realsanto58
profili

  • kemal kılıçdaroğlu

    vay atatürk'ün partisine onu aldı, yok atatürk'ün ülkesinde şununla ittifak kurdu, bununla görüştü, yahu güzel kardeşim, mustafa kemal'in kendisi milli meclisi toplamaya çalışırken, kongreler yaparken, ülkeyi kurtarmak için canını ortaya koymuşlen kimlerle görüştü, kimlerle ittifak kurdu, ne mücadeleler verdi, kimleri meclise aldı, bir açın okuyun ya. sivas kongresinde neredeyse çoğunluk manda yönetimi istiyordu, hilafeti saltanatı kaldırma fikri çoğunluğun akıllarının ucunda yoktu. adam o ekipten bir şekilde bir ittifak kurmuş işte herkesi idare ede ede. mustafa kemal'in hayatının özeti resmen "memleket için yapılabilecek pragmatizm örnekleri listesi" olmuş, milli mücadeleyi başlattığı birçok arkadaşı ile ileride neredeyse kanlı bıçaklı hale gelmiş (buraya eklemek için önce şunu yazıp geldim: #150856177), bizim bu atatürk'ü tekeline alanlar derneği üyeleri hala hayal peşinde. kendisine oy verecek birisi olarak kemal kılıçdaroğlu'nu eleştirecek onlarca neden bulabilirim ama şu her şeyi kafanızdaki atatürk stereotipine oturtmaya çalışma saçmalığını bir bırakın artık ya. kafanızda bir siyasi şablon var, onu kutsal kabul ediyorsunuz. tek çare muktedire karşı birlik olmak. ülke gidiyor ülke. şu an için hiçbir kişi ya da siyaset memleketten önemli değil. ismet paşa’nın, tam büyük taarruz öncesi atatürk’ün başkomutanlık süresi uzatılmayınca yanındaki halide edip’e söylediği bir söz var; “memleket pahasına siyaset olmaz”.

    idam kararları, şeyhülislam fetvaları havalarda uçuşurken, paşam ülkenin geleceği için tek kurtuluşun "birlik" olmak olduğunu görmüş, kimleri ikna edebilmek için araya kimler koyulmuş, bir tarafta işgal diğer tarafta isyanlar arasında adeta sıkışıp kalmışken ne zorluklar ne pazarlıklar ne ikna turları ve telgraf trafikleri yaşanmış. mesela mustafa kemal, manda yanlısı kara vasıf'ı çok mu seviyordu da ankara'daki esir ingiliz subaylara karşılık esir değiş tokuşunda malta'dan ilk onun ve başka hilafetçilerin serbest bırakılmasını istedi. çünkü o sırada onların teşkilatına ve gücüne ihtiyacı vardı. devrimci tunalı hilmi bey şey mi deseydi mesela “bu selanikli yetim mustafa da meclise hilafetçi mandacıları doldurdu yea”. tamam elbette bizim bay kemal veya herhangi bir günümüz siyasetçisi mustafa kemal'in taktik ve siyasi öngörü olarak gölgesine yaklaşamaz ama köprüden önce son çıkışta yapılmaya çalışana da körü körüne hep aynı açıdan muhalefet olmak da saçmalığın daniskası.

    valla ben de isterim, yarın sabah şak diye imam hatipler kapatılsın, diyanet özerkleşsin, cemaatler bir anda bulutlara karışsın ama bu ülkede hala lozan'ın bu yıl biteceğini ve “ülkenin kurtulacağını” düşünen milyonlar var, al bak. bugün bu ülkede atatürk'ten nefret edenlerin sayısı fethullah gülen'den gerçekten nefret edenlerin sayısından fazla. gülen bir şekilde affedilse dönüp parti kurup seçime girse en az %25 oy alır siz kime ne anlatıyorsunuz yahu. karşı ittifakta palpatine ile sauron eksik, onlar da gelse çember tamamlanıyor.

    20 yıldır ülkenin siyasi, bürokratik, adli ve askeri her köşesine yerleşmiş bir yapıyı yenmenin tek yolu olabildiğince kalabalık bir ittifak kurmaktır. karşı tarafa gidebilecek her oyu kendinde tutabilmektir. karşı tarafa geçebilecek her yapı için kamuoyu baskısı kurabilmektir. şili'de diktatör pinochet'e karşı seçimi kazanan ittifak tam 17 siyasi partinin oluşturduğu demokratik ittifaktı ve ancak %56 oy aldı. bu süreçlerde kimin ne zaman ne katkı vereceği belli olmaz. evet keşke ince ve özdağ da en baştan beri ittifakta olsalardı ama şu anda ittifakta olan iki partiden ayrılan ve son aylarda iktidardan çok muhalefeti eleştirenler ve hatta bunun için dolaylı olarak iktidarın kaynaklarını kullananlar (istese de istemese de) ev ekmeğine yağ sürenler onlar. ayrıca, doğru ya da yanlış, onları almamak da bir siyasi tercih olabilir, hatta belki akşener istemiyor, bilmiyorum. sonucunu göreceğiz.

    velhasıl kemal bey ittifak üyeleri ile birlikte seçilir ve düzgün çalışırsa ortada bir problem kalmıyor, yönetmeyi beceremezlerse de kendileri bilir, ilk seçimde güle oynaya göndeririz, sıkıntı yok.

  • ben nilay örnek sorularınızı yanıtlıyorum

    nilay hanım hoş geldiniz.

    bence artık sosyal medyanın habercilikte ana akım medyayı nitelik olarak geçtiği günlerdeyiz. podcast, twitter, youtube vb sayesinde ulaştığımız bağımsız gazetecilik haber alma özgürlüğümüz için uzun vadede de çok işlevsel olabilecek gibi görünüyor. ama konu sanki tamamen "muhabirlik" eksenine kayıyor. sosyal medyanın "hız merakı" alınan haberlerin ve istihbaratların yorumlanmasındaki zaten az olan niteliği düşürür mü? yeni uğur mumcu ve abdi ipekçi'ler artık gelmez ama onlar gibi "araştırıp önceden uyaran" gazetecilik tamamen biter mi?

