sereserpen35 profili
-
bu saatte hala uyumama sebebi
-
seni sen yapan kötü huyların
kötü mü, huy mu bilmiyorum ama bir kaç dakika içinde onlarca defa karar değiştirebiliyorum.
bir saniye önce çok mantıklı gelen herhangi bir şey, bir saniye sonra mantıksız geliyor. sonra yine mantıklı oluveriyor.
kısa bir örnekle açıklamam gerekirse;
gece yıkanmam lazımdır. ve döngü başlar.
-neyse ben kalkıp yıkanayım.* ya da sabah yıkanayım.* yok yok, sabah erken işe gitcem, şimdi yıkanayım, sabah 15-20 dkk daha uyuyabilirim.* çok uykum var. kollarımı da nasıl kaldırcam.*
-kızııımmm, gel sırtımı lifle*
bu sadece bir örnek. hayatım, buna benzer onlarca anla dolu.
(bkz: kararsızlık) -
kilo vermenin bilinen en kısa yolu
(bkz: terk edilmek)
hayatım boyunca evliliğim hariç, yani evlenmeden önceki hayatımda ve boşandıktan sonraki hayatımda ki, çok seven ve çok sevilen biri oldum ilişkilerimde. kimseyi terk edecek cesarete de sahip olamadım süreç boyunca.
belki üç yaşıma filan inmek lazım, bilmiyorum ama çok da terk edildim. benden daha cesur çıktı herkes.
daha genç yaşlarımda yaşadığım terk edilişlerimden nasıl ağzım yandıysa, “aman ağzımızın tadı bozulmasın ali rıza bey” modunda, görmezden gelme, olayları büyütmeme, ultra süper hiper anlayışlı olma, önceliksizlik, her şeyi tatlıya bağlama telaşeleri vs vs.
aşktır biter, sevgidir azalır
insanın kendini çok önemli bulduğu bir ilişkide, birden bire görünmez olmaya başlaması, verdiği sevgi ve ilginin dilencisi haline gelmesi, ve ısrarla o sevgide, çok sevildiği zamanların hatırasına tutunması kadar doğal ve bir o kadar yanlış bir şey yok heralde.
neyse konumuz kilo vermekti.
hem ne demiş büyükler; laf lafı, laf götü açar. diye.
hayatımda iki tane büyük terk ediliş yaşadım.
büyük seven, yaşadığı ilişkiye, aşka, sevgiye bütün varlığını koyan biri olarak, o terk edilmeler de bana koydu*
direkt yemeden içmeden kesilme.
sürekli mide bulantısı.
hiçbir şeyden tat almama.
yiyip, kusma.
çok sevgili, rahmetli ademolog söylemişti bir gün, kusmalarımla ilgili; söyleyemediğin her şeyi kusarsın…
ah keşke yaşasaydın da, sana ve okuduğun okullara, seni okutan hocalara ağız dolusu küfretseydim, sen de o şuh kahkahanı atsaydın.
belki de kendimi bir cezalandırma şekli, ya da dopamin, serotonin'nim filan hep tükeniyor ondan(bkz: dayımlar falan hep tükenmiş lan)
çok büyük sevgilerin, çok büyük üzüntüler bırakmak gibi bir işleyişi var.
acının etrafından geçemezsiniz, içinden geçmelisiniz de demiş biri.
işte o acının içinden geçerken, bütün hayat o acı halini alıyor. ağzınızda, dilinizde, midenizde, bütün uzunlarınıza yayılan bu acı eritiyor insanı. pul biber yağ yakıyordu di mi?*
yağdan mı, sudan mı, kastan mı nerden olduğunu bilmediğim şekilde onlarca kilo itina ile verilir.
konu da nerden nereye geldi.
burası; en kuytumuzu, bütün zayıflığımızı, zaaflarımızı, hayal kırıklıklarımızı, başkasına anlatmaya utandığımız şeyleri anlatabildiğimiz ve birileri tarafından mutlaka anlaşıldığımız yer değil mi?
nereye gidersek gidelim, o yüzden hep geri dönmüyor muyuz? -
stres + umutsuzluk + karamsarlık + üzüntü + korku
bayılana kadar tv izliyorum. bazen bir gecede; bir sezon dizi, üstüne cila gibi bir film, kesmedi mi? bir suç belgeseli.
