Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. 550 yerli ve milli milletvekili

    mesela ingiliz pasaportlu maliye bakanı, abd pasaportlu, bilderberg'ten icazetli babacan ekonomi bakanı, haymatlos sağlık bakanı seçmeyin demek istemiş olabilir.

  • 2. 1965-2014 arası imdb'ye alternatif en iyi 150 film

    başlangıçta imdb'ye alternatif en iyi 100 film olmasını planlıyordum ancak hazırlanış aşamasında sayının 100 filmi aşması sonucu listeye 50 film daha ekleme gereği duydum. sayıyı 250'ye tamamlamama sebebim, listeyi tamamen kaliteli ve nitelikli filmlerden oluşturma çabamdan kaynaklanıyor.

    neden 1965 yılından günümüze kadarki filmleri seçtiğime de değineyim. 1965 yılından itibaren siyah-beyaz filmlerin sayısı ciddi oranda azalıyor. bununla birlikte bu tarihi seçmemin en önemli sebebi günümüzden geriye son 50 senelik süreci ele alma isteğimdir. dolayısıyla son 50 sene gibi yuvarlak bir rakamı tercih ettim.

    filmlerin sıraları tek tek beğeni çıtama göre oluşturulmuştur. her filmin listedeki mevcut sırasını ince eleyip sık dokudum. buna mukabil, ilk 50 filme şahsi yorumlarımı da kattım. ayrıca şunu da belirteyim; her film türünden eşit miktarda listede yer vermeye özen gösterdim. yaklaşık bir aylık bir çalışma neticesinde yazılmıştır. buyurunuz:

    1. a woman under the influence, 1974, john cassavetes : film, evli bir kadının iç dünyasında yaşadığı çalkantı ve sürtüşmeleri, kendince aradığı mutlu bir yuva özlemini olağanüstü bir gerçeklikle işliyor. bunun yanısıra en az kadın kadar, kocasının üzerine titremesi ve yaşadığı problemlere bir çözüm bulma çabası da filmdeki bunaltıyı, evlilik içerisindeki sıkıntıları, renksizliği daha gerçekçi bir hale getiriyor. aile içi bir dramı, çıldırırcasına mutlu olmayı arzulayan bir kadını bu kadar gerçeklikle anlatan başka bir film yoktur sanıyorum. performansların olağanüstülüğüne değinmeye gerek dahi görmüyorum.

    2. amarcord, 1973, federico fellini: mussolini dönemi italya'sının ufak bir kasabasında yaşanan olağan hayatların kışıyla baharıyla yansıtıldığı, fellini'nin delikanlılık çağlarının italya'sına döndüğü eseridir. fellini delikanlılık çağına dönüyor tabii bunu kariyerinin, yönetmenliğinin olgunluğuna, adeta zirvesine ulaştığı yerde yapıyor. filmin lezzetinde büyük ölçüde bunun da payı olsa gerek.

    3. idi i smotri, 1985, elem klimov: öyle vurucu bir film ki, belki bu yüzdendir yönetmen hayatının sonuna kadar başka bir film çekmiyor. yarattığı dehşet öyle büyük ki, neden oscar'a aday dahi yapılmamıştır diye soracak olsak "filmde yahudilerin veya cesur amerikan askerlerinin olmayışı" diyerek açıklanabilir sanıyorum. bataklık sahnesi, köyün ateşe verilmesi, inek ölüsü, değişen taraflar vs. savaş filmi değil de canlı kanlı savaşın kendisi sanki. izlendiğinde bünyelerde bir süreliğine hasar yaratıyor.

    4. all the president's men, 1976, alan j. pakula: nixon'ı istifaya götüren watergate skandalı'nı ortaya çıkaran iki muhabirinin yaptıkları takip ve bu siyasi oyunu nasıl deşifre ettiklerini anlatan politik gerilim türündeki film. nefesleri kesen aksiyon dolu sahneler yok fakat şahane bir gerilim olduğu aşikar. bittikten sonra gazetecelik budur dedirtiyor.

    5. the thin red line, 1998, terrence malick: savaşın anlamsızlığını vurgulayan etkileyici diyalogların hemen arkasından sanki her biri kafamızın içinde patlarmışçasına arka arkaya atılan bombalar ve yaşanan çatşımalar filmin yakaladığı etkiyi inanılmaz boyutlara ulaştırıyor. aynı yıl çekilmiş er ryan devasa bir kahramanlık destanı olduğundan akademi tarafından büyük övgülere mazhar olmuşken, bu film ise nedir ki, savaşın anlamsızlığı mesajı falan filan.. peh... şaka bir yana gerçekten bu büyük filmin hakkı yenmiştir.

    6. balkanski spijun, 1984, dusan kovacevic: yüksek dozda paranoyaklık içeren ve bunu komünizm taşlamasıyla harmanlayan şahane bir komedi filmi. performanslar olağanüstü, karakterlerin her biri birbirinden ilginç ve tuhaf. konusundan kısaca bahsedecek olursak, evini kiraya verdiği masum komşusunun batılı bir ajan olduğundan şüphelenen orta yaşın biraz üzerinde bir adam, bu gizemli komşusunun her hareketini takip etmeye başlıyor. tabii biraz içe kapanık karısının olaylara kayıtsız kalışı, hatta dehşetli gözlerle seyredişi, bir de üstüne adamın ağabeyi ve çocuklarının da adama yardıma gelişi vs. derken zaten kısacık olan film müthiş bir finalle sona eriyor.

    7. glengarry glen ross, 1992, james foley: butik bir pazarlama şirketinin entrikalarını konu alan şahane kadroya sahip, diyalog ve performans ağırlıklı bir film. karmaşık ilişkiler ağı içerisinde kimin eli kimin cebinde takip etmekte zolanıyoruz. filmin tek oscar adaylığı al pacino'ya ait olsa da film bittikten sonra " al pacino mu yoksa alec baldwin, kevin spacey, ed harris yada jack lemmon'ın performansı mı daha iyiydi?" diye kendi kendinize düşünmeden edemiyorsunuz. ben jack lemmon derim tabii ki.

    8. punishment park, 1971, peter watkins: hayranlık uyandırıcı, cesur bir film. devlet tarafından muhalif görülen gençler, özgürlüklerini kazanmak için zoraki olarak insanlık dışı bir yarışa sokulurlar. filmin vuruculuğunun yanısıra; mahkemede hakim ve gençler arasında öyle ideolojik tartışmalar duyarız ki, bırakın şikayet etmeyi, her biri, bir ötekinden daha etkileyici olduğundan filme olan hürmetimiz bir nebze daha artar.

    9. todo sobre mi madre, 1999, pedro almodovar: normal ve sıradan bir anne-oğulun yaşantısıyla açılan filmin daha ilk dakikalarında genç çocuğun kaza yapıp ölmesiyle, sıradan sandığımız tablonun annenin yaşadığı ne kadar karmaşık bir sürecin meyvesi olduğuna şahit oluyoruz. kadının geçmişi bizi bir anda madrid'in nezih semtlerinden alıp, barcelona'nın travestiler, kadın satıcıları ve daha nice kıyısından köşesinden geçmeye imtina edeceğimiz arka sokaklarına götürüyor.

    10. killing of a chineese bookie, 1976, john cassavetes: tek kelimeyle "fiyakalı" bir film. listedeki diğer filmlere nazaran öyle derinliği olan bir öyküsü filan yok, diğer cassavetes filmlerine kıyasla da aynı şekilde. konusu da çok öyle sıradışı değil. başı, borç ve alacaklıdan kurtulamayan kumarbaz bir striptiz kulübü sahibinin durumdan kurtulmaya çalışırken aksine debelenişini, dibe batışını anlatıyor. üstüne üstlük, filme adını veren çinli bahisçinin ölümüyse filmin en fazla on dakikasılık kısmında işleniyor. peki bu filmi listenin ilk onununa sokacak kadar iyi yapan şey nedir? kesinlikle izlerken aldığınız tarifi imkansız seyir zevki. iddiam odur ki, scorsese'in goodfellas'ından daha estetiktir, daha karizmatiktir, onu katbekat aşmıştır. filmin baş karakterinin adının "cosmo vitelli" olduğunu da not düşeyim.

    11. repulsion, 1965, roman polanski: roman polanski'nin apartman üçlemesinin ilk ilk ve en iyi filmi. cinsel duyguları bastırılmış bir insanın, nasıl bir ruh halinde olacağını kah çeşitli simgelerle, kah başroldeki kızın çevresindekilerle kurduğu ilişkiler yoluyla gösteren catherine deneuve'un harika bir oyunculuk performansı sergilediği başyapıt.

    12. dersu uzala, 1975, akira kurosawa: ağaçla, kaplanla, ateşle konuşan, doğaya hakim bir insan: dersu... bir araştırma ekibine liderlik eden kaşif vladimir (kapitan!)... aralarında filizlenen dostluk. bilhassa filmin ikinci yarısının ortlarında dersu'nun, kaşifin eviyle kurduğu ilişkinin anlatımı hayranlık uyandırıcıdır. dersu, doğaya ve dolayısıyla yaşama adanmış bir ömür.

    13. mulholland dr, 2001, david lynch: lynch sinemasının zirve eseri diyebiliriz ancak yine hemen hemen her lynch filminde karşılaştığımız üzere, ilk izleyişte filmin parçalarını tam olarak doğru yere oturtamıyoruz. ikinci kere, belki üçüncü kere izlemek gerekiyor hatta bir rehber okumak gerekiyor. ancak bana kalırsa david lynch yıllar geçtikçe kademe kademe gerçeklikten uzaklaştı ve bu film gerçeklikten hem uzak ve hem de sağlıklı yorumlanabilecek son filmi diyebilirim. şöyle ki, önce blue velvet, arkasından twin peaks, hemen arkasından daha karmaşık kayıp otoban ve iki tık daha ötesi "mulhollan çıkmazı." basamağın son ayağı inland empire ise bana göre anlaşılması çok güç isteyen, çok daha karışık bir film.

    14. belle de jour, 1967, luis bunuel: yine luis bunuel ve yine şahane bir burjuva eleştirisi. şaşaalı hayat yaşayan güzel bir kadının; bastırılmış ve gizlenmiş duygularının da kışkırtmasıyla kocasına karşı hiçbir zaman üstlenemediği eşlik görevini ve dolayısıyla filmin çekildiği dönmdeki tüm ahlaksal tabuları yıkarak bir randevu evine gidip gelen fahişelere dönüşmesini anlatan harikulade bir klasik.

