banayasal21
profili

  • 8 ocak 2023 ak parti istanbul konseri

    oyları düşünce ne yapacaklarını şaşırıp her düğmeye basan bir partinin konseri. tarih kim nerdeydi, hepsini yazacak.

  • 10 temmuz 2022 imamoğlu'nun yine tatilde olması

    yine bir çomar başlığı, yine baş çomar trakyalı.

    kimin nereye gideceğini görecen sen sandıkta. ayrıca gayet normaldir. adam mikail'e mi müdahale etsin, ne yapabilir yani .

  • 16 ocak 2022 manuş baba rezaleti

    bugün yıldızdağı kayak merkezinde gerçekleşmesi beklenen ve haftalar öncesinden duyurulan, ilan panolarına asılan sivas konserine, konser alanında olmasına rağmen soğuğu bahane ederek sahneye çıkmayan, profesyonellikten uzak davranan kişinin sebep olduğu rezalettir. sivas'ta ocak ayında nasıl bir hava bekliyordu da vazgeçti acaba? hayatında hiç konsere gitmemiş, hiç kayak merkezi görmemiş yüzlerce çocuk otobüslerle 60 km yol gittiler, saatlerce soğukta beklediler ama beyefendi üşümekten korktuğu için sahneye çıkmadı. görsel böylelerini şımartıp para kazandırmamak lazım.

    çocuktu lan gelenler, belki bir daha hiç böyle bir imkan bulamayacak. ne hevesle, ne heyecanla beklediler bugünü.

    edit: arkadaşlar, konser halka açık, ücretsiz
    bir konserdi. valilik bütçesiyle, çocuklara ocak ayı etkinliği şeklinde düzenlendi ve herkese açıktı.

    rider falan bilmem ama kendisini bekleyen o kadar insan varken, hiç yoksa çıkıp, eline mikrofonu alıp bir iki kelam edebilirdi, etmedi. sahneye hiç çıkmadı.

    kayak merkezi, yani sivas valiliği de konuyla ilgili açıklama yaptı;

    twitter

    --- spoiler ---

    1- kamuoyuna duyurulur
    saygıdeğer misafirlerimiz sizlerin güzel bir zaman geçirmeniz amacıyla soğuğa rağmen ekipler dün geceden beri çalışarak sahne kurulumları gerçekleştirilmiştir.

    şehrimizin güzel sanatlar lisesi öğrencileri aynı şartlarda ve aynı teknik ekipmanlarla,başarıyla konser icra etttiler. maalesef konser saatinden 1 saat geçmesine rağmen sahneye çıkılmamış olup kar yağışı bahane edilerek..

    3- kullanacakları cihazların kıymetinden bahsetmişler bu zor şartlarda konser için tesisimize gelen misafirlerimizi üzmüşler ve tepkisini çekmişlerdir. bizler programın icra edilebilmesi için playback dahil alternatif tekliflerde bulunmamıza rağmen tarafımıza izahı yapılamayan..

    4- teknik eksiklikten dolayı programın yapılamaması açıklaması, şartları zorlamalarına rağmen sahneye çıkamadıkları açıklaması tamamen çarpıtmadan ibarettir. çünkü cihaz ayarları için sahneye dahi çıkılmamıştır..

    5- bu durum gösterdi ki bundan sonraki her türlü organizasyonumuzda topluma ve hayranlarına daha fazla saygı duyan, cihazlarından çok sevenlerine değer veren, zaman ayırarak etkinliklere gelen sevenlerine saygı duyan sanatçılarımızla sizlerin karşısında olacağız.

    tekrar saygı ile sizlerden özür dileriz.

    --- spoiler ---

    edit: sahneye çıkıp özür dileme zahmetinde bile bulunmayan adamı savunanlar var ya, helal olsun ne diyim. umarım bu saygısızlık diğer belediyelere ders olur da kimlere para kazandırmayacaklarını öğrenirler.

  • twitter'da sürekli mesaj atanlara isyan eden kadın

    (bkz: ilgi hastalığı)

    engellemek yerine sosyal medyada mağdur edebiyatı yapan kadın. tacizin tdk'daki tanınımı paylaşmış, millete de beyinsizler demiş. yapılan olumsuz yorumları da silmiş hahah. bu kadar şikayetçiysen herkese açmazsın hesabını, mesaj alımını da sınırlarsın sorun çözülür. ama yapmazsın, neden, çünkü hem ayranım dökülmesin, hem canımız sıkılmasın diyorsun.

    edit: ağlayacaksan oynamayalım görsel

  • kişide kaçma arzusu uyandıran muhabbetler

    çocukları olan arkadaşlarımın ortamda sürekli çocuklarından bahsetmesi, fotoğraflar gösterip zorla videolarına maruz bırakması. bunu yapan arkadaşlarımla bi yerden sonra görüşmek istemiyorum çünkü banane senin çocuğundan yani.

  • kendime saygım var davranışları

    gitmeniz gerektiğinde gidin. tek başınıza ölmezsiniz. sevgilisiz de ölmezsiniz. kim aşktan ölmüş ki siz ölesiniz. acıya da, ayrılığa da alışırsınız ama gururunuzu, onurunuzu kaybederseniz onun bedeli ağır olur.

  • 2100 yılında uyanılsa google'a yazılacak ilk şey

    (bkz: öldü mü)

  • kaşar sucuk salamın sofrada lüks sayıldığı yıllar

    2021 yılı.

    sormak lazım, asgari ücretle geçinen kaç tane aile evine sucuk alabilir durumda. eğer alıyorsa da ayda kaç kez alabiliyor. bırakın asgari ücretliyi, bugün orta direk dediğimiz kesim için bile bazı şeyler lüks haline geldi. ülkenin ekonomisini bitirdiler. orta direk kalmadı. zenginler ve fakirler kaldı.

    zenginlerin kim olduğunu hepiniz biliyorsunuz. çok konuşmayın, damat kadar kafanıza taş düşer sonra.

