Değerli ziyaretçilerimiz,

Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.

Sozlock Ekibi

Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. 20 yıldır ölü halde teknesiyle dünyayı gezen adam

    tekne de 40 metre değil 40 feet'tir. o da yaklaşık 12 metre eder.
    kuru yük gemisi mi lan bu.

  • 2. 2016 turizm krizi

    "2016 turizmci krizi" olmalıydı bu, zira turiste kriz yok.

    schengen alabilenler için konuşuyorum: sabiha'dan budapeşte'ye 15-20 euroya uçuşlar var wizzair ile. hem de öyle aylar öncesinden planlamaya gerek yok, 2 hafta öncesi yetiyor. normal boyutta bir sırt çantasını kapın gidin. oranın keyfini çıkardıktan sonra hem wizzair, hem ryanair, hem easyjet ile avrupanın her yerine çok ucuza geçersiniz. hepsi direkt uçuşlar.

    hele öyle 4 kişilik bir grupsanız, ohh, airbnb ile kalacak yer ayarlar, güney ispanya veya italyaya gidip kiralık arabayla gezip tozarsınız. bir ara 10 euroluk uçuşlar yüzünden aynı gün içinde kahvaltıyı barcelonada etmiş, öğlen şarabımı portoda, gece çorbamı da marakeşin meydanında içmiştim. 20 sene önce bunu anca zenginler yapardı, şimdi istanbulda rakı balık yapsan daha pahalı.

    boşverin kemer'de otele gidip manda gibi yatmayı, avrupa'da gezin tozun, bangkoka veya kuala lumpura 300-400 dolarlık gidiş dönüşlerden alın. ya da bizim güneydeki ufak işletmelere, bağ bahçe içindeki aile pansiyonlarına gidip onlara destek olun.

    türkiye'de de, dünyada da güzel ve ucuz yer çok, o yüzden turiste kriz yok.

  • 3. 1 mart 2016 yılmaz özdil köşe yazısı

    yiğit kardeşim, bordo bereli piyade üsteğmen enes demir'i anlatmıştır. töreninden dönerken, 70 milyonun trabzonspor'a verilen 4 kırmızı kartı konuşuyor oluşuna içerlemiştim. isteriz ki güleryüzlü enes'in kim olduğu çok daha fazla kişi tarafından bilinsin. yazının hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ederiz. keşke şu yazının yazılmasına hiç gerek olmasaydı.

    --- spoiler ---
    ...
    ıhlara vadisinin kenarında, başı dumanlı hasan dağının kıyısında, aksaray’da dünyaya geldi, 1988 yılında, güzelyurt kasabasında.

    *

    1924’teki mübadele sırasında bugünkü makedonya topraklarından göçen türkler yerleştirilmişti oralara... o nedenle sarışındır hep güzelyurt’un insanı, tıpkı mustafa kemal gibi... enes de öyleydi.

    *

    kendini bildi bileli subay olmak istiyordu. sınava girdi, kazandı, ışıklar askeri lisesi’nin yolunu tuttu. ailesine çok düşkündü. çocuk yaşta hasret zordu ama, hayalini gerçekleştirdiği için çok mutluydu. 2007’de diplomasını alırken, mezuniyet yıllığına şunları yazdı:

    *

    “beni yetiştiren ve bu kutsal yuvaya yollayan biricik anneme ve babama, mülakat sınavından önceki gece yüzüm yara olmasın diye gece boyunca başımda sinek avlayan dedeme, her türlü desteğini benden esirgemeyen anneanneme, yengelerime, dayılarıma, kardeşime ve yeğenlerime sonsuz şükran ve minnet duygularımı belirtmek istiyorum. sizler çölde bulduğum çiçeklersiniz, bu çiçeklerin yaşaması için gerekirse kanımla sularım.”

    *

    19 yaşındaki delikanlının yüreği buydu. sevdikleri için canını ortaya koymaktan çekinmeyen bir karakterdi.

    *

    harp okulu’na devam etti, üst seviyede başarıyla mezun oldu.

    *

    hayata gülümseyerek bakardı. herhangi bir zaman, herhangi bir konuda dargın, kırgın, üzgün veya umutsuz olduğunu hatırlayan yok. sadece gözleri değil, sesi bile gülümserdi, daima neşeliydi.

    *

    rock müzik severdi. metallica’nın duman’ın hayranıydı. ama, neşet ertaş’ın zeki müren’in ve zülfü livaneli’nin yeri ayrıydı, rakının dibine vururlarken, kadeh kaldırırlarken illa onları dinlerdi.

    *

    triatloncuydu. üç branşın birarada yapıldığı, 1.5 kilometre yüzülen, 40 kilometre bisiklete binilen, 10 kilometre koşulan, mukavemet sporu... yorulmak bilmezdi. komando kurslarının dayanılmaz eğitimlerinde soluk alma güçlüğü yaşanırken, karda-yağmurda herkesin burnundan kan gelirken, bizimki şarkı söylerdi.

    *

    elit birliğe seçildi, bordo bereli oldu. yurtdışına kursa gitti. elbette nerelerde görev yaptığını yazamam ama, kıbrıs’ta kuzey ırak’ta bulundu.

    *

    kıbrıs’tayken eljanna’yla tanıştı. hollandalıydı. iki kız arkadaş tatile gelmişlerdi. hani ilk görüşte aşk derler ya... bizimki öyle oldu, adeta çarpıldı. arkadaşlarına heyecanla anlatırken “sarı saçları çölden, mavi gözleri denizlerden çalıntı” diye tarif ediyordu. gel gör ki, eljanna’nın pek niyeti yoktu. malum, türk erkeklerinin tatil çapkınlıkları pek meşhurdu, enes’in ilgisini de öyle zannetti, yüz vermedi, ülkesine döndü. bizimki peşini bırakmadı. allem etti kallem etti, mektup yazdı, internetten yazdı, telefon etti, sevimli sevimli fotoğraflarından gönderdi, çiçek gönderdi, şiir miir, bağladı... atladı hollanda’ya gitti. eljanna türkiye’ye geldi. üç yıl böyle sürdü. aşkları iyice alevlendi, ayrı yaşamaları artık mümkün değildi, evlilik kararı aldılar. eljanna memleketini bıraktı, türkiye’ye, enes’in en sevdiği şehire, izmir’e yerleşti. enes bu taşınma sırasında güneydoğuda görevdeydi, gelemedi. ankara’da yaşayan anne-babası izmir’e geldi, müstakbel gelinlerinin taşınmasına, evi temizlemesine, eşyalarını yerleştirmesine yardımcı oldular. düğün için, bu yaza niyet vardı.

    *

    ve... açılım ihanetinin kaçınılmaz neticesi olarak, şehir savaşı başladı. enes, cizre’deydi. teröristlerin sözde karargahına 20 metre mesafede bir binaya konuşlanmışlardı. aniden, hedef binadan “bixi” tabir edilen makineli tüfek kusmaya başladı. enes’in bulunduğu odanın duvarları delik deşik oldu, tesadüfen vurulmadı. gereken cevap verilip, hedef yokedildikten sonra, çıktı geldi arkadaşlarının yanına, sigara yaktı, her zaman olduğu gibi gülümsüyordu. “dokuz candan sekizi gitti, tek canla counter strike oynuyorum” dedi.