    15. blue velvet, 1986, david lynch: konusu ağır işliyor ancak sürükleyicilik ve gizemini (atmosferini) filmin sonuna kadar koruyor. bu yönüyle tam anlamıyla bir neo-noir filmi de diyebiliriz. bir de bonus olarak lynch'in çok fazla kafa yormadan izlenebilecek en iyi ve gizemli filmi. ayrıca filmin müzikleri de en az filmin kendisi kadar kendi kadar şahane.

    16. solyaris, 1972, andrey tarkovski: tarkovsky'nin bir bilim-kurgu eserini sanatıyla harmanlayıp konuşturduğu filmdir diyebiliriz. alışkın olduğumuz bilimkurgu filmlerinden çok öte bir film, çok daha derin. bilimselden ziyade sanatsal bir bilim-kurgu filmi diyebiliriz çünkü kitabın yazarı stanislaw lem dahi tarkovski'nin solyaris'i için ''o solyaris'i değil, suç ve ceza'yı çekti'' diyor. bu sözün üzerine bu başyapıtla alakalı daha ne söylenebilir ki?

    17. bring me the head of alfredo garcia, 1974, sam peckinpah: adından da anlaşılacağı üzere, çok ama çok sert bir film. vahşi batı, modern şehir, şiddet ve suçu bünyesinde barındırmasıyla bu başyapıt, kendisinden sonraki coen kardeşler ve daha birçok yönetmenin filmlerine ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

    18. volver, 2006, pedro almodovar: fazlasıyla kadınsı bir film. ismini estrella morente'nin volver şarkısından almış. zaten bu şarkıyı penelope cruz'un ağzından filmde dinliyoruz. filmde neler yok ki? batıl inançlarda, kadınların dünyasına, hayatın zorluğundan, olağan kasaba yaşamının ince detaylarına kadar pek çok konu tek bir şekilde inceleniyor. dahası film, çocuk istismarcısı tecavüzcülerin veya katillerin (penelope cruz'un canlandırdığı karakter gibi) aslında günlük hayatımızın birer parçası olduğu, içimizde dolaşışını seslendiriyor, fazlasıyla almodovarvari.

    19. boogie nights, 1997, paul thomas anderson: porno alemi, pornocu kimliği, hızlı hayat, hayat tarzının getirdiği buhranlar, 70'lerden 80'lere geçiş, harikulade atmosfer, yerine göre cuk oturan müzik seçimleri, sağlam oyuncu kadrosu ve klas bir yönetmen. hem acımasız, hem de renkli bir film.

    20. dogville, 2003, lars von trier: öyle çok cafcaflı bir film değil, nedir yani bir tiyatro sahnesi var gibi eleştirilere katılmıyorum. alt metni, filmden çıkarılacak anlam oldukça fazla. adaletin sağlanışı, tanrı-isa, melek-şeytan vs. çok geniş bir yorumlar zinciri yapılabilir film için, ancak genel itibarıyla "insanlık" diyebiliriz.

    21. as good as it gets, 1997, james l. brooks: kendini çevresindeki insanlardan soyutlamış, patavatsız ve işkolik bir adamın ikinci baharını yakalaması olarak tanımlayabiliriz filmi. senaryo basit gelebilir ancak jack nicholson ağabeyimizden film boyunca işittiğimiz beylik laflar, harikulade performanslar ve üstüne üstlük buram buram hissedilen duygusal taşkınlıkla adeta büyüleyici bir film.

    22. once were warriors, 1994, lee tamahori: aile şiddet ve alkolizm sebebiyle mahvolmanın eşiğindeki bir aileyi büyüleyici bir yalınlıkla adeta gözümüzün içine sokuyor. filme adını veren "bir zamanlar savaşçıydık" ifadesi filmde sıklıkla karşılaştığımız yeni zellanda'daki maori kültürüne yapılmak istenen vurgudur. filmdeki şiddetle de oldukça uyum sağlamış.

    23. midnight cowboy, 1969, john schlesinger: sıkı bir düzen taşlaması. sürekli kovboy kıyafetleri ile dolaşan yakışıklı, neşeli, kendine güvenen joe bir gün new york'a gidip kolay yoldan para kazanmaya karar verir. film ara ara tebessüm ettiriyor, bazense, filmin bir yerinde olduğu gibi kaldırımda yatan evsizin ölüsüne kimsenin dönüp bakmaya tenessül etmemesi gibi fazlasıyla düşündüren sahneler de mevcut. filmdeki iki karakterin de birbirlerine destek çıkışı, yer yer filmde artan duygusal derinliği ve şahane müzikleri dönemin underground yapımı olan bu filmi bir altın haline getiriyor.

    24. quiz show, 1994, robert redford: toplum tarafından ağzı açık izlenen tv yarışmalarının ve televizyon showlarının arka planını tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren; insanları uyutmanın ve kandırmanın nasıl nakite ve prestije dönüşebileceğini, toplumların tv tarafından nasıl mışıl mışıl uyutulduğunu gözler önüne seren, televizyon patronlarını da doyasıya taşlayan düşündüren ve sorgulatan bir film.

    25. getaway, 1972, sam peckinpah: entrika, kovalamaca, birbirinden acayip yan karakterler, sam packinpah'a özgü şiddet... yahu filmde bir çöp kamyonun içinde kaçış var, filmi yüceltmek için sırf bu sahnenin dahi yeterli olabileceğini düşünüyorum. sam peckinpah'a özgü göndermeler oldukça boldur filmde. mesela filmin bir sahnesinde soyguncuların oldukça kirli bir konuşmasına şahit oluruz. konuştukları mekandan çıkıp arabalarına yöneldiklerinde mekanın dış duvarında kocaman bir coco-cola billboardunun asılı olduğunu görürüz. çok kötü bir dünyanın içinde yaşadığımız söylenmişti değil mi bize?

    26. roma, 1972, federico fellini: fellini yine roma'yı anlatıyor. şehrin loş sokaklarına, bilinçaltına iniyor. filmdeki sinema salonunda geçen uzun sahne kesinlikle cinema paradiso'nun ilham kaynağı olmuştur diye düşünüyorum. fellini'nin fantezi dünyasını yansıtan bir takım bölümler de bulunmakta.

    27. kramer vs. kramer, 1979, robert benton: ayrılığın bilhassa çocukların üzerinde bıraktığı etkiyi, çok ciddi bir konuyu gayet dokunaklı şekilde işliyor. velayet, veda, tıkanma noktasına gelen evlilik, kısacası boşanma sürecine ait hemen hemen tüm konulara değinilmiş filmde. filmi bu denli güzel kılan bir diğer unsur ise abartının olmayışı. herşey olduğu gibi, olağan şekliyle anlatılmış. bu yönüyle bir hayli gerçekçi diyebiliriz. performansların olağanüstülüğüne değinmiyorum bile.

    28. paris, texas, 1984, wim wenders: aramak, kazanmak, kaybetmek, üzülmek, denemek, bırakmak, kaçmak, boşvermişlik, eğlenmek gibi en temel duyguları wim wenders öyle bir ustalıkla bizlere yansıtıyor ki, film bu yönüyle sinema tarihinin en iyilerinden birisi olmayı fazlasıyla hakediyor. başroldeki travis karakterinin ruh hali ve performansı filmin atmosferini tamamlar nitelikte. wim wenders'ın diğer iki yol filminden ayrılan en önemli yanı, filmdeki hikayenin aslında her insanın başına gelebilecek bir kayboluşu barındırıyor olması bana göre. diyalogların filmi daha da güzelleştirdiğine değinmeyeceğim bile.

    29. blood simple, 1984, joel coen, ethan coen: coen kardeşlerin "biz geliyoruz." diye haykırdıkları filmdir. kaba ancak kesinlikle zevkli bir film. coenlerin ustalıklarını konuşturdukları ilk film olsa da kesinlikle filmin bilinçaltında bir "sam peckinpah" vardır diye düşünüyorum. para dedektifleri, şuh bir kadın, gayet güzel bir atmosfer ve arka plan... tüm bunlara bakınca neo-noir kategorisine koyabiliriz filmi ancak salt neo-noir filmi olarak nitelendirmenin çok yanlış olacağını düşünüyorum. çünkü film hem donuk, hem sakin, hem de bir o kadar absürd.

    30. the wild bunch, 1969, sam peckinpah: aksiyon filmlerine bir dönem damga vurmuş, kilometre taşı olmuş, çatışma sahnelerinin yavaş çekim tekniğiyle çekildiği ilk film. ruh hali pek de sağlıklı olmayan karakterlere sahip, kadınlar dövülüyor, hayvanseverlerin üzerine ateş açılıyor ancak filmi aksiyon ve western filmi olarak düşünürsek kesinlikle kült bir film.

    31. santa sangre, 1989, alejandro jodorowsky: dövmeli kadın, şişman üvey baba, kolsuz anne, ona kol olan bir evlat ögeleriyle bezeli çarpıcı, eşi benzeri olmayan sürreal bir intikam filmi. anne gerçekte ölü mü? yaşananlar düş mü yoksa gerçek mi? spoiler vermek istemiyorum ancak kesinlikle çok farklı bir deneyim bu filmi izlemek.

    32. barton fink, 1991, joel coen, ethan coen: izlendikten sonra damakta hoş bir tat bırakan filmlerden. sahilde uzanan genç bir kıza ait kartpostalı cenet olarak tasvir edersek, cehennem yaşanan süreçte tam olarak nerede duruyor, nasıl tasvir edilmiş? çok fazla yorum çıkarmaya müsait, satır araları oldukça dolu tutulmuş bir film. anlaşılmaz bir film olduğunu düşünmüyorum ancak coen kardeşlerin çizgisinden uzaklarda durduğu da aşikar.

    33. they shoot horses, don't they?, 1969, sydney pollack: kurtlar sofrasına dönüşen sistemimizde kolay para kazanmanın cazibesi, insaları günlerce, haftalarca delirmek pahasına dans ettirir hale getiriyor. filmin uyarlandığı kitabı okumadım, bir yorumda bulunamayacağım ancak film için antik roma'daki gladyatör müsabakası seyrediyormuş hissi yaşattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. siz ne kadar az düşünürseniz, kafanız ne kadar az çalışırsa bizim cebimiz o kadar dolar özdeyişini de anımsatmıyor değil.