  • ingiliz aksanını sevdiren insanlar

    (bkz: sherlock)

  • almanya'nın türkiye'nin iflasını duyurması

    başlık sınırına takıldı. alman gazetesi die welt in türkiye’nin iflasını duyurması olayı.

    --- spoiler ---

    alman die welt gazetesi ekonomi editörlüğü " erdoğan gerekli ekonomik ve yapısal tedbirleri almadı.yanlışlara devam etti.böylece hazinede döviz rezervi kalmadı.erdoğan'ın hataları türkiye'nin iflasına yol açtı." diye belirtti. türkiye’nin yüksek ticaret açığını,turizim bir ölçüde kapatıyordu.virüsün etkisi,hazine garantili harcamalara devam edilmesi,tasarruf tedbirleri alınmayışı,ekonomide çarkların durmasına yol açtı.ülkenin kısa vadeli borçları için dövize ihtiyacı vardı.döviz isteyeceği(swap anlaşmasıyla),ülkelerin kapılarını çalmadan önce,ilkel bir anlayışla erdoğan,abd ve avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkeye sağlık ürünleri yardımında bulundu.amaç şirin gözükmekti.bir taraftan da ülkelerle döviz swap anlaşmaları için görüşmelere gidildi.swap anlaşmasında türkiye o ülkeye tl verecek,o ülkeden de dolar yada euro alacaktı.fakat hiç bir ülke türkiye’ye ve hazinesi bitmiş bir ülkenin parasına güvenmediğinden buna yanaşmadı.ayrıca hiçbir ülkenin,ihtiyacımız olan bu büyüklükteki döviz miktarını karşılayacak durumu da yok.türkiye bütün şirin gözükmelere rağmen ortada kaldı.
    çareler ne olabilir?
    *belediyeler başta olmak üzere bazı birikim ve gelirlere el koymak??
    *varlık fonundaki şirketleri ipotek vermek??
    *ardından da tl basmak.???

    --- spoiler ---

    orjinal haber linki

    yorumsuz. çanlar bizim için çalıyor da bazı at kafalılar hala ekonomi şahlandı tweetleri ile meşgul.

    peşin edit; başlığı kesme işaretli şekilde açamadım.

    edit 2: mesaj kutum kapalı, kuduruyorsunuz dimi bana küfür edemediğiniz için? yumuşatıp yumuşatıp alta yazıyorsunuz. haber eski evet, gözümüzden kaçmış. mesele tarih mi yoksa içerik mi ? o zaman 7’lerde olan kur bugün 8,50’lere merdiven dayamış durumda. zaten ülkede döviz rezervi olmadığı için kur artıyor.

    edit 3: tüm yazılanları okuyorum, şu an içinde bulunduğumuz ekonomik buhrana rağmen hala tayyip güzellemesi yapıp ama nisan’daki haber, ama batmadık diyenlere hayret ediyorum. siz nerenin gerizekalısısınız ?

  • kelliğin en çok yakıştığı kişi

    (bkz: jason statham)

  • polis uygulamasından kaçan gencin vurulması

    ulan tamam vurursun da ayağından vur, bacağından vur. ne diye hayati fonksiyonlarını bitirecek yerden vuruyorsun beceriksiz. bu polislerin ilk vukuatı değil, bu konuda polisin yeterliliği sorgulanmalı.

    edit: bir sürü mesaj gelmiş bacağından vuruldu bilgisi geçiyor diye. bakın bakalım neresinden vurulmuş

    --- spoiler ---

    video +18
    --- spoiler ---

    edit 2 : twitter’da #aliyiöldürenlernerede hashtagi ile farklı görüntülere bakabilirsiniz.

    edit 3: aranızda “ölen suriyeliymiş yalnız” diye mesaj atan hayvanlar var.

  • ahmet kaya'nın da dediği gibi

    şimdi iyi niyetlerimi bir bir yargılayıp asıyorum
    bu son olsun, bu son olsun.

  • mursi için türkiye'de sela verilmesi

    an itibariyle sivas ulu camii'den sela verildi ve öğle namazından sonra gıyabi cenaze namazı kılıncakmış.

    edit: 2. kez sela verildi.

    "göreve geldiğinde israil cumhurbaşkanı perez'e aziz dostum şeklinde başlayan mektup gönderen, gazze'ye giden yardım tünellerine kanalizasyon suyu basan, yüzde 50 elli katılımlı seçimlerde yüzde elli oy alan alan ihvancı m.mursi, 20 dakikalık savunmasının ardından vefat etmiş."

    unutmadan, eşiniz öldükten sonra 6 saat cinsel ilişkiye girebilirsiniz demişti. merak ediyorum, kendisi öleli kaç saat oldu ?

    edit : arap seviciler bana dm'den sövüyor. yallah arabistan'a.

    edit 2: dm'den şahsıma küfür edenlerin yanına bırakmayacağım. kıps.

  • ekşi itiraf

    bugün iki sene sonra babasına kavuşan bir çocuk gördüm. bedeni özlemekten öyle yorulmuş ki, babasına sarılınca birden bıraktı kendini.. özlemek her zaman romantik bir hissin solgun yanı değil, özlemek sağlaması olmayan kayıp zamanlar demek. kimsenin geri getiremeyeceği zamanlar.. telafisi yok, affetmek yok.

    allah’ım sen konuyu biliyorsun.
    amin

  • erdoğan'ın kit'lere kadro isteyenleri fırçalaması

    aynı mitingde, bizden önce sivas'ta üniversite mi vardı diye sormuş ve hayıııır cevabını almıştır.

    sivas cumhuriyet üniversitesi kuruluş tarihi 9 şubat 1974.

