bu sene, cumhuriyet'imizin 100. yılı münasebetiyle şenliklerle ve fener alayıyla gerçekleştirdiğimiz muhteşem bir değişim. gel şimdi bu değişim sürecine nasıl girdik, neler yaşadık ve nasıl gerçekleştirdik anlatayım sana.
her şey bundan 7 sene önce, avrupa'nın önemli tatil destinasyonlarından olan küçük sakin ve seçkin bir tatil beldesinde; şarköy'ümüzde, inşaatı yeni bitmiş bir siteden kutu gibi küçük sevimli ve tatlı bir ev alıp benim de birkaç sene önce hem "lanet gelsin istanbul'unuza da trafiğinize de" deyip isyan etmem, hem de yazım sürecine 1973 yılında başladığım, metaforların ve alegorilerin havalarda uçuştuğu, ilk okunduğunda hemen anlaşılamayacağı için edebiyat dünyasından "ovv movv hikayesini ne kadar da farklı bir perspektifle anlatmış" şeklinde tepkiler alabilecek olsa da okuyan herkesin içten içe "ne sikim bi roman yazmış ya bu şerefsiz hiçbir şey anlamadım" diyebileceği, film yayın haklarını mubi'ye sattığım, 79 yaşındaki bir adamın kalan ömrünü geçirmek için geldiği bir tatil kasabasında kendi iç dünyasına yaptığı üç günlük yolculuğunu anlattığım son romanımı bitirebilmek için kalıcı olarak şarköy'e yerleşmemle başladı.
başlarda her şey çok süperdi; yaz sezonu rengarenk cıvıl cıvıl, kışları da bir o kadar sakin ve huzurluydu. zamanla diğer komşularımız da taşındı tabii hepsi birbirinden tatlı ve değerli insanlardı, günlerimiz denizin güneşin ve kumun tadını çıkararak geçiyordu, bazıları yaşlı olduğu için tansiyonları çıkıp kolesterolleri yükseliyordu ben de onları haftada bir kez doktor kontrolüne götürüp haneme bedava ve ekstra sevap puanları ekliyordum, günler günleri kovalıyordu bu şekilde yıllar göz açıp kapatıncaya kadar geçti fakat zamanla daha önce gözümüze batmayan bazı gerçeklerin farkına varmaya başladık ve bu adeta kara bir bulut gibi gölgeledi mutluluğumuzu. misal apartman kapı şifresi 1453'tü ama neden 1453'tü kimse bilmiyordu, bu teklifi ilk kim yapmıştı neden kabul edilmişti nasıl böyle olmuştu belirsizdi, konusu açılınca da "tamam bi ara bakarız değiştiririz" falan denilip geçiştiriliyordu ama sonra herkes unutuyordu, yalan yok ben de unutuyordum, ta ki bu sene gerçekleştirdiğimiz apartmanımızın 7. olağan genel kurul toplantısına kadar.
evet o büyük gün gelmişti: 23 ekim 2023 sitemizin 7. olağan genel kurul toplantısı başlamak üzereydi. toplantı, sitemizin en yaşlısı ve yöneticisi, emekli emniyet mensubu sevgili nihat amca'mızın evinde denetçimiz emekli maliye müfettişi yasemin teyze ve saymanımız ziraat bankası emeklisi gürbüz amca yönetiminde çay ve kuru pasta ikramıyla başladı, sonrasında ivedilikle apartmanımızın önemli sorunları olan bahçe düzenlemesi, ortak alanın yenilecek olan boyasının rengi ve yeni yönetimin belirlenmesi ile ilgili konular masaya yatırıldı, kimi dedi ki "ortak alanın boya rengi lila olsun" öteki dedi ki "lila ne muzaffer bey çok kir gösterir o gri olsun" beriki dedi ki "gri ne amk sovyet bloğu ülkesi miyiz daha canlı bi şeyler olsun turkuaz falan bi şeyler olsun", böyle böyle 2,5 saat sonunda şampanya rengi gibi vizyonsuz bir renkte mutabık kalıp karar defterine şampanya rengi olarak geçtik yeni boya rengini, diğer konular da halledildikten sonra denetçimiz emekli maliye müfettişi yasemin teyze "konuşacak başka bir konumuz yoksa toplantımızı bitirelim" teklifi sundu, herkes tabii tabii deyip kalkmaya hazırlanırken ben bir deliyürek bir william wallace bir martin luther king havalarıyla ayaklanıp "i have a dream!" diyerek haykırdım, herkes bir anda tam toplantı bitecekken araya son bir soru sıkıştırarak toplantıyı 45 dakika daha uzatan alt kademeden hevesli bir beyaz yakalı yavuşakmışım gibi "ne diyor ya bu mal şimdi" ifadesiyle suratıma baktı ama alınmadım hiç, ben bu yola çelik zırhımı kuşanarak çıkmıştım ve her şeye hazırlıklıydım çünkü, hiçbir şey zarar veremezdi bana.