  • ekşi itiraf

    vaktiyle yazdığım bir entry'i* uğur dündar bir iki kere köşesine aldı. hatta birinin linki bu. yazı çok yayıldı tabi, bütün akrabalara nickim ifşa oldu falan, üstelik konu orada biraz sıkıntılı; (bkz: #57073474).

    neyse işte o entry'de bahsettiğim dönemde babamların "daha az görüştükleri" bir arkadaşı daha varmış. ileriki yıllarda da pek görüşmemişler. babamın hastalık ve ardından vefat sürecinde ne gördük ne de duyduk kendisini. benim entry yürüyüp yayılınca bu arkadaş kalkmış, bir şekilde babamın eski iş yerindeki arkadaşlarından annemin telefonunu bulmuş, annemlere gelmiş. babamın ölümünden 3 sene sonra. daha doğru düzgün başsağlığı dilemeden "beni niye yazmamış" diye şikayet etmiş.

    o gün bol goygoylu bir yazıyla ifşa edecektim ama annem zar zor durdurdu beni. insanlar çok garip. geçen gün sözlükte kıymetli bir yazarla bu konu hakkında mesajlaşırken bu seviye temiz bir ruh hastalığını çoktan görmediğimizde karar kılmıştık. üzerine annemle konuştum, bu sefer destur verdi.

    eğer bu yazıyı bir şekilde okursan; püü seni kahretmesin şinasi. müstehakını bul.

    boyun devrilsin şinasi.

  • kızılay'ın boğaz'da yalı kiralaması

    işin garibi kızılay’ın eskiden boğaz’da kendi yalısı vardı; vaniköy’deki mahmut nedim paşa yalısı. genç cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan boğazdaki bir çok eseri eğitim için kullanma adetine uyulan yalı, uzun zaman kızılay’ın hemşirelik okulu öğrencileri için yurt olarak hizmet verdi. hemşirelik okulu sağlık bakanlığı tarafından kapatılınca yalı bir süre boş kaldı. 2004’te ederinin çok altı bir fiyat olan 3 milyon $’a sabancı ailesine satıldı, bugünkü değeri 60-70 milyon $ civarında. sarayları okullardan makamlara vermek ülkede en üstten alta adet oldu yani.

    yeri gelmişken ekleyelim, cumhuriyet’in ilk milli hemşire okulu da olan kızılay'ın hemşirelik okulu “hilaliahmer hastabakıcı mektebi” atatürk'ün talimatıyla 21 şubat 1925'te istanbul aksaray'da haseki hastanesinin karşısında yer alan sinekli bakkal kazasker ali bey konağı’nda kuruldu. okulun faaliyete başladığı konak aynı zamanda halide edip'in sinekli bakkal ve mor salkımlı ev romanlarını yazdığı konaktır ve halide edip tarafından hemşire eğitimi verilmesi amacıyla kızılay'a armağan edilmiştir.

  • çağatay aksu

    şule’nin avukatı: şule’nin olay sonrası çekilen fotoğrafında ayakkabısı ayağından çıkmıştı bu nasıl olabilir?

    çağatay: şule 70 metreden atıldı ayakkabısının o esnada çıkmış olması normal

    avukat: “atıldı” dedi kayda geçsin

    https://twitter.com/…ik_/status/1128599802500079617

  • 2019 ekonomik krizi

    diyelim ki bir oku yaya yerleştirdiniz, yavaş yavaş çektiniz, gerdiniz, gerdiniz, gözlerinizi kıstınız, bir hedef aradınız, iyice gerdiniz... sonra elleriniz titremeye başladı, ama oku atacak bir hedef bulamadınız, bırakamıyorsunuz. yay sağa sola sallanmaya başladı, avucunuzun içi terledi, tırnaklarınızın altındaki kan iyice çekildi. nihayetinde iki parmağınızın arasındaki oku tutabilecek dermanınız kalmadı, artık dayanamadınız ve ok kontrolsüzce kendi kendine fırladı gitti...

    hah işte, bizim ekonomimizde o ok 2016’da yaydan çıkmıştı zaten arkadaşlar. biz o günden beri koşarak o oku yakalamaya çalışıyoruz. bomboş işlerle hayati zamanlar kaybediyoruz. sadece doları baskılamak için çağ dışı yöntemlerle finans rezervlerimizi tükettik, yatırımcıyı kaybettik, cari açığımızı taa neptün'e ulaştırdık. şimdi de erken seçime kadar 3-5 gün dolar baskılamak için tl'nin itibarını, türk şirketlerinin uluslararası değerini, ülkenin son birkaç damla finansal güvenini, yani uzun vadeli neyimiz varsa hepsini yok ediyoruz.

    bir dalı kurtaracağız yalanıyla ağacın kökünü baltalıyoruz.

    bizim oku atacak bir hedef bulamayışımızın birçok nedeni var; bunlara çok detaylı girmeyeceğim. özetle ülkece inşaat rantını sevdik. çünkü üretim riskine girmedik. peki niye; ne üretebileceğimizi bilmiyorduk. niye bilmiyorduk; liyakat yok ülkede. güney kore ile aşağı yukarı aynı zamanlarda aynı amerikan rüyasına başladık, onlar ar-ge ile, eğitim ile, üretim ile fersah fersah ilerlerken biz dpt’yi kapattık, üniversiteleri sulandırdık, tübitak’ın tüm bilim damarlarını bitirdik, işi gücü bırakıp vasıfsız imam hatipli kopyaladık. yetmedi, yüzyılda bir gelecek küresel para bolluğu fırsatını da oto servisinden devşirme cahil müteahhitlere emanet edip daha da borçlanarak kaçırdık.

    bu ülke nasıl kurtulur biliyor musunuz? tek bir cevabı var: herkes isterse kurtulur. ülkenin halini görmeyen memnun kindar çoğunluğu ikna etme çabalarımız halen “vatan hainliği” sayılıyor ama olsun, elli kere yazdım yine yazacağım, bu ülkenin sorunları ekonomik krizden çok öte.

