cassey jones33
profili

  • 24 mayıs 2017 ekşi sözlük protestosu

    1,5 sene önce şunu yazmıştım ekşi sözlük başlığına: (bkz: #57264403) bu entry'i özellikle silmedim ki, sözlük yönetimi görür, okur da ders alır diye. 1,5 senede 1,5 milim yol alınamamış.

    bu entry yazarken merak edip baktım. yukarıda bkz verdiğim entry'de bahsettiğim tweet'in görüntülenme sayısı 60 bin olmuş, blog okunma sayısı ise 15 bin. ne oldu şimdi, ne sansürlenmiş oldu?

    bunca yazar uçurulduğuyla kaldı sadece, bu protesto ise tüm basın organlarında yer aldı. cümle alem duydu öğrendi sözlük yönetiminin yaptığı şeyi.

    aynı hatada ısrar edip en ufak bir ders almayan yönetimin bundan sonra da değişeceğini sanmıyorum. bu protestolar sürer, böyle böyle bitirir kendini sözlük.

  • teröriste gerilla demek

    giriş notu: bu entry "gg" gerekçesiyle silinmişti. bununla aynı anda bir entry daha silindi. ikisinin ortak noktası, içinde polisle ilgili ifadeler olmasıydı. diğer entry, "dilek doğan'ın vurulma görüntüsü" başlığına girilmiş bir entry idi ve entry'de, sözlük'te bulunan bir başlık bkz olarak verilmişti. silinme gerekçesi bu yani. bu entry'de de "tekirdağ'da polisin kadın pazarlaması" başlığını refere ederek bir ifade kullanmıştım, polis arkaaşlar ondan rahatsız olmuş sanırım. peş peşe silindi iki entry. şimdi o ifadeyi çıkararak tekrar giriyorum eski entry'i. entry'nin orijinalinde yer alan "ekleme" vs kısmını ise bozmuyorum.

    **********

    ferhan şensoy, "bir insan neden polis olur" diye sorduktan sonra şöyle devam eder: "bir şey çaldığında ona hırsız değil, polis desinler diye."

    mustafa kemal milli mücadeleyi başlattığında, padişah tarafından "vatan haini" ilan edilmişti. ekmeğini yiyip suyunu içtiği imparatorluğun liderine ihanet etmiş, emirlerini dinlememiş, ona karşı gelmişti. eğer mustafa kemal başaramasaydı, bugün tarih dersi kitaplarında "hain mustafa ayaklanması" konusunu işliyor olacaktık. başardığı için o vatan hainliğinden devlet liderliğine terfi ederken, koskoca padişah da düşman işbirlikçisi konumuna geçti.

    filistin kurtuluş örgütü'nün (fkö) lideri yaser arafat, bir dönem terörist bir örgütün terörist lideri olarak anılırken, daha sonra devlet başkanı sıfatıyla masaya oturmaya başladı. fkö milisleri, "terörist" ile "gerilla" sıfatları arasında gidip geldi.

    1988 yapımı rambo 3 filminden de hatırlanacağı üzere sovyet rusya'yla savaşan afganlar, usame bin ladin de dahil olmak üzere tabii ki abd tarafından "afgan mücahitler" olarak tanınıp "bizim çocuklar", "özgürlük savaşçıları" vs cici sıfatlarla anılırken, 1991'de sscb'nin çöküşü sonrasında kendilerine gerek kalmadığından, aynı abd tarafından "terörist" olarak nitelendirilmişlerdir.

    görüldüğü gibi, her şeyden önce terörist tanımı, tanımı yapan kişinin konumuna göre değişiklik gösterir. hatırlayın, gezi zamanı hepiniz teröristtiniz.

    gerilla ise, yukarıda da tanımlandığı şekliyle düzenli bir ordu olmayan, kendine özgü savaş yöntemleri bulunan yapılardır. senin devletinin o yapılara terörist demesi, onların gerilla olduğu gerçeğini değiştirmiyor. terörist de olsalar gerilla, olmasalar da gerilla.

    yine görüleceği gibi teröristin tanımı zamana, koşullara ve güç sahibine göre değişirken, gerillanın tanımında herhangi bir değişiklik olmuyor.

    tabii bunun bir de "eli kanlı katile kahraman demek" versiyonu var. mafyasınız ve birini öldürdünüz diyelim. cinayet işlediğiniz için size katil denmesi gerekir. ancak terörün ve teröristin tanımını kendi işine geldiği biçimde yapan devlet, bu mafya liderine katil demek yerine onu kahraman ilan edebiliyor. aynı şekilde devlet ağzıyla konuşup derin devletin savunuculuğunu yapanlar da o katilleri kutsuyorlar.

    buradan da, sadece terör ve teröristin değil, katil ve kahraman tanımlarının da "işine geldiği gibi" değiştirilebildiğini, esnetilebildiğini görüyoruz.

    ferhan şensoy'dan devam ettiriyorum mantığı o halde: bir insan neden polis olur? birini öldürdüğü zaman katil değil, polis desinler diye olabilir mi mesela?

    ekleme: birkaç mesajda nelson mandela da örnek gösterildiğinden ve mükemmel de bir örnek olduğundan, onu da ekleyelim listeye.

  • babanın öz kızına şehvet duyması

    alevileri mum söndü ve ensest ile itham eden zihniyet söylüyor bunu. özellikle not düşelim bu kısmı.

  • eymen yasir'e yardım edelim

    çok güzel sorular var;

    1) devlet varken ben neden yardım ediyorum?
    2) ben yardım ediyorsam devlet neden var?

    yanıtlar o kadar güzel değil ama;

    1) çünkü devlet yardım etmiyor.
    2) devrime çağırdığımız zaman da kimse gelmiyor.

    bu ülkenin akp karşıtları, hatta gezi'ye katılmış "solcu"ları bile devlete değil hükumete karşı. kimsenin statükoyla bir sorunu yok. sistemi değiştirmek için bir çabası olmadığı gibi, böyle bir niyeti bile yok. elimizdeki gerçeklik bu. yok yani, yok. o en sosyalist geçinenleri bile somut bir şey yapıyor değil. anca klavye kahramanlığı peşindeler.

    şimdi de ben sorayım;

    devlet yardım etmiyor ve devrim de olmuyor diye, bırakalım çocuk ölsün mü?

  • hesap gelince elini yalandan çantasına götüren kız

    önce, yıllar evvel yaşanmış bir anımı anlatayım, sonra diğer konuya geliriz. pazar sabahı daha sikko bir işim yok çünkü.

    işle ilgili bir çalışma nedeniyle sosyal bir ortamda bir kadınla tanıştım. üzerinde çalıştığımız projeden ötürü de kadınla zaman zaman bir araya geleceğiz. telefon ve mail adresi alış verişi yapıldı. o gün ayrıldık.

    ya ertesi gündü, ya ondan bir gün sonrası. henüz kadınla ikinci kez yan yana gelmiş değiliz. telefon çaldı, bu arıyor. selam sabah faslından sonra;

    - ne yapıyorsun?
    + eve doğru geçiyorum.
    - vaktin var mı?
    + ne için?
    - ben falanca mekana geçiyorum, hem bi kahve içeriz, hem de projeyle ilgili konuşuruz dedim.
    + olabilir. kahve fena fikir değil.
    - tamam, ben orada bekliyorum seni.

    bir iki kahve içer, sonra kalkarız diye düşünüyorum. evde de biraz işim hem zaten. kafamda başka bir şey yok. kadın için hoş denebilir ama bende ilgi uyandırmış değil, o tarzda bir niyet de yok kafamda. onun da öyle bir gerekçeyle aradığını düşünmüyorum. tuttum mekanın yolunu, çok geçmeden de ulaştım. buluştuğumuz yer de öyle çay bahçesi falan değil, bistro. çok pahalı olmamakla beraber, dandik bir yer de değil. orta sınıf bistro diyeyim işte.

    on dakika kadar havadan sudan konuştuktan sonra garson geldi. önümüzde menü var ama zaten kendisi davet ettiği ve ederken de kahve dediği için, doğal olarak kahve siparişi vereceğim. ilk siparişi de kadın vereceğinden, ona baktım.

    - ay, ben akşam yemeği de yemedim...

    akşam yemeği mi yemedin? çok normal, kimse yemedi henüz? saat 18.00 ulan, 18.00, ne akşam yemeği? büyük çoğunluk, evinde henüz yemek hazırlığına bile başlamadı. bu neyin telaşı, neyin geç kalmışlığı?

    hatun bir yemek siparişi vermeye başladı, sadece akşam yemeğini değil, yarınki kahvaltıyı da çıkaracak aradan, öğle yemeğini de zorlama niyetinde. ben de izliyorum kendisini. ablam saydı, döktü menüde ne varsa. aslında normal şartlarda beni enterese eden bir durum yok. zira davette bulunan kendisi, kahve diye anlaştığımız buluşmayı 4. sivas yöresel lezzetler şöleni'ne çeviren yine kendisi. normal olarak hesap ellerinden öper ama neyse ki kadınlar konusunda deneyimli olduğumdan, kadının tavrı huylandırdı beni.

    böyle bir durumda, olması gereken şu: eğer mütevazı bir buluşmada anlaşılmışsa ve fakat son anda karar değişikliği gibi bir durum ortaya çıkacaksa, ya buluşmadan önce ya da siparişten önce teklifte bulunulur. ha, davet eden taraf zaten her durumda o sorumluluğu kendi üstlenir ama kahve diye başladığınız şey giderek piknik havasına dönüyorsa da, hayvan gibi sipariş vermeden önce karşıdaki kişiye de sorulur.

    ablamız yemek siparişini bitirdi;

    - bi de yemekten önce bi bira alayım.
    + otuz üçlük, ellilik?
    - mmm... yetmişlik olsun.

    oha! yemekten önce büyük boy birayı sipariş eden abla, yemek başlayınca fıçıyı masaya getirtir. bu işin sonu nereye gidecek diye merakla bekliyorum ben de artık. garson bana döndü. kadının niyeti hakkında tahminde bulunmak için bizim de kimi küçük testlerimiz var tabii ki.