sol yumruğumu havaya kaldırarak dedim ki; "bizim bu apartman kapısının şifresi neden 1453 dostlar, bakın aramızda benden başka istanbul'dan gelen bile yokken neden 1453? sen dedim nevzat amca, sen ankaralı değil misin, ankara'nın ayazından buraya gelip seni temmuz ayında sahil kumlarına gömdüğümüzde 'valla kemiklerim ısındı çocuklar eki eki' diyerek sevinmiyor muydun? ya sen nihat amca, sen de bolulusun ve son görev yerin olan eskişehir'den emekli olur olmaz buraya kaçmadın mı hemen, geldiğin sene de yönetici seçmedik mi seni? ya siz yasemin teyze, apartman hanımlarıyla buluştuğumuz altın günlerinde memleketiniz muğla'yı 'muğla şöyle süperdir muğla böyle şahanedir' diye övmüyor muydunuz bize kısırlarımızı yiyip çayımızı yudumlarken, şimdi sorarım size neden biz evimize girerken 1453 şifresiyle giriyoruz, bize ne istanbul'un fetih tarihinden ben istanbul'dan kaçıp gelmişim ama hala istanbul'un fetih tarihiyle geçiyorum kapımızdan, ben istanbul'dan çıktım ama istanbul benden çıkamadı hala gelin bundan vazgeçelim ve ortak bir değerde buluşup türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu, anafartalar ve yıldırım orduları komutanı ebedi ulu önder gazi mareşal başkomutan mustafa kemal atatürk ve aziz silah arkadaşlarının armağanı olan cumhuriyet'imizin 100. yılı şerefine apartmanın kapı şifresini 1923 yapalım! ne dersiniz dostlar?" diye sordum.
aman allahım. aman allahım! bu kopan bir alkış tufanı mıydı yoksa israfil sur'una üflemişti de kıyamet mi kopmuştu bilmiyorum ama kulakları sağır eden bir ses bir uğultu yükselmişti, sağıma baktım gürbüz amca duygulanmış gözlerinden yaşlar süzülüyordu soluma döndüm yasemin teyze "sana yedirdiğim kısırlar helal olsun evladım sen ne güzel kalpli bi çocukmuşsun aferin sana" deyip şefkatle sırtımı pıtpıtlıyordu, yöneticimiz nihat amca "haklısın oğlum hata bizde, aferin bize doğru yolu gösterdiğin için" deyip bu değişim sürecinin şerefine 1 dakikalık saygı duruşuna davet ettikten sonra karar defterine "apartman kapı şifresinin 1923 olarak değiştirilmesi teklifi oy birliğiyle kabul edilmiştir" yazıp toplantıyı alkışlarla sona erdirdi. unutulmaz bir andı. evet.
syd17 profili
-
apartman kapı şifresini 1453'ten 1923'e çevirmek
-
genç werther'in bazı konuları gereksiz abartması
beni ziyadesiyle üzen, tenimi acıtıp ruhumu örseleyen ve yazımı kışa çevirip hayatı sorgulamama neden olan bir abartma bu. biliyorsunuz genç werther'in acıları 136 sayfalık bir kitaptır ama genç werther bazı şeyleri o kadar abartır o kadar abartır ki kitap sanki 1136 sayfa gibi gelir okuyucusuna, bitmez bir türlü genç werther'in yavşak yavşak sızlanmaları yakınmaları, okudukça daha da boğar duvardan duvara çalar insanı, hatta ben ilk okuduğumda "senin ben aşkının ızdırabını sikeyim genç werther" deyip yarıda bırakmıştım kitabı, yarıda bıraktım dediğim de 25. sayfada falan bıraktım aslında tam bi yarıda bırakma bile değil, genç werther'in ne menem ne kaknem bi at kafası olduğunu anladığımda bıraktım diye hatırlıyorum ilk okuma denememde.