    bu ülkenin herhangi bir alanda bir doğrusu bir politikası yok. adalet yok, basın özgürlüğü yok, kişisel haklar yok. ülkenin sabit bir dış politikası yok, pinpon topu gibiyiz adeta, dış işleri bakanlığı malum bir kadının bayram evi gibi, bütün akrabaları orada. eğitim politikamız yok, okullarımız cahil üretiyor. sağlık politikamız yok, her şey özelleşiyor, menzil cemaatinden olmayan ambülans şoförü olamıyor. sporda, kültürde, sanatta bir hedef bir başarı aramak delilik zaten artık şu devirde. tarım can çekişiyor, yıllarca tüik verileriyle oynanıp gerçekler saklandı (bak 13 sene önce yazmışım buraya), patates soğansız kaldık hala kimse akıllanmıyor. resmen bağıra bağıra su sorunu geliyor, bir 15 sene sonra çocuklarınız okur belki. daha ne sayayım, mesela, deprem bölgesinde yaşıyoruz ama ülkenin doğru dürüst bir afet planı var mı? yok (van depreminde vali ile belediye başkanı 3 günde yan yana gelemedi kriz masası başkanı kim olacak kavgasından. ve üstelik ikisi de olmamalıydı, çünkü genel teammüllere göre ikisi de afetzededir ve kriz masasına dışarıdan yetkili atanır). açıyorum bakıyorum, bizim mahallenin deprem toplanma alanı neresi diye, ta-taam, deniz kenarındaki dolgu alan. akp'nin elini atıp da kurutmadığı alan yok.

    özetle şu an ekonomiye kafa yormuyorum. çünkü ekonomik kriz ülkede adalet, özgürlük, eğitim, özgür basın olmadığı için var. ekonomik kriz bu ülkede ar-ge, üretim, bilim yapan cezalandırıldığı için var.

    madem ekonomik krize kafa yormuyorum, peki bu tuğla gibi yazıyı yazmaktaki derdim ne? bakın; ortalama bir vatandaş olarak ben neden “swap, cds, short'lamak” falan öğrenmek için bu kadar uğraşıyorum? bu terimlerin daha türkçesi bile yok yahu, normalde ülkede toplasan 1000-2000 kişinin bilmesi gereken terimler lan bunlar, bize ne? bize ne londra borsasındaki spekülatörün beklentilerinden? daha düne kadar çoğumuz ohal kanununu hatmetti. "f-35 mi s-400 mü?" denince hepimizin boş boş bakması gerekiyor ama çoğumuz menzillerini bile biliyoruz, cevap verin yahu niye?

    biz niye insan gibi balkon bitkileriyle, kümes hayvanlarıyla, "diy - wooden folding table" videolarıyla falan uğraşamıyoruz ya? bir kanadalı, finlandiyalı, yeni zelandalı, güney koreli iş çıkışı arkadaşları ile oturup bir şeyler içerken pinterest'te cam boyama modeli beğeniyor da ben niye üniversitede finans&ekonomi sınavı geçirecek bilgiyi matrix'teki neo gibi yüklüyorum kendime?

    vallahi bir şey istemiyorum, lan 17 yıldır ülkeyi yönetiyorsunuz, bir huzur verin artık ne olur ya ne yapıyorsanız yapın.

    lan belimizi incitmeyin yeter be.

  • burak yılmaz

    ülkeyi seviyorum diye bana terörist diyen hükumeti nasıl sevmek zorunda değilsem, beşiktaş'ı seviyorum diye de bana müşteri diyen yönetimi sevmek zorunda değilim. ne olduğunu bildiğimiz reza zarrab bayraklar önünde kurtarıcı gibi tv'de canlı yayına çıkınca tepkimi gösterdiysem, başka bir hırsızı armayı öpüp "şeref, alın teri" yazdı diye sevecek değilim. onlardan gelecek hayır, gelmesin. bu kadar net.

    “bir oyuncu için takım mı bırakılır?”mış. bak bak, kibre bak. adamlar başımıza değerleri ayarlama enstitüsü kesiliyor bir de. lan tanıdığım en atatürk hayranı insanım, doğup büyüdüğüm ülkeden soğudum, arsızlar ve hırsızlar yüzünden. bana müşteri diyen, üyelik başvurumu 18 ay bekletip reddeden, quaresmalı canerli buraklı takımı gözümü kırpmadan unuturum ben.

  • 2018 ekonomik krizi

    ekonomik krizden nasıl kurtuluruz diye soruyor herkes.

    anadolu'da bir laf vardır, tam olarak uyuyor buraya: "başım gölgede olsun da götümü eşek siksin"

    bir kere şu "kriz" tanımının artık değişmesi gerekiyor. türkiye'de ekonomik kriz yok. ekonomik kanser var. 2015'teki finansal kriz kanserin ilk evresiydi, o zaman erken teşhis ve tedavi işe yarayabilirdi. göz göre göre bugünlere geldik aşama aşama***.

    şu an kanserin son evresine ilerliyoruz, böyle giderse 2019 baharı gelmeden sona geliriz. ama "koyduk mu?" diyen halkı hala hasta olduğuna ikna edemiyoruz. türkiye yaşasa da eskisi gibi olmayacak. bir gün iyileşse bile bugünlerden arızalar, acılar, sıkıntılar hep kalacak. yurtlarda yanan ya da tecavüz edilen çocuklar, ali ismail'e atılan son tekme, yarbay ali tatar, türkan saylan, müebbet yiyen 15 günlük erler, donarak ölen çocuklar, soma, dilek özçelik ileride bir gün mesela her güldüğümüzde aklımıza gelecek.

    öncelikle bunu kabullenin.

    ve türkiye için öncelikli sorun ekonomi değil. ekonomi iyi olsun demek "başım gölgede olsun" demek.

    türkiye'de eğitim bitti, sağlık bitti, adalet bitti. bir devletin sağlaması gereken en önemli 3 şey baya baya yok bu ülkede. polise, askere, güvenlik kurumlarına güven yok güven. akademi yok, basın yok. ülkede aydın yok. sonra, üretim bitti. lan bacalıyı bırak, bacasız sanayi turizm bile bitti be. tarım bitti tarım, ya ne konuşuyorsunuz baz faiz falan diye, hayvan kalmadı ülkede be. sanat yok, spor yok, kültür falan zaten hak getire.

    siz önce bunları bir düzeltin, 50 yıla kalmaz belki bir şeyler düzelir.
    lan dolar satıp, faiz arttırmayla ülke mi düzelir?