    - sade bir nescafe lütfen.

    böyle yaparak, o hesaba hiçbir şekilde dahil olmak gibi bir sorumluluğum bulunmadığı mesajını verdim kadına. yani ikiye bölmek gibi bir şansı bile yok. kadının bundan sonraki tavrı mühim. dikkatli bir şekilde kadını izliyorum.

    - sen bişii yemiicek misiiin?

    sorunun soruluş şekli, sesin tınısı, sorarkenki yüz ifadesi, "yani bu hesap tek başıma benim götüme mi gireceeeekkk?" kaygısını kabak gibi belli ediyor.

    - kahve yeterli. teşekkür ederim.
    + peki...

    hesap kilitleme kaygısı olmasa, "olur mu canım öyle şey" deyip, bana da yemek vs söylemek üzere garsona dönmesi gerek. bu, ev sahibi olarak niyetini belli edecek bir davranış olur en azından. tabii türk kadını için söylüyorum bunu. türk kadınından kastım da, coğrafi kültür konusu, "ıyy türk kadını" gibi tepeden bakan bir küstahlık değil. batı ülkelerinde bizdeki gibi bir ısrar vs anlayışı yok çünkü zira. kahve istiyorsan kahve istiyorsundur. "aç olsa veya başka bir şey istese söylerdi zaten" düşüncesi var. bu ayrım, bir üstünlük veya meziyet göstergesi değil, tamamen kültürel farklılıktan kaynaklı bir durum.

    ablanın birası geldi. biz sohbet ediyoruz yine havadan sudan. proje üzerine az biraz konuşmuştuk ki, yemek de geldi. fizik olarak fit olmasına rağmen, yiyişli de bir ablamız maşallah. masada ne varsa gömdü.

    - istersen menünün geri kalanını da paket yaptıralım, birkaç gün idare eder seni?

    ... demek geçti içimden. ben asıl birayı kesiyorum ama. yemek öncesi en büyük boy birayı söyleyen kadının, şimdiye o birayı çoktan bitirmiş olması ve tazeletmesi gerekirdi. oysa bira gıdım gıdım gidiyor. çünkü belli oldu ki, keysi abimiz o hesaba dahil olmayacak, ablamız da aniden ekonomik sürüme geçti. aslında böylesini sürüm sürüm süründürmek için aynı menüyü sipariş etmek gerekir ama, o zaman ciddi bir risk almak söz konusu.

    yemek bitti, bira bitti, saat epey ilerledi. saate baktım,

    - kalksak mı artık? evde de yapılacak işlerim var.
    + olur.

    burada da normalde olması gereken, hesabı onun istemesi. ama ablam hiç oralı değil. ben de nereli olduğuyla zerrece ilgilenmeden devam ediyorum konuşmaya. artık alenen psikolojik bir savaş yaşanıyor aramızda. satranç maçı gibi gayet stratejik hamleler yapıyoruz. on beş yirmi dakika geçti, biz hâlâ oturuyoruz. sonunda nasıl olduysa istedi hesabı. garson, sümeni tam ortaya bıraktı. normalde de hesap isteyenin önüne bırakılır esasen. bizimki, sandalyede asılı olan çantasına döndü, bir yandan çantayı karıştırıyor, bir yandan da yan gözle beni kesip bende herhangi bir devinim olup olmadığını kontrol ediyor. dirseklerim masada, ellerim birleşmiş, çenemi de ellerimin üstüne koymuş, rahat bir şekilde ablayı izliyorum. abla da hâlâ sündürüyor o cüzdan çıkarma işlemini. sondaj çalışması var sanki, yerin yüz metre dibine daldı. o cüzdanın ağır ağır bir çıkışı, masa seviyesine bir gelişi var ki, her yıl 21 pare top atışıyla yıldönümünü kutlasan yeridir. her an için "ay benim üstümde yeterli para yok, sen öder misin" gibi bir şey söylemesini bekliyorum. böyle bir şey yapmaya kalkarsa, "bende de sadece kahve parası var" demeye karar verdim. cüzdanı da aheste aheste karıştırdı bir süre, kredi kartını çıkardı sonunda. evet, ben de "kesin bakiye yetersiz çıkacak" diye düşündüm ama herhangi bir sorun olmadı.

    yüzü bombok olmuş bir şekilde çıktık mekandan. evlere gitmek üzere ayrıldık. daha sonra proje için birkaç kez bir araya geldik ama bir daha hiçbir davette bulunmadı.

    **********

    şimdi gelelim genel duruma...

    kadının kimliği o kadar muallak ki burada, kimden ve hangi şartlardan bahsedildiği belli değil. kim bu kadın? ilk defa buluştuğunuz biri mi, sevgiliniz mi, iş/okul vs arkadaşınız mı, resmi bir nedenle yemeğe gittiğiniz kişi mi? burada gıybet yaparken, aslında kendi öküzlüğünüzü ele vermişsiniz çoğunuz.

    (bkz: fakirlik belirten hareketler) ve (bkz: fakirlik belirten cümleler)

    lan oğlum, 50 liralık hesap için bir dünya yazılır mı? manyak mısınız? ben kadın olsam, 50 lira için 50 sayfa yazı döktüren tipten uzak dururum. parasız olduğunuzdan değil, bunu ifade ediş biçiminizden ve yaklaşımınızdan ötürü. yoksa hepimizin parasız kaldığı, dibi görmüşlüğü vardır bir şekilde.

    kim olm bu kadın? yeni tanıştığınız biri mi? hoşlandığınız kişi mi? bir de niyetiniz ne? barda tanıştınız da, hemen o gece "yatağa atmak" mı maksadınız?

    benden size küçük bir öneri; eğer cebinizde paranız yoksa, hatun peşinde koşturmaktan vazgeçin. valla bak. yo, parasız olmak ayıp değil de, bu durumu düzeltmek ve gelir kazanmak için uğraşmak yerine eliniz sikinizde karı kız kovalıyorsanız, sizden bir halt olmayacağı aşikâr. çok paralar da kazandım, iflas edip sigara parasını bulmakta da zorlandım. olur, hayat bu. param olmadığı dönemde de hatun peşinde koşmadım, herhangi bir buluşmaya gitmedim. davet edildiğim halde üstelik. paran yoksa otur evinde pezemenk.

    hele bazıları sevgililerinden falan bahsetmiş. oha! insan sevgilisiyle paranın pulun hesabını yapar mı lan? her seferinde hesabı size kilitleyen, hiç oralı olmayan, özünde asalak gibi yaşayan biriyle zaten hâlâ sevgiliyseniz, o sizin salaklığınız. böyle bir modelle hem ilişkiye devam edip hem de arkasından burada atıp tutuyorsanız da, açıkça karaktersizsiniz. aynı herifler, "hatunların efendi adam yerine piç tercihi" başlığında ağlıyorlar bir de üstüne utanmadan. e, bu da "erkeklerin efendi hatun yerine piç tercihi" oluyor o zaman? (şimdi baktım, başlığı açılmış ama hiçbir şey yazılmamış). olm, hem bu kadar ezik, hem iradesiz, hem amsalak, hem de üstüne karaktersizseniz, size müstehak bu modeller. iyice soyup soğana çevirsinler sizi.

    internette tanışmış olabileceğiniz gibi barda da tanışmış olabileceğiniz bir kadınla ilk kez buluştunuz ve dışarıda bir şeyler yiyip içtikten sonra eve gidip sevişmek niyetindesiniz. buluşma amacınız bu yani. böyle bir durumda da hâlâ hesaptan kaçıyorsanız zaten yazık size. yok yok, o kız tek gecelik bir ilişki yaşayacak diye "orospu" olduğundan ve bu durumda da zaten "parasını" ödemeniz gerektiğinden değil. o kadın zaten "orospu" falan değildir; tıpkı senin gibi sevişme ihtiyacı olan biridir ve senden farkı yoktur. o hesaba dahil de olabilir ayrıca; sevişecek diye escort gibi davranması gerekmiyor. ama erkek olarak sen bu niyetle yola çıkmışsan, bi zahmet hesabı da üstlen. öküze bak yaa, gelmiş bir de bunun için ağlıyor.

    iş/okul/sosyal ortam arkadaşınsa bu kadın, hesap beraber de ödenebilir, bazen biri, bazen diğeri de ödeyebilir. burada kadın ya da erkek olması bir şeyi değiştirmiyor. kişinin eli hiçbir zaman cüzdanına gitmiyorsa, zaten kes at arkadaşlığını, manyak mısın sen? asalak gibi yaşayan insanla arkadaşlık yapılır mı lan? nasıl arkadaşlarınız, arkadaşlıklarınız var sizin?

    bir şekilde beğendiğin, hoşlandığın, ilgi duyduğun kadınsa eğer ve davet eden sensen, kadından hesap ödemesini bekleyen görgüsüzlüğüne tüküreyim senin. lan öküz; görgü kuralı diye bir şey var. bir kadını bir yere davet etmişsen, üstelik arkadaşlık ilişkisi falan değilse bu, yani sevgililiğe dönecek bir şeyin başındaysan, hesabı zaten sen ödersin. kadının burada hesaba dahil olma mecburiyeti yoktur, ola ki yeltenirse bile bu hem lütuftur hem nezaket. kibar bir şekilde reddedersin bu teklifi. diğer buluşmalarda, daveti yapan tarafın kim olduğuna ve mekanın türüne göre değişir hesap ödeme konusu. ha, baktın devam buluşmalarında da sürekli sen ödüyorsun, kadın lütfedip kahve dahi ısmarlamıyor, o kadından uzak dur işte. yiyici bir tiple karşı karşıyasın muhtemelen. ama zaten sen de cinsellik dışında bir amaç gütmüyorsan, yine hiç tatava yapma derim.