    *

    counter strike, teröristlerle mücadele edilen bilgisayar oyununun ismiydi. henüz bir dakika önce ölümden dönmüştü ama, hâlâ espri yapıyor, can pazarını bilgisayar oyununa benzetiyordu. korku denilen kavram, bu kahramanın yaradılışında yoktu.

    *

    mermi yememişti ama, yüzüne, sol elmacık kemiğinin üzerine cam parçası saplanmıştı, gözü kılpayı kurtulmuştu. bu çatışma nedeniyle “yara beratı, gazilik listesi” hazırlandı. listede enes de vardı. duyar duymaz koştu komutanlarının yanına, ismini listeden sildirdi. “asla kabul edemem, bu sıyrık için gazilerimizin suratına nasıl bakarım” dedi. hakkı olan yaralanma iznini bile reddetti.

    *

    cizre temizlendi.
    sur’a geçti.

    *

    altı katlı bir binada keskin nişancı iki terörist vardı. binanın konumu çok önemliydi. dört sokağın kesiştiği köşe başındaydı, o bina alınmadan, o sokaklara girilemiyor, komşu binalara müdahale edilemiyordu. tank atışı yapıldı. iki terörist öldürüldü. bina ağır hasar almıştı. ancak... o dört sokakta pozisyon alan teröristleri hareketsiz bırakabilmek için, o binaya mutlaka girmek, o binayı mutlaka elde tutmak gerekiyordu.

    *

    enes’in başında bulunduğu tim, arka tarafına açılan delikten binaya girdi. 12 kişiydiler. katlara dağılmaya başladılar.

    *

    o sırada... çaprazdaki binadan roket fırlatıldı. kolonlardan birine denk geldi. tank atışıyla ayakta durmaya mecali kalmayan bina, kulakları sağır eden bir çatırtıyla çöktü. mahalleyi toz bulutu kapladı.

    *

    enes üsteğmen ve 11 bordo bereli astsubayımız, enkaz altında kaldı. dokuzu kendi imkanlarıyla çıkmayı başardı. iki astsubayımız şehit olmuştu. maalesef yazarken bile çaresizliği iliklerime kadar hissediyorum... sol kolu beton blokların arasına sıkışan enes kendinde değildi, ağır yaralıydı ama, nabzı atıyordu. yaşıyordu.

    *

    ne sağ kurtulan astsubaylarımız oradan çıkabildi, ne de enes çıkarılabildi. çünkü, binayı indiren roketin hemen peşinden, yoğun ateş açılmıştı. binanın hakim olduğu dört sokaktan, mermi yağıyordu. kafayı çıkarabilmek mümkün değildi. zaten binaya yaklaşmak da yeterli değildi. enes’i oradan alabilmek için, vinç gerekiyordu.

    *

    tıbbi yardım bile mümkün değildi. afad ekipleri, canlarını hiçe sayıp öne atıldılar ama, nafile... hareket eden her şeye saldırılıyordu. hava karardı, defalarca denendi, olmadı, belli ki teröristlerin gece görüş dürbünleri vardı, zifiri karanlıkta bile ateş kesilmedi.

    *

    üç gün sürdü!

    *

    bana göre, filmi çekilmesi gereken üç gündür.

    *

    o daracık köşebaşında üç gün çatışıldı. enes’i kurtarabilmek için, dört şehit daha verdik orada, iki özel harekat polisi, bir uzman çavuş, bir uzman onbaşı... nihayet mahalle temizlendi.

    *

    maalesef...
    enes için çok geçti.

    *

    dedim ya, kolu sıkışmıştı. her taraftan ateş edilen o labirent gibi sokaklardan vinç getirilmesi, hiç kolay olmadı. mahallenin temizlenmesine rağmen, şehitlerimiz bir gece daha orada kaldı.

    *

    bir bina, dört gün, yedi şehit... yılışık televizyonlarımızın ruhsuz ana haber bültenlerinde, lütfedilip, 30 saniye filan yerverildi.

    *

    enes’in naaşını diyarbakır’da üç kişi yıkadı. imam, dayısı ve bordo bereli devre arkadaşı üsteğmen.

    *

    devre arkadaşı, enes’in kulağına eğildi, “seninle beraber okuduk, beraber eğitim aldık, omuz omuza görev yaptık, ömrümün sonuna kadar hep yanımda olacaksın kardeşim” dedi, sonra da sırasıyla, alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. yıkadılar... abdestini aldırdılar. enes her zamanki gibi gülümsüyordu. her zamanki gibi huzurlu, her zamanki gibi muzip muzip bakıyordu sanki... kuruladılar bedenini... yüzünü sildiler. gözünden yaş geldi. bir daha kuruladılar, gene yaş geldi, bir daha kuruladılar, gene... devre arkadaşı darmadağın oldu, kendini daha fazla tutamadı, onun da gözyaşları boşaldı. imam, hıçkırarak ağlayan üsteğmenin omzuna elini koydu, merak etme dedi, gözü arkada kaldı sanma sakın, cennetlik alametidir bu, için rahat olsun, bırak gözündeki yaş kalsın, arkadaşınız size cennetin kapısını araladı... bitirdiler yıkamayı... devre arkadaşı tekrar eğildi enes’in kulağına, bekle bizi kardeşim dedi, tekrar sırasıyla alnından, ellerinden, ayaklarından öptü. kucakladı. tabuta yerleştirdi.

    enes’i son görev için ankara’ya getirdiler.
    kocatepe camisi’ne.

    *

    her şehit cenazesinde yaşanan protokol kepazeliği, enes’in cenazesinde de yaşandı.

    *

    ahmet kiziroğlu geldi, 500 tane korumayla... çünkü malum, enes gibilerini cizre’ye silopi’ye sur’a gönderen ahmet kiziroğlu gibiler, 500 tane koruma olmadan camiye bile gidemiyordu. asrın liderimiz zahmet edip gelmedi, gelseydi, 500 kesmez, 1500 korumayla gelirdi. bakanlar, parti genel başkanları, milletvekilleri geldi, 500’er korumalarıyla, şoförleriyle, yalaka danışmanlarıyla... hepsinin çocuğu ya asker kaçağı, ya bedelli... kameralara poz verdiler, üzülüyormuş gibi yaptılar.

    *

    enes’in halası avluya giremedi iyi mi... hem yer kalmamıştı, hem de caminin etrafı binlerce polis tarafından sarılmıştı, kadıncağızı ittirip kaktırdılar, avluya sokmadılar. neyse ki, enes’in devre arkadaşlarının haberi oldu, boğuşa boğuşa halayı avluya getirebildiler.

    *

    daha hazini... kocatepe camisinde enes’ten başka iki cenaze daha vardı. biri, çöken binada şehit olan astsubaylarımızdan doğukan tazegül’dü. diğeri ise, ankaralı bir vatandaşımızdı. ne oldu biliyor musunuz? o rahmetli vatandaşımızın ailesi, avluya giremedi! babalarının tabutu başında cenaze namazını kılamadılar! ağlaya ağlaya, dışarda, sokakta cenaze namazı kıldılar. siyasiler gittikten sonra, avlu boşaldıktan sonra girip, babalarının tabutunu omuzlayabildiler. gazeteciler de siyasilerle birlikte gittiği için, bu ailenin dramına sadece enes’in devre arkadaşları şahit olabildi.

