iyisaatteolsunlar19
profili

  • 11 ocak 2022 kemal kılıçdaroğlu tweet'i

    (bkz: intihar haberini paylaşmak)

    "sosyal mecrada "etik gereği paylaşılmasını doğru bulmuyorum/z" ... ve türevi yorumlara bolca denk gelince biraz yazayım istedim.

    "werther etkisi" denilen olguyu duymuşsunuzdur muhtemelen. bu tür "intihar haberlerini paylaşmayın, şöyle zararlı, böyle etkiler kırılgan insanları..." argümanarının dayanağı olan bu şeyi, amerikalı bir sosyolog kullanıyor ilk olarak. new york times'da yayınlanan intihar öyküleri sonrası intihar vakalarının arttığını belirtiyor ve buna alman yazar goethe'nin meşhur romanı "genç werther'in acıları"ndan esinlenerek "werther etkisi" diyor. zira yazar, romanın kahramanına yanlış anımsamıyorsam suların derinliklerinde bir final yazmıştı. romanın basımıyla birlikte de intihar sayılarının arttığı söyleniyor. mevzuu bu.

    amma velakin es geçilen ama çok önemli bir cümlesi daha var sosyoloğun aynı yazısında:

    "medya, bu haberleri, bu tür sorunlarla mücadele etmede mümkün olan yapıcı çözümlerle birlikte verirse, intihar düşünceleri ile başetme mekanizmalarını dahil ederek sunarsa... intihar oranını düşürmede pozitif etki eder."

    gözardı edilen kilit nokta tam da bu işte!

    peki bakış bundan ibaret mi ve bu hipotez kanıtlanmış, yani eli yüzü düzgün, dört başı mamur bir gerçeklik mi? değil!

    "copycat effect", "werther effect" gibi terimleri çokça duymuş olabilirsiniz "neden paylaşmamalıyızı" araştırırken. ama mesela şunu pek duymazsınız:

    (bkz: papageno etkisi) ya da (bkz: papageno effect)

    bu nedire geçmeden önce şu yukarıdaki (ana medyada dolaşımdaki) terimlerin mantığına bakalım:

    bu iki arkadaşın argümanları "sosyal öğrenme teorisi" ve "özdeşim teorisine" dayanıyor. yani basitçe:

    insanlar izleyerek, gözleyerek, modelleyerek öğrenir. zorlu bir olayla başedemeyip intihara başvuran insanı, benzer durumda yaşayan insanlar model alabilir, kötü örnek sunmayın... bu modeller benzer yaş, cinsiyet... gurubundan sıradan biri de olabilir (yatay özdeşim), ünlü bir figür de olabilir (dikey özdeşim), vesselam genç özdeşim kurmuştur ve onun sorun çözme biçimini modelleyebilir. yani intihar ederse, kötü örnek teşkil edecektir... gibi.

    papageno etkisine gelirsek...

    bu da diğer iki etki gibi epey çalışılmış bilim dünyasında. terimin kökeni, werther etkisinin kahramanı goethe'den biraz daha evvelinde yaşayan mozart'a, mozart'ın ünlü eseri "sihirli fülüt'e dayanıyor. arzu eden şuradan hikayeyi okuyabilir:

    https://tr.wikipedia.org/wiki/sihirli_flüt

    kuş adam papageno, eşi papagena'sına kavuşamayınca intihar etmeyi düşünüyor ama üç çocuk "başka bir dünya mümkün fikriyle" onu bu düşüncesinden vazgeçiriyor ve nihayet opera sonunda papageno eşine kavuşuyor.

    bu hikayeden yola çıkarak, insanların "intihar düşüncesinde/eğiliminde olan insanlara" nasıl pozitif yönde etki edebilecekleri, sosyal medyadaki paylaşımların nasıl kullanılabileceği... filan araştırılıyor. bilimsel çalışmalar bunlar. ilk bahsettiğim iki etkiyi kanıtlamak amaçlı yapılan devasa çalışmalar kadar olmasa da hatrı sayılır çalışmalar var. açar okursunuz merakınız varsa.

    sosyal medyada "intihar haberi paylaşımlarının" intihar oranlarına pozitif mi (werther etkisi), negatif mi (papageno etkisi) yoksa "sıfır etki mi" ettiğini ortaya koyan bilimsel araştırmalar da var ve inanın sonuçlar "werther etkisini" doğrulamıyor.