    sevgililik öncesi, genel olarak büyük yemek, şık restoran vb yerlerde kadına hesap ödetilmez. niyetini ve tarzını anlamak açısından ufak tefek hesapları ödemesine göz yumulur. ekonomik gücün zaten lüks yerlere gitmeye elverişli değilse -ki gayet normal, o zaman da her iki taraf için uygun bütçeli yerler seçersin, o da çalışan bir kadınsa sarsmayacak bir hesabı ödemesinde sakınca olmaz.

    tabii bu son anlattığım, bizim camianın (sosyalist) kadınları için geçerli değil. sosyalist bir kadınla berabersen, her an her şeyi yapabileceğini bil. o hesaba dahil olabileceği gibi, doğrudan kendisi de ödeyebilir. erkeklik egon devreye girerse, seni bile döver bak üstüne.

    bunun dışında sosyalist olmayıp da aynı şekilde kendi hesabını ödemek isteyen veya hesabı tek başına ödemek isteyen kadınlar var elbette. bunlara da aynı şekilde o erkeklik egosunu devreye sokmasanız iyi olur. o kadınlar bir şekilde (tuvalet bahanesiyle kalkıp kasada veya siz tuvalete kalkmışken hızlıca masada) gayet de ödüyorlar hesabı.

    bence sürekli ilişki içinde bulunduğunuz kadının dedikodusunu yapıp üç kuruş için ağlamak yerine, kendinizi bir gözden geçirin. "işine gelince feminist, ama hesaba gelince öyle değil" diyen adamların da "normalde ataerkil ama üç kuruş para için feminist" görüntü çizmesi çok zavallıca. bir kadının niyetini ve karakterini anlayamıyor, anladıysanız bile ilişkinizi kesemiyorsanız, bu da sizin salak olduğunuzu gösterir. bunu da bir düşünün.

    gelen mesajlar üzerine ekleme: paranız yoksa sevmeyin, demedi size kimse. sizinki sevgi değil ki, düpedüz karı kız peşinde koşmak. entry'de de belirttim; insanın başına her şey gelebilir ve bir anda varlıktan yokluğa düşebilirsin. meraklısı için söyleyeyim, böyle dibe vurduğum bir dönemimde beni hiç yalnız bırakmayan, ciddi destek olan bir sevgilim de oldu. maddi destekten bahsediyorum üstelik. onun hakkını hiç unutmayacağım. ama siz burada "mesele para değil" deyip, paranız olduğunu da vurguluyorsunuz. e madem paran var, daha ne fakir edebiyatı yapıyorsun lan, hıyar?

  • hayat felsefesi yapılabilecek en güzel söz

    dünyada iki tür insan vardır. bazı insanlar aslandır, bazı insanlar sırtlan. sırtlan, hiçbir zaman aç kalmaz; çünkü leş yer. yani aslanın yediklerinden arta kalanı. aslan leş yemez, yiyeceğini kendi avlar. ama her zaman av bulamaz, aç kalmak da var. sırtlan olup tok olacağına, aslan olup aç kal.

  • türkü söylerken kazaya denk gelen dayı

    özgecan vahşetinden sonra "dolmuşta kadın yolcu varsa inmiyoruz" diye başlık açan, kadınlara karşı birden bire müthiş bir şekilde hassaslaşan, duyarlılık abidesi kesilen erkek tayfası, öküz birinin hiç tanımadığı kadınlara "amına kodumun orospusu" diye küfretmesini normal karşılıyor, bunu eleştirenleri eleştiriyor bir de.

    bu kadar açık ve net aslında her şey. siz, gayet normal bir şekilde yolda yürürken bile bu toplumun erkeklerinin çok büyük çoğunluğunun gözünde orospusunuz hanımlar. o kamyoncu adamı falan baz alarak söylemiyorum bunu. şu sözlük'te de görülebileceği üzere eli kalem tutan, okumuş yazmış, üniversite eğitimi almış adamlar için bile orospudan daha fazlası değilsiniz.

    otomobilin biri kamyonun altına giriyor, arkasından üç otomobil daha çarpıyor, içindekiler öldü mü, ağır yaralı mı, belli değil, hasbelkader canını kurtarmış iki kadın yolun kenarına kaçıp olayın şokuyla beklerken, "amına kodumun orospusu" oluyor ve bu tepkiyi komik buluyor bu adamlar. kazada yüzde yüz suçlu olup olmamaları değil konu. kadına bakışın tam da bu olması.

    sizden aynen böyle bahsediyorlar her yerde ve her şekilde; amına kodumun orospusu!

    toplu taşıma aracında herkes gibi seyahat ediyorsunuz, sıradan bir gün sizin için. ayakta gidiyorsunuz. adamın birinin manzarasını kapatıyorsunuz diyelim. "orospu, geldi tam önümde dikildi" deniyor sizin için.

    herhangi bir dükkana girip herhangi bir şey alıp çıktınız. sizden sonra bir erkek müşteri geldi. son bozukları size verdiği için yeni gelen müşteriye para üstü çeviremeyen dükkan sahibi, "orospu, bütün bozuk paraları aldı gitti" diyor.

    işiniz gereği başka bir firmayı arıyorsunuz. üniversite mezunu, kariyer sahibi bir adamla konuşuyorsunuz telefonda. sizi beklemeye alıyor adam, yanındakine soruyor; "yav, şu orospunun işini ne zaman teslim ediyoruz?"

    hastanedesiniz. sıranız geldi ve muayene için odaya girdiniz. dışarıda bekleyen iki adam var. birisi diğerine, "şu orospu çıksın, doktora bir şey soracağım" diyor.

    herhangi bir yerde birine herhangi bir şey danışmak için bekliyorsunuz. sizi gören adamlardan biri ötekine işaret ediyor; "bak bakayım şu orospuya, ne istiyor?"

    bu örnekler saymakla bitecek gibi değil. bunu yapanlar da öyle eğitimsiz, cahil, "alt tabaka" denen erkekler falan değil. mühendisinden avukatına, doktorundan mimarına kadarına geniş bir yelpazeden söz edebiliriz.

    herhangi bir yerde; okulda, barda, kütüphanede, plajda, iş yerinde sizi beğenen ve bir şekilde sizle konuşmak isteyen bir erkek, sevgiliniz olduğunu öğrenince aynen şöyle söylüyor arkadaşına; "tokmakçısı varmış." bu... bu kadar yani... çünkü siz ortalık malı bir orospusunuz, kullanım sıranız da o an bu cümleyi kuran herif yerine bir başkasında.

    "kadınların iflah olmaz satılık bedenler olması" diye başlık açıp, varoluşunuzun bile orospu olmanız yeterli sebep olduğuna yönelik argümanlar sıralayan adamların cirit attığı memleket burası. öyle üç tane beş tane hayvandan söz etmiyoruz. şu başlık altında kamyoncu adama arka çıkan, bir kazadan kurtulup şok içinde bekleyen kadınlara bile "amına kodumun orospusu" denmesinde bir beis görmeyen, üstelik buna gülen, bundan rahatsız olup eleştirenleri de "duyar kasmak"la itham eden adamların arasında yaşıyorsunuz. sırf yaşadıkları coğrafya nedeniyle, oy verdikleri parti nedeniyle farklı kültürleri, ırkları, inanç mensuplarını aşağılayıp kendilerini aydın ve ilerici sayan adamların durumu bile bu kadar işte. kendilerinin kadına değer verdiğini söyleyip farklı toplulukları aşağılayan, hakaret eden adamlar bile herhangi bir kadının "amına kodumun orospusu" olarak tanımlanmasını son derece normal ve kabul edilebilir görüyor.

    kamyoncu adamın inip yardım etmemesi, hayati risk içerebilecek bir kazaya sosyopat tepkiler vermesi, diğer tavırları falan neyse... o adamın, o durumdaki kadınlardan bahsederken "amına kodumun orospusu" demesi ve buna ekşi sözlük'ün erkek yazarlarının yaklaşımı, türkiye'deki erkek bilinçaltında kadının tam olarak nerede durduğunu gösteriyor. bu küfürden, bu yaklaşımdan rahatsız olmayanlar, aynen bu kamyon şoförü gibi hiç tanımadıkları kadınları bile tanımlarken doğrudan "orospu" sıfatını yakıştırıyor işte.

    siz bu ülkede "tokmaklanmaktan" başka bir işlevi bulunmayan "amına kodumun orospusu" olarak sürdürüyorsunuz hayatınızı ve erkek bilinçaltını bu kamyoncu dışa vuruyor. onayını da başlık altına yazılan entry'lerden görebilirsiniz hanımlar.

    bu adamların, "kadın cinayetleri", "kadına yönelik şiddet", "kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesi" gibi konularda atıp tutarken takındığı o sözümona duyarlılık, ikiyüzlülük ve hatta yavşaklık, bu adamın o kamyondaki tavırlarından bile daha mide bulandırıcı.