  • siyasi hayatımda ne aldanan oldum ne aldatan oldum

  • haklıyken özür dileyen insan

    konuyu kapatmak istiyordur.

  • evini vermeyen teyzeye hayatı zehir eden müteahhit

    teyzenin oturduğu mahallenin yakınlarına yeni numune hastanenin taşınması ve özel hastanenin de ilgili mahalleye yakın olması sebebiyle müteahhitler kol geziyorlar buralarda. çünkü orada daha çok hastane çalışanları oturuyor, iş yerlerine yakınlığı sebebiyle de kiralar da ev fiyatları da kol gibi.

    ben sivas'tayım ve bu meseleyi araştırdım.kadının hiç kimsesi yokmuş. abisi, kardeşi, çoluğu, çocuğu vs. hem kadına oturduğu yerden ev vermiyor, hemde kadına baskı yaparak evden çıkmasını istiyor. biri de çıkıp demiyor ki; "hoşt lan! sen nerenin itisin de benim evimin suyunu kesiyorsun!? " sivas'ta nerden baksan en az 200 oturmaya musait evleri var bunların, ama kadına böyle bir secenek sunup, ev yapıldıktan sonra tekrar yerine geçersin demiyor. hakkını savunacak kimse de olmayınca istediği gibi davranıyor.

    velhasılıkelam, hayırsever 2 avk. yarın ilgili şirkete dava açıp kadının hakkını arayacak. evet ülkede hukuk yok, adalet yok ama bu davalar hep geleceğe yatırım.

    tanım: sözde menzilci, namazlı-abdestli müteahhitin, çaresiz bir kadına zulmü.

    edit: durumu chp sivas milletvekili ali akyıldız'a ilettim, o da ilgileneceğini söyledi.

    edit:2 sürekli mesaj geliyor hangi firma diye. arkadaşlar hem belediye hemde hükümet tarafından kollanan, güçlü bir firma. burda isim verip linç edilmek istemiyorum. zaten gereken yapılacak. sizlerle de buradan paylaşacağım.

    edit 3: şimdi inşaata gidip fotografları size atacağım. hem şirketin hemde arsanın durumunun.

    edit 4: su an ordayım. teyzenin evi aşırı eski, oturulacak durumda değil. mahallenin o bölgesi kentsel dönüşüme girmiş ve her yerde inşaat var. evin kapısı eşilen yerdeki arsaya bakıyormus, müteahhit orayla anlasınca da inşaata
    girmiş. bugün hem belediyeye çok şikayet olmuş, hemde giden cok olmuş ondan sanırım arsada tabela yok. belki de hiç yoktu.

  • 25 mart 2016 can dündar erdem gül yargılaması

    can dündar'ın tarihi savunmasını yaptığı duruşma. cumhurbaşkanı ve mit müdahil olmuş. duruşmadan 1 saat önceden de davanın savcısı değiştirilmiş. maalesef sonuç belli.
    yoksa bu savunma haklı bir savunma.