    *

    27 yıllık kısacık ömrüne, destansı kahramanlıklar ve ölümsüz bir aşk sığdırmayı başaran enes... cebeci mezarlığına getirildi.

    *

    babacığı dik durmaya gayret ediyordu ama, yüreğinin yangını sesine yansıyordu, “sarı saçlı yiğidim, sarı sakallı yiğidim” diye haykırıyordu.

    *

    o yiğide toprak atılırken... duyguları tıpkı o çöken binanın enkazı gibi yerlebir olmuş bir genç kız, eljanna... uğruna memleketini terkettiği adamın ardından gözyaşlarıyla mırıldanıyordu.

    *

    “bu bir veda değil sevgilim, bu bir teşekkür... hayatıma girdiğin için, beni mutlu ettiğin için, teşekkür... beni sevdiğin için ve sevgimi kabul ettiğin için, teşekkür... sonsuza dek saklayacağım hatıralarımız için, teşekkür... şu an, çok iyi bir yerde olduğundan eminim. tanrı seninle, biliyorum. meleğim ol, daima yanımda kal ve beni koru... ölüm kazanamayacak. aşkımız kazanacak. seni çok sevdim, seni çok seviyorum enes... bekle beni.”

    ...
    --- spoiler ---

    http://www.sozcu.com.tr/…home/detay?post_id=1115240

    not: yazı devre arkadaşlarının girişimiyle yazılmıştır. yılmaz özdil'in adının geçtiği her yerde parazit yapmayı görev biliyor olabilirsiniz, ama burada değil. bir kentin sokakların üsse çeviren şerefsiz teröristlerin, o kentin insanlarının barınma hakkını gaspediyor oluşuna 2 laf etmiyor olmanız mesela barışın önündeki büyük bir engeldir. yılmaz özdil'in, şerefli kardeşimizin anısını yadetmesi değil, sizin terör destekçiliğinizdir engel.

  • 4. kız arkadaşını whatsapp'tan taciz eden liseliler

    yeni nesilin aklının ne kadar boş olduğunu gösteren taciz eylemi.

    aynısı ablası ya da kardeşine olsa ülkü ocağından adam çağırıp namus meselesi diye öterler etrafta.

    korkutsun şunları biri bir daha yapamazlar zaten travma olur. yoksa ilerde ekşi sözlükte tecavüz başlıklarında başrolde bu piçleri görürüz.

  • 5. 8 milyon ateist haklı 4 milyar insan yanılıyor mu

    1 adam haklı tüm insanlık yanılıyor mu?

    (bkz: galileo galilei)

  • 6. aym başkanı'nın erdoğan'a verdiği hukuk ayarı

    3. havaalanını kıskanan aym başkanının verdiği ayardır.

  • 7. yağmur damlasının 800 km/sa hızla toprağa düşmesi

    iki ürkütücü gerçeği ortaya çıkarır

    1) bunları uyduran adamların varlığı
    2) bunlara inanan adamların varlığı

  • 8. bebek ziyaretine gelen misafire elini yıka demek

    benim bebeğim yok ama bu gözler neler gördü...

    uçuklu dudağı ile 4 aylık bebeği öpmeye çalışan mı
    evden gelip ayakkabısını çıkardığı gibi bebeğe elini uzatan mı

    bebek konusu kibarlık kaldırabilecek bir durum değil... anne & baba risk alma şansına da sahip değil illa ki içeri girer girmez uyarmak durumunda ki kontrolü dışında bir şey olmasın. ben alınırım gücenirim diyorsan bebekli eve gitmeyeceksin... bir yıl geçsin sonra gider rahat rahat seversin.

  • 9. gs'nin avrupa'dan 3+1 yıl men edilmesi

    ayrıca muslera'yı da otoparkta hortumla döveceklermiş.

  • 10. tuğrul türkeş'in rus sevgilisi

  • 11. mavi rimelli kiz

    hiç entry girmeyerek nasıl gelecek vaad ettiğini anlayamadığım çaylak. dalga mı geçiyorsunuz. hayır hobi olarak yine yürüyün ama alt yapı olsun.

  • 12. mhp'li kızla yemeğe çıkacaklara tavsiyeler

    akp'li gibi davranin... size hemen teslim olacaktir...

  • 13. leicester city'in endüstriyel futbolu bitirmesi

    endüstriyel futbolun sene sonunda 30-40 milyon yuroya mahrez-vardy ve kante'yi alarak çökerteceği teori.

    (bkz: maalesef)

  • 14. erdoğan için gana'da düzenlenen askeri tören

    yürürken içinden "amk zencileri" diye sövmüyorsa ben de bir şey bilmiyorum hahahah

    tanım: vasat altı bir askeri tören.

  • 15. eşi hastalandı diye terk etmek

    babama kanser teşhisi konduğunda, bağzı muhteşem (!?) arkadaşlarının anneme teklif ettiği. eşin ölümcül hastalığının olması, boşanmayı kolaylaştırıyor muymuş neymiş.

    babam öldükten yıllar sonra, annemin iki arkadaşıyla görüşmeyi neden aniden kestiğini merak edip sorduğumuzda öğrenmiştik biz de hayretler içinde.

  • 16. evde bira yapımı

    önce pilsen hazır kit satın aldım. bunun içinde temel olarak fermantasyon için termometreli büyük boy kova, büyük boy konserve içinde şurup, maya var, temizlik malzemeleri, doldurma çubuğu, kapak, kapak kapatıcı, karıştırma çubuğu gibi ıvır zıvırlar var.

    yanında gelen kitapçıkta ve de internette yaptığım araştırmalara göre bu işin birinci şartı temizlikmiş. eğer bir kir durumu olursa bakteriler ölüyormuş, ekşiyormuş, çok kötü oluyormuş.

    işe ömrümün temizliğini yaparak başladım. kullanacağım malzemeleri önce pbw denilen madde ile temizledim ve iyice duruladım. sonra da starsan isimli arındırıcıyla arındırdım. starsanda sonra kalan köpüğün bir zararı olmadığı söyleniyor. ellemeyin, durulamayın diyor. tamam dedim.

    kitapçıkta yazdığı sırada malzemeleri karıştırdım, hava kilidini taktım ve kapağını kapattım. ben pilsner kiti aldığım için kovadaki bakterilerin içindeki şurubu ve şekeri yiyip alkol işemesi için gereken optimum sıcaklık 16-24 diyorlar. şansıma havaların soğuk olmasından ve kovayı koyduğum noktanın da evin pek sıcak bir yeri olmamasından ilk sabah bir hareket yoktu.

    üzüldüm içeride bir odaya koydum. peteğin yanına, halının üstüne. akşam işten geldiğimde içeriden gelen fokurdama sesi bir mini zafer hissiyatı yaşattı. kovanın üzerindeki termometreye bakınca 23 derece olduğunu gördüm. bu fokurdama yakaşık 5 gün sürdü. daha sonra da azalarak bitti.

    kitin yanındaki kitapçıkta kovanın içinde 2 hafta bekletin diyor. kitin yabancı üreticisinin sitesinde 3 hafta diyor. biracıların forumlarında da "4 hafta bekletirseniz daha iyi" diyorlar.