hayır yani aslında bırakmayayım bırakmayayım dedim ama anlamıyorum birader sen ne yapışkan bi adamsın, hem gidip bile bile nişanlı bir kıza yürüyorsun hem de kız sana yüz vermeyince türlü türlü hezeyanlarla bi rahatsız etmeler haftalarca mektuplar yazıp taciz etmeler bilmem neler, ırz düşmanı mısın olm sen arsız mısın neden böyle yapıyorsun, bak kız seni şikayet etse en az 2 yıl hapis cezası alır onda da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kapsamında adli kontrol şartıyla serbest kalır en iyi ihtimalle lotte'ye 500 metereden fazla yaklaşmama cezası verirdi mahkeme sana hayatın kayardı ama sen hala mahsülü yanmış köylü gibi eşeğini kaybetmiş muhtar gibi "lotte de lotte" diye ağlayıp sızlıyıp deli deli hareketler yapıyorsun birader adam ol artık git biraz bukowski oku kendine gel, senin yaşıtların evlenip çoluk çocuğa karışıp hayat gailesine düştü sen hala deli gibi hayali arkadaşlarına mektup falan yazıyorsun mal mısın olm sen?
bak kardeşim tamam hadi kendine hakim olamadın gönlünde başka biri olan bi kadına aşık oldun, hadi insanlık halidir oldu diyelim ama baktın işler senin hayal ettiğin gibi olmuyor efendi gibi aşkını kalbine göm önüne bak git hayatını yaşa, misal git oktoberfest'te takıl ye iç yeni insanlarla tanış kafan dağılsın biraz ya da ne bileyim "ben bu işleri bıraktım artık" deyip evkafta bi memuriyet kovala, hatta biliyorsun hariciye nazırı da babanın yakın arkadaşı mesela araya onu sokup fransa sefirliğinde bi ataşelik falan ayarlar biraz uzaklaşırsın buralardan sana da iyi gelir iş güç derken unutursun gider, neden hemen intihar ediyorsun? tamam hadi diyelim intihar ediyorsun neticede senin hayatın senin seçimin ama neden götelek bi insan gibi kıza psikolojik baskı yapıp kendisini suçlu hissettirip vicdan azabı çektirmeye çalışıyorsun vay efendim senin yüzünden ölüyorum yok efendim ölümün şarabını senin ellerinden içiyorum diye antin kuntin şeyler söylüyorsun, niye her şeyi bu kadar abartarak uçlarda yaşıyorsun kardeşim sen senin hiç mi eşin dostun yok "napıyon olm sen kendine gel" deyip ağzına iki tane çaksın, hiç mi ananı babanı düşünmüyorsun onları da üzüyorsun, annen mahvoldu senin yüzünden ilaçlarla ayakta duruyor kadın, baban desen kaç yaşında adam şu yaptıklarının utancından çarşıya çıkamıyor günlerdir "biz nerde hata yaptık hanım" diye diye kendini yiyip bitiriyor, yakışıyor mu olm sana böyle takıntılı bi ruh hastası gibi davranmak, lanet gelsin sana da senin bu platonik aşkına da, burnumuzdan getirdin valla, şu güzel sonbahar mevsiminde şu uçsuz bucaksız çayırlara ekose örtümüzü serip hasır sepetimizden çıkardığımız baget ekmeğimizi peynirimizi yiyip şarabınızı içerek piknik yapacakken seninle uğraşıyoruz aylardır, bizim senden başka derdimiz yok mu olm tüm kasaba işi gücü bıraktık seninle uğraşıyoruz, ne hayırsız ne vicdansız ne laftan sözden anlamayan bi adammışsın birader sen.