  • istanbul başakşehir'in başarısının sırrı

    ben düzenli olarak ibb beyazmasayı "kadıköy kartal metrosu yoğun saatlerde neden tamamı 8 vagonlu trenlerle çalışmıyor?" diye taciz ediyorum. her seferinde aynı cevap geliyor: saha görevlilerimizin yaptığı gözlem ve tasarruf !!

    lan benim her gün işe giderken metroya binince ayaklarım yere değmiyor, sıkış tıkış metronun kapısına yapışık gidiyorum. insanlar kucağında çocuğuyla, elinde poşetiyle, sırtında çantayla binemiyor, bekliyor.

    sonra, sanki 100 yıldan büyük 3 kulübü hiç yokmuş gibi "şehri temsil etsin" diye iktidarca desteklenen bu takım, bizden "tasarruf!" ettikleri paraları ülkeyi temsil edecekleri avrupa maçlarında oynatmadıkları milyonluk futbolculara yatırıyor.

    ne başarısı?

    bu kulüp bütün derdi ve amacı vergi verenlerinin tuttuğu 3 büyük takımı yenmek olan bir iktidar oluşumudur. futbol takımı iyi oynuyor kötü oynuyor karışmıyorum. bu kulüp için yapılanlar ve bu kulübün yaptığı şey "iyi ve doğru" değildir.

  • ekşi itiraf

    yıllar önce baya bir kişinin hayatını trolledim:

    (bkz: #71463498)

  • 2017 ekonomik krizi

    kriz denince siz bekliyorsunuz ki, böyle, yazar kasalar havalarda uçsun, gazeteler sayfa sayfa "ooo kriz" yazsın, piyasayı tefeciler bassın, bankerler intihar etsin. yahu, 15 temmuz'da iktidarda chp olsaydı tankların önüne yatmayıp arkasından yürüyecek olan bu necip "millet", şu an, başbakanlık önünde yazar kasa fırlatmaz, belediye otobüsleri ile mitinge taşınmaz. olmaz o iş boşa beklemeyin. zamlara bahane bulmaya başladılar bile. başta en yavşak trol olmak üzere tüm kadroları ile "bu zamlar ülke savunması için" propagandası saatler içinde yürüdü gidiyor. zam haberinden önce propagandasını yaptı, yandaş satılık medya. muazzam bir kitle bu. neyse.

    "hele bir öncelikle referandumda evet çıksın, sonrasında da ekonomi patlamasın" diye yıl başından beri 215 milyar tl kamu kredisi dağıtıldı. bu krediler verilirken kağıt üstünde "yatırım yapma" şartı arandı, ama her devlet işinde olduğu gibi takibi yapılmadı. bu çok düşük faizli kefilsiz kredileri alan esnaf, ya eski kredilerini kapattı, ya da parayı gayrimenkule yatırdı. yatırıma, üretime, sanayiye, işsizliğe hiçbir katkısı olmadı.

    asıl soru ne peki; şu an vatan için acilen vergi zammı yapmak zorunda kalan hükumet daha birkaç ay önce bu 200 küsür milyar tl'lik kredi pastasının finansmanını nasıl sağlamıştı? iktidara geldiği ilk günden beri yaptığını yaparak, hazır yiyerek. "sat sat bitmiyor ne komünist bir ülkeymişiz" zihniyetine yakışır şekilde, 94 yıllık cumhuriyetin en köklü kurumlarının bir havuzda toplandığı varlık fonu'nu rehin vererek. varlık fonu ve arap sermayesinden gelen sıcak para sayesinde, piyasalar hareketli tutulmak ve 4 lirayı gören dolar biraz dizginlenmek istendi.

    ama işte "yatırım yapma" şartının peşi bırakılınca, dönüp dolaşıp aynı yere geldi her şey. sadece, teknik olarak akp ilk sıradan engele kadar biraz daha zaman kazandı. belki bizim referandumdan hepimizin neler olduğunu bildiği şekilde "evet" çıktı, ama dış politikada 5 dakika sonrasını bile göremeyen stratejik derinlik, yine kandırıldıkları bir senaryoda, beklemedikleri referandumun "evet-hayır" ikilemi arasına tüm ülkeyi sıkıştırıp bıraktı. kriz dedikoduların yükselmesine, akp'nin her zamanki gibi yine eli kolu bağlı hazırlıksız yakalandığı bu saçma gündem bile yetiyor.

    son 15 yılda ülke bir daha yakalayamayacağı küresel fırsatları kaçırdı. son birkaç yıldaki akıl dışı kararların cezasını da tahminen kapitülasyonlar gibi birkaç nesilde ödeyecek. bütün finansal can suları ekonomik açıdan uzun vadeli hiçbir katma değeri olmayan beton rezidans yığınlarına gömüldüğü için, sağlam basıp sıçrayacak bir ekonomik zemini, sıkıca tutunacak dalı kalmayan bir ülkeyiz artık.

    buradan kısa ve orta vadede çıkamayız. uzun vadede tek çıkış umudumuz da eğitim. o konuyu da biliyorsunuz zaten.

    yapacak bir şey yok. zorla güzellik olmuyor. milli irade falan işte.

  • oğuzhan özyakup

    atiba için yazdım dün gece (bkz: #67615846), oğuzhan için de geçerli.

    yeri gelince "oyun kurucu, 10 numara" diye sergen ile karşılaştırdığınız adam maçın büyük bölümünde lyon'un beklerini ve kanatlarını kovaladı. niye? başta quaresma beyimiz olmak üzere öndeki dörtlü bizim sahaya dönmediği, dönse bile rakibini kovalamadığı için atiba ve oğuzhan her atakta 4-5 kişiyi karşılamak zorunda kaldı.

    mesela dün aboubakar olsaydı, diakhaby denen ibibik valbuena'nın lacazette'in ayağına rahat rahat 40 m top atamazdı. iki topla ceza sahası ön alanımıza geldiler hep. avrupa'da üst düzey takımlarla oynarken ilerde sert basmazsanız mücadele edemezsiniz.

    neyse geçmiş olsun, canları sağ olsun.

