metin2 oynamayı bırak ve ders çalış şerefini haysiyetini siktiğimin ergeni.
Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.
Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.
Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.
Sozlock Ekibi
Ekşi Sözlük Debe Listesi
-
1. kişinin 10 yıl önceki haline vereceği mesaj
-
2. kalıp sabunla yıkanan varoş
duş jeliyle temizlendiğini sanıp pis pis gezmeyen bir varoştur ayrıca
-
3. sigortam.net'in göğüs dekolteli reklamı
ne var bunda dediğim reklamdır, gayet sıradan bir şey.
-
4. mesajlaşılan kadının 40 yaşında olduğunu öğrenmek
mekânın asıl sahibidir.
-
5. drift yapıp polisten kaçan tiplerin feci sonu
yurdum insanından gelen sese kulak veriyoruz.
(bkz: hah şöyle, sağa sola değil kendi aranızda) -
6. üçüncü dünya ülkesi olduğumuzu hatırlatan şeyler
(bkz: 2 kat vergisi olan 2019 model volvo xc90) su entry’deki durum belli basina 3. dunya ulkesi oldugunuzun kanitidir. 3. dunya ulkerinde uretim yoktur. devleti yonetenlerin halktan aldigi fahis vergiler vardir. o aldikleri vergilerle kendileri luks icinde yasarken, halk perisan haldedir. bunun gibi sacma sapan bir cok madde yazilabilir.
-
7. soğuğu sıcağından daha iyi olan şeyler
zeytin yağlı tüm yemekler.
-
8. yazarların eylül 2019 elektrik faturası
2+1 çekirdek aile, 213 tl.
burdan bedaş'a seslenmek istiyorum:
- ısıtıyosan bişey demiyorum ama sikiyosan ayıp ediyosun.. -
9. ekşi itiraf
...bulamadığım, bulamayacağım bir şeyi daima arıyor gibiyim. nedir beni mesut edecek, ne gibi bir şeydir, onu da bilmiyorum. *
-
10. kalitesiz olduğu halde kaliteli sanılan markalar
adam apple yazmış ya. çıldırıyorum
-
11. karı koca ayda toplam 30 bin lira kazanmak
başlıkta ayda 30 bin yerine 300 bin yazılsa yine de, "robert koleji yıllık şu kadar... çocuğun bale, piyano kursu 30bin... okula yakın ev kirası 50-80 bin... yurtdışı tatiller..." diye lafa girip, "türkiye şartlarında yetmiyor... yetmez" diyecek adamlar olacağına eminim.
-
12. 15 eylül 2019 trabzonspor gençlerbirliği maçı
trb-gsk ne lan amatör küme kısaltması gibi. bunun oluru ts-gb'dir
-
13. varoş eğlencesi
düğün ve asker konvoyu yapıp yol kesmek, drift yapmak.
sonradan görme, ruhu varoşları da eğlendirir. -
14. logosunu görünce güvendeyim hissi veren markalar
sennheiser.
-
15. ekrem coşkun'un döner piyasasını sarsması
ekrem coşkunun kim amk.
-
16. türkiye'nin en tehlikeli 12. ülke olması
meksika, brezilya ve güney afrika yok ise uydurmadır o liste.
-
17. memur alımında 2 yıl özel sektör şartı
insanların okuyup elde ettiği üniversitenin verdiği diplomayı hiçe sayan öneri. mesleki örgütlenme sağlayıp asgari ücretle çalışmayı reddetmeyi, memurlarınsa denetiminin sıkılaştırılıp daha verimli çalışmalarını sağlamayı önermek yerine özel sektörde çalışmakta olmasını fırsata çevirip memur olup yan gelip yatmak istiyor. okumuşunun bile kafası böyle çalışan bu ülkeden çok afedersiniz bir sikim olmaz.
-
18. tarikat okuluna çocuğunu yollamayana para cezası
ekleme 3; (bkz: #95376311) buhara menzil için ne ifade ediyor? ve önce şu sorulmalı; valilik neden buraya okul yaptı?
ekleme 2; (bkz: #95374600) okul inşaatı yaklaşık 3 milyon tl'ye addem inşaata yaptırılmış.
ekleme 1; (bkz: #95373312) bazı arkadaşlar; "milli eğitimin okulu, niye gitmiyorlar" minvalinde soru yöneltmişler.
"tanımadığımız insanlar geliyor: buhara’daki okulun çok yakınında bir tarikatın merkezinin bulunması aileleri kaygılandıran ön önemli neden. tarikatın müritleri sürekli olarak şehir dışından buhara’ya geliyor. aileler çocuklarının bu ortamdan etkilenmesini istemiyor. buhara’daki okulu da ziyaret ettim. okul gerçekten hemen köyün girişinde bulunuyor."
neden istemiyorlar
öncelikle; (bkz: eskişehir'de tarikat okulu isyanı)
olayın boyutu faşist bir dayatmaya evrildi. bu nedenle yeni bir başlığı hakettiğini düşünüyorum.
beş gündür süren bir direniş var. menzil tarikatının eskişehir'deki yuvası buhara'ya yapılan okula veliler öğrencilerini yollamıyor. buna karşın lçe milli eğitim müdürü ve kaymakam jandarmayı yanına alıp köylere gidiyor. çocuklarını yollamayan aileleri para cezasıyla tehdit ediyor. 5 gündür yazıyorum ama dikkat çekmedi. sosyal medya ülkenin vicdanı, yargıyı hareket geçiren bir güç oldu. öyle ki, dördüncü kuvvet
medyanın yerini çoktan sosyal medya aldı. türkiye'de bu gücün başını ekşi sözlük çekiyor. lütfen haberi okuyun ve tepkinizi paylaşın.
"menzil tarikatının merkezi olan ve “yolu bile olmayan” buhara’daki okul için ailelere yapılan baskı giderek şiddetlendi. jandarma eşliğinde aileleri ikna için köylere giden milli eğitim yetkilileri ve kaymakam, velileri para cezası ile tehdit etti."
haber -
19. 15 eylül 2019 cem yılmaz'ın instagram paylaşımı
sevimsiz bir cocugun dans ettigi videodur. cem yilmaz da tum ebeveynler gibi sevimsiz cocugunun aşiri şirin oldugunu zannediyor.
-
20. barış özcan
oradan buradan bilgi toplayan bir youtuber, evet olması gereken de bu zaten. dünya üzerindeki hemen her şey bir klavye kadar yakın. burada asıl takdir edilmesi gereken veya tartışılması gereken nokta sunumu ve kalitesi olmalıdır. sene 2019, hala daha burada wikipedia ve google diye ağlayanlarla dolu. sevmiyorsan izleme kardeşim bu kadar basit. adam her içeriğini kendisi sıfırdan mı yaratacak, ya da modern matematiği, nükleer fiziği baştan mı ele alacak?
-
21. babamı nasıl geri getirebilirim
travma sonrası inkar aşamasını yaşıyorsun kardeş psikolojik destek al. babanla ilgili güzel anılarınızı aklına getir. burada bir sürü psikolojisi bozuk insanlar yorum yapabilir kaale alma. psikolojik destek al. başın sağolsun. acını yaşa, yasını tut. bunlar sağlıklı başa çıkma yolları.
-
22. sanal seks
- altında ne var?
+ boxer, senin altında ne var?
- benim de boxer
+ ...
- ...