evet resmen bayılana kadar izliyorum.
arada çişe veya su içmeye ya da atıştırmalık almak için kalktığımda tv başından, hemen üşüşüyor bunlar.
iki gece önce oturdum beş bölüm bahar dizisini izledim. kendi sıkıntılarımı bırakıp, bittikten sonra bahar'ın dertleri ile dertlendim.
ne güzel dedim ya, iyi ki bahar değilim*
böyle bir kaçış her şeyden. ben içinde bir yerlerde epeyce de mutlu bir kadındım.
yıllarca canımdan bezdiren evliliğimden kurtulmuş, beş parasız çıktığım bu yolda, kendi evim* kendi hayat şeklim, çalıştığım, çalışabildiğim bir işim, iyi kötü elime geçen para, içini huzur doldurduğum evim, çok sevdiğim bir bey, yine çok sevdiğim arkadaşlarım, liste uzar gider.
bütün yolları yürüdük bitti sanıyoruz oysa.
bütün belaları savdık, bütün sözleri tuttuk, en güzel aşkı yaşadık, her türlü bedeli ödedik bitti sanıyoruz.
varış noktamız değil, aldığımız yol hiç değil, başımıza gelenlerle adım adım büyüdük sanıyorken, tv başında sabaha kadar susturmak için, içimde konuşan beni, bayılana kadar tv izliyorum.
içimde epeyce mutlu biriydim ben.
bu kadını tanımıyorum. -
bir parfüme 2 bin tl veren insan
benim kız make up şeyleriyle uğraştığı için evde bin çeşit ıvır zıvır var. sürekli de yeniliyor.
neyse geçenlerde vücut kokusu gibi bişey almış. bi iki fıslattım acayip hoşuma gitti kokusu. sabah üstümü giymeden bolca sıkıyordum kendime.
bir sabah;
- anne, şişe yarıya inmiş.
dedi.
— e vücut kokusu bu nolcağdı? dedim.
- değil. parfüm*
— amaan, ne biliym ben*
dedim.
veremiyoruz.
ben beleş bulduğum her şeyi sıkıyorum.*
“bir ana 10 çocuğa bakmış da, bir çocuk bir anaya parfüm için vir vir vir konuşmuş!” -
whatsapp'tan önce sevgililerin iletişimi
-
31 yaşına gelip yuva kurmayı başaramamış insan
(bkz: 44)
başlıkta bahsi geçen şeyin; bir ilişki, karı, koca, ev bark olduğuna işaret etmesi ile birlikte, yuva denilen şeyin, bunun çok ötesinde olduğunu düşünüyorum, kendi yaşadıklarım ile.
20 sene, yuva olduğunu düşündüğüm bir evde vaktim geçti. bu süreye; iki çocuk, üç kedi sığdırdım. ama hiçbir zaman yuvam gibi göremedim orayı. hep tedirgin, mutsuz, huzursuz ki her türlü maddi sıkıntıdan uzak bir kozanın içinde, sadece üstümde bir çatı, kendim olmaktan çok uzak, çocukların annesi, eşimin karısı, akrabalarının hizmetçisi.
hepimiz, yani çoğumuz yuvamızı arayarak geçiriyoruz hayatımızı. eve dönme isteği, kendimiz olabildiğimiz, her türlü sıkıntıya rağmen “oh be” dediğimiz yer yuvamız.
ben 44 yaşındaydım yuvamı kurduğumda;
ardımda kaybolmuş bir gençlik, çeşit çeşit hastalıklar* yok olmuş umutlar, yorgunluklar, kalp kırıklığı, benim hayatım böyle mi olacaktı hayalkırıklığı ile.
sonra sıyrıldım bunlardan. çünkü; yarısını kaybettiğim bir ömrün, diğer yarısını da sızlanarak geçirmemem gerekiyordu.
bence, çoğu bedel ödenmişti, ödenmemiş olanlar henüz yaşanmamıştı.
ilk evim 1+1'di.
tek tek, çay kaşığına kadar olmayan bir evi, günler, aylar sonra geldiğim zaman “evimdeyim” huzuru ile doldurdum.