    şimdi derdim ne benim? benim derdim insan. ben psikoterapistim.
    benim derdim, doğru veri ve verilerin doğru değerlendirilmesi, ben bilimle iç içeyim.

    bugün (dün oldu gerçi) bir çocuğumuz kendini öldürdü. dün dediğime bakmayın. her 90 saniyede bir insan intihar ediyor verilere göre. bu çocukları/yetişkinleri "resilience", "depresyon" gibi başlıklarda tepeler genelde bizimkiler fatiha niyetine. resilience dediğimiz, "yıkılmadım, ayaktayım" mottosu. hani böyle çar çamurdan kalkıp üstünü başını silkeler ya bazısı, "on numara!" diye ayağa kalkar alkışlarız.

    değil işte, bazen değil işte. bu ülkenin resilient'i ile elin hollandalısınınki aynı değil bu çağda. çocuk üniversite kazanmış, tam kendini yaşayacağı çağda tıkılıyor bir kutuya...

    neyse her bireyin hikayesi başka, enes üzerinden gitmeyeyim.

    kendisine "yetkili", "yetkili adayı" diyen insanlar bu tür haberleri paylaşmaktan imtina etmemeli ama "doğru çözümleri" büyük puntolarla yazarak, çözüm yerleri sunarak, göstererek. öyle "etik gereği" filan yalan/dolan işler. ne etiği abiciğim/ablacığım? çocuk ölürken "kardeşlerinin aynı acıyı çekmemesini" diliyor, biri kendini asıyor "çocuğunu ısıtamadı" diye, çocuklar güvenle büyüsün istiyor, bir diğeri "torpil bulamamış, işsiz"... ne etiği güzel kardeşim!!!

    edit: bkz düzeltildi.

    neyse...

    sihirli flüt'te bir sahnede papageno sorar pamina'ya en sıkışık anda:

    - ne diyeceğiz şimdi?
    pamina cevaplar:

    "gerçeği, gerçeği! en cürüm bile olsa gerçeği"

    çocuklara, insanlara bir umut verin. etikciğinizi* yerim sizin."

  • 2 ağustos 2021 halkın trt muhabirlerini dövmesi

    yangınla baş başa bırakılan halkın, "hisarönü'ne kurtuldu demişsiniz dün" diye önce trt muhabirine hesap sorması ve ardından "yalan haber veriyorsunuz" söylemiyle dövmesi ve en sonunda "gidin buradan" diyerek kovması olayı.

    videoyu whatsapp'ta izlediğim ve twitter'da henüz bulamadığım için link veremiyorum. yüklemeye çalışacağım.

    https://streamable.com/641s1y

    ablanın son cümlesi: "burasına kadar geldi milletin, yeter artık yaaa!"

  • 14 mart 2021 polisin küfür başlangıcı suçlaması

    izledikçe öfkelendiren...

    daha "o bayıldığın devletin resmi dilinin kurallarına" vakıf değilsin sen.
    neymiş? "sitemkar etmeyeceksin". okursun belki, doğrusu şu: "sitem etmeyeceksin."

    neyi savunuyorsun? çocuk "2 aylık maaşım" diyor... asgari ücrete bütün bir ayını satıyor. sen, sana "güç/yetki" veren bir mesleğe bir biçimde kendini konumlandırdın diye ne sanıyorsun ki kendini?

    devlet denilen şey "vatandaş" içindir: vatandaşının iyiliği, esenliği içindir. kural bellidir: tutanağını tutarsın, itiraz haklarını aktarırsın. bitti, gitti.

    "böyle devletin vatandaşı olanın da" diyecek belki, kaç kuruşluk aklın ve bilginle speküle ediyorsun ki?

    (bkz: insanı yaşat ki devlet yaşasın)

  • müge anlı ile tatlı sert

    pezeveng!

    cinsel organı dahil her tarafından bıçaklamış kadını. "az bile yaptım" diyor. bir sürü insan da "saf" dedi bu pezevenge.

    yıllarca 5 erkeğe (koca ve 4 yetişkin kayınbirader) ve 3 çocuğuna bakmak zorunda kalan kadına "pisti, pislikten başka ne bulmuşlar evde" diyor utanmaz, arlanmaz, dövüyor kadını, dişlerini kırıyor, kadın o kadar sığınacak bir yer bulamıyor ki televizyondan gördüğü bir numarayı ev sahibinin telefonundan arayıp "beni kurtarın" diyor. o kadar yani. ve bunun üzerine bıçaklayarak, tasarlayarak öldürüp, üstüne kardeşinin karısı da dahil olmak üzere 2 evlilik yapıyor pezeveng ve onay alıyor toplumda, delirmek için.

    toplumsal cinsiyet eşitliğini en iyi sağlayan kuzey avrupa ülkelerinde 20 yıldır bir uygulama var: 3 rakamlı bir "yardım" numarası var şiddet gören kadının arayabileceği ve arama yapıldığı telefondan (arama listesi) görülemeyen. 112 gibi, 110 gibi kolay ezberlenir ve kamu spotlarıyla sürekli gündemde tutulan bir numara. arama yapılır yapılmaz kadın alınıp güvenilir, yetkililer hariç kimsenin bilmediği, uzman kadroların çalıştığı, kadın farklı bir lisan konuşuyorsa o lisanı bilen uzmanların devreye sokulduğu bir sığınmaevine yerleştiriliyor, gerekirse başka kente gönderiliyor. bir şey kanıtlamasına (darp raporu vs) gerek yok, "kadın beyanı esastır" denilen şey tam da bu işte.

    bu güldane hikayesinde de böyle bir kafaya, düzenlemeye ne denli ihtiyacımız olduğunu açıkça görüyoruz. baba evine gidiyor, "bir daha yapmam söz" diyen adama geri veriyorlar, bir daha yapıyor, bir daha gidiyor, bir daha özür...vs... ve sonu bıçaklanarak ölüm ve "az bile yaptım" söylemi.