+ hayırlı geceler kardeşim
- sana da birader -
23. erkek yazarlardan kadın yazarlara sorular
--- spoiler ---
aranızda paraya ihtiyacı olan var mı
--- spoiler ---
şöyle bir entry görmüştüm gece. şu an silmiş. gece üşendiğim için yazamadım ama şimdi bu başlığı görünce aklıma geldi.
bunu yazanın geçmiş entrylerine bakınca nasıl bir orospu çocuğu olduğunu anlıyorsun. eee orospu çocuğu, paraya ihtiyacı varsa seninle yatmak zorunda mı? bu nasıl iğrenç bir teklif amk. buradaki kadınları siz ne sanıyorsunuz anlamıyorum ki.
sorum morum yok, bu başlık altında eli sikinde entry giren potansiyel sapıkları engelleyin yeter amk. engellemeden önce de ağız dolusu küfredip öyle engelleyin. -
24. 3 bin tl'ye yapılacak en iyi yatırım
tişört baskı işine girebilirsin. online instagram üzerinden satış yaparsın fakat çekimlerin çok önemli. oversize kalıp kullanmanı tavsiye ederim. merterde biraz gezersen çok rahat bulursun sorarak. oversize tişörtlerde beden olarak sıkıntı yaşamazsın. tişörtlerin toptanı 13 tl ortalama. pinterest üzerinden collage art / surrealistic collage art yazarsan bir sürü görsel bulabilirsin. 9 tl baskı parası. toplam 22 tl maliyet. 50/65 tl fiyat aralığında satabilirsin. 3000÷22 yaptığında 136 adet tişört basmış olursun. ortalama kâr 28 tl olması durumunda paranı ikiye çok rahat katlayabilirsin. takibe takip ve yakın çevren üzerinden hesabı kasman gerek, ek olarak bu işi yapan benzer hesaplarında takipçilerini takip ederek sayfana davet edebilirsin. hemen kurtarmaz ama düzenin oturunca ve güven ortamını sağlayınca çok güzel kazanırsın.
alternatif olarak
kış geldiği için sweatshirt üzerinden ilerlemenide tavsiye ederim. alışı 25/35 aralığında, 100/120 tlden çok rahat satarsın -
25. pazar sabahı erken kalkmak için bir neden
düğünüm var canım sözlük. erken kalkmayıp ne yapıcaz.
ha derseniz ki “burada ne işin var?”
berber kapısında, açılmasını bekliyorum. -
26. neslican tay
“gencecik bir kızdır kendisi. başına her insanın kolay kolay kaldıramayacağı bir olay gelmiş, gezip tozup youtube’da makyaj videosu yapması gereken yaşlarda, hayatının her gününü ölümle savaşarak geçirmeye çalışıyor. millet heryerde yardırmış. yok para kazanmak için hastalığını kullanıyor yok şu yok bu. kullansın amk. ne olacak? piyasada yalak yavşak bir sürü youtuber var. her gün abuk sabuk videolar yükleyip bu kazandığım paralarla hangi balancia’yı alsam diye düşünüyor. bu kızın belki paraya ihtiyacı var? belki tedavi için daha fazla ailesine yük olmak istemediğinden o kanalı açtı? olabilir mi? olabilir.
he benim kişisel görüşüm şu: bu yaşta “ölüm” ün ne demek olduğunu düşünmek zorunda kalan hayat dolu bir kız. aklından kim bilir hayatı ile ilgil neler geçiyor? aynı durumda ben olsam, benim zamanım madem az. ok. o zaman ben nasıl kalıcı olmaya çalışırım derdim. bence kendisini sosyal medyada ifade etmesinin asıl nedeni bu.”
zamanında böyle bir entry yazmıştım. şimdi sadece dua ediyorum. yaşamak istiyorum diye bas bas bağıran, yaşama her şeye rağmen dört elle sarılan bir kız. savaşı kazanacak biliyorum. aksi çünkü çok büyük haksızlık... -
27. 6 tl'ye et döner furyası
üzerinde helal et yazıyor. at eti ise helal etmiyorum.
-
28. aylık 20 bine akp aktivisti olmak
kardeş aktivist demişsin ama bu bildiğin trol iş ilanı olmuş. (bkz: gerçek aktivizm bu değil)
-
29. 14 eylül 2019 gazişehir gaziantep beşiktaş maçı
abdullah avcı'nın oturtmaya çalıştığı sistem manchester city'nin sistemi. manchester city bugün norwich deplasmanında 3-2 kaybetti.
meşiktaş'ım da bugün gazişehir deplasmanında 3-2 kaybetti. demek ki abdullah hocam istediği, arzuladığı şeyi başarmış.
tebrikler abdullah hunter, tebrikler meşiktaş :d -
30. serpme kahvaltı için yüz milyar tl israf yapılması
yıllardır devasa bir israf olarak gördüğüm serpme kahvaltı olayını sonunda birilerinin farkettiğini görmemi sağlayan haber.
dünyanın en büyük israflarındandır serpme kahvaltı. sadece sofra kalabalık görünsün diye onlarca kalitesiz ve herkesin yemeyeceği malzemeyi sofraya dayayıp milletin karnını en ucuz olan hamur işleriyle doyurmak gibi saçma bir sektör oluştu türkiye'de.
o şaşalı görünen sofralarda açıkçası bir miligram tereyağı, kibrit çöpü* büyüklüğünde bir iki peynir, azıcık bal ve (varsa) birazcık yumurta dışında kayda değer hiçbirşey bulamazsınız.
onun yerine o paranın yarısına bir peynirli omlet, adam gibi tereyağı ve domates salatalık maydanozdan ibaret bir kahvaltı hazırlansa çok daha makbule geçecek... -
31. looking lady roommate in kadıköy
-
32. rizelileri sevmeme nedenleri
türk taklidi yapan arap milliyetçileri olmaları.
para için yapmayacakları şeyin olmaması.
çok hızlı ve aptalca bir şivede konuşmaları.
vatansever ayağına ülkeye sürekli zarar vermeleri.
aşırı derecede cahil olmaları.
mafyacılık oynamayı sevmeleri.
aşırı derecede kıskanç ve bilinçsiz davranmaları.
erdem ve incelikten yoksun olmaları.
çoraplarının kokması.
45 kişi eve doluşup, ortaya demliği koyduktan sonra facebook gibi platformlarda bunları yayınlamaları.
zenginlerinin çok çakal, fakirlerininse ne konuşacağını bilmemesi.
güzelim karadeniz yöresini araplara satacak kadar akıldan yoksun fakat sorulduğunda “dürküz biz amua goyim” diye tepki vermeleri.
çoğunun ekseriyetle abaza olması ama namus bekçisi tavırları takınmaları.
fetö ile alakalı 2012 yılında paylaştığım bir fotoğraf hakkında benimle kavga etmiş ama bugün en büyük fetöcü düşmanı gibi davranan insan türleri olmaları. -
33. apple'ın yapıp da diğerlerinin yapamadığı şey
iphone adında kıl bir telefon üretmek.
telefonda diva havası var amk. "o olmazsa açmam, bu olmazsa yapmam, şu olmazsa şarj olmam!". telefon değil sanki bülent ersoy mübarek.
android candır. -
34. abdullah avcı
(bkz: kırmızı karta kadar oyun istediğimiz gibiydi)
"geçen sezon beşiktaş 11 puan geriden şampiyonluk potasına girmiş bir takım" gibi bir cümle kurmuş dünkü gazişehir mağlubiyetinden sonra. birisinin bu hacı dayıya geçen sezon 11 puan önde olan takımın teknik direktörünün kendisi olduğunu söylemesi lazım. -
35. erman toroğlu'nun bein sports isyanı
kesinlikle katılıyorum. ulkenin bunca stresi icindeki tek eglencemiz olan futbol zevkimizin bile icine ettiler. maci şifresiz izlemeyi gectik ulan ozetini neden vermiyosunuz? 60 yaşındaki babam gece 12 lere kadar tv ekranina kitlenmis falcaoyu seyretmek icin özet bekliyor. vermicekler baba diyorum bekleme bosuna diyorum olur mu hic oyle sey diyor. evet oluyor babacim bu dunyada olmayacak hersey bu ülkede olabiliyor.
edit: beinsport haber kanali maçtan 45 dk sonra veriyormus ozeti. bilgi icin yesillendiren arkadaslara hem kendim hem peder bey adina teşekkürler. -
36. 2 kilobayt ram ile aya gidildiğine inanan insan
apollo 11'de 16 bit mimari kullanildi, toplamda 71kb'lik bir hafiza vardi. ayrica otonom bir sistem de degildi, yani dunyadan yonetiliyordu. oyle gta 5 calistiracak bir sisteme gerek yoktu. saniyede 85.000 komut isleyebilen bir islemcisi vardi.