  • 9 şubat 2017 pronet rezaleti

    aslında entry ilk buradaydı: (bkz: pronet/#67623421), gelen mesajlar üzerine olayın yaşandığı tarih ile ayrı başlık açtım. son iki aydır bu entry kenarda satır satır uzadı, kısmet bugüneymiş. sadede gelelim:

    9 şubat 2017 perşembe gecesi pronet güvenlik sistemi kurulu iş yerimize hırsız girmiş. girmiş diyorum; 7 katlı binamıza girmişler, bütün katları rahat rahat gezmişler. biz hırsızlığı 10 şubat sabahı 7:45 gibi ofisi açtığımızda fark ettik. gel gör ki 2009 yılından beri müşterisi olduğumuz ve yılda yaklaşık 4000 tl hizmet bedeli ödediğimiz pronet de hırsızlığı bizden öğrendi. saat 9:15'te pronet çağrı merkezini aradığımızda hala "sistem aktif" diyorlardı. o sırada kapıdaki şifre paneli sökülmüş, ana cihaz duvardan demonte edilmiş ve aküsü çıkarılmış, birçok hareket sensörü yere atılmış ve kameralar offline moda geçmiş haldeydi. bir önceki akşam 19:25'te çıkarken sistemi kurup ofisi kapatmışız. hırsızlık günü olay yeri inceleme ekipleri gittikten sonra gelen teknik ekip tarafından saat 15:45 gibi tekrar devreye alınmış:

    https://s21.postimg.org/j7fn6ir87/pronet_i_lem.jpg

    öğrendiğimize göre, hırsızlar öncelikle akşam saat 22:00 gibi bizim binamızın da içinde olduğu 5-6 iş hanına giden telekom ana hat kablosunu kesmişler. ilk rezalet bu: çünkü bağlantının koptuğuna dair ne pronet merkezine ne de bize bildirim gelmedi. çünkü bağlantı kopması, arıza, vb teknik sorunların önüne geçebilecek test sinyali sadece günde 1 kez atılıyormuş. yukarıdaki linkte belki dikkatinizi çekmiştir, en son 9 şubat sabah 8.30'da atılmış. gel gör ki biz 10 şubat sabahı 9:15'te (yani 2 test sinyali arası 24 saat dolduktan sonra) pronet'i aradığımızda hala yenisi atılmamıştı. buna da ikinci rezalet cevap geldi: "ana panelin aküsü çıktığından sistem saati resetlenmiş". eee? bu ne demek? hareket sensöründe, kamerada, ana panelde arıza var mı yok mu diye günde sadece 1 kere atılan test sinyalini de ana makineden değil yine arızalanma ihtimali olan yerel cihazdan gönderiyorlar. niye; böylelikle test araması masrafı müşteriye yükleniyor.

    arada çok önemli bir ekleme yapmam lazım. alarm sözleşmesinin 3.3 maddesi aynen şöyle: “pronet, alarm merkezi hizmetinden faydalanan müşteri’nin elektronik alarm sistemlerinden gelen mesajları 365 gün 24 saat boyunca izler. müdahale yapılması gereken mesajlar için müşteri’nin pronet alarm merkezi hizmet formu’nda belirlediği kişilere ve/veya ilgili mercilere haber verir.” 365 gün 24 saat izliyorum diye söz verdiği, taahhüt ettiği, sözleşme imzaladığı sistemdeki sorunları günde sadece bir kere kontrol ediyor.

    belki başka mağduriyetleri de önlerim, pronet kullanmaya devam edecekler için şunu belirteyim; "sistem 365 gün 24 saat izlenir" ibaresi var, ama özetle hikaye. bu yazıyı okuyan pronet kullanıcıları şunu bir sorgulatsın: pronet'in hem kablo kesilmesinde yine de çalışan, hem de en azından saat başı test sinyali atan gprs modeli de varmış pronet plus diye. yeni çıkan bir ürünmüş ama bundan bize bahsetmemişler. ürün yeniymiş, biz 2009'da girmişiz, abone talepleri ile işlem sağlıyorlarmış, falan filan. eğer pronet kullanmaya devam edecekseniz en azından plus'a geçin, test sinyali aralığınız 1 saate düşsün (son olarak gelen mailin tamamını kör olmadan okumak isteyen cesur yürekler için link de verelim;

    https://s31.postimg.org/jza2mwbln/pronet.jpg )

    neyse devam edelim; tahminen gece yarısı gibi binaya girmişler. sokağımızda 4 otel ve sabaha kadar açık 2 restoran var. gece mesaisinde çalışan onlarca kişiye sorduk, hiçbiri alarm duymamış. bitişik binamızdaki pansiyonun resepsiyon masası alarm sirenine 5 metre mesafede. sabaha kadar arkadaşları ile oturmuş, alarm çalsa sesini duymaması mümkün değil özetle. binaya çatıdan girdikleri ve kameralarımız offline olduğu için de hiçbir kayıt yok.