bir eşe, eksiksiz eşyalara gerek duymaksızın, kilidini açıp, içine girdiğim an içime dolan yuvam duygusu ile.
duvarların bir anlamı yoktu, yerdeki halının, koltuğun.
kendimi gerçekleştirdiğim yerdi yuvam.
içinde kendim olup, dışarıda kendim olabildiğim.
edit: imla -
ruh eşine bir not bırak
“hayat kısa, kuşlar uçuyor…”
-
ilişkilerden edinilen tecrübe
dusundum dusundum bulamadim bi tecrube derken aklima geldi.
edindigim tek tecrube şu;
"gez ve kimseye söyleme;
gerçek bir aşk hikayesi yaşa, kimseye söyleme.
mutlu ol, kimseye söyleme;
insanlar güzel şeyleri mahveder..."(bkz: halil cibran) -
kadıköy'de yaşayan yazarlar veritabanı
valla ben kucukken once acibadem, sonra yenisahra ki eskiden kadiköy'du hep oralar. sonra uzuuunca bir sure feneryolu. simdi atasehir denilen yer ki, ohooo her sene bir yeri icine aliyor. ama kendimi hep kadıköy'lü hissettim ki, lise hayatim burda gecti moda'da.
e simdi burda calisiyorum. gunun 10 saati burdayim. burada yasiyor sayilirim.
yazin beni de;
(bkz: sereserpen) -
ekşi itiraf
evde biri misafir olmak uzere ki, ben onu nasil birakicam kara kara dusunuyorum uc tane kedi var.
hepsinin huyu ayri ayri ama tek ortak ozellikleri, surekli olarak iseyip, sicmalari. kum temizlemekten iflahim kesildi. sag olsun evlatcim* en son hasta ziyaretinde, dort torba kum almis gelmis***
neyse oyle cok iseyip, siciyolar ki, artik geceleri insaatlardan kum calmayi dusunuyorum. malum ortalik insaat dolu.
insallah basima bi is gelmez :/ -
ekşi itiraf
seninle yaşlanmak istiyorum...
-
ekşi itiraf
biraz once eski esim ve cocuklarimla oturdugum evimin onunden gectim...
evler, sokaklar, anilar ve ayak izlerimizin oldugu yerlerde hic olmamisiz gibi olmamiz ne tuhaf... -
ekşi itiraf
saat takmayi seviyormusum. hic saatim yok, kizimin saatine dadandim ve sanki yillardir bende eksik olan seyi bulmus gibi oldum. evet saat.
cok feci yurumeye taktim. herhangi bir yerde, yarim saatten fazla oturdum mu sanki yurunecek bir suru yolu, mesafeyi kacirmisim gibi oluyorum ve dizlerim agriyor. deli gibi yuruyorum.
ha bir de meyve yiyorum artik. en cok meyve alisverisi yaptigimi fark ettim. yaklasik 2 aydir kola icmiyorum.
cumartesi gecesi kadikoy'de livane diye bir mekandaydik iki tane lise arkadasimla.
bir kadeh raki icebildim. sigara ve raki kokusundan boguluyorum sandim. cok eglendim cok guldum ama ayni zamanda korkunc bir geceydi. bir ara mide kanamasi geciriyorum sandim.
evimi karincalar basmis vaziyette. ve onlarla ne yapacagimi bilmiyorum.
iki kedim de sirayla geceleri kafamin ustunde uyuyorlar.
dun aksam murat'a ugradim.*
bi cayini ictim. eski kocama hayran kendisi. koluna dovmesini yaptircakmis.
buyuk adam deyip duruyo manyak.
bir de dedim ki; murat siz erkekler niye boylesiniz? orospu cocuguyuz ondan. dedi. o dedi valla. benim bi kabahatim yok.* -
ekşi itiraf
benim kiz bugun babasinin dukkaninda ise basladi. sıkı pazarlik etmis babasi ile. 1200 lira maas, sigorta, yemek ve istedigi zaman para almak sarti ile.
az once beni aradi;
-anam ben de senin gibi emekci oldum!
diyor.*
kizin ve bilumum sahislarin beyninde boza pisirdim iki senedir emek emek diye.*
ektigimi biciyorum galiba. -
ekşi itiraf
cok net hatirlamiyorum, ya dundu ya evelsi gun. is cikisi kadikoy meyhaneler sokagindan gecerken, bir meyhanede "yalnizim dostlarim, yalnizim yalniz" diye icli icli caliyordu meyhanenin sazcisi sozcusu. terennum ederken, tam muzisyenlerin karsisinda bir masada, bir abla; hem gozyaslarini siliyor, hem sarkiya eslik ediyordu, bir parmagi havada sallayarak.
bir an gorup gectik onunden fakat, uc kadin ayni anda uzuntuden kahrolduk.