  • ekşi sözlük

    hâlâ sansür uygulayarak, keyfi biçimde entry silerek bir şeyleri gizleyebileceğini düşünen yöneticiler varsa, kendilerine bir anımsatmada bulunmak istiyorum;

    https://twitter.com/…ssey/status/681030844115501058

    25 aralık 2015 regus ofis rezaleti başlığını açan querrery'nin silinen entry'sine dair istatistik sonuçları bu. keyfi olarak silinen entry'nin ekran görüntüsünü aynı gece twitter hesabımda, ilk entry'nin metnini de blog sayfamda paylaştım. 38 saatin sonunda ulaşılan sayılar;

    tweet'in görüntülenme sayısı 28.256, toplam etkileşim sayısı 7.008
    blog yazısının görüntülenme sayısı 8625

    inanmayan falan olur diye yukarıdaki linkte istatistik sonuçlarının ekran görüntüsünü paylaştım. şu entry'i yazdığım an itibariyle blog sayfamda 43 kişi o yazıyı okuyor. facebook'ta epey paylaşılmış o yazı, trafik kaynaklarından öyle görünüyor.

    twitter hesabımı takip edenler arasında gazeteciler de var -ki sanatçıları, diğer ünlüleri vs saymayalım hadi. ne oldu? ekşi sözlük entry'i sansürledi. sansür sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü querrery'nin paylaştığı ekran görüntüsüne göre entry "hatalı" olarak silinmiş ve tekrar canlandırılacakmış.
    ekran görüntüsü: http://hizliresimyukle.com/image/tyh
    kaynak entry: (bkz: #57228956)

    artık bir şeyin anlaşılması lazım; sözlükte sansür uygulamak, istenmeyen sesleri kesmek vs eskiden gerçekten hem kolay, hem de mümkündü. sözlükten bir kez uçurulan yazarın tekrar sözlüğe geri gelmesi 1-2 yıl sürerdi, diğer sosyal medya araçları bu kadar yaygın değildi ve yazarlar arasında bu kadar gelişmiş bir iletişim yoktu. oysa şimdi çoklu hesap kullanımının da serbest olmasının avantajı var, sözlük hesabına ulaşmak çok kolay. şimdi uçurulsam, 10 dakika sonra farklı bir nick'le yazabilirim örneğin. üstelik de artan yazar sayısıyla beraber sözlükte çok daha büyük tepkiler oluşuyor bu tür durumlarda.

    sözlük yöneticileri çeşitli nedenlerle (genelde arkadaş kayırma amaçlı oluyor bu) entry sildiklerinde, daha büyük tepkiyle karşılaşıyorlar. en klasik ama en önemli örnek webrazzi olayı. siteyi eleştiren entry'nin sahibi, sözlükte pek de tanınmayan, pek takip edilmeyen biriydi hatırladığım kadarıyla ve eğer o entry silinmesiydi, okuyan sayısı çok çok az olacaktı. arkadaşa kıyak geçmek için entry silme işi, üzerinden 4 sene geçmesine rağmen unutulmayan bir skandala dönüştü. üstelik de tüm bunlar yine burada, sansür uygulayan ekşi sözlük'te, sansürü delerek yapıldı. olayın skandala dönmesini sağlayan bilkentlikizaraniyor'u uçurarak susturmak da işe yaramadı. adam gitti inci sözlük'te yazdı aynı şeyleri ve oradaki entry'si yine burada paylaşıldı.

    hatırlayın yenibiris.com üzerinden dolandırıldığını anlatan yazarı ve entry'sini. o entry debe'ye girince, başlıktaki "yenibiris.com" ibaresi değiştirilmiş ve "iş ilanı" olarak güncellenmişti. ne oldu sonra? ertesi gün debe listesinde bir entry: (bkz: 12 aralık 2014 ekşi sözlük yenibiris.com rezaleti)

    görüldüğü gibi, artık sansürle, susturmaya çalışmakla bir şeylerin önüne geçmek mümkün değil. üstelik bu uygulama, yazarların daha da büyük tepkisine neden oluyor. normalde birbirine selam vermeyecek kadar farklı uçlardaki yazarları bile bir araya getirebilen bir dayanışmaya dönüyor bu sansür sevdası.

    yani burada görülmesini istenmeyen bir şeyin tamamen gizlenebilmesi için, yüzlerce yazarın peş peşe uçurulup deli gibi entry silinmesi lazım. e, bir yerden sonra bununla başa çıkabilmek de mümkün olmuyor. gördük işte regus konusunu. silinen entry, ertesi gün 3 farklı başlıkla debe listesinde yer aldı. üstelik de sözlük tarafından sansür uygulandığını cümle alem gördü. bu daha mı iyi? sözlük'ün imajı açısından daha mı olumlu, daha mı hoş?

    "falanca sitenin sahibi arkadaşım, tanıdığım, müşterim vs... eleştiren entry'i silmezsem ayıp olur" diye düşünen yöneticiler varsa, kendilerine bir öneride bulunayım: arkadaşlarınıza, müşterilerinize vs deyin ki; "biz o entry'i oradan silersek, bu kez yazarların daha büyük tepkisini çeker ve konunun üzerine daha çok gidilir. dört sene önce webrazzi başlığındaki entry'i silmeseydik kimse hatırlamıyor olacaktı bugün; ama sildik diye hem her olayda önümüze konuyor, hem de webrazzi'ye yönelik büyük bir antipati oluşturduk." zaten siz bunu söyleyince, aklı başında olan firma sahibi size yalvarır "aman kardeşim, hiç dokunma, kalsın öyle" diyerek.

    yazarlarınızı sözlük'e küstürmenin, onları soğutmanın size hiçbir yararı yok. "nasıl olsa binlercesi var, bir o kadarı da sırada bekliyor" diye düşünüyorsanız, bunun doğru bir bakış olmadığını söyleyeyim. her durumda bir kişi eksik olmanız neyse de, mevcutların bir kısmının durumu ortada, sırada bekleyenlerin entry'lerini de "çaylaklar" kanalından görebiliyoruz. daha kötüsü şu; yarın sözlük herhangi bir siyasi baskı ve sansürle karşılaşırsa, yanlarında yürüyecek bir tek yazar bulamayabilir sözlük yöneticileri. özellikle bunun üzerinde düşünmek gerek.

    velhasıl; şu sansür merakından vazgeçilse iyi olacak. ben entry'i yazıp bitirene kadar;

    blog görüntüleme: 8.782
    tweet görüntüleme: 28.492 - etkileşim: 7.042

    birkaç saat sonra:

    blog görüntüleme: 10.059 (hâlâ da deli gibi trafik alıyor)
    tweet görüntüleme: 30.739 - etkileşim: 7.300

    ekleme: adaletsizliğin, çifte standardın dibine vurulmuş ayrıca: (bkz: #57281189)

  • ara güler

    savunusu çok kötü bir şekilde yapılıyor bu adamın.

    savunanların tezlerine kısaca baktım;

    * adam işini yapıyor.
    * mehmet ali birand da apo ile görüştü.
    * adam salvador dali gibi sanatçılarla arkadaştı.
    * işi bu. hitler'i de çekebilirdi.
    * siz kimsiniz? bu adamın eserleri yıllar sonrasına da kalacak.

    bu tezler arasında birbiriyle ilintili o kadar ilginç bağlantılar, kara delikler var ki...

    ara güler, daha önce de defalarca belirtildiği gibi, kendisine sanatçı denmesinden hoşlanmayan, kendini foto muhabiri olarak tanımlayan biri. muhabir, yani haber yapan. tıpkı gazeteci gibi. mehmet ali birand gibi tıpkı... fotoğrafçılık ve gazetecilik, büyük oranda benzer birbirine. her ikisi de, gerçeği bütünüyle değiştirebilmek ve mevcut gerçeklik yerine yeni bir yalanı gerçekmiş gibi gösterebilmek gücüne sahiptir. hani klasik bir örnek vardır ya; bıçakla ekmek de kesebilirsin, insan da öldürebilirsin. kullandığın amaca göre yararlı da olabilir, zararlı da. fotoğrafçılık ve gazetecilik de, tıpkı bir bıçak gibidir; onu kullanış şekline ve amacına göre iyiliği ve kötülüğü değişebilir, bu nedenle de çok çok tehlikelidir.

    fotoğraf, hiçbir zaman gerçeği anlatmaz. fotoğrafçı neyi, ne kadar göstermek istiyorsa onu gösterir. bu bakımdan, tarihe tanıklık ettiği de her zaman doğru değildir. örneğin her tarafı çöplerle dolu bir sokağın çöpsüz olan çok küçük bir parçasını çekerseniz ve bu fotoğraf yüz yıl sonraya kalırsa, yaptığınız işin adı tarihe tanıklık etmek olmaz. tam tersine, tarihi çarpıtmış olursunuz bir yalanla. kadrajın arkasından yoksulluk akarken salt zenginliği çektiğinizde, bir gerçeklikten söz etmiş olmazsınız. tarihe tanıklık etmek için, olanı, olduğu gibi ve doğallığına hiç müdahale etmeden görüntülemek, yazmak zorundasınız. fotoğrafını çekeceğiniz kişinin kravatını düzelttiğiniz anda dahi, gerçeklikle oynamış ve yeni bir algı oluşturmuş olursunuz.

    gazetecilik, bir gerçeği tüm çıplaklığıyla aktarmak olduğu gibi, bir propaganda aracına da dönüşebilir. doğrudur, imkanım olsa ben de abdullah öcalan'la, hitler'le vs görüşmek, röportaj yapmak isterdim. bu röportaj; hazırlanan soruların niteliğine ve röportajın sunumuna göre çok farklı sonuçlar verir. yaptığınız röportajın sonunda öcalan'ı dünyanın en iyi kalpli insanı olarak da gösterebilirsiniz, yeryüzüne gelmiş en kötü kişi olarak da. yani burada işinizin gazetecilik olmasından ziyade, onu en amaçla ve neyi hedefleyerek kullandığınız önem kazanıyor.