    okuma yok, yazma yok, dayak yemek de 5 yetişkin erkeğin ardını toplayıp, çayını pişirip, çorabını yıkayıp....yetişemediği her an için "pisti" denilmesi de "normal" filan değil arkadaşlar. bu "iç anadolu", "çomar" gibi ötekileştirici, güya "bizden değil" argümanları ile açıklanacak, çözülecek bir şey değil. o kadar yerleşik bir kültür ki adamı 10 senedir babası, oğlu, kardeşleri, iş arkadaşları, ev sahibi, komşuları hatta polisler ve savcı korumuş. bu zihniyet şimdi adım atmaya başlasak 20 senede zor değişir. bütün bu süreçte de kadını koruyacak yukarıdaki gibi "çözümcü" uygulamalara ihtiyaç var. çok acil!

    istanbul sözleşmesi uygulansındiye boşuna kendimizi paralamıyoruz.

  • hukuku hakim görünümlü militanlara yedirmeyeceğiz

    (bkz: ümitcan uygun)
    (bkz: aleyna çakır)
    (bkz: gülay uygun)

    ilk bakınızdaki, 22 yaşında bir pezeveng. kadın pazarlıyormuş ankara'da. ikinci bakınızda ismi geçen kızı öldürdüğü gün yüzüne çıktı, intihar süsü vermiş. serbest geziyor ve herkesi "aha gördünüz mü bak" diye tehdit ediyor.

    ikinci bakınızdaki kız, 22 yaşında. üstteki ismin yani ümitcan uygun'un üst düzeyde çalışan erkeklere sattığı söylenen, pezevengliğini yaptığı, anasının ve babasının ağlaya ağlaya katilini aradığı genç maktül. üst bakınızdaki herifin saatlerce işkence yaparken instagrama attığı story'de baygın yatan ve birkaç gün sonra ölü bulunan, adli tıp raporuna rağmen pezevengi ve savcı tarafından "intihar ettiği" savunulan çocuk.

    üçüncü bakınızdaki kadın, oğlu içişleri bakanı süleyman soylu'ya video kaydında seslendikten bir kaç gün sonra tak diye öldü bir gün ortası. kafasına sık(ıl)mış. ankara'da. oğlu ümitcan'ın karanlık işleri çıkıvermesin ortalığa diye belki, tam da hakkında "çocuk esirgeme kurumu'ndaki çocukları fuhuşa yönlendiren yapının başı" suçlaması yapıldığının ertesi, müfettişlere ifade vereceğinin evvelki günü....

    hukuku militanlara yedirmeyeceklermiş. he!

    vallahi hatırlatmak gibi olmasın ama gerçekler bu.

    buyur, buna konuş abdülhmit efendi.

    ek: bu çocuğun anne babası günlerce ağlaya ağlaya "katili bulunsun" dedi bir tv proğramında*
    bu çocuğa ait adli tıp raporu dedi ki "maktül intihar etmemiş, öldürülmüş"
    bu çocuğun tırnaklarının arasında izler var ve eşleştirilmeyi bekliyor ama tek şüpheli adamdan* bile alınmıyor bir basit örnek ne hikmetse (!)

    herkes olayın halka medyadan yansıtıldığı ve sunucunun da en son ağzının açık kaldığı ve "artık ne yapabilirim ki, herşeyi sunduk, olay artık adalet bakanlığında" dediği bir tv proğramından adalet beklemekte.

    sahiden yazık ülkeme, yazık insanlara.

  • ak parti'nin 2023 seçimlerini kaybedecek olması

    bir röportaj izledim tv'de bugün. iş kuyruğundaki bir baba parasızlıktan gelememiş iki ay evveline dek her gün gelip artık iş de yol parası da bulamayınca gelmekten vazgeçtiği işkur'a.

    spiker diyor ki: siz artık iş arıyor sayılmıyorsunuz.
    adam diyor ki: nasıl yani?

    adam, 4 haftadır işkur'a "p a r a s ı z l ı k t a n g e l e m e d i ğ i" için resmi kayıtlara göre "artık işsiz olmadığı" yalanını, yaşadığı beş parasız ve çaresiz gerçekliğe sığdıramıyor.

    ben utandım izlerken.
    yüreği kaldıran buyursun versin gene.

  • şule çet cinayeti

    bu çağatay aksu denen katil, kızı 20. kattan aşağı atıyor tecavüz edip. kız evvelinde ev arkadaşına mesaj atıyor "kafayı takmış manyak, çıkamıyorum buradan, telefon et, beni çağır" diye.

    ev arkadaşı çağırıyor ama kızcağız gidemiyor. neden? çünkü bu çağatay katili "camdan atladı" diyor. camdan atlayan kızın pencere kenarlarında parmak izi olur" deyip araştırıyorlar. ne çıkıyor dersiniz? yok. yani bir çuval atar gibi atmış kızı ağzına sıçtığımın katili.

    bak çağatay efendi! her boku anımsıyorum. başlık sildirebilirsin ama zihnimi silemiyorsun.