bak senin gibi bir de raif efendi vardı mesela, hep aynı kafasınız olm siz, sizin bu aşamadığınız iç sıkıntılarınız bunalımlarınız ve varoluş sancılarınız şuramıza kadar geldi artık yapmayın böyle, nolur yapmayın artık, bıktık valla. evet. -
ortaokula emekli memur kıyafetiyle gidilen dönem
o zaman ortaokul vardı, hala var mı bilmiyorum, öncesinde de ilkokul vardı 5 senelik, sonra 3 senelik ortaokul sonra yine 3 senelik lise vardı ve çok enteresan bir dönemdi; lacivert ceket, mavi gömlek (opsiyonel olarak beyaz gömlek), lacivert kravat ve gri pantolonla herkesin birer küçük bülent ecevit herkesin birer emekli memur olarak ortaokul kariyerine devam ettiği insanın tenini acıtan ruhunu örseleyen ve yazını kışa çeviren enteresan günlerdi, ortaokul diyorum ama liseye de böyle gittik, ayrıca ilkokulda giydiğimiz siyah önlükleri saymıyorum bile bilen bilir, şimdiki gibi böyle cicili bicili insanın içini açan ruhunu ferahlatan kıyafetler yoktu o yıllarda, okula mı gidiyorduk sovyet bloğu ülkelerinde çalışma kamplarına mı gidiyorduk belli değildi. gerçi bizden önceki nesil de askeri darbenin etkisiyle asker şapkası takıp gidiyorlarmış okula böyle düşününce yine haline şükrediyor insan, 1 metrelik bir boyla ve kafada kocaman bir tören şapkasıyla 3. kolordu komutanının lego oyuncağı gibi de gidebilirdik okula, beterin beteri var. evet.
-
klasik rus romanlarındaki 5 senedir giyilen palto
klasik rus edebiyatında roman karakterinin fakirlik seviyesini anlatırken kullanılan "andrey fyodoroviç bazarov 5 yıldır yeni bir palto alamıyordu kendisine ve cebinde kalan son 3 kapikle simit almak fırına gidiyordu" açıklamasında geçen paltodur kendisi ama açık konuşmak gerekirse bana çok da fakirlik gibi gelmiyor artık ya bi paltoyu 5 yıl giymek, hatta ben "5 yıl çok normal lan bi palto 7-8 sene giyilir bence" diyorum artık bi palto olmuş kaç lira. evet.
-
motor parçalarının ismindeki muazzam tatlılık
beni ziyadesiyle mutlu eden naif bir olay. mesela parçalara bakıyorum birinin ismi emme manifoldu diğerinin ismi endüksiyon bobini ne bileyim eksantrik mil var triger kayışı var, acayip güzel isimler, insan olduğu halde böyle güzel isme sahip olamayan canlılar var şu hayatta şaşırmamak elde değil, böyle bir gerçek varken motor parçalarının ismindeki bu tatlılık gerçekten tebessüm ettiriyor. evet.
-
burcunu bahane ederek yapmadığı itlik kalmayan tip
tam bir soyka, tam bir musibet tip. yapmadığı itlik uğursuzluk kalmıyor, lan sen niye böylesin amınakoyım diye sorunca da "hafız ben akrep burcuyum, o yüzden böyle yavşak yavşak hareketlerde bulunuyorum kusura bakma" diyor. lan at siki ne alakası var şimdi burcunla, götlük senin içine işlemiş akrep burcu olmanla ne alakası var. hadi hepsini geçtim, baba seni zaten nüfusa altı ay geç yazdırmış amınakoyım, akrep burcu bile değilsin normalde. yalandan ne artislik yapıyon bilmiyoruz mu sanıyon. akrep burcuymuş da karakteri böyleymiş de. lan olm insan akrep burcu diye uyuyan insanın götüne yumurta akı döküp sabah da "abi gece uyku sersemi sana kaydım galiba ben ya" şakası yapar mı, sonra dayak yiyince vay efendim ben şaka yaptım. hayır boşuna yumurta israfı, omlet yapardık onunla. evet.
