine de bir programınız olması lazım ancak benim iş yaptığım şirketlerin çoğu abd'de olduğu için onların saatine göre yaşıyorum, işime geliyor.

    6 sene önce benim de ofisim vardı. bana ait yani. benim ofisim mmm. kimseye saat geyiği yapmadım, tamam bir çalışma saatimiz vardı ama genelde uyulmazdı. "abi kedimi veterinere götürdüm ya", "uyanamadım valla", "akşam çok içmişim" cümleleri havada çarpışırdı ofiste. kimseye de ağzımı açıp tek kelime etmedim, ben de kafama göre gidiyordum zaten. sonuçta önemli olan işlerin yetişmesi, hangi saatlerde orada olduğumuzun ne önemi var ki?

    sonra şirket iflas etti tabii ama olsun*.

  • kızına tecavüz edene kendi ceza veren adam

    bugün 8 tane entry girilmiş, 1-2 tanesi dışında mantıklı bir şey yok. artık hukukun ne olduğunu da unuttunuz. suç sizde değil tabii, yaşadığımız topraklar böyle maalesef.

    idam savunucusu bir grup var, onlara dert anlatamıyoruz zaten. genelde okumayı da sevmedikleri için film önerebilirim (çok klasik olacak ama); the life of david gale. hiçbir şart ve koşul altında idam cezası kullanmamamız gerek. suçun açık biçimde kanıtlanmış olması bir şeyi değiştirmez, burada olayın iki boyutu var.

    ilk olarak; ölene kadar özgürlüğünüz elinizden alınmış şekilde yaşamak mı daha zor gelir, yoksa bir anda ölmek mi? eğer cennet/cehennem gibi saçmalıklara inanıyorsanız size kötü bir haberim var; öldüğünüz zaman iptal oluyorsunuz. siyah ekran. yok yani o zırvalar. tamamen bitiyor. sanırım birçoğumuz uzun yıllar kapalı kalmanın daha büyük bir ceza olduğu konusunda hemfikir olacağız.

    ikinci olay ise buna nerede sınır koyacağımız. birisi tecavüze idam gelsin der, diğeri vatan hainliğine (o da ne demekse artık, devletlerin uydurdukları bir kavram işte), böyle böyle gider. ben de yarın çıkar "bence yere çöp atanlar idam edilsin" demeye başlarım, işin sonu gelmez. ha tabii en sonunda herkesi öldürüp galaksiyi daha huzurlu bir yer haline getirebiliriz ama amacımız bu değil galiba.

    idam diyenlerin nedeni genelde "iç soğutmak" oluyor. devletlerin oluşturduğu düzene tamamen karşıyım, hiçbir devletin olmadığı bir dünyada yaşamak isterim ancak mevcut durumu da gözardı edemem. aksi hayalcilik olur. hiçbir devlet, birisinin içi soğusun diye bir başkasını öldüremez. yapılan şey çok büyük olabilir, çok adice olabilir, her şey olabilir ancak iç soğutmak için insan öldürmeye başlarsak o işin sonu gelmez.

    bir diğer grup da "bu ülkede hukuk mu var" diyenler, kendilerine kısmen katılıyorum. ancak bunun çözümü cezayı kendi elimizle vermek değil, daha iyi bir toplum yaratmaktır. daha iyi bir toplum yarattığımız zaman zaten hukuk düzenimiz de, yöneticilerimiz de daha iyi insanlar olacak çünkü onlar da aramızdan çıkıyor. örneğin; bugün ülkenin cumhurbaşkanı olan kişiye bakın, aynı karakterde insanlar her yerde. çıkın evinizden, atm'ye para çekmeye gidin, işte o sırada götünüze götünüze giren adam da o, kahvehanede bütün gün kağıt oynayıp sağa sola küfürler savuran adam da o.

    cezayı kendi elimizle vermeye başladığımız zaman işin içinden hiç çıkamayız. ha bu durumdan iyi mi oluruz, kötü mü oluruz bilemiyorum ama hoşlanmayacağım bir sonuca varacağımızdan eminim. üstelik kendimizi daha az güvende hissedeceğiz, bu da kesin bir sonuç.

    başka bir grup da babanın ceza almamasını savunuyor. yanlış. cezası neyse çekmeli, o zaman yine bir üstteki olaya çıkar; kendimizi güvende hissetmeyiz. herkes birbirine çekinmeden zarar vermeye başlar. zaten doğru düzgün bir sistem yok bu ülkede, iyice dandik bir yere dönüşür. hümanist muhabbeti yapanlar var, onlara cevap vermeye gerek yok. bunlar böyle bütün gün arkadaşlarıyla oturdukları ufak mahallelerinde daha "normal" bir insan görünce "öhöhöhö hümanist" diyen insanlar. hukukun üstünlüğünü savunmakla hümanist olmak farklı şeyler. ha tabii keşke herkes hümanist olsa.