    şule çet için adalet.

    ek: pezevenge bakın, parmak izinin olmayışını "avuçladı belki" diye açıklamış. evet, avuçlarken hiç parmak kullanmıyoruz.

  • 23 haziran 2018 muharrem ince istanbul mitingi

    genç bir kadın vardı yakınımda. kucağında bebeği var 1,5-2 yaşında. sapsarı saçlı bir kız çocuğu. annesinin omzuna kafasını koyup uyumuş. anne sarmalamış öylece duruyor yağmura ses etmeden. daha gelmemiş sayın ince.

    gidip yanına sordum: "yağmurluk yok ama giderken kullanmak üzere yanımıza aldığımız çöp poşetinden bir şeyler yaptık, ister misiniz size de yapalım? "

    fazla varsa sevinirim, dedi.

    deli gibi yağıyor yağmur, kadın kıpırdamıyor ve teklife "fazla varsa sevinirim" diyor.

    dönüp arkadaşın çantasına uzandım (orada poşetler). bitti, dedi. dağıtmış halka. sonra "dur dur" dedi, çıkarıp kendine yaptığını "ben ıslansam n'olur, çocuk var orada çocuk" diyerek çıkarıp verdi. giydirdik anneye ve çocuğa battal boy poşeti. gülümsedi sıcacık, teşekkür etti.

    o kadar yağmura biz durduk durmasına da o annenin bebesiyle durması çok kıymetli. çocuğunun, o sapsarı saçlı küçük kız çocuğunun geleceğini kollama derdinde idi anne, çok kıymetliydi.

    tekrarlamalıyım ki bir umuttur ince.

  • recep tayyip erdoğan

    beceriksizdir ve 14 yıldır yönettigi ülkeyi yönetilemez hale getirmiştir.

    öngörüsüzdür ve 14 yılda dediklerinin tam tersini defalarca yapmak zorunda bırakılmıştır.

    ne kadar oy alırsa alsın derhal istifa etmeli ve kritik olaylar sonrası verdigi demeçler ve yaptıgı müdahalelerle (kınama, baş saglıgı dileme, taziyeye gitme) zerre farkımuzın olmadıgının anlasıldıgı biz cumhur arasına dönmelidir.

  • samsun'da açlıktan ölen iki buçuk yaşındaki bebek

    işsizler, niye yapmışlar?" sorusu çok anlamlı evet. ben mesela ebe-hemsirelerin köy köy ev ev dolaşıp "korunma" öğrettiklerini anımsiyorum 90'lı yıllar boyu. korunmayı ögretmek, saglık ocaklarında ücretsiz prezervatif dagıtmak ve egitim bir devlet politikasıydı. maalesef vazgecildi. simdi bir saglık ocagına gidip prezervatif istesem ne tür tepkiler alacagımı kestiremiyorum bir kadın olarak. gerci onlar da haklı: markette satıliyor nasılsa... vesselam "egitim" yahut "egitimsizlik" bir devlet politikasıdır. ötesi dogurmanin ne denli özendirildigi, kürtajın ne denli zorlastırıldıgı (bazı devlet hastanelerinde anestezisiz kürtaj var caysin hasta diye) malumunuz. bu haberi de bu bilgilerle okuyunuz.

  • kadri gürsel

    tutuklamışlar.

    siz hepiniz ben tekim diyerek iktidar yalakası nagehan-nazlı-abdulkadir uclusüne karsı hukuku savunan şu duzgün insanı...

    ulkede ne kadar demokrasiyi ve hukukun üstünlügünü savunan insan varsa iceri atarak terörle mucadele ediyorlar; yerseniz.

    öfkem geçmiyor eki: pespaye ve kendisine "gazeteci" diyen aşağılık erectuslar göre göre şu gibi düzgün, doğru adamlara "muhalif" demeye başladık ya genelgeçer kelimesi kendisinden utanmalıdır bu coğrafyada.

  • antalyada eşcinsel olduğu için okuldan atılan genç

    çok yaygın bir uygulamadır maalesef.

    öyle bir bezdirirler, öyle bir suçlu hissettirirler ki belaltı vurmasınlar diye tüm derslerden 100 almaya çalışırsınız, hiç bir hemcinsinizle muhattap olmamaya çalısırsınız ve hatta yıllar sonra (universite dönemi) aşık olduğunuz adamla sevistiginiz anı

    "ağlaya ağlaya sevistim" seklinde anlatırsınız arkadasınıza.

    - neden ki?
    - o kadar suclu hissediyordum ki kendimi escinsel oldugum icin ve o kadar aşıktım ki.

