Değerli ziyaretçilerimiz,

Öncelikle, sitemize gösterdiğiniz ilgi ve destek için hepinize teşekkür ederiz. Sizlerden gelen geri bildirimler ve beğeniler bizim için büyük bir motivasyon kaynağı oldu.

Sozlock olarak tam 9 senedir her gün ekşisözlük'den okumaya değer içerikleri filtreleyip günlük listeler oluşturduk. Bu işi yaparken kişisel davranmadık, günün en popüler başlıklarının en beğenilen entrylerini aldık listelerimize. Üstelik bu gayretimiz hiç bir zaman ticari bir kaygı taşımadı. Yayına başladığımız ilk günden beri en ufak bir reklam yayınlamadık, sponsorluk anlaşmaları yapmadık. Sozlock üzerinden tek kuruş kazanmadık.

Bütün bunlara rağmen, ne yazık ki son dönemde ekşisözlük yönetimi tarafından alınan bot koruma önlemleri nedeniyle, ekşisözlükten entry çekme ve beğenilen entryleri listeleme hizmetimizi maalesef devam ettiremiyoruz. Bu durum ekşisözlük yönetiminin aldığı bir karar olup, tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşmiştir. Bu zorunlu durumdan ötürü yaşanan aksaklık nedeniyle anlayışınıza sığınıyoruz.

Sozlock Ekibi

Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. turnadan sürekli bir şey isteyen asalak halk ozanı

    yazdığı türkülere bakınca şıp diye görülebilecek halk ozanıdır.

    istediği şeyler de tırı vırı şeyler. turnam yare selam söyle, turnam kanadın bükme, turnam dik dur, turnam gelirken çay getir, turnam beni de götür, turnam sigaram bitmiş sende var mı, turnam kontörün yok yari senden çaldırsam olur mu..

    turna bir kuş en nihayetinde, doğru dürüst aklı bile yok. kartal şahin gibi göklerin hakimi olsa ya da ne bileyim aslan gibi orman kralı olsa çevresi geniştir lafı geçer diyecem ama bön bön bakan çelimsiz bir kuş. güçsüz gördüğü için böyle yapıyor bence.

    hayır bu turnadan birşey isteyen türküleri dinleye dinleye makarnaya kömüre oy veren bir toplum olduk. herkes biryerlerden birşey koparma peşinde. atatürk boşuna batı müziğini özendirmemiş. söz yok çünkü, kendi işini kendin hallediyorsun.

  • 2. erkek arkadaşımın ekşi sözlük nickimi sorması

    sevgilinin ekşi sözlük nickini öğrenme taktiği:

    -nickini sorarsın.
    -bir süre beklersin.
    -o zaten "sevgilim nickimi sordu" diye başlık açacaktır.

  • 3. game of thrones

    --- spoiler ---

    meger ense ile favorilerin biraz düzeltilmesi gerekiyormus
    --- spoiler ---

  • 4. pkk'nın 22 milyon liraya yapılan okulu yakması

    hakkari yüksekova'da 22 milyon lira harcanarak yapılan muharrem malazgirt mesleki ve teknik anadolu lisesi'nin pkk'lı teröristler tarafından yakılması hadisesidir.

    okul milli piyango idaresi tarafından yapılmış. okulda piyanosuna varıncaya kadar her şey mevcut imiş. yani memleketin batısında olmayan bir okul imiş.

    ayrıca bkz.
    - pkk'nın tarsus'ta okul yakması
    - pkk'nın şemdinli'de okul yakması
    - pkk'nın bir haftada 26 okul yakması
    - pkk'nın 48 günde 24 okul yakması
    - 16 eylül 2014 pkk'nın şırnak'ta 5 okul yakması
    - 14 eylül 2014 pkk'nın muş'ta 3 okulu yakması
    - pkk'nın van'da çadır okulu yakması

    bunlar hep hümanizmden, insan sevgisinden, bilim ve sanata olan sevgilerinden oluyor. destek veren akademisyenlerin okullarını da yaksalar diyeceğim ama o okulları da bu memleketi seven insanların vergileriyle yaptılar.

    edit*
    bazı yazarlar neden maliyetin öne çıkarıldığını tartışmışlar. okulun kaça mal olduğunun bir önemi yok sorun bir "okulun yakılması" meselesi. fakat takdir edersiniz ki memleketin gelişememesinin en önemli sebepleri arasında ekonomik yetersizlik de var. milli servetin böyle hunharca yok edilmesi de okulun yakılması kadar önemli. yani demem o ki, pkk manevi kayıplar yanında ciddi maddi kayıplara da sebebiyet veriyor. maliyeti vurgulamamın tek sebebi buna da dikkat çekmek.

    edit*
    aşağılarda bir zat, kendisinin aslında şiddet eylemlerinin her türlüsüne yani dolayısıyla teröre karşı olduğunu belirtmiş ve sormadan da edememiş: tamam bu yakma yıkma işleri yanlış ama devletin yaktıkları ne olacak? (#60285967)

    hümanist arkadaşımız meşhur linç kültürümüzden(?) rahatsızlık duyduğunu da belirtmiş ayrıca. sormadan edemedim: şiddet eylemlerine karşıyım deyip şöyle bir şeyler (#45027488) zırvalamak fikir tabanlı linci bizzat istediğin anlamına gelmez mi?

  • 5. erdoğan'dan başkası paralelle mücadele edemezdi

    erdoğan'dan başkası olsa paralel asla 4 sene önceki gibi güçlü olamayacağı için katılmadığım önerme.

  • 6. 2 mayıs 2016 anayasa komisyonu görüşmeleri kavgası

    şu fotoğrafa bakınca insan eski türkiye'yi özlüyor.

  • 7. 2 mayıs 2016 mecliste biji serok apo sloganı

  • 8. afgan mültecilerin türk öğrenciye tecavüz etmesi

    klasik müslüman davranışı. sonra avrupa neden bizi kabul etmiyor?

    lan siz bu kafayla yaşamayı bile hak etmiyorsunuz.

    kabul edin madem allah a inanıyorsunuz, allah neden bu savaşları katliamları müslüman coğrafyasında olmasına izin veriyor çünkü helak olmanızı istiyor çünkü yoldan çıktınız da ondan.

    bu mültecilere kapılarını açan devlet yöneticilerinde bezelye büyüklüğünde beyin olsaydı bu çomarların ülkelerine girmelerine izin vermezlerdi. sadece türkiye değil tüm dünya için geçerli bir durum bu. adamın ülkesine hayrı yok kaçmış gelmiş kapına sana ne hayrı dokunacak, mikrop her yerde mikroptur.

  • 9. leicester city

    ali ece'ye, 20 sene anlatacak malzeme çıkartan takım. bir başlayacak; ah vardy nasıl forvetti, vay be mahrez'in çalımları. aaa bak schmeichel hele, tam babasının oğluydu. arada tottenham'ı da övecek yayılacak koltuğa hevesli hevesli anlatacak, türkiyede bu adamdan daha çok sevinen olmamıştır yemin ediyorum.

  • 10. kadında memeye ve göte hiç önem vermeyen erkek

    araba alırken yürüyenine ve motoruna da önem vermez. rengi güzelse alır.

  • 11. survivor 2016

    --- spoiler ---

    gizem kerimoğlu: tamam oyna gizem.
    gizem memiç: oyna mı? ne biçim konuşuyorsun benle kerimoğlu!!11!!11

    --- spoiler ---

    (bkz: beyin.dll bulunamadı)

  • 12. recep tayyip erdoğan-ahmet davutoğlu savaşı

    kısaa adamın paralel ilan edilmesiyle halkta hunharca karşılık bulacak ve ekarte edilecektir, ben kısa adamın yerinde olsam daha atik ve cesur davranıp uzun adamı paralel ilan ederdim(e yalan da değil, hem onu kendi ağır topu ile vurmanın duygusunu haz ederdim)çomarların algısını ilk manipüle eden bu savaşı kazanır karşim; bu savaş çomarizmden geçiyo

  • 13. tdk'da regl olan kadın tanımı

    aslında ''kirli'' kelimesine tdk şöyle bir tanım yapmış: ''aybaşı durumunda bulunan (kadın)''

    başlığı, ''tdk'da kirli tanımı'' olarak açsam pek dikkat çekmeyecekti ki zaten haber sitesi de ''regl olan kadın tanımı'' şeklinde başlık atmış.

    ilgili haber: http://www.hurriyet.com.tr/…irli_sondakikahaberleri

    eğer ''regl'' sözcüğüne ''kirli'' tanımı yapılsa idi, bir nebze kabul edilebilirdi. fakat ''kirli'' sözcüğüne ''regl olmuş kadın'' tanımı yapmak neyin kafası? kirli şeylere dair bir sürü örnek gösterilebilir, mesela (atıyorum) ''hiç yıkanmamış araba.'' da ''kirli'' tanımına girebilir... sadece kadını bu şekilde ortaya atmak ve küçümsemek neyin nesi oluyor?

    yani şöyle olsa:

    regl: kirli (kadın) - (kabul edilebilir bir nebze)

    fakat;
    kirli: regl olmuş kadın(?) -bu nedir?

    ekleme: ifade edemiyorum sanırım kendimi. ''kirli'' sözcüğüne bir sürü tanım yapılır... ama hususi olarak ''regl olmuş kadın'' tanımı yapılamaz. böyle hedef gösterilemez. sap ile samanı karıştırmayın. ''regl'' kelimesinin tanımı için ''kirli kadın'' diyebilirsiniz fakat ''kirli'' kelimesinin tanımı için ''regl olmuş kadın'' diyemezsiniz, çünkü ''kirli'' çok geniş kapsamlı bir ifadedir. ''kirli'' deyince insanın aklına direkt ''regl ve kadın'' geliyorsa bi sıkıntı var demektir. şahsen benim aklıma kirli deyince kadın gelmiyor. bunların aklına neden geliyor acaba?

    ''kirli'' kelimesinin tanımı için o zaman şunlar da eklenmeli bana kalırsa: hiç yıkanmamış araba, temizlenmemiş ev, bitli kedi-köpek, ortalığı çöp götüren sokak vesaire vesaire... ''kirli'' kelimesi bunları da kapsıyor, bunları da yazsınlar o zaman? sadece ''regl olmuş kadın'' demek ne oluyor?

    ekleme 2: ahahahah ''faşist feminist'' ilan edilmişim. hmm... hem faşist, hem feminist? tdk'nın yapmış olduğu bu ''kirli'' tanımından daha ilginç bir şey varsa, o da bana yapıştırılan bu ''faşist ve feminist'' tanımıdır. ahahahaha. neyse lan daha bir şey yazmıyorum, nabarsanız yapın. kalıplaşmış/dogmatik yanlışlarınızı düzeltmeye çalışıyoruz, yine biz hatalı oluyoruz. sizde hiç hata yok, devam bu kafayla.

    ekleme 3: başlığın değiştirilmesini yetkililerden talep ediyorum. ''tdk'da kirli tanımına regl örneği vermek'' gibi veya başka daha uygun sözcüklerle değiştirilsin bu başlık. dikkat çekmek için ben böyle açmıştım fakat insanlar akıl tutulması yaşadığı için benim anlatmak istediğim şeyi idrak edemedi. arada ben linç edildim salakça. birisi değiştirsin başlığı.

    niteliğine bakılmadan her önüne gelen yazar yapılırsa, ortaya böyle sonuç çıkar. şu yapılan yorumlara bak, zavallılar.

    ekleme 4: 2 saat kadar bi aradan sonra fırsat bulup tekrar sözlüğü açtım ve yazılanlara, gelen mesajlara baktım. arkadaşlar öncelikle iyi niyetle mesaj atan ve iyi dilekte bulunan yazarlara teşekkür ediyorum, en azından yalnız olmadığımı kanıtladılar bana. eksik olmasınlar.

    bir diğer husus, azınlık durumundaki 3-5 yazar arkadaş ''cihangir'den çıkın, halka karışın'' gibi veyahut ''köylerde çok kullanılır bu tabir'' gibi şeyler yazmış ve beni ''halk arasına karışmayan cahil'' olarak suçlamışlar. bu 3-5 yazarı lütuf buyurarak ciddiye alıyor ve cevap veriyorum: hem köy, hem şehir hayatı yaşamış bir insanım çok şükür ve hatta hala da o şekilde yaşıyorum. bulunduğum konum buna elverişli zira, çok merak edenlere özelden sorarsalar nerede yaşadığımı söylerim. burada söylemeyeceğim.