    "en bariz 5 özelliğini say vecna" deseler sabırsızlığım bu listede kesin kendisine yer bulabilecekken kendime bir güzellik yaptım ve 4 hafta bekledim.

    buraya kadar iyiydi şimdi geldik en pis yere.

    şişe.

    23 litre bira var. 50'lik şişelerden 46 tane lazım. etraftaki büfelere araştırma turuna çıktım. hepsi de depozitolu şişeleri fabrikaya değil bana satmaya razı oldu. normalde 20 kuruşken 25 kuruşa vermek isteyen büfeciyi de kara listeme ekledim. lan 46 şişede 5 kuruş kâr, 2 lira 30 kuruş yapıyor. onu mu düşündün, onu mu planladın da 25 kuruş dedin. özellikle kıl oldum herife.

    bir de bu konuda temizlik önemli dedim ya. 46 tane içine tükürülmüş, izmarit atılmış, belki işenmiş şişeyi nasıl temizleyecem. büyük kova bulayım sıcak su, çamaşır suyu içinde bekleteyim dedim. 46 şişeyi alacak kovanın boyutunu kafamda oluşturdum "öeaah" dedim. kitin yanında sex oyuncağı gibi tüylü çubuk geliyor şişe temizlemek için ama uğraşılmaz aga valla uğraşılmaz. şişelerin etiketleri falan geçtim zaten.

    tam "ne yapmalı? ne etmeli?" derken kiti aldığım sitede şişe de satıldığını gördüm. plastik mlastik ama olsun. skol isimli birayla zaten zamanında çok sevişmişliğimiz vardır `(bkz: skol) bundan mütevellit yadırgamadım plastik şişeyi.

    siparişi verdim 1-2 gün içinde onlar da geldi. bu şişeler ve kapaklar tekrar tekrar kullanılabilir. kapakların 5-6 turda bir yenilenmesini öneriyorlar ama şişeler evladiyelik. bu iş için üretildikleri için temizler ama ne olur olmaz diye şişelemeden önce ben yine de bir tur starsan ile arındırdım.

    fermante kovasını aldım. mutfak tezgahına koydum. musluğunun ucuna aktarma çubuğunu taktım. şişeleri zaten arındırıp bekletiyordum. her şey tamam. nah tamam. şeker yok lan evde. şişelemeden önce az miktarda şekeri şişeye koyuyoruz ki içinde kalan bakteri kardeşler şekeri görünce bir tur daha çalışıyor. biranın gazlanması sağlanıyor.

    saate baktım 11:30 olmuş. yok dedim bu saatte bulunmaz. şişelere baktım 48 tane şişe kuzu gibi yatıyor. bu şişeleri bir daha temizleyemem. fırladım çıktım dışarı. ileride büfe var. şansıma orada varmış.

    kitin yanında gelen şeker ölçeği ile hop şişeye atıyorum, aktarma çubuğunu şişenin içine sokup dibindeki kili açılana kadar bastırıyorum. lıkır lıkır dolduruyor. kapağını kapatıyorum. bu işlemi 46 kere yaptım. rutin denilen şey yapıma ters olduğundan şeker koyup doldurma işleminde düzeni oturtamadım. bir kaç kere "lan ben buna şeker atmış mıydım?" telaşı yaşadım. riske girmemek için tekrar attım.

    illa ki bir kaçına çift şeker attığım olmuştur. onların patlamasını bekliyorum. neden? çünkü breaking bad'de öyle görmüştüm. gürbüz, kel polis amcanın da garajında biralar patlıyordu ya. işin raconu o sandım.

    bir yandan şişeleyip bir yandan da çay bardağına koyduğum biradan berraklık, koku, tat testi yapıyorum. tadı, koku falan güzeldi. öyle güzeldi ki 47 şişe çıkmasın gereken biradan 44 şişe çıktı. hihihi. testimi bol yaptım, esirgemedim.

    bu tüm süreç bana acayip mutluluk verdi. kişisel bucket list'imde bir tick daha attım.

  • 17. cemaatçi kızla yemeğe çıkacaklara tavsiyeler

    ona aslında bölge abisi olduğunuzu, bizzat feto'yu pensilvanya'da birkaç defa ziyaret ettiğinizi, aslında abd'de basılmış bir kitabı türkçe'ye çevirip rahatça diploma aldığınızı, her gece teheccüde kalktığınızı, gerçekte solak olduğunuzu ama yemeği sağ elle yediğinizi, said nursi'nin risalelerini sözlüksüz okuyabildiğinizi, hepsini geçtim bu özelliklerinizin hiçbirinden bahsetmeyi sevmediğinizi söyleyin. hüngür hüngür ağlayacaktır.

  • 18. survivor 2016

    o değil de, bu nihal ilerde avukat falan olursa nasıl savunma yapacak çok merak ediyorum*

    -müvekkilimin toplumdaki itibarını zedelemek için tamamen delilsiz suçlamalar yapılarak iftira atılmaktadır !

    -paaardooooon ? sen müvekkilini çok "popi" bir yaşam formu falan sanıyosun gaaalllbaa

    -?????!!!!

    -hakim bey görüyosunuz, terbiyesizlik online..kih kih kih

  • 19. akp'li vekilin aym kaldırılmalıdır açıklaması

    ohaaaa diye tepki verdiğim hadisedir. oldu olacak devleti tümden ortadan kaldırın tüm kurumlara ak gençliği yerleştirin olsun bitsin, yuh yani artık!

  • 20. 29 şubat 2016 beşiktaş'a verilmeyen taç

    evet arkadaşlar, cüneyt hoca bir tacı es geçti ve şampiyonluk gitti.

    ağlayacaklarım bu kadar.

    lanet olsun fenerasyon.

  • 21. düzce belediye başkanının büyük dramı

    allah'tan belediye başkanı dedirtmiştir. mazallah bu zihniyet cumhurbaşkanı falan olsa kendine kaçak saray yaptırır.

  • 22. 625.000 tl'ye sahibinden akvaryum

    internette gördüğü her hatayı müthiş bir tespit zannedip sözlüğe aktaran aynalı sazanlara göre bir akvaryumdur. çocuk musunuz amına koyim ya, altıüstü adamın rakamlarla arası iyi değilmiş yanlış yazmış napalım sabaha kadar ilan sahibine sövüp taşak mı geçelim, napalım?