    "adam işini yapıyor" mantığından yola çıkarsak, ahmet hakan'ı da eleştirmememiz gerekir, ertuğrul özkök'ü de. sonuçta onlar işini yapıyor. bir gazeteci olarak erdoğan'ı yazıyor, çiziyor, anlatıyorlar. onlara tepki gösterenlerin ara güler'i savunması tuhaf geliyor bana. nasıl ki bir gazeteci, elindeki araçları kullanarak bir lideri olduğundan daha iyi gösterebilir ve toplum nezdinde sempati duyulmasını sağlayabilirse (ya da en azından bu amaç için uğraşabilirse), bir fotoğrafçı da aynı şekilde çektiği fotoğraflarla sanal bir gerçeklik yaratabilir, illüzyonlarla algı oluşturabilir.

    ara güler'in işi ne? fotoğraf çekmek. yirmi yaşında ve amiri tarafından görevlendirildiği için mecburen herkesin fotoğraflarını çekmek zorunda olan birinden söz etmiyoruz. canı istemezse, sevmediği kimselerin fotoğrafını gayet de çekmeyebilen biri söz konusu burada. yani erdoğan'ın fotoğraflarını çekmek gibi bir mecburiyeti yok; tamamen tercih.

    fotoğrafçılık, eskiden gerçekten de daha önemli bir işti. çünkü fotoğraf makineleri bu kadar yaygın değildi, fotoğraf çekebilecek pek az insan vardı. ressamlar olmasaydı örneğin, yüz yıllar öncesinde yaşamış liderlerin neye benzediğini bilemeyecektik. fotoğraf, bu konuda biraz daha gerçekçi bir araç oldu. türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk lideri mustafa kemal'in fotoğraflanması önemliydi. bunun için siyasi görüş, sevip sevmemek gibi kıstaslar pek geçerli olamaz, o dönemdeki fotoğraf olanakları düşünüldüğünde. eğer o dönem küçük bir çocuk değil de fotoğraf çekmeye başlamış bir yetişkin olsaydı ara güler, mustafa kemal'in fotoğraflarını çekmiş olması çok büyük bir önem taşırdı. çünkü ülkenin liderinin görüntülerini bugüne aktarabilme olanağı çok çok kısıtlıydı. aynı şeyleri adnan menderes için de söyleyebilirim. olanaklar görece daha gelişmiş olsa da, bir ülkenin başbakanının gelecek kuşaklara aktarılması aynı şekilde önemli olurdu. peki bugün bir liderin görüntülenmesi için ara güler'e özellikle gereksinim mi vardır? cep telefonuyla bile görüntü kaydedilebilen bir dönemden bahsediyoruz. elbette ara güler gibi ustanın işini cep telefonuyla çekilmiş saçma sapan bir şeyle kıyaslayacak kadar dangalak değilim. olanakların genişliğini ve bu işi yapabilecek usta fotoğrafçı sayısının çokluğunu anlatabilmek için verdim bu örneği. dolayısıyla, burada da bir iş konusundan söz etmek çok doğru gelmiyor bana. kişisel tercihidir, kendi arşivi için bile isteyebilir (ki buna da kimse bir şey söyleyemez), ancak zorunlu bir iş gibi düşünmek, sanırım çok doğru olmaz.

    gelelim bu fotoğrafların içeriğine ve kullanılış amacına... fotoğrafın gayet bir propaganda malzemesi olarak kullanılabileceğini anlattım. burada üzerinde durduğum konu, erdoğan'ın fotoğraflarını çekmiş olması değil; bu fotoğrafların içeriğinin ne olduğu. daha önce paylaşılmış olan bir fotoğrafı örnek göstermek istiyorum;

    http://www.aljazeera.com.tr/…ra-güler-erdoğan-3.jpg

    yüz yıl sonrasına tanıklık edecek fotoğraf bu işte. cin ali serisini bile okuduğu şüpheli olan birini kütüphanede kitap karıştırırken çekerek, üstelik de bunu doğal biçimde değil, tamamen mizansen oluşturarak mı tanıklık edeceksiniz tarihe? "adamın işi" dediğiniz şey bu mu?

    şuradaki fotoğraflarına bir bakın örneğin; http://www.araguler.com.tr/istanbul.html

    bu fotoğraflar mı tanıklık eder tarihe, erdoğan'ın kütüphanede kitap karıştırıyormuş gibi yaptığı mizansen mi? üstelik yıllar önce verdiği bir röportajda, poz veren insanların fotoğraflarını çekmeyi sevmediğini, hayatı doğal akışında görüntülemeyi istediğini söyleyen bir ara güler çekiyor bu erdoğan fotoğraflarını. haa, elbette ünlüler portfolyosunda gayet poz vermiş kişiler var ama, onlarda bile bu denli oynanmamıştır sanıyorum algıyla.

    işte kendisine yönelik tepkilerin sebebi de, erdoğan'ın fotoğrafını çekmiş olmasından ziyade, onun propagandasını yapmış, bu propagandaya aracı olmuş olması. üstelik, erdoğan'ın iftar davetine katılan sanatçılar grubundan daha ciddi bir durum bu. erdoğan karşıtları neden tepki gösterdi mesela erdoğan'ın iftarına, davetine, eğlencesine giden isimlere? diktatörün yanında oldukları için. erdoğan, herhangi bir lider değil. süleyman demirel'den, bülent ecevit'ten çok farklı özelliklere sahip, toplumu bıçak gibi ikiye bölmüş ve toplumun yarısı tarafından diktatör olarak tanımlanan bir lider. bu liderin yanında yer alanlara; ali ismail'leri, berkin elvan'ları hatırlatıp tepki koymak neyse, ara güler'e tepki göstermek de tam olarak odur.

    bu bakımdan, salvador dali ile olan arkadaşlığının referans gösterilmesi de ilginç olmuş işte. bana göre dahilikle uzak yakın ilgisi olmayan, dahi taklidi yaparak parsayı toplamış, yaratıcı hayal gücüyle yeteneğini birleştirmiş, ama paragöz bir şarlatandır dali. ispanya iç savaşı'nda tarafsız kalmayı tercih eden bu katalan ressam, ikinci dünya savaşı'nda da fransa'yı terk etmiş, orwell tarafından "bir fare gibi kaçmakla" eleştirilmiş, savaş sonrası döndüğü katalonya'da da faşist franko rejimine tam anlamıyla destek vermiştir. franko gibi faşist bir diktatörün idam kararlarını bile tebrik edebilmiş biridir dali. bu tavırlarından dolayı döneminin sürrealist sanatçıları tarafından dışlanan dali referans gösteriliyor işte, "ara güler bu adamla arkadaştı" diye.

    zamanında dali'nin franko için yaptığını, bugün ara güler, erdoğan için yapıyor. olay salt fotoğraf çekmek değil. erdoğan'ın diktatörlüğünü olumluyor, hatta neredeyse güzelliyor.

    herkes istediği tarafta durabilir. nasıl ki ertuğrul özkök, yavuz bingöl vs isimler erdoğan'ın yanında duruyorsa, ara güler de tercihini bu yönde kullanabilir. bu durumda, keskin bir şekilde ikiye ayrılmış ülkenin tarafları olarak, biz de diktatörün yanında kalmayı tercih edenlere tepkimizi ve tavrımızı koyabiliriz.

  • kanzuk

    iki gün önce, ortada hiçbir şey yokken, o gün sadece gırgır amaçlı iki entry yazmışken, durduk yere uçurulduğumdan kısa bir süre sonra peş peşe telefonlar ve mesajlar gelmeye başladı. hele bir arkadaşın o şaşkın ve adeta şok geçiren ses tonunu hiç unutamayacağım sanıyorum. açıkçası ben de şaşırdım onun kadar. birçok arkadaş ya kendi hesabını, ya da yedekteki bir hesabı verebileceğini söyledi, sağ olsunlar. o bakımdan, uçtuktan yarım saat sonra başka bir nick'le sözlükte yazmak mümkün olduğundan, uçurulmak o kadar da büyük kayıp değil gibi, eskisi kadar. tek üzüldüğüm, bazı arkadaşların da belirttiği gibi, bu nick özellikle yardım kampanyalarında birçok insan için güven anlamına geliyordu, bu nick'i görenler güvenle katılımda bulunabiliyordu kampanyalara -ki teveccüh gösterenlere de ayrıca teşekkür ederim.

    büyük bir şaşkınlık içinde "inanamıyorum? bir hata olmalı. açarlar tekrar hesabını, bu hatayı düzeltirler" diyenlere, böyle bir şeyin olmayacağını, herhangi bir şekilde geri adım atılmayacağını söyledim. tabii, burada yazdığım gibi efendi bir üslupla olmadı bu konuşmalar; gıyabında epeyce bir saydırdım, dürüst olmak gerekirse. uçuranın kanzuk olmadığını, hatta kim olduğunu gayet iyi tahmin ediyordum. ancak bu adamlara yetkiyi veren (veya önceden verilmiş yetkiyi tutan) kanzuk olduğundan, doğrudan kendisini muhatap alarak saydırdım.

    şimdi...

    söverken de, döverken de çekinen bir insan değilim. eleştireceğim zaman da allah ne verdiyse yürürüm. ancak bir hakkın teslim edilmesi gerektiğinde de aynı kararlı tavrın takınılmasının zaruri olduğuna da inanırım. yani teşekkürse teşekkür, özürse özür, takdirse takdir gibi...

    dediğim gibi, geri adım atılmasını beklemiyordum. hele de mod log'a "hatalı işlem" gibisinden bir ibare düşülebileceğine hiç olasılık vermiyordum. bunu da sert, hatta çok sert ifadelerle dile getirmiştim. bu konuda (bu kez) hakkını yemişim, kusura bakma.

    daha o gece, uçuran kişinin altay nick'li kondüktör olduğu bilgisi geldi. twitter'dan birçok kişi yazdı o gece. çoğunu da tanımıyorum. uçuranın altay olduğu daha o gece söylendi. ertesi sabah gelen mention'larda da görevini ve yetkilerini kötü amaçlı kullandığı gerekçesiyle altay'ın yetkilerini aldığını, benim hesabımı da bizzat senin açtığını söylediler yine twitter'dan, gerçekten tanımadığım arkadaşlar. benim hesabımın açılmasından çok, özellikle zilzurna'nın hesabının açılmasına sevindim. çünkü bu arkadaş 2 yıla yakın çaylak olarak bekledikten sonra, yazar olduğunun ertesi günü, yazar olarak henüz 3 entry girmişken ve aynı şekilde ortada hiçbir şey yokken uçurulmuştu. evet, yine altay tarafından. bizleri "nefret söylemi" gibi ithamlarla uçuran bu eski kondüktörün gayet kafatasçı entry'lerini ve nefret suçunun tillahını içeren yazılarını okuduğumuzdan, kendisini gıyaben tanıyoruz. ancak benden çok daha iyi tanıyanlar varmış ki, yine twitter'dan altay hakkında çok ciddi ve sert iddialarda bulundular. kanıtlayabileceğim şeyler olmadığından, o iddiaları buraya taşımıyorum. ancak son zamanlarda artan ırkçı yazar sayısının çokluğu, buna karşın ne kadar solcu, halkçı, barış yanlısı yazar varsa uçurulduğu dikkate alınınca, iddiaların doğruluğuna kanaat getirdim kendi adıma.