  • 26 haziran 2016 adrasan yangını

    24 haziran kumluca orman yangını'nın devamı.

    söndürme ekibinin başında "akp büyükşehir belediye başkanı menderes türel'in eski makam şoförü yeni batı antalya itfaiye koordinatörü" torpilli var.

    geçen yıl da çıktı; tam adrasan koyunu cepheden gören yeri yaktılar. erdemle beraberdik geçen hafta. "ne oldu oralar?" dedim, "saçma sapan göstermelik bir kaç ağaç diktiler, çamları biz dikmeye çalışıyoruz" dedi.

    ara edit: gereksizin teki "california'da da çıkıyor" demiş. neymiş bizim düşmanlığımız. ulan vatan pezevengi! az oku. al şu biri:

    http://t24.com.tr/…da-dev-oteller-yukseliyor,311897

    gözünü bağlamayıp , vatanı satan bir pezeveng olmaktan vazgeçersen okursun daha yüzlercesini. aşağıya da yazdım. ben mi diktim rixos'un başını sazak koyuna? ben mi yaktım nöbetle olmayınca aynı koyu... terbiyesiz ya!

    devamla,

    diğer başlığa yazdığımı buraya da ekleyeyim:

    neyse 2013 yılında şu yazıyı yazmıştım fail'i muhattap alarak ironik bir dille. değişmiyor efendim, değişmiyor. orada yaşadığım üç yıl süresince gidilebilecek her yerine gidip piknik yapmış bana, asla gidilmeyecek bir yerden "piknik nedeniyle yangın başladı" yalanını atan heriflere inanmıyorum.

    yıllarca rixosun ölçüm yaptığı ama sit alanı diye bir türlü inşaatlara başlayamadığı yerler yanıyor; ne tesadüf di mi?

    yazı şu:

    "burası özel mülk!"

    kaçtır konuşuyorduk "sazak'ta kamp yapalım" diye. aylar sonunda bir hafta sonunu denkleyip çadırı attık arabaya, biraz alışveriş ardından ve yola çıktık. evvelinde yürüyerek iki saat on beş dakikada varmışlığım vardı, bir yaz günü tekneyle bir buçuk saatte ulaşmışlığım, canım arkadaşımın carettalarla -huzursuz etmemek için tutturduğu senkronla- bata çıka yüzdüğünü suratımda kocaman bir gülümsemeyle izlemişliğim, masmavi koyu çevrelen, içinden tatlı su geçen yemyeşil ormana sırtımı dayayıp "huzur bu değilse nedir ki?" diye ezgilendiğim. vardı.

    allah'ın koyunun girişine yerleştirilen adam allah'ın koyu için "burası özel mülk" diyene kadar. girilemiyormuş artık. rixos oteller zincirine ait bir özel mülkmüş artık. koy. özel mülk. "bir kıyı kenar kanunu vardı" dedim. anımsıyorum ben. 36 yıllık hayatımda onlarca kez bu kanunu hatırlamışımdır ben. kamunundur kıyı. özel mülk sayılamaz.

    "sadece gövde taşıyan, gövdesinin üzerinde kafa, o kafanın içinde beyin taşıyan fizyolojik varlıklar değiliz. biz kalp, ruh ve vicdan taşıyoruz."

    özel mülk, lafını duymadan evvel deseydi başbakan bu cümleyi, sırtımı başbakana dayayıp adama aynen böyle çıkışırdım ama ne edersin ki beş gün evvel söyledi.

    "ecdadımızdan miras olarak aldığımız ve çocuklarımıza emanet ettiğimiz dünyayı bu denli hızla tüketmeye devam edersek bizlere bile nefes alacak atmosfer kalmayacaktır. çok bilinen bir kızılderili atasözü örnek vermek istiyorum: bütün ağaçlar kesildiğinde, bütün sular kirlendiğinde, hava solunamaz hale geldiğinde işte o zaman paranın yenilebilir bir şey olmadığını anlayacaksınız."

    özel mülk, lafını duymadan evvel deseydi başbakanım bu cümleyi, sırtımı başbakana dayayıp adama aynen böyle çıkışırdım ama ne edersin ki beş gün evvel söyledi.

    buraya yazıyorum ki, belki başbakanımız, cumhurbaşkanımız okur da, ailecek tatil yaptıkları rixos otellerinin sahibine sorarlar diye: "allahın koyu, ne zamandan beri özel mülktür? yasalar ne vakit değişmiştir de bu koy size tahsis edilmiştir? hak hukuk ne vakitten beri çiğnenmektedir? bu cüret nedir?"

    delikanlı adamdır benim başbakanım ve bilirim ki bir daha gittiğimde illa biri çıkacaksa karşıma "hoş geldiniz, burası kamunun malı" der.

  • meral akşener

    benim eniste galu bela zamanindam beri ulkücu. zamanın ügd baskanı, doktriner diye tanımlana heriflerden biri. dhkpc'nin olüm listesinde gormüşlugüm var adını.

    kizı yegenim ögrenciyken fetoculara takılmıs, evlatlıktan reddediyordu, zor ikna ettik genctir menctir diye. fetoya nefreti o kadar yani.

    benim kuaför mhp'li. 45 50 yaşlarınfa. dukkana ortadogu filan aliyor, bengü türk izletiyor filan bize... ağır bahceli taraftarı.

    kuaförümle muhabbet ediyoruz gecen. dedim niye istemiyorsunuz muhalifleri. her birine bir kulp buldu:

    koray aydın kendisi önce kendi memleketinde vekil olabilsin.
    sinan ogan kayinbabasi sayesinde mhp'li oldu; adamdan bile saymayız.
    umit özdag icin dedigini tam anımsamiyorum ama gene anlaşilabilir buldugum seyler...

    meral hanım?
    o da paralelci! kisa kesti, digerlerini anlattigi gibi uzatmadi.
    kaynak? dedim. geveledi.

    eniste aradi bir iki gun sonra. abimi filan sordu. sonrasinda ben ona sordum: "kimi destekliyorsunuz enişte?"

    aksener'i dedi. paralelciymis? dedim.

    dedigi cümleyi yaziyorum aynen, zekaya dair bir cikarsama yok:

    "senin gibi zeki bir insan buna nasıl inanabilir? manipülasyon o laflar."