    çatıdan binaya inen koridorda hareket sensörü var. olay sonrası pronet'ten gelen teknik servis personeli sensörün aktif olduğunu bağlantı sinyali gitmese dahi alarmın en azından mutlaka "lokal olarak" çalmış olduğunu söyledi. hırsızların "zaten alarm çaldığı için" panelleri ve aküleri söktüklerini tahmin ettiğini belirtti. ama işte, internet bağlantısı olmadığı için onların ve bizim haberimizin olamadığını yine ekledi. bu ihtimale aklıselimle hak versem bile, komşularıma daha çok güveniyorum. büyük ihtimalle hırsızların alarm sirenini de etkisiz kılan bir yöntemleri var, alarm sessiz modda gibi çalıştı o gece.

    velhasıl, tüm bu yaşananlardan sonra pronet'i iptal etmeye karar verdik. cihaz söküm bedeli altında 350$ istediler, cihazlarınızı ben söküyorum, gelin parayı alın alabiliyorsanız dedim, 2-3 gün ikna etmeye çalıştılar, ama çok uzatamadılar.

    yıllardır size "tek bir şey" için para ödeyeceğiz; sistem açıklarınız yüzünden ihtiyacımız olduğunda hiçbir işe yaramayacaksınız, hırsızlar iş yerime girecek, bütün katları masaları gezecek kadar uzun süre kalacak, kaynak makinesi ile kasayı açacak, bana yüz binlerce lira maddi ve manevi zarara yol açacaksın, ben yine de sana çok bulaşmayacağım ama taahhüdünü yerine getiremediğin için sözleşmemi iptal etmek istediğimde de sökme bedeli diyeceksin.

    ve dahası bu yazıyı yazmamı sağlayan son rezaleti yapacaksın; kendileri sözleşmedeki taahhütlerine uymadıkları için aboneliğimi iptal ettim. taahhüt cayma bedeli çıkarmışlar ve utanmadan şirket kredi kartından cayma bedelinin tamamını onayımız olmadan izinsizce ve haber vermeden çekmişler. ekstreyi kontrol ederken fark ettik bunu da.

    nasıl bir şirket olduğunuzu herkes bilsin diye kenarda biriktiriyordum bu yazıyı, bugüne kısmetmiş.

  • cumhuriyet halk partisi

    sine-i millete dönmezse bir daha seçim göremez. yaz gelmeden tasfiyeye gözaltıya tutuklamaya başlarlar hepsini. beceriksizliklerine ve öngörüsüzlüklerine alıştık ama 2019'u görebileceklerini düşünmüyorlardır herhalde. düşünüyorlarsa, ya salaklar ya satılmışlar. zaten olası bir seçimi görseler de sandıkta seçmeni göremezler.

    ulan millet gece uyku uyuyamıyor, ohal'e rağmen sokaklarda tepki koyuyor, ülkenin bu en önemli en acil meselesi için partinin en yetkili organı olan parti meclisi taaa 25 nisan'da toplanıyor. düğün bittikten sonra gelen zurnayı adamın götüne sokarlar anadolu'da.

    seçim ne kadar gayrı meşru ise, bu parti de o kadar gayrı meşrudur artık benim için.

  • sancaktepe'de yapılan başkanlık sistemi röportajı

    röportaj öncesi sancaktepe'ye otobüslerle izmirli taşımışlar herhalde.

  • 2016 ekonomik krizi

    orta çağ'da avrupa'da veba salgını yaşandığında, insanlarda görülen ateş, bulantı, baş ağrısı gibi belirtiler için tedavi olarak ağrı kesiciler ve ateş düşürücüler verilirmiş. kan sulandırıcı bu maddeler, hastanın ölümünü hızlandırmaktan başka işe yaramamış tabi.

    biz de ülkece bir süredir benzer bir yöntemi uyguluyoruz. hastalığı değil belirtileri azaltmaya çalışıyoruz.

    kayıt dışı hareketlere dayalı ekonomimizde doların artması, borsanın düşmesi ekonomik krizin sebebi değil sonucudur, önce bunu anlamak ve anlatmak lazım. dolar arttığı için ekonomimiz kötüleşmiyor, başta ekonomi olmak üzere ülke yönetimi kötü olduğu için kriz ortaya çıkıyor, bir göstergesi olarak da dolar yükseliyor. eğitim kötü yönetildiği için pisa sonuçlarında geriliyoruz. adalet sistemimiz kötü olduğu için katiller, çocuk tecavüzcüleri serbest dolaşıyor. iş güvenliği zihniyetimiz yerlerde süründüğü için her ay 150 iş cinayeti yaşanıyor.

    yıllardır sıcak parayı döndürmek için teşvik edilen kayıt dışı ekonomimiz sistemin altını oyuyordu. yapısal reformlar yapılmadığı için de artık çöküyor. şu an için ekonomiyi dolar bozdurmakla kurtarmakla çalışmak, vebalı hastayı ağrı kesici ile kurtarmaya çalışmaktan farksızdır. hatta, ülkece üretimi ve ihracatı arttırsak dahi sürekli tekrarlanan "yapısal reformlar" olmazsa hiçbir şeyi toparlayamayacağımız bir dönemdeyiz artık. bu kriz geçen sene de vardı, daha çok nakit darlığı sebepli finansal bir krizdi. döviz kuru gibi daha genel geçer göstergelere de yansıdığı için artık herkes farkına varabiliyor. müdahale edilmezse seneye de artarak devam edecek.

    türkiye, dünyanın en büyük vergi dairesi. yapılması gerekenlerin en basiti ile başlayalım, bu ülkenin artık acilen bir vergi reformu yapması lazım. ötv, kdv, ötv'nin kdv'si, ötv'nin kdv'sinin ötv'si, öiv, mtv, damga vergisi, geçici vergi, gümrük vergisi, emlak, çevre... bu ne yahu? her dert biter vergi bitmez sözü boşa değil gerçekten.

    milli eğitim bakanı diyor ki "pisa testine sadece fen liseleri girse 3. olurduk". e peki niye her yere imam hatip açıyorsunuz? sınava fen liselileri sokmak da yine vebalıya ağrı kesici vermekten farksız işte. türkiye ciddi bir eğitim reformu ile akp'nin ucubesi olan 4+4+4 saçmalığından, bütün okulları imam hatip yapmaktan, sınav sistemleri ile her yıl oynanmasından artık kurtulmalıdır. okuyup başka iş bulamadığı için asgari ücreti altına sözleşmeli öğretmen olan bir ziraat mühendisi ilk okul çocuğuna ne verebilir?