    bu yazdıklarımdan bir grup insan tecavüzcüyü savunduğumu çıkartacak, eskiden onlara laf anlatmak için çabalıyordum ama artık yapmayacağım. ne anlıyorsanız onu anlamaya devam edin. tecavüzün cezasının ömür boyu (ve hiçbir af imkanı olmadan) hapis cezası olması gerektiğini düşünüyorum. ancak bu insana hapishanede işkence edilirse ona da karşı çıkarım.

  • uzman çavuşların darbeci komutanları tokatlaması

    işte bu yüzden sizinle tartışmak hiçbir yere varmıyor, üsttekinin yazdığı şeye bak.

    ben de askeri gelenekten bahsedebilirim ki büyüme çağımdaki 6 seneyi o geleneğin içinde geçirdim ama başka bir şeyden bahsedeceğim. cezayı vermek oradaki uzmana (ya da her kimse ona) mı kalmış?

    normal bir hukuk devletinde bu işler böyle olmaz. bir suç varsa ya da işte bir suç işlendiği düşünülüyorsa alırsın bu insanları adil biçimde yargılarsın. köyünden dışarıya ilk kez 3 sene önce çıkmış olan üç beş şuursuza işi bırakmazsın.

    ha bu ülke böyle işte, halk da bunu destekliyor problem tam olarak bu. videoyu izleyip "oh, iyi olmuş" diyen insanların sayısı, demeyenlerden daha fazla. o nedenle bu şekilde yönetiliyor bu ülke.

    ayrıca birisi şu uzmanlık işini kaldırsın ya. yıllarca ordudaki birçok insanla muhatap oldum, uzmanlar kadar vasıfsız, cahil insanlar görmedim. elbette aralarında kendisini geliştirmiş çok insan var ve onları bir kenara ayırıyorum ancak bunların çoğu cahil oldukları için ellerine en ufak bir güç kırıntısı geçirdikleri anda bu hale geliyorlar işte.

    hayır geri zekalı iki adım ötesini de düşünemiyor bak. hadi o tokat attığın adam suçsuz bulunsa, yarın göreve geri dönse ne olacak? sana rahat verecek mi bir düşün bakalım? o olmasa devreleri rahat vermez sana, illa ki senin birliğinden bir tanıdığı çıkar. normalde bunu düşünmemen lazım tabii ama çomar dediğin sadece böyle şeyleri düşünür, biraz da o açıdan bakayım dedim.

    ek: daha askerlik yapmamış olanlar gelip burada askerlik ahkamı kesmesin bana. yıllar sonra yazdığınız şeylere bakıp üzülecek, "ben ne kadar salakmışım" diyeceksiniz. yapmayın. üstelik yazdığım şey askerlikle alakalı değil, hukukla alakalı bir şey.

  • 23 mayıs 2017 manchester arena'da patlama

    oğlum siz geri zekalı mısınız? biberonunuza süt yerine kurşun mu koydular bebekken?

    adam gelmiş twitter'dan ingilizce tweet kopyalıyor buraya. ben zaten o içeriğe erişebiliyor/anlayabiliyorum. üstelik üç beş salak tweetten daha iyi (sağlıklı, güvenilir) bilgilere de erişebilirim. buna erişemeyen/anlayamayan adam ingilizce bilmediği için erişemiyordur, e o da götüne mi sokacak bunları?

    şu yaşıma kadar türlü türlü insan gördüm ama buradaki tipler gibisini hiç görmedim. bak mesela birisi de amerikan pasaportu başlığına "sahip olduğum pasaport" yazmış. gerçek bir bilgi kaynağı ya bu sözlük, her geçen gün üstüne koyuyor.

    afiyet olsun kanzuk, dürümün bol olsun sayın abim.

  • portakal yazılım

    10 senedir sektörde olup, bir adım ileri gidememenin kitabını yazmışlar. ben bulduğum saçmalıkları aşağıya listeliyorum, portakalcı abiler dava açmak isterse buyursun açsın.

    - domain name servers:
    ns1.cicihost.com
    ns2.cicihost.com

    + cicihost? wtf?

