ukome'yi unicef, unesco gibi uluslararasi bir kuruluş sanıyordum. tarihi sokakları koruma amaçlı kapatan bir kuruluş olduğunu düşünmüş ve sokak girişinde "ukome kararı gereği araç trafiğine kapatılmıştır" yazısının önünde durup "ulan adamlara helal olsun istanbul'daki sokaklara hatta izmir'e kadar ulaşıp korumaya alıyorlar" diyerek hayranlık beslemiştim.
ulaşım koordinasyon merkeziymiş açılımı ve ben bunu geçen sene öğrendim, o günden bugüne hala şaşkınım.
gergin ataman20 profili
-
ekşi itiraf
-
hababam sınıfı'nda okuyanların zengin piçi olması
gülüyoruz evet ama bu onların ailelerinin paralarıyla lisede gününü gün eden, özel okulda kıçlarını yayıp yaşlı hocalarıyla dalga geçen zengin piçleri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. mahmut hocayı kötüler bunlar, çünkü kel mahmut emekçidir ve hayatını bunlar gibileri adam etmek için heba etmiştir. kendilerini tüm hocalardan üstün görüp sözde yüksek zekalarını onlara oyun oynamaya adarlar. buna ailesine bakmak zorunda olan fakir semra hoca da dahildir. gözleri az gören akil hocaya yaptıkları ise zengin oldukları ve daha sonra hatalarını telafi ettikleri için görmezden gelinebilir. onlar kural tanımaz diğer öğrencilerin haklarını zerre umursamazlar. tek dertleri maça kaçmak ve okulda huzursuzluk yaratmaktır. aralarına mecburen katılan ahmet'i bile hakir görmekten çekinmezler. çünkü ahmet çalışkan ve dürüst bir çocuktur. baba parasıyla istanbul'un göbeğinde dam şeyime mertek götüme yaşamamaktadır.
oh be! ne zamandır yazmak istiyordum bugüne kısmetmiş. -
sağlık bakanlığı'nın efsane bilişim uzmanı ilanı
okurken kör olduğum ilan. ben hepsini yapıyorum da gözümden ateş çıkartamıyorum lütfücüğüm o nasıl oluyo?
-
milletvekillerine 8 bin tl promosyon ödenmesi
iş memura işçiye gelince kılını kıpırdatmayan devletimiz konu milletvekilleri olunca halkbank'la maaş promosyon anlaşması yapmış ve promosyonlar hemen ödenmiş. en düşük alan 8 bin tl almış.
ne güzel lan bu ülke. valla bak ali babanın çiftliği bizim ülkenin yanında halt etmiş.
peşin not : haram olsun.
edit : arkadaşlar buradaki işçi ve memur örneği yanlış anlaşıldı sanırım. elbette devlet memurları da anlaşma yapıyor ve promosyon alabiliyor. ama devede kulak tabi bu miktarın yanında. ayrıca emeklilere bu ayrıcalık sağlanmıyor. yıllardır emeklinin parasından para kazanan ziraat bankası promosyona yanaşmıyor. devlet de bir kere kapıyı zorladı sonra "amaaan siktir et onlar alışık zaten sefalete" diyerek peşini bıraktı işin. ama milletvekillerine gelince maaşallah devletin bankası halkbank hemen basmış paraları. isyanım bunadır.
haber -
8 yaş büyük erkekle evlenmek
16-17 yaşlarındayken yaşının 30 olduğunu öğrendiğim insanlara "ohaaa 30 mu yuuhhh" diyordum. 30 yaşındaki insanlar bana 70 yaşında gibi geliyordu. şu an 32 yaşındayım ve hala kendimi çok genç hissediyorum. içimde hala bir çocuk var. çünkü hamileyim :((( şaka lan şaka erkeğim ben.
neyse konudan uzaklaşmayalım, 32 yaş çok değil evlen gitsin. -
ekşi itiraf
lise 2'ydi galiba bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, gergin bi bakar mısın dedi. kızı tanımam etmem. bir şey mi oldu, dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var seni seviyor. ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü babası da şehir dışına gidip geliyor iş için, yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olacaksın.
