snegurochka22
profili

  • acun ılıcalı'nın parayla mutlu olunmaz demesi

    sen kıçı kırık ingilizcen ve nerden geldiği belli olmayan torpilinle yıllarca uçaklara atlayıp brezilya plajlarında şu anda yancılığını yaptığın vıcık vıcık organizmanın engellemediği rahat yayıncılık ortamında brezilyalı kadınların götüne zum yap, yetmesin tacizini eli sikinde kameramanınla ver ar yu fırom, ay em törkish iletişimiyle sürdür, sonradan girdiğin esrarengiz yollarla servet edin, her şeyin şaibeli olsun, sonra da para mutluluk getirmez gibi ekşimiş bir klişeyi servis et.
    karı kız işlerinde dibi görüp servetinin trilyonda birini falan kaptırıp çark ederek kendi kılıklı barzolarla tavla, bilgisayar oyunu oynaya oynaya akli melekeleri kaymış iyice.
    hassiktir ordan kola türkacı samimiyetsiz. göt çatalı zumlamakta bile yalancılıktan iyiydin, ağızlara bak, sanki bana inzivaya çekilmiş derviş.

  • kadın tek başına 90 km gidemez

    sakalı koyun yağlı, erken ortaçağ arabistanında yaşayan adamın tekinin nikahlayıp evine kokuşmuş et gibi istiflediği, sıram gelince kopası sikini içime soktuğu dördüncü karısı falan değilsem pek itibar etmeyeceğim açıklama. bak bak, "ama yanında oğlu kocası olmadan" gibi garabet bir hoşgörücük de sıkıştırılıvermiş araya, oğlunuza ayrı kocanıza ayrı koysunlar, gönülleri kalmasın. ha bir de şey var: "inanmıyorsunuz zaten bunlara. size ne, niye kötülüyorsunuz?" yaşarken hayatını kabusa çevirdiğiniz, dünyayı burkadan açılan gözleri kadar görmesine izin verdiğiniz ve başka bir hayatın mümkün olduğunu düşünmekten bile korkan kadınlar, kız çocukları söz konusu olunca inanmamak çare değil maalesef: ben istersem doksan değil dokuz bin km gezebilirim, kişisel özgürlüğüm, ama bunun kimseye faydası yok. bu laftaki bariz aptallığı ve kötü niyeti, bu ve benzeri kalibredeki zırvalıklar, soytarılıklar doğrultusunda kafese tıkılmış gibi yaşayan kadınların iç sıkıntısını anlamama engel değil inanmamak. böyle bir inancı aklım kabul edemez, etmez. bunu savunanla da barış içinde aynı ortamı paylaşmam düşünülemez. bunlara kafa yoran savunan radikal islamcılar, örgütlenmeler, inananlar ise gizli şeriat hayranları, henüz ful kapasite olmuyor gönülleri, iç çekerek afganiztan, pakistan tipi toplum hülyaları görüyorlardır geceleri muhtemelen. zaten inancının ahlak boyutuyla daha çok ilgili bir inanan da böyle abukluklarla uğraşmıyor, türbanlı kızı, karısı çalışıyor, seyahatini ediyor. ama işte gericilere yetmiyor bu kadarı, yetemiyor.

    çok sorulmuş ama tekrarlamadan da edemeyeceğim neden 90? arapçı kardeşlerimiz buna bir devenin hörgücündeki suyun boşalma süresinde kadın gidip gelmiş olmalıdır, bu da 90 km ye tekabül eder falan gibi funky bir sebep uydurmuşlardır eminim. sorsan bunu savunan ve eminim içten içe gerçekleşmesini gönülden isteyen tekinin karısı bugün bahçelievler'de cipinin içinde tüm trafiği kilitledi, yanında da oğulceğizi ya da neo islamcı kocası falan yoktu, nasıl derler rahat tavırlarıyla da dikkat çekiyordu. duruşundaki vakardan henüz sekseninci kilometrede olduğunu anladım.

    kıyamete inanmıyorum ama dinci ya da dini makamı temsil eden, bundan nemalanan biri yaşadığı çağla uyumlu, akıllı, insana saygılı tek bir laf ederse ertesi gün kopacak bence.