    --- spoiler ---

    sayın başkan,
    sayın yargıçlar,
    doğrusu bugün sizin yerinizde olmak istemezdim.
    çünkü anayasa mahkemesi’nin kararına uyup bizi tahliye ettiğiniz için cumhurbaşkanı’nın açık ithamına muhatap oldunuz ve yandaş medya tarafından doğrudan hedef hale getirildiniz.
    cumhurbaşkanı, tahliye kararınız hakkında aynen şöyle söyledi:
    “ilk derece mahkeme, kararında direnebilirdi. dirense olaylar farklı gelişirdi. diren bakalım. anayasa mahkemesi ne yapacak onu görelim.”
    bu demeç, cumhuriyet tarihimizde bir ilktir.
    ilk kez bir cumhurbaşkanı, hukuku hiçe sayarak, bir mahkemeye, anayasa mahkemesi’nin kararını tanımama çağrısı yapmaya cüret etmiştir.
    bitmedi.
    bir başka konuşmasında cumhurbaşkanı, bu hukuksuzluk avrupa insan hakları mahkemesi’nde cezalandırılırsa “parası neyse veririz” demeye getirmiştir.
    o cümleyi de burada kayda geçirmek istiyorum:
    “avrupa insan hakları mahkemesi de anayasa mahkemesi’nin istikametinde karar verirse o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır; devlet o tazminatı öder”.
    bu sözlerden sonra yandaş basında anayasa mahkemesi ve mahkemeniz üyeleri hakkında karalama kampanyası başladı. yandaş kalemler yeniden tutuklanmamızı isteyen yazılar yazdı. son olarak duruşmaya saatler kala duruşma savcısının değiştirilmesi, yargı bağımsızlığına ilişkin ciddi kaygılar oluşturdu.
    bugün bu ortamda yapacağınız yargılama, sadece türkiye’de basın özgürlüğünün değil, hukukun üstünlüğünün de göstergesi olacak. dünyanın gözleri önünde türk yargısının bağımsız olup olmadığını da kanıtlayacak.
    o yüzden size kolaylıklar diliyorum.
    sayın başkan,
    önce neyle suçlandığımızı hatırlatayım:
    “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme…
    devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk maksadıyla açıklama…
    cebir ve şiddet kullanarak türkiye cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme…
    silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etme…”
    bunlarla suçlanıyorum.
    bunları tek tek değerlendireceğim.
    ancak önce izninizle bizi huzurunuza getiren süreci baştan anlatayım:
    süreç
    gazeteciyseniz, hele bir gazetenin yayın yönetmeniyseniz, her gün elinize çok sayıda belge, bilgi geçer.
    biz, gazetemizde uzun süredir türkiye’nin suriye politikasını eleştiren yayınlar yapıyorduk. radikal islamcı militanların türkiye’deki kamplarda eğitilip suriye’ye gönderildiğine, orada yaralananların geri gelip türk hastanelerinde tedavi gördüğüne, sınırda istihbarat araçlarıyla yapılan silah ve insan trafiğine dair haberler yayımlamıştık. türkiye’nin oradaki iç savaşa müdahil olmasını sakıncalı görüyorduk.
    o yüzden bu konudaki bilgi ve belge akışımız yoğundu.
    geçen yıl mayıs ayı sonunda benim elime bir görüntü ulaştı.
    görüntü, 19 ocak 2014 günü adana’da ceyhan ilçesi sirkeci gişeleri önünde çekilmişti.
    görüntüde 3 tır’ın il jandarma komutanlığına bağlı askerlerce durdurulduğu, araçtakilerin yaka paça indirildiği, yüzükoyun yere yatırılıp ellerinin arkadan kelepçelendiği görülüyordu.
    tır’lara eskortluk yapan araçtakilere de jandarma komando ekiplerince uzun namlulu silahlarla müdahale ediliyordu.
    müdahale sırasında kelepçelenenlerin ısrarla mit mensubu olduklarını söyledikleri, ama dinletemedikleri işitiliyordu.
    peki bu görüntüler bir “sır “ teşkil ediyor mu?
    önce buna bakalım:
    haber 16 ay boyunca yazılıp tartışılmıştı
    bizim bu haberi ilk veren gazete olduğumuz zannediliyor.
    büyük hafıza kaybı…
    olayın ilk kez kamuoyuna yansıması, bizim haberimizin çıkmasından 14 ay önce, tır’ların çevrilmesinin hemen ertesi günüdür.
    20 ocak 2014 tarihli gazeteler mit’in kontrolündeki tır’ların jandarma tarafından durdurulduğunu manşetten vermişti.
    hemen ertesi gün, chp genel başkanı kılıçdaroğlu, tır’larda silah taşındığını belirtmiş, mit’in silah kaçakçılığı görevi olmadığını söylemiş, “türkiye’nin uluslararası alanda meşruiyeti tartışmalı konuma geliyor” demişti.
    akp sözcüsü ömer çelik, tır’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez deyince chp grup başkanvekili ince, “vergilerimizle el kaide’ye, öso’ya silah gönderiyorsanız, ülkemizin başını belaya sokuyorsanız bizi ilgilendirir” cevabını vermişti.
    konu meclis’te defalarca gündeme gelmiş, aydınlanması için soru önergeleri verilmiş, cumhurbaşkanı, başbakan bu konuda demeçler vermişti.
    demem o ki, bu bir sır ise de, bizim haberimizin çıkmasından 16 ay önce deşifre olmuş, sır vasfını yitirmişti.
    21 ocak 2014 tarihli aydınlık gazetesi, o silahların fotoğrafını da yayınlamıştı.
    yani gizlilik çoktan ortadan kalkmıştı.
    bu kadar bilinen bir haber, her yerde yayınlandıktan sonra cumhuriyet’te çıkınca olay olup müebbetlik suç sayılıyorsa, ben burada, haberi görmezden gelinen diğer gazeteler adına mahcubiyet, kendi gazetem adına gurur duyarım. demek ki hiçbirinde olmayan bir etkileme kudretine sahipmişiz ki, onlar yazınca görmezden gelinen konu, biz yazınca hadise oldu.
    haber mi değil mi?
    bizim haberimizde yeni olan, baskın esnasında çekilen görüntülerdi.
    peki o görüntülerde ne vardı?
    bu görüntüler, yargılanmamıza neden olan suçlamanın delili olduğu için burada birlikte izlememizin ve üzerine bir değerlendirme yapmamızın önemli olduğuna inanıyorum.
    izninizle filme yakından bakalım ve bunun haber değeri taşıyıp taşımadığını birlikte tartışalım.
    bir ülke düşünün:
    istihbarat teşkilatının silah taşıdığı tır’lar, 150 jandarma tarafından durdurulsun.
    jandarma istihbarat subayları ile milli istihbaratın elemanları birbirlerine silah çeksin.
    jandarmalar, istihbaratçıları kelepçelesin.
    devletin valisi, “tır’ları bırakın” diye jandarmaya talimat versin.
    jandarma dinlemesin. tır’ların önünü kesen istihbaratçılar anahtarları alıp kaçsın; yumruklaşmalar sonunda anahtarları geri alan jandarma tır’ları parka çeksin.
    bütün bunlardan mit bölge başkanının haberi olmasın.
    vali gelip tır’ların kasasının açılışına ve silahların görüntülenişine nezaret etsin.
    o kasalardan, ilaç kutularının altına gizlenmiş halde, 2 bin havan ve top mermisi, 80 bin makineli tüfek mermisi çıksın.
    o sırada emniyet müdürü gelip polislere tır’ların etrafını çevirme emri versin.
    ve tır’lar yeniden mit’e teslim edilip silah yüklü şekilde sınırı geçsin.
    bir devletin polis, jandarma ve istihbaratçıları, silah dolu bir tır önünde güpegündüz, ortalık yerde, birbirine silah çeker ve çatışmanın eşiğine gelirse, kusura bakmayın, bu, dünya çapında bir skandaldır ve çok büyük bir haberdir. dünyanın her yerinde gazetecilere sorabilirsiniz. bu haberi yapmayana gazeteci denmez.