insanlara cahil demeden once en azindan google'da arama yapmak cok zor olmamali. -
37. hitler'in türkiye'ye saldırmamasının nedenleri
türkiye, osmanlı imparatorluğu’nun yenilgisi, işgal edilmesi ve paylaşılmasıyla sonuçlanan birinci dünya savaşının ardından mustafa kemal atatürk önderliğinde ulusal bağımsızlık savaşı verdi. bu savaş neticesinde, çok yönlü bir devrim gerçekleştirildi ve bağımsız, halkçı bir ulus devlet kuruldu. aslında bu türk devrimi, 20. yüzyıl içinde gerçekleşecek bağımsızlık atılımlarının öncülerindendi. ancak ne türk devrimi emperyalizme karşı verilen ne son bağımsızlık savaşıydı, ne de daha önce gerçekleşmiş olan birinci dünya savaşı, batılı devletlerin dünyayı paylaşmak için giriştiği son büyük kapsamlı çatışmaydı.
birinci dünya savaşının bitmesiyle, avrupa’nın eski imparatorlukları çökmüş, ‘’doğu sorunu’’ denen paylaşım çekişmesi yeni bir yüze bürünmüştü. ayrıca bu savaş büyük bir yıkıma ve dünyanın çoğunu içine alan ilk askeri çarpışmaya sahne oldu. ancak bu savaşın neticesi avrupa merkezli mali sermayenin ve batılı sömürge imparatorluklarının pazar paylaşımı üzerinden giriştikleri çekişmeyi sonlandırmaktan çok uzaktı. savaşın sonunda emperyalist paylaşım yarışı sonuçlanmamış, hatta derinleşmiş ve sertleşmişti. 1918’de yapılan ateşkes veya barış anlaşmaları, bir barıştan çok bir tür molayı andırıyordu. bunu, okuduğum bir kitapta adını hatırlayamadığım fransız bir general, “yapılan, yirmi yıllık bir ateşkestir.” diye belirtmişti.
batı’nın kendi içinde yaptığı ateşkes yirmi bir yıl sürecekti. ancak türkiye için savaş bitmiş değildi. 1918 ve 1922 arasında verilen türk kurtuluş savaşı, türkiye’yi baştan aşağı yeniledi, sömürülen bir imparatorluğun yerine ulusçu ve bağımsız bir devletin doğmasını sağladı. 1923 yılında kurulan genç cumhuriyet, kendini batılıların sömürgeci hesaplarından uzak tutmasına, bölgesinde kendine özgü bir dış siyaset izlemesine ve dünya için o dönemde yeni sayılabilecek bir düşünce ile yaşamını sürdürmesi neden oldu.
yukarıda zikrettiğiniz bu yeni düşünce ulu önder mustafa kemal atatürk'ün şu sözleri ile en iyi şekilde özetlenebilir:
"yurtta sulh cihanda sulh"
bu düşünce çerçevesinde genç türkiye cumhuriyeti, avrupa’nın yirmi bir yıllık ateşkesi süresince hem komşularını, hem de dünyayı yakından büyük bir ilgiyle izledi, tüm ülkelerle barışçıl ilişkiler kurmayı dış siyasetinin temel ilkesi yaptı. kuşkusuz türkiye için batılıların sömürgeci hesaplarından uzak kalmak, avrupa’dan uzak kalmak ve olan bitenden etkilenmemek demek değildi. çünkü dünya’da dönemin konjonktürel yapısı içerisinde yukarıda zikredilen unsurlardan etkilenmek kaçınılmazdı. birinci dünya savaşı’nın avrupa’ya mirası, kendi içinde çatışan sermayenin o zamana değin görülmemiş ölçüde öfkeli yönetimler doğurması olacaktı. birinci dünya savaşından galip olarak çıkan devletler, kaybedenlerle yaptıkları anlaşmalarda bulunan ağır şartlardan ötürü kısa süre içinde önce italya, sonra almanya'da yükselen faşizm ile karşı karşıya kaldı.
birinci dünya savaşı’nın ardından askeri sonuçlar bakımından yenen tarafta yer alan italya, konu ekonomik getiri olduğu zaman, savaşa girerken umduklarının hemen hemen hiçbirini alamadı. almanya ise koşulları yıkıcı versailles anlaşması dolayısıyla yenilgiyi her alanda ve uzun süre hissetti. savaşın sonunda almanya’da imparatorluk yönetiminin yerini weimar cumhuriyeti aldı ve almanya yenilgiyi kabullendi. alman sermayesi ve özellikle de alman toplumu hem ekonomik anlamda, hem de moral olarak büyük bir çöküşe geçti. yönetici sınıf barışın neden gerekli olduğunu kendince biliyordu. ancak halk ve özellikle askerler, savaşın henüz sürdüğünü ve çatışmanın ortasındayken devletlerinin yenilgiyi kabullendiğini ileri sürüyorlardı.
öyle ki, bir alman askeri, “hiç de yenilmiş değildik!” diyecek. “cephedeki askerler kendilerini hiç de yenilmiş görmüyorlardı, ateşkesin niye bu denli aceleyle imzalandığını, mevzilerimizi niye bu denli aceleyle bırakmak zorunda kaldığımızı anlamakta güçlük çekiyorduk. çünkü hala düşman toprakları üzerindeydik ve olan biten bize tuhaf geliyordu.” devam edecekti.
ateşkes ve ardından gelen versailles anlaşması, alman halkı için bir utanç, bir "şeref lekesi" olacaktı. işte bu koşullar altında, pazar paylaşım çekişmesi derinleşecek, avrupa’da almanya ve italya, uzakdoğu’da ise bölgesinde bir emperyal güç olarak varlığını dayatmaya başlayan japonya, pazar payını ve varlığını ingiltere-fransa-abd üçlüsünden alma yönünde adımlar atmaya başlayacaktı.
önce italya’nın, ardından almanya’nın faşizme kayması, 1930’ların başından itibaren avrupa’da savaş öncesi gerginliği canlandırdı. 1918’den 1933’e dek ingiltere ve fransa’nın ağır yaptırımı altında bulunan ve fransa’ya yönelik bir ödün siyaseti izleyen almanya’nın yerini, 1933’te nasyonal sosyalist alman işçi partisi’nin yönetimi ele geçirmesinden sonra, avrupa’yı sessizce ve gitgide artan oranda ürküten bir almanya aldı. bu parti, yani nsdap ya da kısaca nazi partisi, emperyalist paylaşım çekişmesinin dizginlerini kısa sürede eline alacak ve dünyayı temelden sarsacak, kısa sürede kalıcı olarak değiştirecekti.
türkiye, avrupa’yı saran faşizm ve nazizm dalgalarını, güvenli bir uzaklıktan ve kaygıyla izledi. mustafa kemal’in devrimci cumhuriyeti, yarım kalan dünya savaşının yakın zamanda tamamlanacağını düşünüyordu. bu yüzden mustafa kemal atatürk kurduğu genç cumhuriyet bir yandan bölgede etkin rol üstlenirken öte yandan uluslararası alanda barışın öncülüğünü yapmaya çalıştı ve bu yönde bir dış siyaset çizgisi izlendi.
1938’de mustafa kemal’in ölümünün ardından türkiye’de yeni bir cumhurbaşkanı göreve başladı. yeni yönetim yalnızca mustafa kemal’in oluşturduğu devrimlerin devam etmesi için çabalamakla kalmayacak, yaklaşan savaşa yönelik yoğun ilgi ve kaygısını da kendi omuzları üzerinde hissedecekti. kısaca 1938’den sonra türkiye, mustafa kemal'in ölümünden ileri gelen iç değişimiyle dünyayı saran savaş sürecini aynı anda yaşamak zorunda kalacaktı.
birinci dünya savaşı’nda almanya’nın müttefiki olan, avrasya’nın tam ortasında yer alan, nazilerin değer verdiği tüm stratejik hedeflerle o veya bu biçimde yakın ilişkide ve coğrafyada bulunan türkiye’nin, nazi düşüncesinde ve nazilerin savaş tasarılarında yer bulmaması beklenemezdi. benzer nedenlerle ingiltere, abd ve rusya için de büyük önem taşımakta olan türkiye’nin savaş boyunca konumu her iki taraf için de yaşamsal önemde olacaktı. her iki tarafta savaş boyunca türkiye’yi kendi yanında savaştırmak için uğraşacaktı.
bu durumda naziler, türkiye’den ikinci dünya savaşı kapsamında ne beklemekteydi? dünya egemenliği tasarılarında türkiye’nin yeri neydi? savaş boyunca nazi almanyası ve türkiye’nin ilişkileri nasıl ilerleyecekti? bunların yanıtını vermek, yalnızca dış siyaset tarihi açısından değil, türkiye’nin geçirdiği siyasal ve düşüncesel süreçleri anlayabilmek için de, dünya için önemi hiç azalmayacak olan nazizm’i anlamak için de gereklidir.