    34. straw dogs, 1971, sam peckinpah: fazlasıyla erkek egemen bir film. şiddetin dozu, diğer sam peckinpah filmlerine kıyasla bir nebze daha fazla diyebiliriz. film için kadın düşmanlığı yapıldığı yorumlarına katılmıyorum. yönetmenin her filminde bolca bulunan nefret edilesi karakterler mevcut ancak el insaf, dustin hoffman'ın başrolde canlandırdığı sam karakteri herhangi bir peckinpah filminde görülebilecek en melek insandır yahu. ancak şu söylenebilir, kadını aşağılayan ve dolayısıyla kadın düşmanlığını hortlatan yan karakterler mevcuttur ancak filmden kasaba muhafazarlığı, doğurduğu linç kültürü mesajını çıkarmak sanıyorum en uygun olanıdır.

    35. thelma and louise, 1991, ridley scott: kadınlar arası dayanışmanın ön planda tutulduğu (bir yol filmi olmasına nazaran) kadınsı ve eğlenceli bir film. gayet tekdüze ve monoton hayatları olan biri evli, diğeri evlilik harici beraberliği olan iki kadının bu sıradanlıktan biraz da olsa uzaklaşabilmek için çıktıkları yolculuğun, planladıklarından çok daha tehlikeli bir hal alması anlatılıyor. performanslar üst düzeyde, karakterlerin birbirleriyle uyumu şahane. film anlattığı hikaye kadar en az bizi de sorunlarımızdan bir süreliğine de olsa uzaklaştırıyor.

    36. lost highway, 1997, david lynch: yine bir bilinmezlikle karşı karşıyayız. hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu filmdeki diyaloglardan, sarfedilen herhangi bir cümleden çıkarmaya uğraştığımız kırılma noktalarının bulunduğu yine anlaşılması zor bir lynch filmi. kesin bir yargıda bulunmak gerçekten çok zor. kendi içerisinde döngüleri var filmin ve bu döngülerin ipuçları var, kimi yerde lynch bize açık kapı bırakıyor her zamanki gibi. üzerine tez yazılacak bir film doğrusu.

    37. the king of comedy, 1983, martin scorsese: günümüz şov dünyasına ve beraberinde getirdiği popülerliğe hayranlık beslemenin çaresizliğini yansıtmanın yanısıra robert de niro'nun filmdeki oyunculuğuna da şapka çıkartmak gerekiyor. muazzam bir oyunculuk. film ise bilhassa yaptığı yerinde tespitlerin yanında barındırdığı mizahla da (bilhasa robert pumpkin'in muziplikleri) güldüren bir film. scorsese ve de niro ortaklığının diğer filmlerine nazaran daha gölgesinde kalsa da filmin çok iyi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

    38. nostalghia, 1983, andrey tarkovski: filmin sonunda deli(!)'nin, meydanda feryat figan bağırış ve kendini yakış sahnesi gerçekten muazzamdır. gerçeğin izini süren adam, kadın, hasret... bunların hepsi bir kenara, yalnızca filmin sonundaki haykırıştır izleyeni koltuğa çivileten. "...delinin biri size kendinizden utanmanızı söylüyorsa, ne biçim bir dünyadır burası!"

    39. being there, 1979, hal ashby: kinayeli bir film. kinayeler o denli natural ve başarılı bir şekilde harmanlanmış ki günümüz dizilerindeki absürtlüğünden oldukça farklı olduğu göze çarpıyor. konusuna kısaca değinecek olur isek karşısındaki ne derse desin yüzünde artık kalıplaşmış gülümseyişiyle olumlu yanıt veren aslında hayat hakkında çok az şey bilen bir bahçıvanın dış dünyanın acımasızlığına yaptığı yolculuk diyebiliriz.

    40. being john malkovich, 1999, spike jonze: alışılmışın dışında bir konusu olmasının yanı sıra, bir bilim-kurgu filminde karşılaşması imkansız bir samimiyet ve olağanlık var bu filmde. filmde, malkovich'in kendi bedenine girdikten sonra yaşadığı tramva bilhassa iyi kotarılmış. bağımsız sinemadan hoşlananlar için bulunmaz nimet.

    41. 4 zuli, 3 saptamani şi 2 zile, 2007, cristian mungiu: baskıcı bir devletin koyduğu kürtaj yasağıyla mücadele eden hamile bir kadının yaşadıklarını bütün çıplaklığıyla görüyoruz. donuk bir film fakat yaşattığı kasvetle, kaskatı kestirten sahneleriyle adeta kırık bir fay hattına dönüyorsunuz. filmdeki uzun diyalogları beğenmeyen veya filmin süresini uzatmak için konulmuş yapay diyaloglar diye eleştirenler filmin gişe filmi olmadığı söylenerek savuşturulmalı.

    42. brazil, 1985, terry gilliam: günümüz bürokratik meselelerinin tüm eksik ve aksayan taraflarına yaptığı eleştirilerle takdire şayan. filmin fantastik dünyası öyle güçlü tasvir edilmiş ki sahnelerin pek çoğu hafızalara kazınacak cinsten. finaliyle de insanı muallakta bırkamıyor değil, film sonlara doğru iyice kafa karıştırıcı bir hal almaya başlıyor. ara ara robert de niro'yu da görmek filmin bir diğer artısı,ayrı bir zevk katmış filme.

    43. rushmore, 1998, wes anderson: film, liseli genç bir delikanlının, okulundaki kadın öğretmene duyduğu platonik aşktan ziyade, filmdeki orta yaşlı erkek öğretmenle kuruduğu samimi dostluk ile daha fazla beğenimi kazanmıştı. yer yer güldürmesinin yanı sıra oyunculuklar şahane, karakterlerin birbirleriyle uyumu mükemmel. finaliyle az da olsa şaşırtmıyor değil. fazlasıyla anderson tarzı bir film olduğunu da not düşeyim.

    44. pat garret and billy the kid, 1973, sam peckinpah: daha ilk dakikalarından itibaren yönetmen, vahşi batıyı bir tabuta koyup bilinmezliğe doğru postalıyor. bunu simgesel bir anlatımla filan da yapmıyor üstad, baya baya bir cenaze merasimi düzenleyip eski tip kovboy karakter ve hikayelerini adeta tarihin tozlu raflarına kaldırdığını ilan ediyor ve üstüne üstlük bunu sırıtarak, gayet memnun, gayet keyifli bir şekilde yapıyor. hiç şüphesiz ki bu denli bir meydan okumayı sam peckinpah'tan başkası da yapamazdı, yapmamalıydı. filmin konusuna gelicek olursak sıkı bir takip filmi diyebiliriz ancak kesinlikle bir takip filminden çok daha fazlası vardır bu filmde. sam peckinpah'ın aynı semtte oturmaya dahi imtina edeceğimiz kirli ve pis adamlarla dolu karakter ve şiddet yüklü olay örgüsüne merhaba derken, eski tip kahramanvari western anlatımlarının ise bir cenaze korteji eşliğinde kaybolup gidişine el sallıyoruz.

    45. festen, 1998, thomas vinterberg: sosyetik bir ailenin şölen maksadıyla bir araya geldiği sofrada, bir gerçeğin açığa çıkmasıyla filmin başındaki mutlu aile tablosu bir anda dağılıyor ve biz de gerçekte parçalanmaya yüz tutmuş bir ailenin dramını seyreder hale geliyoruz. filmin çekim teknikleri, -bilhassa kamera kullanımı- dogma 95 akımının prensiplerine göre çekilmiş olduğunu not düşmekte yarar var.

    46. thunderball, 1965, terence young: listede kendine yer bulan tek bond filmi. bunun sebebi en başarılı bulduğum, en beğendiğim bond filmi olmasından kaynaklanıyor. bilhassa döneminin çok üzerinde olan aksiyon sahneleri, birbirinden güzel ve tehlikeli bond kızlarının filme kattığı fantezi, filmin diğer bond filmlerine oranla daha estetik olması filmi hem en iyi hem de en favori bond filmi haline getiriyor.

    47. krotki film o milosci, 1988, krzysztof kieslowski: aşkı fazla söze gerek duymadan oldukça yalın bir şekilde anlatabilen bir film. evet, bu genç hayran kalıyor belki de seviyor, sevmekten de öte sevdiği kadının duygudan yoksun yaşamına bir anlam katıyor. aşk, çok nadide bir değişkenlik üzerine kurulu. film de zaten aşk budur dememiş, bizi biraz da olsa acabalarla bırakıp sorgulamamızı istemiş.

    48. the last seduction, 1994, john dahl: bolca ters köşeye yatıran, gelmiş geçmiş en soğuk ve belki de en seksi femme fatalelerden (kelimenin tam manasıyla bir kara melekten söz ediyoruz.) birini barındıran alabildiğne karanlık bir neo noir filmi. karmaşık kurgulanmış olsa da bu, filmin mükemmeliğinin önüne geçemiyor.

    49. in cold blood, 1967, richard brooks: film, yaşanmış bir aile katliamını soğukkanlılık ve titizlikle aktarıyor. katliamı gerçekleştiren iki şahsın suçluluk potansiyali taşımayan, yalnıca ufak bir soygun planlamış iki delikanlı olarak lanse edilmeye çalışılması (biraz zorlama da olsa)filmin vurgulamak istediği idam karşıtlığı mesajının içini doldurmak istemesi olarak yorumlanabilir. doğrusu her yönüyle sarsıcı, her saniyesi merak uyandıran, mücevher gibi bir film.