kim olsa şok olurdu. ben de oldum. önce inanmadım. kıza arkadaşının ismini ve sınıfını sordum. biraz araştırdım kendi çapımda. sessiz sakin içine kapanık bir tipti. çok düşündüm bir insana yalan söylemek onun mutluluğu için bile olsa doğru mu diye. sonra onun mutluluğunun daha önemli olduğuna karar verdim. ve bir sabah sınıfının bulunduğu koridorda dalgın dalgın yürürken çarptım ona. kafasını kaldırıp karşısında beni gördüğünde yüzünün ifadesi öyle bir değişti ki beni sevdiğine o an inandım. özür dilerim görmedim, dedim ve gülümseyerek sınıfıma indim. daha sonra kantinde sırada tam arkasına kaynak yaptım. kantinci abiye seslendim kız beni fark etsin diye, sesimi duyar duymaz arkasını döndü. yüzünde yine aynı ifade vardı. sevgi ve hayranlık yüklü nemli gözleriyle bana bakıyordu. onun bakışları içimi delip geçmiş ve üzmüştü beni. yanlış mı yapıyordum? kalbim hayır diyorsa da mantığım evet diye haykırıyordu! fakat ok yaydan çıkmıştı artık. bana gelip durumu anlatan kız arkadaş sınıfıma uğradı, sen ona çarptın ya hala onun etkisinde belki yüz kere anlattı daha şimdiden onu çok mutlu ettin dedi. beraber plan yaptık. okul çıkışı onlar bir kafeye gidecekler, tesadüf bu ya ben de aynı kafede olacaktım. sonra selamlaşacaktık ve ben masalarına oturacaktım. sonra ne olacaktı bilmiyordum.
planımız işledi. harfi harfine hem de. bir tiyatro oyuncusu gibi sahneler planladım ve onları hayata geçirdim...tanıştık konuştuk. inanılmaz bir mutluluk ve şaşkınlıkla, ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu konuşurken. güldürdüm onu birkaç kere, utandırdım. muhabbet öyle koyulaştı ki saat geçmiş fark etmedik. onu evine bırakabileceğimi söyledim. evet demedi ama hayır da demedi. kızardı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. diğer arkadaş bizden ayrıldıktan sonra beraber yarım saat yürüdük. ben konuştum o dinledi. o zaten az konuşan ve sustuklarını içinde yaşayan bir kızdı. vedalaşırken yanağına bir buse kondurdum. utanarak ve hızla eve girdi.
o gece yatağımda dönüp durdum. acaba şimdi ne yapıyor dedim. mutlu mu? neler düşünüyor? içi kıpır kıpır mı? sırıtıyor mu sebepsiz yere? ne yapıyor şu an...
tabi o dönem cep telefonumuz olmadığı için haberleşme imkanı sınırlıydı. nasıl olduğunu görmek için ertesini günü beklemek zorundaydım. bu şekilde tam on gün beraberce gezdik konuştuk tanıdık birbirimizi.
artık ona sevgili olalım diyecektim. sonra fark ettim ki ben de heyecanlıyım. elim ayağıma dolanıyor. oyun yaparken gerçekten etkilenmiştim ondan. evet görece güzel değildi ama muhteşem bir kalbi vardı. okul bahçesinde karşılaştık. beni öptü yanaklarımdan ve yürümeye başladık. sonra duvarın orada durup susuştuk. lafa nasıl gireceğimi bilemedim. sonra gözlerine baktım ve onunla sevgili olmak istediğimi söyledim. gözlerinden yaşlar döküldü. sustu tek kelime etmedi. sonra hızla uzaklaştı yanımdan. öylece kalakaldım.
onu o gün bir daha görmedim. ertesi gün de görmedim. arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. çok telaşlanmış ve korkmuştum. sebebini sorduğumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi. ama öyle değildi biliyordum. gidip ziyaret edelim dedim, bence iyi bir fikir değil şu an dedi. üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. ne derse kendimi verebiliyordum ne de neşeli o halimden eser kalmıştı. her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor "neyin var, bir şey mi oldu, gergin kesin bir şey oldu ben hiç seni böyle görmedim" gibi şeyler söylüyorlardı. evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...