***türkiye’nin savaşa yönelik temel tutumu***
1938’de devrim önderi mustafa kemal atatürk’ün yaşamını yitirmesinin ardından, türkiye belli konularda 15 yıllık cumhuriyetin birikiminden ve alışkanlıklarından saparken, belli başlı konularda da kusursuz bir süreklilik gösteriyordu. mustafa kemal’in savaşa yönelik hazırlıkları ve bölge odaklı dış siyaset tasarısı 1939’dan başlayarak çekmeceye kaldırıldı. ancak olası bir ikinci dünya savaşı’nda, türkiye’nin savaşın dışında kalması gerektiğine yönelik inancı, ikinci cumhurbaşkanı ismet inönü’nün benimsediği bir düşünceydi.
inönü yönetimi, olası bir savaşa katılmanın türkiye için eninde sonunda yıkıcı olacağına inanıyordu. savaşın büyük bölümünde türkiye’nin dışişleri bakanı olarak görev yapan ve diplomatik pazarlık becerileri dünyaca ün kazanan numan menemencioğlu, bu durumu şöyle açıklayacaktı:
“dış politikamızın amacı, kendi başımıza karar yetkimizin sonuna kadar korunmasıdır. kesinlikle inanıyorum ki savaşa girersek kendi kendimiz karar verme yetkimizi yitiririz ve bundan ülkemin en küçük bir kazancı olmaz.”
ne olursa olsun savaşın dışında kalma düşüncesi, türkiye’nin 1939 ile 1945 yılları arasında dış siyasetinin omurgasını oluşturacaktı. hem coğrafi hem de tarihsel konum bakımından türkiye, birinci dünya savaşının sonunda verdiği bağımsızlık savaşıyla batı’da büyük yankı ve kaygı uyandırmıştı. türklerin verdiği bu bağımsızlık savaşı ingiltere’nin ortadoğu üzerindeki egemenliğini de temelinden sarmıştı. dolayısıyla türkiye'nin şimdi hangi tarafta yer alacağı da hem müttefikler hem de nazi almanya’sı için yaşamsal önemdeydi. çünkü savaşın ikinci yılından itibaren çatışma bölgesi, türkiye’nin çevresiyle dönmekteydi.
inönü yönetimi, altı yıllık savaş boyunca cumhuriyetin dış siyasetini osmanlı’nın dış siyaset modeliyle yürüttü. çöküş dönemindeki imparatorluk da tarihsel ve coğrafi önemine dayanarak büyük güçler arasında bir tür ip cambazlığı yapmış, yıkılmasını böylece geciktirmişti. bu tarihsel birikimden yararlanan inönü yönetimi, aynı yöntemin güncellenmiş ve çağa uyarlanmış bir benzerini kullandı. açıkçası bana göre ismet inönü'nün aldığı sonuçlar osmanlı’nın aldıklarından üstün oldu.
***ingiltere-sovyetler-almanya üçgeninde denge oyunu***
büyük güçler arasında bir tür denge oyunu sürdürmek, savaşan taraflara eşit uzaklıkta ilişkiler kurmak anlamına gelmiyordu. türkiye, savaşın ilk haftalarında, ingiltere ve fransa’yla bir üçlü anlaşma yaptı. koşulları büyük oranda türkiye’nin yararına olan bu anlaşma, katılımcı ülkelerin saldırıya uğraması durumunda işbirliği yapmasını öngörüyordu. ayrıca türkiye cumhuriyeti ile dış siyasette en sıkı ilişkilere sahip olan sovyetler birliği’yle ters düşmesine neden olacak durumlarda türkiye’nin anlaşma koşullarından geri durmasını olanak sağlıyordu. anlaşmanın doğrudan savaşa girmeyi zorunlu kılmaması ve yardımlaşma ilkesi üzerine kurulu olması, savaş boyunca türkiye-ingiltere ilişkilerinde belirleyici oldu.
ingilizler, üçlü anlaşmayı türkleri kendi yanlarında savaşa çekmek için bir araç olarak görürken, türkler de kendi yararlarına yorumlanabilecek maddeleri ve protokolleri kullanarak ingiltere’nin desteğini, savaşa girmek gibi büyük bir bedel ödemeden sağlamak düşüncesindeydi.
türk dış siyaseti bakımından bu anlaşmanın tamamlayıcısı ilginç bir biçimde türkiye’nin yaptığı bir başka anlaşma olmayacak, sovyetler birliği ile almanya arasında yapılan bir dostluk anlaşması olacaktı.
1939’da türkiye’de önceki 15 yıldan başka bir yönetim vardı. bunu andıran bir değişim de sovyetler birliğinde yaşandı ve dışişleri bakanı değişti. aynı dönemde inönü yönetimi de mustafa kemal’in değişmez dışişleri bakanı tevfik rüştü aras’ı görevden almıştı. her iki ülkenin dışişlerinde gerçekleşen bu dönüşüm, sovyet rusya ve türkiye arasında, mustafa kemal dönemine göre çok sert bir soğuma sayılacak bir uzaklaşma dönemine yol açtı. yeni sovyet dışişleri bakanı molotov, dış ilişkilerde nazilerle işbirliği çizgisine daha yakındı ve 1939 yılında nazilerle sovyetler arasında bir dostluk anlaşması imzalandı.
türkiye, savaşın ilk dönemlerinde işte 1939 tarihli bu iki anlaşmayı terazinin iki kefesine yerleştirecek ve dengeyi buna göre sağlayacaktı. evet, ingiltere ve fransa saldırıya uğramıştı ve türkiye’nin onlara yardım etmesi gerekiyordu. edecekti de... ancak bu yardımın sınırları nazilerle saldırmazlık anlaşması imzalamış sovyetler’i türkiye’ye karşı kışkırtacak bir boyuta ulaşmamalıydı.
***türkiye’nin gücü veya güçsüzlüğü***
yeni kurulmuş ve yaşamının büyük bölümünü yoksullukla savaşarak geçirmiş türkiye cumhuriyeti, kendi içinde bir kalkınma mucizesi yaratmıştı. ancak bu mucizenin ekonomik anlamda emperyalist avrupa devletleriyle doğrudan baş edebilecek bir güç yaratması düşük bir olasılıktı. türkiye’nin dış ticaret hacmi, büyük oranda savaşan devletlere yaptığı ihracatı dayalıydı. savaşın başından sonuna değin bir saldırı olasılığı karşısında hazır bulundurulan yüksek sayılı bir ordu, zaman geçtikçe bütçenin %80’ini kullanmak zorunda kalacak ve bu durumdan dolayı türkiye yoksullaşacaktı. bu yüzden savaş sırasında tarafsızlığına karşın türkiye’nin omuzlarına ekonomik olarak büyük bir yük binecekti.
türk ordusu da ingiliz ve nazi ordularına göre teknik anlamda geri kalmıştı. türk ordusunun savaş gücü yüksekti ve askerin eğitimi nitelikliydi. ancak konu mekanize güce geldiği zaman türkiye’nin caydırıcı tank tümenleri ve bir hava gücünün bulunmadığı ortadaydı. türkiye işte bu durumu kendi lehine çevirecek ve yaptığı tüm dostluk ve ortak savunma anlaşmalarına karşın ‘’savaşa girmek için yeterli gücü bulunmadığını’’ savaşan tüm devletlerle gerçekleştirdiği görüşmelerde öne sürecekti.
savaş boyunca müttefiklerin, yani ingiltere, rusya ve abd’nin türkiye’den beklentisi, nazi almanya’sı ve faşist italya karşısında savaşa girmesi olacaktı. nazilerin beklentileriyse döneme ve savaşın gidişine göre değişti.
***faşizm karşısında türkiye'nin tutumu***
türkiye’nin nazilerle ilişkilerini mercek altına aldığımız zaman bakacağımız ilk yer türkiye-nasyonal sosyalizm ilişkisi değil, türkiye-faşizm ilişkisidir. 1922’de mussolini’nin roma yürüyüşüyle italya’da yönetimi ele geçirmesi, o dönemde kendi bağımsızlık savaşıyla ilgilenmekte olan türkiye’de olağandışı bir yankı yapmadı. ama nazizm’le hemen hemen aynı ilkelere dayanan faşizm de birinci dünya savaşı’ndan beklentileri karşılanmamış bir italya’nın bölgede emperyalist amaçlarının uygulayıcısı olacağı açıktı.