-
bir embriyonun zamanla ismail türüt'e dönüşmesi
benim için gizemini yıllardır koruyan, aklımın hiçbir zaman kabul edemediği oldukça kaotik bir konu. zira bakın ey romalılar, ey arkadyalılar bakın! bu sıradan bir embriyo, bu da bildiğiniz ismail türüt. ya hu ne alakası var şimdi? soruyorum lan ne alakası var!! embriyoya bakıyorsun böyle sıradan, halim selim, işinde gücünde. "lan biraz daha gelişsem de büyüsem, bebeklikti okuldu mokuldu işime gücüme baksam artık" tadında bir embriyo; diğerine bakıyorsun, bardaktan boşanırcasına terlemiş, varlığının izahı mümkün olmayan bir ismail türüt. böyle masumane bir embriyo nasıl olur da ismail türüt'e dönüşebilir anlamak mümkün değil. bu nasıl bir sır, nasıl bir muamma, nasıl bir doğa felaketi anlayabileceğimi de zanetmiyorum bu yaştan sonra. pes! eminim bilimin de buna verebileceği mantıklı bir cevabı yoktur, en sonunda "yaradan böyle yaratmış işte kardeşim" deyip ateizmin çökmesine neden olacaklar. ayıp ya. vallahi ayıp. evet.
-
avrupalıların ortadan ikiye yarılan ay'ı görmemesi
avrupalıların gavur kalmasına neden olay üzücü bir durum. hayır tam tepende kocaman ay ortadan ikiye yarılıyor ama sen nasıl görmüyorsun anlamıyorum ben. hadi amerikalılar görmese anlarım, adamlar daha keşfedilmemiş ama bir londralı bir amsterdamlı ya da ne bileyim bir parisli nasıl görmüyor inanılır gibi değil. altı üstü kafanı kaldırıp gökyüzüne bakacaksın amk, onu da yapmadıysan eğer diyecek sözüm yok sana; lanet olsun. evet.
-
sabah götü yanmış gibi bağıran gizemli hayvanlar
beni şu hayatta en çok meraklandıran hayvanlardır. martı olsun köpek olsun karga olsun kedi olsun hepsinin böyle enteresan bir özellikleri var. sabah 5 gibi falan ne oluyor bilmiyorum, artık cin mi görüyor peri mi dokunuyor bunlara ne oluyor anlamıyorum, başlıyorlar hep bir ağızdan bağırmaya. ya tamam siktiniz attınız uykumu o sorun değil ama insan korkuyor amınakoyım ya uykulu uykulu, öyle bağırılır mı lan? siz uyurken ben sizin dibinize çöküp "holalalaeeyyyeyeye ukulele ukulele!!!" diye bağırsam hemen ısırırsınız ama. hadi hepsini geçtim, ya siz sakin sakin dururken neyin gazına geliyorsunuz arkadaş anlamıyorum ki, piçliğine mi yapıyorsunuz nedir, aklıma gelen tek mantıklı açıklama bu. birkaç defa gözlemledim sizi, biriniz başlayınca hepiniz başlıyorsunuz bağırmaya. lan komşunun köpeğine sorsan, "valla martı hulki abi bağırınca ben de bağırmaya başladım, beni gören kedi hüsrev de bağırmaya başlayınca ortalık karıştı biraz" diyecek bana. yok çünkü başka bir açıklaması yok amınakoyım. evet.
-
gelir düştükçe artan kilim desenli apartman sayısı
ne yazık ki istanbul'un çomarland olmasına neden olan bir olay. bildiğiniz üzere gelir düşüyor, kilim desenli apartman sayısı artıyor; gelir yükseliyor, kilim desenli apartman sayısı azalıyor. gelir düşüşü ve artışı kilim desenli apartman sayısını direkt etkiliyor görüldüğü gibi. endişe verici bir sayı. evet.
-
ay teyzesi o börek sevmez denilen toraman çocuk
13 yaşında 73 kiloluk bir toraman, al yanaklı koca kafalı bir çocuk. ay teyzesi o börek sevmez falan deniliyor ama verseler teyzeyi bile yer amk böreği sevmez mi hiç. ayı bir çocuk. evet.