    nitekim biz bu tablonun vahametini “devletin bittiği an” manşetiyle verdik.
    asıl suçlular yalan söyledi
    işin bir başka boyutu da yetkililerin her birinden ayrı bir açıklama gelmesiydi.
    istanbul başsavcı vekili, “görüntüler kurgu” diyerek erişim yasağı getirdi ve soruşturma başlattı. adana savcılığı da “gerçeği yansıtmayan, sahte görüntüler yayınladığımız” gerekçesiyle soruşturma açtı.
    görüntüler gerçek değilse niye sır kabul ediliyordu ki?
    sahte görüntülerle nasıl casusluk yapılırdı ki?
    sonra komik olduğunu anladıkları bu iddiadan vazgeçtiler.
    bu sefer de “silah yoktu, insani yardım malzemesi taşınıyordu” yalanına sığındılar.
    oysa o zamana kadar gönderilen insani yardımlar, propaganda amacıyla hep teşhir edilmişti. bu sefer gizlenmesinin nedeni silah naklediyor olmasıydı.
    mit, yurtdışına silah sevkinin yasadışı olduğunu bildiği için, savcılığa, bunun türkiye’deki birimler arası nakil işlemi olduğunu söyledi.–ki aslında buna da yetkisi yoktu, ama söylenen yine yalandı.
    başbakanı davutoğlu, 29 mayıs’ta fransız haber ajansı’na “yardım özgür suriye ordusu’na gidiyordu” dedi. ertesi gün ankara’da fikir değiştirdi, “”o yardımlar suriye’de bayırbucak türkmenlerine gidiyordu” diye düzeltti.
    cumhurbaşkanı erdoğan da aynı görüşü tekrarladı; “türkmenlere insani yardım yolluyorduk” dedi.
    oysa silahlar türkmenlere gitse, onlara yakın bir sınır kapısı tercih edilmeliydi; reyhanlı kapısı, nusra cephesi’ne yakındı.
    nitekim bayırbucak türkmen cephesi komutanları kendilerine böyle bir silah yardımı ulaşmadığını açıkladı.
    o dönem mhp’de genel başkan yardımcısı olan, halen başbakan yardımcısı koltuğunda oturan tuğrul türkeş, “bizim o bölgeyle irtibatımız var. huzurunuzda yemin ediyorum: vallahi de billahi de o silahlar türkmenlere gitmiyordu” dedi.
    kaldı ki türkmenlere gidiyor olması, devletin illegal silah taşımasını meşru kılmıyordu.
    tır’larda silah olduğu görüntülerle ortaya konunca erdoğan, “silahsa silah, ne olmuş yani” deme noktasına geldi.
    devletin, istihbarat teşkilatı eliyle, illegal yoldan komşu ülkeye silah sevk ettiği apaçık ortaya çıktı.
    tır’lardan çıkan mühimmat, orada tespit edilmiş ve jandarma kriminoloji laboratuvarınca belgelenmiş, rapora dökülmüştü.
    o raporlar da gazetemizde yayımlandı.
    şimdi bu raporlardan dolayı da yargılanıyoruz.
    yapılan, hem ulusal ölçekte, hem uluslararası ölçekte suçtu.
    ama suçlular değil, suçu ortaya çıkaranlar suçlandı.
    çevirme kararını veren savcı, emri uygulayan jandarma komutanları, hâkimler, hatta silahları koklayan polis köpeğinin görevden alındığı açıklandı.
    ancak bu illegal operasyonda görev alan, yasalara aykırı olarak silah nakli yapan hiçbir hükümet veya istihbarat yöneticisi sorgulanmadı.
    hükümet işlediği suçun, istihbarat teşkilatı beceriksizliğinin hesabını vereceği yerde, suçu ortaya çıkaranlara saldırmayı tercih etti. suçlular değil, biz karşınıza geldik.
    neden yayınladık?
    haberi yayınladığımız gün, neden yayınladığımızı başyazımızda şöyle ifade ettik:
    “patlaması halinde bir şehri yok edecek kadar çok silah, bu
    ülkenin hava limanına gizlice indiriliyorsa,
    o silahlar tır’lara yüklenip bu ülkenin şehirlerinden, topraklarından, sınırlarından geçiriliyorsa,
    o silahlar, o ülkenin bütün denetim kurumlarından, meclisinden, halkından habersizce, komşudaki bir savaşın taraflarından birine destek olmak için gönderiliyorsa,
    gönderilen taraf, bu ülkenin sınırları içinde silahlı eylem yapmış, bu ülkeyi sık sık tehdit etmiş, vahşi bir terör örgütüyse,
    gönderen hükümet, bu silahların mevcudiyetini ısrarla reddediyor, bu silahları durduran askeri yetkilileri görevden aldırıyor, bu silahlar hakkında soruşturma açan savcıları tutuklatıyor, yargılatıyorsa,
    bu ülkenin halkı, bu silahlar dolayısıyla karşı karşıya olduğu riskleri bilmiyor, bu sevkiyatın hayati, siyasi, hukuki, diplomatik sonuçlarından haberdar olamıyorsa,
    yapılan örtülü operasyon başlı başına bir suçsa ve hiçbir yasa, bir suç eylemini meşrulaştırmaya kifayet etmiyorsa,
    bir gazetenin, bir gazetecinin görevi okurunu bilgilendirmek, halkı bu tehlikeden, bu tehditlerden haberdar etmek, bu maceraya kalkışan yetkilileri ikaz etmektir.
    cumhuriyet, bu sorumluluğun bilinciyle bu görüntüleri
    yayınlıyor.”
    gazetecilik nedir?
    sayın başkan,
    dünyanın hiçbir yerinde, kendisine gazeteciyim diyen hiçbir basın mensubunun görmezden gelemeyeceği bir haber vardı ortada…
    bir gazeteci, bi haberi hazırlarken “devlet sırrı mı? yazarsak hükümet kızar mı? başbakan’ın lehine mi olur? yabancı ülkeler ne der?” diye düşünmez.
    bunları sormaya başladınız mı artık habercilik yapamazsınız. bunları sormak, devlet adamlarının görevidir.
    bir gazeteci için önüne gelen haberi yayınlamak konusunda iki kıstas vardır:
    1.haber doğru mu?
    2.yayınlanmasında kamu yararı var mı?
    bu haber doğruydu. nitekim kimse yalan diyemedi.
    “kamu yararı” sübjektif bir kavramdır. ancak ben bu haberin yayınlanmasının kamunun yararına olduğuna inanıyorum.
    devletlerin sırları olabilir. ama o sır, bir suçu örtbas etmekte kullanılamaz. suç, gizlilik örtüsü altına saklanamaz.
    bir eylem suç oluşturuyorsa, gizli kalması savunulamaz.
    ülkenin istihbarat teşkilatı, yasasında olmayan bir yetkiyi kullanarak, meclis’ten gizli şekilde ve illegal olarak komşu ülkedeki iç savaşa silah taşıyorsa ve bunun ağır bir bedeli varsa, bizim, bu ülkenin halkı olarak bunu bilme hakkımız vardır.
    halkı bundan haberdar etmek de, bu ülkede kendine gazeteyim diyenlerin sadece görevi değil, aynı zamanda sorumluluğudur.
    bir devlet, cumhurbaşkanından başbakanına kadar halkına yalan söylüyorsa, savcı gerçek olan görüntülere sahte diyorsa, mit açıkça suç işliyorsa, buna nasıl seyirci kalabiliriz?
    şöyle düşünün:
    ya o silahlar, mit’teki bir grup eliyle, bugün türk hükümeti’nin terör örgütü kabul ettiği pyd’ye götürülüyor olsaydı? bugün bizi casuslukla suçlayanlar o zaman bu haberi yaptık diye kahraman saymayacaklar mıydı?
    ya silahlar ışid’e teslim edildiyse; bugün türkiye’de canlı bomba eylemleri yapan örgüte silah taşımak, suç değil midir?
    ya o tır’daki mühimmat, reyhanlı’da olduğu gibi adana’dan geçerken patlasaydı; sorumlular ortaya çıkacak mıydı? kimden hesap sorulacaktı?
    peki devletin kolluk güçlerinin birbirine silah çektiğini, çatışır hale geldiğini bilmeye hakkı yok mudur halkın?
    devleti yönetenlerin kendisine yalan söylediğini bilme hakkı yok mudur?
    neresinden bakarsanız, bu haberi yapmak, halka karşı sorumlu olan bir gazetecinin boynunun borcudur.
    tehdit