    eğer siz ''kirli'' sözcüğüne ''regl olmuş kadın'' tanımı yapacaksanız illa; ''cünüp erkek'' veya ''cenabet erkek'' tanımı da yapmanız gerek. çünkü o da bi kirliliktir. hani birileri de ''ikinci tanım olarak kadın kastedilmiş, birinci tanımda öyle bir şey yok. bence normal.'' demiş fakat, normal değil. tekrar söylüyorum: ikinci tanım da olsa böyle saçma bir tanım yapacaksanız illa, erkek için de bir şeyler yazmanız gerek. direkt kadını bu şekilde hedef gösteremezsiniz.

    benim son olarak naçizane tavsiyem olacak: değişim güzeldir arkadaşlar, iyidir. bilhassa kafa değişimi çok güzel şeydir. hayatı, insanları, genel olarak dünyayı değiştirmek ve bu köhnemiş düzeni, kalıplaşmış/dogmatik tanımları, ifadeleri, sözcükleri değiştirmek istiyorsanız; evvela kendinizi değiştirin. kendinizden başlayın. göreceksiniz, siz doğru bilinen yanlışları çürüttükçe insanlar da değişecektir ve bu tarz aşağılayıcı ve yanlış ifadeler kalmayacaktır.

    ayrıca kendisiyle samimiyetim olan bir yazar arkadaşımın da dediği gibi benim de aklıma ''kirli'' deyince ekmek teknesi'ndeki karakter geliyor. neden? çünkü kafam temiz, en önemlisi niyetim temiz, gönlüm temiz. fakat artık %50 kadar muhaliflerin bile beyni o kadar çok bulandırılmış ki, ''kirli'' deyince akıllarına kadın geliyor! nerden nereye... bi ülke bu kadar mı yozlaşır? bu kadar mı araplaşır? bu kadar mı gerici zihniyetin tesirinde kalır? (söz konusu yazar arkadaşımın işbu konuyla alakalı tespiti: (bkz: #60277299)

    gönlü temiz yazar arkadaşlara teşekkür ediyor, bu köhnemiş düzende başarılar diliyorum.

    türk kültürünü ''kirleten'' ve kadına ''örtülmesi, gizlenmesi gereken şey'' manasında ''avrat, kirli'' gibi tanımlar yapan arap zihniyetli insanların azalarak bitmesi dileğiyle...

  • 14. istanbul'da bir travestinin öldüresiye dövülmesi

    bir tarafta gecenin bir vakti sokak ortasında telefonla bağıra bağıra küfür eden bir travesti, diğer tarafta bu küfürden rahatsız olup o travestiyi döverken küfür eden tipler.

    iki taraf da çomarlığını sergilemiş. bir insanın eşcinsel veya travesti olması onu her durumda haklı veya mağdur yapmaz. dayak atanların tepkisi sert olmuş, muhtemelen o gazı da karşı tarafın travesti olmasından almışlardır. ama bu durum da gece vakti sokak ortasında bağıra bağıra küfür etmeyi haklı çıkarmaz. dayak yiyen normal (evet normal) bir insan olsaydı eğer şimdi burada "eline sağlık gençlerin, bizim de burada çok var böyle gece bağıran tipler" yazardınız iki yüzlülüğün alemi yok.

  • 15. jon snow

    --- spoiler ---

    ulan akp'den kurtulmuş gibi sevindim sabah sabah
    --- spoiler ---

  • 16. 3 mayıs 2016 dokunulmazlık teklifinin kabulü

    akp'nin anayasa darbesine doğru gittiği adımlardan yenisidir.

    bakınız, 317 milletvekiline sahip akp'nin, kendi anayasa taslağını referanduma götürebilmesi için 330 milletvekiline ihtiyacı var. yani 13 milletvekiline ihtiyacı var.

    mecliste dokunulmazları kaldırılıp derdest edilerek milletvekillikleri muhtemelen düşürülecek milletvekillerinin sayısı, meclis tam çoğunluğu olan 550'nin % 5'ini bulduğunda, yani 27 milletvekili, kural olarak ara seçime 3 ay içinde gidilir.

    akp'nin oyunun kabaca %50 olduğunu düşünürsek, en az 27 milletvekili için seçime gidilecek bir ara seçimde, bunların 13 kadarını alır. kaldı ki işi garantiye alsın diye, milletvekilliğinden uçurulacak vekillerin sayısının 35 - 40 civarı olacağını öngörmek pek falcılık olmayacaktır.

    akp, hdp'yi, hdp'nin ve pkk'nın çok büyük yanlışlarını da kullanarak, zorbalıkla manipüle ederek toplum önünde bir nefret objesi haline getirdi. şimdi mhplisinden chplisine, vatan partilisine kadar herkes oh olsun diyor, destekliyor ya da sessiz kalıyor bu duruma.

    oysa çok açık ki, sessiz kalınan, aslında anayasa ve başkanlık darbesi.

    akp türk tarafının muhalefet partilerinin kürt tarafına olan nefretini pek güzel kullanarak malı götürdü, götürüyor.

    geriye tek seçenek, bir yeni "gezi" yapmak kalıyor.

    not: chp

  • 17. son halifenin dekolte giyinen kızı

    atalarının mirası büyük ve kemerli burnuna şahit olduğumuz sultan.

  • 18. sanattan anlamayan başbakan ve cumhurbaşkanı

    kıraç zaten biliyorsunuz paralel...

  • 19. abd'li öğrencinin türkiye'de tecavüze uğraması

    abd'den türkiye'ye eğitimi için gelen 23 yaşındaki kızın evine gitmek için otostopla durdurduğu araçtakilerin tecavüzüne uğraması.

    link

    ülke ortadoğu bataklığında, hanım kız finlandiya'da gibi takılıyor. biz buyuz kardeşim; beğenseniz de beğenmeseniz de biz buyuz. ortadoğu ülkelerinin bir kısmından daha da geriyiz. islam'ı dilde yaşıyoruz, insanlığı dilde bile yaşamıyoruz. helak edilmeye layığız. amin.

  • 20. simon kjaer

    iskandinavyaya olan sempatimi en üst dereceye çıkarmış futbolcu. 1 mayıs fenerbahçe gaziantepspor maçında yine hatasız oynadı bir de gol attı. atatürk ilke ve inklaplarının 7'si birden bu adamda mevcut.

  • 21. 2 mayıs 2016 tsk'nın 50 daeş teröristini öldürmesi

    (bkz: at yalanını sikeyim inananı)

    daha sınırın diğer tarafında ne olup bittiğinden bir haberiniz. adamlar keyfi olarak her gün füze atıyor.
    güya siz leşleri saydınız.

    ağaç işine döndürdünüz işi.
    gerçi bu haberi duyan çomar sürüsü "tayyip adamı böyle yapar. intikam alındı" der.

  • 22. mario gomez

    kısaca demek istemiştir ki, "adam gibi 2 tane stoper ve bir kaleci alın amk."

  • 23. omegle'de kaslı erkek gören kadınların tepkileri

    mk kaslı erkek demişinizde vidyo'da ki bebe ömrünü vermiş gibi duruyo bu işe , adam full kas amk. bu kadar acı çektikten sonra bi zahmet getirisi olsun, bok atıp kıskanmaya gerek yok :(

  • 24. bir proteinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığı

    öncelikle evrim değil abiyogenez tartışmasıdır. dawkins ve pek çok bilim insanı steven rose 'a ve bu aptalca söylemine (aynı zamanda yaptığı büyük matematik hatasına) döne döne giydirmiştir. ama siz 1998 yılında kaldığınızdan haberiniz yok.

    peki tanrı'yı kim yarattı?eğer bir sıfır noktası olacaksa tanrı neden bundan muaf? "protein oluşamaz ama tanrı oluşur". üzgünüm eşitliğin her iki tarafına da aynı denklemi uygulamak zorundasınız.

    "evrim, her şeyin tesadüfen var olduğunu iddia eder." ne bilim, ne de evrim kuramı herhangi bir şeyin "tesadüf eseri" olduğunu iddia etmektedir. bunu anlatmanın en kolay yolu şudur: bir top serbest bırakıldığında yere düşmesinin sebebi ne kadar "tesadüfi" ise, evrimsel süreç de o kadar "tesadüfi"dir. doğal gerçekleri tesadüfi olarak adlandırmak bile, baştan bir yanılgı yaratmaktadır. bu mantığa göre herhangi bir doğal yasa "tesadüf" olarak görülebilir ve aşağılanabilir.

    halbuki doğa yasalarının sonuçlarına "tesadüf" yaklaşımını getirmek hatadır. doğa yasaları, evrenin dokusu değişmediği sürece aynı kuralları dikte eden fiziksel, kimyasal ve biyolojik olgular bütünüdür. dolayısıyla sonuçları, hiçbir şekilde doğa üst kuvvetlerce yönlendirilmiyor olsa da, düzenli yapıların ve şablonların oluşmasına neden olabilir. dediğimiz gibi, aynı mantıkla "her seferinde bırakılan top yere düşüyor, bu tesadüf olamaz." demek aynıdır.

    yazarın, bu noktadan sonra prof. dr. richard dawkins'in kitaplarında detaylıca anlattığı "hurdalıktaki boeing 747", "rastgele basılan daktilo tuşlarından hamlet'in yazılması", "rastgele çizilen mona lisa tablosu" gibi benzetmelere girerek, biraz dawkins'e hak veriyormuş gibi yaparak seyirciye oynadığı, sonrasında ise doğal seçilim'in cansızlık öncesi yapılara uygulanamayacağı argümanını ileri sürerek dawkins'in hayal alemine daldığını iddia ettiği görülmektedir. yazarın doğal seçilim ile ilgili argümanına ve bunun hatalarına en son değineceğiz.

    şimdi yazarın bu hesaplara daha yakından bakalım ve gerçeklerin anlatılandan nasıl farklı olduğunu anlayalım:

    yazarın genel, yaklaşımsal hataları

    ilk olarak yazarın genel yanlışı nedir buna değinmek istiyoruz. evrim karşıtı kimliğiyle bilinen insanlar, her zaman şu argümanın arkasına sığınmaktadırlar:

    ancak bu durumda, argümanın saçmalığı kolayca göze çarpmaktayken, söz konusu halk tarafından daha az anlaşılan "evrim" olduğunda, bu "tesadüf" iddiasının saçmalığı aynı kolaylıkla görülememektedir. elbette ki, tıpkı topun yere düşüşünü kontrol eden bir bilinç olmaması gibi, evrimleşen canlıları ve varlıklarını da kontrol eden bir bilinç yoktur. iki durumda da var olan tek şey, sürekli aynı şekilde etki eden doğa yasaları ve bunlara bağlı olarak oluşan süreçlerdir.

    evren'in kendi içerisinde zaten evrimden bağımsız olarak tesadüfler vardır. tam zarı atıp da 6-6 geldiğini gördüğünüz anda kapınızın çalınıp komşunun gelmesi bir tesadüftür. arada hiçbir nedensel ilişki yoktur; ancak hayatta ve evrende böyle şeyler olur.

    doğada sürekli bu tip tesadüflere rastlanır. bir kuş bir yerde yavrularını beslerken düşürdüğü çalı parçası o gün o ağacın altında piknik yapan insanların reçel sürdükleri ekmeğin üzerine düşebilir. bu bir tesadüftür. hesaba dökecek olursanız böyle bir durumun gerçekleşme ihtimali belki katrilyonda 1'dir. ancak düşmüştür, böyle tesadüfler her birimizin başına gelir. bir diğer örnek, akıl almaz trafik kazalarından burnu bile kanamadan kurtulabilen insanlardır. eğer ortamı modelleyecek olursanız, o kişinin öylesi bir kazadan kurtulması belki matematiksel olarak sıfırdır; ancak kurtulabilmiştir. zira olasılık hesapları mutlak değildir ve bir olasılık hesabının sonucu sadece çıkan sayıların büyüklüğü/küçüklüğü ile analiz edilemez.

    buradaki kritik sözcük modelleme sözcüğüdür. yukarıdaki alıntıda yazarın yaptığı bir modellemedir. ancak mühendislerin ve bilim insanlarının bildiği gibi, sanal modellemeler ile fiziki hayat nadiren ve çok basit sistemlerde birebir uyumludur. sistem karmaşıklaştıkça, modellemek için kullandığımız matematiksel dil zayıf kalmaya başlar ve aradaki uyumsuzluklar artar. buna bilimde gerçeklik boşluğu (the reality gap) adı verilir. canlılık gibi karmaşık sistemlerde, lise matematiği gibi 1/2'leri birbiriyle rastgele çarpmak ve elde edilen sayıları da birbiriyle çarparak inanılmaz küçük sayılar elde etmek ve bunu gerçek olgularla kıyaslamak, sadece bilimden uzak insanların düşeceği bir hatadır.

    zira basit yapıların karmaşık sistemleri, kendi kendilerine doğal süreçler dahilinde, hiçbir yönlendirme olmaksızın oluşturabileceklerini ispatlayan buradaki araştırmadan da okuyabileceğiniz gibi, elimizdeki karmaşık matematiksel modeller bile canlılığın cansızlıktan evrimi gibi uzun soluklu ve son derece karmaşık bir sistemi yeterince iyi izah etmek için yeterli olmaktan çok uzaktır. kaldı ki bu sistemlerin ilkokul matematiğiyle yapılmış bir analizini ciddiye almak bile fazla olacaktır. ne var ki bilim karşıtlarının en tipik matematiksel hesaplarından birini güzel bir şekilde derlediği için, bu yazı üzerinden giderek hataları göstereceğiz.

    düşülen bir diğer temel yanılgı, analojiden gelmektedir. belki ufak bir detay gibi gelebilir, halbuki bir bireyin konuya hakimiyeti yaptığı teşbihlerden (benzetmelerden) anlaşılabilir. bunun güzel bir örneği işte "hurdalıktaki boeing" benzetmelerini yapmaktır. yazar, hücre ile fabrika arasındaki analojiyi kurarken proteinlere "makine" demektir.

    benzer bir şekilde aminoasitlerin birbirleriyle olan etkileşimlerini, bir patlama sırasında tuğlaların birbirleriyle olan etkileşimlerine benzetmektedir. bunların her biri, okurun hayalgücüne hitap ederek gerçeği çarpıtma çabalarıdır. çünkü canlı yapıların oluşturdukları karmaşık sistemler ile cansız yapıların oluşturdukları (veya oluşturamadıkları) karmaşık sistemler arasında hiçbir analoji kurulamaz.