özellikle anadolu’da istediğini alamayan ve beklediği büyük ödülü yunanistan’a kaptıran italya, 1920’lerde akdeniz’e yayılma düşünce ve beklentisi duyuruyor, akdeniz’e ‘’mare nostrum’’, yani ‘’bizim denizimiz’’ diyordu. bu, mustafa kemal önderliğindeki genç cumhuriyette tepkiye neden oldu ve türkiye-italya ilişkileri olası bir askeri çatışmanın gölgesi altında yürütüldü. mustafa kemal atatürk’te bilinenin aksine yaklaşan yeni bir dünya savaşına işaret ederken büyük oranda italyan yayılmacılığından söz ediyordu. dolayısıyla bu dönemde türkiye, kendini italya ile her an savaşacakmış gibi hazırlığını sürdürmekteydi.
1922’de italya’yı ele geçiren faşizm ve 1933’te almanya’yı ele geçiren nazizm, doğal birer müttefik olarak karşımıza çıkmaktadır. dolayısıyla ileride yaşanacak savaşta da mihver bloğu olarak birlikte yer hareket edeceklerdi. türkiye de uluslararası alanda, özellikle akdeniz’in güvenliği bağlamında, bu bloğa karşı kendini güvenceye almaya yönelik hamleler yaptı. 1933’te imzalanan ‘’saldırganın tanımına ilişkin londra anlaşması’’, tevfik rüştü aras’a göre, italyan faşizmi ve alman nazizm’ine bir tepkiydi.
atatürk türkiye’si, tüm dünyayla barışçıl anlaşmalar kurmayı ilke edinmişti. ancak kendine özgü bir bölgesel savunma sistemi de geliştirmiş bulunuyordu. bunun için batıda balkan antantı, doğuda sadabad paktı, kuzeyde sovyetler’le iyi ilişkiler 1930’ların temel dış politika hareketlerine örnek olarak gösterilebilir.
bu dış siyasi hamlelere, 1936’da ingiltere’yle yapılan akdeniz paktı’nı da eklemek gerekir. bu pakt yalın bir savunma anlaşmasıydı ve italya’nın habeşistan’ı işgal etmesi üzerine caydırıcı bir diplomatik girişimdi.
tüm bunlar göz önüne alındığında, türkiye’nin kendini yaklaşan savaşa hazırlamakla kalmadığı, nazi yayılmasına da faşist italya’nın akdeniz üzerindeki egemenlik savlarına da tepkili olduğu anlaşılmaktadır. ancak bu tepki, atatürk sonrası inönü yönetimine, ingiltere’ye yanaşma biçiminde aktarılacaktı.
***nazilerin türkiye’ye yaklaşımı***
dünyayı üstün, aşağı ve insanlık dışı ırklar olarak bölümlere ayıran nazi düşüncesi, yahudiler, slavlar ve polonyalılar gibi toplulukların ya aşağılık ırklar olduğunu, ya da altinsanlar olduğunu öne sürüyordu. bu sınıflandırmaya göre türkler aşağılık ırklar arasında sayılmıyordu ve hitler, savaşta türklerin kendi yanında yer almasını istemekteydi. ancak hem türkiye’nin nazizm’e atatürk’ten kalan kuşkulu bakışı, hem de inönü yönetiminin 1939 tarihli ingiliz-fransız-türk üçlü anlaşması, almanya’nın beklentilerini güncellemesine yol açtı.
bu beklentiye göre, türkiye en azından savaşın ilk döneminde tarafsız tutulmalıydı ve ingiltere ile fransa yanına geçmesi önlenmeliydi. bunun için türkiye’ye yeni bir büyükelçi atandı. bu büyükelçi, hitler’den önce şansölyelik yapmış olan franz von papen’di. von papen, ilginçtir ki, nazi partisi üyesi değildi, ancak tanınmış bir devlet adamı ve önemli bir diplomattı. adolf hitler’le çoğu zaman karşıt görüşteydi. buna, savaşın almanya’nın yararına olmadığı gibi çok temel bir konu da girmekteydi. savaş çıktığında von papen,
“almanya bu savaşı kazanamaz ve zavallı memleketimizden geriye sadece yıkıntılar kalacak!” diyecekti. (bkz: alman büyükelçi franz von papen’in anıları)
büyükelçi von papen’le dışişleri bakanı numan menemencioğlu’nun görüşmelerinden birinde menemencioğlu, almanya’yı bir kargaşa ve sorun kaynağı olarak niteleyecek, von papen ise buna karşı çıkmaksızın, ‘’görevinin barışı korumak olduğunu’’ belirtecekti.
kuşkusuz bu durumu von papen’in türk yanlılığına yormak olanaksızdır ve deneyimli büyükelçi, yeri geldiğinde türkiye’nin savaşa sokulması için de çalışacaktır. ancak özellikle ilk dönemdeki ilişkiler, von papen’in kişiliğiyle yakından ilişkilidir.
***türkiye’nin işgal edilmesi düşünceleri***
savaşın çeşitli aşamalarında naziler, türkiye’yi işgal etmeyi akıllarından geçirdiler. bu, düşünceler özellikle nazi-türkiye ilişkilerinin üç temel evresinde önemli rol oynadı.
türkiye’nin uluslararası alanda büyük devletler ölçüsünde güçlü olmadığı yönündeki genel kanıya karşın, bir de tarihsel birikim ve gözle görülebilir bir gerçek vardı. evet, türk ordusu çağdaş ölçütlere uymuyordu. ancak bu ordunun ulusal onuru ve savaş gücü yüksekti. bu ordu sayesinde ‘’üzerinde güneş batmayan’’ ingiliz sömürge imparatorluğunu yenilgiye uğratılmış ve ülke özgürlüğünü kazanalı henüz 20 yıl olmamıştı.
hitler, 13 aralık 1940’ta,
“türklerin birkaç alman zırhlı tümeniyle nasıl başa çıkacaklarını görmek isterim... bir yan bakışın istanbul’u kaybetmelerine yeteceğini çok iyi biliyorlar.” demişti.
ancak sorunun istanbul’u ele geçirmek olmadığını herkes biliyordu. sorun türkiye’yi işgal etmek değildi, sorun, bunu yaptıktan sonra, başka hamleler için güç bulup bulamamak ve eninde sonunda türkiye’yi elde tutup tutamamak sorunuydu.
büyükelçi von papen yalnız deneyimli bir diplomat değildi, asker kökenli bir adamdı ve birinci dünya savaşı’nda anadolu’da bulunmuştu. işgalci bir ordunun toroslar’ı aşmada karşılaşacağı güçlüklerin, anadolu’da ordu beslemenin olanaksızlığının ve en önemlisi, türklerin savunma savaşında ne ölçüde dirençli olduğunun farkındaydı. olası bir işgal başarılı olsa bile, bedelinin oldukça yüksek olacağını biliyordu ve bu durumu devlet erkanına raporlamıştı. bir de çanakkale konusu vardı ki, 1915 yenilgisinin tadı hala ingilizlerin damağındayken türkiye’nin caydırıcılığını artırıyordu. von papen, ‘‘türklerin kanının son damlasına değin çanakkale’yi savunacağını’’ görüşüyle nazi hükümetine raporlamıştı.
özetle türkiye, diplomatik değerlendirmelere göre askeri ve ekonomik gücü düşük, ancak coğrafi önemi yüksek; işgal edilebilirliği düşük, ancak desteğinin alınması önemli bir ülkeydi. bu değerlendirme neticesinde nazilerin neden türkiye’yi işgal etmediğinin cevabını kısmen vermiş oluyoruz. ancak naziler de orantısız özgüvenleri kapsamında türkiye’yi işgal etmeyi birkaç kez düşünmedi değil. nazilerin balkanları işgal ettiği dönemde türkiye’nin işgal edilmesi olasılığı ağırlık kazanmıştır. türkiye’nin işgali, savaşın ilk döneminden sonra bir kez daha gündeme gelecekti. ancak özellikle 1941 sonrasında nazi orduları rusya’ya saldırıp rus steplerinde saplanıp kaldıktan sonra bu olasılık büyük oranda masadan kalkacak, diplomasinin önem ve ağırlığı artacaktı. dolayısıyla nazilerin balkanları işgali sırasında türkiye ile ilgili planlarını değerlendirmek ve anlamakta fayda var.