    sayın başkan,
    cumhurbaşkanı, daha önce yalan dediği haberin doğru olduğu ortaya çıkınca, bu kez tehdit yoluna gitti.
    haberin yayınlanmasından hemen sonra çıktığı devlet televizyonunda herkesin gözü önünde şöyle dedi:
    “bu haberi yapan kişi, bunun bedelini ağır ödeyecek. öyle bırakmam onu…”
    sanıyorum bu da tarihimizde bir ilktir.
    ilk kez bir cumhurbaşkanı, bir gazeteciyi, yaptığı doğru haberden dolayı açıkça tehdit etmiş, bununla da yetinmeyerek, ortaya çıkan, kendi sırrıymış gibi şahsen davacı olmuş ve basın tarihinde bir cumhurbaşkanının bir gazeteci için istediği en ağır cezayı istemiştir.
    suçlamalar
    gelelim iddianamedeki suçlamalara…
    başta hakkımızdaki suçlamaları sıralamıştım.
    izninizle şimdi tek tek bunlara değinmek istiyorum.
    gizli kalması gereken bilgiler:
    “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin etme…” ile başlayalım.
    önce şu “gizli kalması gereken bilgiler”e bakalım:
    kime göre ve kim için gizli kalması gerekiyordu bu bilgilerin…
    halk için mi?
    bu operasyonu yönetenler için mi?
    silahların alıcısı olanlar için mi?
    sanırım hükümet, aslında suç teşkil eden bu operasyonu halktan gizlediği için bilgilerin gizli kalması gerekiyordu.
    yani “devlet sırrı” denilen şey, bu emri verenin, yani iktidarın sırrıydı. cumhurbaşkanı’nın şahsen şikayetçi olması da bundandı.
    iyi de suç olan bir fiilin gizli kalması gerektiği, hangi hukuk kitabında yazılıdır?
    kaldı ki, “gizli kalması gereken bilgi” bize gelene kadar gizli kalamamış, çoktan ortaya çıkmıştır.
    yani biz gizli kalamamış bilgileri ifşa etmekle suçlanıyoruz.
    casusluk
    sayın başkan,
    ben 37 yıllık gazeteciyim. bırakın casusluk yapmayı, bana böyle bir şey teklif edenin alnını karışlarım.
    hangi ülkenin casusuymuşum? nereye askeri ve siyasal bilgi temin etmişim?
    hangi devlet, hangi servis bize, ne zaman, nerede, nasıl talimat vermiş, hangi haberle o talimat yerine getirilmiştir?
    bunu yazma cüreti gösteren savcının buna dair en ufak bir kanıt ya da tanık göstermesi, elle tutulur bir belge sergilemesi gerekmez miydi?
    savcının ortaya koyabildiği yegane belge, gazetede çıkan makale ve haberlerimizdir.
    sorarım size:
    hangi şaşkın casus, bulduğu bilgiyi götürüp gazetesine basar?
    biz, ele geçirdiği ilk belgeyi gazeteye basarak ilk işinde yakalanan iki acemi casus olarak karşınızdayız.
    kariyerimize bakın; bize casusluk gibi bir leke süremezsiniz; ancak bu silahları gizlice nakledenlerin, meclis’ten habersiz sınır ötesi gizli örgütlere sevk edenlerin, onlara bu emri, yetkiyi verenlerin, yayın yasağı koyanların, gazetecileri hapsettirenlerin, dünya çapında bir skandalı örtbas edenlerin yarın casuslukla suçlanmaları hiç sürpriz olmaz.
    bu silahları gizlice nakledenlerin başka ülke menfaatine
    bunu yapmadıkları ne malum?
    gazeteci ve casus
    adalet bakanı bizim durumumuzu değerlendirirken “dünyanın her ülkesi, güvenliğiyle ilgili konularda hassastır” demiş ve wikileaks örneğinden yola çıkarak, julian assange, edward snowden ülkesine girebiliyor mu” demiş.
    bu benzetme için sayın bakan’a teşekkür ederim.
    tam da vurgulamak istediğimiz bu…
    biliyorsunuz, wikileaks skandalı kasım 2010’da patladı. amerika birleşik devletleri arşivinden gizli nitelikte 2000 kadar belge yayınlandı. belgelerin önemli bölümü, amerikan ordusunun afganistan savaşındaki yazışmalarından oluşuyordu. yapılan yargısız infazları, sivil katliamları belgeliyordu. belgeleri sızdıran er, bradley manning tutuklandı.
    assange ise ekvator hükümetine sığındı.
    belgeler 26 temmuz 2010 tarihinden itibaren abd, ingiltere ve almanya’nın en itibarlı üç yayın organında, new york times, guardian ve der spiegel’de yayımlandı.
    bakanın örnek verdiği snowden ise, amerikan ulusal güvenlik kurumu nsa’nın bir çalışanıydı ve o da çalıştığı kurumun gizli belgelerini basına sızdırdı. belgeler, guardian ve washington post’ta yayımlandı. dünya, amerikan hükümetinin bir çok devlet başkanını illegal yollarla dinlediğini böylece öğrendi.
    snowden hakkında casusluk davası açıldı.
    yayınlayan gazetelere ne oldu dersiniz?
    guardian ve washington post o yılın pulitzer ödüllerini paylaştı.
    öyledir.
    batı’da basın özgürlüğünün sınırları geniştir.
    bir gizli belge yayınlandığında, devlet belgeyi sızdırandan hesap sorar; yayınlayandan değil.
    assange ve snowden örnekleri bizim durumumuzla örtüşmüyor.
    bizler gazeteciyiz.
    o yüzden bu örnekte olsa olsa guardian ve washington post’a benzetilebiliriz.
    ve tıpkı onlar gibi cumhuriyet de bu cesur gazeteciliğinden ötürü sınır tanımayan gazeteciler örgütü’nün basın özgürlüğü ödülünü almıştır.