    bitmiyor, hukuk reformu da yapmamız gerekiyor. genel olarak toplumsal adaleti tekrar tesis etmeyi, hatta yatırımcılara güven vermeyi falan geçtim, türk ticaret kanunu'nda "çek görüldüğünde ödenir. buna aykırı herhangi bir kayıt yazılmamış hükmündedir." diye yazarken çek kanunu'nda düzenleme yaparak "ileri keşide tarihli çeklerin erken ibrazı 31/12/2017 tarihine kadar yasaklanmıştır." ibaresi koyup kanunları birbirine düşürmememiz gerekiyor. üstüne bir de düzenlediği banka çekini ödemeyenlere hapis cezasını kaldırdığınızda ortaya çıkan şey istanbul'un arka mahallelerinde okey masalarında mezarlık çeki denen batık çekler karaborsası oluyor (konuyu biraz daha açmak için şunu yazdım: (bkz: #64611043)).

    bizim çiftçiyi tekrar ayağa kaldırmamız lazım. çocukluğumuzda iyi kötü kendine yeten bir ülkeyken şu an tarımı, hatta tarım alanlarını bile tüketmiş haldeyiz. direnip kalanlar patatesi bir sene 50 kuruştan bir sene 5 liradan satıyor mesela. çiftçi önündeki 5 yıl mahsulünü kaç liraya satacağını bilmeli ki ona göre mahsulünü ekebilsin. ticari taksicinin aldığı vergi indiriminden faydalansın. mazotunu avrupalı rakibi ile aynı fiyattan alsın ki rekabet edebilsin.

    işimiz çok, bizim sanayi hamleleri yapmamız da lazım, 2011'de sanayi bakanı saab ile dalga geçerken, 2015'te saab ile "yerli otomobil" anlaşması yapılmamalı. üretim ve ihracata teçvik getirilmeli. bugün bir üretim işletmesi açmak isteseniz onlarca imza gerekiyor, organizasyon sıfır, şirketi kağıt üzerinde kurmak makine almak kadar maliyetli.

    ohal'e, khk'lara, terörle mücadele adı altındaki cadı avlarına bir son verilsin -başkanlık tartışmasına girmiyorum bile- şu yukarıdaki reformları yapsınlar, gerekirse kurtuluş savaşı'ndaki gibi tekalif-i milliye çıksın.

    veba salgınında insanların bilinen bir çareleri yoktu, belirtileri azaltacak tedavileri denediler. bizim tedavimiz belli. başka yolu yok.

  • sözlükçülerin televizyona çıkma hikayeleri

    "realsanto, 1979, ankara - ...

    oynadığı karakterlerle önemli çıkış yakalayan türk televizyon oyuncusu, müzisyen, yazar.

    kariyerine ferhunde hanımlar'ın bir bölümünde tamer karadağlı'nın aşti'de ipek çeken'i yolcu ettiği sahnede arkada bavul ile bekleyen adamı oynayarak tesadüfen başladı.

    bir yandan üniversite eğitimini sürdürüken, bir yandan da ferhunde hanımlar'ın devamı niteliğineki bizim evin halleri isimli dizide yine tesadüfen 2 bölümde görünerek akrabanın eşin dostun dikkatini çekti.

    ankara'daki yunan büyükelçiliğinin önünden geçerken "abi hangi kanal?" diye yanaştığı kameralar bbc'nin çıktı, bir pazar akşamı top gear beklerken kendini bir tartışma programı vtr'sinin arka planında yürürken gördü (bkz: top gear/#10761571). bu onun uluslar arası alanda ilk deneyimi oldu.

    askerliği sırasında gelibolu'daki anma törenlerinde bayrağımızı gururla taşırken görüntülendi. tören, dönemin başbakanı erdoğan ile kolordu komutanı engin alan arasındaki ayağa kalkma krizi ile hafızalarda yer etti.

    yoğun iş temposu nedeniyle bir süre kameralardan uzak kalan genç oyuncu, sevenlerinin destek ve telkinleri ile kariyerinde müziğe yöneldi. kısa sürede popülerlik yakaladığı çalışmaları sayesinde trt canlı yayınında ahmet özhan, ercan saatçi ve hülya avşar'ın da dahil olduğu bir koro ile tsm şarkıları seslendirdi. koro kariyeri beklenmedik sebeplerle sona erdi. (bkz: #12174952)

    görev için bulunduğu kudüs'te trt canlı yayınında bir binanın terasında faaliyetlerinden bahsederken, fırtınanın etkisi ile çatıdan uçan bir kiremit yüzünden tehlike atlattı. israil ile yoğun krizlerin yaşandığı bir dönemde ve primetime'da yayınlanan bu program onun geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.

    gazze'ye yapılacak yardımlara kamuoyu desteği sağlamak için uluslararası basınla görüştü, bbc radyo'ya canlı yayında röportaj verdi, israil'in abluka politikalarını eleştirdi. gazze yerel basınında kahraman ilan edildi. the independent gazetesi onunla yaptığı röportajı ana sayfadan yayınladı. batı şeria'da et almak için girdiği bir kasaptayken, filistin tv'sinde tekrarı yayınlanmakta olan kurtlar vadisi dizisinin reklam arası haber tanıtım kuşağında kendisini gördü. kasap eti bedava vermek üzereyken "çakır ölüyor yakında yeaa" diye spoiler verince satırla kovalandı.

    yurda döndükten sonra özel hayatına daha çok zaman ayırmaya karar verdi ve kameralardan uzak kaldı. şu an evli ve bir çocuk babası olan deneyimli sanatçı en son oğlunun doğum günü videosunda görüldü."

  • 14 yılda şeriat getirememek

    bizim yobazların atatürk denince kudurmasının asıl sebebi bu.

    bakıyorsun, adam bir akşam yemek yerken "yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz" diyor, hakkaten de ediyor. sonra elini masaya bir vuruyor, şak diye saltanatı kaldırıyor. kesmiyor hilafeti de kaldırıyor. bundan sonra şapka takacaksınız lan diyor, tekkeleri kapatıyor, canı sıkılıyor harf devrimi yapıyor, harf! tak diye bir gecede cahil bırakıyor, dedesinin mezar taşını okutmuyor adama. kadınlar da oy verecek diyor, herkesin soyadı olacak, "arşın okka ney lan, al bak bu metre" diyor. laiklik diyor laiklik.

    bunlar gibi kıvırmıyor, kıvranmıyor. "imirikin tipi bişkinlik sistimi" diye falan yarım ağız konuşmuyor, "yitmiz ivi ivit" diyen ibibikleri yemleyip piyasaya salmıyor. gece rüyasında görüyor, sabah ilk iş tamam, hayırlı olsun. öğlen ismet'le çay keyfinde aklına bir şey geliyor, tak, mesai bitmeden kanun onaylanmış bile. yahu gün bitmeden her işlem tamam, 14 yıl ne öyle. hop, çekiyor emaneti, sağlıyor adaleti.

    bunlar da daha aklını uçkurundan alıp şeriat getirecek.
    getir canım soğumasın.