***balkanlar’da nazi ilerleyişi***
türkiye, savaş boyunca sürdürdüğü denge oyunu sırasında hem müttefikler hem de miğfer devletleri için sürekli önemli bir ülkeydi. türkiye, nazilere yönelik kuşkulu ve kaygılı bakışına karşın, ikili ilişkileri hem siyasi hem de ekonomik alanlarda sıcak tutmaya çalıştı. buna ek olarak, nazi yayılması üç ayrı dönemde özel önem kazandı ve nazi-türkiye ilişkileri bu dönemlere göre değişiklikler gösterdi. bunların ilki, 1940-1941 döneminde balkanlar’da gerçekleşen nazi ilerleyişi sırasında türkiye’nin savaşa girmemesine yönelik girişimler kapsamında değerlendirilebilir.
türkiye’nin 1934’te mustafa kemal atatürk yönetiminde imzaladığı ‘’balkan antantı’’, imzacı balkan devletlerinin olası bir saldırı durumunda ortak savunmasını amaçlamaktaydı. bu, mustafa kemal’in dış siyasetinin üç önemli sacayağından biriydi.
ikinci dünya savaşı sırasında türkiye savaşa ne olursa olsun girmemek kararlılığı göstermekteydi ve bir yandan işgale karşı savunmada kullanılacak devasa bir ordu beslerken, öte yandan savaşa girmesini gerektirecek tüm uluslararası anlaşmaların ve ittifak girişimlerinin ‘‘yeterli askeri gücünün olmadığı’’ gibi türlü bahanelerle kendini geri çekmekteydi.
savaşın ilk aşamasında naziler kıta avrupa’sını denetim altına almıştı, ancak istemedikleri ve hazırlıklı olmadıkları yeni cephelerin kendi istekleri dışında açılmasından çekiniyorlardı. bunun için balkan devletleri birer birer işgal edilirken türkiye’yi yatıştırmaya, türklere çatışmaya girme nedeni vermemeye uğraştılar. bunu yapmadıklarında da türkiye’nin tarafsız kalma isteğinin sarsılmazlığına güveneceklerdi.
hitler, bir yandan türkiye’nin ilk yan bakışında istanbul’u kaybedeceğini belirtirken, öte yandan mussolini’ye balkanlar’daki işgallerin ölçülü ve kışkırtıcılıktan uzak olması gerektiğini bildirecekti.
bulgaristan işgal edildiğinde, naziler, türklere sınıra ‘’50 km kala durulacağını’’ bildirdi ve bu, türkiye’yi yatıştırdı. yatışan yalnızca türkiye değildi, almanlar da türklerle çatışmak için birlik ayırmak zorunda kalmayacakları için oldukça hoşnuttular.
türkiye, balkanlar’daki nazi-faşist işgalleri karşısında kaygılı bir bekleyiş içindeydi. bu dönemde türkiye, balkan antantı’nı ‘‘kendi toprak bütünlüğü tehlikeye girince uygulanacak bir anlaşma’’ olarak yeniden yorumladı. öyle ki, italya, balkan antantı’nın varlığını bilmesine karşın şunu söyleyebilecekti:
“yunanistan yalnızdır. türkler, yunanları savunmayacaktır. yunanistan’a saldırılabilir.” (bkz: denge oyunu)
balkan antantı’ndan açık bir geri adım da yugoslavya’nın işgali sonucunda atıldı. antantın 3. protokolüne göre naziler yugoslavya’yı işgal ettiğinde türkiye’nin savaşa girmesi gerekmekteydi. ancak bu işgal gerçekleştiğinde türkiye tarafsız kalmayı sürdürdü ve kendi toprak bütünlüğünün sakınca altında bulunmadığını bildirerek savaşa girmedi.
doğu avrupa ilerleyişi sırasında türkiye’nin savaşa girmemeye, nazilerin de türkiye’yi işgale karar vermemeye yönelik tutumları, türkiye’nin savaştan kaçınması ile birlikte nazilerin de avrasya için ayırdığı güçlerini bölmeme isteğinden ileri gelmekteydi.
***nazi-ingiliz savaşında (the blitz) türkiye’nin tutumu***
fransa’nın işgalinden sonra ingiltere’yle almanya arasındaki hava savaşlarının (the blitz) ingiltere’yi savaş dışı bırakmaya yetmemesi sonucunda, naziler ingiltere’yi vurmak için başka stratejiler geliştirmek durumunda kaldı. bu yeni stratejiye göre, süveyş ele geçirilmeliydi ve ingiltere’nin sömürgeleriyle bağlantısı kesilmeliydi. elbette bu sırada süveyş kanalı ile birlikte iran petrolleri de ele geçirilecekti.
planlanan bu harekat ise iki yoldan yapılabilirdi. ya afrika’da verilecek bir savaşla süveyş’e yürünecekti, ya da türkiye işgal edilecek ve anadolu üzerinden ortadoğu’ya inilecekti. bir diğer seçenek türkiye ile anlaşıp askeri geçiş hakkı alınmasıydı, ancak türklerin buna izin vermeyeceği biliniyordu.
yıl, 1941’di. alman dışişleri bakanı ribbentrop, “türklerin, almanya isterse türkiye’yi birkaç haftada haritadan silebileceği konusunda hiçbir kuşkusu kalmamalı.” diyordu.
ancak general jodl ve hitler aynı fikirde değildi. von papen’in de uyardığı gibi, türklerin küçümsenemeyecek bir direnişi olacaktı. üstelik 1941’de işler değişmişti. artık avrupa içinde nazilere direnebilecek biri kalmamıştı. sovyetlerle iki yıllık işbirliği, ingiltere’ye karşı savaşta kullanılmaktaydı. toplama kamplarında üretim çok yüksekti. artık, adolf hitler, 1924’te yazdığı kavgam adlı yapıtta dile getirdiklerini yaşama geçirebilecek güçte ve olanaktaydı. bunlardan biri yahudilerin sistemli olarak soykırıma uğratılması, öbürü ise lebensraum düşüncesinin yaşama geçirilebilmesi için, rusya’nın işgaliydi.
görüldü ki eğer türkiye’ye bir askeri güç ayrılacaksa, rusya’nın işgal edilmesi için gereken güçten ödün vermek gerekecekti. bunun yerine afrika’da savaşmak uygun görüldü ve ‘’çöl tilkisi’’ lakaplı efsanevi nazi generali erwin rommel’a süveyş’i alma emri verildi. aslında bu emirden önce italyan kuvvetleri afrika çöllerinde ingilizlere karşı işgal girişiminde bulunmuştu. ancak italyanlar, ingilizler karşısında ciddi şekilde hezimete uğramıştı. erwin rommel, işte bu başarısızlığı telafi etmek ve nazi planlarını başarıya ulaştırmak için kuzey afrika görevine gönderildi.
dolayısıyla türkiye, nazi işgal tasarılarında öne çıktığı ikinci aşamada da ciddi bir sorun yaşamadan kurtuldu.
rommell ise afrika’da ingilizleri önce ağır yenilgilere uğratacak, ancak ingiliz güçlerini tümüyle yok etmeyi başaramadığı ve kaynakları tükendiği için nazilerin süveyş işgalini gerçekleştiremeyecekti.