    çünkü bu yönde kurulmaya çalışacak her analoji, "dinamitle patlatılan tuğlaların ev oluşturması" gibi çocuksu hayallere dönüşecek ve okurun "ne saçma!" demesini sağlayacaktır. ancak cansız yapıları oluşturan yapıtaşlarının arasındaki etkileşimler ile canlı yapıları oluşturan yapıtaşları arasındaki etkileşimler birbirinden tamamen farklıdır. zaten bu yüzden ve bu sayede cansızlıktan canlılık evrimleşebilmiştir ve biz bugün varlıkları "canlı" ve "cansız" olarak ikiye ayırabilmekteyiz.

    bu yüzden gerçek bilim insanları, bu tür hatalı analojilerden uzak dururlar. basit bir kontrol yöntemi olarak, güvenilir bir kaynağın yaptığı benzetmelere bakınız. eğer ki canlılar ile cansızlar arasında doğrudan bağlantılar kurarak, bir olgunun "saçmalığını" ya da "olağandışılığını" ileri sürüyorsa, muhtemelen güvenilmez ve bilimden anlamayan bir kaynak okuyorsunuz demektir.

    son olarak ve hepsinden önemli olarak, yazarın en büyük hatası, başından sonuna kadar konuyu bilim dışı bir boyuttan değerlendirme çabasıdır.

    "akıllı tasarım" görüşü dahilinde ele alınan mevzu, kısmen üstü kapalı, kısmense açık olarak bu süreçlerin çok karmaşık olmasından ötürü doğaüstü bir süpergüç tarafından yönlendiriliyor olması gerektiği iddiasına dayanmaktadır. doğada, bu tür bir yapıya veya izlerine hiçbir şekilde rastlamadığımız gibi, bu tür bir iddianın doğrudan hiçbir ispatı bulunmamaktadır. halbuki bilim bize, olağanüstü iddiaların, olağanüstü ispatlarla delillendirilmesi gerektiğini söylemektedir. bu şekilde basit matematik hesaplarıyla bilimsel bir çıkarım yapar gibi gözüküp, bunu eleştirilen "olasılıksızlıktan" bile daha imkansız gözüken bir diğer açıklamaya bağlamak, yazarın bilimsel algısını ortaya koymaktadır.

    bilimde şahsi düşünce ve görüşlere yer yoktur ve bir sistemin çok karmaşık veya çok olasılıksız olmasına rağmen gerçekleşebilmesinin açıklaması, ne olduğunu hiç bilmediğimiz ve varlığına dair hiçbir bilimsel delilin bulunmadığı bir diğer açıklama olamaz. elbette bilim özgürdür; her türlü iddiada bulunabilir, bu iddianızı ispatlamaya çalışabilirsiniz. eğer haklı çıkabilirseniz, ne ala. ancak burada gördüğümüz gibi hatalı ve temeli çürük argümanlarla, bu kadar olağanüstü bir iddianın ispatlanmaya veya desteklenmeye çalışılması, en yalın tabiriyle bilime hakarettir.

    dolayısıyla bilimde "yaratılışçılık" veya onun üstü örtülmüş ve bilimle barıştırılmaya çalışılmış (ve başarısız olmuş) versiyonu olan "akıllı tasarım" gibi sahtebilim unsurlarına yer yoktur. bu şekilde yapılan açıklamaların hiçbir bilimsel temeli olmadığı gibi, asla bilim camiasında ciddiye alınmazlar. bunun sebebi ise, bu argümanların temel çıkış noktalarını ispatlamaktan yoksun olması ve bu iddiaların yanlışlanabilir veya test edilebilir olmaması, dolayısıyla bilimle alakası olmamasıdır. kişiler şahsi inanç ve düşüncelerini kendi içlerinde yaşamalıdırlar ve bilim gibi objektivite üzerine kurulu sistemlere alet etmemelidirler.

    yazarın matematiksel hataları

    yukarıdaki anlatımda ciddi matematik hataları bulunmaktadır, çünkü hesap çok basit ve gerçekçi olmayan bir olasılık hesabına dayanmaktadır. proteinlerin oluşmalarıyla ilgili hesaplar, yukarıdaki gibi yapılamaz.

    hesabı dikkatli inceleyecek olursanız, sürekli çarpım yöntemi kullanılmış ve seyreltme yapılmamıştır. seyreltmeden kastımız, bir basamağın, kendisinden sonraki basamağı biyolojik olarak etkilemesidir. yapılan hesaplar, bir proteinin son aşamaya bir seferde gelecek şekilde oluşması üzerine kurulmaktadır. dolayısıyla evdeki hesabın çarşıya uymaması zaten öngörülebilir bir durumdur.

    evrim, "kademeli değişim" anlamına gelmektedir. ve bu değişim, hiçbir şekilde bir seferde, tek bir sıçrayışla meydana gelmemektedir. aynı durum, canlılığın cansızlıktan evrimini mümkün kılan kimyasal evrim için de aynen geçerlidir. dolayısıyla hesapları da yazarın bahsettiği gibi yapılamaz.

    yazarın da belirttiği gibi, günümüzde 20 temel aminoasit tanımaktayız. bu 20 aminoasit, farklı sıralar ve sayılarda bir araya gelerek ufak proteinlerden devasa proteinlere kadar binlerce proteini oluşturabilmektedirler.

    ancak bu proteinlern istisnasız hiçbiri bir seferde var olmamıştır, bunu önceki yazılarımızda ele almıştık. kademeli bir değişim sürecinden geçerek oluşmuşlardır. üstelik, tek bir noktada bulunan yapıların deneme-yanılmaları sonucu değil, dünya'nın çok farklı noktalarında ve çok farklı koşullarında meydana gelen aşırı fazla sayıdaki denemenin ürünü olarak oluşmuşlardır. tek bir deneme grubunun, sürecin sonuna kadar gitmesini takip edecek olsaydık bir ihtimal yazarın yaptığına benzer, tekil bir hesap yapabilirdik. ancak o zaman bile yazarın hesabı içeriğinden ötürü hatalı olurdu.

    aşağıda, proteinojenik aminoasitlerden en yaygın olarak bilinen 20 tanesi görülmektedir: bak

    hesap hatası

    şimdi, hesap hatasına gelelim. ilk olarak basit bir şekilde yazarın tüm hesabının isabetsizliğini gösterelim: ilk etapta, aminoasitlerin sağ-elli ve sol-elli olması konusunda bir hesap yapılmış ve (½)584 sayısı elde edilmiştir.

    bu bile böyle hesaplanamaz, geleceğiz; ancak diyelim ki bu hesap doğru. peki ya ikinci çarpım nedir? "peptit bağı yapma ihtimali" de ne demektir? aminoasitler doğada ezici bir çoğunluk ile peptit bağları ile bağlanırlar. başka ne tür bağlar peptitleri yapısal olarak birbirine bağlamaktadır, bilemiyoruz ve hiçbir biyokimya kitabı ve makalesinde buna rastlamadık. eğer yazar dipol kuvvetlerinden doğan ikincil bağlar gibi yapılardan bahsediyorsa, bu tamamen hatalıdır, zira hesap bununla ilgili bile değildir. üstelik aminoasitlerin birbirine bağlanması söz konusuysa, peptit bağı gibi güçlü bir bağ tipinin karşısında herhangi bir diğer opsiyon bulunmamaktadır.

    dolayısıyla çarpımın ikinci kısmı olan (½)583 tamamen iptal edilmelidir. bu durumda, olasılık bir anda (½)584 olarak kalmaktadır ki bu, (1/10)175 sayısına denk gelmektedir. sanıyoruz bu yazara pek ufak bir olasılık gelmemiş olacak ki, ek bir çarpana ihtiyaç duyarak "peptit bağı olasılığı" diye olasılık yaratıp hesaba katma ihtiyacı duydu. ancak aşağıda da izah edeceğimiz gibi, aslında bu şekilde bir çürütmeye ihtiyaç bile yoktur; zira aminoasitlerden protein sentezi lise matematiği ile modellenemez. ancak bu temel garipliği göstererek bu basit matematiğin bile hatasını göstermek istedik. şimdi hesabın özüne dönelim:

    yazarın en ciddi hatası, bu sistemin ara ürünlerine hiçbir önem vermemesidir. gerçekten de, tüm diğer parametreler göz ardı edilecek olursa, iki aminoasidin birleşme ihtimali yazarın söylediği gibi 1/2, yani %50 olarak düşünülebilir.

    dolayısıyla, dünya'nın ilkin koşullarında var olan trilyonlarca aminoasitten milyarlarcası farklı kombinasyonlarla, ikili aminoasitlerden oluşan dipeptitlerin oluşabilmesi işten bile değildir, yazarın da bunu kabul edeceğini tahmin ediyoruz. bunların bir kısmı o anda bulunulan sistem içerisinde daha stabil ve dengelidir, diğerleri ise daha kolay parçalanabilmektedir. örneğin karmaşık yapılar içerisinde kimi zaman, bazı yapıların kolay parçalanabilmesi de süreçlerin devam edebilmesi açısından avantaj olabilmektedir. ancak diyelim ki ilkin dünya koşullarında sadece zor parçalanan, sabit kalabilen, yani kimyada "dengeli" dediğimiz sistemler avantajlı olsun.

    bu durumda oluşan trilyonlarca ikili aminoasitten sadece stabil olanlar varlıklarını koruyacak ve spontane olarak oluşmuş yağ zırhları içerisinde kalacaklardır. geri kalanları ise yeniden döngüye karışacak ve parçalanarak aminoasitlere dönüşeceklerdir. böylece diğer aminoasitler ve dipeptitlerle bağ kurma denemelerini sürdüren aminoasit sayısı hep yüksek olacaktır.

    dahası, bu dirençli ikililere bağlanabilecek kimyasalların sayısı sınırsız değildir. örneğin normalde 20 tane temel aminoasit varsa, oluşan bir ikili sistem sadece 8 tanesiyle yeniden tepkimeye giriyor olabilir. bir diğer ikili kombinasyon ise 12 farklı tekil aminoasitle birleşebilecek yapıda olabilir. bunun sebebi, kimyasal yapılarından ötürü kimyasal katalizörler ve yönlendirici proteinler olmadan aminoasitlerin bağlanabilecekleri kimyasalların sayısının sınırlı olmasıdır.

    sonuç olarak bu şekilde, 4-5 aminoasitten birkaç on tane aminoasitten oluşan proteinlere/proteinoidlere kadar ilkin protein aileleri oluşmuş olabilir. daha sonra bu ailelerin birbiriyle etkileşimi sonucu giderek daha üst düzey karmaşıklıktaki proteinlere ulaşılabilir. her bir basamak, daha önceki basamaklara bağımlıdır. bu da, yazarın 1/20'ler üzerinden yaptığı hesaplamaları tamamen hatalı kılmakta, olasılığı katlayarak düşürmekte, dolayısıyla sonuç değerini de aşırı küçültmektedir.

    hem de, bu eksilen sayıda bağ kurma yatkınlığı, eksponansiyel olarak (giderek ivmesi değişen biçimde) azalacaktır. dolayısıyla, ribozom içerisindeki yönlendirilmiş sentez gibi durumlar haricinde, spontane tepkimelerden bahsederken her koşul birbirinin eşi olarak kabul edilemez.