  • 23. 1 mart 2016 seyahat sağlığı merkezi anti-rezaleti

    doyurucu bir "rezalet"ten beklediğiniz her şeyin tam tersi burada (tamamen doğal, ironi içermez):

    uzun bir seyahat öncesi, hatun bir sabah omuzlarında beyaz beyaz bir şeylerle çıkageldi, kanatları yeni çıkmaya başlayan bir melek gibi. hemen mutant haşere merkezini aradım, dediler ki "kız arkadaşınızı sakince yere bırakın, mutant diye bir şey yok, bu çağrı merkezi de yok, hayal görüyorsunuz".

    aşı olmuş meğer iki kolundan da, onun pamuklarıymış. ben de aynı doktora gittim sosyal devlet illüzyonları içinde, baktım 30-40 euro istiyorlar aşı başına, bir araştırıp döneyim dedim.

    dönmedim tabii, çünkü şuna rastladım: http://www.seyahatsagligi.gov.tr/

    gideceğin ülkeyi seçiyorsun, olman gereken aşıları söylüyor. çok etkileyici değil ama sonra şu kısmına girdim: http://www.seyahatsagligi.gov.tr/…limerkezadresleri

    oturduğun ildeki merkezleri buluyor, arayıp randevu alıyor ve aşılarını bedavaya oluyorsun.

    bedava kısmını duyunca beklentilerim düştü, herhalde saatlerce sıra bekledikten sonra, eroinmanlardan gaspedilmiş ikinci el enjektörlerle aşı yapacaklardı. sonra tam olarak ne kadar önyargılı bir hıyar olduğumu ölçmek için atlayıp gittim.

    o ana kadar, çocukluğumdan beri aşı konusunu hiç düşünmemiştim. bayağı da bir yer gezdim, egzotik hastalıklara da yakalandım ama aşıyı sanki çocukken olunup bitirilen bir şeymiş gibi kabullenmiştim, o yüzden ne aşı karnem var, ne takvimlerini bilirim, öyle dımdızlak gittim.

    bir kere sıra yoktu. randevu nedir biliyorlar.

    ikincisi, tavuğum az pişmiş gelm...pardon, başka hikaye o. ikincisi bürokrasisi azdı: kısa bir form doldurdum ve nüfus cüzdanımı verdim.

    daha sonra bir doktor geldi ve resmen bir danışmanlık hizmeti verdi: hangi ülkede kaç gün kalacaksam ve ne işlerle uğraşacaksam, daha önceki aşılarıma da göre, en uygun takvim belirledi.

    bu da yetmezmiş gibi, mühendis kafasıyla sorduğum her soruyu cevapladılar, aşılar ve hastalıklar hakkıda uzun uzun eğitim verdiler. öfleyen pöfleyen yok, işin ortasında çay içmeye giden devlet memuru yok, sordukça şevke gelip anlatıyorlar.

    resmen huzursuz oldum bir devlet kurumu böyle işleyince. dedim herhalde bu bir tesadüf, belki tüm çalışanlar piyango kazandılar önceki gün, bana bu hali denk geldi.

    fakat her aşıyı tek seferde ve aynı anda yapamadıkları için (olası yan etkiler yüzündne), birkaç gün içinde toplamda 4 farklı sehayat sağlığı merkezi görmüş oldum. ve hepsinde durum aynıydı.

    hatta sonuncusunda, uçağımı kaçırmayayım diye hekim toplantısını iptal etti. bir öncekinde, alakasız bir yara için pansuman yapmam lazımdı, ona da yardım ettiler. öyle bir hale geldim ki, ortam koca memeli çıplak hemşirelerle dolsa ve brazzers videosuna dönse fazla şaşırmazdım, hizmette sınır yok.

    yanisi seyahat etmeseniz de gidin aşılarınızı olun, olmasanız da aşılar ve hastalıklar hakkında bilgi alın. bir kaç ufak not:

    -hepatit aşıları bunlarda yok. ama eczaneden alırsanız, burada yardımcı oluyorlar zamanları varsa.
    -çocuk felci aşısını (ağızdan damla) burada yapmıyorlar, sizi toplum sağlığı merkezlerine yönlendiriyorlar.
    -sarı humma için kesin bunlara gelmeniz lazım.

    edit: (bkz: hudut ve sahiller sağlık genel müdürlüğü) arkadaş buraya yazmış meğer. bu kuruma bağlı tüm merkezler.

  • 24. başkanlık.exe

  • 25. çocuklarla girilen komik diyaloglar

    3-5 yaş dönemi erkek çocuklarını bilen bilir, yaşıtları kız çocukları kırıta kırıta oturup yetişkinlerle tatlı tatlı sohbet ederken, kafaya kova geçirmiş halde bağırarak dana gibi koşturan ve duvara toslayarak duran bir çocuk formundan bahsediyoruz. benimki de bu güruhtan olduğundan "anne bu benim farem:( bu benim civcivim:(" diyerek bir şeylere şefkat beslemeye başlayınca dur dedim, amman bunu takdir edeyim.

    fare, civciv dediği şeyler çokluk minik çer çöp. her seferinde minicik bi yaprak parçası, tohum vb bir şeyi sahiplenip, kaşlar emrah, alt dudağı sarkıtarak hisli hisli "annee.. bu benim civciviiim" diyerek getirip avucuma koyuyor. kediyi kuyruğundan kavrayıp çekçek araba çeker gibi bir odadan diğerine götürdüğü, karıncanın böceğin bacaklarını ayıklamaya çalıştığı bir dönemde olduğundan ben de bu seyrek merhamet patlamalarını hiç bozmuyorum.

    bir gün kreşten geldi, servisten iner inmez kaşlar yine 120 derece açılanmış, alt dudak sarkık, "annee.... bu benim fareem" diyerek avucuma müthiş bir ihtimamla minicik tohumvari yeşil bir top bıraktı. "buna iyi bak enne tamam mı, sakın yere düşürme, tabağa koy uyusun farem tamam mı.... " normalde yarılacağım bu daniel day lewis tarzı teatral hisliliğe karşı yine güç bela otokontrolümü koruyup alt dudağımı sarkıtarak şefkate ortak oldum hemen:

    - ooooovvv:(((( ne kadar tatlı bi fare bu...
    - farem o benim enne, onu çay tabağına koy uyusun
    - oovvv kıyamam ben ona...
    - çok seviyorum ben onu:((
    - sevilmez mi ya, şu tatlılığa bak:(((( gözleri de sana benziyor:((
    - evet, benim farem o
    - öperim onu ben muuuuck... okulda mı buldun onu:(((
    - yok, burnumdan çıkardım:(((

    sen çocuk hislenmiş aman bunu paylaşayım diye şekilden şekle giredur, o sümüğünü top yapıp eline verir, iki saat de methiye düzdürür. kim kiminle dalga geçiyor belli değil...

  • 26. 29 şubat 2016 fenerbahçe'ye verilen faul

    (bkz: oooooo oooleeyyy)

  • 27. kısırlaştırmayı destekleyen hayvansever

    kısırlaştırılmamış tek bir dişi kedinin altı yıl içinde 120 bin hayvanın doğumuna sebep olacağını; şehir şartlarında bu kadar çok hayvanın yaşaması ve barınmasının mümkün olmadığını; her seferinde bir batında beş altı yavru dünyaya getiren kedilerin/köpeklerin o yavrularının çok büyük bir kısmının telef olduğunu, kısırlaştırmanın dişilerde meme, rahim ve yumurtalık kanseri, erkeklerde testis kanseri riskini neredeyse tamamen ortadan kaldıracağını, hayvanın ömrünü uzatacağını, kızıştığı için aklını kaçırmış hayvanın camdan atlama, kavga etme, yaralanma, ezilme gibi risklerini ortadan kaldıracağını bilen hayvanseverdir.

    doğum kontrol yöntemi kullanan hümanistten bir farkı yoktur.