    50. opening night, 1977, john cassavetes: bir hayranını kendisinin sebep olduğunu düşündüğü bir trafik kazasında yitiren orta yaşlı tiyatro oyuncusu bir kadının, bu durumu üzerinden atamaması neticesinde yaşadığı tramvalar, biraz da yaşlanmasının getirdiği özgüven eksikliğiyle canlandıracağı karakterle bir bağ kuramayacak hale gelmesi, john cassavetes filmografisinden alışkın olduğumuz üzere kadını gitgide dengesiz bir hale getiriyor. biraz da kadın cazibesini yitirmekten korkuyor. tabii kadın varoluşsal problemlerle boğuşurken oyunun prömiyeri de anbean yaklaşmakta. su gibi akıp geçen bir film.
    ufak bir not: filmin başındaki kaza sahnesi pedro almodovar da dahil pekçok yönetmenin filmlerinde kullandığı kaza sahnesine ilham kaynağı olmuştur diyebiliriz.

    ilk 50 film içerisinde en çok filmi bulunan yönetmenler:

    sam peckinpah: 5 film
    john cassavetes: 3 film.
    david lynch: 3 film.
    andrei tarkovsky: 2 film
    federico fellini: 2 film
    pedro almodovar: 2 film

    51. il conformista, 1970, bernardo bertolucci
    52. magnolia, 1999, paul thomas anderson
    53. eastern promises, 2007, david cronenberg
    54. hable con ella, 2002, pedro almodovar
    55. spalovac mrtvol, 1969, juraj herz
    56. the evil dead 2, 1987, sam raimi
    57. 21 grams, 2003, alejandro gonzález ıñárritu
    58. love streams, 1984, john cassavetes
    59. alice in den städten, 1974, wim wenders
    60. fitzcarraldo, 1982, werner herzog
    61. la mala educacion, 2004, pedro almodovar
    62. nikita, 1990, luc besson
    63. american hustle, 2013, david o. russell
    64. professione*, 1975, michelangelo antonioni
    65. le scaphandre et la papillon, 2007, julian schnabel
    66. abre los ojos, 1997, alejandro amenabar
    67. blow up, 1966, michelangelo antonioni
    68. texas chainsaw massacre, 1974, tobe hooper
    69. hannah and her sisters, 1986, woody allen
    70. dom za vesanje, 1988, emir kusturica
    71. die ehe der maria braun, 1979, rainer werner fassbinder
    72. garden state, 2004, zach braff
    73. der himmel über berlin, 1987, wim wenders
    74. ınto the wild, 2007, sean penn
    75. la double vie de veronique, 1991, krzysztof kieslowski

    76. filantropica, 2002, nae caranfil
    77. gravity, 2013, alfonso cuaron
    78. spoorloos, 1988, george sluizer
    79. lost in translation, 2003, sofia coppola
    80. ed wood, 1994, tim burton
    81. giulietta degli spiriti, 1965, federico fellini
    82. the dirty dozen, 1967, robert aldrich
    83. der amerikanische freund, 1977, wim wenders
    84. the last emperor, 1987, bernardo bertolucci
    85. brokeback mountain, 2005, ang lee
    86. the straight story, 1999, david lynch: kalpleri yumuşatan, sıcacık bir david lynch filmi.
    87. der siebente kontinent, 1989, michael haneke: sanıyorum gelmiş geçmiş en rahatsız edici film. bilhassa ikinci yarısı.
    88. vargtimmen, 1968, ıngmar bergman
    89. after hours, 1985, martin scorsese
    90. darbareye elly, 2009, asghar farhadi
    91. party, 1968, blake edwards
    92. down by law, 1986, jim jarmusch
    93. the wrestler, 2008, darren aronofsky
    94. underground, 1995, emir kusturica
    95. akira, 1988, katsuhiro otomo
    96. falling down, 1993, joel schumacher
    97. mujeres al borde de un ataque de "nervios", 1988, pedro almodovar
    98. mccabe and mrs. niller, 1971, robert altman
    99. persepolis, 2007, marjane satrapi
    100. living in oblivion, 1995, tom dicillo: bir filmin çekim aşamasında yaşanması tüm muhtemel sorunlar bu filmde mevcut diyebiliriz.

    101. ah fei zing zyun, 1990, kar wai wong
    102. mean streets, 1973, martin scorsese
    103. dallas buyers club, 2013, jean-marc vallee
    104. radio days, 1987, woody allen
    105. das weibe band, 2009, michael haneke
    106. crimes and misdemeanors, 1989, woody allen
    107. ım lauf der zeit, 1976, wim wenders
    108. nebraska, 2013, alexander payne
    109. patton, 1970, franklin j. schaffner
    110. midnight run, 1988, martin brest
    111. good night and good luck, 2005, george clooney
    112. stranger than paradise, 1984, jim jarmusch
    113. przypadek, 1981, krzystof kieslowski: 3 şekilde gelişen (genç adam, trene yetişirse, yetişemezse, yetişemeyip görevlilerle kavga ederse başına gelecekler.) lola rennt gibi filmlerin türünün ilk örneği diyebiliriz.
    114. a bronx tale, 1993, robert de niro
    113. children of men, 2006, alfonso cuaron
    114. the untouchables, 1987, brian de palma
    115. eyes wide shot, 1999, stanley kubrick
    116. gloria, 1980, john cassavetes
    117. wait until dark, 1967, terence young
    118. don't look now, 1973, nicolas roeg
    119. nueve reinas, 2000, fabián bielinsky
    120. la promesse, 1996, jean-pierre dardenne, luc dardenne: sanıyorum bugünlerde en çok izlenmesi gereken filmlerden.
    121. miller's crossing, 1989, joel coen, ethan coen

    122. insomnia, 1997, erik skjoldbjaerg: aynı isimli bir benzerini christopher nolan yıllar sonra çekmişti.
    123. amour, 2012, michael haneke
    124. mystic river, 2003, clint eastwood
    125. walkabout, 1971, nicolas roeg
    126. changeling, 2008, clint eastwood
    127. johnny got his gun, 1971, dalton trumbo
    128. funny games, 1997, michael haneke
    129. the poseidon adventure, 1972, ronald neame
    130. true romance, 1993, tony scott
    131. prisoners, 2013, denis villeneuve
    132. fatal attraction, 1987, adrian lyne
    133. ang ma reul bo at da, 2010, jee-woon kim
    134. zwartboek, 2006, paul verhoeven
    135. match point, 2005, woody allen
    136. the three burials of melaquades estralda, 2005, tommy lee jones
    137. clerks, 1994, kevin smith
    138. a simple plan, 1998, sam raimi
    139. kiss of the spider woman, 1985, hector babenco
    140. out of sight, 1998, steven soderbergh
    141. 28 days later, 2002, danny boyle
    142. the crying game, 1992, neil jordan
    143. ondskan, 2003, mikael hafström
    144. the ballad of cable hogue, 1970, sam peckinpah
    145. titanic, 1997, james cameron
    146. angel heart, 1987, alan parker
    147. dzien swira, 2002, marek koterski
    148. edward scissorhands, 1990, tim burton
    149. nattevagten, 1994, ole bornedal
    150. carne tremula, 1997, pedro almodovar

    listede en çok filmi bulunan yönetmenler:

    6 film: pedro almodovar, sam peckinpah.
    5 film: john cassavetes, wim wenders.
    4 film: michael haneke, woody allen, david lynch.
    3 film: federico fellini, joel ve ethan coen kardeşler, martin scorsese, krzystof kieslowski, .

    edit: girişteki "siyah beyaz filmler" ifadesi ile günümüzde birer klasik haline gelmiş la dolce vita (1960) ve le trou (1960) gibi renklendirilerek restorasyonu yapılması halinde büyüsü bozulacak klasikler kastedilmiştir.

  • 3. sanalmarketim.com

    eşşek penisi kadar uzun olan makalesinde ctrl+f yaparak özür kelimesini aradığımızda bulamadığımız firmadır.

    15 senelik müşterinizdim, bir daha sizden kibrit alırsam siksinler beni.

  • 4. kitap okumak kemalist bir takıntıdır

    avrupalılar okudukları kitap bitince sokağa çıkıp mustafa kemal'in askerleriyiz diye bağırıyorlarmış.

    bizden çok okudukları için en kemalist
    onlar bence.

  • 5. 20 eylül 2015 fenerbahçe bursaspor maçı

    tarihe not olarak düşülsün 1 hafta önce açıklamalarıyla fenerbahçe'nin transferlerini yerip mbia'yı öven erkan zengin altıpas içerisinde topu direğe nişanlayıp takımını galibiyetten ederken takım arkadaşı mbia ise kendi kalesine gol atarak mağlup bitirmesini sağlamıştır. hikayenin bu tarafında ise fenerbahçeye galibiyeti getiren goller bidon transfer olarak nitelendirilen nani ve van persie'den gelmiştir.

    ilahi adalet dedikleri bu olsa gerek..

  • 6. sauron orta dünya'yı ele geçirseydi olabilecekler

    (bkz: baban kimdi bilemezdin şerefsiz)

  • 7. kadının başka kadını kaşar görmedeki referansı

    diğerlerinin isteyip de yapamadıklarını, yapma cesareti gösteren tüm kadınlar hemcinslerinin gözünde kaşardır.

  • 8. sabredin 40 gün kaldı gidiyorlar

    can dündar'ın ilginç tespitleri barındıran son yazısının riskli başlığı.

    yazı

    --- spoiler ---

    seçime 40 gün kala, iktidar partisinde, devrilişin tüm alametleri gözleniyor. daha önce benzerlerini yaşadığımız sıralamayla üstelik: yüksek ateş, önce ekonomik verilerde hissediliyor: enflasyon, işsizlik, milli gelir, döviz kuru, sanayi üretimi; hepsi birden alarm zilleri çalıyor. sonra sokaklar hareketleniyor; içişleri bütçesi, milli eğitim’inkini aşıveriyor. önce polis, ardından da “evde zor tutulanlar”, sokağa salınıyor. giderek, hezimetin fiziki belirtileri çıkıyor ortaya: ağız köpürmesi, göz dönmesi, burundan soluma, boyun kalınlaşması, diş gıcırtısı, yumruk sıkılması, akıl tutulması... bu aşamada, dış dünyadan, özellikle de amerika’dan uyarılar başlıyor. oraların rüzgârıyla iktidar olanlar, bu kez oralara kafa tutuyor. “uluslararası komplo” ve “yerli işbirlikçileri” klişesini devreye sokuyor. aranan suçlu, “iç ve dış düşmanlar”da bulunuyor. “ne istediniz de vermedik” serzenişleri, önce “kandırılmışız” itirafına, oradan “içimizde hainler var” paranoyasına varıyor. ***
    --- spoiler ---

  • 9. sercan yıldırım

    az once bizim evin onunden kayarak gectigini gordugum topcu.

    not: samsun

  • 10. lazar markovic

    atanmış krasiç.

  • 11. demir demirkan

    yeni şarkısının reklamı için bile eski sevgilisine muhtaç olan müzisyen. ayşe arman'a verdiği röportaj o kadar sahte, o kadar kurgu ki okurken acıdım haline...pr cısı da bir hevesle ayşe arman'ı aramışta herşeyi anlatacakmışta aklınca adamı aklayacak. anlattıkları nereden tutsan elde kalıyor. empati yapayım diye zorluyorsun, olmuyor. sanki kadınla silah zoruyla birlikte oldun. sen 18 yıl bu kadının her türlü imkanını kullan, sömür; sayesinde prodüktör ol, inşaat şirketi sahibi ol, şan şöhret sahibi ol, sonra maddi manevi alacak hiç birşeyin kalmayınca, " panik atak oldum de, beşik kertmesi gibiydik" de. hastir len derler adama... biz senin ezik olduğunu zaten biliyorduk ama senin ağzında da duymayaydık keşke.

    hep kadınları suçlarlar ya," ünlü zengin adamı buldu, artık ona ihtiyacı kalmayınca bıraktı " derler. işte bu adamında o kadınlardan hiçbir farkı yok. ulan biraz adam olun be, aşk bitti de, sıkıldım de, başka birine aşık oldum de eyvallah... sana yıllarını vermiş sevgilini yermek, "ama o da ruh emici kadındı ühühühü, ayrılmasam ölecektim" demek nedir len??