    örneğin son birkaç günün gündeminde yer alan cizre'ye dair başlıklarda bilhassa mesai harcadığı izlenimi veren ve polis olduğu hissi uyandıran hesaplardan, işbirlikçi olduğu tahmin edilen hesaplardan, vasıfsız ırkçıların hesaplarından girilen entry'lerde şakır şakır manipülasyon yapıldığını, bu manipülasyonlara karşı hiçbir şekilde propaganda içermeyip salt bilgi veren entry'ler giren hesapların uçurulduğunu, yani sanki birilerinin "bu manipülasyonun engellenmesine izin verme" demiş gibi hareket edildiğini izliyorduk. uçurulmalardaki keyfiyet faktörü de kabak gibi belli ediyordu kendini bu nedenle.

    daha fazla detaya da girmek istemiyorum bu konuda. eminim sen çok daha fazlasını biliyorsundur ki, söz konusu kişinin yetkilerini elinden almışsın. bununla da yetinmeyip, yaptığı hatalı işlemleri telafi yoluna gitmişsin. benim ve zilzurna'nın dışında 1-2 hesabın daha aynı şekilde açıldığını öğrendim. hesap sahipleri kendileri mesaj atarak anlattı durumu. bu iyi niyetli çabayı görünce, altay'ın özellikle son dönemde yaptığı tüm işlemlerin gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. çünkü bu şekilde haksız yere uçurulan bir sürü yazar oldu altay tarafından. örneğin benim uçurulduğum gece buna tepki gösterenlerden devrim kalpte ve blue bicycle nick'li yazarlar, keyfi nedenlerle uçurulduğumu belirttikleri, bana destek verdikleri için uçuruldular sözlükten. benim uçurulmamdaki keyfiyet, mod log'umda yazan "hatalı işlem" ibaresiyle teyit edilirken, bunun keyfi bir uygulama olduğunu belirten yazarların uçurulmuş olması, aynı şekilde "hatalı işlem" olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum. bu iki örneğin haricinde başka örneklerin olduğunu da tahmin etmek zor olmayacağından, altay'ın son dönemdeki işlemlerinin belki biraz daha dikkatle incelenmesi gerektiğine inanıyorum. böylelikle haksızlığa uğrayan diğer yazarlar için de adalet yerini bulmuş olacaktır.

    ben zaten son 2 aydır doğru düzgün bir şey yazmıyorum. sağlıkla ilgili girdiğim entry'ler var genelde. gündeme dair bir entry sanırım, birkaç da geyik işte... bundan sonra da aynı şekilde devam eder muhtemelen. dolayısıyla burada kendimle ilgili kaygım yok pek. daha ziyade keyfi olarak hakları gasp edilmiş diğer yazarlar açısından dile getiriyorum tüm bunları da.

    bir de, dün gece yine coşup twitter'da bana saydıran yarı alkolik yarı şizofren bir adamın iddia ettiği gibi altay'ın tekrar aynı yetkileri alacağı söyleminin, şizofrenik bir senaryo olduğunu varsayıyorum. (bu paragrafı kanzuk'a yönelik yazmadım bu arada, özellikle vurgulayayım. iddia ulu orta yazıldığı için durumu bana soranlar oldu, oluyor. onlara yönelik bir yanıt, kişisel tahminim olarak yazdım bu paragrafı. bunu bilhassa belirtmek istiyorum.)

    gıyabında saydırınca, telafi edilmiş bir hatanın ardından hakkını teslim etmemek, iki kelam eylememek olmazdı. en azından kendime yediremezdim. kızdığında dilinin kemiği yoksa, sonrasında da paşa paşa söyleyeceksin söylemen gerekenleri. benim felsefem bu. bir "eyvallah" borcum olmuştu, onu ödemeye geldim.

    yarın başka bir haksızlık olursa, daha önce yaptığım gibi yine tepkimi, tavrımı koyarım, o ayrı dava. ama zaten (en azından bir süre) sözlükte pek aktif olmayı da düşünmediğimden, bu saydıklarım hiç olmayabilir.

    arada tepemiz atınca buraya gelip yardırıyoruz ya ağzımıza geleni, nahoş şeyler kadar hakkaniyetli işler de belirtilmeli nick altında. yarın öbür gün uçurulursan, nick altına bakanlar görmeli bunları da. (ne? bu altay biraz daha kalsaydı, her şey mümkündü abi?)

    bir kez daha eyvallah...

  • küçük deha için kalp arıyoruz

    bulundu!

    deha için uygun kalp bulundu!

    hatta bulunmakla da kalmadı, nakil için deha'yı operasyona bile aldılar. evet, deha şu an operasyona girdi!

    (burada 50 tane cümle yazıp sildim)

    diliyorum ki, yine bu gece operasyonun başarılı geçtiği bilgisini de paylaşacağız!

    bulundu... bulundu!

  • küçük deha için kalp arıyoruz

    bu kez bir yardım kampanyası yok, hesap numarası yok, bağış yok... durum çok ciddi ve çok acil arkadaşlar. 11 yaşındaki deha'nın yaşaması, 1 hafta içinde kalp bulunmasına bağlı. yani bir hafta içinde o kalp bulunamazsa, bu çocuk hayatını kaybedebilir.

    deha şu an başkent üniversitesi tıp fakültesi hastanesi'nde yatıyor. az önce hastaneyi arayıp ön bilgileri aldım. daha sonra annesiyle konuştum. hani bir söz vardır ya, "allah kimseyi evladıyla terbiye etmesin" diye, işte öyle bir konuşma yaptık... hiç uzatmadan konuya giriyorum.

    deha için acilen ab rh (+) veya 0 rh (+) kalp gerekiyor. 18 yaşın altında, beyin ölümü gerçekleşmiş bir kalp olması gerek.

    iletişim için;
    hastane telefonu: 0312 203 68 68

    deha'nın babası hasan bey: 0506 756 57 77

    en başından açık konuşayım ki, herkes her şeye hazırlıklı olsun. mucize arıyoruz arkadaşlar; tam anlamıyla mucize arıyoruz. ben anneye kalp nakli için kaçıncı sırada olduklarını bile soramadım, o kadar söyleyeyim. ama şunu da biliyorum ki, tıp tarihi mucizelerle doludur. denemekten başka şansımız, çaremiz yok.

    bu durumda ne yapabileceğiz?

    başlığı sürekli up'layacağız, sosyal medyada duyuracağız, ünlülere twit atacağız ve gündemde tutacağız. yurtiçi, yurtdışı her yere ulaşmasını sağlayacağız. sadece bir haftamız var.

    yarın (pazartesi) itibariyle çalışma tempom çok yoğun olacak. başlığı sürekli up'layamayabilirim. bu yüzden sizden ricam, fırsat buldukça başlığı gündemde tutun. şu çocuğu kurtaralım ya ne olursunuz...

    başlık up'larken formata uymanız gerekmiyor. yönetim en azından bu konuda sınırsız bir hoşgörü gösteriyor. o yüzden ne yazsanız olur.

    ekleme: "biz ne yapabiliriz ki" diye soranlar oldu, "niye böyle bir başlık açıldı" diye soranlar oldu. haksız sorular değil. söyleyeyim: bir şekilde beyin ölümü gerçekleşmiş bir genç bireyin ailesinin onayıyla verebileceği organ bağışına ulaşmaya çalışıyoruz. başlık altında ve özel mesajla sorulduğu şekilde "çıkarıp kendi kalbimizi mi vereceğiz" sorusunun yanıtı şöyle: "hayır, kendi kalbinizi vermeyeceksiniz. bir başkasının ölmesi için de dua etmeyeceksiniz. sadece, kalp bağışında bulunabilecek birilerine ulaşmaya çalışıyoruz. bir nedenle hayata veda eden ama organlarını bağışlamayan kişiler/aileler vs var. oradan bir bağış gelir mi diye şans deniyoruz. bu duyuru sayesinde en az bir kalp bulunabilir. dedim ya, bir hafta içinde mucize arıyoruz. ama şu da var: kalp bulunsa bile sıra deha'ya gelmeyebilir ve bulunan kalp, bir başka çocuğun hayatını kurtarabilir. şöyle düşünelim: hiçbir şey yapılmazsa ve kalp bulunamazsa, bu çocuk bir hafta sonra ölecek. diğer seçenek, şansı artırmak. bunu yapmaya çalışıyoruz. tekrarlayayım; çok zor, ama hiçbir şey yapmamaktan iyidir. hele de annenin sesini duymuş olsaydınız... sorusu olan arkadaşlar da direkt mesaj atabilir.

    edit 2: beyin ölümünün ve organ bağışının ne olduğuna dair bilgi için: (bkz: #56118446)

    konuyla ilgili daha detaylı bilgi için şu haberi paylaşıyorum:

    --- spoiler ---

    henüz 3 aylıkken kalp yetmezliği teşhisi konulan 11 yaşındaki deha idil k'nın yaşamı, tedavi için hastanelerde geçti. minik kıza 2 yaşındayken takılan kalp pili, toplam 3 kez değiştirildi.

    yaklaşık 7 yıldır taşıdığı kalp pili geçen sene ocak ayında yenilenen idil, bu tarihten itibaren iştahsızlığı ve ağrıları nedeniyle 13 kiloya kadar düştü.

    o dönemde doktorlar, aileye "minik kızlarının kalbinin artık yaşlandığını ve pille desteklense bile fonksiyonlarını hızla yitirmeye başladığını" bildirdi.

    kalbi 2 kez durdu

    kalp nakli yapılması gerektiğine ilişkin konsey kararı açıklanmadan üç gün önce de yoğun bakımdaki idil'in kalbi 2 kez durdu.

    acil kalp masajıyla yeniden hayata döndürülen idil'in doktorları, aileye "cihaz ancak kalbin birkaç hafta dayanmasına yardımcı olacak. kalp nakli olmazsa yalnızca birkaç hafta daha yaşayabilir. beyin ölümü gerçekleşmiş ancak kalbi çalışan 17 yaşına kadar birinin kalbinin idil'e nakledilmesi gerekiyor" dedi.

    idil'in ailesi, minik kızlarının yaşama tutunması için "uygun organ bulunduğu" müjdesini gözyaşlarıyla bekliyor.