-
kocaman tabağa yarım kaşık yemek koyan restoran
şimdi isim verip rencide etmek istemiyorum fakat ben bunların amınakoyım. çok netim bu konuda. çok karaktersizler. allah sizi inandırsın bir tabak getiriyorlar tabak tabak değil bilardo masası amınakoyım, böyle bir tabak yok. kocam. 42 dönüm tarla adeta. ufuktan tabağın yaklaştığını görünce zannediyorsun koca deveyi pişirip getiriyorlar ama masa tabağa yaklaşınca bi bakıyorsun kahve fincanı kadar et, kenarına da sosla çizilmiş 12 parçalık şerit var. tabağın %93'ü boş. ben böyle ibnelik görmedim hayatımda. bir de boş tabak için hesap getiriyorlar. ulan yemeği bile arkadaş parmağıyla gösterdi bak şurada diye, o devasa boşlukta yemeği bulamadım ben ne hesabı. yazıklar olsun. garip bir yer. evet.
-
30 derece sıcakta otobüs pencerelerini kapatan tip
insanın kendisini auschwitz toplama kapmına gidiyormuş gibi hissetmesine neden olan bir tip. otobüse biniyor ve tüm pencereleri tek tek kapatıyor. niye kapatıyorsun deyince de üşüyorum diyor ayı. ama hava 30 derece, nasıl üşüyor belli değil. tuhaf biri. evet.
-
istenilen ülkede yaşamaya izin vermeyen sistem
çok tırt bir sistem. misal hollanda sınırına gidip de kapıdaki görevliye "birader ben bundan sonra burada yaşamak istiyorum, şehir olarak da amsterdam'ı seçtim kenara çekil de geçeyim" dersen izin vermiyorlar. neden vermiyorlar bilmiyorum. ya bu amk big bang'i siz kafanıza göre toprakları paylaşıp istediğinize izin verin istemediğinize vermeyin diye mi patladı anlamıyorum ki ben. milyonlarca yıl karadelikler yıldızlar patlasın tonlarca enerji açığa çıksın helyumlar hidrojenler sayısız elementler oluşsun karbon meydana gelsin karbondan canlılar türesin yaşam başlasın, sonra sana "ben hollanda'da yaşamak istiyorum" deyince bana ağzını yaya yaya "oo fuck you bitch" de. senin ben fuck you bitch'ini sikerim şerefsiz evladı. çekil git yolumdan. gören de dünya ufak ufak oluştuğunda bunun dedesi sudan ilk çıkıp hollanda'yı kurdu sanacak amk artisliğe bak. yazık. evet.
-
hayata 1-0 önde başlayıp 5-1 geriye düşmek
üzücü bir durum. hayata 1-0 önde başladım diye sevinirken bir bakıyorsun 20 sene içinde 5-1 geriye düşmüşsün. farkın daha açılmayacağının da garantisi yok. hayata önde basıp tam saha pres yapılarak fark kapatılabilir ama belli de olmaz ne olacağı. göreceğiz. evet.
-
tüm hayallerden vazgeçip memur olmaya karar vermek
sikerim dünya turunu da everest'e çıkmasını da deyip kpss'ye girerek gerçekleştirilebilecek muazzam bir olay. çok akılcı. evet.
-
karadan gemi yürütüldüğünü görmeyen bizanslı gözcü
gözüne eşekler sıçmış bir gözcü. bakın doğrudur değildir bilemem, doğru olabileceğini varsayarak konuşuyorum: şimdi az değil 70 tane kocaman gemiyi alıyorsun önce tophane'den tepebaşı'na yürütüyorsun, oradan da kasımpaşa sahilinden denize indiriyorsun. bakın 70 gemi, yüzlerce asker, at, eşek, katır, deva. gece vakti yakılan meşalelerden falan hiç bahsetmiyorum bile. peki be amınakoydumun soykası seni, sen nasıl gözcüsün lan, sen nasıl göremiyorsun koca koca gemileri anlamıyorum ben. koca bizans ordusu seni oraya bostan korkuluğu diye mi diktiler olm neyin peşindesin lan sen. olm adamlar kayık sandal falan yürütmüyor ya gemi yürütüyor gemi, baya koca koca tahtalardan yapılmış eşek kadar gemi yürütüyor. sen ne yapıyorsun? kulede oturmuş çorba içiyosun belki de. ya da ne bileyim çay belki de. fatih de karadan yürütsün gemileri. fatih kim ki. ondan sonra vay efendim koca ülkeyi niye kaybettik biz. e böyle gözcüyle kaybedersin tabii, normal. götü kaybetmediğine dua et. mal amk ya. evet.