    cebir kullanarak cumhuriyet’i ortadan kaldırma

    sanırım casusluktan sonra en gülünç iddia bu…
    bir haberle, cumhuriyet’i ortadan kaldırabilecek güçte cebir kullandığımız iddiası, bize hak etmediğimiz bir kudret yüklerken, cumhuriyete hak etmediği bir zafiyet atfediyor.
    çok şükür ki, ne biz o kadar güçlüyüz; ne cumhuriyet o denli zayıf…
    ancak yasaklanan ve dava konusu olan filmi gözünüzün önüne getirirseniz, cumhuriyeti ortadan kaldırabilecek bir cebir kudretine kimlerin sahip olduğunu ve nasıl ülkeyi devletin silahlı güçlerinin çatışma mevzii haline getirdiklerini daha iyi görebiliriz.

    silahlı terör örgütüne yardım

    geldik en güzel bölüme…
    iddianamede fetullah gülen’in silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım ettiğimiz önesürülüyor.
    şükür ki burada sayın savcı insaflı davranmış; yıllardır bizimle uğraşan örgüte bizi üye yapmamış. sadece yardımcılıkla bırakmış.
    ben hayatımda fetullah gülen’i görmedim, tanışmadım, yazışmadım; toplantılarına katılmadım.
    gülen okullarında cia ajanlarının öğretmenlik yaptığına dair bir haberim nedeniyle davalık da oldum.
    dinledikleri telefonlar arasında benimki de var.
    gazetem, 1974 yılından beri, sözkonusu örgütün hedeflerinden biriydi. yıllarımız paralel bir örgütlenmenin devleti nasıl zehirlediğini, adaleti nasıl felç ettiğini anlatmaya çalışmakla geçti.
    bu yüzden türlü çeşit kumpasın hedefi olduk; telefonlarımız dinlendi, sahte deliller düzenlendi, yazarlarımız, yöneticilerimiz yıllarca hapsedildi.
    biz, bizi yataklık etmekle suçladığınız o örgütle mücadele ederken iki isim, elele bu örgütlenmeyi inşa ediyorlardı.
    fetullah gülen ve recep tayyip erdoğan…
    ülkeyi, bürokrasiyi, polisi, yargıyı, üniversiteyi, medyayı birlikte yönettiler; eğitimde birlikte örgütlendiler; birinin kurduğu okulları diğeri destekledi; birinin liderliğini öteki besledi. biri, diğerinin devletin en gizli kapılarından girmesine fırsat verdi.
    birlikte hukuksuz davalarla, günahsız insanlara yıllarca eziyet ettiler.
    şimdi o örgütle yıllarca birlikte yönetenler, o cemaate yıllarca destek verenler, kimbilir hangi çıkar çatışması sonucunda “pardon kandırılmışız” diyerek temize çıkacak, biz o örgütün destekçisi olacağız öyle mi?
    bu yalana çocuklar bile inanmaz.
    cumhurbaşkanı kandırılmıştır; bedelini ödemelidir.
    biz kandırılmadık; inatla, sabırla, mütemadiyen bu ikilinin yıllar süren işbirliğini, ortaklıklarını hatırlatmaya devam edeceğiz.