    - http://www.portakalyazilim.com.tr/tr/wp-admin
    + sen 10 senedir sektördesin, kendi web siteni wordpress ile yapmana da laf eden olur ama ben ona bir şey demiyorum gayet makul. hızlı bir çözüm varsa onu kullanırsın. ancak en azından admin giriş adresini değiştirmeliydiniz. 10 yıllık tecrübe bunu gerektirir.

    - http://www.portakalyazilim.com.tr/…o-bilgi-sistemi/
    + yukarıda bir yazar daha bahsetmiş, sitede farklı bir dil desteği yok. sırf varmış gibi görünsün diye araya tr sıkıştırıp çakallık yapmalar falan.

    - http://www.portakalyazilim.com.tr/…o-bilgi-sistemi/
    + 10 yıllık deneyiminize güvenip size iş versem, kullanıcılarım sitemde olmayan bir sayfaya erişmek istese bu şekilde (direkt web server'ın default 404 sayfası) bir sayfa ile mi karşılaşacaklar? bence şık olmaz.

    - http://www.portakalyazilim.com.tr/…atis-sozlesmesi/
    + yukarıdaki linkte bir mesafeli satış sözleşmesi var, bunu eğer avukatınıza (!) hazırlattıysanız bence kendisiyle görüşün. görüşecek bir avukatınız yoksa da edinmenizi öneririm zira sözlükteki insanları dava açmakla tehdit etmişsiniz. şöyle ufak bir arama yapınca kelimesi kelimesine aynı sözleşmeyi bir sürü işletmenin kullandığını görüyorum. tabii ki sizin 10 yıllık deneyiminiz olduğu için orijinali sizdedir diye düşündüm.

    şunları bulmak 4 dakikamı aldı. bence fazla uzatmadan gidin, şansınızı başka sektörlerde deneyin.

  • nevşin mengü'yü tavlayabilecek adam

    malum sorunun cevabı evet fakat o sorunun cevabı birçok kişi için evet olacak, o nedenle bu konuyu değerlendirme dışı bırakıp kısaca duruma bakalım; nevşin'i gerçekten istiyor muyuz?

    ana başlıklar halinde topluyorum, bu akşam bütün işi gücü bırakıp buna odaklanıyorum. öyle bir söyledim ki sanki tüm dünya benim sayemde dönüyor gibi oldu, brooklyn nine-nine izlemeyi 5 dakikalığına bırakıyorum diyelim.

    iş durumu:

    muhtemelen kendisi 15,000 tl civarı bir aylık gelire sahiptir, bu nedenle kenarda fazla parası olduğunu sanmıyorum. dur hemen, parasını yemeye çalışmıyoruz burada. yaptığı iş çok riskli, yarın kanala bir telefon gelir, işsiz kalır. üstelik o telefon geldikten sonra iş bulması da zor olacaktır. bu durumda kenardaki parası da çabucak biteceği için depresyona girer. kim depresyondaki bir kadınla beraber olmak ister?

    tehlikeli yaşam:

    bildiğiniz gibi kendisi atarlı giderli bir insan. diyelim kızı tavladınız, akşam bir yerlere gidiyorsunuz ve yolunuz fatih'e düştü. neden bilmiyorum ama düştü işte bunu fazla sorgulamayın. üç tane şeriatçı tip yolunuzu kesip "sen nasıl reise atar gider yaparsın?" dedi. ne yapacaksın? daha yeni tanıştığın kız için götüne bıçak mı yiyeceksin? şahsen ben yemem, "beyefendiler sizi anlıyorum ama bu benim meselem değil. ben uzaklaşıyorum, siz halledin kendi aranızda" der giderim. böyle karaktersizim. hadi orada kalıp dövüştük diyelim, bu sefer de "lan sen neden adam gibi dövüşmüyorsun" diyip bize girişme ihtimali var, ben bu riski alamam. sonuç olarak kim bu durumu yaşamak ister ki?

    gergin duruş:

    yukarıda kendisinin atarlı giderli olduğundan bahsetmiştik. işler ilerledi diyelim, beraber yaşamaya başladınız. bir gün canınız havuç suyu istedi, aldınız havuçları attınız katı meyve sıkacağına. tam havuç suyunuzu yudumlarken kapı çaldı ve makineyi temizlemeyi unuttunuz. nevşin de eve gelip bunu gördü. ne yapar? ben söyleyeyim; ananızı siker arkadaşlar. o katı meyve sıkacağını götünüze sokar. üstüne sizi yerde tekmeler ve suratınıza tükürür.