    bu anlattıklarımıza, yazarın hesapları dahilinde bakacak olursak, 10 aminoasitli bir protein yaklaşık 1/1024 (yaklaşık %0.1) ihtimalle oluşacaktır. var olan aminoasitlerin aşırı sayısı yanında bu çok sıradan bir olasılıktır ve neredeyse her an, sayısız defa meydana gelebilir. örneğin yazar, hesabında "orta büyüklükte" bir protein olan insan serum albumin proteinini kullanmıştır. halbuki başlangıçta oluşan yapıların "orta büyüklükte" olması gerekli değildir; zira evrimsel süreç içerisinde, kademeli değişimlerle oluşan organellerin enerji sarfiyatı sayesinde daha düzenli yapılara ulaşması ve proteinleri bu şekilde sentezledikleri bilinmektedir.

    doğada ilk oluşan proteinler elbette büyük yapılı değildirler. örneğin bildiğimiz en küçük protein olan trp-cage proteini sadece 20 aminoasitten oluşmaktadır. bunun gibi çok sayıda protein bulunmakta ve canlılığın temel yapıtaşlarına katılmaktadır. evrimsel süreçte, ribozomların evrimi sonucu daha büyük moleküllerin genetik materyal aracılığıyla sentezlenmesi oldukça anlaşılırdır. bunlar, tesadüfi olan olaylar değil, birikimli kimyasal seçilimin sebep olduğu canlılık gerçekleridir.

    dahası, büyük proteinler bile kademeli birikim ile oluşmak zorunda değildir, genetik rekombinasyon hataları ve çiftlenmeler, daha küçük bir proteini kodlayan bir dizinin kendisini tekrar etmesi sonucu daha büyük proteinleri oluşturabilir.

    yazarın kullandığı serum albumin proteini örneğinde, her biri ortalama 190 aminoasit büyüklüğünde olan 3 adet tekrar dizisi olduğu görülmektedir. yani yazarın protein seçimi ironik bir şekilde talihsizdir. kendi kendine oluşumu çürütmek için kullandığı örnek, çok daha basit yapılı bir proteinin 3 kere üst üste binmesiyle oluşmuş daha karmaşık bir proteindir. dolayısıyla doğada bu tip hatalar, büyük yapılı proteinleri üretebilir.

    bunu şöyle de izah edebiliriz: önünüze 100 tane madeni para alın. bunları yan yana dizin. otomatik bir makine, bunların her birini, sürekli olarak yazı tura attırsın. yan yana uygun kombinasyonlarda olanların birbirleriyle bağ kurduklarını düşünelim. bu durumda, kısa bir süre sonra elimizde birçok ikili madeni para göreceğiz.

    ancak çevresel streslerin ve koşulların etkisi altında bunların sadece bazıları uyumlu olabilsin, diğerleri dağılarak tekil hale dönsünler ve makinemiz, bunları tekrar tekrar yazı-tura atmayı sürdürsün. bu süreçte, ikili sisteme bağlanabilecek bir kombinasyonun oluşması, beklenmedik atılımlara ve moleküler adaptasyonlara neden olabilir. ikili sistemimiz önce üçlü, sonra beşli bir hale dönüşerek büyüyebilir. bunun gibi farklı birçok sistem oluşabilir.

    bunlardan sadece bazıları ortama uygun olabilir ve varlıklarını/formlarını koruyabilirler. diğerleri elenir ve döngü böyle devam eder. üstelik aminoasit durumunda elimizde sadece 100 adet değil, milyarlarca ve trilyonlarca adet örnek bulunmaktadır ve yazarın dediği gibi bunlar sürekli olarak birbirleriyle etkileşime girmektedirler. tek sorun, bu etkileşimin matematiksel analizinin yazarın yaptığı gibi olmayışıdır. bu durumda, yazarın matematiksel yaklaşımının neden hatalı olduğu görülecektir: tekdüze yaklaşım.

    yukarıda izah ettiğimiz gibi, sayısız miktarda 10'lu, 15'li protein oluştuktan sonra, yine dayanıklı (stabil) olma durumuna göre seçilim sebebiyle daha ileri kombinasyonlar da oluşabilir. işte yukarıda da değindiğimiz gibi, yazarın bu gerçeği fark etmesinden sonra muhtemelen korkarak kendini garantiye yöntemi, doğal seçilim'in bahsettiğimiz etkisini yazısı içerisinde reddetmeye çabalamak şeklinde olmuştur. seçilim, aralarındaki mikroetkileşimler (yani fiziksel ve kimyasal çekim-itim kuvvetleri) olan bütün yapıların basitten karmaşığa giden organizasyonlar üretmeleri sırasında işlemesi muhtemel olan bir doğa yasasıdır. bu, fizik kurallarınca dikte edilen bir durumdur.

    eğer yazının devamını okuyacak olursanız, moleküler düzeyde seçilimin var olamayacağını iddia ettiği görülmektedir. halbuki bu tamamen yanlıştır ve modern biyokimya bilgilerimizle çelişmektedir. günümüzde, moleküler düzeyde bir seçilimin de mümkün olduğu ve bunun sonucunda kimyasal evrimin oluştuğu bilinmektedir.

    bu konuda söyleyeceğimiz son nokta ise şudur: günümüzde, aminoasitlerin tepkimeye sokulması sonucu çok kısa sürede yapay proteinleri üretmemizi sağlayan yöntemler bulunmaktadır. örneğin, katı faz peptit sentezi olarak bilinen ve robert bruce merrifield tarafından geliştirilen yöntem buna bir örnektir.

    eğer ki doğal süreçlerle aminoasitlerin proteinleri sentezlemesi olanaksızsa, nasıl olur da laboratuvarlarımızda bu tepkimeleri tekrarlayabilmekteyiz? üstelik bu tepkimelerde, ribozom bulunmamaktadır, tamamen sentetik ve kimyasal bir süreç izlenmektedir. bunun haricinde, örneğin 2008 yılında yapılan miller-urey deneyi benzeri bir deneyde, aminoasitlerin istisnasız tamamı ile birçok organik molekül (ki bunların içerisinde proteinoidler de bulunmaktadır) birkaç günde, tamamen doğal yollarla sentezlenmiştir. buradan okuyabileceğiniz bir deneyde ise bırakın basit yapılı proteinlerin oluşmasını, işlevlerini yerine getirebilen protein mekanizmaları bile kendi kendine, laboratuvar ortamında oluşabilmiştir.

    eğer bu doğal oluşum imkansız ise, bu deneylerde nasıl bunlar oluşmuşlardır? üstelik yaşamın başladığını bildiğimiz volkanik bacaların etrafında bulunan karbonil sülfat etkisi altında bu aminoasitlerin kendiliğinden peptit bağlarını seri bir biçimde kurarak proteinler inşa ettiği gözlenmiştir. bu ne demektir? doğa, bu sözde imkansız olasılıklara rağmen her türlü ortamda bu yapıların inşasının mümkün olduğunu bize ispatlamaktadır. yani 1/10354 gibi uydurma olasılıklar, bilimsel testler karşısında başarısız olmakta ve kendi kendilerinin geçersizliklerini göstermektedir. çünkü böyle bir olasılık hesabı yoktur!

    "biyofizikokimyasal" (ya da kısaca "biyolojik") bağımlılık ve matematiksel bağımlılık

    esasında, bizim yaptığımız hesap bile tam olarak doğru değildir. doğada, hiçbir aminoasit düz hesap %50 olarak bir diğer aminoaside bağlanmaz. doğada, bir kimyasal bağın kurulabilmesini etkileyen çok sayıda farklı parametre olabilir. bu parametrelerin herhangi bir bölgedeki değerlerine göre aminoasitten aminoaside, bağ sayısından bağ sayısına, protein büyüklüğünden protein büyüklüğüne bağlanma olasılığı %0 ile %100 arasında değişen değerler alır. yani kimyasal şartlar, sıcaklık, basınç, entropi, vb. milyarlarca değerlerin etkisi altında aynı iki aminoasit bir bölgede %87 olasılıkla bağ kurarken, bir diğer bölgede %12 olasılıkla bağ kurabilirler. zaten bu sebeple canlılık dünya'nın her bir tarafında değil, muhtemelen okyanus diplerindeki sıcak volkan bacalarında başlamıştır.

    bu bölgedeki parametreler, proteinlerin oluşmasına ve moleküler evrim açısından gelişmesine daha fazla imkan vermektedir. işte bu açıdan baktığımızda, aminoasitlerin birbirlerine bağlanma olasılıkları, o andaki biyolojik, kimyasal ve fiziksel etmenlerden etkilenir. bu sebeple önceki olaylar, sonraki olayları bağlar. fakat yazı içinde de dediğimiz gibi, bu kadar karmaşık sistemleri gerçekçi olarak modelleyecek bilgisayar işlemcilerinden de, programlardan da, matematiksel verilerden de yoksunuz. belki gelecekte bu olaylar çok daha net açıklanacaktır.

    öte yandan yazarın verdiği hatalı hesaplama ile bizim burada verdiğimiz bilimsel izahı, matematiksel bağımlılığın değerlendirilmesiyle ilgilidir. son kez tekrar edecek olursak,yazar bütün olayları birbirine bağlayıp karıştırarak, çarpabildiği kadar 2'yi birbiriyle çarpmış, devasa sayılara ulaşmıştır. halbuki bir "t" anındaki aminoasit bağlanma durumu, "ya bağlanır, ya bağlanmaz" şeklinde, 1/2'dir (bir de sol el hesabı işin içine katılırsa 1/4'tür). ancak öyle her şeyi birbirine karıştırıp da, her şey bir anda olacakmış gibi hesap yapılması, bu tip sorunlu sonuçlar çıkaracak ve bilim düşmanlarının işine gelecektir.

    peki ya sol-elli aminoasitler?

    yazarın çarşıyı evdeki hesabına uydurmak adına "yarattığı" olasılıklardan biri de kiralite (chirality) adını verdiğimiz aminoasit simetrisidir.

    "kiral" aminoasitlerin moleküler dizilimi, sağ ve sol el gibi birbirinin ayna görüntüsüne sahip olabilmektedir. "akiral" aminoasitler ise, "kabak" kelimesinin tersinin de "kabak" olması gibi, ayna görüntüsü, orjinal görüntüsünün aynı moleküler dizilime sahip aminoasitlerdir. kısaca akiral aminoasitler simetrik, kiral aminoasitler ise asimetriktir. kiralitenin en sık kullanılan kategorizasyonu d- ve l- dizilimleri olarak isimlendirilen bir yöntemdir. aslında tam olarak doğru bir anlatım olmasa da, d-aminoasitlerinden oluşan proteinlere sağ elli, l-aminoasitlerinden oluşan proteinlere ise sol elli denir. aşağıda bu olay basitçe gösterilmektedir:

    aynı aminoasidin, birbirinin ayna görüntüsü olan iki formu bulunabilir. bu ikili asimetriktir, yani üst üste getirildiklerinde aynı görüntüye sahip olamazlar. ancak kimi aminoasit, akiraldir, ayna görüntüsüyle orjinali tıpatıp aynıdır. aşağıda bu ikisi karşılaştırılmaktadır:

    doğada canlıların yapısına katılan proteinlerin çoğu, tam olarak bilinmeyen bir sebeple sol elli aminoasitlerden oluşur. genelde evrim karşıtı olan bilim düşmanları, kendilerinin de herhangi bir açıklaması olmamasıdan ötürü bu simetri konusundan yola çıkarak evrimsel biyoloji'ye eleştiri getirdiklerini sanmaktadırlar. bu eleştirilerinin temelinde de miller-urey deneyleri'nde kendiliğinden oluşan proteinlerin çoğunlukla sağ elli olması gelmektedir.

    tabii günümüzden birkaç on ila birkaç yüz yıl gerisinde kalmış bilgilere sahip bu insanların modern çalışmalardan bihaber oldukları aşikardır. bugün biliyoruz ki, bir ortamdaki su, ısı ve radyasyon miktarı oluşan aminoasitlerin kiralitesini belirlemektedir. örneğin canlıların yapısına oldukça az katılan ve milyarlarca yıl boyunca kiralitesini koruyabilecek kadar istikrarlı yapıda olan izovalin üzerinde yapılan araştırmalar, bir aminoasidin bulunduğu ortamda neden sol elli veya sağ elli olabileceği hakkında bilgiler vermektedir.