"terk edilmis"
bildik biz.
gidip sarilmadim diye cok pisman oldum.
burayi okuyorsan; karartma gogsundeki cevahiri, sana sarildim say...
her aci gecer, herkes unutulur... -
ekşi itiraf
dun aksam otobuste yanima oturmak icin israrli bir kadin vardi. basim onumde, heralde kadin yanina oturmak istiyor diye dusunuyordum ki, ses tanidik geldi.
oglumun ilkokul arkadasinin annesi. oglumun arkadasi olan oglu, 4 sene once kalp krizi gecirip olmustu. bi oglu daha vardi allahtan ama, bir ogul diger ogulun acisini bastirabilir mi hic bilmiyorum.
neyse sarildik, ordan burdan konustuk. tanislarimizi sorduk birbirimize.
ben ulaş'in olumunden sonraki halini yakindan gordugum ve bildigim icin, hatta birlikte katildigimiz cenazeler sonrasinda kendisini oglunun kabrine attigini bildigim icin ve olmus oglu ile ilgili biseyler soramayacagim icin, etrafinda dondum durdum konularin.
cunku biliyorum acik yarasi. her ne kadar gulse de, sakalassak da, kirilmis ve kaynamamis bir kemik var bir yerlerinde.
dun femme noire'in aci entry'sinde alintiladigi; acinin odanin hacmine kendini yaymasi gibi ve hatta, anahtar deliginden ve kapi altindan sizmasi gibiydi.
cocugunu kaybetmis ilk tanidigim. belki o yuzden ona karsi da hassasim biraz.
otobusten inerken arkasindan baktim uzun uzun. gunluk telaslar, uzuntuler, sikintilar daha 14 yasindayken oglunu aniden kaybetmis bir kadinin yaninda kuculdu ama kaybolmadi.
gece ara ara aklima geldi. aniden bitme ihtimali olan bir hayat icin ne kadar cabaladigimiz. her seyi bazen ne kadar icinden cikilamaz hale getirdigimiz. kucuk sorunlarda boguldugumuz.
belki de iyi bir sarsinti oldugumuz ve aslinda olmamiz gereken yeri anlamamiz icin iyi gelecektir hepimize. -
barınak meleği
instagramda cesitli hayvan sayfalarini takip ediyorum ve cidden buyuk bir ozveri ile calistiklarini goruyorum. ve bu beni cok mutlu ediyor.
sayet corbada bir tuzumuz olacaksa ne mutlu bize.
(bkz: up) -
eli kolu tutan kadının onursuzca nafaka istemesi
(bkz: söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil)
ve hatta;
(bkz: buyrun benim)
bu basligi acildigi gunden beri takip ediyorum. neticede o onursuzlardan(!) biri oldugum icin.
evlendigimde yaklasik 23 yasindaydim. ve evet benim de pembe hayallerim vardi. mutlu bir yuva, saglikli cocuklar, iyi ve sevgi dolu bir es. sicak bir yuva vs vs vs. uzar gider.
ex esimle gorucu sayilabilecek bir sekilde evlendim. eli yuzu duzgun, iyi bir isi olan, insana benzeyen biriydi.
nisanliyken bir iki davranisi tuhaf gelmisti ama, cok genc ve cok toydum. dunyayi ve insanlari tanimiyordum.
dahasi bir isim, bir meslegim olabilecegi, hayatimi kazanabilecegim bir bilincle yetistirilmemistim.
derken 3. gun yuzume yedigim bir tokatla sendeledim ama ayilmadim henuz.
baslayan seylerin devam etme gibi bir hali vardi. tokatlar tekme yumruklarla yer degistirdi zamanla.
ugradigim seyleri sindirmeye calisiyordum cunku her seyin cok guzel olabilecegine dair umudum hic degismiyordu.
sozlu, fiziki siddet gun gectikce agirlasti. cocuklarim dogdu. buyudu ama ben yaratilan cehennemde yaniyor ama olmuyordum.
defalarca yazdigim entrylerimde her turlu ayrinti var zaten. kafa sisirmeyeyim.
bosanmaya karar vereli cok olmustu ama uygulamaya gectigimde 43 yasindaydim. isim, param, evim hicbir seyim yoktu.
evimden elimde icinde 20 lira olan bir cuzdan, esofman ve bir kot ceketle ciktim.