tam altı gün boyunca ondan haber almadım. ne yüzünü gördüm ne sesini duydum ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. içim içimi kemirdi günlerce. kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelam etsek karşılıklı o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. sonraki haftanın pazartesi günü istiklal marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. yine yoktu. hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. arkadaşını buldum. allah rızası için bana güzel bir şey söyle dedim, iyi mi o? neden gelmiyor?
omzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. birkaç saniye konuşmadan bakıştık. "nasılsın" dedim sesim titreyerek. iyi olduğunu söyledi. kısa cümleler kuruyordu. öğle arasında buluşmak üzere sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. izafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. allahım bu zaman ne menem bir şeydi neden geçmiyordu. dakikaları bıraktım saniyeleri saydım. karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. sanki 3 buçuk saat değil de bir o kadar yıl geçti aradan. öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşum avuçlarımı birbirine sürttüm. yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım.
uzaktan geldiğini gördüm ve toparlandım. yarım saat sonrasını çıldırasıya merak ediyordum. ne olacaktı, nasıl bir konuşma geçecekti aramızda? samimi bir şekilde elini sıktım ve yanaklarından öptüm onu. neler olduğunu sordum, neden okula gelmediğini, neden bu kadar üzgün göründüğünü, neden sevgilim olur musun dediğimde cevap vermediğini...
- sen harika bir insansın. ama ben senin sevgilin olamam. ne yapmaya çalıştığını biliyorum, neden çırpındığını biliyorum. ama yapamam. senin sevgilin olup bir süre sonra benden ayrılacağını bilerek yaşayamam. seni sevmek, uzaktan da olsa yetiyor bana. sırf ben seni seviyorum diye beni mutlu etme çabanı takdir etsem de yapamam. ben böyle mutluyum, sensizliği bile seviyorum inan. beni çok mutlu ettin biliyor musun, hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşattın. ama burada kalalım. senin önce sevgilin ayrılınca da arkadaşın olamam. ben senin bir şeyin olmadan da mutluyum.
gözlerimde biriken yaşları tutmakta çok zorlandım. boğazım düğümlendi tek kelime edemedim. şimdi ben ona "ama ben de seni seviyorum, artık gerçekten seviyorum, bir kor oldun göğsümde" desem inanmazdı. çünkü bir yalanla başlamıştı her şey. kendime kızdım, hem de çok kızdım.
üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış gözleriyle bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı.
uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye. aylarca düşündüm, üzüldüm, arar sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duyguyu yaşatmıştı o süre boyunca. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırakmıştı. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka sıralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömmüşmüşse de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğümde babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu.
şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim... -
ne yapıyorum lan ben burada hissi
bir arkadaşımla bara gitmiştik. inceden demleniyoruz. onun eski iş yerinden bir kız arkadaş geldi sonra yanında başka bir kızla. ben kızları tanımıyorum. tanıştık. sohbet koyulaştı. sonra kıza bir telefon geldi. kız ağlamaya başladı. hesabı ödeyip apar topar kalktık ve karşıyaka sahiline doğru gidip çimlerde oturduk. ama kız nasıl ağlıyor anlatamam. sanki anası babası ölmüş gibi. neden ya neden gibi şeyler söylüyor. kızı sakinleştirmeye çalışıyorlar. nahide'ye gidelim dedi diğer kız. who the fuck is nahide? dedim içimden. kızı aldık karşıyaka'nın ara sokaklarından birine girdik. tırım tırım apartmanı arıyoruz. meğer nahide taşınmış amk. neyse bulduk biz evi, nahide'yi aradılar tarif etti. nahide'nin evi de görmeniz lazım. öğrenci evi gerçi çok bir beklentim yoktu ama insan sırf görüntü olsun diye eşya falan koyar.