  • lise öğrencilerinin karanlığa meydan okumaları

    bir bildiri de norte dame de sion'dan gelmiş.

    "prototip, kadın, hegamonya, cinsiyetçi, transfobik..." gibi kelimeleri bir lise bildirisinde görmek...

    ağlamıyorum; gözüme medeniyet kaçtı.

    "çağdaş ve medeni bir eğitim modeli benimsediğini iddia eden okulumuz notre dame de sion, mevcut siyasi konjonktürün her türlü dayatmasını beden politikası ve ifade özgürlüğü üzerinden yeniden kuruyor. eleştirel düşünme yollarını destekler gibi görünüp, öğretmenlerimizi makineleştiriyor, öğrencileri belirli bir sınıfsal prototipe hapsediyor ve bunun oluşması için her türlü hak ihlalini meşrulaştırıyor.

    notre dame de sion öğrencisi profili yaratmak isteyen ve bu profile uymayan tüm öğrencileri tehditlerle, yasaklarla, cezalarla, iğneleyici konuşmalarla rencide ediyor. gücünün karşısındakinin iradesini yıkmaya yetemeyeceğini fark edince “gerekli önlemleri" alıyor. ve bizler, törenlerde, okul koridorlarında ve dersliklerde de bu dilin hegemonyasına maruz kalıyoruz. çevredeki esnafın rahatsız olduğu bahanesiyle eteklerimizin bir anda şort eteğe dönüştürülüyor. okul üniformasına “sadık kalan” kadın öğrencilere okula kendini göstermek için geldiği idare ve öğretmenlerce söyleniyor. ve hatta hakaret ediliyor. tayt giymek beden ölçüleri kıstasına göre disiplin suçuna dönüştürülüyor. ve bu yollarla kadın öğrenciler üzerinde baskı kuruyor. bunun yanında, derslerde homofobik, transfobik ve cinsiyetçi söylemler devam ediyor. bunlar da okulda ve dışarıda sürekli karşılaştığımız tacizi normalleştiriyor. örneğin, karadelik adlı kısa filmin bir derslikte gösteriminden sonra öğretmenin “erkekler anlar” diyerek kinaye yapması; kürtajın dinde yasak olduğunun öğretmenler tarafından ders esnasında dile getirilmesi, cinsiyetçi küfürler edilmesi ve kadınlar üzerinden yürütülen ayrımcı söylemler idarenin kulağına nedense hiç gitmiyor.

    törenlerde ise biz yarım kadınların çiçek olmaktan başka bir çaresi kalmıyor. baskılar sadece bedenimizle sınırlı kalmıyor, fikrimize de müdahale sürüyor. bir öğrenci, din sınavında “başkasının doğruları” yerine kendi doğrularını cevap doğrultusunda yazdığı için disipline gidiyor ve kuruldaki öğretmenler öğrenciye “saçmalamışsın, bilinçaltını kusmuşsun, resmi evrakta fikirlerini dile getiremezsin” diyor.

    ancak okul unutuyor ki, bu sözler, nds'nin internet sitesinin "hedefler" kısmında “bilimsel, eleştirel tavır alabilen ve özgür insanlar yetiştirmek” iddiasını boşa çıkarıyor. "okul dışında istediğini yap" diyerek yine kendini özgürlükçü sanan okulumuz, “hobi olarak gene yap”tan öteye gidemiyor. idare, eğitimci ilişkisinden çok patron ilişkisini yeğlediğini, geçen sene edebiyat öğretmenimizi "itaat etmediği" gerekçesiyle temmuz ayında atarak göstermişti.

    hatırlatıyoruz: okulu okul yapan idare değil, öğretmenler ve öğrencilerdir. yaşama alanlarımızı genişleten öğretmenlerin, doğrudan veya dolaylı olarak çeşitli yöntemlerle okuldan uzaklaştırıldığına tanık oluyoruz. bunun bir eğitim politikası değişikliğinin işaretleri olduğunun farkındayız. ancak, bilimum iktidarların dahil olduğu bu körelme sürecine boyun eğmeyi reddediyoruz. notre dame de sion örneğinden, “aydınlıkçı” çerçevenin de dayatmacı zihnin bir parçası haline dönüşebileceğini görüyoruz. ekol olmamız veya olmamız değil, anti-faşist mücadeleyi her alanda kuvvetlendirmemiz gerektiğinin esas olduğunun bilincindeyiz. direnen tüm liselilere selam ve dayanışmayla..."

    okudukça bir "umut" çöküyor içime ülkeme dair; allah aşkına gençler yapmayın böyle şeyler ya!