  • içilen en berbat içecek

    baklavaları çıkmış, sabahları yabanmersinli, badem unundan yapılmış keto pancake yiyen 47 kilo ve 1.70 üstü boya sahip güzel hemcinslerimin içtiği gubidik ve şaibeli yeşil renge sahip her sıcak içecek.
    yeşil çay, mate çayı, ginkgo biloba çayı vesaire, nefret ediyorum, hele yeşil çay, bin kez denedim ölecekmiş gibi hissettirdi. jüri özel ödülü ise ankara ayaş kaplıcası tuzlu sıcak şifa suyuna gitsin, tadını anımsayınca şu an bile kusasım geliyor. güya aç karına içilince tenya, solucan döküyormuş. bağırsağımda pitonla yaşarım daha iyi.
    kim buz gibi bira varken tadı metale, küfe benzeyen kaynar, mide yakan şeyler içer ki, neden cidden?

  • parkta yiyişirken polise yakalanan çift

    publicsexseverler derneği onursal başkanı sayılırım, o yüzden izninizle böyle estetik fukarası ve erotizmi çukurda bir acemiliği nadir gördüğümü beyan etmek istiyorum.
    kızım önce etek giy, bu bir, millet oraya sırtını koyuyor, ayakkabılarınla dayanma eşek sıpası, bu iki, seni tutarken düşürecek gibi yapan, öpmekten aciz, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen vitaminsiz erkeklerle en dolu libidolu günlerini heba etme, bu da üç.
    oğlum sana gelince paçalarından kolpalık akıyor, zaten tekniğin aşırı zayıf, kızı geride bırakıp kaçarken görülen halin ise derhal dehlenmen gerektiğine işaret ediyor.
    ve bank detayı, emekli misiniz nesiniz lan, bank nedir? bankta canı kanı çekilmiş götle otururken son maaş zammı ya da en iyi tansiyon aleti markası konuşulur, +70 muhabbetler çevrilir. bu yaptığınız hele de bu stille yapılmaz. çalı, funda dibi çimen bulacaksınız geri zekalılar.
    eskiden public sekse giderken en şık bol uzun etekler, elbiseler giyilir, gömlekler derin dekolteli olur, dantelli çamaşır eksik edilmez, batma riskine karşı takı takılmaz, mıncıklamayı engelleyeci kot ise zinhar ayıp sayılırdi, beyler de eşit ölçüde şık olur, fötr takar, parfüme bulanır, ortamdaki en kuytu köşeleri ön etüd eder, yakalanma halinde ise duruma hakim olacak raconu bilirlerdi.
    bu görüntüler beni fevkaladenin fevkinde müteessir etti, yazıklar olsun, genşlerde yol yordam kalmamış, yeni nesil nereye gidiyor...