nahide'nin evinde kendisiyle beraber üç kız daha var. etti mi sana beş kız iki erkek. ama ben kimseyi tanımıyorum. kız sinir krizleri geçiriyor. bir yerler aranıyor telefonla, millet sağa sola koşturuyor, ilaç getirenler, kızın üstünü değiştirmeye çalışanlar, doktor arkadaşından yardım isteyenler ev karıştı resmen. sonra kapı çalındı iki tane genç erkek geldi. biri kızın sevgilisiymiş. o girdi yanına. bir şeyler konuştular. ben de geçtim bir kösede duvara dayandım sigara içiyorum. zaten oturacak yer yok. karakola düşmüş de sorgu bekliyor gibiyiz. sonra kapı bir daha çalındı bu sefer üç erkek iki kız geldiler. biri kızın kardeşiymiş diğeri de sevgilisi. diğer ikisini tanımam etmem gerçi ben o gün oradaki kimseyi tanımıyordum. ev tribüne döndü. mahşeri bir kalabalık. kız tekrar çıldırdı bağırışları feryatları odayı aşıp gidiyor. bir kapı zili daha, yan komşuymuş. beynimizi sittiniz gece gece diyor. hasta diyorla ama adam anlamıyor. bir kapı daha bu sefer polis. bir kapı zili daha bu sefer ambulans. evin içinde eyersiz atlar gibi koşuşturuyor herkes. o koşuşturmanın içinde ben marla singer sakinliğiyle sigara içiyorum. sonra milleti yararak geçtim ve göt kadar balkona çıkıp gökyüzüne baktım ve kendi kendime dedim ki ; jamiryo! yok lan öyle demedim. ne işim var amk benim burada dedim. altı üstü iki bira içecektim. -
nobel'i 19 mayısta atatürk'e sunacağım
“bu ödül ata’mız sayesinde alınmıştır” diyen nobel ödüllü bilim insanı aziz sancar beyanı. kendini yetiştiren ve aslında cumhuriyetin en büyük kazanımlarından biri olan köy enstitülerini unutmamış. cumhuriyet düşmanlarına, bilimi öcü gibi gören, sekülerizmin yansıması gibi addeden cahillere de kapak olmuş
açıklama -
hoşlanan kızın adım atmama sebebi
mahallede gülşah diye bir kız vardı. biz 3 kişilik kanka grubu olarak hepimiz gülşah'a aşıktık. aramızda konuşuyor, durum değerlendirmesi yapıyorduk ve herkes gülşah'ın kendisini sevdiğini iddia ediyordu. ama gülşah da mavi gözlü sarışın bir kız. yani zor bulunan bir türdü. oyun oynarken bazen benim elimi tutar "hadi gel beraber saklanalım" derdi. o an kalbim yerinden çıkacak gibi olur "elimi tuttu kesin beni seviyor" moduna girerdim. ertesi gün gülşah diğer kankalarımdan biriyle duvarda oturup konuşuyor olurdu. işte o zaman "hay anasını ya demek ki yanlış anladım onu seviyormuş:(" moduna yatay geçiş yapardım. bir sonraki gün gülşah bir diğer kankamla görünürdü yolun başında yürüyüş yaparken. "lan s*kecem ha söyle kimi seviyosan" diye kızardım. bize göre gülşah üçümüze de adım atıyordu. kıllanmıştık.
sonraki hafta gülşah'ın üst mahalledeki erol denen piçle sevgili olduğu bilgisi ulaştı. gülşah bize adımlarken erol'a depar atmıştı. erol da fırsatı değerlendirmiş ve sülün gibi hatunu havada kapmıştı. biz de öyle mal gibi kalakalmıştık. ha belki gülşah hafif meşrep bir kızdı bilemiyorum. belki de adımına karşılık bekliyordu bizden. yine de bu yaptığı çok ayıptı.
gülşah evlendi almanya'ya gitti. yıllar sonra bile kime adımladığını tartışırdık arada. sonunda gülşah'ın daha o zamandan ne mal olduğunun belli olduğu kanısına vardık. erol da evlendi şişko bir kızla. gülşah boşandı, erol'un iki çocuğu var.
gülşah şu an türkiye'de. 5 sene kadar önce askerden geldiğimde karşılaştık. öyle içten sarıldı ki "aha valla bana olan sevgisi depreşti" dedim içimden. ayaküstü konuşurken erkek arkadaşı arabayla yanaşıp gülşah'ı aldı ve karanlıkta kayboldular.