  • birkaç yıl anayasasız kalabiliriz ama sorun değil

    akp adına söz alan ahmet iyimaya (cnnturk 18 bülteni) dedi az önce.

    önemli olan bu anayasa'nın yürürlükten kaldırılması imiş. ısterlermis ki bu kalkarken digeri gelsin ama bu mümkün olmayabilirmiş ve birkaç yıl anayasasız kalabilirmişiz.

    dingo'nun ahırı diyecegim de onun etiği bunları fersah fersah aşıyor hatta mukayese ayıp.

    karşılığınız ne len sizin?

    bundan sonra belli ki sık duyacagımız "anayasayı tanımıyorum" teranesine alt yapı hazırlıyorlar.

    ota boka "winter is coming" demeye alıştık da asil "winter is coming" budur bence.

    ek: umarım bu cümleyi "bir deli çıkmış konuşmuş, bağlamaz partiyi" gibi değerlendirmeyiz. zira mesela şu entryde de görüleceği üzere "ne alakası var" derken bile yalan söylüyorlar.

    bir şey yapmak gerek.

  • 15 aralık 2015 diyarbakır'da mayınlı saldırı

    buraya "unutmayacağız" filan yazıyorsunuz ya!

    unutursunuz. vallahi de billahi de unutursunuz.

    unutmasanız, her bir öleni anımsasanız, yaşayamazsınız, dayanamazsınız o kadar acıya. delirir "barış" diye salarsınız kendinizi dal taşak ortalığa. nasıl dayanacaksınız ki! o sebepten unutursunuz.

    bir anası/babası/kardeşi/eşi/çocuğu unutmaz. geri kalan herkes unutur. yalan söylediğinizi siz de biliyorsunuz. bile bile de söylüyorsunuz.

    hamaset yapa yapa binlerce insanın kanına ortak oldunuz. günahın çoğu boynunuza.

    onurlu, insan gibi bir barış için uğraşacaklara prim vermeyip deli sikine tutunur gibi silaha, düşmanlığa, hukuksuzluğa... tutunan -ayırmıyorum bakın, herkes diyorum; abdullah öcalan sevicilerden türk milliyetçisi geçinenlere... türk dincisinden kürt dincisine...- herkes. günahın çoğu boynunuza.

    "hesabı sorulacak" diyen arkadaşıma da sormak isterim:

    bundan 10 sene evvel yazmışım bak, bir iki ay sonra şemdinli'ye gittim ben, sonra dersim'e, sonra ardahan'a...

    ..................

    "iki genç geldi işyerine. nişanlılar, gözlerinin içi gülüyor genç kızın. oğlan biraz daha "dik durma" kaygısında. ama on dakika önce elime verdiği, çizgili kağıda yazılmış "beni anladınız allah ne muradınız varsa versin" notu var zihnimde. gülümsüyorum onun yaşına ve hissiyatına uymayan duruşuna bakarken. anlatıyorlar uzun uzun. daha konuya gelememişler de etrafı kolaçan ediyorlar gibi. birden genç kız - o gözlerinin içi gülen kız- buza çeviriyor bakışını: askere gidecek, düşünebiliyor musunuz diyor. ya başına bir şey gelirse? cevap yok! "ne düşnüyorsun bu konuda?" diye soruyorum. "ölür, kavuşamam! yılardır beklemişim, ölürse ölürüm..." diyor. gözleri japon çizgi filmlerindeki küçük kızlarınki gibi doluyor... ölmüş işte gene bir tanesi. rakama vurulup söylendiğinde o kadar sığ ki; hayal ölüyor be, yapılmak istenenler, uğruna hayat verilesi bir sarılış, bir gün bile sevgiliyle birlikte uyanılmadan kapanan bir defter... diğer yandan da ölüyor. dün vardı ekranda; bir pkk lı gencin ağlayan annesi. annenin düşüncesi, savunusu, hayatı, derdi...; sadece anneliği. en koşulsuz sevgi! yazık çocuklara.

    dedem söylermiş ölüm yatağında:
    çamdan sakız akıyor
    kız nişanlın bakıyor oy zalım nenni nenni
    o yana da dönder sar beni, bu yana da dönder sar beni
    sağ yanımda yarem var sol yana dönder beni!

    nişanlı bakıyor, nişan almış bir başkası bakıyor, hayatla ölüm arasında bir çocuk akıyor.

    şemdinlide bir asker tezkere aldığı gün vurulmuş helikopterde, aşağıda da! dönemeden yarin kolunda. yara sağı öldürmüş ya, ne yana dönsen ölüm o vakit, annaye kavuşamamanın korkusu içinde.

    ..........................................

    ne oldu şimdi buna?
    diyelim onyüzbin terörist öldürdün. o gencecik delikanlının annesi -yaşıyorsa- evlat acısı çekmiyor mu artık? nişanlısı -evlense bile bir başkasıyla- doğuya dair bir haber duyduğunda içinde sızı hissetmiyor mu?... bunun gibi onlarca soru sorabilirim sana da anlarsın zaten sen, gerek yok. sadece işi istatistiğe vurma, duyduğumuzda "daha neler" dediğimiz ama aslında aynısını güttüğümüz kan davasına dökme yeter. o ol iki dakika; hayata kıymet ver, ideal saydıklarını sorgula; anlarsın zaten.