***türkiye’nin savaşan ülkelerle ekonomik münasebetleri***
türkiye, nazilerin dünya egemenliği tasarılarında yalnızca coğrafi ve askeri önemiyle öne çıkmıyordu. türkiye’de üretilen ve silah yapımında kullanılan kromun birinci alıcısı almanya’ydı ve bu alışveriş hem alman savaş sanayisinin hem de türk dış ticaretinde oransal olarak ciddi yer tutmaktaydı. ayrıca ingiltere de türkiye’nin krom kaynaklarıyla ilgilenmekteydi ve almanların türkiye üzerinden krom’a kolayca erişebilmesinden büyük rahatsızlık duymaktaydı.
bu denklem, ingiltere ve türkiye arasındaki bir anlaşmayla bozuldu. anlaşma, türkiye’nin ürettiği krom’un tümünü 1943 yılına dek ingiltere’ye satmasını öngörüyordu. böylece nazi silah sanayisine bir darbe indirilmesi ve kaynağın ingiltere’ye akması düşünülmüştü.
almanların krom için ingilizlere göre daha yüksek fiyat vermesi, türklerin ticari anlamda zarar etmesi anlamına geleceği için, anlaşma kapsamında ingilizlerin türklerden bir de kuruyemiş almasına karar verildi.
ticaret iki yıl boyunca bu anlaşma kapsamında devam edecek ve 1943’ten sonra krom bir kez daha diplomatik ilişkilerde belirleyici rol oynayacaktı. savaşın son aşamalarına gelindiğinde ingilizlerin türkleri savaşa sokma yönündeki baskıları arttı. türklerin de buna direnci eşit oranda arttı. bundan ötürü ingiliz-türk ilişkileri durma noktasına geldiğinde türkiye bir kez daha almanya’ya krom satışını artıracak ve bunu diplomatik düzlemde bir silah olarak kullanacaktı.
1941’de ikinci dünya savaşı vites yükseltti. nazi almanyası, adolf hitler’in öngördüğü üzere rusya’yı işgal etmek üzere barbarossa harekatı’na girişti. savaşın en kanlı, en yıkıcı evresi böylece başladı. türkiye de, bu kapsamda, nazilerle ilişkilerinde üçüncü aşamaya geçmiş oldu.
balkanlar’daki işgalin tamamlanması ve süveyş’e afrika üzerinden ilerlenmesinin kararlaştırılması sonucunda nazi-türkiye ilişkileri görece dengeli bir niteliğe büründü. şimdi işgal tasarıları hemen hemen tümüyle rafa kaldırılmıştı. artık alman ordusu tüm gücüyle rusya’da savaşacaktı. türkiye’yle işbirliği olasılıklarının zorlanmasının zamanı gelmişti.
coğrafi gerçekler göz önüne alındığında, doğu avrupa üzerinden rusya’ya saldıran bir güç için türkiye’nin paha biçilemez bir müttefik olacağı açıktır. naziler de bunun farkındaydı. türkiye’yi yanlarına çekmek için 25 yıl önceki görüşlerine geri döndüler: türkiye’yi emperyalist almanya’nın uydusu konumundaki bir ‘‘küçük emperyalist’’ devlet konumuna getirmek.
barbarossa harekatı’nın başlamasından birkaç gün önce türkiye ve almanya arasında bir dostluk anlaşması imzalandı. bir yandan tarafsızlık siyasetine oldukça uyumlu olan bu hamle, öte yandan ingiltere için kaygı vericiydi. çünkü türkiye’nin naziler için önemi savaşın başka aşamalarında değişip başka anlamlar taşırken, ingilizler için hiç değişmeyecekti ve türkiye’nin ingilizlerin yanında savaşa girmesi, ingiltere’nin türkiye’den altı yıl boyunca değişmeyen beklentisi olmuştu.
ingiliz büyükelçisi hugessen, 1941’de “türkiye, almanya yanlısı olsaydı halimiz ne olurdu?” demişti. aynı yıl içinde imzalanan türk-alman anlaşması, kısa süre içinde daha da yaşamsal bir önem kazandı. çünkü alman-rus savaşında türkiye sonucu doğrudan etkileyebilecek rol oynayabilirdi.
alman dışişleri bakanı ribbentrop, türklerin kafkasya’da nazilerin yanında savaşması için uğraşılması gerektiğini öne sürüyordu. tıpkı birinci dünya savaşında olduğu gibi birleşik bir türk dünyası düşüncesi türkiye’ye satılabilirse, rusya’nın paylaşımında türkiye’nin de yararlanacağı bir şeylerin bulunduğu noktasında inandırıcı olunabilirse, rusya’yı yalnızca birkaç cephede vurmak değil, kafkas petrollerini ele geçirerek kaynaksız bırakmak da olanaklı olabilirdi.
türkiye, savaşın başlarında kesin bir duruş göstermemiş ve denge siyaseti gütmüştü. hatta eski ittihatçılardan bir kısmının almanya ile yarı resmi ilişki kurmasına göz yumulmuştu. almanya bu görüşmeler neticesinde, umutlanmıştı. ribbentrop bile, “türkiye’nin bir süredir yatışmış görünen emperyalist eğilimlerini canlandırmalıyız." diyordu.
balkanlar’ın işgal edilmesi sırasında savaşa girmeyen, bunun için imzalamış olduğu anlaşmalara yüz çeviren inönü yönetiminin rusya’ya karşı savaşa girmesini beklemek, herhalde türkiye’den habersiz olmak demekti. inönü’nün 1941’de ingilizlere söylediği şu sözler, yalnız türkleri turancılıkla kandırmaya çalışan almanlara bir yanıt oluşturmuyor, aynı zamanda türkiye’nin ikinci dünya savaşı’ndaki tüm dış siyasetini özetliyordu:
“ben enver paşa değilim. beni savaşa sürükleyemezler.”
nazilerin rusya saldırısı 1941’in yaz aylarında bitmeliydi. ancak ingiltere’de hava savaşı nasıl bir düş kırıklığı olduysa, barbarossa harekatı almanlar için daha da büyük bir düş kırıklığı oldu. nazi ordusu rusya’dan 1943’e dek çıkamayacak, 1942’de kalkıştığı ikinci büyük saldırı rusya’nın stalingrad şehrinde düğümlenecek ve buradaki alman yenilgisi, savaşın gidişini değiştirecekti.
yukarıdaki gelişmeler yalnızca savaşın değil, türk-nazi ilişkilerinin de gidişi değişti. rusya’daki savaş süresince göz yumulan turancı akım, savaşın nazilere aleyhine dönmesiyle gözden düştü ve cezalandırıldı.
1943 sonrası, almanlar için uçurumdan aşağı yuvarlanmaktan farksızdı. japonların saldırısıyla savaşa girmiş olan abd, ingiltere ve rusya’yla birlikte avrupa’da nazi karşıtı bir işgal başlamıştı. normandiya’ya yapılan çıkartma sonrasında naziler avrupa’da yenilgi üstüne yenilgi aldılar, batılı güçler bir yandan, ruslar diğer yandan nazi ordusunu erite erite ve yok ederek berlin’e ilerledi.
****nazilerle ilişkilerin sonu***
savaşın açıkça nazilerin yenilgisi yönünde gelişmesi, türkiye’nin savaşa girmesi tartışmalarını dindirmek yerine alevlendirdi. ingilizler, nazilerin balkanlar’dan kalıcı olarak atılması süresince türklerin de yardımını istiyordu. türklerin yaman bir pazarlıkla savaştan kaçınması, abd ve ingiltere bloğunu öfkelendirmiş ve ilişkileri durma noktasına getirdi.
türkiye, seçeneksiz olmadığını göstermek için, nazilere krom satışını artırdı. ancak durumlar değişmişti. şimdi, 1939’dan beri ilişkilerin kötü olduğu ve türkiye üzerinde yayılmacı düşünceleri olduğuna inanılan sovyetler birliği, avrupa’nın en büyük gücü olarak nazi ordusunu berlin’e dek kovalamaktaydı. türklerin, belirecek rus tehdidine karşı güvenceye gereksinimi vardı. inönü yönetimi, ruslara karşı kendilerini koruyacak gücün ingilizler olacağına inanmaktaydı.
ingiliz büyükelçisi hugessen, 1944’te,
“menemencioğlu savaşın bitiminde ingiltere ve sovyetler'in birbirine düşeceğini varsayıyor. rusya'nın karşısında türkiye'nin bizim için vazgeçilmez bir müttefik olacağına güveniyor.” diyecekti.
bu yeni koşullara uyarlanmak için türkiye, 2 ağustos 1944’te nazi almanya’sı ile diplomatik ilişkilerini sonlandırdı. savaşın tartışılmaz olarak müttefikler yararına dönmesi türkiye’nin ünlü ‘‘tarafsızlık’’ söylemini gereksiz kılmaya başlamıştı.
avrupa’da nazi egemenliğine son verilmesi ve artık güç dengelerinin abd-rusya biçiminde yeniden kurulması, türkiye’yi konumunu yeniden düşünmeye itti. rusya’yla 1939’dan beri bozulan ilişkilere ve stalin’in türkiye’ye karşı olumsuz, yayılmacı tavırları göz önüne alınırsa, türkiye’nin abd ve ingiltere karşısında yakınlaşabileceği bir ikinci seçenek kalmayacaktı. bu nedenle hem rusya’yla, hem de özellikle abd ve ingiltere’yle iyi ilişkilerin kesin olarak kurulması için, türkiye, savaş sonrası dünyada yer alabilmek ve birleşmiş milletler konferansı’na katılabilmek amacıyla 23 şubat 1945’te almanya ve japonya’ya savaş açtı.