    andaval andaval konuşmalar. yok doğasıymış, yok bilmem neymiş. sonra daha "önemli" makamlara geldiğinizde "tecavüze uğrayan doğursun devlet bakar" filan gibi yumurtalar da sizin götümsü ağızlarınızdan çıkıyor işte. doğasıdır, yazıktır diye doğmasını engellemediğimiz o yavrular ölüyor sayın amınakoduğum, araba altlarında kalmak, anne tekmelenip kovalandığı için bir bodrumda açlıktan ölmek, senin gibi yarım beyinlilerin yetiştirdiği ve hayvan nedir zerre fikri olmayan sevgisiz ve vitaminsiz çocukların elinde işkenceyle ölmek, torbaya konup çöpe atılmak gibi nice "doğasına aykırı" şeyle karşılaşmasın diye milyonlarca hayvan; birkaç tanesinin "doğasına" müdahale ediyoruz mecburen.

    doğası da doğası; duyan da druid'siniz sanacak. bir şeyleri böyle ezberden sallamadan önce az okuyun, araştırın. safdillik, cahillik ve daha da kötüsü gerizekalılık kadar tehlikeli bir şey yok şu dünyada.

    edit: bana da yumurtalıklarımı, rahmimi filan aldırmamı öğütleyen biri olmuş, sağ olsun. riskli durumlarda insanlarda da bu organların kanser ihtimaline karşı alındığını söylesin biriniz garibana, angelina jolie'nin memelerini aldırdığını filan da mı bilmiyor ki la, yazık!
    hayvanlarda kısırlaştırmanın temel sebebi tabi ki kanserden koruyarak hayvanın ömrünü uzatmak değil, kontrolsüz bir şekilde sayılarının artmasını ve yavruların telef olmasını önlemektir. kısırlaştırmanın bunun yanında sadece gelecek nesil için değil, kısırlaştırılan hayvan için de ikincil yararları olarak bu kanserden korunma mevzuu dile getirilmiştir. götümden uydurduğum bir şey değil, veteriner hekim de açıklar sana aynı şeyleri, azıcık arama yaparsan neden kısırlaştırma, kısırlaştırmanın yararları, zararları vs. diye, zaten göreceksin en az elli yerde bunun belirtildiğini.
    hayatında büyük ihtimalle bir tane sokak kedisini tedavi ettirmemiş, henüz 5 aylık ve minyon bir hayvan olduğu halde, "doğası" gereği hamile kalmış ve daha ilk yavrusunu doğururken; karnında doğuramadığı dört yavruyla birlikte kanamadan ölmüş bir kediyle bahçede, kömürlükte hiç karşılaşmamış; kedi/köpek sahiplendirmemiş ve doğal olarak "hangi birine yetişeyim" acısı çekmemiş insanların bu ilkel ve bilgisiz yaklaşımını anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum.
    bana yumurtalıklarımı aldırmayı önereceğine kendin ve/veya partnerin korunmayabilirsiniz mesela. hele hele hormonlu haplarla filan insanın doğasına müdahale edip, üremek ve genlerini aktarmak için kuduran insan bedenini baskılayamazsın kardeşim! doğamız bu bizim! kedileri köpekleri de her cinsel ilişkileri (çiftleşme demiyorum bak) öncesinde teeekkk tekk yakalayıp pipilerine birer minik prezervatif takalım olmadı. aslında sikinizde bile değil hayvanın doğası filan, çünkü gerçekten sokak hayvanlarının neler yaşadığından haberiniz bile yok. "imi hiyvinin dığısı bı, irimik inin di hikki, innilik/bibilik inin di hıkkı!" diye kısırlaştırmadığınız cins köpeğiniz kızıştığında salın sokağa; rahatlasın hayvan, gençliğini yaşasın, gelsin eve. ne kadar tatlısınız! ne kadar doğa ananın kucağı gibi bir gerizekalısınız! o köpekten hamile kalan dişinin yavruları ne olursa olsun. bir kıyıda gebersinler, zehirlensinler, size ne canımm! siz hayvanınızın doğasına müdahale edecek değilsiniz ya! hem nasıl olsa o hayvanlar araba altında kaldığında, anneleri öldüğünde vs. vs. onları tedavi ettirmek ve sahiplendirmek için içi yanacak, uykuları kaçacak enayiler bulunur.

    edit 2: ya bu arada şu konunun şehirde, ev ortamında yaşayan petler ve sokak hayvanları özelinde savunulduğu anlaşılıyor di mi ya! doğası da doğası filan deyince, acaba sumatra kaplanları kısırlaştırılsın, ormanda oraya buraya attırıp kokutuyorlar, yavrularını da kimse istemiyor valla, maymunlar yazı asmış apartmana, kedigil beslemek yasaktır diye" filan gibi şeyler yazıyoruz gibi mi anlaşılıyor ki?

  • 28. gülen cemaati mhp'yi ele geçirmek istiyor

    koltuğu tehdit altındaki herkesin başvurduğu saçmalık haline geldi bu paralel beyanatı. gelecek yerel seçimlerde, halihazırda muhtar olan adaylar da bu palavraya başvurursa şaşmayın.

  • 29. sohbet edememek

    30 yaşindan sonra karsilastigim vahim durum. asosyal de degilim aslinda ama cogu insanla sohbet akmiyor artik. eskiden gunlerce konusabilirdim. insanlari sevmiyor da degilim. sevsem de konuscak muhabbet kalmiyor 20-30 dakika sonra. cogu konu ve mesele konusmaya degmez geliyor bazen de.

    sorun sadece bende degil bence. insanlar genel anlamda yuzyuze sohbeti beceremez oldu bence.

    şuan mesela yanyana oturup hic konusmadan mutlu sekilde durabilecegim insani ariyorum.

  • 30. 29 şubat 2016 fenerbahçe beşiktaş maçı

    ilk yarıda halis'in katlettiği maç sonunda burada hakem hatalarını yazarken "hehehe ağlayın" "buton buton" "ne koyduk ama" diyerek birbirlerini debeye sokan adamlar şimdi özgürlük savaşçısı moduna girip "nerede temiz futbol" "fazla şerefliyiz" diye magazin başlığında bile ağlaşıyorlar.

    5 atıyordunuz? gomez cha cha buton?

  • 31. yaran facebook durum güncellemeleri

    adam nasıl bir gerizekalıysa leonardo dicaprio'nun oscarı türkiye saatiyle aldığını zannediyor!

  • 32. leonardo dicaprio'nun oscar ödülünü unutması

    oscar'ı ikinci kez başkasının elinden almak için bilerek yapmıştır.

    onca senenin acısı içinde kalmış garibin.

  • 33. kanzuk

    2016 yılında hala bu sözlükte takılmaya devam ettiğimiz için bence her yaptığı bize müstehak.

  • 34. fenerbahçe kadrosunu sayarken saçmalayan muhabir

    maça ilk 11 başlamışım haberim yok!

    tanım:

    süper bir muhabir...

  • 35. galatasaray'ın yeni teknik direktörü kim olmalı

    (bkz: ben)

    gerçekten ben. bakın size çok net söylüyorum. 95 yılından beri gelen premier league, cm ve fm tecrübemle uçururum. 95 diyorum bakın. bir çok teknik direktör daha bilmez o yılları.

  • 36. 1 kilo dambıl mı ağırdır 5 kilo dambıl mı

    cevap: 1 gr beyin.