    ifade

    şimdi izninizle savcılık ve sulh ceza hakimliğindeki ifademize değinmek istiyorum.
    tutuklanma kararımızla sonuçlanan o sorgularda bize ne casusluk, ne silahlı örgüte üyelik iddiası soruldu; ne hangi ülke hesabına çalıştığımıza, ne kimden talimat aldığımıza, ne örgüt bağlantımıza dair kanıtlar sunuldu.
    sadece yaptığımız haberler soruldu.
    biz de haberleri doğruladık.
    bir insana iki müebbet hapis cezası gerektiren bir suç ithaf edilirken hiç kanıt sunulmaz mı? tanık bulunmaz mı? soru sorulmaz mı?
    anlaşılan o ki, sayın savcı, bizi yardım yataklıkla suçladığı örgütten öğrendiği taktiklerle, tanıksız, kanıtsız bir şekilde bizi o örgüt çuvalı içine atmaya, aynı suçlamaların hedefi yapmaya çalışıyor.
    ifademizi alırken bana atfedilmeyen “hükümeti devirmek” vs. gibi bazı suçları da sonradan iddianameye eklediğini gördük.
    bu hukuki garabet sonucu tutuklandık, 92 gün tecrit koşullarında tutuklu kaldık.
    tutukluluğumuz süresince başbakan ve sözcüsü, defalarca tutuksuz yargılanmamız gerektiğini söyledi.
    bülent arınç, “dava bile açılmamalıydı” dedi.
    bu tutukluluk, dünyada zaten bir gazeteci hapishanesi olarak görülen türkiye’yi hepten basın özgürlüğü listelerinin sonuna itti.
    sonunda anayasa mahkemesi, hukuksuzluğu gözler önüne serdi. ve yapılanın bir terör eylemi değil, gazetecilik faaliyeti olduğunu tescilledi. ve mahkemeniz, o gün bu karar doğrultusunda tahliyemize karar verdi.
    ne var ki sonra cumhurbaşkanı’nın bu karara ilişkin sözleri, türkiye’de hukuk devletinin nasıl ayaklar altına alınabildiğini kanıtladı.
    sonuç
    sayın başkan,
    anayasanın açık hükmüne, anayasa mahkemesi’nin kararına uymayacağını açıkça ilan eden bir cumhurbaşkanı karşısında bizim sığınağımız yine de sizsiniz; adalettir.
    güçlüler her zaman haklı olmayabilir, ama haklılar her zaman güçlüdür.
    biz gücümüzü haklılığımızdan alıyoruz.
    tarihin bazı dönemlerinde güçlüler, haklıları sindirebilir; ancak siz, bu haksızlığın uzun sürmeyeceğinin güvencesi olmalısınız.
    adaletin güç karşısında boyun eğmeyeceğini bize ve dünyaya kanıtlamalısınız.
    “cumhurbaşkanı emretti, mahkeme boyun eğdi” algısı yaratacak bir hukuksuzluğa geçit vermemeli, tersine hiçbir gücün mahkemeye gücü yetmeyeceğini ortaya koymalısınız.
    adaletin güvencesi olmalısınız.
    türkiye, 1960 yargılamalarında bir yargıcın, bir başbakan’ın yüzüne “sizi buraya tıkan kudret böyle istiyor” dediğini işitti. o günden beri o hukuksuzluğun bedelini ödüyoruz.
    bir daha bu utancı yaşamak istemiyoruz.
    adaletin bir gün herkese lazım olacağını biliyoruz.
    yarın başbakan, cumhurbaşkanı yargı önüne geldiğinde onların da adaletle yargılanması için çabalayan yine bizler olacağız.
    gazetecilik açısından bakıldığında ise, bu dava, basın özgürlüğüne bir darbe olarak görülmektedir. mesele sadece bizim yargılanmamız değil, o kararda da belirtildiği gibi, bu yargılama, diğer gazeteciler üzerinde de “caydırıcı etki” yapmakta, yani medyanın toptan baskı altına alınmasına vesile olmaktadır.
    dolayısıyla kamunun bilgilenme hakkına da darbe vurmaktadır.
    biz, yaptığımızın tamamen bir habercilik faaliyeti olduğuna inanıyoruz. halkın, yöneticileri hakkında gerçekleri öğrenme hakkını savunuyoruz. basın ve ifade özgürlüğünden güç alıyoruz. bizi casuslukla suçlayanları, haberimizle biz aynı iddiayla suçluyoruz.
    başa dönersem, işiniz zor.
    bu ortamda hem adil karar vermek, hem yargının en kudretli şahsiyetten bile bağımsız olduğunu ispat etmek hem de basın özgürlüğünü gözetmek sorumluluğuyla karşı karşıyasınız. ve bunu bütün dünyanın gözünün çevrildiği bir duruşma salonunda yapacaksınız.
    hayatı boyunca adil olmaya özen göstermiş bir gazeteci olarak, sadece şahsım değil, aynı zamanda mesleğim adına, tarih ve yargı huzurunda beraatımı talep ediyorum.
    --- spoiler ---