    nasa tarafından yapılan bir araştırmada, kuyrukluyıldızların toz halindeki kuyruklarında, çok yüksek oranlarda sol elli aminoasitler bulunmuştur. üstelik, su miktarı arttıkça sol-elli aminoasitlerin oranının da arttığı gösterilmiştir. bunun haricinde, meteor çarpmaları sırasında oluşan basıncın, sağ-sol el simetrisini tersine çevirebildiği bilinmektedir. bu da, yazarın matematiksel hatasına bir diğer açıdan ışık tutmaktadır: hesaba katılmayan ve beklenmedik olaylar, büyük çapta değişimler yaratabilir. örneğin kiralite üzerinden gidilen matematik hesabında meteorların ve kuyrukluyıldızların etkisi hesaba hiç katılmaz. ancak yapılan araştırmalar, meteor çarpmaları ile kuyrukluyıldızların su yüklü kuyruklarından dünya'ya taşınan sol elli aminoasitlerin yaşamın başlangıcına ciddi anlamda katkı sağladığını göstermektedir. matematiksel olarak hesapladığımızda anlamsız derecede sonuçlar veren olasılık hesapları, gerçek dünyada tutmamaktadır. hem de, yine yapılan son çalışmalarda, sağ-elli aminoasitler üzerine kurulacak bir yaşamın da varlığını gayet başarıyla sürdürebileceği ortaya çıkarılmaktadır.

    elbette bu bilgi neden canlıların baskın olarak sol-elli aminoasit kullandığına ışık tutmaz; ancak belki de, aminoasit simetrisi yaşam için sandığımız kadar kritik önemde olmayabilir. yani galaksimizin ve dünya'nın oluşumunda ve sonrasında bulunan yüksek sol-elli aminoasit derişimi, ister istemez günümüz canlılarının sol-elli aminoasitler üzerine kurulu bir atanın torunları olmalarına neden olmuş olabilir.

    bunun haricinde zaten yazarın matematik konusundaki yetersizliği "sol elli olma ihtimali" ile ilgili yaptığı hesaptan kolaylıkla anlaşılabilir. ilkokul matematiğinden hatırlanabileceği gibi, birbirine bağlı olan olasılıkların sonuç olasılığını hesaplamak için her bir olasılık birbiriyle çarpılır. tek bir soru soracağız: bir proteinin içerisindeki aminoasitlerin sol elli olma olasılıkları, birbirleriyle bağlı olan olaylar mıdır? neden 584 aminoasitlik bir proteinin içeriğinin sol elli olma ihtimali inatla 1/2'ler birbiriyle çarpılarak yapılmaktadır? zaten yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bu aminoasitler bir anda bir araya gelerek sol elli olmamışlardır.

    çeşitli nedenlerle sol elli olarak oluşan veya sol elli hale dönüşen aminoasitler bir araya gelerek proteinleri oluşturmuşlardır. tüm bunlar hesaba katılacak olursa, kiralite hesaplarının ve benzerlerinin ilkokul matematiği ile 1/2'leri birbiriyle çarparak yapılamayacağı anlaşılmaktadır.

    esasında bu hataların hepsi evrimsel süreçlerin yönlendirilmiş olması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. bu ekolden olan insanlar, farklı kombinasyonlar arasından sürekli yapılacak olan bir seçilim sonucu canlılığın oluşamayacağı iddiasındadırlar. bu sebeple, hedefi olan bir ürün üretmek penceresinden doğayı ve biyolojiyi değerlendirirler. işte bu yüzden, son ürünlerin hep o son görevlerini yapmak amacıyla var olduklarını sanarlar. bu ciddi bir yanılgıdır.

    çünkü günümüzde biyokimya ve biyoloji dahilinde baktığımız neredeyse hiçbir unsur esasında o işi yapmak için var değildir ve kendisinden önceki basamaklar tespit edilebilir. genellikle bu basamaklarda, bu kimyasallar ve yapılar farklı görevler görürler. benzer şekilde, var olan yapıların kısmen ya da tamamen değişimi sonucu yepyeni görevler edinebilen kimyasallar ve yapılar bulunmaktadır. hatta sırf bu yöntemler kullanılarak çeşitli hastalıklarla mücadele bile edilmektedir. dolayısıyla teleolojik, yani amaca dayalı bir hayat görüşü, bilimsel temellere oturtulamaz.

    ama doğru dizilim kendiliğinden nasıl olur?

    bunu daha önceki yazılarımızda da ele almıştık. çok kısa bir şekilde tekrar edelim: aminoasitler, "doğru" bir dizilime girerek proteinleri oluşturmazlar. fiziksel ve kimyasal yapılarının müsaade ettiği her bağı kurabilirler. bu, peptit bağıdır. ancak bu bağın hangi iki aminoasit arasında kurulacağına, aminoasitlerin kimyasal ve fiziksel yapısı karar verir.

    bizim için "doğru dizilim", biz bugün dönüp baktığımızda canlılığın içerisinde gördüğümüz dizilimdir. bir başka dizilimle canlılık var olsaydı, bu defa "doğru dizilim" diye bu dizilimi gösterecektik. eğer ki elmaslar düşünebiliyor olsalardı, onlar için "doğru dizilim" kömürdeki atom dizilimi olacaktı. yani doğada, bir şeyin "doğru" olup olmadığına çevre şartları ve zaman karar verir. dolayısıyla eğer ki bir dizilim çevreye yeterince uygunsa ve dirençliyse, "doğru"dur. bu sebeple, aminoasitlerin "doğru" bir dizilimi "bilmesi" gerekmiyordu.

    zaten bilmiyorlardı da, evren'de hiçbir varlık çevresinden bağımsız veya üstün bir öz bilince sahip değildir. aminoasitler, çevrenin baskısı altında katrilyonlarca farklı şekilde birleştiler. bunlardan sadece çevreye en uygun olanları kaldı, diğerleri bozundu veya canlılığın yapısına katılamadı. sonrasında "insan" denen tür evrimleşti, geçmişine baktı ve "bu dizilim doğru dizilimdir." dedi. halbuki böyle bir "ön-doğru" (a priori) dizilim söz konusu değildir.

    sunduğumuz hesaplama biçiminde bu şekilde her seferinde "doğru" bir adım bulunmuyor. bir örnekle anlatalım:

    diyelim ki canlılığa ulaşmamızı sağlayacak kimyasal dizilim, ("doğru dizilim") şöyle olsun: abcdefg. ortamda ise 100 tane a, 100 tane b, 100 tane c, 100 tane d ve 100 tane g olsun (hatta z'ye kadar daha birçok farklı çeşit kimyasal da olsun -ki dünya'daki kimyasalların çeşidi bundan milyonlarca kat fazladır). her biri birbiriyle bağ kurabiliyor olsun; ancak doğru dizilimin daha dengeli bir yapıda olmasından ötürü, örneğin ab oluştuğunda c'nin bağlanabilme ihtimali, diğerlerine göre yüksek olsun (ki yazımızda bahsettiğimiz ve aslında gerçek hesapların çok daha karmaşık ama çok daha muhtemel sonuçlar vereceğini söylememiz bundandır).

    şimdi, belli bir süre geçtikten sonra bu kimyasallar arasında birçok çeşit bağ kurulmuş olacak. ab, cg, ad, dg, gg, cd, bg ve daha nicesi. hatta daha büyük yapılı moleküller de oluşarak: abg, cfg, dfg, bbb, bcc ve daha nicesi...

    işte yukarıda verdiğimiz alıntıdaki hesaba göre, bu bağlanma bir seferde gerçekleşecek ve abcdgef oluşuverecektir. eğer oluşamıyorsa da (ki bir anda oluşma olasılığı gerçekten de düşüktür), "canlılık doğal süreçlerle var olamaz" sonucuna varılacaktır. ancak aklı başında olan ve evrimsel biyolojiye dair en azından temel düzeyde bilgilere sahip herkes doğada olanın bu olmadığını bilecektir. izah edelim:

    oluşan karmakarışık, bir öncekinden biraz daha büyük, ancak gelecekte olacaktan daha basit yapılı bu kimyasallar, zaman geçtikçe farklı şekillerde birbirlerine bağlanacaklardır: abgdf, adfgb, bbdgf, efdghedhdgf ve hatta belki de çok daha uzun, çok daha karmaşık şekillerde: aadgfdcgdgdaabbefefdgcdd şeklinde. ancak, bunların hepsi aynı kararlılıkta, ortama aynı uygunlukta, kimyasal olarak aynı dengelilikte değildir. dolayısıyla dengesiz yapılar bozunacak ve ortamdaki kimyasalların çeşidini yeniden arttıracaklardır.

    örneğin belki basitten karmaşığa giderken, yukarıdaki uzun sıralamada var olan aabbefef zincirinin oluşması fizikokimyasal uyumsuzluktan ötürü mümkün olmamaktaydı, ancak uzun zincirin öz yapısından ötürü zincir içerisinde var olabildi ve sonra dengesizlikten ötürü bozununca tek başına kaldı. bu zincirin varlığı, belki de normalde kendi başına var olamayacak olan (yine fizikokimyasal durumundan ötürü) abcdg molekülünün oluşma ihtimalini arttırdı. bu durumda canlılığın en önemli adımı, tamamen rastgele birleşen kimyasalların sayısız deneme yanılma, oluşma bozunma durumları sayesinde atılabilmiş oldu. abcdg oluştuktan sonra, daha önceden ortamda yine kendiliğinden oluşmuş olan ef grubu bunlara uygun olan noktadan bağlandı ve canlılığın en ilkin versiyonu doğmuş oldu: abcdefg.

    burada dikkat edilmesi gereken nokta, kısa bir süre içerisinde, seçme ve eleme mekanizmasından ötürü, çok farklı çeşitte kimyasalların oluşabilmesidir. doğada sadece halihazırda bulunan aminoasitler, yazarın iddia ettiği gibi bir araya gelerek proteinleri oluşturmak zorunda değildir. süreç içerisinde birçok farklı yapı oluşup, bozunabilir. zaten "canlılık" dediğimiz şey, halen sayısız "cansız" tepkimenin bir arada bulunduğu yapılardan ibaret. dolayısıyla eğer bir insan bu gerçekleri anlamak istiyorsa, anlamaması için hiçbir sebep yok. ancak art niyetliyse... işte o zaman yapacak çok da bir şey kalmıyor.

    elbette hesaplar bir proteinin bir anda, son haliyle var olmasına yönelik yapılacak olursa, yani "yaratılmasına" yönelik yapılacak olursa, "imkansız" sonucu çıkacaktır. bu çıkarımı yapmak için matematiğe dahi gerek yoktur. her bilim dalı, herhangi bir şeyin "bir anda var edilmesi" konusunda bu sonucu verecektir. ancak eğer ki kademeli bir karmaşıklaşma hesaplanacak olursa, oranlar o ihtimaller o kadar yüksek çıkmaktadır ki, bu karmaşık proteinlerin doğa yasaları altında oluşmamaları imkansız olurdu.

    yazan: çmb

    kaynaklar ve ileri okuma:

    creation of a bacterial cell controlled by a chemically synthesized genome, daniel gibson, craig venter, et al. science, volume 329, number 5987, doı: 10.1126/science.1190719

    biogenesis, abiogenesis, biopoesis and all that, carl sagan, origins of life and evolution of biospheres, volume 6, number 4 (1975), 577, doı: 10.1007/bf00928906

    conversion of light energy into chemical one in abiogenesis as a precondition of the origin of life, t.e. pavloyskaya, t.a. telegina, origins of life and evolution of biospheres, volume 19, numbers 3-5 (1989), 227-28, doı: 10.1007/bf02388822

    abiogenesis and photostimulated heterogeneous reactions in the interstellar medium and on primitive earth: relevance to the genesis of life, a.v. emeline et al., journal of photochemistry and photobiology c: photochemistry reviews, volume 3, ıssue 3, 31 january 2003, pages 203–224

    the possibility of nucleotide abiogenic synthesis in conditions of “kosmos-2044” satellite space flight, e.a. kuzicheva, advances in space research, volume 23, ıssue 2, 1999, pages 393–396
    the emergence of the non-cellular phase of life on the fine-grained clayish particles of the early earth's regolith, mark d. nussinov, et al., biosystems, volume 42, ıssues 2–3, 1997, pages 111–118

    models for protocellular photophosphorylation, peter r. bahn, et al., biosystems, volume 14, ıssue 1, 1981, pages 3–14

    evolution and self-assembly of protocells, richard v. sole, the ınternational journal of biochemistry & cell biology, volume 41, ıssue 2, february 2009, pages 274–284

    sufficient conditions for emergent synchronization in protocellmodels, journal of theoretical biology, volume 254, ıssue 4, 21 october 2008, pages 741–751

    the emergence of ribozymes synthesizing membrane components in rna-based protocells, wentao ma, et al., biosystems, volume 99, ıssue 3, march 2010, pages 201–209