    "idil giderek kilo kaybediyor"

    babaanne türkan k, idil'in tedavisinin sürdüğü başkent üniversitesi tıp fakültesi hastanesi önünde gazetecilere açıklamada bulundu.

    torununa 3 aylıkken kalp yetmezliği teşhisi konulduğunu, daha sonra 2 defa açık kalp ameliyatı, defalarca anjiyo yapıldığını ve 3 kez kalp pili takıldığını anlatan türkan k, idil'in son bir ayı da hastanede geçirdiğini ifade etti.

    idil'in 2-3 aydır iştahsızlığı nedeniyle 13 kiloya kadar düştüğünü belirten türkan k, "hareketleri azaldı, her şeye ilgisi azaldı. sürekli ağrıları vardı. durumu giderek kötüye gidiyordu" diye konuştu.

    "kalp nakli son şansı"

    sonraki süreçte hastaneye yatırılan torunu için kalp naklinin son şans olduğunu öğrendiklerini bildiren türkan k, şöyle devam etti:

    "doktorlar, idil'in, ecmo cihazına bağlandığı için acil koduyla, organ bağışında yaşıtları içinde birinci sıraya alındığını bildirdi. doktorları, idil'in makinelere bağlı şekilde yalnızca 2 hafta daha yaşayabileceğini iletti. şu anda makineye bağlı yaşıyor, daha doğrusu uyutuluyor, bilinci kapalı. son 2 haftamız kaldı. şu an son dönemeçteyiz, çok zorluk çekti çocuk. inşallah bir şifa olur, bir yerde mucize gizlidir diye bekliyoruz. idil için önce allah'tan, sonra halktan yardım bekliyoruz. organ nakli zorlu bir süreç. ama kalp nakli daha da zor bir süreç. o da kadavradan yapılamıyor, beyin ölümü gerçekleşen ancak kalbi çalışanlardan alınabiliyor."

    torununun uysal bir çocuk olduğunu dile getiren türkan k, "okula gidiyordu ve öğrenme isteği çoktu. ufak tefek şeylerle oynamayı çok severdi. mesela bebek alırsın, bebekle oynamaz, onun üzerindeki bir boncuğu çıkarır, onunla saatlerce oynar, küpe dizer, kolye yapardı. bu yaşa kadar ben büyüttüm. o hayatımızın kaynağı gibiydi, inşallah bir yerden şifası çıkar" ifadelerini kullandı.

    "duyarlı ailelerden bağış bekliyoruz"

    dede mustafa k. ise torununun hayata tutunmasını istediklerini belirterek, "organ bağışı ülkemizde düşünce olarak pek yoğun değil. ancak dinen de mahsuru yok. aileler için kolay değil ancak evlatlarının organının bir başka evlatta yaşadığını görmeleri, çocuklarının da yaşadığını hissetmelerine vesile olacak" dedi.

    duyarlı ailelerden bağış beklediklerini ifade eden mustafa k, "idil'e bir hayat istiyoruz. çocuğumuz doğduğundan beri bu hastalığı çekiyor" şeklinde konuştu.

    minik kardeşi de ablası için organ bağışı istedi

    idil'in kardeşi mustafa efe ise kendisinden 5 yaş büyük ablası idil'in bir aydır evde olmadığını anlatarak, "ablamı çok özledim. ablamla oynuyorduk. onun iyileşmesini istiyorum. ablama kalp lazım. organ bağışı yaparsanız ablam iyileşir" dedi.

    --- spoiler ---

    http://www.ntv.com.tr/…niyor,8ztb3xkkzuwargnowtopcq

  • medical park

    birazdan anlatacağım olaydaki kişilerin kim olduğunu öğrenmek isteyenler için ön bilgi;

    (bkz: eymen bebek için yardım kampanyası)

    eymen'in kampanyası henüz devam ederken, acil tedavileri türkiye'deki hastanelerde yapılıyordu. o dönem yine bir gün bir sağlık sorunu olmuştu ve annesi tuba, eymen'i medical park'a götürdü apar topar. hastaneye acilden giriş yapıldığı halde, hastane yönetimi bir makbuz çıkararak peşin para istemişti acil için. itiraz edildi buna ve o makbuzu da sözlükte, kampanya başlığı altında paylaşmıştım. hastane yönetimi entry'i okumuş, tuba'ya ulaşmıştı anında. bir hata yapıldığını belirtip bu yanlışlık için defalarca özür dilemişlerdi. tuba'dan, neredeyse yalvar yakar bir şekilde, rica minnet, hatta deyim yerindeyse şov yaparak makbuz görselinin kaldırılmasını rica etmişlerdi. bizim tuba aşırı yufka yürekli ve merhametli bir kadındır. beni arayıp durumu anlattı. işin aslı ben kaldırmazdım o makbuzu oradan ama, zaten ailece yeteri kadar büyük dertleri vardı, iyice baş ağrısı olmasın diye tuba'nın isteğini yerine getirip kaldırdım makbuzu.

    bu arada eymen'i sedyeden beyninin üstüne düşürdüler, tüm itirazlarımıza rağmen tuba yine şikayetçi olmadı. bu yetmedi, başka bir gün 40 nabızla hastaneye götürülen eymen için "bir şey yok, gayet normal. eve götürebilirsiniz" dediler, ertesi gün çocuğa kalp pili takılmak zorunda kalındı. böyle de hayati bir tehlike atlatıldı bunların yüzünden. bu olayda da şikayet edelim dediğimiz halde etmedi tuba. hem zaten çocuğunun derdine düşmüş, canıyla uğraşıyor, başka bir şeye bakacak halde bile değil, hem de hâlâ iyi niyetini koruyor.

    tüm bu olaylar atlatıldı, kampanya başarıyla tamamlandı, eymen'in isviçre'deki tedavisi yapıldı. aile türkiye'ye döndü. tabii anne de baba da o süreç boyunca ellerinde ne var ne yoksa satmışlardı. işten zaten mecburen ayrıldılar. her ikisi de bir yıldan uzun bir süredir çalışmıyor. yaptıkları yığınla iş başvurusundan olumlu bir yanıt veren olmadı. bu şekilde sıkıntılı geçen uzun bir sürenin sonunda, tuba bir iş buldu geçen hafta. medical park'ın temizlik işini yürüten taşerona firmada, medical park'ın temizlik ekibi şefi olarak iş başı yaptı. şaşırdık, sevindik, mutlu olduk... başka birileri daha şaşırmış ama pek mutlu olmamışlar anlaşılan.

    tuba iki gün çalıştı orada, üçüncü gün işten çıkarıldı. çıkartıldı demek daha doğru olacak esasen. medical park'ın yöneticileri, ta o geçen seneki makbuz meselesini (hani şu yalvara yalvara özür diledikleri, acil için peşin para istediklerini gösteren makbuz) hırs yapmışlar, kin tutmuşlar. taşeron firmaya iki gün boyunca baskı yapıp, tuba'nın işten atılmasını sağlayarak teşekkür etmişler tuba'ya; kendilerinden şikayetçi olmadığı ve özürlerini kabul edip ricalarını kırmadığı için.

    geçen sene tuba'ya ulaşan bir hanım vardı genel müdürlükten. tuba, onunla konuşmak üzere genel müdürlüğü aramış, böyle birinin çalışmadığını söylemişler. genel müdürlük yetkililerine de durumu anlatmış, tavır yine değişmemiş. kadının ekmeğiyle oynayarak teşekkür etmeyi uygun görmüşler tuba'ya.

    tuba konuyu kısaca facebook'ta paylamış, ben de oradan gördüm. biraz konuşup bilgi aldım. işin açıkçası tuba yine kendi iyi niyetli yöntemleriyle çözmeye çalışıyor işi. o yüzden bu kez hiç ona sormadan yazıyorum sözlüğe. zaten geçen seneden kalmış bir öfkem vardı bunlara, şimdi yine tuba'yı dinlersek "boşver abi, uğraşma" diyeceğini de biliyorum, o yüzden dinlemeden yazıyorum. yazıyorum ki, herkes görsün ve bilsin bunların ne olduğunu. yarın öbür gün hastane araştırırken, ona göre yapsın seçimini.