***sonuç***
ikinci dünya savaşı, yarım kalmış emperyalist paylaşımın, ırkçı ve yayılmacı bir devlet olan nazi almanyası’nın yayılmacı politikası ile başladı. daha sonra sovyet birliği ve abd’nin önce avrupa, sonra da dünya üzerinde bir paylaşım savaşına tutuşmasıyla sonuçlandı.
savaş boyunca nazi-türkiye ilişkilerinin temel öğesi türklerin müttefik cephesine almanların ‘‘uygun gördüğünden’’ çok yanaştırılmaması için verilen kesintisiz uğraş oldu. türkiye’nin tüm tarafsızlık politikasına karşın 1939 türk-ingiliz-fransız anlaşmasından tutun ‘’1941 krom anlaşmasına’’ değin tüm keskin dönemeçlerde ingiltere’ye daha çok münasebete girdiği rahatlıkla söylenebilir.
bu kesintisiz uğraşın yanı sıra türkiye, nazi almanya’sının üç ayrı cephesinde özel önem kazandı. balkanlar’daki ilerleme sırasında uluslararası anlaşmaları dolayısıyla türkiye’nin de savaşa girmesi gerekirdi ve nazilerin savaş stratejileri hazırdı bile. bundan kaçınılmasının ardından, süveyş’e yönelik saldırıda türkiye’den asker geçirilmesi düşünüldü ve bunun için yeniden türkiye’nin işgal edilmesi masaya yatırıldı. bu risklere karşın nazi-türk ilişkilerinin bir tür denge içinde yürütüldüğünü söylemek gerekir. rusya’ya saldırılırken türkiye’nin desteğine başvurmak için türklere kafkasya’nın önerilmesi de, ilişkilerin üçüncü evresiydi. buradaki alman yenilgisinin ardından, akdeniz’deki deniz savaşlarında kısa bir evre dışında, nazi-türkiye ilişkileri önce yavaş, sonra hızlı bir biçimde bozuldu ve kesildi.
elbette savaş süresince ilişkilerin nasıl yürütülmüş olduğu, bir devrim ülkesi olan türkiye’yle nazi düşüncesinin her yeri kapladığı almanya arasındaki ilişkileri anlamakta görece küçük bir alan kaplamaktadır. ancak denebilir ki nazi-türkiye ilişkilerinin en önemli sonucu, türkiye’nin bir korku duygusu içinde ingiltere-abd bloğuna itilmesi olmuştur. çünkü nazilerin türkiye emelleri ve beklentileri, türkiye’yi kalıcı bir kaygı durumunda tutmuş, savaşa ve işgale sürekli hazır bulunma zorunluluğu, bağımsız bir devleti dış güçler arasında denge kurmak zorunda kalan bir duruma getirmiştir. bu kalıcı kaygı, nazilerin tarih sahnesinden silinmesinin ve uluslararası çekişmenin abd ile rusya arasında dünya çapında ‘’soğuk’’ bir çatışmaya yol açmasının ardından, türkiye’nin kurtulamadığı bir alışkanlığı olmuş ve türkiye uzun süre kendini koruyacak dış güçler aramıştır. dolayısıyla sovyetler birliğinin yayılmacı düşüncesi ve politikası türkiye’yi batılı müttefiklerin eksenine sokmuş; bunun neticesinde de türkiye’nin emperyalizmle ilişkileri de gün geçtikçe önemini yitirmek yerine çoğalmıştır. bu itibarla; ikinci dünya savaşı sırasında girilen dış siyaset rotası 80 yıldır değişmiş değildir. bu anlamda türkiye’nin o dönemde kurmuş olduğu ilişkiler daha iyi kavranmalıdır. çünkü o dönemde kurulan ilişkiler günümüzde güncelliğini korumaktadır. dolayısıyla şu günlerde eksen sapmasından bahsederken 2. dünya savaşı sırasında türkiye’nin izlediği dış politikayı iyi irdelemek gerekiyor. -
38. 15 eylül 2019 arjantin ispanya basketbol maçı
marc gasol 34, scola 39, sergio llull 31, sergio rodríguez 33 yaşında.
milli takım daveti için telefonu açmayan gavatlar siktirsin gitsin. semih 'e de yaşlandı diye bir şey beklemeyin diyenler ötede dursun, sadece şu adamları izleyin nasıl özveriyle oynuyorlar. milli takım şereftir, namus borcudur, bu adamlar da biliyor gelmemeyi, sakatlanmamayı ama vefa borcunun farkındalar.
t: ispanya'nın winnerlığını konuşturduğu, buraları oynamayı bilen oyuncuları olduğu için ve hakemlerin azcık korumasıyla kupayı aldığı maç oldu.
arjantin' e de emekleri için saygım sonsuz, ekonomik olarak zor durumda olan ülkelerini uluslararası arena da hakkıyla temsil ettiler.
edit: imla -
39. ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı
burada sözde dertleşme amacıyla “kadınlar, hatunlar yeşillendirsin” diyen tüm insancıkları tek tek engelliyorum. onun adı dertlesmek değil. gercekten derdi olan ve dert dinlemek isteyen insan bu şekilde cinsiyetçi bir mesaj kaygısı taşımaz.
şu toplumu bu kadar karsı cinse aç hale getiren eğitim, yobaz dini sistem ve buna sorgusuzca biat etmiş aileler için ne desem boş. -
40. sen çalışma çalışır ikimize de bakarım diyen kız
işler az kötü gitsin, direkt kafanıza kakacaktır.
erkekliğinizden girip, işe yaramazlığınızdan çıkacaktır.
siz siz olun, bir kadına böyle bir koz vermeyin. az da kazansanız bi işin ucundan tutup çalışın. -
41. beş birim sevip üç birim sevilmek
(bkz: tüm birimlerin dikkatine)
-
42. sözlük yazarlarının kızlarına verecekleri isimler
ben bahar piraye koydum, iyi mi?
-
43. fatih koparan
bugün itibari ile dükkânının önünde darp edilmiş. twiterdan paylaştığına göre polis ve emniyet hala ortada yok. ve hala tehlikede.
yok mu yakınlarda biri gidip destek olabilecek? -
44. psişik güçleri olan yazarlar veritabanı
şu başlık bile sözlüğün ne kadar çöpe döndüğünün kanıtı.
başlığın yanında 345 sayısını görünce bu kadar çok kişi varmıymış diye heyecanlanıp başlığa daldım. yazılanların abartısız yüzde 80'i konuyla alakasız, makara yazıları. bu mudur? -
45. ekşi sözlük uyumayan yazarlar veritabanı
burdayım dostlarım. sarma tütüne başladım. yarınki nevaleyi hazırlıyorum. çay tütüyor.
uyumayın. uyursak hepimiz ölürüz. -
46. kişiyi bulunduğu şehre bağlayan şey
iş
-
47. kocalarından kaçan kız kardeşlerin eve dönmesi
18 yaşındaki kız pişman değil bence, söylerken laf olsun diye söylediği belli ayrıca annesi konuşurken inceden gülüyor. birkaç seneye başkasına kaçar.
-
48. avukatların davayı kaybedince ücret iade etmemesi
avukat müvekkil ilişkisi vekalet sözleşmesine dayanır ve vekalet sözleşmesinde işin olumlu sonuçlanıp sonuçlanmamasına bağlı olmaksızın vekil yaptığı iş karşılığı ücrete hak kazanır.
-
49. disket kullanmış efsane nesil
disketten oyun oynamış, ödev yapmış, ms-dos kursu almış nesildir.
-
50. giden yaz mevsimine bir mesaj bırak
"büyük şenlik bittiğinde hep böyle hüzünlenirim belki gelecek seferkini göremem diye."
(the message filminde ebu talib'in mekke'de kurulan panayır sonrası söylediği kelam)