    the “protocell”: a mathematical model of self-maintenance, helmut schwegler, et al., biosystems, volume 19, ıssue 4, 1986, pages 307–315

    computational studies on conditions of the emergence of autopoietic protocells, naoaki ono, biosystems, volume 81, ıssue 3, september 2005, pages 223–233
    bifurcation for a free boundary problem modeling a protocell, hua zhang, et al., nonlinear analysis: theory, methods & applications, volume 70, ıssue 7, 1 april 2009, pages 2779–2795

    protocell self-reproduction in a spatially extended metabolism–vesicle system, javier macia, et al., journal of theoretical biology, volume 245, ıssue 3, 7 april 2007, pages 400–410

    a nonlinear treatment of the protocell model by a boundary layer approximation, kazuaki tarumi, et al., bulletin of mathematical biology, volume 49, ıssue 3, 1987, pages 307–320
    a model for the origin of stable protocells in a primitive alkaline ocean, w.d. snyder, et al., biosystems, volume 7, ıssue 2, october 1975, pages 222–229

    facilitated diffusion of amino acids across bimolecular lipid membranes as a model for selective accumulation of amino acids in a primordial protocell, william stillwell, biosystems, volume 8, ıssue 3, december 1976, pages 111–117

    the origins of behavior in macromolecules and protocells, sidney w. fox, comparative biochemistry and physiology part b: comparative biochemistry, volume 67, ıssue 3, 1980, pages 423–436

    self-organization of the protocell was a forward process, sidney w. fox, journal of theoretical biology, volume 101, ıssue 2, 21 march 1983, pages 321–323

    from prebiotic chemistry to cellular metabolism—thechemicalevolution of metabolism before darwinian natural selection,enrique melendez-hevia, et al., journal of theoretical biology, volume 252, ıssue 3, 7 june 2008, pages 505–519

    natural selection in chemical evolution, chrisantha fernando, et al., journal of theoretical biology, volume 247, ıssue 1, 7 july 2007, pages 152–167

    chemical evolution of amino acid induced by soft x-ray with synchrotron radiation, f. kaneko, et al., journal of electron spectroscopy and related phenomena, volumes 144–147, june 2005, pages 291–294

    radiation-induced chemicalevolution of biomolecules, kazumichi nakagawa, radiation physics and chemistry, volume 78, ıssue 12, december 2009, pages 1198–1201

    evolution of dna and rna as catalysts for chemical reactions, andres jaschke, et al., current opinion in chemical biology, volume 4, ıssue 3, 1 june 2000, pages 257–262

    anatomical correlates for category-specific naming of living andnon-living things, carlo giussani, et al., neuroımage, volume 56, ıssue 1, 1 may 2011, pages 323–329

    formamide in non-life/lifetransition, raffaele saladino, et al., physics of life reviews, volume 9, ıssue 1, march 2012, pages 121–123

    major life-history transitions by deterministic directional natural selection, lars witting, journal of theoretical biology, volume 225, ıssue 3, 7 december 2003, pages 389–406

    from the primordial soup to the latest universal common ancestor, mario vaneechoutte, et al., research in microbiology, volume 160, ıssue 7, september 2009, pages 437–440

    how life evolved: forget the primordial soup, nick lane, the new scientist, volume 204, ıssue 2730, 14 october 2009, pages 38–42

    modelling the early events of primordial life, yu. n. zhuravlev, et al., ecological modelling, volume 212, ıssues 3–4, 10 april 2008, pages 536–544

    from a soup or a seed? pyritic metabolic complexes in the origin of life, matthew r. edwards, trends in ecology & evolution, volume 13, ıssue 5, may 1998, pages 178–181

    self-organization vs. self-ordering events in life-origin models, david l. abel, physics of life reviews, volume 3, ıssue 4, december 2006, pages 211–228

    the steroid receptor rna activator is the first functional rna encoding a protein, s. chooniedass-kothari, et al., febs letters, volume 566, ıssues 1–3, 21 may 2004, pages 43–47

    rna, the first macromolecular catalyst: the ribosome is a ribozyme, thomas a. steitz, et al., trends in ecology & evolution, volume 28, ıssue 8, august 2003, pages 411–418

    did the first virus self-assemble from self-replicating prion proteins and rna?, omar lupi, medical hypotheses, volume 69, ıssue 4, 2007, pages 724–730

    characters of very ancient proteins, bin guang-ma, et al., biochemical and biophysical research communications, volume 366, ıssue 3, 15 february 2008, pages 607–611

    simple coacervate of pullulan formed by the addition of poly(ethylene oxide) in an aqueous solution, hiroyuki ohno, et al., polymer, volume 32, ıssue 16, 1991, pages 3062–3066

    preparation of polyacrylamide derivatives showing thermo-reversible coacervate formation and their potential application to two-phase separation processes, hiroaki miyazaki, et al., polymer, volume 37, ıssue 4, 1996, pages 681–685

    coacervate complex formation between cationic polyacrylamide and anionic sulfonated kraft lignin, alois vanerek, et al., colloids and surfaces a: physicochemical and engineering aspects, volume 273, ıssues 1–3, 1 february 2006, pages 55–62

    complex coacervates as a foundation for synthetic underwater adhesives, russell j. stewart, et al., advances in colloid and ınterface science, volume 167, ıssues 1–2, 14 september 2011, pages 85–93

  • 25. steam

    kardeşim, 20 yaşında, aylarca yazılım yazdı, en sonunda kendi oyununu çıkardı, yazılımcı olmasına rağmen grafikleri bile kendi yaptı, gurur duyuyorum.
    destek olmak isterseniz linki burada : link
    yorum yazanlara oyun çıkınca ücretsiz key de verecek.
    insanın hayatta severek bir şeyler yapması ve ortaya bir şeyler çıkarması ne kadar da güzel.

    edit: kardeşim oyunu yüklediğinden itibaren 23 saat geçti, 371 evet aldık, top100'e girmemize az kaldı. umarım son yeni editte yeşil ışık yandı müjdesi veririz. teşekkürler!

  • 26. meral akşener

    mhp'nin akp'nin arka bahçesi haline gelmesine izin vermeyeceğiz.

    meral akşener

  • 27. 2 mayıs 2016 pegasus rezaleti

    ben de pegasus'u tanıyorsam eğer, uçak içinde bir saatten fazla beklediğiniz için ekstra ücret talep edecektir.

    (bkz: bunlar hiçbirşey değil daha büyük şeyler olacak)

  • 28. 4 mart 2016 chp cizre raporu

    bak canım, ben de senin gibiydim. "bunlar bir kere türkleri savunmuyorlar !!11!!!" diye sinirleniyordum. herkes bize karşıydı. hala bize sevr dayatılıyordu. pkk'lıları koruyan bir sürü vatan haini vardı. ve bunlar konuştukça sinir oluyordum. 2007-2008 entrylerim hala duruyor. önceki nick'imle daha da faşisttim.

    sonra okumaya başladım. gerçekten araştırmaya başladım. burada hiç de vatan haini olmayan çok güzel abileri, ablaları okudum. vatan haini olanları da okudum. neden vatan haini olduklarını anlattıklarını okudum. terörün bitmesini istemeyenlerin perde arkasındaki birkaç karanlık amerikalı aile değil, biz olduğumuzu anladım. biz, nefret ediyoruz birbirimizden. kürt, ermeni diye küfür ediyoruz. öldürelim istiyoruz. ölelim istiyoruz. şehit olalım istiyoruz. savaşalım, kan dökelim, kökünü kazıyalım, atom bombası atalım.

    sonra devletin de olayları ne kadar yanlı anlatabildiğini, medya sansürünü, iktidar yalakalarını gezi'de çok daha net gördüm. demokratik tepkisini gösteren herkesin nasıl terörist ilan edilebildiğini gördüm.

    tam da bu yüzden bu rapor çok önemli uyuyan arkadaşım benim. sen hala, herkesin türk'e karşı olduğunu, türk'ün herkese rağmen var olma mücadelesi verdiğini sanıyorsun. oysa türk, kendisine karşı var olma mücadelesini veriyor. kürt'le kavga ettikçe, alevi'yle, geziciyle, anarşistle, komünistle, ermeni'yle, yahudi'yle kavga ettikçe sadece bu kavgaya odaklanıyor. üretmeye değil. yok etmeye programlıyoruz kendimizi. daha çağdaş değil, daha türk, daha müslüman olmak önemli bizim için. ilerlemek değil, korumak önemli.

    bu rapor olmazsa, bunan 10 sene sonra terörist olacak şimdinin çocuklarının terörist olma sebebini "kanı bozuk" olmasına bağlamaya devam edeceğiz. oysa şimdi, terörle mücadele ederken ırkçılık yapıldığını da, teröristlerin itaat etmeyen halkı öldürdüğünü de biliyoruz. nefretin nefret doğurduğunu, acının katlanarak büyüdüğünü biliyoruz.

    umarım bir gün sen de uyanırsın kardeşim.

  • 29. bakırköy'de pkk chp kardeşliği

    (bkz: patronicem.com ne amk)

  • 30. kadınların sekse ihtiyaç duymaması

    dünyanın önde gelen kadın cinselliği araştırmacılarından cindy m. meston ve evrim psikolojisi alanının kurucularından david m. buss, ortaklaşa kaleme aldıkları “kadınlar neden seks yapar?” adlı kitapta, araştırmalardan yola çıkarak, kadınlarda cinsel arzuyu söndüren psikolojik davranışları açıklıyorlar. kadınlarda cinsel isteği azaltan 8 psikolojik neden.. amaaaaaaa

    öncelikle kitapta olmayan ama benim de ekleyeceğim olay, ahlakçılık

    erkeklerin "göster amcana pipini" mottosuyla büyütülen ülkemde kadınlar maalesef şanslı değil. çünkü kadın vajinasının veya kadın seksinin bir şekilde "ahlak, şeref ve namus" ile ilişkilendirilmesi, bu yüzden kadınlara yapılan psikolojik toplum baskısı cinsel isteksizliğin en önemli sebeplerinden biri.

    çocuk yaştan başlayarak sürekli "taciz, tecavüz ve erkek pipisinden" korkan ve korkutulan kadın sekse güvenerek yaklaşmıyor. yine elbette ülkemizde hala geçerli olan "bekaret" kavramı yüzünden kadın tahrik olsa da tahrik olduğunu fark etmeyebiliyor. hatta ve hatta rüyasında erkekle seviştiğini gördüğünde bundan pişmanlık duyabilecek kadar içine kapatılıyor kadın.

    maalesef evlendikten sonra (evlilik sürekli seks için bu ülkede hala gerekli) çocuk yaştan beri korumayla yükümlü olduğu vajinasını av-avcı, ödül-ceza ilişkisine de dönüştürebiliyor. özetle ülkemizdeki kadınların çoğu orgazmın ne demek olduğundan bi haber. peki bunun için ne yapılmalı? şu anda hiçbir şey yapılamaz. ama kızlarımızı ve oğullarımızı iyi eğitirsek, zorunlu seksten çok sağlıklı seks hayatı yaşarlar.

    fiziksel değişim
    çoğu kişi cinsel olarak çekici bulduğu fiziksel özellikler konusunda güçlü bir tercihe sahiptir. ilişkinin seyri sırasında partnerin fiziksel görünümü değişirse erkekler için olduğu kadar kadınlar için de cinsel çekicilik azabilir. insanlarda yaşlandıkça en sık görülen fiziksel değişiklik kilo almaktır. bu durum bazen çekim düzeyini etkilemez ama partnerinin önemli oranda kilo alması birçok kadına cinsel açıdan itici gelebilir.

    kötü hijyen
    kötü hijyen pek çok kadın için cinsel arzuyu söndüren bir etmendir. kişi sürekli olarak terliyse, kirliyse, kokuyorsa, tıraşsız ve hırpaniyse, sigara kokusu üstüne sinmişse ya da ağzı kokuyorsa, seks yapacak kadar yanına yaklaşmayı kim ister?

    statü değişikliği
    statü ve zenginlik de pek çok kadın için cinsel çekim kaynaklarıdır ve zamanla partnerin statü ya da zenginliğinin azalması durumunda kadının ona duyduğu çekim azalabilir.

    sekste başarısızlık
    cinsel beceriden yoksun ya da zaman içinde öğrenmeye isteksiz bir partnerle birlikte olmaz bıkkınlık yaratabilir ve seks yapma arzusunu azaltabilir. kimi erkekler hemen işe girişip şevkle kadının klitorisini uyarmaya başlamakla en özverili aşık olunacağını sanırlar. ama çoğu kadın için ön sevişme, asıl sevişmeden çok önce başlar.

    rutin seks
    uzun süreli bir ilişki yaşayan kadınların en çok yakındıkları şeylerden biri de seksin rutin, tahmin edilebilir ve daha az zevkli hale gelmesidir.

    yaşlı partner
    ileri yaşta bir erkekle evlenme ya da uzun süreli ilişkiye girme söz konusuysa yaşlanan partnerlerinin cinsel ve diğer sağlık sorunlarına, kendileri aynı sorunlarla yüz yüze gelmeden önce uyum sağlamak zorunda kalıyorlar. partnerin cinsel işlevlerindeki değişimler kadının seks yapma arzusunu birçok açıdan azaltabilir.