    oturuş:

    bir şekilde yukarıdaki evreleri atlattığınızı varsayıyorum, işler iyice ciddiye bindi ve her ne kadar saçma gelse de kızı istemeye gittiniz. evet şu an "yeaa biz moderniz" dediğinizi duyar gibiyim ama ben zamanında arka arkaya duşa giren anamla babamı görüp, elimi babamın omzuna attıktan sonra "ehehe, iyisin hadi" demiş biri olarak modernin şahı değil şahbazıyımdır, buna rağmen kız istenecekse isterim, bundan gocunmam. gittiniz nevşin'i isteyeceksiniz, bu size kahve ikram eder mi? eder mi arkadaşlar bana bunun cevabını verin, "kalk al işte orda kahve mına kodumun evladı" der gibi bakarken okeye dönen dayı oturuşunu yapar.

    bu bilgilerin ışığında tekrar düşünecek olursak, nevşin sizin aradığınız insan değil. benim aradığım insan da değil. lütfen bu sevdadan vazgeçin artık.

  • ateistlerin yaptığı katliamlar

    burada tartışılması gereken şey ateistlerin yaptığı katliamlar değil, "ateistlerin ateizm için yaptığı katliamlar" olmalı. cevap veriyorum; 0. ben bugüne kadar "hiçbir şey adınaaaaa" diye bağırıp kafa kesen birini görmedim.

    ateist bir insan elbette birini öldürebilir ancak bu ateizmi kötü yapmaz. aynı şekilde dindar bir insan başka birini öldürürse, bu da dini kötü yapmaz. ancak bir insan eline bıçağı alıp "allah adına" diyor, sonra da kafa kesiyorsa işte bu dini kötü yapar.

    bakın bu tür şeylerde kendinizi ateistlerle yarıştırmayın, çünkü kaybedersiniz. bugüne kadar gerçekleşmiş tüm katliamların 2 ana sebebi vardır, din ve devlet. üstteki yazarın verdiği linkler de devlet kısmıyla alakalı.

    hayır daha neyi kanıtlamaya çalışıyorsunuz anlamıyorum. her gün dindarların işlettiği yerlerde tecavüz, pedofili vakaları görülüyor, tamamen yozlaşmış durumdalar. gelmiş buraya "stalin de şöyle yaptı" diyor. yukarıda bunun ateizmle alakalı olmadığını açıkladım ama dindarlarda genel olarak bir okuduğunu anlama sorunu olduğu için anlayacağınız dilde -ve elbette hatalı bir şekilde- ifade edeyim; "onlar gerçek ateist değiller tamam mıaaaaa :(((".

    (bkz: no true scotsman)

    "hiçbir şey adınaaaaa" esprisini jim jefferies'ten çaldım evet.

  • aylık 10bin tl verseler rte dövmesi yaptırır mısın

    tutarı yetersiz bulduğum için kabul etmem.

    ben her hafta halı sahadan dönerken "kaç paraya bekir bozdağ ile yiyişirsin?" gibi konuları tartışan bir grupla beraber 35 dakika yürüyorum, daha zorlarıyla gelin lütfen.

    tanımayanlar için bonus.

  • iphone 7 sahiplerinin meslek ve gelir durumları

    burada bir eleştiri mi var, yoksa öylesine açılmış bir başlık mı bilemiyorum ama eleştiri varsa benim de cevabım var. iphone kullanmıyorum bu arada.

    insanlarda genel olarak "senin kazandığın para ne ki bu telefonu/bilgisayarı/televizyonu/x'i alıyorsun" gibi bir fikir var. neden? çünkü biz her şeye karışma hakkını kendimizde gören insanlarız.

    bu insan bu cihazı aldıktan sonra ödemeleri yapmakta zorlanabilir mi? elbette. aynı işi gören başka bir cihazı, bunun belki de 1/10 fiyatına alabilir mi? tabii ki alabilir. insanımız bu cihazı almak zorunda mıdır? değildir, en azından almazsa ölmez. buna biz karar verebilir miyiz? hayır.

    alır, kullanır, parçalar, borçlanır, ödemekte zorlanır ya da zorlanmaz, bu tamamen kendi problemidir. buradaki insanlarda her şeye karışmak gibi bir huy var. onu neden aldın, bunu neden yaptın, ay sen daha evlenmiyor musun, niye oraya gittin... size ne amına koyayım ya, size ne oğlum kendi hayatınıza baksanıza. bak ne güzel sakin sakin anlatıyordum dayanamadım en sonunda. herif telefonu alıp parasını sana mı ödetiyor? ister limon satar, ister holding sahibidir ya da ne bileyim işsiz veya öğrenci de olabilir. neden bu koduğumun ülkesinde herkes her sikime karışma hakkını kendinde görüyor lan?