  • hdp'nin ypg marşını seçim müziği yapması

    woow, hell yeah.... 1 kasım'da hdp'ye oy vermeyi düşünen bir türk olarak ufkum iki katına çıktı, müthiş bir aydınlanma yaşadım, gerçekleri daha net gördüm ve kesinlikle oy vermeyeceğim. bunlar ypg teröristleriyle işbirliği yapıyorlarmış meğer! çok sağ ol kardeşim, beni büyük bir yanlıştan çevirdin, allah da senden razı olsun.

    sanırım bunu duymayı bekliyor arkadaş. hdp'nin mitinglerine katılmış, herhangi bir etkinliğinde bulunmuş vs kişiler, o etkinliklerde apo'nun mektubunun okunduğunu görüyor. bundan son derece rahatsız olanlar bile yine de partiye oy veriyorken, ypg marşının kullanılıyor olması bir vazgeçme sebebi gibi görünüyorsa size, dünyaya çok dar bir pencereden bakıyorsunuz demektir.

    apo denen basiretsizi sevmediğim gibi, pkk'ye de gayet uzağım. ama dağa çıkan gençlere de terörist demiyorum, onu da söyleyeyim. onlara niçin terörist demediğim, tüm bu yukarıda saydıklarıma rağmen niçin hdp'ye oy verecek oluşumla aşağı yukarı aynı veya benzer nedenlere dayanıyor.

    tanımı yaparken ne demiş arkadaş? "kürtçe adında uyduruk bir dil." bu yeterli, başka bir neden arama. sen, bu insanların dillerine hakaret ederek, dillerini yok sayarak, inkâr ederek, bir anlamda varlıklarını reddediyorsun. "kürt teali cemiyeti artıkları" gibi bir ifade kullanıyorsun. "artıkları"... bu ifadeyi, bu sözlüğün ırkçıları/faşistleri/ülkücüleri de aynı bu şekilde kullanıyor, pek sevgili atatürkçü kardeşim. sizin sırf bu tavrınız bile, onurlu yurttaşlar olarak bizleri faşizmin karşısında durmaya yöneltiyor; onların, kürtlerin yanında. çünkü ancak böyle yaparsak onların varlıklarını kabul edecek, dillerini kabul edecek, bu inkâr politikalarından (belki) vazgeçebileceksiniz. o hastalıklı zihniyetiniz asla değişmeyecek, bunu biliyorum. ama en azından bu kokuşmuş zihniyetinizi toplumda en aza indirebileceğiz belki.

    amaçlanan şey, ilk paragrafta yazdığım satırlar. ama bunu diyecek bile olsaydım, "kürtçe denen uyduruk dil" ifadesini gördüğüm anda demezdim artık. çeviremezdin yani beni.

    işte tam yine bu sebeple de o dağa çıkan çocuklara, gençlere terörist diyemiyorum. çünkü bakıyorum ki sen onların dillerini yok sayıyorsun, "uyduruk" diyorsun, o da "benim dilim uyduruk değil ve bunu da kimse inkar edemez" diyor ve dağın yolunu tutuyor. anlayacağın, ona dağın adresini bizzat sen gösteriyorsun zaten "uyduruk dil" diyerek.

    durum buyken, isterse ypg marşını besteleyeni milletvekili adayı diye listeye alsınlar, ben o oyu önümüzdeki seçimde yine veririm. çünkü senin tavrın ve zihniyetin, başka şans bırakmıyor bizlere.

  • ekşi sözlük

    bence sözlükteki asıl sorun meme caps'inin paylaşılması, çok beğenilmesi, debe'ye girmesi, an itibariyle 3.200 fav alması falan değil. zaten yazar alımı yapılırken "bu meme caps'i fav'lar, bu fav'lamaz" gibi kıstaslar bulunmuyor. buradaki asıl sorun, yöneticilerin adaletsizliği, çifte standardı ve tamamen erkek bakışından kaynaklanan hastalıklı düşünce yapısı.

    sözlükte erkek yazar olarak kadın memesi, amı, götü paylaşabilirsiniz, bunda hiçbir sorun yok. ancak kadın yazar olarak erkek götü paylaşmak, uçurulma sebebi. örnek için (bkz: sinefilozof)

    bu kadın yazar, sözlükte erkek götü paylaştığı için uçuruldu. evet, bu kadar basit.

    bugün debe'ye giren (sonra debe list'ten kaldırılan) entry'deki pornografik görüntüler (evet, bugün baktım) yoktu sinefilozof'un paylaşımlarında. sadece poponun fotoğrafı vardı. ve ekşi sözlük yöneticileri, yani her türlü kadın memesi, amı, götü vs paylaşımlarına izin veren, en fazla debe listesinden kaldıran ekşi sözlüğün yöneticileri, bu erkek poposu paylaşımlarından ötürü o kadın yazarı uçurdu!

    bu gerekçeyle uçurulmuş bir tane erkek yazar yok şu sözlükte.

    bu zihniyet, bu çifte standart, bu adaletsizlik, sorunlu bir zihniyetin göstergesi değilse nedir?

    erkek yazarların uçurulmasını değil, ama çok daha basit bir şey yaptığı için uçurulan sinefilozof'un yazarlığının tekrar aktif hale getirilmesi gerektiğini düşünüyorum. en azından bu ayıbı üzerlerinden atmış olur sözlük yöneticileri.

  • gülce kurşun

    ...ve!

    nicedir görmek istediğimiz, beklediğimiz o görüntü geldi arkadaşlar. gülce ayağa kalktı ve yürüyebiliyor.

    genel anlamda çok daha iyiymiş şimdi gülce. yürüme mesafesi de uzamış. fizik tedavi devam ediyor. gülce de gayet uyumlu tedaviye.

    fizik tedavi sonrası türkiye'ye dönecekler. belki hep beraber gideriz karşılamaya.

    şu güzellik sizin eseriniz arkadaşlar:

    https://twitter.com/…ssey/status/648936771053613057

  • sevgilinin çıplak fotoğraf göndermesi

    iphone kullananlar, kesinlikle icloud yedeklemesini kapamalı. ayrıca fotoğrafları herkesin ulaşabileceği "foto albümü"nde değil, isafebox uygulamasında saklamalı. bu programla, fotolarınız, belgeleriniz, videolarınız, şifrelenmiş bir klasör içinde saklanır ve telefon başkasının eline geçse bile, şifre girmeden klasöre erişilemez.

    fotoğrafları bilgisayarda saklayanlar, klasörleri mutlaka şifrelemeli. bunu folder lock gibi programlarla da yapabilirsiniz, en olmadı winrar gibi bir programla şifreleyebilirsiniz.

    bir üst adım güvenlik yöntemi olarak, klasörü ayrıca gizleyebilirsiniz. bunun için wise folder hider gibi programlar var.

    sildiğiniz, geri dönüşüm kutusuna yolladığınız dosyaların daha sonra veri kurtarma programlarıyla ortaya çıkmasını istemiyorsanız, advanced system care kullanın. bu program, bilgisayarınızın bakımını yapmaya yarıyor asıl. program menüsünde "dosya öğütücü" var. silmek istediğiniz dosya veya klasörün üzerine sağ tıklayıp "dosyayı öğüt" diyorsunuz, açılan pencereden "ileri" yi tıklayıp, yeni sayfada "güvenli sil" seçeneğini işaretliyorsunuz. default olarak "35" sayısı geliyor. bunu isterseniz yükseltebilirsiniz. bu işlemle, belirlediğiniz sayı kadar tekrarlıyor silme işlemi ve dosya tamamen deforme oluyor. böyle silip geri dönüşüm kutusuna attıktan sonra, geri dönüşüm kutusuna da sağ tıklayıp yine öğütme seçeneğini tıklıyorsunuz. o dosyalar bir daha hiçbir şekilde kurtarılamıyor.

    hıyar gibi ortada tutmayın fotoğrafları. size güvenildiği için gönderildi onlar.

  • ankara halk ekmek fabrikası müdürünün attığı tweet

    twitter'da parodi bir melih gökçek hesabı var: https://twitter.com/06melihchina

    zaman zaman akp seçmenlerini, partilileri, hatta bürokratları troll'lüyor. bugünkü kurbanı ankara halk ekmek fabrikası genel müdürü ali ilkbahar oldu.

    parodi başkan, genel müdüre tweet atıp havlamasını istiyor. sonuç;

    https://twitter.com/…ssey/status/645227327882960897

    bir başka ekran görüntüsü;

    https://twitter.com/…edya/status/645235680361213952

    aradan bir saat geçtikten sonra, genel müdürümüz bir tweet attı ve hesabının 2 saatliğine hack'lendiğini belirtti: https://twitter.com/…ahar/status/645231580450045952

    halk ekmek fabrikasının genel müdürü bu. söylenecek çok şey var da, neyse...

    basında, "gökçek'in bürokratını böyle havlattılar" başlığıyla yer aldı olay.

    oda tv'nin haberi: http://odatv.com/…boyle-havlattilar-1909151200.html

    cumhuriyet'in haberi: http://www.cumhuriyet.com.tr/…oyle_havlattilar.html

  • periscopeta canlı tecavüz

    hesabı buldum ve videolara baktım. başlığı açan kişi doğru söylüyor ve haklı gibi de. nesiyle dalga geçiyorsunuz bunun?

    video çekimi yapıldığının farkında olmayan, isteği ve iradesi dışı bir şeye maruz kalan bir kadın var ortada. hayvan herif, bir de gelmiş başlığı açanla dalga geçiyor. adam/kadın doğru olanı yapıyor burada, mal oğlu mal.

    periscope'tan video nasıl indirilir bilmiyorum. ama hesabın adresi ve video linkleri alınarak şikayet edilebilir. polis bir şey yapar mı, orası muamma tabii.

  • madonnanin yagli zencisi 2

    demiş ki; "bana sunun cevabini bir zahmet verin...teror sorunu ve kurt sorunu baglaminda askeri secenekleri neden devre disi birakiyoruz."

    cevabını veriyorum: çünkü cepheye sen gitmediğin için.