20 senelik evlilikten geriye kalanlar buydu.
eski esimin ailesinden gelen ilk haber suydu;
-evden zirnik alamazsin.
istemedim zaten.
dava su bu vs derken is guc sahibi adamin 3.000 lira geliri cikti.
tabi nafaka o gelir uzerinden bicimlendigi icin, avukati ve o komik nafaka bedelleri teklif ettiler.
ustumde kot ceketim ve esofmanimla 20 senemin bedeli etmeyecek bir nafaka ve cuzzi miktarda bir tazminat ile kurtuldum.
nafakam ile sadece ev kirami verebiliyorum.
evden sadece ustumu basimi ve cok sevdigim duduklu tenceremi aldim.
simdi asgari ucretle bir arkadasimin yaninda calisiyorum. 5 gun sonra 45 yasima giricem.
cok sukur, buna da sukur.
yani ne yapsaydim. ne tavsiye ederdiniz ?
onurlu olmak icin nafakayi reddedip, nerede kalsaydim ?
20 senelik emeklerimi yok mu saysaydim ?
yoksa onursuzca o adamla sirf rahat, konforlu bir hayat icin yasamaya devam mi etseydim ?
baskalarinin ne dusundugu umurumda degil cennetinden;
sevgiler, saygilar... -
40 yaş üstü sözlük yazarları
bakmayin sozluk ergenlerinin amca/teyze soylemlerine...
hicbir seye gec kalinmama yasidir.
hayatimi degistirmeye karar verdigimde, 20'li yaslarin sonundaydim.
kucagimda 2. cocugum her seyin daha da kotuye gideceginin sinyallerini alali cok olmustu ama, sabir denen illet yakaniza yapisti mi ve tahammul denen insan bug'i,
nereye kadar gidebilirim ile birlesince eller, kollar ve ayaklar baglaniyormus.
her gun bu dusunce ile yasayip, her gun bunu yapmaya uzak dusmek insani umutsuzluga suruklemiyor degil.
ve umutsuzluk mutsuzlugun en belirgin ozelligidir.
20'li yaslarimin sonunda hayatimi degistirmeye karar vermistim.
kafamda bir sey kurmadim. hayal etmedim. tek istedigim insan gibi muamele gormekti.
40'li yaslarimin basinda, artik ablaliktan teyzelige terfi ettigim gunlerde tabi ki bir ampul yanmadi kafamda.
bir gun gozumu actim ve 40 yasindaydim. bundan 5 sene onceydi.
ve hayatim bir gerilim filmi tadindaydi. gozluklu ve kivircik sacli olsaydim once beni oldururlerdi. o derece klise bir gerilim filmiydi.
bir gun daha gozumu actim 41 yasindayim. ve devam filmimi cekiyorlar.
3. devam filmimin senaryosu kurulurken, artik bu filmden cok sıkıldigimi fark ettim. cunku sonunda hep ben oluyordum. parca parca ve adim adim.
43. yasima bir kac ay vardi ve gozumu karartip butun produksiyonu karsima alip anlasmami fesh ettim.
43 yasinda yeni insanlar, yeni hayatlar ve yeni bir yol cizdim kendime.
tanri da filmimden sıkılmis olacak ki sponsor oldu. ve yasami kucaklarken, baktim ki o da sirtimi sivazliyor.
bu bir basari hikayesi degildi. yasadigim ve sinandigim hicbir seyi bir basari hikayesine cevirme mantigini gutmedim.
sadece hayatta kalmak istedim.
cunku hayat cok guzel...
yani 40 yas ustu sozluk yazari olarak hicbir seye gec kalmadik.
sadece siz daha yolun cok basindasiniz...
basarilar...