    10 sene olmuş, bak. ne değişmiş? koca bir hiç. yazık değil mi? bu kadar rahat konuşurken biz, o insanlara, ölen gencecik adamlara, kadınlara, çocuklara... yazık değil mi?

    o ölen insanların ruhunu da incitmeyecek başka bir çözümü denemenin vakti gelmedi mi? (aklına sadece salt iki taraflı dayatmadan müteşekkil "çözüm süreci" gelenlere de ayrıca "pes" derim.)

  • ismail küçükkaya'nın yaptığı garip anancılık

    ay saçmalamayın rica ederim.

    bu adam her sabah annelerle muhabbet çeviriyor. annelere acayip saygılı, annelerinizi arayın diye elli kere öğüt verir, milletin annesi hapasa twit attırır "ismail oğlum çok seviyoruz seni" diye. "ben ve fatih kardeşimi annelerinize sorunuz, anneler en iyisini bilir" diyor herif.

    içinizin pisliği cümlelerinize vuruyor, az mukayyet olun len; beş düşünün bir yazın mesela. kendinizi rezil ediyorsunuz sonra.

  • anayasa'nın 2. ve 3. maddelerini değiştireceğiz

    adam hırsla sayıyor (beden dili de çok uygun. hani kaptırıp gidersin ya! onun gibi):

    "söyledik bunu, gelin yök'ü kaldıralım, seçim yasasını değiştirelim, lider sultasını kaldıralım, anayasa'yı değiştirelim, tabi söyledik bütün bunların tamamını."

    devam ederken iştahla, örneğin "seçim yasasını değiştirelim" derken -sanırım- banu güven "anayasa?" diyor arada, kemal bey devam ediyor, bir daha "anayasa?" diyor, "anayasayı değiştirelim" diyor kemal bey ritminden ödün vermeden. "anayasanın 2. ve 3. maddeleri mesela?" diyor yine gazeteci arada. "tabi, söyledik bütün bunların tamamını" diyor.

    adam moda girmiş konuşuyor. "söyledik bütün bunların tamamını" cümlesinden de anlaşılacağı üzere adam tekrar geçiyor. siz duydunuz mu şimdiye kadar iki ve üçü değiştireceğiz diye? yok.

    ama şöyle bir anayasa taslak önerileri var mesela:

    "başlangıç

    "çatalhöyük'ten bu yana toprağı yoğurup, uygarlığı inşa eden, bin yıldır dostlukla yaşayan; balkanlardan, kafkaslardan, orta asya'dan, mezopotamya'dan yollara düşen, anadolu'da buluşan kadim uygarlıkların mirasçısı olan türkiye cumhuriyeti ahalisi; çanakkale'de, sakarya'da, afyon'da, “istiklal destanınıö dünyaya haykırmış, mazlum uluslara rehber olmuş; mustafa kemal atatürk'ün önderliğinde her türlü ayrımcılığı reddederek, farklılıkları ve kültürel çoğulculuğu, ulusal bütünlük anlayışı içinde zenginliklerin kaynağı olarak kabul eden eşitlik anlayışıyla ve 'türk ulusu' adıyla; insan onuruna, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, sosyal adalete, katılımcı ve çoğulcu demokrasi anlayışına dayalı laik cumhuriyetin kurum ve kurallarını düzenleyen; tarihi ve kültürel mirasımızla çevre değerlerimizi koruma ve yaşatma amacı taşıyan bu anayasayı ortak iradesi ile oluşturmuş; köken, dil, cinsiyet, inanç ayrımı yapmaksızın, bize yadigar olan, “türkiyeö adıyla andığımız bu güzel ülkeyi yurt edinmiş nesiller olarak; 'ay yıldızlı' bayrak altında; egemen irademizin ve cumhuriyetimizin kurucusu mustafa kemal atatürk'ün 'çağdaş uygarlık hedefi' ile 'ebedi barış idealine' bağlılığımızın ifadesi olarak; seçilmiş temsilcilerimizle birlikte, bu anayasayı kabul ediyor, ilerleyen bilimin ışığında, sürekli değişen dünyanın gereklerine uygun olarak, yurttaşlar arasında dayanışma ve gönüllü birlikteliğe dayalı bir anlayışla; gelecek kuşakların özgürlüğü, huzur, refah ve mutluluğu için; bu anayasa'ya sahip çıkacakları ve meşruiyetini yitirmiş herkese karşı direnme hakkını kullanacakları inancı ile, gelecek kuşaklara emanet ve tevdi ediyoruz."

    genel esaslar

    devletin şekli

    "türkiye devleti bir cumhuriyettir."

    cumhuriyetin nitelikleri

    "türkiye cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına dayalı, atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

    "türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. dili türkçedir. bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. millî marşı 'istiklal marşı'dır. başkenti ankara'dır."

    değiştirilemeyecek hükümler

    "anayasanın 1 inci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."

    ..."

    ha ben isterim çok dilli olsun, o ayrı da adam öyle bir şey demiyor.