    örneğin, partnerinde erken boşalma sorunu başlamışsa ve cinsel birleşme öncesinde ya da hemen sonrasında boşalıyorsa, kadın bu durumun yarattığı bıkkınlık yüzünden sekse olan ilgisini kaybedebilir. aynı şekilde erkekte sertleşme ya da sert kalamama sorunu başlamışsa, kadının onunla seks yapma arzusu sönebilir.

    çatışmalı ilişki
    partnerle kavga etmek bazen cinsel uyarılmayı artırıp çiftin yeniden bağ kurmasına yardımcı olabilir. ama bitmek bilmez kavga ve tartışmalar pek çok çifti zaman içinde yıpratır. çoğu zaman nedenle sonucu birbirinden ayırmak zordur: cinsel ilginin azalması mı bitmeyen kavgalara neden olmuştur, yoksa kavgalar mı cinsel ilginin azalmasına? çoğunlukla ikisi de doğrudur.

    kimi zaman kavga kendi başına seksin değil, cinsel olmayan yakınlık gereksinimindeki farklılıkların etrafında döner. birçok kadın partneriyle seks yapmayı istemek için kendini onun yanında iyi ve ona yakın hissetmesi gerektiğini söylüyor. yakın hissetmek için de yalnızca ön sevişmeye değil, samimi sohbetlere ya da birlikte kaliteli zaman geçirmeye gerek duyulabilir.

    farklı cinsel yönelim
    pek sık olmasa da kadının erkek partneriyle seks yapma arzusu farklı cinsiyetten kişileri daha çekici bulduğunu fark etmesiyle azalabilir. ya da belki cinsel yöneliminin partnerininkiyle uyumlu olmadığını baştan beri bildiği halde, ilişki ilerleyene dek bunu bildirmek istememiş ya da bilinmesinden korkmuş olabilir.

  • 31. oynarken en çok küfredilen oyun

    (bkz: ultima online)

    bu oyunda ölüp, aylarca uğraşarak edindiği itemları lootlatıp, depresyona girip uzun süre insan içine çıkmayan adam gördüm

    küfür vazgeçilmezi idi zaten oyunun. hem oyun içi hem oyun dışı bolcane küfür.

  • 32. adnan menderes

    idam edileceğini öğrenince ilaçla kendini öldürmeye kalkan, idama ağlaya zırlaya giden "demokrasi şehidi". kaypak. 24 yaşında dimdik dar ağacına yürüyen gençlerin tırnağı olamayan, hak ettiği yerde: tarihin çöplüğünde kaybolan çürük elma.

  • 33. 1 mayıs 2016 jon snow'un dirilişi

  • 34. 2 mayıs 2016 kilis'e roket mermisi atılması

    uzun: belaya hazır olun!
    kısa: hem de çifte belaya!
    uzun: dünyayı yozlaşmaktan kurtarmak için,
    kısa: insanları bir çatı altında toplamak için,
    uzun: sevgi ve belasını kınamak için,
    kısa: yıldızların ötesine ulaşmak için,
    uzun: tayyip!
    kısa: ahmet!
    uzun: roket takımı her zaman ışık hızıyla hareket eder!
    kısa: ya teslim ol, ya da savaşa hazır ol!

  • 35. yaran inci sözlük entry'leri

    başlık: otobüste bakiyesi yetersiz çıkan yaşlı amca

    entry: yine her zananki gibi tıklım tıklımdı otobüs..
    her durakta 1 kişi iniyorsa 6 kişi biniyordu..

    binenler arasında yaşlı bir amca da vardı.
    kartını bastı ve şu ketum ses geldi 'bakiyeniz yetersiz'

    amca çaresiz gözlerle bir şoföre bir de yolculara bakıyordu, belki biri yardımcı olur umuduyla..

    hiç kimse kılını dahil kıpırtmadı, işte o esnada en arka koltuktan 'we will rock you' müziği kulaklarımda yankılanarak kalktım. slowmotion bir şekilde roketatar yemişte yine de ölmemiş polat alemdar edasıyla yürüyerek insanlar arasından geçerek amcanın yanına ulaşmıştım.

    sırtını sıvazlayarak kartımı uzatıp 'buyur amcacım bunu basabilirsin' dedim.

    o esnada herkes hayran olmuş gözlerle bana bakıyordu. genç kızlar onlara 'hi' dememi bekliyordu..

    amca yüzünde güller açarak, musmutlu şekilde kartını makineye uzattı ve 'bakiyeniz yetersiz'

    benim kartımda da yokmuş aq. amca geri indi.
    sağlık olsun.

  • 36. cübbeli'nin şeriatı mı adnan oktar'ın şeriatı mı

    benzer soruları içeren güzel bir köşe yazısını dün levent gültekin yazmış.
    http://www.diken.com.tr/…nda-nasil-bir-turkiye-var/

    sanki islami rejime geçilmesi kesin de hangisine geçelim acaba diye tartışılıyor. erbakanın adil düzene geçilecek ama kanlı mı olacak kansız mı olacak sözü aklıma geldi. ama o işler öyle kolay değil abiler. bunu göze aldıysanız geçen bir chp milletvekilinin dediği gibi "laikliği kaldırmak isteyen kelleyi koltuğa alsın"
    yok öyle hem ayranım dökülmesin hem götüm sikilmesin.

  • 37. anne olmak istemeyen kadın

    30 yaşında iki yıllık evli ve çocuk doğurmak istemeyen bir kadınım.

    yazılanların bazılarına şaşırdım, doğurmak istemeyene kızan, hatta salak diyen bile olmuş.

    hormonlar... sürekli hamile kalmamı söyleyen, hamilelikte sürülen sefanın bebek doğduktan sonra da devam edeceğini ve herşeyin bebeği kucağına aldığın ilk an gibi muhteşem keyifli, agucuklu gugucuklu, eğlenceli oyunlu, kahkahalı çok neşeli olacağını sürekli fısıldayan hormonlar... bu hormonlar uykusuz geceleri, hastalığı, yardım etmeyen zahmet edip uykusundan uyanmayan babayı, çocuğa bir gelecek vermenin çok ama çok büyük bir sorumluluk olduğunu ve esas sorumluluğun annede olduğunu söylemez.

    gerçekler... evliliğin sancılı ilk yılları, on yıllık ev kredisi, eve giren iki maaş ama lüks merakımız ya da gereksiz harcama huyumuz olmamasına rağmen birikmeyen bir para, doğum için 20.000 iyi bir anaokuluna 60.000 lira paha biçildiğini bilmek, bu hedefe ulaşmanın imkansızlığı, bu paranın çok ama çok azını kazanmak için aslında sevmediği bir işte çalışan ve sekizde servise binip akşam tükenmiş bir şekilde eve gelen bir kadın.. bunlar iç nedenler. bir de dış faktörler var. kötü yönetilen, ekonomisi kötü, şehirlerinde bombalar patlayan, savaşın eşiğine getirilmiş bir ülke. kreşten başlayan bozuk eğitim sistemi. küçücük yaşta intihar eden, tacize tecavüze uğrayan, kaçırılan öldürülen, açlıktan yokluktan ölen çocuklar. gözümün bebeği çocuğumun rakibinin küçük bir imam/imame olacağı gerçeği.

    okumayan, okusa da anlamayan bir nesil içine çocuk doğurmak cesaret ister. üç çocuk az beş çocuk doğurun talimatıyla patır patır doğuranlara karşı benim bir çocuğum? yok ya.

    öyle atıp tutmakla olmaz o iş. sorumluluğu ağır bulan, cesareti olmayan, korkuları olan, imkanı olmayan, geleceğe umutla bakamayan, çocuğu veren rızkını da verir kolaycılığına kaçmayan, sırf annelik duysunu tatmak için doğurmaya yeltenmeyen kadınları kınamak kimseye kalmadı. teşekkürler lütfen.

  • 38. adalet ve kalkınma partisi'nin bölünmesi

    birbiriyle koalisyon yapıp yine iktidar olup ülkeyi yönetirler.

    ben onların iktidarda olmadığı bir türkiye'yi artık hayal bile edemiyorum. umudum tükendi inancımı kaybettim..

  • 39. beklenmedik anda akla gelen eski futbolcular

    kampüste çok benzeri olan bir arkadaşı sürekli görmemden mütevellit:

    (bkz: fenerbahçeli faruk)
    (bkz: faruk yiğit)

    babadan beşiktaşlıyım, orası ayrı ancak fenerbahçe'de top oynadığı dönemde faruk'a karşı bir sempatim vardı. sahadaki diğer oyuncular gibi değildi. adeta neolitik dönemin başlangıcında, tarımla tanışmamış toplumların birinden koparılıp futbolcu yapılmış gibiydi. kariyerinin devamında yedek kulübesinde sigara içmesi ile hatırlanır.

  • 40. dindar insanların genelde asık suratlı olması

    hz. muhammed, "sadaka veriniz " telkinine “verecek bir şeyimiz yok ya rasülallah” diye cevap verenlere “insanlara tebessüm etmeniz de bir sadakadır” buyurduğundan, doğru olmayan davranıştır.

  • 41. antakya'da bulunan ilginç mozaik

    mozaik üzerindeki yunanca yazıyı bildiğimiz latin harflerine dönüştürürsek "euphrosynos" ortaya çıkıyor. peki mozaikte ne yazıyor? "neşeli" yazıyor, kemikli arkadaşımıza ironik bir isim olarak "neşeli" denmiş, o kadar euphrosynos. bu sözcük kabaca "neşeli, mutlu" anlamına geliyor. "euphoria", yani "mutluluktan uçmak" olarak tanımlayabileceğimiz sözcükle aynı kökü taşıyor. murat bardakçı denilen neyse efem şahsın iddia ettiği gibi aşçı aziz euphrosynus diye bir ortodoks rahip'ten söz edilmiyor. çünkü bu rahip ms.9. yüzyılda yaşamış.

    yanında şarap testisi ve ekmek somunuyla yan gelip yatmış "neşeli iskelet kadir"in tabii ki "abi yakında geberizleyeceğiz, cavlağı çekmeden yeyip içelim, ha bir de her an topu dikebileceğimizi de hep hatırlayalım, allaan işi belli olmuyor v_v" manasına geldiği açık, orası ayrı.

    ama "neşeli"yi de "neşeli ol, hayatını yaşa, yarın bi moda sahilde park birası yapalım, sonra ordan da sercan'lara gider batının ahlakını alırız, sabah menemenle final, üzerine sohbette kalite keyfi \o/\o/" filan diye devam ettirmeye gerek yok.

    bu iskeletor terbiyesizleri zaten roma döneminde çok rağbet görüyorlar. nereden biliyoruz?

    mö 1.- ms 2. yy civarı epikürcü gevşeklerin (no ofens epikürcüler) yine geçer akçe olmaları sayesinde sağa sola iskelet koymak adetten olmuş da oradan biliyoruz.

    yemek sofralarının civarına yerleştirilen küçük minyatür iskelet modellerine "larva convivialis" deniyor, yani efem "şölen hayaleti"! edebi referans satyricon'da mevcut: http://bit.ly/1xp6vik.

    bu cimcime boyutlu arkaşların bir düzineden fazlası da hala çeşitli müzelerde, en yakışıklılarından biri için buyrun: http://www.getty.edu/…e-skeleton-roman-1st-century/

    yine yemek salonlarında mozaik olarak ne makbul? tabii ki iskelet! buyrun pompeii'den http://bit.ly/1sc4bmy

    böylece birinci sahneyi bitirdik. şimdi gelelim ikincisine ve basın açıklamasını okuyalım: "orta sahnede ise güneş saati ve ona koşan giysili bir genç ve arkasında çıplak kafalı bir uşağı var. güneş saati 9 ile 10 arasında. saat 9.00 romalılarda hamam saati. saat 10.00'da ise akşam yemeğine yetişmek zorunda. eğer yetişmezse çok ayıp karşılanıyor. orta sahnede böyle bir anlatım var. sahne üzerinde yemeğe geç kaldığını belirten bir yazı var. diğerinde de zaman kavramını anlatan bir yazı yer alıyor."
    abicim (abicim derken cinsiyetçi manada abicim değil de, "yav hafız neler diyorsun" manasında abicim), eğer adamcağız bizim modern saatimizle "akşam 10"da yemeğe yetişmeye çalışıyorsa iki problem var burada:

    a) o saatte akşam yemeği yersen midene oturur, sabaha kadar karabasan görürsün, artı kabız ve arkasından gelen basur tehlikesi baş gösterir, romalılar o kadar dümbelek mi?