  • 12. 23 adamla yatıp geçmişi boşver senleyim diyen kız

    ben hep sen ikincisin olduğum için şaşırtan kişidir.

  • 13. 20 eylül 2015 teröre karşı tek ses mitingi

    tayyip demiş "çözüm sürecinde bizi kandırdılar, silah depoladılar, o yüzden teröre karşı tek ses olalım"
    akpli demiş "ne kadar da dünya lideri bir adam"

  • 14. 550 milletvekili istiyorum

    teröre karşı tek ses mitinginde söylenmiş söz.

    kimin söylediğini söyleyemiyorum çünkü kendi sözlerini yazınca bile mahkemeye veriyor.

    http://www.sozcu.com.tr/…si-tek-ses-mitingi-940039/

  • 15. wifi'nin kendi kendine megabyte depolamaması

  • 16. döner bıçağıyla dans eden kürt gençleri

    bu sefer mağara diyene mi vursak? hem bi değişiklik olur...

    (bkz: çal keke çal)

  • 17. gaziantep'te damada hazırlanan müthiş tepsi

    ziplenmiş mesir macununun genişletilmiş halidir.*

  • 18. django unchained

    sözlük tarihinin en geri zekalıca entry'lerinden birini girdirmiş filmdir. başlığı okuyanlar hangisi olduğunu hemen anlayacaktır.

    edit: yazan kacmis tahmin ettigim gibi. ss aldim eve gidince atarim buraya ama o zamana kadar da entrynin laf ettigim kismini yazayim:
    sinema tarihinin en komik sahnelerinden birini icerir. filmi izleyenler hangi sahne oldugunu hemen anlayacaktir

    edit2: ss
    http://www.imgim.com/eksidjango1.png
    http://i.imgur.com/9zkb75w.png

  • 19. batman

    kendisi favorimdir.

    ne superman gibi kripton'dan gelip uçup kaçıp uçak taşıyor.

    ne spiderman gibi böcek ısırmış da ya ben duvarlara tırmanayım suçlu avlayayım diyor.

    ne captan amerika gibi ultralaştırılmış ve işi asker olan biri.

    ne flash gibi aşırı hızlı gitmekten fazlası olmayan biri

    ne de thor gibi bir tanrı.

    bu adam küçükken ailesi gözlerinin önünde öldürülen bir milyarder. ar-ge'de çok ileri gitmiş kendi döneminin teknolojisinin önünde bir şirketin sahibi. çok zengin. ama bu adam paranın tadını alıp bırakmıyor, eğlenceye düşerek acısını dindirmeye çalışmıyor. ailesinin ölümüne sebep olan suçla dolu sokakları temizlemeye çalışıyor.

    bir de ötekilere bakın. thor, spiderman, superman, flash kırmızı giyiyor. captan amerika mavi. arrow yeşil. * ama bu adam siyah giyiyor, çok temiz olmadığının da halkın önünde şov yapacak bir şovmen olmadığının da farkında. onun için geceleri, siyah giyerek yapıyor işini.

    bilmiyorum ama hikayesinden etkilendim ben onun, daha küçükken. ve saygım azalmadı hiç. gitgide arttı hatta.
    ister çocuk diyin bana ister başka bir şey.

    ama gerçekten bir kahraman varsa o da batman'dır benim için.

  • 20. ekşi itiraf

    sunca yillik hayatimda, babamin imzasinda annemin de isminin olmasindan daha romantik hicbir sey gormedim.

  • 21. kullanmaktan vazgeçilemeyen programlar

    vazgeçilmezim olan programlardır.

    lightshot: en hızlı şekilde ss alıp düzenlemek için.
    rocketdock: tüm program ve dosyalara kolay erişim için.
    recuva: silinen dosyaları kurtarmak için.
    bilgisayar kapatıcı: bilgisayarı belirlediğim bir saatte otomatik olarak kapatmak için.
    bluestacks: android uygulamalarını pc de kullanabilmek için. (root'lu sürümü) (bkz: bluestacks/#54852978)
    filezilla: site dosyalarını yönetmek için.
    cyberlink youcam: kafamdan ateş efektleri çıkarıp "gafam yanıyoo" diyebilmek için.
    utorrent: ruhumu kendisine sattığım için.
    daemon tools: kalıp dosyalarını yerleştirmekten haz aldığım için.
    ac3filter: ses kodlarını çözmek için.
    bandicam: oyun içi ekran görüntüsü yakalamak ve video kaydetmek için.
    mouse and keyboard recorder: bilgisayarda tekrar tekrar yapılan işleri otomatik yapmak için.
    xpadder: konsol desteği olmayan oyunları oynayabilmek için.
    x360ce: diğer kontrolcüleri xbox 360 kontrolcüsü gibi göstermek için.
    cheat engine: oyunlarda para hilesi yapmak için.
    instant eyedropper: herhangi bir rengin renk kodunu bulmak için.
    photozoom: fotoğrafların kalitesini kaybetmeden büyütebilmek için.
    picasa: fotoğraf düzenlemelerini en hızlı şekilde yapmak için.
    ulead videostudio: video üzerinde çeşitli düzenlemeler yapmak için.
    total video converter: video formatını değiştirmek için.
    kmplayer: filmleri kalite kontrol altına almak için.
    gomplayer: medya dosyalarını en hızlı şekilde oynatabilmek için.
    google chrome: genel kullanım için.
    yandex browser: kurulan vpn eklentileri ile erişimi engellenen sitelere ulaşmak için.
    mozilla firefox: chrome ve yandex'te olmayan eklentileri kullanmak için.
    internet explorer: çıldırmak için.
    skype: sizi daha iyi görebilmek için.
    aimp3: sizi daha iyi duyabilmek için.
    teamviewer: size daha iyi bağlanabilmek için.

  • 22. suriyeli sığınmacılar

    bu güne kadar türkiyeden siktir olup gitmek başlığına onlarca entry girmiş, girdiği her ortamda "kaçıcam gidicem amk" geyiği yapmış 3 samimi arkadaş olarak; krizi fırsata çevirmeye karar verdik ve an itibariyle edirnedeyiz.
    onlardan hiç bir farkımız yok. kimliklerimiz yanımızda değil. türkçe konuşmuyoruz. sağa sola saldırmayı ve hırsızlık yapmayı henüz öğrenemedik ama dışardan bakan birine göre hepimiz suriyeliyiz.
    benim ismim kapıkule'den çıkana kadar recep mesela. arkadaşlarım ahmet ve davutla birlikte, o anı bekliyoruz. ve o kapı açılacak.
    üstelik bizim kaçtıklarımız ışidden daha vahşi, bizim ülkemiz suriye'den daha tehlikeli, ve bizim bıktığımız esad'dan daha uzun.
    bekle bizi avrupa.

  • 23. sevgilisi ile tartışıp çırılçıplak soyunan kadın

    anaokulundayken öğretmenime kızıp ayakkabılarımı cıkardığım gün geldi aklıma.
    5 yaşındaydım.

  • 24. robin van persie

    yatmaya gelmiş.

    ama birilerinin annesiyle.

  • 25. beyaz futbol

    ahmet çakar sağolsun; bu ekiple kültür-sanat programı bile yapsalar geldikleri nokta aşağı yukarı hep aynı oluyor.

    mesela ertem efendi, cemal süreya'dan bir dörtlük okumuş olsun:

    "oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya,
    bir dilim ekmeğin, bir iki zeytinin başınaydı doymamız.
    seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu,
    iki kere öpeyim desem üçün boynu bükük."

    çakar: cemal süreyya bıraksın bu işleri!
    ertem: ''süreyya'' değil, ''süreya'' hocam.
    çakar: bak; bir kere arıza, adından başlıyor. bi' daha söyle bakayım, iki ''y'' ile mi yazılıyor bu, tek ''y'' ile mi?
    rasim: tek ''y'' ile yazılıyor. arkadaşıyla girdiği iddiayı kaybetmiş, bir tane y harfini atmış.

    çakar: bi' dakka beyler! benim bildiğim bir insan nesine iddiaya girer?! saçını, sakalını kesmek için iddiaya girer. bikini giymek için de iddiaya girebilir benim gibi. gülmeyin beyler! show tv'de program yaparken kuliste ağzımdan bir laf çıktı; sonra o programın sunucusu bunu canlı yayında söyledi. kanala bikini yağdı beyler! böyle çiçekli böcekli tangalar yolladılar, gittik etiler'de sosyete pazarında sattık. latife yapıyorum, kanaldaki yancı kızlara dağıttık. dünyanın en çok bikini dağıtan hayırseveri benim belki de!

    sinan: hocam ne var bunda?! adam mı öldürmüş bu insanlar?! iddiaya girmişler, kaybedince de isimlerini değiştirmişler. kimseye zarar vermemişler.
    çakar: iyi o zaman ben de sevgili apo'cuğumla iddiaya gireyim; eğer o kaybederse ismini değiştirsin, ''fenasi kerim'' yapsın!
    rasim: oooooaaa! çakar neler söylüyor ya?! altyazıyı değiştirin: ''abdülkerim, fenasi kerim mi oluyor?''
    ertem: rejiye sesleniyorum; sakın rasim'in söylediğini yazmıyorsunuz arkadaşlar, sakın!