ulan gülşah hiç değişmeyeceksin değil mi :/ -
gece dörtte arayıp seni çok özledim diyen insan
başıma geldi bu. gecenin saat dördünde acı acı çalan telefonu açtım. numara bende kayıtlı değildi. telefonun karşısındaki ağlamaklı ses "seni unutamadım, hala çok seviyorum bunu bil" diyordu. sesi yabancı değildi ama tanıdık da değildi. hüzünlü kadınların sesleri nedense hep aynı tınıyı veriyordu. sustum, "orda mısın" dedi. buradayım dedim. nasıl olduğumu, görüşmeyeli neler yaptığımı sordu. anlattım.
evlendin mi? dedi tedirgin bir sesle. hayır yalnızlığa alıştım dedim. bir süre sustuk. bana başka birinin adıyla hitap edince onu tanımadığımdan emin oldum ama konuşmaya devam ettim. sanki bir zamanlar onu sevmişim gibi.
kapatırken seni seviyorum dedi, "ben de"dedim. neden bilmiyorum, galiba buna ihtiyacı olduğunu düşündüm.
iç çekerek telefonu kapattı. sabaha kadar uyumadım. -
200 liralık mazotla 1000 km yol gitmek
otobüs biletine 85 lira vererek 1300 km yol gittim siz neyin derdindesiniz.
-
22 yaşında pizza ile evlenen adam
pizzanın yaşının 22 olduğunu nasıl öğrendiniz ? ilginç bir haber.
-
annenin sonsuz güvendiği melek yüzlü kanka
bir nevi cankurtaran. sevimli ama piçin önde gideni. melek yüzlü şeytan. o ki bizim akşamları dışarı çıkıp barlara akış biletimiz. o ki kızların mervelere ders çalışmaya gidebilmesinin vizesi. bir nevi maymuncuk. bir bakışıyla en sert ebeveynleri dize getiren ve schengen vazifesi gören şahsiyet. allah ondan razı olsun.
sağol kanka. bu kalp seni unutmaz. he annem bilse ne anasının gözü olduğunu ikimiz de boku yeriz orası ayrı. ulan ailemin gözünde şu çocuğun yüzde 10'u kadar bile güven kazanamadım. bu piç ne dese annem evet derdi biz gençken. gergin dışarı çıkabilir mi? elbette. gergin bizde kalabilir mi? tabi yavrum kalsın. ben gidip sorardım anne yea dışarı çıkabilir miyim diye, saat kaç oldu babana söylerim bak sinir etme beni bu gece yarısı dışarıda ne işin var diye çıkışırdı bana. şansıma kapı çalınır kankam hızır gibi yetişince annem birden yelkenleri suya indirip, bak gergin sana emanet tamam mı buralarda olun. annenlere de selam söyle derdi ben de apışıp kalırdım. lan herif beni götürüp uyuşturucuya bulaştırsa bağımlı yapsa ne olacak?? hemen de teslim ediyor al götür diye :/ -
florida'dan adam çıkmaz abi
hep merak etmişimdir yabancı ülkelerde de bizdeki gibi memleket muhabbeti var mı diye. mesela amerika'da new york'a gidip ben "new york'ta doğdum ama anam babam dallas'lı" dendiğinde irite olma durumu var mı? ya da insanlar kendi aralarında konuşurken şöyle diyaloglar geçiyor mu :
- kız nereliymiş?
+ virginia. ama aslen kuzey carolaynalı
- olm onlardan adam çıkmaz amk. beş para etmez yobaz hepsi. kızılderili falan olmasın olm onların adetleri farklı uyuşamazsınız siz olmaz yani.
- kardeş nerelisin sen?
+ new york
- aslen nerelisin ?
+ ????
ya da haberlerde şöyle bir flaş haber geçiyor mu : "virginia'da neden ayine gelmedin dayağı"
ya da "abi kansas'tan sonrasına atacaksın atom bombasını ülke tertemiz olacak" diyen birileri var mı?
bir ton işim var ama oturup bunu düşünüyorum şimdi. herkesi kendimiz gibi sanıyor olmam da ayrı bir öküzlük tabi. -
ankara'da tarihe karışmış mekanlar
(bkz: atatürk orman çiftliği)
-
mülteci kamplarında 66 bin bebek doğması
mültecilerin yanlışlıkla çıplaklar kampına yerleştirildiğini gösteren haber.