  • alkolün insana kaybettirdikleri

    ilk önce şu var: bu ülkede alkole patlayıcı madde ya da ağır narkotik muamelesi yapılmasını anlayamıyorum.
    biri bazı yazılanları okusa ülkenin musluklarından alkol akıyor, türk insanını da verandasında leş gibi kolsuz, üstünde pussylover yazan, gevşemiş tshirtüyle oturup yanına altılı birayı istiflemiş ya da viskiyi şişeden içen redneck billy veya yemyeşil, huzurlu köyünde yarın korkusu olmadan sakin ama istikrarlı biçimde akşamları usul usul çeken avusturya köylüsü felix tadında yaşıyor sanır.
    lan ne kadar içiyoruz da ne kaybedeceğiz, neyi kaybedeceğiz en başta? daha aldığımız alkolü hele kadınsak şangırdatmadan taşımak için şekilden şekile giriyoruz, duyuyorum apartmana sokarken sorun yaşayanlarımız bile var, ülke öyle bir örümcek bağlamış ki bira alırken tekelci milli kahramanmışım gibi bakıyor.
    parası zaten apayrı dert, ha bak en çok kaybettirdiği bu. bugün alkol alışverişi yaptım mesela, direkt mazi canlandı, hemen bir eski-yeni kıyası, alamancı gibi öğroya, dolara, vesaireye çevirme, ufak keyfin her ay ödettiği bedel, akabinde gelen evi yanarken çömelerek izleyen kasketli dayı çaresizliği.
    bu arada içkinin derdi de hep bu içmeyenleri alıyor, o da apayrı tuhaflık. üste bir dolu para verip bir de geyik çekmeyi hiç sevmiyorum. neleri kaybediyormuşuz bak sen:) ben hiçbir şey kaybetmedim mesela. içince içinizden canavar çıkıyorsa ve öfke kontrol sorununuz varsa muhtemelen ayıkken de böyle olduğunuz içindir. beyin hücrelerini öldürdüğüne, erektil disfonksiyona, karaciğer yağlanmasına dair bilmem ne diye makale falan dayamayın zaten alkole o kadar düşkün insan bunu iplemiyor, ipleyen de işte ömrünü anti alkol propagandasına adıyor. hem içip hem kötüleyenleri ise asla anlamıyorum.
    içkiyi seviyorum, alkolik değilim ama sağlığım elverdikçe ve canım çektikçe keyifle içiyorum, içeceğim. dünyanın en pahalı arabasına binip en pahalı yakıtını kullanan ve en pahalı içkisini içen insanlarız biz, bişiy olmaz. tersini iddia edenin evine içine 3 adet becks koyduğum siyah leş kokulu poşetimle dalar orda içerim, yeter ya, rahat bırakın bizi. bir de içki kötülüklerin anası falan değildir, sözlüğü yeşilay propaganda bürosuna çevirdiniz yeter:) iki keyif yapacağız, kulak tözümüzde bik bik bik. size ne? ağzınızdan zorla mı akıtıyorlar anlamıyorum ki.
    hem zaten neydi: "zehir değil doz öldürür."
    afiyet olsun.

  • pandemide kişiyi mental olarak ayakta tutan şey

    en önemli ayakta tutanım yürümek, evimin olduğu yer uygun, olmasa ne olurdum düşünmek bile istemiyorum. günde on altı bin- on sekiz bin adım arası yürüyorum. ve dipdibe apartmanlarda oturan yaşlıları, balkondan hüzünle dışarıyı izlemelerini falan düşündükçe kahroluyorum, o iki yaşlıdan biri annem, biri babam zaten, hele babam iyice mahzunlaştı, çocuk gibi bişiy oldu. inanamıyorum geldiği hale. çocuklar desen ayrı dert, kanları kaynıyor ve tıkılı kaldılar ama onların yaşanacak hayatı var daha, bu biraz teselli ediyor. yaşlılar ve sağlık çalışanları içinse çok üzülüyorum.

    bu ülkede ve tabii dünyada tam kapanmak diye bir şeyin olamayacağını, bunun imkansızlığını keşfedebilecek kadar akli melekeleri yerinde olan, hiçbir sike derman olmayacak göstermelik garabet yasakları obsesif biçimde savunmayıp insanların fiziksel ve mental sağlığını koruyacak gerçek tedbirlere kafa yoran insanlarla konuşmak yaptığım ikinci şey.

    kısıtlamalardan, insan olmanın özüne aykırı yasaklardan son derece memnun, bahçede tek kişi yokken bile çift maskeyle oturan köle ruhlulardan uzak duruyorum ayrıca. işime de geliyor zaten, kıymetli varlıklarına bişiy bulaşmasın aman, yirmi yıl daha yaşarım ben böyle. delirecekler haberleri yok, sağa sola sataşanlardan, güzelim bahar havasında on metre ötede yürüyenin maskesinin nizami usulde takılmadığını görerek avaz avaza hijyen dersi veren tiplerden bıktım. ha dışarda mı geziyorlar, garip biçimde evet, hem ölesiye korkup hem gezmek nedir allasen? hani seviyorlardı, bayılıyorlardı tıkılı kalmaya bunlar?
    yaşamayı en az siz kadar seviyoruz arkadaşlar, çirkefliğinizi, dayatmacılığınızı ve öfkenizi bu şekilde yaşamamızın mimarlarına karşı topluca sesinizi yükseltmeye kanalize edin. covid vakaları everestteyken kapalı ortamda yavşak yavşak partileyen düşük zekalılar kadar gıcık kapıyorum bunlara. git onlara çemkir bakalım yiyorsa, siyasi toplantılar, bu ülkenin cenaze, ev ziyareti, nişan bok püsür kısacası sosyal toplanma pratikleri zaten apayrı bir çıldırma sebebi. ama yok, bacanağının abisinin cenazesine katılır, yetmez taziyesine gider, bunu da kar sayar, gelgelelim parkta senden yirmi metre ötedeki insana konuşursun. sağlık çalışanları falan da umrunda değil bunların, varsa yoksa kendileri. zaten neydi, covidi hep başkası bulaştırır, bizim eylemlerimiz sonucu olamaz...
    ha bir de fikrimi belirtince şu gerizekalı lafı duymak istemiyorum: "yani şimdi covid yok mu diyorsun?" be sığır, be mal değneği, ben düzdünyacı, trumpçı, üçgen peynir görse illuminatiden işkillenen komplocu muyum? ben sadece diyorum ki her yasak, kısıtlama anlamlı değil. git biraz bant çekilmiş don reyonu izle markette, belki noluyor lan dersin.