  • 37. annenin kendi evladının kilosuyla dalga geçmesi

    2006 senesinde gerçekleşmiştir. anne televizyon karşısında zap yapmaktadır. aniden duraklar.

    a: enchanter, gel çabuk (ekranda sibel can)
    e: ne oldu? (ekrandaki sibel can leopr desenli elbisesinin içinde göbek atıyor. göbeği bağımsız hareket ediyor gibi)
    a: ekrana bak bakayım.
    e: ee?
    a: şimdi ben şu kadar yaşındayım, iki çocuk annesiyim, safra kesesi ameliyatı oldum, falan filan. son 30 yıldır aynı kilodayım.
    e: ee anne?
    a: söyle bakalım, hangimize daha çok benziyorsun?
    e: ?!?!?!
    a: boğazını tut biraz evladım. çok gençsin daha. aa...

    diyete girip 10 kilo verdim sonra evet. zalımsın hayat.

  • 38. esrar

    yukarda belirtildiği üzere kötüye kullanımının yani keyif verici olarak abuse edilmesinin ciddi ölçüde kötü etkileri olduğunu gözlemlediğim maddedir. uzun süredir her gün kullanan insanlarda aşağıdakilere şahit oldum:

    - hafıza ve dikkatte ciddi bir düşüş: 20 küsur senedir her gün kullanan bir tanıdığımda çok ciddi ölçüde hafıza kayıpları başladı. sohbeti sürdürürken, bir şey okurken dikkatini toplayamıyor. iki gün önce uzun uzun anlattığı, üzerine konuştuğumuz konuyu bak sana sır vericem diye yemin içirerek tekrar anlatmaya başlıyor. sık sık doğru sözcüğü bulamıyor. on dakikadan uzun dikkat isteyen bir şeyle uğraşıyorsa diyelim ki elindeki yirmi sayfalık bir yazıyı okuması gerekiyorsa en az üç kere ara veriyor, baştan alıyor. algısı, kavrama yetisi inanılmaz ölçüde düştü. bir nevi erken bunama yaşıyor. sosyal hayatta çalışması, dikkatini toplaması gereken durumlarda eğer içmesi mümkün değilse işlev gösteremiyor. çalışmak zorunda ise yoğun strese girip kolay sinirlendiğinden iş hayatında kayıplar yaşıyor

    -maddi yönden çöküşe sebep oluşu: hesap ettiğinde ayda 1500-2000 lira kadar bir harcamaya sebep olduğunu gördük. kazancına oranla korkunç bir miktar olmasına rağmen buna verdiği paraya acımıyor

    -sosyal çevrede tekinsiz kişilerin artışı: bildiğiniz üzere bu meret bakkalda markette satılmıyor dolayısıyla en eliti de olsa torbacı torbacıdır ve en az haftada bir kere bu tiplere ulaşmak, muhatap olmak durumunda kalmak ciddi bir risk içeriyor

    - yoksunluk sendromu: kimse bağımlılık yapmıyor demesin. başka bir arkadaşım 15 gün kadar içmediğinde çok yoğun gece terlemelerinden, huzursuzluktan, sinirden feleğini şaşırdı bizzat şahit oldum çektiği sıkıntıya

    - otlakçılar: sosyal çevrede tekinsiz kişilerin artışı başlığına da girebilirmiş bu aslında. ellerindeki stok bitince kahve içmeye gelen ne idüğü belirsiz insanlar peydah oluyor. bu insanlara bir gün bana da lazım olur düşüncesiyle hayır diyememe ve gerek maddi yönden binen ekstra yük, gerekse içilmesine mekan sağlamak türünden adli meseleler az buz problem değil

    -alkolle birlikte tüketiminde tam bir müptezel hayatının ben geliyorum demesi: hiç kimse bana kafasından bahsetmesin. çok eğlenceli olduğunu iddia eden tipler nadiren içenlerdir herhalde. çok merak edenlere de söyleyeyim, hani gençken ilk biranızı içtiğinizde ekikiki diye gülmüşsünüzdür kafa oldum ehehe moduna girmişsinizdir ya, ondan farklı değil. bir süre sonra bira ne kadar anlamsızlaşıyor ve dört beş taneden önce pek bir etkisini göremiyorsanız bu da öyle. eğlenicez heyoo gazıyla çok gülebilir ya da mal mal duvara bakabilirsiniz. ilk sarhoşluğunuzdan çok da farklı değil. bir iki üç beş, önünde sonunda bu da sıradanlaşacak ve o ilk seferki güya çok eğlenceli anıları yeniden yaşama umuduyla her fırsatta tekrar denemek isteyeceksiniz olan bu. gencinde yaşlısında yıllardır gördüğüm bu ve iyi bir gözlemciyimdir merak etmeyin.

    ha yeri gelmişken alkolle beraber düzenli olarak bunu kullanıyorsanız saatlerinizin, günlerinizin, yıllarınızın bomboş, dumanlı bir kafayla geçmesine hazırlıklı olun. kafa gerektiren bir işiniz varsa ilk başlarda hmm yaratıcılık diye düşünebilirsiniz ama bir süre sonra elinizdeki işe konsantre olamayacağınız, her akşamınızın bomboş, anılara gömülmüş halde geçeceğini söyleyebilirim

    - hijyen: bunu da aklıma gelmişken söyleyeyim. güya çok titiz, dışarda yediğine içtiğine çok dikkat eden insanların nereden geldiği, pis mi temiz elle mi poşetlendiği belirsiz, üstüne böcek ilacı mı sıkıyorlar hapşırıp öksürüyorlar mı bilmedikleri bir şeyi düşünmeden içmeleri de hep enteresan gelmiştir. hele annesinin bardağından su içmeyen bir arkadaşım vardı dört beş kişinin çevirdiği yani onun ağzından çıkıp senin ağzına giren sigarayı içerdi. ben çok titiz değilimdir buna rağmen baktığımda koca koca heriflerin birbirlerinin ağzından çıkan salyalı sigarayı içmeleri hep tuhafıma gider

    bu saydıklarım insanları korkutmak için değil. içene hiçbir zaman karışmam. benim bünyem zayıf, bir iki kere denedim bana iyi gelmedi. içildiği ortamlarda
    ikramları da hep geri çeviririm zira keyif almıyorum. tamam herkesin kendi hayatı. zaten benim verdiğim örnekler öyle arada bir takılanlarla ilgili değil. günlük bazda uzun yıllar kullanan insanların durumundan bahsediyorum. bu insanlar da arada bir takılarak başlamışlardı ama nasıl olduysa şimdi madden, manen ve fiziken çöküntü içindeler. o yüzden maddi imkanınız ve erişiminiz bu kadar sık kullanmaya müsaitse çok dikkatli olun. bağımlılık yapmıyor tatavasına güvenmeyin. fiziksel bir bağımlılık yoksa bile alışınca psikolojik bir bağımlılık yapıyor, içilmediğinde bir şeyler eksikmiş, eğlenemeyeceklermiş gibi bir tribe giriyor insanlar defalarca gördüm bunu. iş işten geçtikten sonra noluyo lan benim hayatıma diye kalakalmayın yani.

    ha ayrıca bazen kullanmayanlar kendilerini yetersiz hissedebiliyor. yedi sekiz kişinin takıldığı bir ortamda size uzatıldığında yok almayayım dediğim için acaba yeterince cool değil miyim sorgulaması yaptığım çok oldu. çünkü anasını sattığımın yerinde sanki herkes hippi bir ben sıkıcı memur tipmişim gibi geliyordu. ama şimdi içmemek ayrı bir havalı geliyor. deneyecekseniz bir şey demiyorum ama içmek istemiyorsanız, iyi gelmediğini biliyorsanız gönül rahatlığıyla kullanmıyorum siz takılın deyin kibarca, sohbete muhabbete devam edin. ayrıca işin ironik tarafı görece cool , bohem bir hayatı olan benim, genellikle içenler de sabah mesaili işlere gidecek olanlar oluyor. dolayısıyla soru işaretiniz olan bir şeyi içip içmemek sizi sosyal hayatta sıkıcı ya da eğlenceli yapmaz. ergen tribine girmeye lüzum yok.