    ama esas:

    b) gece ondaki akşam yemeğinin saatini güneş saatinden nası görüyoruz yav, helsinkili mi bu adam? mağcır görünümlü sarışın gibi bir şey olsa hadi diyeceğiz helsinki. hayır ama adam antakyalı yahu. daha 15 yaşında sayısal öğrencisi top sakalı bırakıyor ve yıldız makinaya giriyor bu çocuklar. ne helsinkisi.

    eğer saat "akşam 10"dan kasıt roma saatiylen "onuncu saat" (hora decima) ise, o da yaklaşık öğleden sonra 4e tekabül ediyor, senenin değişik dönemlerinde 3 ila 5 arası oynayıp duruyor. roma döneminde iş günü sonrası esas yemek olan *cena* için biraz erken olmakla beraber, eh biraz zorlarsan mümkün de olabilir.
    ama ona da "akşam" değil, öğleden sonra diyelim o zaman, hadi olmadı ikindi diyelim, çünkü saat dört civarına "akşam oldu" diye ancak ninelerimiz bizi sokaktan çağırırken der, ki onlar geniş basenli çok şahaneli insanlar olmakla beraber "nine saati-roma saati" korelasyonuna dair elimizde bir veri yok

    belki yazıt durumu aydınlatır. peki yazıtta ne diyor efendiler? diyor ki trekhedipnos ve biraz altında akaıroc (akairos).

    ilk kelime bileşik: "dipnos" klasik yunanca'da "yemek" anlamına gelen deipnon/deipnos'un roma dönemi yunancası'ndaki hali olsa gerek (ei sesi > i sesi oluyor). trekhe- de koşmak kökünden geliyor.

    yani kelimenin anlamı "yemeğe koşturan yancı"! neden yancı? çünkü plutarkhos'tan biliyoruz ki (http://bit.ly/1uacob2) yemek şölenlerine geç kalan "parasitos"lar, yani dalkavukluk ederek başkasının masasına yanlayan, çakal gibi insanlar için kullanılan bir tabir bu. hem yancı, hem de "geç kalmış, koşturuyor" gerçekten hayvan gibi bir insan bu kimse, adı da herhalde taylan filan olsa gerek.
    böylece "parazit"in de etimolojisini aradan çıkarmış olduk: "başkasının yemeğine yanlayan"(http://bit.ly/1vkugzq).

    neyse efendim altında ne yazıyor bu kelimenin, "akairos", o da durumlar ve olaylar için kullanıldığında "zamansız", gavurcasıyla "untimely, ill-timed". ama insan evlatları için kullanıldığında "can sıkıcı, ne pis adam bu, öf valla içim bayıldı bu heriften" gibi anlamlara gelen bir sıfat (http://bit.ly/1r8pkrb).

    yani hakikaten güneş saatine bakarak koşturan bi abi var mozaikte ve şölene geç kaldığı için koşturan bir yancı bu herif ve çok muteber de bir insan değil belli ki! peki var mı roma dönemi yunan literatüründe, kurmaca metinlerinde böyle bir dangalak? var!!

    nikos tsivikis isimli bir yunan araştırmacının bugün lank diye en süperli şekilde tespitlediği üzere (http://bit.ly/1ynpich), alkiphron isimli, loukianos'un da çağdaşı olduğu sanılan bir ms 2.-3.yy. şair ve filozofunun bir kurmaca mektubunda geçiyor bu hikaye. metnin ingilizcesine şuradan ulaşılabiliyor: http://bit.ly/1mq3wpo, ama ben özetleyeyim.

    trekhedeipnos isimli karakter kankıtası lopadekthambos'a diyor ki: "abi güneş saatine bakıyom, daha saat 6'ya bayağı var. bugün theokhares'in evinde yemeğe yanlıycaktık, ama o öküz herif saat 6 diye haber almadan hayatta oturmaz yemeğe. şu güneş saatiyle oynayalım bi numaralar yapalım da, saat 6 zannetsin hıyar, zira açlıktan geberiyorum abi, dayanamıyorum muhsin, beni artık anlamalısın."

    yani işte bizim mozaikteki iki kafadar bunlar olsa gerek, çıplak kelleli kel herif de uşak filan değil, lopadekthambos kişisi. ve eğer şüphelendiğim üzere "akairos" trekhedipnos'a sıfat olarak kullanıldıysa, "can sıkıcı trekhedipnos", yani "yemek şölenine yancılığa gelen düzenbaz lavuk parasitos" olarak çevrilebilir.

    böylece şunları öğreniyoruz:

    1) basın bülteninde sürekli mö 3. yy olarak veriliyor mozaiğin tarihi. muhtemelen ajansın hatasıdır, zira antakya mozaikleri genelde zaten ms 2.-3. yy. zaten mö 3. yy'da yemek salonunda iskelet filan görülmüş şey değil! ama hata değilse, zaten direksöman alkiphron'dan alınmış bu hikaye "olabilecek en erken tarih" olarak geç ms.2-erken ms. 3. yy veriyor.

    2) mozaiklerde klasikleşmiş antik yazarlar, bilinen mitolojik yahut kurmaca hikayeler çok görülür, ama çok da meşhur olmayan ikincil önemdeki alkiphron'un bir hikayesi betimlenmiş burada, yani ev sahibimiz okumuş etmiş bir kimseymiş. her şeyin başı eyitim gerçekten de. özellikle ortaokul. lise de önemli ama esas temeli ortaokulda almıyor muyuz?

    3) roma döneminde yemekler illa 10da yeniyor, diye bir şey yokmuş. en azından theokhares saat 6'nın meftunuymuş, saat 6'nın sevdalısıymış. peki o ney? altıncı seyat - sexta hora deyince bu ya gün ortasına denk geliyor, ya gece yarısına. güneş saati mevzu bahis olduğuna göre adamlarımız olan yancılarımız öğlen yemeğine (prandium) yollanıyor olsalar gerek. öğlen yemeğine yancılık da artık neyse lan bişey demiyorum.

    4) bu mozaikli evin sahibine misafirliğe gidilmez.

    bu bilgi için teşekkürler

    http://www.diken.com.tr/…ik-muessesi-ve-parazitler/

  • 42. 2 mayıs 2016 chelsea tottenham hotspur maçı

    hazard ın golüyle lestır çampiyon olacak. az kaldı asın bayrakları.

    edit: müneccim boku yemedim.

  • 43. aşık olduğun kişinin sana aşık olması

    abi çok garip bi tesadüf değil mi ya. düşünsene birine aşıksın. sonra bi bakıyosun o da sana aşık.

    abi nasıl ya. o kadar insan varken nasıl denk gelir.

    hayır gelsin tabi de. nasıl ya.

  • 44. afrika'yı tamamen hayvanlara ve bitkilere bırakmak

    afrika kıtası insan ırkının doğduğu yer olarak bilinir. afrika'da modern dünyayı teşvik etmek anlamsızdır. çünkü doğal habitatın en vahşisi ve gelişmişi, nispeten oradadır ve bu doğal ortamı bozmak manasızdır. afrikalıların çoğu bu kıtayı terk etmek istemektedir ve bir çoğu da zaten başka diyarlara göçmekte sakınca görmeyecektir.

    öyleyse afrika'yı tamamen insandan arındıralım; turist murist bile alınmasın. avcı mavcı zaten olamasın. çünkü afrika'da, aslan nüfusu bile son 30 yılda %92,5 azaldı. ayrıca tüm araştırmacıların ve teknolojik aletlerin de, afrika'ya girişi sınırlandırılmalı. çünkü, teknolojik aletler ve gürültü bile doğal yaşam dengelerini bozduğu biliniyor.

    afrika'daki şehirleşme ve modernleşme adına tüm girişimler durdurulmalı. afrika, insan eli değmemiş doğal sürecin nasıl ilerlediğini bize gösteren bir doğal park olsun. aslında avustralya'da olabilirdi ama orası çok bozdu şimdiye kadar.

    insan ırkı dünyada yok olsa, işler nasıl ilerlerdi diye merak etmiyor muyuz? şahsen bu düşünce beni benden alıyor adeta. insanın olmadığı geniş bir alanda doğal sürecin ne gibi canlı etkileşimleri yaratacağını öğrenme ateşiyle yanıyorum. tabii biz diğer kıtalarda olduğumuz sürece, yine çeşit çeşit zararlı gazları dünyaya saldığımız sürece afrika kıtası da elbette bu global değişikliklerden nasibini alacaktır ama olsun; yine de insan önemli ve güzel bir gözlem alanı olacağını düşünüyor.

  • 45. hastası olunan sözler

    aşka inanmayan bir kadın tarafından söylenmiştir..

    "sevişmeye başlarken birlikte çıkardığımız kıyafetleri, yalnız giyiyoruz değil mi? hangi aşk?

  • 46. vodafone arena

    ilk maça gidememiştim ancak kayseri maçında hacı olma şansına eriştim. gerçekten stada girdiğimiz an donup kaldık. stadın her bir detayını takip etmeme rağmen bu kadar etkileyici bir atmosfer beklemiyordum. görmeyen arkadaşların osmanlı maçına şartlarını zorlayıp gitmelerini tavsiye ederim.

    stadın üst katlarından maç izlemek gerçekten çok keyifli. maçtan önce biraz dolaştım tribünü, görüşe açısı kötü olan bir yere rastlamadım. üst tribünler çok dik olduğu için, önündeki kişi ayağa kalksa bile oturduğun yerden maçı seyretmek mümkün. önünde korkuluklar da olduğundan, sanki maçı kendine ait bir balkondan izliyormuş hissiyatına kapılıyorsun. gerçekten iyi bir deneyimdi.

    bu statla birlikte, beşiktaş'ın taraftar profilinin de değişime uğramaya başladığı görünüyor. bir tarafta hala maçtan bir haber taraftar grupları varken, diğer tarafta rakibe baskı yapmaya çalışan ıslıkçılar var (ben de bunlardanım). bu iki grup da maç içerisinde kontrolü zaman zaman ele geçiriyor. sana maç kazandıracak olan bu "ıslıkçılar"dır. ancak onun dışındaki organizasyonlar için de taraftar gruplarına hala ihtiyaç var.

    kayseri maçının ilk yarısında top kayseri'ye her geçtiğinde ıslıklayan, beşiktaş'a geçtiğinde alkışlayan, "yuh"lar, "ahh"lar çeken taraftarlar ile rakim takım ve hakemler üzerinde çok ciddi baskı kuruldu. maçı ilk yarısında koparan en önemli etken bence buydu. ancak ikinci yarıda artık maç kazanılmış olduğu için bu grubun konstantrasyonu düştü ve daha çok tribüncüler devreye girdi. tribünlerin özeti temel olarak buydu. bu iki grup zamanla birbirine yakınlaşıp yeni bir taraftar profiline evrileceklerdir. böylece rakibe baskı kuran, takım düştüğünde kaldıran ve organizasyon becerisi yüksek yeni bir profil oluşacatır. biraz daha zaman lazım

  • 47. sabah 6'da tuvalete kalkmak

    tuvalete kalkmak için en kötü vakittir. zaten bir ya da bir buçuk saat sonra tekrar kalkman gerekecek. yatsan uyunmaz kalksan kalkılmaz. 4 te ya da 5 ye kalkınca en azından diyorsun ki oh daha 3 saat var. rahat rahat uyuyorsun. ama 6 öyle mi. bir saat kaldı kalkmama hemen uyumalıyım diye bazen stresten bile uyuyamıyorum ben.

  • 48. sözlük yazarlarının en sevdiği hadisler

    bir ateist olarak en çok ali'nin sözlerini severim.
    - haksızlığa karşı susarsanız, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz

  • 49. imgur linki paylaşanların zeka seviyesi

    valla imgur linki paylaşanlarda hiçbir sıkıntı yok, asıl sorgulanması gereken imgur.com'u engelleyenlerin zeka seviyesi bence.

  • 50. erkekler için kadınları tavlamanın en kesin yolu

    (bkz: kızın yanında güvercin avuçlayıp özgürsün demek)

    yüzde yüz hatun garantili bir olay. bunu yapıp akşamına yalnız yatan gelip beni kemirsin o derece.

    gak guk sıçıp duran bir hayvan bulup avuçluyoruz. deniz kenarı iyidir.

    "uç artık güzel kuş, tutsak olma bizim gibi."

    cümleyi bitirmeden ağzıma memik girdiği oldu.

    delice.