    başına gelirse görürcüler için, covid geçirdim. ve inanın ya da inanmayın kısıtlamalar kadar yıpratmadı beni.

  • maske kullanımının covid-19 sonrası sürecek olması

    o kadar ama o kadar tiksinip nefret ediyorum ki maskeden, bildiğin kinliyim. iki yıldır tansiyonum yükselmiyordu, mutluydum ve son derece rahattım. ama artık değilim.
    üç ay evvel iş yerine yeni kişilerin gelmesi ile dört kişilik odaya geçtim ve maske hiç çıkmıyor, daha önce iki kişiydik, masam cam önündeydi ve cam aralıktı, diğer arkadaştan da uzaktım. maske takmıyorduk sürekli. artık bu imkansız, havasızlıktan tansiyonum 17/12' ye yükseldi geçen hafta, hayatımın en yüksek noktası. nefes alamıyorum, boğuluyorum, kalbim çarpıyor, başım çatlayacak kadar ağrıyor ve bunun tek sebebi oksijen azlığı. doktora gitmem gerek, muhtemelen tansiyon ilacına bağımlı hale geleceğim. bunu düşünmek olan sinirimi artırıp mevcut tansiyonumu iyice yükseltiyor. bunları yazarken bile geriliyorum. tek nefes aldığım yer evimin burada kır havasında yürümek. ona da başıboş köpekler dadandı tadı kaçtı.
    etrafımda geçen yıldan beri üç kişi genç yaşta kalpten öldü, pezevenk virüs beni de kalpten ya da tansiyondan götürecek, bu soğukta cam açık yatıyorum nasıl gerildiysem, hayattan nefes alacaklı gibi hissediyorum. psikiyatra gitsem koronadan ruh hali bozulmuş yüz binlerden biri teşhisli olacağım ki doğru, ilaç bile verse hangi ilaç maske takacağım gerçeğini yok saydırabilir ki?

  • saç telleri yastığa değince uyuyan insan

    nasıl uyuduğumuzu sormuşsunuz, cevap veriyorum: sığırca, ayuca, malca.
    hele bir de cam sonuna dek açık, esinti varsa ve çarşaflar o gün yıkanmışsa yatağı görünce ayakta bile uyuyabilirim at gibi.