  • 39. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    hasan ali yücel'in hatıralarını okurken öğrenilen bilgidir.

    yücel'in milli eğitim bakanı olduğu sıralarda bir dilbilimci onu ziyaret edip gün isimlerinin türkçe olmadığını bunları değiştirmek gerektiğini söylemiş.

    pazar, pazartesi, çarşamba, perşembe kelimelerinin farsça;

    cuma ve cumartesinin arapça;

    salının türkçe,

    olduğunu söylemiş ve bu durumu yüz kızartıcı bulduğunu ifade etmiş.
    bakan yücel' e teklif ettiği kelimeler ise şunlarmış;

    pazar - gezgün

    pazartesi - ongun

    salı - işgün

    çarşamba - güçgün

    perşembe - koşgün

    cuma - yorgun

    cumartesi - bitgün

    ne diyeyim iyi ki kabul edilmemiş.*

  • 40. enpara.com

    yine enpara'nın götünün kılları gelmiş. aktif olarak zaten kullanıyorsak hesabımızı, sayılanların hepsini de yaparmışız. siktir oradan.

    "aktif olarak" miktarı senin için önemli olmayan kadar tl, döviz ve altın alıp satıyoruz. cep telefonuna tl yüklemedim diye, encard ile alışveriş yapmadım diye ya da atm'den para çekme işlemi yapmadım diye ayın enparalısı olamayacak mıyım şimdi ben "bebişim" !

  • 41. ekşi itiraf

    dört yıl boyunca çalıştığım ilk şirketim yanlış muhasebeden dolayı bana kol gibi vergi borcu çıkardı. onlardan ayrıldım yeni bi şirkete girdim. üç ay sonra ise bu şirket batacaklarını belirtip beni işten çıkarmaları gerektiğini söyledi. daha sonra yasa gereği en az üç ay daha çıkaramayacaklarını anlayınca anlaşmaya vardık daha doğrusu vardığımızı sandım. "işte ben başka iş arayacağım bu sürede çalışmayacağım" kabul ettim ahmaklar gibi. hızlıca bi iş bulduktan sonra adamlara döndüm "çıkışımı verin" diye sonra öğrendik ki bu olay da yasadışıymış. işvereni arıyorum açmıyor telefonunu orospu çocuğu. yeni bulduğum bu üçüncü şirket ise şirket bile değilmiş amk bugün onu öğrendim. tüm bunların arasında evimden çıkmak zorunda kaldım arkadaşın yanında şimdi 1 metrekarelik bir kilerde yaşıyorum. benjamin 27 yaşında şirketleri, corporate yaşamı herşey gibi hafife aldı. ziyan oldu. benjamin gerizekalı bir mal onun gibi olmayın.

  • 42. fenerbahçe

    türkiye'deki spor branşlarının her alanında başarılı olmak için mücadele veren türkiye'deki tek spor kulübü.

    ülke sporuna bu büyük hizmeti verirken de, tamamen kendi öz kaynaklarını kullanıp, devletten herhangi bir teşvik ve kayırma olmadan bunu gerçekleştirmektedir.

    bu yönüyle, komple bir spor kulübü olarak, dünya spor tarihinin en çok branşta faaliyet gösterip, en çok kupa almış kulüplerinden biridir.

  • 43. starbucks

    şaşlığına bayıldığım mekan.

  • 44. ünal aysal

    sanırım kendisinin geri dönmesini isteyenlerin, sağ açık olarak dönmesini istediğini sananlar var.

    ne olmuş oğlum 74 yaşında ise o yaşta adam abd başkan adayı oluyor problem yok da kulüp yöneticiliği mi problem ?

  • 45. vergilerimizin gittiği yer

    kaçaksaray, uçansaray, ayakkabı kutuları, gemicikler, vs..

  • 46. passat mı çekeyim yanlarına

    aglasam sesimi duyar misiniz duble yollarda
    dokunabilir misiniz göz yaslarima ellerinizle
    bilmezdim audi'lerin bu kadar güzel
    benzininin kifayetsiz oldugunu
    passat mi cekeyim yanlarina

  • 47. 28 şubat 2016 ekşi sözlük'ün tasarımının değişmesi

    hangi gerizekalı yaptı lan bunu? okunmuyor arkadaş, anlamıyor musun? okunan bir şeydi bu ve okunmuyor.
    nası anlatsam, mesela lavaşı dürmeye çalışıyorsun ve dürülmüyor. dürüm olmuyor. dürüm yemek istiyorsun ve yiyemiyorsun. daha saçma bir şey olabilir mi?

  • 48. 1 mart 2016 galatasaray ob pınar karşıyaka maçı

    galatasaray maçtan önce sembolik olarak 1 günlük sözleşme imzaladığı 9 yaşındaki yusuf okur ile sahaya çıkmış.

    önemli bir rahatsızlığı bulunan bu kardeşimize biraz olsun moral oldukları için teşekkür edilmeli.

    bu hassasiyeti gösterdikleri için ezeli rakibimizi ve emeği geçenleri tebrik ediyorum.

    maçı da zaten kopardı cimbom. tebrikler.

  • 49. 160 bin kişiyi dolandıran baba oğul

    (bkz: 72 milyonu dolandıran baba oğul)

    edit: 78 milyon da olabilir..

  • 50. fb taraftarlarının süleyman seba'ya küfür etmesi

    bir fenerbahçeli olarak nefret ettiğim olay.ancak bu konu üzerinden genelleme yapıp şu şöyledir bu böyledir diyenler de komik duruma düşüyorlar.genelleme yapmadan önce herkes önce kendisine bir baksın,her şeyi böyle genelleyerek işin içinden çıkamazsınız.

    lefter için yapılan saygı duruşunda bunu kim yaptı peki;

    https://www.youtube.com/watch?v=7jgnu-xqtts

    ali sami yen'de oynanan galatasaray maçında bunu kim yaptı peki;

    https://www.youtube.com/watch?v=d23yniyn9hg

    diye sorarlar adama her şeyden önce.kimse burada cici çocuğu oynamasın.türk sporu genel olarak bu olaylardan ibaret ben şöyleyim başkaları böyle muhabbetine anca ergenler inanır.

    madem dünkü olay yüzünden genelleme yapılıyor ben de bu video üzerinden yapayım bari;

    https://www.youtube.com/watch?v=iwuymyti5a8

    oldu mu şimdi?o da video bu da video.orası da kadıköy burası da kadıköy.neden dünkü olay için genelleme yapılırken bunun için yapılmıyor mesela?