    çakar: hayırdır beyler niye gülüyorsunuz?! bir insanın isminin fenasi kerim olması da şereftir ayrıca! bak şimdi bana bir bilgi geldi, doğruysa şayet bu cemal süreya ilk eşini dövmüş. iki kere öpeyim dese üçün boynu bükükmüş falan, bırakın bu işleri! şairin kralı benim diyorum size ya! müsaade ederseniz yazdığım şiirlerden bir tanesini okuyum:

    ''kim derdi ki bu halde olacağız diye,
    yapma zekeriya abi; etme, eyleme!
    zannetme ki o günler gelecek geri,
    artık kaybettin beni, eski bir kardeşini!

    etme bulma dünyası bu, unutma!
    artık cevap yok, bu yeter sana!
    susmam, geçmişteki bir kahvenin hatırındandır zekeriya abi,
    lal olur dilim, konuşmam bundan sonra,
    geç bunları, kapalı artık kalbim sana;
    zekeriya abi, bak dalgana!''

    abdülkerim: hocam sen şiir de mi yazıyorsun?! bravo valla, gel öpeyim! heykel de yapıyor musun?
    çakar: bak mesela bir tane daha geldi şimdi ilham:

    ''tevazudur şu dünyada en büyük erdem,
    ömrümüz geçiyor, sonbahar artık bize her dem;
    bayram geldi, yine doldu taştı e-5 ve tem,
    yeter artık, kendine gel evladım sıvacı ertem!''

    abdülkerim: çiçek abbas'tan sonra duyduğum en güzel şiirler. bunları çerçeveletip stüdyonun duvarına asalım ertem.
    sinan: ya yeter artık ya! ekran başındaki insanlar sıkıldı kardeşim şiirden, gazelden! biraz da bale konuşalım, opera konuşalım, sinema-tiyatro konuşalım!
    çakar: eyy gültepe-yahya kemal mahallesi çocuğu sinan engin, hayatında kaç defa bale gördün?! bırakın bu işleri! hepiniz bu entelektüel mafyanın oyuncağı olmuşsunuz, popülizm peşindesiniz!
    sinan: ne yapalım hocam?! biz fakir mahallede büyüdük. bizim çocukluğumuzda sokaklarda ayı oynatırlardı, sonra belediyeciler gelir ayıyı mühürlerdi!
    ertem: aslında felsefe konuşmak istiyorum da, korkuyorum valla ahmet hoca'nın bu halini gördükten sonra!

    rasim: korkma ertem, yeni türkiye'deyiz artık! istediğini konuşabilirsin. bak mesela sokrates, pazardan dönerken arkadaşıyla karşılaşmış, arkadaşı da sokrates'in elini boş görünce niye bir şey almadığını sormuş; o da ''ben pazara ne kadar çok şeye ihtiyacım olmadığını görmek için gidiyorum!'' demiş. yeni türkiye'de yok böyle şeyler, ekonomimiz büyüdü, insanlar eli kolu dolu geliyor pazardan!

    çakar: vah benim sokrates'ime bak sen ya! siz de bunu yediniz değil mi beyler?! bak ben size anlatayım. belli ki karısı buna pazardan alacaklarını söylemiş, bu da aklında tutamamış, karısına tekrar sormak için eve dönerken bu mevzu yaşanmış. bu sokrates de kendince akıllı ya, karizmayı çizdirmemek için böyle felsefi bir cevap vermiş. bu herif büyük çakalmış beyler, onu anladım! öyle az çakal da değil, tam çakalmış bu sokrates efendi!

    ertem: süremizin sonuna geldik, daha hiç sinema konuşamadık sayenizde! neyse ahmet hocam yerli film yapımcılarına söyleyecek son bir sözünüz varsa onları alalım bari.

    çakar: yerli film yapımcıları bıraksın bu işleri! bırakmazlarsa hepsinin aklını alırım! latife yapıyorum. adım ahmet. 53 yaşındayım, eski bir hakemim. teklif gelirse her rolü seve seve oynarım. aslında ne var biliyor musunuz; gündüzleri uluslararası bir şirkette ceo olarak çalışan geceleri de gay bar'larda kurbanlarını arayan seri bir sapığı canlandırmayı çok isterim. gülmeyin beyler! seri bir sapığı canlandırmak da şereftir!

    rasim: peki hocam batman'in yerli uyarlaması yeniden * * * yapılsa batman'i canlandırır mıydın?
    çakar: batman denen herife feci derecede uyuzum! bu batman efendi değil miydi; dedesi yaşındaki alfred isimli bir adama uşaklık yaptıran?! allah biliyor ya, o adamcağızın sigorta primlerini bile yatırmıyordur.
    rasim: hemen gotham sgk müdürü'ne ulaşıp öğreneyim hocam. neydi bu alfred'in sosyal güvenlik numarası?
    çakar: daha ağırını da söylüyüm mü?! batman; rahmetli anne babasından kalan mirası suçla mücadele ediyorum ayağına çarçur eden kostümlü bir soytarıdır! robin diye de bir tane yancısı var; ne işe yaradığı belli değil.
    abdülkerim: hocam tebrik ediyorum. ben de bu yaşıma kadar hep merak ederdim o robin necidir diye.

    çakar: ya düşündüm de; batman'i bizim sinan daha iyi canlandırabilir. ''fatman'' olabilir mesela. yanlış anlamayın, telif hakları bakımından söylüyorum.

    sinan: sikerim böyle programı hadi kapat abi!

    çakar: alınmıyorsun değil mi sinan? şaka yapıyoruz. alınsanız da keyfiniz bilir gerçi, ben ne güzel şiir, edebiyat konuşurken sinema konuşalım diyen sizdiniz beyler!

    abdülkerim: alınmak dedin de hocam; program kapanmadan bütün karagümrük'e selam göndermem lazım, sonra alınanlar oluyor. sizin yüzünüzden beni dövecekler valla!

    çakar: şimdi bir mesaj geldi, bu hakan ural efendi kapıdaymış. rapçi çocukları da toplayıp gelmiş, beni bekliyorlarmış. bi' gideyim bakayım dertleri neymiş! size de yazıklar olsun, kültür-sanat programı diye geldik neler konuştunuz?! hadi selam mı gönderiyorsunuz n'apıyorsunuz, bakın dalganıza!

  • 26. birini çok özlemek

    bir yerde fotoğrafını, ismini görünce "sen ne güzel insansın be, olmasaydı sonumuz böyle..." demektir kendi kendine.

  • 27. chp'nin % 53.5 oy alması

    (bkz: nerede eski troller)
    (bkz: eskiden en azından yüzde ufak bir tebessüm oluşurdu)

    chp demokrasinin son kalesi görüldüğünden azınlıkların sığınma noktası olmuştur,
    bu sebep ile yıllarca kin tohumları ekilen bu topraklarda farklılıklara teamül kalmadığı için azınlıkların yer bulabildiği partinin yüksek oy alması teknik olarak imkansızdır.

    malesef durum budur.
    türkiye de sağ sunni bir parti ancak yüksek oy alabilir. çünkü iğrenç insanlar yıllarca solcuları ve sunni olmayanları dinsiz ve düşman lanse etti topluma.

    bilinçli şekilde şekillendirilen bu muhafazakar toplum, devlete ait arazilere yerleşip, ağaçları kesip çirkin 4-5 katlı gecekondular yaptılar, rüşvet ile işlerini hallettiler, esnaflık adı altında para kazanmada her yolu mübah saydılar, ama mahallelerine minaresi kocaman cami yapıp iyi birer müslüman olduklarını düşündüler hep... işte bu toprakların insanları böyle gariptir.

    edit: başlığı açan troll her zaman ki gibi kaçmış

  • 28. erkesel güce doğrulumun nicem bimekansal ilişiği

    (bkz: entelektüel değişiğin sözlükle sikimsonik ilişiği)
    edit: okumadım.

  • 29. çalışacaksınız bunları baraj altı bırakacaksınız

    ahmet davutoğlunun seçmenine verdiği mesaj

    hdp'yi baraj altı bırakmak için ak parti seçmeni tam olarak nasıl çalışacak sayın davutoğlu? başka bir partinin oyunu düşürmek için diğer partinin seçmeni nasıl çok çalışabilir?

    hdp'ye oy atan komşularını rehin mi alacaklar seçim günü? sandıklarda hile mi yapacaklar? yoksa hdp'nin her türlü parti propaganda araçlarını mı yakıp yıkacaklar? bir tv selahattin demirtaş'ın bir konuşmasına yer verdiğinde akp'liler gidip kanalı mı taşlayacaklar?

    çok çalışıp hdp'yi baraj altı bırakmak için ne yapacak bu seçmen? nereye geliyor bu laf? evde oturan %50'yi salmaya mı karar verdiniz?

  • 30. aynı anda çay demleyip sucuklu yumurta yapan erkek

    bu size niye garip geliyor ki. bu işi dükkan veya şantiyelerde yapan sürüyle erkek var. her çalışan, yemeğini yemek fabrikasından getirtme, lüksüne sahip değil.

  • 31. evdeyim diyerek ablasıyla barda eğlenen sevgili

    inşallah ablasıyladır dediğim sevgili.

  • 32. evlenmeden sevişebildiği kadınla evlenen keriz

    evliliğin amacını sevişmek sanan bir ekşi sözlük yazarı da olabilir.

  • 33. güzellik hariç erkekleri aşık ettirebilecek şeyler

    yazılanların hepsini topluyorum bir kadın etmiyor.
    bir kadının güzelliğine, saçına, gözüne, boyuna posuna, memesine, zekasına aşık olanlar bilsinlerki, bir kadının bütünüyle evlenirsiniz.
    bir kadın bütün sevilir, bir kadının bir parçasını sevip onunla oluyorsanız, kısa zaman sonra bir başka kadının bir parçasını da seversiniz. ilişkiler bu nedenle yürümez.
    bütüne odaklanın parça parça sevmeyin kimseyi. patch work aşklardan uzak durun.

  • 34. hasan ali kaldırım

    bugun yapmadigi tek sey suyu saraba cevirmek olan jesus.

  • 35. direksiyon sınavı

    dün girdiğim ve üçüncü seferde anca geçebildiğim sınav.