-
recep tayyip erdoğan
abd'de üç müslüman üniversite öğrencisi bir terör saldırısına kurban gittiğinde aşağıdaki açıklamayı yapmıştı.
"ben, sayın obama'ya sesleniyorum! 'neredesin başkan' diyorum! dışişleri bakanı’na, biden'a sesleniyorum, 'neredesiniz' diyorum! biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz.
tavrımızı ortaya koymak zorundayız. çünkü halk size oylarını verirken 'benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor. eğer siz, bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız dünya da size her zaman sessiz kalacaktır!"
bugün kendi ülkesinde işlenen cinayetlerden, fıtratlardan, bombalamalardan, canlı bomba teröründen nedense hiç kendini sorumlu hissetmemiş ve bakanlarını da hissettirmemiş birinin yukarıdaki cümleleri söylemiş olması ne kadar ironik. -
tayyip erdoğan atatürk'ten çok daha yakışıklı
-
sabri sarıoğlu
maç esnasında muslera'nın suyunu içtiği için 10 dk sonra bir korner atışında spiker muslera'nın yedek kulübesinde su takviyesi yaptığını söyledi ve şaşırdı. ama ben şaşırmadım çünkü gördüm nando'nun suyunu içtiğini. oynamadığı yetmiyormuş gibi bir de oynayıp terleyenin suyunu içiyor faydasız.
-
ekşi itiraf
- 29 yaşındayken sözlüğe üye olmak aklıma geldi. ilk gün nasıl ukte verilir nasıl başlık açılır diye kendimi yedim, rezil olmamak için kimseye soramadım. sonra fark ettim ki zaten çaylakmışım. bu arada çaylaklığım bugün bitti ve bok var gibi hemen itiraf başlığına koştum.
- 28 yaşındayken işsizlikten bunalıma girdim ve çok uzun zaman sonra ilk defa oturup çocuklar gibi ağladım.
- 27 yaşındayken askerdeydim ve yaşımı söylediğim tüm komutanlar beni dövmeye kalktı. bıyık ve sakal olmayınca 18 gösteriyorum.
- 26 yaşındayken bir mağazada müdür olarak çalışıyordum ve feci bir karizmam vardı (o ne demekse).
- 25 yaşındayken bir başka mağazada müdür yardımcısıydım ve müdürüm benim asla müdür olamayacağımı söylüyordu.
- 24 yaşındayken bornova'da bir barda tekila içme yarışmasını kazandım (12 shot içtim). ödül olarak masaya patates, çerez ve meyve ikramı geldi. bir daha o bara asla gitmedim.
- 23 yaşındayken nişanlıydım ve az kalsın hayatımın hatasını yapıyordum. nişanı attım ve annem beni evlatlıktan reddetti. bir ay boyunca bekar arkadaşların paylaştığı bir evde süründüm. sonunda gerçekleri anlatmam izin verildi ve affedildim. nişanlım olacak kişi ben eve döndüğüm gün bir başkasıyla fuar'da evleniyordu.
- 22 yaşındayken bir gece hayatımda ilk defa bir hatuna laf attım. oturduğum eve yakın bir yerdi ama kız yabancıydı, elinde bavul vardı onu hiç görmemiştim daha önce. alkolün de etkisiyle yaptım işte bir salaklık. kız ablamın üniversiteden en yakın arkadaşı çıktı. meğer bizim eve geliyormuş, bir hafta kalacakmış. hayatımda hiç bu kadar kepaze olmamıştım sanırım.
- 21 yaşındayken ilk kez sigortalı bir işe girdim. o günden beri her gün sigortalarım atıyor.
- 20 yaşındayken babam sayısal lotodan 5 tutturdu. bunun benimle bi alakası yok ama yine de belirtmek istedim :/
- 19 yaşındayken yaşındayken istanbul'a bir akrabamızı ziyarete gittiğim gün beni bir bara götürdü. götürdüğü barı polis bastı hepimizi içeri aldılar. meğer orası uyuşturucu satılan bir yermiş. 24 saat boyunca polislerden dayak yedim, derdimi bir türlü anlatamadım. beni satıcı diye tutuklayacaklardı az kalsın.