  • mustafa kemal atatürk

    birinci dünya savaşı, o günleri yaşayanların deyimiyle cihan harbi başlayınca dedemin dedesini askere almışlar. kastamonu'daki hemen her erkek gibi, uğruna türküler ağıtlar yakılan çanakkale'ye göndermişler. büyük dedem o ayrılık gününü anlatmıştı bir kere; babasını uğurlarken sadece helva yapabilmişler yolda yesin diye. kendi yememiş, dört yaşındaki oğluna, büyük dedeme vermiş. köyün tozlu yolunda yürüye yürüye uzaklaşmış. "bubamdan kalan tek hatıra bu" derdi büyük dedem. zaten ilk başlarda bir iki mektup gelmiş, sonra mektuplar kesilmiş. bu arada dayısını da çağırmışlar askere. yaklaşık iki sene sonra da, sadece künyeleri geri gelmiş gelibolu'dan, ikisi de şehit olmuşlar.

    gelibolu'dan gelen o mektupların birinde duymuş dedem ilk mustafa kemal'i. hep merak etmiş o büyük adamı. işgal olmuş, isyan başlamış, savaşlar bitmiş, kurtuluş gelmiş. herkesin dilinde yine kemal paşa. derken "cumhuriyet" ilan edilmiş. bir gün, duymuş ki inebolu'ya gelecek mustafa kemal paşa. çok istemiş, evin tek erkeği olarak anasıyla ninesini bırakıp gidememiş, gidenleri dinlemiş. sonra işte, tesadüf ki yaşı gelince onun da askerliği ankara'ya çıkmış. çankaya'daki o eski köşkün bahçesinde çok nöbet tutmuş. yemin ederek anlatırdı "atatürk geceleri hiç uyumaz, ışığı hiç sönmezdi" diye. öyle bir sevmiş ki o günleri, askerliği bitince memleketinden bile vazgeçmiş. kocasıyla kardeşini savaşta kaybetmiş elif anasını da almış, yeni ülkenin başkentine, umutla ankara'ya gelmiş.

    mustafa kemal bu toprağın insanına özgürlük, medeniyet, barış vermedi sadece. o, belki de en çok, yüzyıllarca bitmeyecek umut ve inanç verdi. dünyanın en çorak coğrafyasına cumhuriyet ağacını dikti. her şeye rağmen içimizdeki bu bitmeyen umut ve susmayan direniş, o koca ağacın dallarıdır, şehit dedelerimizin mirasıdır.

    nur içinde yatsınlar.

  • 2016 ekonomik krizi

    bu ülkede 102 kişinin öldüğü gün oynanan milli maç öncesi hayatını kaybedenler ıslıklandı, hayatını kaybeden yakınlarını anmak isteyenler daha bugün ters kelepçe ile göz altına alındı.

    biz gelmişiz hala ülkenin ekonomisini tartışıyoruz.

    ekonomiyi anlatayım; büyük markalar ohal'den dolayı iflas erteleyemiyor, iflas da edemiyor, çırpındıkça batıyor. ülkede üretim yok, akp döneminde kurulmuş ve cirosu 100 milyon tl olan bir tane bile üretim tesisi yok. ihraç ettiğimiz ürünlerin büyük kısmı işlenip yabancı marka ismiyle tekrar ithal ediliyor. 14 yılda sadece betona teşvik vardı, o deniz de bitti. gerzek dış politikanın beslediği terör sayesinde turizm zaten tükenmiş halde, yerli yabancı bütün turistler yunanistan ve ispanya'ya kayıyor. ülkenin en hareketli piyasası kapalıçarşı'da her gün bir dükkan kapanıyor, kalanlar akşam siftahsız kepenk indiriyor. mesela biz de şirkette bu ay sonu 3 kişi çıkaracağız. son iki yıldır zarar yazıyoruz ama artık ufukta bir iyileşme ihtimali görmüyoruz, bu şartlarla sürdüremeyeceğiz.

    bizim şirket demişken, kırk iki yıllık şirketiz. ve yirmi beş kişi çalışıp emek harcıyoruz. son 5 yılda ülkeye vergi+sgk+stopaj falan derken 2,5 milyon tl ödemişiz. ama "passat mı çekeyim yanlarına?" diyen bir utanmaz, bizim 5 yıllık emeğimizle, mesaimizle, alnımızın teriyle, gözümüzün nuruyla hiç acımadan kendine bir audi alabiliyor. delirmemek mümkün mü? ama bu, toplumda infial yaratmıyor, gülünüp geçiliyor. tek özelliği malum partiden olmak olan o adam o milyonluk arabaya binebiliyor. bırak onu, insanlar o arabaya imreniyor. bu nasıl bir ahlak?

    ülke tarihinin en borçlu dönemindeyiz, bir gün olur mu bilmiyorum ama, akp'den sonra gelecek hükumet düyun-ı umumiye'nin borçlarını devralmış gibi olacak. borcu da 3 lirayı geçmiş dolar kuru ile ödemeye çalışacak. bu ülkede ekonomi ve eğitimin 14 yılda aldığı zararın 50 yıldan önce tamir edilip eski hale getirilebilmesinin imkanı yok.

    yani öyle gazetelerin yazmasına siyasal bilmemneye falan gerek yok, herkes piyasaların çok kötü olduğunu biliyor. bunu dillendirmeyen kısım akıl almaz bir militan korumacılıkla "neyse, bir tek ben değilim" diye kendini teselli ediyor. schadenfreude gibi, başkasının üzüntüsüyle avunuyor. olay bu.