    60 lira sınav ücretini internet bankacılığıyla sevgili milli eğitime gönderdim ve ilk sınavıma girme hakkı kazandım. yan koltukta benden baya genç, gözünde kocaman bi ray ban gözlüğü olan, suratsız bi öğretmen. rampada bir kez stop ettirince sınavı durdurup beni arka koltuğa geçirdi. arka koltukta yaşlı şeker bi öğretmen amca. "orda müfettiş vardı o yüzden sınavı bitirmek zorunda kaldık" dedi. içimden biraz küfür ettim sonra "neyse sınavın kuralları böyleymiş" deyip güldüm geçtim. sınavdan sonra stop ettiren bir sürü insana bi hak daha verildiğini öğrendim, biraz daha küfür ettim sonra "ulan türkiye'de yaşıyosun" deyip yine güldüm geçtim.

    ikinci girişimde 60 lira sınav ücretini internet bankacılığıyla milli eğitime gönderdim. daha önceden ödeme yaptığım için hesap numarasını felan yazıp göndermesi daha kolay oldu. sınav günü geldi, arabaya oturdum komisyon üyesi öğretmenlere bi baktım, "merhaba" dedim, iyi insanlara benziyolardı. herşey güzel gidiyordu. araba rampada mucizevi bir şekilde stop etmeden yarım debriyajla kalkmıştı. parelel parka geldik. önce tam sağ, sonra tam sol park ettim. arka koltuktaki öğretmen "tamam oldu güzel" dedi. sonra ön koltuktaki öğretmen "yandaki müfettiş elindeki kağıda bişeyler yazdı heralde" dedi.arkadaki öğretmen "biz devam edelim güzel" dedi. komisyon üyelerindeki müfettiş korkusunu gözlerinden okuduktan sonra yola devam edip, parkuru tamamladım. sınavda hiç bi hata yapmadan geçtiğimi düşünürken akşamına sürücü kursundan bi amca aradı, "sizi bırakmış komisyon üyeleri, paralel parkta kenar çizgisine mesafe 50cm'den biraz daha fazla olduğu için onların ben amına koyayim" dedi. bu adamları şikayet edicem ben siz de edin felan dedi. hata yaptığımda ya uyarmaları ya da sınavı devam ettirmemeleri gerekiyomuş. biraz araştırdım, bu konuda çok şikayet olmuş ama mahkeme kararları genelde komisyon üyeleri lehinde olmuş, uyarmak ya da sınavı sonlandırmak zorunda olmadıkları kararına varmışlar. "ehhh skerim sizi de sınavınızı da" dedim, gta v açıp şehirde arabamla terör estirdim. rahatladıktan sonra biraz paralel park çalıştım michael'la, uyudum sonra.

    aradan bir ay daha geçti, üçüncü sınav vakti geldi. 60 lira olan sınav ücretini ödemek için hesap numarasını her defasında yazmakla uğraşmayayım diye otomatik ödeme talimatı verdim. dün üçüncü kez sınava girmek üzere sınav yerine gittim. sıramı beklerken 4 sürücü adayı arka koltukta döndü sınav başlangıç noktasına. ikisi annesine sarılıp ağladı, birisi bekleyen arkadaşının yanına gidip küfür etti, diğeri bi sigara yaktı, gitti. yandaki sürücü kursu hocasına sorduk "hocam nasıl gidiyo sınavlar?", "sabahtan beri hepsi kaldı öğrencilerimin" dedi yaktı bi sigara. ben öncesinde yeterine küfür ettiğim ve sinirlerimi aldırdığım için güldüm geçtim. sıram geldi, oturdum arabaya. öğretmenlere şöyle bi baktım iyi insanlara benziyolar. arabayı çalıştırdım, birinci vitese taktım, ayağımı hafiften debriyajdan çekip hafifçe gaza bastım araba ileri gitmesi gerekirken, hafifçe geriye gitti. içimden what is this shit dedikten sonra soğukkanlılığımı koruyarak debriyaj,gaz padalı dengesini yeniden gözden geçirdim ve sola aşırı güzel bir sinyal verdim, hafifçe ileri yönde hızlandım. rampada kalkışı yapıp, paralel olarak park ettikten sonra rotayı tamamlayıp geri döndüm. akşam sürücü kursundaki amca aradı "hocam geçmişsiniz wuhuuuu" gibi birşey dedi. hiç sevinç gösterisi yapmadım, gta vi açtım, şehirden uzak bir dağ zirvesine çıktım, gün batımını izledim.

  • 36. araba kullanırken yapılmaması gerekenler

    taksicilere bulaşmayın. ben bi ara iyi sarmıştım habire bulaşıyodum sinyalsiz önüme kırdıkları için. bi gün yine önüme kırdı bende o meşhur vites küçültüp arabayı bagırtma hareketiyle şaha kaldırdım yanına geçtim taksinin. camım açıktı bastım küfrü. adam bana levyemsi bi demir gösterdi çek kenara işareti yaptı. erkekliğin 10'da 9'u kaçmak deyip kaçtım.
    o gün bugündür taksicilerle iyi geçinirim.

  • 37. ütopya

    7 haziran ile başlayan süreçte sanki türkiye 'nin biraz değiştiğini görmemizi sağlayan olaylardan biridir tuncay 'ın kazanması.

    hayırlı olsun ne diyelim.

  • 38. everest'e tırmanmanın maliyeti

    cidden eve rest çekmeyi gerektirebilir.

    - baba ben dağa tırmancam para versene.
    + ne kadar?
    - 150 bin lira kadar
    + sktrlan it. dağa tırmancakmış ocağımı söndürecek hayvan herif.
    - ama baba özge de çıkıyor :/

  • 39. her şeyi bırakıp adana'ya yerleşmek

    ciddi ciddi dusundugum olay. yazin yaylaya ciktin mi oh. yemek desen guzel, sokaklar canli, hayat var... tam bir kacis yeri.

    abi git ege'ye yerles diyenlere sozum: bitch do you even bici bici?

  • 40. yerli elektrikli otomobil atakar

    arge meselesinde en çok eleştiri getiren yazarlardan biri benim o nedenle birkaç cümle etme ihtiyacı duydum.

    şu kısımlar net anlaşılırsa bence ortadaki sorun çözülecek.

    1) bu araçlar üniversitelere devlet (halk) tarafından sağlanan fonla yapılıyor.
    2) bu araçlar üniversite öğrencilerine tecrübe kazandırmak amacıyla yapılıyor.

    konu bu kadar olduğunda bence hiçbir sorun yok. yapılıyor olmalarından, devlet tarafından destekleniyor olmalarından memnunum.

    ancak eğer bu araçlar haber sitelerinde bahsedildiği gibi üniversite tarafından "yerli elektrikli otomobilin öncüsü 'atakar'" olarak lanse ediliyorsa. bu araçların bir değer olduğu düşünülüyorsa orada duracaksın.

    ben sanmıyorum ki bu projeyi yöneten eğitimci bu araçları bir basamak olarak görsün. öğrencilerinin tecrübe edinmesi dışında bir beklentisi olsun.

    neden sanmıyorum çünkü elektrikli araç konusu artık yeni bir konu değil. paran varsa bugün çıkıp çarşıdan tesla model s'i alıp evine gelebiliyorsun. niyetin gelecekte elektrikli araba üretmekse profesyonel bir ekibe milyonlarca dolar kaynağı ve gerekli zamanı verirsin şu an yaşadığımız çağın teknolojisine uygun bir araç ortaya çıkarırsın.

    daha basit bir örnekle açıklamak gerekirse ampul satıştayken mum ile ortaya çıkıp buradan alır yürürüz demek neyse bu araçlar da odur.

    sen ne yaptın eleştirmek dışında diyen adamlara da şunu söyleyeyim. vergi verdim tüm bu projelerin desteklenmesi için daha ne yapayım. 17 18 anahtarı mı tutayım montaj sırasında.

    tekrar ediyorum bu proje öğrenci projesi olarak güzeldir, alkışlıyorum. umarım devlet bu tarz tecrübe arttırıcı projelere destek olmaya devam eder.

    öte yandan aynı proje türk elektrikli araçların öncüsü falan değildir. buradan teslaya varılmaz.

    üç kuruşa beş köfte olmaz
    dünyayla kapışacaksan yatırımını kaşıkla kepçeyle değil tankerle yapacaksın.

    yani burada bence asıl kabahat üniveristede yahut projede değil. o projeyi gerçek dışı abartarak bizim önümüze koyan medyada. aynı haberi "öğrencilerin başarılı çalışması" diye lanse etsen gurur duyar alkışlarız olur biter.

    öteki aptal yerine koymak oluyor herkesi.
    neyin öncüsü amk, adamlar yapmış bitirmiş satıyor.

  • 41. rte üniversitesinden boğaziçine yatay geçiş yapmak

    (bkz: entry nick uyumu)

  • 42. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    j.r.r. tolkien'ın orta dünyayı yazdığı ilk satırların başlangıç öyküsünü öğrenmek de iki katına çıkarmasa bile birkaç adım ilerletmiştir.

    30 saniyelik bir şey. zaman kaybetmezsiniz.

    https://twitter.com/…nema/status/645327880839393280

    siz şimdi izlemeye üşenirsiniz. ben yazayım en iyisi.

    tolkien:
    yaz tatilinde sınav kâğıdı okumak çok büyük çaba gerektiren bir iş ve maalesef sıkıcı bir iş.
    bir kâğıdı elime aldığımı ve fazladan puan verdiğimi hatırlıyorum.
    fazladan 5 puan hatta.
    bu kâğıtta bomboş bırakılmış bir sayfa vardı. okuyacak hiçbir şey yok.
    ben de nedendir bilmem, üzerini karaladım ve:
    "toprağın içinde bir kovukta bir hobbit yaşardı..."

  • 43. boşanmak

    buna hazir olmak diye bir sey yok.
    buna hazirlikli olmaksa evet. kosullari uygun hale getirmek, gelecegi guven altina almak. yarini dusunmek belki bunlar mantik cercevesinde olagan, olmasi gereken seyler gibi de dursa, bosanmak istemek ve bunu gerceklestirmek bunlarin cok otesinde bir sey.
    gecenlerde bir badim sordu;
    - o evden cikarken ne dusunuyordun ?
    bir kac saniye dusundum ve, hicbir sey dusunmedigimi hatirladim. zira evden uzerimde bir kot mont ve bir cuzdan alip cikmistim.
    o ana tekrar dondum ve gercekten o evden cikma animi degil, ciktiktan sonra nereye gidecegimi dusundugumu hatirliyorum.
    is yok, para yok, ev yok. ve buna ragmen o evden cikma anindaki hissizlik.
    galiba, o ana gelene kadar, bunu kafamda binlerce defa yasadigim icin, beynim kendini kapatti. cunku dusunerek yapilabilecek bir sey degildi.
    cunku; ne zaman dusunsem hep yari yolda birakmistim kendimi.
    sadece gitmek. baska hicbir sey yok.
    evet trajik seyler de yasandi. ama hayatin akip gitmeye mecbur oldugu gercegi, butun acilari siyirip aliyor uzerinizden.
    su an durdugum yerden, oradaki kadina bakinca gurur duyuyorum onunla. gec kalinmis bir hayati yasamaya cesaret edecek yasi geceli belki cok olmustu ama, hayat kendi dengesi icinde beni, kendi gercekligi ile bulusturdu.
    bu sure zarfinda, hayalini bile kuramadigim bir ozgunluk ve ozgurluk hissi sarindi beni.
    ve isin guzel tarafi; hep umutlu oldugum hayat beni kucakladi...
    bu bendeki yansimasiydi. bir baskasinda, baska bir sekilde vucut bulabilir ama boyle de bir ihtimal var.
    hayatin sizi kucaklamasina ve size bir sans vermesine izin verin.
    cunku hayat mutlu olabilecek kadar uzun,, mutsuz yasayamayacak kadar kisa...