  • bütün evi ikea'dan döşemek

    ikea kullanmak, yani adları ikke hokke, ebba bergström, matteo lindgram falan olan, hepsinin tipi de ve tasarımları da birbirine benzeyen tasarımcıların kafasından çıkmış eşyaları eve doldurmak benim için izlemesi keyifli ama bitince de bir garip tat bırakan bir iskandinav filmi izlemek gibi. hep izleyemem, ama o an hoşluk verir.
    fazla ıvır zıvır dolu, korkunç biblolu hilkat garibesi evler gibi fazla "ikea" evler de kabusum şahsen. bir de herkes nasıl dizayn falan diyor ama ben gerçek hayatta zevkli bir dekor anlayışı içinde ikea'dan alınanlarla döşenmiş ev görmedim. sıkıcı zaten tüm ev ikea. birbirinin aynısı olan steril hayatlar. hatta bununla ilgili bir karikatür de vardı, kim kimin evinde bilemiyordu girenler. buna dair bir gönderme den brysomme mannen filminde de vardı, hayal meyal anımsıyorum. sonsuz bir araf/ cehennem birbirine benzeyen evlerde, benzer eşyalarla ruhsuz yaşayan insanlarla doluydu ve her dekor, insan, tavır birbirinin aynısıydı. konforun tekdüzeliği.
    tüm ev aynı olmasın, eklektik bir tarz oluşturayım derseniz o da pek olamıyor: bizim sitelerden alınma vitrin mi desem, istikbalden alınma saçaklı yastıklı koltuk mu desem bişiy ikeayı da çıfıt çarşısı malına çeviriyor.
    meşhur tv ünitesi tasarımcısı olaf svensson görse ağlardı bizim evlerdeki ikea kullanımını. o kim demeyin, ben de bilmiyorum ama yüzde doksan vardır öyle biri . "işlevsellik ve bel köküne inen höljes meşe odununun dayanıklılığını birleştirip evinizin konforu için tasarladım" falan demiştir. evet, 1.92 boyunda, ölümüne sarışın, beyaza yakın mavi gözlü, 54 kilo, sakallı ve oduncu gömleği giyiyor.

  • fakat biraz kilosu var

    yaptırdılar seçimde inat
    dedim geldi o saat
    olabilir aslında why not
    fakat biraz kilosu var.

  • yazarların şu an duymak istediği söz

    "kulunçlarınızı kütürdetelim snegurochka hanım", inşallah yarın duyacağım. çok heyecanlıyım.
    edit: ağzıma etti fizyoterapist kadın, ağlıyordum az daha, sol omzum tutmuyor. ne istediğine dikkat etmeli insan.

  • netflix'e spotify'a beinsports'a para veren insan

    enayiyim. paramla enayilik yapıyorum. salağım. tek uyanık da sizsiniz. oldu mu? bir yeriniz ferahladı mı? bedava kefen var, zaten öleceksiniz şimdiden girer misiniz?

  • kafası hep güzel gibi duran ünlüler

    christopher walken
    johnny depp
    macaulay culkin
    aleyna tilki (aynı zamanda her an sümüklü tipli, bir sümük ışıltısı burun deliklerinde)
    kaan tangöze
    adını hatırlayamadığım, metroda ona buna yer veren, matrix'de oynayan, başak burcu, ingiliz-hawaii-çinli kırması, çekik gözlü, 1.82 boyunda, içe basarak yürüyen adam. sanki john wick' de oldu.
    ve the last but not the least yıldız tilbe.

  • bir erkeğe ilgi duymayan kadının en net davranışı

    daha önce aldırdığı uzaklastirma kararını 6 ay daha uzatmak için yine karakola görüşmeye gidiyorsa kesin ilgi duymuyordur. zorlamayın.

  • 35 yaşından sonra başlanabilecek sporlar

    uzaktan kumandayı bırakmak.

  • alfa erkek olmanın sırrı

    hepsini okudum ve bir kadın olarak yıllardır alfa erkek olarak yaşadığımı idrak ettim.

  • arda'nın karakterine ve oyunculuğuna hayranım

    ben de melih gökçek' in dehasına ve ankara' yı taşıdığı noktaya hayranım. aynı sebeplerden.

  • müzik aleti olan eve melek girmemesi

    12 yıldır niye salonda cebraille holde mikaille karşılaşmadım diye soruyordum kendime. kızın gitarı yüzündenmiş.

  • bol tereyağlı iskenderin üzerine künefe yiyen kız

    ben ve arkadaşlarım. obez degiliz:)
    salata kemiren yapmacık kadın kız övmeye devam, belki düşer:)))

  • sevgilisi olduğu halde mastürbasyon yapan erkek

    erkek olmasam da anlayabildiğim durum. ki kadın için de geçerli bence.
    bu şöyle oluyor: zeytinyağlı kereviz, haşlanmış et ve bulgur pilavı pişirdiğim halde canım ekmek arası peynir yemek istiyor.
    belki yemek daha iyi ama ben istemiyorum.
    belki görünüşte üç çeşit yemek var ama tatsız tuzsuz pişirilmiş, iyice midem bulanmasın diye sade bir şey yemek ama doymak da istiyorum.
    belki üç tabak kirletip bir de yıkama işine girmek istemiyorum, değmez diyorum?