- 18 yaşındayken 28 yaşında bir sevgilim vardı.
- 17 yaşındayken galatasaray uefa kupasını aldı. maç bitiminde sabah altıya kadar bostanlı sahilde içip kutladık. okula sarhoş gitmek zorunda kaldım.
- 16 yaşındayken babamın almanya'da özel ördürdüğü ve yaklaşık 25 yıl giyip bana emanet ettiği taş gibi beyaz kazağı sigara içerken yaktım. babam benimle 6 ay konuşmadı. annem 6 ay boyunca her gün bunu yüzüme vurdu.
- 15 yaşındayken lise son sınıflardan bir kıza aşık oldum. gidip söyledim. sırf bunu söyleyecek cesaretim olduğu için benimle çıkacağını söyledi. 6 ay çıktık. o da bana aşık oldu. siyasetle uğraşıyordu. solcunun hasıydı. bugün bildiğim birçok şeyi ona borçluyum. ilk defa onun dudakları tarafından öpüldü dudaklarım.
- 14 yaşındayken 1.48 boyundaydım buna rağmen kendimi çok yakışıklı sanıyordum. yani maldım.
- 13 yaşındayken ablam bir gece ansızın çıkageldi. kocasından dayak yemişti. yarım saat sonra kocası ablamın çeyizlerini bir kamyonla kapımızın önüne döktü ve üstüne benzin dökerek yaktı. henüz 6 aylık evlilerdi.
- 12 yaşındayken her gece rüyamda kalimero'yu görüyordum.
- 11 yaşındayken yüzüm yanan bir sobaya yapıştı.
- 10 yaşındayken gizli gizli show tv'nin kırmızı noktalı filmlerini seyretmek için uyuyor numarası yapıyordum. beş dakika boyunca gözlerimi ayırmazsam cine 5 şifresinin kalkacağına inanıyordum.
- 9 yaşındayken tüm arkadaşlarımı bırakıp izmir'e taşınmıştım. ilk bir ay boyunca ağlayıp durdum, çok yalnızdım, arkadaşlarımı özlüyordum.
- 8 yaşındayken hayatımda ilk defa aşık oldum.
- 7 yaşındayken birgün okuldan dönüp eve geldiğimde herkesi ağlarken buldum. babam kalp krizi geçirmişti.
- 6 yaşındayken küçük ablam trafik kazası geçirdi. 3 ay hastanede yattı. hastaneden taburcu olduğu gün yine trafik kazası geçirerek herkesi şoka soktu. üstelik çarpan polis arabasıydı.
- 5 yaşındayken suratımda toplam 67 dikiş vardı.
- 4 yaşındayken üst komşumuzun oğlu beni gizlice askeriyenin parkına götürüp ikili salıncakta sallamaya başladı. öyle hızlı salladı ki salıncaktan düştüm. kalktığımda o koca demir salıncak suratıma ışık hızında çarptı. daha düşmeden bir daha çarptı. uyandığımda aradan bir hafta geçmişti. burnum, çenem, tüm dişlerim kırılmış, kafatasım çatlamış, damağım yarılmış, dudağımın bir kısmı koparak orada kalmış ve daha sonra bulunarak yerine dikilmişti. gözlerim bir devekuşu yumurtası kadar büyük ve mordu. iki sene boyunca ayna görmedim.
- 3 yaşındayken bir sene sonra tüm hayatımın tamamen değişeceğini bilmiyordum.
- 2 yaşındayken annem bana ilk takım elbisemi diktirmişti. lacivertti. hala duruyor. çok sevimli bir şey.
- 1 yaşındayken hala saçım çıkmamıştı ve tosun gibiydim. bir rivayete göre 8 kilo çekiyordum.
- 0 yaşındayken annem beni doğurmak için ölümü göze almıştı. tabi ben bunun farkında değildim. tekmeleyip duruyordum. ona bu fedakarlığı için her gün teşekkür ettim. hala da ediyorum. canım annem benim...