  • 44. akıllı telefonların kullanım ömrü

    yere dusene kadardir.

  • 45. alex de souza

    kendisinin kel kafasını öptüğümü söylemiş miydim?

    fenerbahçe'den kovulduktan sonra, türkiye'den ayrılmadan 2 gün önce acarkent'te yer alan evine gittim. zar zor ulaşabildiğim aslanlı ev tariflerinden yola çıkarak evini buldum. kapıda nakliye için bir kamyon, 3-4 tane taraftar, bedri baykam ve asistanı vardı. benim boynumda boyunluk, 10 gün önce talihsiz bir kaza ile boynumu kırmıştım. sağa sola robocop gibi bakınıyorum. sonra kamyona eşya taşıyan alex de souza geldi kapıya, ayağında terliklerle.

    tanıştım. alex de souza ile tanıştım. ben adımı söyledim. merhaba ben alex dedi. mütevazı kelimesinin içini dolduran bir adam. kendisine dert yandım, başkan aziz yıldırım ve aykut kocaman hakkında serzenişte bulundum. problem yok dedi. sanki kovulan benmişim gibi, o kadar sakin ve vefalıydı. o kadar fenerbahçeliydi. ve bir o kadar mutsuz ve üzgündü.

    ben aslında ingilizce konuşuruz diye düşünüyordum ama başından itibaren bütün sohbet türkçe gelişti. çocukları, eşini falan sordum. alex de souza'ya bildiğin halini, hatırını sordum yani. kendisi için hazırladığım ufak bir hediye verdim. sonunda nasıl oldu bilmiyorum, bir anda eğil kafandan öpücem dedim. güldü ve kafasını eğdi. ben alex'in kafasından öperken, bedri baykam'ın asistanı fotoğrafımızı çekiyordu. sanki iki eski arkadaşmış gibi tokalaştık, beraber atkı açtık, sarıldık ve vedalaştık.

    o anlar hayatımın unutulmaz anları arasında yerini aldı. gecenin bir vakti fitbol dergi'de samet güzel'in yazısını okurken geldi aklıma ve yazmak istedim. bu adam kesinlikle bir futbolcudan fazlası. ciddi anlamda duygusal ve iyi bir insan. saha içi ve saha dışında kesinlikle aynı yapıda olan, hayatımda arkadaşım olarak temasta kalmasını isteyebileceğim bir insan. yolu hep açık olsun.

  • 46. büyük memeli ve çıplak kadının amuda kalkması

    (bkz: küçük sıkıldı galiba)

  • 47. atatürk

    --- spoiler ---

    montreal de yaşayan saint joseph mezunu bir kişinin duvarından alıntıdır. ...yıl 2005, dinî görüşleri her alana yaymak isteyen bir tunuslu burada bana,''atatürk ne yaptı ki?''diye sordu.''ben fransızca'yı keyfimden,sen mecburiyetten öğrendin.''dedim...
    --- spoiler ---

  • 48. nişantaşı kaşarları vatandaşlıktan çıkarılsın

    son derece ahlaklı cübbeli ahmet hocanın , büyük resmi görerek yeni türkiye nin büyümesinden rahatsız kesimi deşifre ettiği müthiş açıklama .

  • 49. recep tayyip erdoğan

    bugün yine bir milli irade mitingi var. insanlar oluk oluk yeni kapıya akın ediyor... şaka lan şaka. gene smsle belediye işçilerini tehdit etmişler.

  • 50. arapları türklerden üstün kılan detaylar

    ırkçılık bağlamından ayırırsak sorunun özü çok basittir. arap kimliği türk kimliğinin üzerinde baskın bir kimliktir. dil, din ve tarih bağlamında arap etkisi yoğundur ve güçlüdür. bir türkü sıradan bir fransız arap zannedebilir, bir ingiliz arap zannedebilir çünkü dominant olan arap kimliği içerisinde türk kimliği erimektedir.

    bunun en temel ekseni dindir. islam dini toplum tarafından bu kadar kabul gördüğü sürece kimlikte yavaş bir değişim ve eksen kayması meydana gelir. din etkisi devam ettiği sürece her ne kadar size bütün kavimler eşittir diye hocalar terane yapsalar da aslında demek istedikleri her millet eşittir ama araplar daha eşittir anlamına çıkmaktadır.

    akp ile beraber 3. sınıf politikacıların yanında islamcı ideologlarda başa geçti. ittihad-ı islam ilkesi yani islam birliği gerçekleştirme umudunu taşıyorlardı. arap baharından sonra ortaya çıkan yönetimlerin ve değişimlerin bu birliği sağlayacağını ve kuzey afrika'dan orta asya'ya kadar birlik olma düşüncesinin yaygınlaşacağına inanıyorlardı. böyle olmadı. amerika'nın ılımlı islamı yüceltme ve bölgeyi stabilize etme düşüncesine uymadılar. hep bu projeye destek çıkıyorlar ama diğer taraftan ılımlı olmadan da olur düşüncesini dayatmaya çalışıyorlardı, olmadı. gümledi. ortalık kan revan içerisinde kaldı. hayalle gerçeği ayırt edemeyen bu kafalar mistik inanç ile realizmi harmanlamanın sonuçlarını idrak ettiler.

    ancak körfez ülkelerinde de olumlu değişimler meydana geliyordu. birleşik arap emirlikleri başta olmak üzere zenginleşen müslüman nüfus ortaya çıktı, bunlara bu yazımda beyaz araplar veya elit araplar diyelim. petrol gelirleri sayesinde ihya oldular, bazıları bunları yatırıma dönüştürmeyi de başardı. bugün petrol bitse dahi bu adamlar burjuvazi ligine atlamaya doğru emin adımlarla ilerliyorlar.

    işte bu adamlar orta doğu'da siyasetçilere ve liderlere para yedirerek mülk ve hegemonyaya sahip olmaya başladılar. en tipik örneği akp'de ortaya çıktı, uzun başkan islamcı ideologları bakın sıkın dişinizi bu doğum sancısı olur böyle şeyler diye oyalarken diğer taraftan ülkenin en değerli arazilerini bu petrol zengini ve artık yatırımcı klasmanına dönüşmüş zengin arap iş adamlarına peşkeş çekmeye ve buralardan nemalanmaya başladı. hatta suudi arabistan kralı ölünce suudi arabistan'da yas ilan edilmezken türkiye'de yas ilan edildi.

    suriyeliler bu noktada kilitler hem ucuz iş gücüler hemde ülkedeki arap nüfusu artırmanın ve bu zengin iş adamlarının iş yapma hürriyetlerini rahatlatmanın bir yolu olarak kullanılacaklar. bu yüzden birleşik arap emirlikleri dahil olmak üzere suudi arabistan, katar, kuveyt gibi ülkeler sığınmacılara yardım sağlamadı. ancak bizim yeni akit, yeni şafak, sabah, vahdet gibi bir yığın gazetede buna dair tepki bile gelişmedi.

    artık rant ağı oluşmuş durumda, türkiye zengin arapları ihya etmeyi amaçlayan paravan bir toprak parçasından ibaret. akp iktidarda kaldığı sürece böyle. sizce neden koç ve sabancı gibi şirketlerle uğraşıyorlar ? veya neden bitirmek istiyorlar ? ali ağaoğlu gibi isimleri mi koçların yerini alacak ? bu savaş arap zenginleri ile türk zenginlerinin savaşı, akp elbette arap zenginlerinin yanında bunu da açıkça deklare ediyor.

    gelin açıklayayım türk telekom özelleştirildi kim aldı hisseyi ? türk iş adamlarımı aldı ? hayır, suudi ailesinden nasser al- rashid, lübnanlı arap milyardar vs. aldı. dahası da var. tüpraş özelleştirildi sonra baskın oldu neden ?
    araplar alamadı diye akp koçları sıkıştırmaya çalıştı. vergi borcu çıkardı. dahası da var türk telekom özelleştirildikten sonra kime baskı yapıldı ? mehmet emin karamehmet yani bir türk iş adamına. beyaz türkler gitsin beyaz araplar gelsin politika tamamen budur. türk telekom hala tekeldir ve ciddi yaptırım yapılmamaktadır.

    yani zengin arapların kucağına ülkeyi uzun adam çoktan oturttu, siz farkında değilsiniz. bugün yeşil yol diye proje geliştiriyor ve devasa yeşillik alanlarda kimler yerleşiyor ? zengin arap iş adamları ve aileleri. istanbul'da konutlar yapılıyor bu konutları kim alıyor ? hangi ülkenin, bölgenin zenginleri talep ediyor ?

    akp ülkenizi arap sermayedarlara yani asla müdahale edemeyeceğiniz siyaset olarak asla sıkıştırma potansiyeline sahip olamayacağınız adamlara peşkeş çekti. atıyorum bir yönetim değişikliği olsa yerli sermayedarları baskı altına alabilirsiniz ama ya diğerlerini ? uluslararası bir krize sebep olur bu durum.

    velhasıl uzun reyiz avanaklar sayesinde hem parasını hem gücünü üçe dörde katladı, hala daha %41lerde oy alabiliyor. suriyeliler boşuna avrupa'ya kaçmaya çalışmıyor bence bu ülkedeki en mantıklı insanlar avrupa'ya gitmek için kapıları sonuna kadar zorlayan suriyeliler. bu denklemden çıkmak istiyorlar. bu anlamsız savaşlardan bıkmış durumdalar.

    velhasıl kapitalizmin kirli bataklığında yeni sahipleriniz arap iş adamlarıdır. sahiplerinizi dinleyin, camiye gidin, arapça dua okuyun, arapça hutbe dinleyin, arapça yazın, araplara iyi davranın ama en çokta arap iş adamlarını sevin çünkü siz artık onların kölesi olacaksınız, akp iktidarı sadece kendine oy veren %41'i değil ülkenin %100'ünü bu iş adamlarının kucağına oturtmuştur. ekonomik kriz sonrası arap sermayedarların nasıl ülkedeki şirketleri ve mülkeri satın aldıklarını ibretle izleyeceksiniz.